@my_lore
|
Bölüm.6. Taciz. Hadi satırların arasına karışıp birlikte yanalım 🔥🔥🔥 Malum mevsim yazdı. Bu mevsim Murathan'ın işleri başından aşkın olurdu. Neden bu olunca haliyle Menekşe'yi fazla görme imkânı olmuyordu ama O'nun kendi himayesi altında olduğunu bilmek yetiyordu. Bazen sabahları karşılaşıyorlardı fakat Murathan, başını kaldırıp Menekşe'nin yüzüne bakmıyordu, çünkü aklına ve kalbine aşkla alakalı duyguların yerleşmesine izin vermek istemiyordu. Birinci nedeni kendi himayesinde tuttuğu kıza yan gözle bakmamak, ikinci nedeni imkânsızı istediğini bilmek. Murathan için Menekşe, cennetteki yasak elmaydı. Elmayı dalından koparsa cennetinden kovulacak, koparmasa aşkla çarpan kalbi ömür boyu acı içinde kavrulacaktı.
İnsanoğlu cennetini pek sever, zira keyfi kaçsın huzuru bozulsun istemez. Kim bilir, belki Murathan'da cennetinden kovulmamak için kendini yalancı sözlerle avutuyordu. Fakat bu teorimizin doğru olup olmadığını bizlere zaman gösterecek. Bakalım düşüncemizde ne kadar haklılık payımız varmış...
Murathan, aşkla çarpan kalbine susturmak adına kendince içi boş vaatlerde bulunuyordu. Ben koskoca bir ağa oğluyum. Menekşe, bir çingene kızı. Onu gönlüme almamalıyım. Kalbime gönlüme girecek başka kız mı yok. Esasında bütün bunların boş tesellilerden ibaret olduğunu kendisi de çok iyi biliyordu. Yine de teselliye muhtaç kalbini susturmaya ve kandırmaya devam ediyordu işte. Hiçbir şekilde başka türlü düşünmek istemiyordu amma velakin, aşk ferman dinlemezdi. Aşk laftan anlamazdı. Aşk git deyince gitmez, gel deyince gelmezdi.
Yetişin bir insandı Murathan, aşkın söz dinlemeyeceğini elbette biliyordu. Fakat şimdiye kadar yerel halktan bir dilenci kıza tutulup onunla evleneni ne duymuş ne de görmüştü. Tabuları yıkmak şimdiye kadar hiç kimsenin yapmadığını yapmak ve dışlanmak, en çokta bu korkutuyordu gözünü. Mecburen susuyordu ve susturuyordu aşka aciziyet gösteren kalbini. Mecburen kendini işe güce vuruyor ve boş vaatlerle avunuyordu.
Her şey bir yana aynı evin içinde yaşıyorlardı, kaçamak bakışlar olağandı. Ne zaman Murathan, menekşe gözlerden medet umsa sahibi çekip alıyordu bakışlarını ondan. Ne zaman karşı karşıya gelseler Menekşe, başını öne eğiyor Murathan'ın payına ise sessiz sedasız arkasından endamını izlemek düşüyordu. Muhtemelen kızın da anlatmak istediği bizden olmazdı.
Gel gör ki; Murathan ne yaparsa yapsın nasıl düşünürse düşünsün duygularını zapt edemiyor ve aşkın yangınına gem vuramıyordu. Saklı duygularını frenleyemeyip onun gözlerine bakmak istediğinde, her defasında kendi içinden kendine kızıyordu. Neden baktın? Neden duygularını gizleyemedin? Sen kocaman bir aptalsın. Yanlış yoldasın. Kendine gel...
*** Günbegün Menekşe, değişiyor ağa oğlu ise ondaki değişimi hayranlıkla izliyordu. Bir insan kısa zaman içinde bu kadar hızlı değişebilir miydi? Menekşe, değişmişti ve değişmeye devam ediyordu. Ondaki değişim zaten var olan güzelliğini ortaya çıkarmıştı başka bir şey değil. Murathan, gelişmeleri hayranlıkla izliyordu ama sadece izlemekle yetiniyordu çünkü kalbine kilit vurmuş aşkın sesini şimdilik susturmuştu.
Murathan, kalbinin sesini sustura dursun Menekşe ise geçenlerde çeşme başında yaşadığı olayı serserilerden ses seda çıkmayınca çoktan unutmuş, yaşamına kaldığı yerden devam etmekteydi. Her zaman olduğu gibi bazen Zeyno ile bazen tek başına çeşmeye su almak için gidip geliyordu.
Yine tek başına yine öğle üzeri su almaya gittiği bir gün, o serserilerden birinin köşe başında sinsice beklediğini gördü. Serseriyi görür görmez tanımıştı. Yolu yarılamıştı fakat evin kendine olan mesafesi çeşmeden daha yakındı. Korku ve panik içinde kovalar boş olarak eve geri döndü. Şanslıydı çünkü Dilber Hatun, öğle uykusuna yatmıştı. Menekşe'nin bu panik halini gören Zeyno, ister istemez telaş yaptı. "Ne oldu kız, yine rengin atmış senin?"
"Şey, yol boştu bende yalnız gitmeye korktum. Seninle birlikte gitsek olmaz mı?"
Zeyno, anlamadım der gibi alt dudağını dışa doğru kıvırdı. "Olur, olmasına da sen önceleri yalnız giderdin hiç de korkmazdın, şimdi ne oldu da benimle gitmek istiyorsun?" Menekşe, umarsızca omuz silkti. "Bir şey olduğundan değil, yılan neyim olur diye korkuyom. Geçen gördüğüm yılan çok büyüktü de ondan..."
Zeyno, zavallı kızın fazla üzerine gitmek istemedi zaten kendisi de sıkılmıştı evde oturmaktan. "Olur, madem gelmemi bu kadar çok itiyorsun gidelim o zaman."
Bizim kızlar birlikte düştüler su-yoluna. Yalnız bizim serseri hâlâ Menekşe'nin bıraktığı yerdeydi. Yani köşe başında durmuş sırtını da taş duvara yaslamış aval aval bizim kızları süzüyordu ama kızları baştan ayağa öyle bir süzüşü vardı ki, sanırsın ham yapacak...
Bizim kızlar tam önünden geçecekken serseri başladı ıslık çalmaya. Islık sesini duyan Zeyno, sinirle ayaklarını yere sertçe vurarak duraksadı ve serseriden tarafa döndü yönünü. "Hey, serseri yoksa sen bize mi bakıyon? Oyarım o gözlerini önüne baksana be! Şuna bak bir de utanmadan ıslık çalıyor?"
Serseri efelenerek duvar dibinden ayrıldı öne doğru bir adım attı. Ellerini arka bel boşluğuna yerleştirip vücudunu dikleştirerek bir kabadayı görüntüsü çizerken, "Önüme bakmazsam nolur?"
İki tarafın arasında birkaç adımlık mesafe vardı. Zeyno, ayaklarını yerde sürüyerek serseri kılıklı herifin tam karşısına geçerek durdu. Sinirliydi ve öfkeden burnundan soluyordu. Sağ ayağını kaldırdığı gibi bir hışımla adamın sol ayağının üstüne bastı sonra da elindeki kovayı serseri adamın kafasına geçirdi.
Serseri kılıklı genç, hiç beklemediği tepkiyi boyu omzuna kadar gelen kızdan görünce hezeyan içinde ağza alınmayacak küfürler savurmaya başladı. Küfürlerin bin bir çeşidi havada uçuşurken adam, kime çattığının farkında değildi anlaşılan. Eğer Zeyno'nun yaman bir kız olduğunu bilseydi eminin ona bulaşmak istemezdi, çünkü ağa kızı öyle kuru gürültüye pabuç bırakmazdı.
"Bana bak serseri ikinci kovayı da başına geçirmeden defol git buradan."
Ayağına basılıp kafasına kovayı yiyen serseri genç, kızların yanından topallayarak uzaklaşırken kendince tehditler savurmayı da ihmal etmiyordu. "Sen neyine güveniyon be, ağa kızıyım diye boşuna gerinme. Bak ben sana neler edecem, s-sen görürsün bekle beni..."
Ellerini bel boşluğuna ters olarak yerleştiren Zeyno, "Elinden geleni ardına koyma. Görüşürüz paşam..." Menekşe, şaşkınlıktan ağzı bir karış açık kalmıştı. Bozulan sinirlerinden dolayı gülmemek için elliye dudaklarına bastırıyordu. "Zeyno, sen ne yaptın? Hiç çekinmeden adamın kafasına kovayı geçirdin kız. Gördün bize nasıl küfürler etti. Ya tekrar gelip de bize bir fenalık ederse o zaman ne yapacağız?"
Zeyno, ellerini böğründen indirmeden tıpkı cazgır kadınlar gibi yönünü Menekşe'ye döndü. "Etsin anam etsin, elinden geleni ardına koymasın. Tekrar gelme cesareti gösterirse görür böyle gününü! Serseriye bak be, utanması arlanması da yok. Bunların anası, bacısı, yok mu ya? Şeref- haysiyet yoksunu bunlar. Kendi bacısına yapsalar aynı şeyi, eminim aslan kesilip hesap sormaya kalkarlar ama iş başkasının kızına gelince elinden geleni arkalarına koymazlar..."
Zeyno'nun öfkesi başına vurmuş ağzına geleni saydırıp döküyordu ortalığa. Menekşe ise nutku tutulmuş gibi gözlerini kırpmadan ona bakıyordu. Onun şapşala dönmüş halini görünce Zeyno, çemkirir gibi konuştu. "Kız şapşala döndün, ağzın bir karış açık ne bakıyon öyle? Bunlar başka dilden anlamazlar anam anlamazlar. İllaki kovayı başlarına geçirecen..."
İkisi birden kıs kıs gülüşerek vardılar çeşme başına. Zeyno'nun sinirleri yatışıp biraz kendine gelmeye başlayınca kafasının içinde bazı taşlar da yerine oturmaya başlamıştı. Kısık gözlerini Menekşe'nin üzerine çevirdi.
Zeyno'nun kendisine dik dik baktığını görünce, ister istemez bir suçlu gibi bakışlarını başka yöne kaçırdı. "Menekşe, niye bakışlarını benden kaçırıyorsun? Yoksa sen benden bir şey mi saklıyorsun? Sanırım serseriden korktuğun için çeşmeye yalnız gelmek istemedin? Konuşsana kızım, serseri sana bir fenalık mı yaptı?"
Gerçekler er ya da geç gün yüzüne çıkmaya mahkûmdur. Şimdi Menekşe'nin gerçeği gün yüzüne çıkmak için zaman kolluyordu. Başına gelenleri nasıl anlatacaktı arkadaşım dediği ağa kızına. Ona her şeyi anlattığında şimdi olduğu gibi aynı samimiyetle davranır mıydı kendisine? Menekşe'nin akıl süzgecinden geçirdiği olgular cismine yansımış bariz bir şekilde yüzünün şekli şemaili değişmişti. Zeyno, kızın yüzünün renkten renge girdiğini açık ve seçik olarak görebiliyordu. Belli ki, başına bir fenalık gelmişti. "Kızım çatlatma insanı, hadi ne yaşadıysan bir an önce anlat bana?"
Zeyno, sorduğu sorulara cevap beklemeden, dudaklarını dışa doğru kıvırıp gözlerini kısarak tekrar konuşmaya başladı çünkü hemcinsinin başının belada olduğunu yeni yeni anlamaya başlamıştı. Uyanık kızdı vesselam leb demeden leblebiyi anlardı. "Ben şimdi anlıyorum her şeyi. Geçenlerde başına bir hal geldi ve sen benden sakladın? Peki, ama neden benden saklama gereği duydun?"
Menekşe, sessizdi çünkü her şeyi bir çırpıda anlatmak sanıldığı kadar kolay değildi. Çekinceleri ve korkuları vardı, iş anlatmakla bitseydi iyiydi ama asıl mesele anlattıktan sonra ne olacağıydı. Belki de adı dillenecek pusuda bekleyen zelil insanların hafızasına kolay kız olarak kazınacaktı. Bu da başına olmadık işler açabilirdi.
Zeyno, bir taraftan kovalara su dolduruyor diğer taraftan da kendi kendine teoriler üretiyordu. Hâlâ Menekşe'nin sorularına cevap vermediğini görünce bu kez sinirlendi. "Kızım sen bunca şey yaşıyon da niye bana bir şey anlatmıyon? Ne yaşadıysan anlatmak için ne bekliyon acep? Bak kızıyorum ama. Yoksa sen bana güvenmiyon mu? He, anladım, asıl mesele bu sanırım. Sen bana güvenmiyon?"
Menekşe, şimdiye kadar bir arkadaşını sahiplenmişti bir de nenesini; arkadaşına elbette güveniyordu güvenmesine ama böyle mahrem bir olayı dillendirmek istemiyordu. Nasıl derdi ki; ağaya oluyor da bize neden olmuyor, dediklerini.
Murathan, ağası bunu bir duyarsa ondan çok utanırdı. Hatta utancından onun yüzüne bile bakamazdı. Zeyno'dan kurtuluşunun kalmadığını da biliyordu. Madem kaçacak yeri kalmamıştı o zaman her şeyi olduğu gibi değil de kısmen anlatsa belki daha iyi olacaktı. Evet, bu en mantıklısıydı. Kısmen anlatmak. Sıkılgan başını önüne düşürdü. "Onlar iki kişiydiler..." Kelimeler fısıltıya çıkmıştı ağız boşluğundan.
Tahminlerinde yanılmadığını ve biraz evvel yaşananların bir evveliyatı olduğunu öğrenen Zeyno, ister istemez gerildi. Bu ne cesaretti, kendi himayeleri altında olan bir kıza tacizde bulunmak. Ellerini yumruk yapıp sıktı sıktı. Kalbinden geçenleri diline dökmek için zorlanıyordu. Titreyen çenesine dudakları eşlik etti. "Ne yaptılar?"
Öne düşürdüğü başını usulca kaldırıp arkadaşının yüzüne bakınca utandı ve utancı teninin rengini koyulaştırdı. Kavruk teni kırmızının en tutkulu tonuna boyanmıştı. "Seni alıp kaçıracağız dediler!"
"Kız başka?" diye haykırırken sesinin desibeli arşıâlâya yükselmişti. Onun sesinin çığırtkanlığı zavallı kızın irkilip atılmasına neden olmuştu.
"Ben çok korkmuştum çığlık atıp bağırdım. Şükürler olsun yaşlı bir kadının geldiğini gördüler de kaçıp gittiler. Zeyno, cidden ben çok korkuyorum, bunlar bizden intikam almak isterlerse ne yaparız o zaman? Baksana kız, hiç düşünmeden adamın kafasına kovayı geçiriverdin." Kendini tutamayıp gülmeye başladı. Öyle çok gülüyordu ki gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. Gülerken ağlamak ağlarken gülmek insanoğlunun bozuk psikolojisiyle ilgili olduğu aşikârdı.
Genç kızın gözlerinden yaş gelene kadar güldüğünü görmek Zeyno'nun da gerilen sinirlerinin boşalmasına neden olmuştu. Biçimli dudakları yanlara doğru yayılınca yanağında minik bir çukur oluştu. Genç kıza gülümserken lafını hiç çekmedi. "Ne o kız, hoşuna mı gitti kıkır kıkır gülüyon?"
Menekşe, aymaz bir tavırla omuz silkti. "Yok, adamın hali gözümün önüne geldi de ona güldüm." Çeşmenin önünde durup yüzüne bir avuç su serpti. Esmer tenindeki ıslaklığı başındaki yazmanın ucuyla kuruladı. Şimdi saniyeler önce gülen kızın yüz hatlarında ciddiyet vardı. Zaten gülüşü de kontrolsüz bir gülüştü. Uzun kirpikli göz kapakları birkaç kez kapanıp açıldı, "Sahi bundan sonra ne yapacağız biz?" diye sorarken.
Zeyno'nun gülüşü solarken kendinden emin bir cevap verdi. "Murathan Ağama söyleyeceğim, ağam onların icabına bakar..."
Yaşananların gölgesinde kalan genç kızın değişken ruhu tekrar renk değiştirdi. Bu kez yalvarır gibi konuşmaya başladı. "Zeyno, sakın yapma olanları ağama söyleme. Hele anana babana hiç söyleme. Gözünü seveyim Zeyno, kimseye bir şey anlatma."
Ciddiyeti sırtlanan ağa kızı, sorularına bir yenisini daha ekledi. "Peki, neden söylemeyim bana nedenini söyle?"
Gözlerindeki parıltı sönmüş yerini kara bulutlara bırakmıştı. Boğazına dizilen koca bir yumruydu. Sağ elini göğüs kafesine bastırarak kocaman yutkundu. "Eğer ağama söylersen ben utancımdan onun yüzüne bakamam."
Menekşe'nin yakarışları işe yaramış olmalı ki, ağa kızı biraz yumuşamıştı. Sırrını saklamasını isteyen kişi hemcinsiydi ve onun başına gelen gün gelir kendi başın da gelebilirdi. Bunun hiçbir garantisi yoktu. Hem kendini bilmez insan müsveddesi çoktu. Hiçbir zaman laflarının önünü arkasını düşünmez hemmen yaftayı yapıştırırdı. Bu konuda genç kıza hak vermemek mümkün değildi. Kendi içinde fikir muhasebesi yapınca ikircikte kaldığı düşünce netliğe kavuşmuştu.
"Tamam, kimseye bir şey söylemem ama sende benden habersiz sakın yalnız su almaya falan çıkma, hele öğle üzeri hiç çıkma. Yalnız işler çıkmaza girerse kesin olarak ağama öterim. Ben şimdiden seni uyarmış olayım da sonra neden ağama her şeyi anlattın falan deme."
Menekşe, içinden dualar ediyordu bir daha aynı olayı yaşamamak için. Onun duaları işe yarayacak mıydı? Bilinmez... Bize bunu zaman denen gösterge öğretecekti.
Göçebe kızı içinden kendi lehine dualar ederken, ağa kızının aklı bambaşka yerlerdeydi. Bak sen ağamın yüzüne bakamam utanırım, diyor. Hıh, sanki çok bakıyor da..." Son cümle sanırım sesli dökülmüştü dudakları arasından.
"Bir şey mi dedin Zeyno?"
Sesli düşündüğünü fark eden Zeyno, "Yok bir şey!" diye geçiştirdi.
"Bana varmış gibi geldi de?"
Su dolu kovayı çeşmenin altından alarak diğer boş kovayı suyun altına yerleştirirken, "Yok, dedim ya kızım laftan anlamıyon mu? Yalnız şunu iyi belle eğer ağam bu olayı duyarsa hele bizim kendisinden sakladığımızı öğrenirse daha da çok kızar, neme lazım benden söylemesi." Peşinen uyarısını yaptıktan sonra eğilip kovalardan ikisini kendisi aldı diğer iki kovayı da Menekşe, aldı. Korumacı bir anaç gibi mağduriyet yaşayan kızı sahiplenirken, "Hadi kız doğru eve, sağa sola bakayım deme sakın." İki sırdaş birbirlerine bakarak içten içten gülüştüler.
Sırdaş iki genç kız, başlarına gelen olayın şokunu doğal olarak uzunca bir süre üzerlerinden atamadılar. Sonraki günlerdeyse iki sırdaş sırt sırta vererek ellerinden geldiğince birlikte hareket etmeye çalışıyorlardı. Serseri kılıklı genci bazen yalnız bazen farklı biriyle kıyıda köşede sinsice peşlerinde dolaşırken görüyorlardı ama Zeyno da onlara pabuç bırakacak göz var mıydı? Yoktu elbette...
Birlikte hareket ettikleri sürece iki serseriyle baş edebilirler, kendilerine bulaşmalarını önleyebilirlerdi. Bildikleri tek yöntem buydu onlar da bildiklerini yöntemi uyguluyorlardı.
|
0% |