Üstümdeki Yabancı B.12.

@my_lore

Selaaam...

Meleksularım hoş geldiniz!

Bölümü okumaya başlama saatinizi buraya alalım<3

Önce kendinize kuytu bir köşe bulun sonra okumaya başlayın.

Buraya kitabımızın simgesini bırakalım➜

666

Hatırlatma

Oflaya puflaya merdivenleri tırmanışa geçtiğimde geride bıraktığım her basamak için içimden şükürler ediyordum. Benden başka merdivenleri kullanan olmadığından bir bakıma daha rahattım. Beni zorlayan tek olgu düne göre daha az ağrıyan bileğimdi. Üçüncü kata ulaştığımda dudaklarıma hafiften bir tebessüm oturmuştu. Kapüşonlu adamla çarpışma faslını saymazsak kazasız belasız evime gelebilmiştim.

Son basamağa geldiğimde erken konuştuğumu anlamam uzun süremedi...

666

Maral, sırtını duvara yaslamış hafif bir sırıtışla bana bakıyordu. Ben onu her yerde ararken o kapımın önüne gelmiş beni bekliyordu. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Küçük bir kız çocuğu istediği zaman gözden kayboluyor istediği zaman kapıma geliyordu. Canımı sıkan asıl sebep ise küçücük bir kızın gece gündüz demeden sokaklarda geziyor olmasıydı. Bu böyle olmayacaktı. Ben onun kolundan tutup babasının evine götürecektim olmadı devletin şefkatli kollarına teslim edecektim.

 

"Hoş geldin Melek. Ben de seni bekliyordum!"

 

"Gerçek fikrimi öğrenmek istiyorsan hiç de hoş gelmedim." Sözlerimin bitiminde söylediklerimden hoşlanmamış olacak ki, birden yüzünün şekli şemaili değişti.

 

Süzgün bakışlarını devirirken dudaklarını yana doğu kaydırdı. "Neden, beni istemiyor musun? Yoksa beni sevmiyor musun? Bilseydim gelmezdim."

 

İçimden şuna bak hem suçlu hem güçlü, diye geçirdim. Cidden küçük bir kız çocuğundan beklenmeyecek performans gösteriyordu, zira isteyince içinden devleşen bir Maral, çıkıyordu.

 

Üç kat merdiven çıktığımdan yorulmuş nefes nefese kalmıştım. Biraz soluklanmak amaçlı son basamağın tırabzanlarına tutunurken üfleyerek nefesimi dışarı verdim. "Canımın içi, senin benim evime gelip gelmemen değil sorun. Hoş bulmadım çünkü küçük bir kızın sokaklarda işi yok diye düşünüyorum. Hem söyle bakalım sen bana haber vermeden neden çekip gittin. Üstelik geceden mi gittin sabahın köründe mi gittin bilmiyorum?"

 

Bu ara adımlarımı sıklaştırıp kapımın önüne kadar gelmiştim. Cüzdan yerine kullandığım küçük boy çantamı açtım içinden daire kapımın anahtarını çıkarıp kilit deliğine soktum. İki tur çevirdikten sonra kilitten kurtulan kapı ağır bir hareketle geriye doğru açıldı. Hâlâ duvar dibinde beklemekte olan Maral'a başımı çevirip yüzüme küçük bir tebessüm yerleştirdim zira onu ürkütüp kaçırmak istemiyorum.

 

"İçeri buyur küçük hanım, bu böyle olmayacak zira seninle ciddi ciddi konuşmamız lazım."

 

Heyecanlanır gibi sesi titrek çıkmıştı. "Benimle ne konuşmak istiyorsun Melek, biraz önce kızgın olduğunu da söyledin? Seni kızdıracak ne yaptım ki ben?"

 

"Hadi bekleme yapma da içeri geç. Seninle sonra hesaplaşacağım."

 

Önümü dolanıp benden önce içeriye geçerken bakışlarında şeytani pırıltılar gördüm. Yoksa Maral, ruhunu şeytana satmış küçük bir kız çocuğu muydu? Zihnime damlayan düşünceler bile tüylerimi diken diken etmeye yetmişti. Ürperdim. Kendi kendime kızdım. Sanrıların seni yiyip bitirecek Melek, kendine gelmelisin.

 

Elimde değildi Maral hakkında kuşkularım vardı. Hem de küçümsenmeyecek kadar büyük kuşkularım vardı. Bazen küçücük bir kız çocuğu oluyor bazen büyük bir insan gibi konuşuyordu; büyükler kategorisine giren tecrübeli bir insan gibi hem de. Kafamı bozan asıl sebeplerden bir tanesi de canı isteyince gelip canı isteyince gidiyor olmasıydı. Bu başına buyruk tavırları küçücük bir kıza göre değildi, kesinlikle değildi, hiç değildi.

 

Sokakları iyi biliyordum çünkü. Oradaki kötülükleri. Oradaki bencillikleri. Orada insan nasıl harcanır. Orada insan çıkarları için nasıl kullanılır iyi biliyordum. Maralı da sokak denilen bu azı dişli canavardan kurtarmak istiyordum. Küçücük yaşında sokaklar yerine annesinin kucağında yaşasın istiyordum. Yaşıtları gibi okuluna gitsin istiyordum. Büyüyünce Kendi ayakları üzerinde dursun istiyordum. Onu sokakların sözde özgürlüğünden kurtarmak için elimden geleni yapmak istiyordum.

 

Bana nispet yapar gibi gözlerini belerterek salona geçti ve üçlü koltuklardan birinin tam orta yerine pat diye vücuduna attı. Kollarını birbirine dolayıp koltuk altlarında birleştirirken dudaklarını eğip bükerek konuşuyordu. Sanki bana meydan okuyan bir tarafı vardı, vardı az kalır kesinlikle meydan okuyordu. "Benimle ne konuşacaksan konuş Melek, bak işte karşındayım!"

 

İçimden ya sabır çektim...

 

"Merak etme konuşacağız küçük cadı. Biraz sabret kendime şöyle bir kupa sade kahve yapayım sonra konuşuruz."

 

Ben ona tavırlıyken o bana tavır koyarak yanaklarını şişirip bıkkınca ofladı.

 

"İyi, yap kahveni, ben beklerim!"

 

Ben salonun mutfak bölmesine geçip marketten aldığım kahve paketini açtıktan sonra hazırlıkları bitirip kahve makinesini çalıştırdım. Kahvemin hazır olmasını beklerken arkamdan tok bir sesle konuşmaya başladı. "Melek, seni yolda biriyle konuşurken gördüm. Konuştuğun adam Cem, enişte değildi. Kimdi, çünkü daha önce senin yanında hiç görmedim?"

 

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü ve ikinci kez tüylerim diken diken olurken ürperdim. Beni görmüştü ama varlığını belli etmemişti. Beni gördüyse büyük ihtimalle onu aradığımı biliyordu. Yoksa Maral, beni mi takip ediyordu?

 

Gerçeklere olan inancımı kaybetmek üzereydim. Neye inanıp neye inanmayacağım konusunda cidden çelişki yaşıyordum. Maral, beni takip edenlerden biri olabilir miydi?

 

İçimden geçenlerden kaynaklı hafifçe yutkunurken bende onu sorguya çektim. "Ben her yerde seni aradım ama göremedim. Sen beni nasıl gördün peki? Yoktun ki sokakta. Hiçbir yerde yoktun. Markete gidene kadar marketten gelene kadar gözlerim seni aradı ama yoktun. Küçük hanım yoksa sen beni mi takip ediyorsun? Takipten kastım benimle bir tür oyun mu oynuyorsun?"

 

Masum taklidi yapar gibi yanaklarına küçücük küçücük gülücükler kondurup göz kapaklarını kırpıştırmaya başladı. "Yok, takip etmiyordum. Ben seni neden takip edeyim? Seni bir adamla yolda konuşurken gördüm. Belki arkadaşın falandır deyip rahatsız etmemek için yanınıza gelmedim. Beni aradığını bilmiyordum ki. Ben sokakta gecelemek istemediğim için sana geliyordum."

 

Her şeye bir cevabı vardı maşallah. Kaynamakta olan kahvemi makineden çıkarıp büyük boy kupa bardağa doldurdum. Sırtımı mutfak tezgâhının kenarına dayayıp gözlerim kısılıncaya kadar Maral'ı inceledim. "Sen beni gördün fakat rahatsızlık vermemek için yanıma gelmedin, buraya kadar okey. Biz seninle aynı anda kapı önünde karşılaştık ama binaya girerken neden karşılamadık, bence karşılaşmamız gerekirdi. Madem her şeye bir cevabın var buna da cevap ver bakalım, neden karşılaşmadık binaya girerken?"

 

"Bilmem neden karşılaşmadık acaba?" Umursamaz bir dil kullanmıştı soruma soruyla karşılık verirken. Üstelik bakışlarında ima vardı. Bakışlarında geceyi andıran karanlıklar vardı.

 

Nedenini bilmemekle beraber sanki bu gece beni çileden çıkarmaya yeminliydi. Sanrısal gerçekleri aramaya niyet ettiğimden sakinliğimi koruyordum onun karşısında. "Sen söyle neden karşılaşmadık?"

 

"Ben asansörle sen merdivenlerden çıktığın için olabilir mi?"

 

İlk etapta onun açıklaması mantıklı gibi görünse de merdiven kelimesini kullanırken üzerine bastırarak konuşmuştu.

 

"Senin dediğin gibi de olsa birbirimizi mutlaka bir şekilde görürdük, ama görmedik."

 

"Ben senden daha önce binaya giriş yaptığım için olabilir mi?"

 

Eh, bu biraz önceki açıklamadan daha tutarlıydı. Kahve dolu kupayı elime alıp karşısına gelecek şekilde oturdum. "Bakıyorum da her şeye bir cevabın var. Şimdi söyle bakalım hâlâ evine gitmemekte ısrarcı mısın?"

 

Sorumu duymamış gibi yaparak, "Melek sen neden asansörü değildi merdivenleri kullanıyorsun; hem de burkulmuş bir bilekle?" dedi.

 

Küçük şeytan diye geçirdim içimden. Kendince lafı değiştirip küçücük aklıyla konuyu sabote etmeye çalışıyor. Biz o yollardan çok geçmiştik bilmediği buydu.

 

Onun merakını gidermek için konuşmaya yeltendiğimde omuz silktim. "Çok basit, asansör fobim var benim."

 

Kahvemden bir yudum aldım ve ağız boşluğumda dolandırıp boğazımdan yağ gibi mideme inişinin hazzını yaşadım.

 

"Başka fobilerin de var mı Melek?" Yüzüne vuran sinsilik bakışlarından okunuyordu. Bu kızın benimle derdi neydi gerçekten anlamıyordum.

 

Kaşlarımı birbirine yakınlaştırıp çatarken kesin bir dille, Yok," dedim.

 

"Ya, bana varmış gibi geldi de ondan sordum," dedi.

 

"Sen kendine bak küçük cadı, bir gün önceki korkularını unutma." Söz bir kere ağzımdan çıkmıştı geri dönüşü de yoktu.

 

Küçük bir kız çocuğunun saflığında dar omuzları indi kalktı, "Ben çocuğum ama gök gürültüsünden korkmam çok normal. İtiraf et sen de korkuyorsun."

 

İçtiğim bilmem kaçıncı yudum kahveyi dilimle damağımda dolaştırıp büyük bir zevkle yutkundum. "Çokbilmiş sen de... Ben hiç de gök gürültüsünden korkmuyorum."

 

Gözlerini gözlerimden ayırmadan kıkırdayarak gülmeye başladı. "Bana korkuyormuşsun gibi geldi. Her şimşek çakıp gök gürlediğinde kalbinin atışını duyabiliyordum çünkü." Çok fena yerden vurmuştu.

 

"Benim bir şeyden korktuğum falan yok sana öyle gelmiş," deyip konuyu kestirip attım.

 

Elimdeki kahve dolu kupayı göstererek, "Sen de bir şeyler içmek ister misin?" diye sordum. Küçük cadı bende akıl mı bırakmıştı. Büyük ihtimalle açtır. Bense içecek isteyip istemediğini soruyordum.

 

"Melek, aç değilim bir şey de içmek istemiyorum." dedi.

 

Ben ona aç olup olmadığını sormamıştım ki, garip aklımı okumuş gibi aç olmadığını söyledi. Uzun uzun suretini inceledim. Ne görünüşünde ne duruşunda ne konuşmasında hiçbir eksiklik yoktu; karşımdaki küçük bir kız çocuğuydu.

 

Yarıya inmiş kahve kupamı alıp ayağa kalktım. "Madem bir şey istemiyorsun sen uslu uslu otur benim yapacak işlerim var." dedim.

 

İşlerimi yapmak için daha doğrusu şirketin işlerini yapmak için tam bilgisayarımın başına geçmek üzereydim ki kapı zilinin çaldığını duyumsamamla tutuk kaldım. Kimseyi beklemiyordum. Bir gün önceki Şeri vakıasından sonra arayan soran da olmamıştı. Öyleyse bu saatte kapımı çalan kimdi? Maral, bana ben ona baktım, ikimiz de kapıyı çalanın kim olduğunu birbirimize sormak ister gibiydik.

 

Biz şaşkınlıkla bakışıp dururken kapı zili tekrar çaldı.

 

"Sen burada uslu dur ben gidip kapıya bakayım."

 

İçimde bir tuhaflık vardı hem de garip bir tuhaflık. Neler olduğunu cidden bilmiyordum. Salondan çıkıp koridora yöneldim ama ayaklarım geri geri gidiyordu. Yine de kapıya bakmam kim olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Bir şekilde mecburdum buna.

 

Kafamda kim olduğunu ölçüp tartarken ister istemez adımlarımı küçük atıyordum. Kim bilir belki de zaman kazanmaktı niyetim.

 

Kapı arkasına geldiğimde bir gözümü kapatıp açık kalan gözümle mercekten kim olduğuna baktım. Gördüğüm suret kalp atışlarımı hızlandırırken içimde kocaman bir sevinç yumağı oluştu.

 

Hiç düşünmeden üst üste kilit vurduğum kapıyı hızlıca açtım.

 

Önce yüz ifadesine baktım, zira ondan böyle bir girişimi hiç beklemiyordum. Onlara yanlış bir şey yapmamıştım karşımdaki kişiye hiç yapmamıştım. Taraf olduğunu düşünmüştüm. Bana kızdığını ve gelmeyeceğini düşünmüştüm; en azından birkaç gün. Şimdi o karşımda duruyordu. Beni yanıltmıştı.

 

"Beni içeri buyur etmeyecek misin?" Karşımda durmuş gülümsüyordu.

 

İçeri geçmesi için bir adım geri çekildim. "Ah Cem, kusura bakma. Geleceğinden haberim yoktu. Şaşırdım."

 

Hem şaşırmış hem de ona kırgın olduğumdan karşısında tutuk kalmıştım. Taraf tutmamalıydı. Taraf olmamalıydı. Taraf tutmak zorunda değildi. Ben onun sevgilisiydim. Kabul Şeri, ortak arkadaşımızdı. İşte tam da bu yüzden orta yolu bulmalı ne bana sırt çevirmeli ne de Şeri 'den taraf olmalıydı.

 

Hiç konuşmadan Cem, önde ben arkada koridoru geçip salona gelmiştik. Cem, davetsiz misafir olan Maral'ı görünce bana doğru bakıp kim bu derecesine göz kırptı.

 

"Misafirin olduğunu bilmiyordum?"

 

"Tanıştırayım Maral. Onu sokakta buldum." Gülümsedim. "Şimdi birlikte yaşıyor gibi bi' şeyiz."

 

Cem, öne doğru bir adım attı bir adım daha bir adım daha, şimdi Maral'ın karşısındaydı.

 

"Benim adım Cem. Melek'in arkadaşıyım."

 

Maral hiç istifini bozmadan dudağını yana doğru kaydırarak omuz silkerken, "Kim olduğunu biliyorum. Sen de benim kim olduğumu öğrendin. Tanıştığımıza memnun oldum Cem enişte." dedi.

 

Cem, karşısında duran büyük biriymiş gibi elini uzattı. "Ben de tanıştığıma memnun oldum Maral. Yoksa küçük cadı mı demeliyim."

 

Bunlar benden önce tanışıyor muydu ya, aralarındaki yakınlığa etraflarına yaydıkları auraya bakılacak olursa sanki birbirlerini önceden tanıyor gibiler.

 

"Bir şey içer misin Cem?" Maksadım varlığımı hissettirmekti.

 

Beni geçiştirir gibi sanki yokmuşum gibi yüzüme bile bakmadan, "Yok, hayatım içmeyeyim," dedi ve Maral'ın oturduğu üçlü koltuğun bir tarafına da Cem oturdu.

 

"Hayatım" sözcüğü ruhumda tuhaf çağrışımlara sebep olmuştu. Cem, bana hiçbir zaman hayatım sözcüğünü kullanmazdı ki...

 

Onun meleği onun aşkıydım ben. Bilinmezliğin hücrelere bölünmüş hali zihnimi kurcalayınca dudaklarım istemsizce birbiriyle buluşup dışa doğru kıvrıldı.

 

"Cem, görüşmeyeli nasılsın?" diye sorduktan sonra tam olarak karşısına geçip oturdum.

 

"İyiyim hayatım. Seni merak ettiğim için geldim. Peki, sen nasılsın, bileğin nasıl oldu?"

 

Umursamaz görünmeye çalışarak dudak büktüm.

 

"İyi. İyiye gidiyor yani."

 

"Cem enişte buraları sensiz bırakma. Melek izinde. Biliyorsun bileği de burkulmuş. Sen yokken ben ona arkadaşlık edeyim diyorum ama senin yerini tutar mıyım bilmiyorum."

 

Cem, gözlerinden pırıltılar saçarak bakıyordu Maral'a. Hayranlık duyarak bakıyordu. Kendi kızıymış gibi şefkatle bakıyordu. İmrendim. "Melek hayatım, bu kız büyümüş de geri mi küçülmüş?"

 

"İnanır mısın bana da öyle geliyor." Gülüştük. Hayatımızda hiçbir olumsuzluk yokmuş gibi gülüştük. Belki de gülmek bulaşıcıydı. Keşke hep gülebilseydik.

 

"Cem, benim biraz işlerim var. Bilgisayarın başına oturmak üzereydim sen gelmeden önce. Biraz çalışsam sorun olmaz, değil mi?"

 

"Olmaz hayatım sen keyfine bak. Biz Maral ile sohbet ederiz. Baksana Maral'ın etrafına yaydığı pozitif bir enerji var. Sana da öyle gelmiyor mu hayatım."

 

"Haklısın canım, çünkü Maral küçük bir şeytan."

 

Cem, tuhaf tuhaf yüzüme bakmaya başladı. "Yani onda şeytan tüyü var diyorum." Yine ve yeniden gülüştük.

 

Cem, geldiğinden beri içimde fırtınalar koparan ama bir türlü sormaya cesaret edemediğim soruyu sormaya karar verince kalktığım yere tekrar oturdum. Cem, hani çalışmak için gidiyordun gibi yüzüme bakınca bakışlarımı eğdim.

 

"Şey, sormasam içimde kalacak. Şeri, onunla görüşüyor musun? Yani ben aramaya cesaret edemedim. O da beni aramadı. Beklentiye de girmedim zaten. Bana çok kızmıştı biliyorsun."

 

Biraz önce yüzünde güller açan Cem'in bir anda çehresi değişti. Bakışları bulanıklaştı. El parmaklarının birbirine geçirirken şuursuzca sıktığını gördüm. Sonrasında içli bir nefes alıp üfleyerek dışarı verdi.

 

"Birkaç kez aradım. Şeri'de aradı. Tahmin edeceğin üzere üzgün, morali de çok bozuk. Kızın ister istemez psikolojisi alt üst oldu."

 

Oturduğum yerden hırsla ayağa kalktım. "Abart Cem, biraz daha abart. Şeri, üzgün de ben değil miyim? Neyin kafasını yaşıyorsunuz siz ya? Benim kimseye bir şey yaptığım yok, sadece arkadaşıma karşı dürüst olmak istedim. Benim anlamadığım şey dürüst olmak modası geçmiş bi'şey mi?"

 

Sinirlendiğimi ve onlara karşı dolu olduğumu öğrenen Cem, belki de yandaş arkadaşını korumak amacı güderek beni sakinleştirmek istemiş olacak ki, oturduğu yerden kalkıp karşıma geçerek uzanıp ellerimi tuttu.

 

"Hayatım, daha önce de söylediğim gibi biraz zamana bırakmak lazım. Eminim Şeri' de benim gibi düşünüyordur. Kısacası ikinize de biraz zaman lazım. Hem neden bana öyle taraf tutuyormuşum gibi bakıyorsun?"

 

Ellerimi ellerinden hızlı çekip işaret parmağımla göğsüne dokunurken, "Tutmuyor musun, bal gibi de taraf tutuyorsun Cem, sakın inkâra kalkışma. Yemezler."

 

Tekrar ellerime yapışıp beni kendine doğru çekti. "Bakıyorum da görüşmeyeli senin huyun suyun değişmiş."

 

"Sana öyle gelmiş. Ben aynı Meleğim."

 

Nefesi nefesime karışmış aramızdaki mesafe sıfıra inmişti. Cem'in varlığını unuttuğu Maral'ın varlığını işaret etmek için bakışlarımı yan tarafa devirdim.

 

"Hayatım, sen çalışmaya gitmiyor muydun?" Köşeye sıkışan Cem ani bir hamle yaparak konuyu ekarte edip kolayı seçmişti.

 

"Senin de benden geri kalır yanın yok ama. Baksana, aşkım gitmiş, meleğim gitmiş, hayatım gelmiş."

 

Maral'ın varlığını ikinci kez umursamadan belimden kavradığı gibi vücudumu kendi vücuduna yapıştırmıştı. "Ne yapıyorsun Cem, rahat durur musun?"

 

"Özledim kızım seni. Hem de çok özledim." Maral'ın kinayeli bakışları altında ikimiz de fısırtıyla konuşuyorduk ama sanki o bizi duyuyor gibiydi.

 

"Şimdi sırası mı Cem, küçücük kızın yanında." Kulağına eğilip fısıltıyla konuşmuştum.

 

Karşı atağa geçen Cem, olanları olmamış sayarak kollarını gevşetti ve vücudumuz birbirinden ayrıldı. "Madem sen çalışacaksın ben de kendime bir kahve yapayım o zaman."

 

Masanın üzerindeki bilgisayarımın başına geçmek için sayılı adımlar attığımda, "İyi fikir." diye gülümsedim. "İstersen Maral'a dolaptan meyve suyu koy. Birbirinize eşlik etmiş olursunuz."

 

Ben şirketin işleriyle meşgulken bilgisayarın başında ikili kendi aralarında kısık bir ses tonuyla konuşup kikirtiyle gülüşüyorlardı. Bunların yeni tanışmış iki yabancı gibi değil de ezeli dostluğu varmış gibi görüntüsü beni cidden düşündürüyordu.

 

"Bakıyorum da baya kaynaştınız?" İkisinin de başı ayanı anda bana döndüğünde Maral, boynunu yana doğru yatırıp o olgunlaşmamış kiraza benzer pembe dudaklarını büzdü. "Cem enişte bu gece burada kalabilir mi? Lütfen kalsın Melek... Lütfen kalsın..."

 

Bakışlarım Cem'in üzerinde yoğunlaşırken ruhum farklı bir hazzın peşindeydi. Hem kalmasını istiyor gibiydim hem kalmasını istemiyor gibiydim. İkircikte kalan belleğim topu Cem'in üzerine atarak kurtuluşu seçmişti. "Bilmem, şimdiye kadar hiç kalmadı kalmak ister mi kendisine sormak lazım!"

 

"Cem enişte nolur kal... Nolur kal..."

 

"Kız cimcime bu kadar çok mu istiyorsun burada kalmamı?"

 

Başını emme basma tulumba gibi yukarı aşağı sallayan Maral, "Evet, çok istiyorum. Melek, çalışıyor sen gidersen ben yalnız kalır sıkılırım. Kal lütfen..."

 

Maral'ın orasını burasını mıncıklayan Cem, "Bu kadar çok istiyorsan seni mi kıracağım, kalıyorum." dedi. Ben ciddi anlamda şoklardaydım. Cem'den beklenmeyecek gelişme. Şeri ve ben daha önceleri ne kadar ısrar etsek de bizimle kalmayı uygunsuz olur diye kabul etmeyen Cem, bu gece kalmaya karar vermişti. Tuhaflık silsilesine bir yenisi daha eklenmişti.

 

Maral, "Yaşasın," diyerek ayağa kalkıp sevincini göstermek isterken neredeyse göbek atacaktı. "Cem, enişte burada kalıyor. Cem, enişte burada kalıyor."

 

İkili seçtikleri filmi izlemeye başlamış bende kendimi tekrardan işime odaklamıştım. Ne kadarlık bir süre geçti aradan pek hatırlamıyorum ama gözlerimi bilgisayarın ekranından ayırdığımda Maral'ın mışıl mışıl uyuduğunu gördüm. Hem de Cem'in omzuna yaslanmış olarak.

 

Uzun süre ekran karşısında kaldığımdan dolayı boynum tutulmuş gözlerim biber gibi yanmaya başlamıştı. Elimi enseme atıp boynumu biraz ovuşturdum. Yorgunluğun rehaveti çökünce üstüme dudaklarıma çapkın bir esneme yayıldı.

 

"Cem, benim çok uykum var. Baksana Maral'da uyumuş. Sen istersen Maral'ı götür Şeri'nin odasında uyusun!"

 

Televizyonun sesini kısıp bana çapkın bir bakış attıktan sonra, "İstersen ben de seninle uyuyabilirim." dedi.

 

Tek kaşımı havalandırıp umursamaz bir tavır sergilerken haince gülümsedim. "Tabi canım, çok beklersin. Sen salonda yatıyorsun."

 

"Hain kadın, hazır baş başa kalmışız birlikte uyusak ne kaybedesin."

 

Zihnimin görünmez canavarlarıyla amansız bir mücadeleye giriştiğim yetmiyormuş gibi şimdi bir de Cem ile hiç uğraşmayacaktım. Üstelik onunla henüz savaşım bitmemişti. İçimden sen yat kalk Maral'a şükret. Küçük bir kızın önünde didişmek istemiyorum, diye geçirdim.

 

"Anlaşılmayan bir şey yok sanıyorum. Ben uyumaya gidiyorum sen burada yatıyorsun."

 

"Tamam, hayatım benimki sadece bir teklifti. Yani teklif var ısrar yok," dedikten sonra televizyonun sesini açıp yarıda kestiği filmi izlemeye başladı.

 

"Hadi o zaman sana iyi geceler. Sabah görüşürüz." dedim.

 

El salladı bana, "Görüşürüz," derken.

 

Bedenim kapkaranlık bir kuyunun dibinde sıkışmışlığı yaşarken boğazımı sıkan bir elin varlığını hissediyordum. Nefes alamıyor boğuluyor hissini yaşıyordum. Boğazımı sıkan güçlü parmakların hışmından kurtulmak için debelendikçe nefesim biraz daha kesiliyordu. "İmdat kurtarın beni... Sesimi duyan yok mu, kurtarın beni..." Çırpınışlarım sonuç vermiyor çığlıklarımın feryadı ayyuka çıkıyordu ama bana kimse yardıma gelmiyordu.

 

Son kalan gücümü kullanıp boğazımı mengene gibi sıkan parmaklardan kurtulmuş korkunun dehşetinden gözlerim fazlasıyla açılmıştı. Görmediklerim gördüklerimi tetiklerken ruhum cehennem çukuruna itilmişti. Üstümde yüzünü seçmediğim ama varlığının bütün emarelerine şahit olduğum biri vardı.

 

Cinsiyetsiz varlığın bir eli tekrar boğazımı sıkmaya cüret ederken diğer elindeki hançeri kalbime saplamaya çalışıyordu.

Boğazımı sıkan ele hükmedemiyordum ama hançeri tutan eli var gücümle benden uzaklaştırmaya çalışıyordum. İkimizin güdümündeki hançer bir süre sonra yuvarlandı ve üstümdeki varlığın kalbine saplandı.

 

Üstüme yığılıp kalan suretin ağırlığı ve burnuma dolan kan kokusu midemi bulandırmaya yetmiş elime kan bulaşmıştı. Kanlı ellerime bakıp basmıştım feryadı. Bas bas bağırıyor üstümdeki ağırlıktan kurtulmaya çalışıyordum. Sessiz çığlıklarımın yanı sıra adımı çağıran bir sesi duyumsuyordum ara sıra.

 

"Hıh," deyip kan ter içinde gözlerimi açmış ve yanı başımda gördüğüm kararıyla ürpererek yatağımın diğer köşesine sıçramıştım.

 

Bölümü beğendiysen paylaşmayı unutma,;)

 

 

Bölüm : 18.12.2024 06:32 tarihinde eklendi
Loading...