Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Aşk Kapıyı Çalınca B.3.

@my_lore

Bölüm.3. Aşk Kapıyı Çalınca

Keyifli okumalar! Hade bakalım ağa oğlu nelerin peşinde bi öğrenelim.

Bölüme başlama saatiniz...

Hadi birlikte Yanalım

🔥🔥🔥

Ne ilk gün geldi ne de sonrasındaki gün. Yaklaşık bir hafta olmuştu ama gelmiyordu. Murathan, öyle çok merak ediyordu ki, neden gelmiyordu? Yoksa hiç gelmeyecek miydi? Gelmediğine göre evlenmiş olabilir miydi? Evlenmiş olması muhtemeldi çünkü biliyor ve duyuyordu; Menekşe'nin mensubu olduğu topluluk kızları çok erken yaşta evlendiriyordu.

 

Bütün bu sorular günlerdir kafasının içinde dolaşıp dururken, arada bir kendi kendine kızıyordu. Kendisi koskoca bir ağa oğluydu neden bir dilenci kızını bir haftadır merak edip yolunu gözlüyordu? Bir duyan eden olsa ağız dolusu gülerdi kendisine. Hatta gülmekle de kalmaz karşısına geçip alay ederdi.

 

İnsanlar kendinden olmayanı her zaman ötekileştirir ve aralarına almazdı. Bilmek istemezlerdi bütün insanların özünün topraktan hamurunun çamurdan olduğunu. Murathan, gözlerini yumuyor ve kendi özüne telkin konuşmaları yapıyordu fakat yumduğu gözleri açılınca bu telkin konuşmaları hiçbir işe yaramıyor, hislerine hükmedemiyor ve kendi içinde sürekli çelişkiler yaşıyordu.

 

Ne zaman içine düştüğü çelişkilere son verse tekrar başa sarıyor bu seferde dualar diline pelesenk oluyor onu görmek için sabırsızlanıyordu. Bazen cümle kapısı önüne çıkıyor bazen konağın balkonuna ve gözleri her yerde onu arıyordu. Yoktu işte. Günlerdir beklemesine rağmen ne konağın kapısına gelmiş ne de çadırların arasında gözükmüştü.

 

Umudunu kesmesine rağmen kendi iç sesiyle hesaplaşmaktan vazgeçmiyordu Murathan. Tamam, konağın kapısına gelmiyor anamdan çekiniyor olmalı bunu anladık ama su almaya bile gelmiyor. Neden gelmiyor? Of, düşünmekten kafayı yiyeceğim...

 

Çingene kızı diğer bir adıyla dilenci gurbet kızı. Murathan'ın bir türlü aklından çıkmıyordu. Onun bu yaz neden gelmediğini deli gibi merak ediyordu. İyi güzel de bu yaz neden gelmediğini nasıl öğrenecekti? Çadırların oraya gidip sorsa kesinlikle yanlış anlaşırdı. Peki, hangi sıfatla sepetçi çadırına gidip Menekşe'yi soracaktı. Üstelik kendisi bir ağa oğluydu, bunu nasıl yapacaktı?

 

Gün dönüp akşam olunca saatlerce balkonda oturup çadırların orayı seyretti Murathan. Menekşe ve nenesinin çadırının yerini biliyordu fakat şimdi aynı yerde yoku. Bir başka yere çadır kurma ihtimalleri yok denecek kadar azdı, çünkü herkesin çadırını kuracağı yer belliydi, kimse kimsenin çadırının yerine el koymazdı. Üstelik çadır kurdukları arazi kendi mülkleri bile değildi ki, neden bunu yapsınlar. İki kimsesiz kadının yerine göz dikecek kadar namert olamazlardı herhalde. Tamam, kendi içlerinde kavga gürültüleri çok olurdu ama birbirlerini her zaman korur kollarlardı.

 

Mursthan, yığınla alternatif üretti zihninde ama hiçbirine tutunamadı daha doğrusu tutunmak istemedi. Umutsuzdu yüreğinin kıyısına vuran dalgalar. Çaresizdi iç çekişleri...

 

Yenilgiyi tatmış bedeni tahta sedirin üstündeki yatağının içine usulca sokuldu. Göz kapakları bir yorgan gibi gözlerini örterken, hanımeli çiçeği kokan balkonda bir yaz gecesinin daha tılsımlı büyüsüne yenildi.

 

"İyi uykular Murathan."

 

Sabah güneşinin etkin ısısı vücudunu okşarken uyandı Murathan. Uyanır uyanmaz da aklı yine çingene kızının yokluğuyla çalkalandı. Hâlâ merakını dizginleyemiyordu. Geceden bir plan yapmıştı şimdi onu eyleme geçirmenin tam zamanıydı. Bugün bu işe bir son verecekti başka yolu yoktu. Önce ev ahalisinin uyanıp uyanmadığını kontrol etti. Ortalıkta şimdilik ses seda yoktu. Belki sadece hatun anası uyanmış olabilirdi. O da büyük olasılıkla evin arka cephesinde bulunan mutfakta sabah ekmeği yapmakla meşguldü. Bu onun için iyi bir fırsattı.

 

Hemen yatağından kalktı. Önce çizgili mintanını giydi sonra klasik kesim yazlık kumaştan dikilmiş pantolonunu giydi. Sessizce balkonun bahçeye açılan demir parmaklı kapısını açtı ve merdivenden aşağıya indi. Ne olacaksa olacak bu meraka bir son verecekti.

 

Bahçeden evin geniş avlusuna oradan iki kanatlı cümle kapısına yöneldi. İki kanatlı cümle kapısını kuvvetlice kendine doğru çekerek açtı ve doğruca sepetçi çadırlarının oraya gitti. Sabah sabah biraz çekiniyordu ama yapacak başka bir şeyin olmadığını düşünüyordu.

 

Etrafını şöyle bir kolaçan etti. Henüz vakit erken olduğu için ortalık pek sessizdi. Gözüne rastgele bir çadır kestirdi ve oraya doğru adımları. Gözüne kestirdiği çadırın önünde geldiğinde, kavruk tenli sıska bir adamın oturmuş sabah serinliğinde sepet gördüğünü gördü.

 

Murathan, ne yapacağını bilemez bir tavırla sepetçi adama yaklaşarak, "Hayırlı sabahlar!" dedi.

 

Kendisine selam verildiğini işiten sepetçi, gayri ihtiyari olarak sesin geldiği yöne bakmak için başını kaldırdı. Tabii ki, sabahın köründe karşısına ağa oğlunun görmeyi beklemiyordu. Bu durum onu çok şaşırtmıştı zira ağa oğlunun ayağına kadar gelmiş olması olağan değildi.

 

"Hayırlı sabahlar olsun ağam! Sizi buraya getirenden nedir, yoksa sizlere karşı bir kusurumuz mu oldu?"

 

Murathan, elinden geldiğince sakin davranmaya gayret ediyordu, şimdi durduk yere kimseyi telaşa vermenin bir anlamı yoktu.

"Şey!" dedi adama ilk aklına geleni diline dökerek, "Sepet, ben bir sepet alacaktım da hazırda sepet var mı?"

 

Sepetçi adam, müşterinin ayağına kadar geldiğini düşünüp pek sevinmişti. Üstelik bu bir ağa oğluydu.

"Olmaz olur mu ağam, istediğiniz sepet olsun. Sizin gelmenize bile gerek yoktu. Haber salaydın ben evinize kadar getirirdim."

 

Sepetçi adam, telaşlı bir şekilde oturduğu yerden kalktı, kara çadırın içerisine girdi ve çadırın içerisinden bir sepet alıp getirdi. Murathan Ağa'ya sepeti göstererek "Bu olur mu ağam?" diye sordu.

 

"Olur! Olur!" diyerek geçiştirdi Murathan.

 

Sepetçi adamın nabzını yoklamanın tam zamanıydı, hazır tava gelmişken.

"Şey, burada yaşlı bir teyze vardı bir de gençten torunu, onlar bu yıl gelmediler mi?"

Sepetçi adam, doğrusu bu sorgunun nedenini bilmek istedi. Kendi topluluğundan kendi akrabalarından olan bu iki kadını neden sorgu sual ediyordu ki, ağa oğlu? "Hayırdır ağam, onları neden sordun?"

 

Murathan, sepetçi adamın yüzündeki çelişkiyi görünce hemen dümen kırdı çünkü yanlış anlaşılmak istemiyordu. "Beni yanlış anlama. Biz onlara yardım edecektik kimi kimseleri yok diye, ondan sordum."

 

Sepetçi adam, yardım sözünü duyunca gevşedi. Güneşin kavurup kuruttuğu pörsük dudakları yanlara doğru yayılarak kendince gülümsedi.

"Bildim ağam, sen bizim Diyar garı ve torununu soruyon. Onlar daha bugün geldiler ağam. Diyar garı, hastalandı da ondan bir hafta geç geldiler."

 

Sepetçi adam, eliyle sağ tarafı işaret ederek, "Nah, işte şu çadır onların ağam!" dedi.

 

Murathan, sepetçiye karşı umursamaz bir tavır takınarak, "Ha!" dedi demesine ama dünyalar onun olmuştu. Menekşe'nin geldiğini öğrenmek kalp atışlarını hızlandırırken, onu görme isteğine engel olamıyordu. Tek istediği onu bir an önce görmekti. İsteğini eyleme dökmek için düşünme gereği duymadı ve ağzından çıkacak kelimelerin sonunu hesap etmedi. Çünkü öyle baş döndürücü bir hızla gelişiyordu ki olaylar, ağa oğlu duygularına yenik düşmüştü. "Biz Diyar garının torununa iş vermeyi düşünüyoruz da. Bizim evde çalışmak ister mi, diye sormak için gelmiştim biraz da..."

 

Sepetçi adam, doğal olarak ikinci şaşkınlığı yaşıyordu. Şehla gözleri ağa oğlunun yüzüne aval aval bakmaya başladı zira daha önce kendilerine böyle bir teklifle gelen olmamıştı. Yani onlar açısından bakınca olaya alışılagelmiş bir durum değildi bu. Onlar sadece dilenmeyi bilirlerdi. Sürekli ya da sabit bir işte çalışmayı hiç bilmezlerdi. Onun içindi apışıp kalması.

 

Murathan, konuşmasına devam etti; "Biliyorsunuz mevsim yaz, işi gücü çok olur bu mevsimin. Ee, durum bu olunca bizim koca konakta bir bacım bir de anam var. Onca iş güçle baş edemiyorlar."

Genç adam, nedense içine düştüğü durumu açıkladıkça açıklayası geliyordu.

Belli ki, sepetçi adamın aklında soru işareti kalsın istemiyordu.

 

Kurnaz sepetçi, ağa oğlunun iyi niyetli olduğunu anlayınca, "Ağam istersen ben gidip bir sorayım Diyar garıya, torununu sizin evde çalıştırmak ister mi?" diye teklifte bulundu.

 

Murathan, hem sepetçiyi işkillendirmek istemedi hem de her zaman kendi işini kendi görmeyi tercih ederi. Ne malumdu sepetçinin işi kendi lehine çevirmeyeceği. "Tamam, o zaman birlikte gidelim. Herkes için bu daha iyi olur."

 

Sepetçi, ağa oğluna yardım etmenin verdiği haletiruhiye içinde,

"Olur ağam, birlikte gidelim. Siz nasıl isterseniz benim başım gözüm üstüne," deyip örmekte olduğu sepeti yarım bırakıp aceleci hareketlerle yerinden kalktı ve Murathan'a yol göstermek isteyerek, "Buyur ağam, gidelim!" dedi.

 

Sepetçi eline geçirdiği fırsatın değerini çok iyi biliyordu. Çünkü yağlı kapıydı ağa kapısı. Çünkü varlıklı insanlardı ve kendilerine yapılan iyiliği hiç unutmazlardı. Murathan, elinde satın aldığı sepet, yanında sepetçi adam, Menekşe ile nenesinin kaldığı çadırının önüne gelip durdu. Heyecanı doruktaydı ve her bir yanını ateşler basmıştı. Önce şöyle derin bir nefes aldı bıraktı, amacı biraz rahatlamaktı.

 

Öylesine, doğaçlama gelişiyordu her şey, ağa oğlu ne yaptığının farkında bile değildi. Bu yaptığının ona neye kaça mal olacağını bilseydi belki oturup biraz düşünmek isterdi ama artık çok geçti. Şimdi O'nun bir tek hedefi vardı çingene kızını görmek. Ee, dile kolaydı aradan tam bir yıl geçmişti. Belki mantığı değil ama ruhunun gurbet kızını özlediği ve hasret çektiği belliydi...

 

Sepetçi, genzini temizlemek için hafifçe öksürür gibi yaptı ve çadırın dışından içeri doğru seslendi; "Diyar ana, uyanık mısın?"

 

Onlar çadırın içinden ses geleceğini umarken, hemen arkalarından gelen kısık bir ses, "He, uyanığım!" diye cevap verdi.

 

Murathan ve sepetçi ikisi birden arkalarına döndüler. Diyar garı, ağa oğlunu ve yanında sepetçi adamı görünce ister istemez yüzüne suçluluk ifadesi takındı.

"Serin su almaya gittiydim de, sabah sular daha serin oluyor da!"

 

Yöre halkına karşı ezik insanlardı onlar. Şimdi durduk yere neden gelmişti ağa oğlu? Yaşlı kadın, açıklama yapma gereğini bu sebepten duymuştu.

 

Sepetçi, yaşlı kadının neden açıklama yapma gereği duyduğunu ve ağa oğlu karşısında neden suçluluk hissettiğini çok iyi anlıyordu. Bizzat kendisi de ağa oğlunu ilk gördüğünde aynı duyguların içine düşmüştü. Esasında bunun nedeni çok basitti. Yöre halkının ekmeğini yiyorlardı ve onlarla ters düşmek istemezlerdi. Yani kısacası yöre halkı onların velinimetiydi.

 

"Biz seni uyuyorsun sandıydık Diyar ana, ondan şaşırdık!"

 

Yaşlı kadının menekşe rengi gözlerine önce korku ve panik karışımı bir belirti vurdu. Sonra telaşlandı suç işlemiş insan mahcubiyeti yaşarken yoksul bedeni. "Neden sordunuz beni, kötü bir şey mi oldu?"

 

Sepetçi adam, yaşlı kadının telaşlı halini görünce onu rahatlatmak ister gibi konuştu, "Korkma Diyar ana, kötü bir şey yok. Murathan Ağam, sana bir şey sormak için gelmiş. Sen ağama bir sor hele ne diyecekmiş..."

 

Yaşlı kadının yılgın bakışları Murathan'a yöneldi. Menekşe kokulu gözlerinden yılların yorgunluğu bariz bir şekilde okunabiliyordu. Torunu gibi onun da bakışlarında masumiyet vardı.

 

Kara çadırın dışından gelen sesleri duyan Menekşe, neler oluyor merakıyla çadırın bezle örtülü kapısını araladı ve dışarı çıktı; çadırın dışına çıkan kız sanki bir Afrodit'ti.

 

İşte o an Murathan'ın ruhunu yakıcı bir his bir kez daha yokladı. Bu his o kadar yakıcıydı ki, tepeden tırnağa kavuruyordu bütün varlığını.

 

Menekşe, bir yaş daha büyümüştü. Geçen yıla kıyasla boyu uzamış eli yüzü daha ak paktı.

 

Menekşe'yi karşısında görünce Murathan, "Ş-şey!" diye kekeledi. Menekşe rengi gözlerde kaybolmuş ne söyleyeceğini bilemez bir şaşkınlıkla.

"Ben sepet almaya gelmiştim de duydum ki, nenen hastaymış. Onu sorayım dedim. Nasıl oldu diye. Gördüm ki, iyileşmiş," diyerek bir sürü laf kalabalığı yaptı.

 

Yaşlı kadına, "Geçmiş olsun teyze," diyen Murathan, başını kaldırıp Menekşe'ye bakıverince gözleri gözlerine değdi. İşte o an dili damağı kurudu bakışları onda tutuklu kaldı.

 

"Ihım... " diye bir ses çıkararak genzini temizledi ve aklına gelen ilk soruyu Menekşe'ye yönetti. "Yanılmıyorsam adınız Menekşe?"

 

Sepetçi adam üstüne vazifeymiş gibi hemmen lafa balıklama atladı. "Yanılmıyorsun ağam, Menekşe!"

 

Murathan, tek kaşını havalandırırken dudaklarını sağa doğru bastırıp dışa doğru kıvırdı. "Menekşe demek!" yaptığı sepetçi adamı taklitten öteye gitmemişti.

 

Menekşe, başını yerden kaldırmadan tek kelimelik bir cevap verdi. "He!"

 

Murathan, yanlış anlaşılma endişesi güderken konuyu değiştirme gereksinimi duymuş hemen yönünü yaşlı kadına çevirmişti. "Halâ yorgun ve bitkin görünüyorsunuz?"

 

Yaşlı kadının kendisi de tıpkı torunu Menekşe, gibi bakıyordu. Belli ki Menekşe, her şeyiyle nenesine çekmişti.

Sepetçi adam sabırsızca söze karıştı. "Bak Diyar ana, ağamın size söylemek istediği şeyler var. Onu bir dinleyin hele..."

 

Murathan'ı çok iyi tanıyordu yaşlı kadın, komşuları Mahmut Ağa'nın oğluydu. Onun insana güven veren bir hali duruşu vardı. Kadın derin derin Murathan'ın gözlerine baktı. "Buyur ağam!" derken saygıda kusur etmiyordu.

 

Murathan'ın bu iki kimsesiz kadınların haline içi acımıştı.

 

"Bak teyze," dedi sözünün sonunun kendisini nereye götüreceğini hiç düşünmeden. "Gördüğüm kadarıyla hâlâ iyileşmemişsin bana sorarsan ev ev dolaşacak gücün yok gibi üstelik torunun da çok genç. Bak ben diyorum ki, torunun Menekşe, bizim evde çalışsın."

 

Yaşlı kadın, soluksuz dinliyordu genç adamı. Yok, akıllara ziyandı ağa oğlunun ağzından çıkan sözler. Çalışmak derken neyi kastediyordu acaba, yoksa torununu kapılarına azap mı tutacaktı?

 

Özgür insanlardı onlar ve özgürlüklerinin kısıtlanmasından hiç hoşlanmazlardı. Alışkındı onlar canı nasıl isterse öyle yaşamaya. Canı isteyince çadırından çıkar, canı isteyince dilenir, canı isteyince ihtiyaçlarını takas karşılığı ister, canı isteyince de yan gelir yatardı.

 

Hepsinden önemlisi torunu ne diyecekti bu işe? Sabahtan akşama kadar köleler gibi çalışmayı kabul edecek miydi? Yaşlı kadın, bütün bunları akıl süzgecinden geçirdi ama bir karara varamadı. Gözlerinin perdesini yavaşça kapatıp açarken, derinden bir soluk alıp verdi. Büyükçe bir taşın üzerine çömelerek otururken hala ne kadar halsiz olduğu ayan beyan görülebiliyordu.

 

Murathan, yaşlı kadını ne denli şaşırttığının farkındaydı onun için elinden geldiğince sunduğu teklifi yumuşatmaya çalışıyordu.

"Bir bacım var adı Zeyno. Senin torunun yaşında. Onunla iyi anlaşacağını düşünüyorum. Menekşe'nin yapacağı iş bacımla birlikte anama ev işlerinde yardım edecek. Karşılığında para alacak. Ayrıca fazladan erzakta verilecek. Üstelik size çok yakınız. Torunun Menekşe, her fırsatta gelip sana bakabilir. Ne diyorsun teyze, çalışsın mı?"

 

İnsanı inanası gelmiyordu çünkü ağa oğlunun verdiği sözler yabana atılır cinsten değildi, dahası evinin kapılarını açıyordu kendilerine. Bazı nemrut insanlar vardı kapılarının eşiğine bile yaklaştırmazlar kuduz bir köpek gibi def ederlerdi. Bilmezlerdi ki, onların da damarlarında akan kanın rengi kırmızı.

 

Yaşlı kadın, üzerindeki ilk şoku atar atmaz kendine geldi, hem kendine geldi hem de torunun şansının döndüğünü anlaması uzun sürmedi. Başlarına talih kuşu konmuştu. Gözünden sakındığı torunu konakta çalışacaktı üstelik bol para ve yiyecek karşılığında. Kendisi için hiçbir şey istemiyordu yeter ki torunu rahat etsin. Güzel kızdı, ortalıkta it kopuk cirit atarken onu korumak çok zordu.

 

Belki, diye geçirdi içinden belki ağa oğlu, torununa sahip de çıkar serserilere yem etmezdi. Geçen yaz yaşananları hatırladı. Çadırlarının kapısının önüne kadar gelmişlerdi şeref yoksunları. Kapıya kadar gelme cesareti gösterenler gün gelir çadırın içine de girebilir torununa zarar verebilirlerdi. Kesinlikle kendisi torununu tek başına koruyamazdı en iyisi ağa oğluna evet, demekti.

 

Kadının uzun uzadıya düşünüyor olması Murathan'ı ister istemez tedirgin etmişti. Ona güvenmiyor olabilir miydi? Kendisine güvenmelerini nasıl sağlayabilirdi acaba, bunun için acil bir şeyler yapmalıydı ama ne? "Bakın bu kadar düşünmenize lüzum yok, benim konağımda torununuz her zaman güvende olur."

 

Yaşlı kadın, kendi içinde olur onayı almıştı zaten, şimdi ağa oğlu da güvence vermişti. Kavruk dudakları tek nefeste aralandı. Bakışları sevinç çanları çalarken, iki kaşının tam orta yerine nakşedilmiş güneş figürü, verdiği karara ışık tutmuştu. Kendi kaderini belirleyen dövme figürleri, her yaşta tenine kazınarak kaderini belirlemişti fakat torununun aynı kaderi yaşamasını istemiyordu. Kendi kaderini seçme şansı olmamıştı belki ama torunu için bir şans doğmuştu. Ayaklarına kadar gelen bu şansı geri tepmek aptallık olurdu. Tanrıya ne kadar dua etse azdı...

 

"Ben onun iyiliğini isterim ağam, sen bizi düşünmüş gelmişsin. Allah senden razı olsun." Sözünü bitirir bitirmez ellerini havaya kaldırarak sesli olarak dualar etmeye başladı. Yaşlı kadın, aklına ne geliyorsa bildiği bütün duaları okumaya başladı. "Allah, bu dünyada ne muradın varsa versin. Allah seni sevdiğine bağışlasın. Allah, sana yokluk göstermesin..."

 

Murathan'ın üzerine hayır duaları yağmur gibi yağarken ister istemez etkilenmişti. Ne kadar da içten dua ediyordu. Büyükleri derlerdi ki, duanın makbulü içten yapılandır. Göçebe kadının dualarının kabulünü diledi içinden. Kim bilir belki bir gün bu içten yapılan dualar tutardı...

 

Genç adamın bakışları hayali bir boşlukta asılı kalmıştı, kendi zihninde duaların analizini yaparken, anında dağılan zihnini geri topladı ve isteğini almış olmanın verdiği öz güvene sığındı.

"Tamam, o zaman. Yarın torunun, gelsin bizim evde çalışmaya başlasın," dedi ve cebinden bir miktar para çıkarıp yaşlı kadına uzattı...

 

Kadın paraya uzanırken, çukura düşmüş feri sönük gözlerini Menekşe'ye çevirdi. "Menekşe kızım, çalışmak istiyon mu?"

 

 

Loading...
0%