@my_lore
|
Bölüm. 4. Teklif Hadi birlikte yol alalım ve onlarla birlikte aşk ateşinde yanalım Beğeni ve yorum yapmayı unutmayı. Etkileşim için bu gerekli 🔥🔥🔥 Körpe fiziği heyecandan tir tir titriyordu. Konakta çalışma fikri başına gelebilecek en güzel olaydı üstelik yakışıklı ağa oğlu, çadırlarına kadar gelmiş istekli bakışlar atıyordu. Tamam, buraya kadar her şey iyi hoştu da ya anası, kendisini konakta ister miydi? Konağın kapısına her gidişinde üsten üsten bakar illa bir laf sokardı. Masum bakışlarını ağa oğluna çevirdi. Gözünü perdeleyen kıvrık kirpik uçları birer ok misali ağa oğlunun kalbine saplanırken, onun karşısında dirayetli durabilmek maharet isterdi. "Ben çalışırım ağam, ama anan beni ister mi?"
Kızın dudaklarını yalayıp dökülen sözcükler ağa oğluna, unuttuğu bir gerçeği hatırlattı. Sahi anasını tamamen unutmuştu. Kendi başına işler çevirmiş anasını hiç hesaba katmamıştı. Oysa konağın işi gücü hep anasından sorulurdu. İçinden 'eyvah ben ne ettim,' diye geçirdi ama bunu dışına yansıtmadı.
İşler son raddeye gelmişti artık geriye dönmek ve verdiği sözlerden caymak olmazdı. Hem anası bir sözünü iki etmezdi, gerekirse ağırlığını koyar anasını ikna ederdi.
İçine düştüğü durumun farkındaydı ağa oğlu, ama bunu bertaraf edecek kudreti de vardı. "Sen anamı merak etme, konakta ben ne dersem o olur." Konuşmasının sonuna noktayı koyarken bir cesaret gözlerini güzeller güzeli kızın yüzünde gezdirdi, belki bakışları çakışır umuduyla ama yine ıskaladı çünkü kız elinden geldiğince Murathan'ın yüzüne bakmamaya çalışıyordu. Nedeni belliydi hem nenesi vardı karşısında hem ulu-orta bakışarak dile düşmek istemezdi. Sonuç olarak yaşı küçük olmasına rağmen yerini ve kim olduğunu gayet iyi biliyordu.
Genç kız, ağa oğlunun sözünün hükmüne güvenerek yere bakıp duran başını hafifçe kaldırdı ve gül goncası dudaklarına minik bir tebessüm oturdu, "Tamam, ağam, sen nasıl istersen!" derken.
Onun gonca güle benzer dudaklarına oturan tebessüm Murathan'ın ruhunda depremlere neden oluyordu. Ona kalsa çadırının önünden hiçbir yere gitmez hep O'nun gülüşünü seyrederdi.
Ne yazık ki, gerçekler acıdıydı ve gitme zamanı gelmişti. Kara çadırın önünden ayrılmak için birkaç adım attı ve tekrar Menekşe'ye bakarak konuştu. "Nenene iyi bak, olur mu?"
Göçebe kızı, olur anlamında başını aşağı yukarı salladı. "Bakarım ağam!"
Murathan, zamanın nasıl geçtiğin anlayamadığı için vakit bir hayli ilerlemişti. Tahmini zaman çizelgesi kuşluk vaktine erişmiş hava da yavaştan ısınmaya başlamıştı. Güneşin sıcacık ısısı hanımeli çiçeklerinin üzerine vurdukça konağın dört bir yanını baş döndüren bir koku sarmıştı.
Murathan, elinde sepet yüzünde tebessümle konağın iki kanatlı cümle kapısının önüne gelince kapının bir kanadının hâlâ açık olduğunu gördü ve açık kapıdan avluya girdi. Kız kardeşi avludaydı ve temizlik yapmakla meşguldü. Sallana sallana yanından geçerken, ağız ucuyla, "Kolay gelsin!" dedi.
Beton gibi sertleşmiş toprak zeminli avluyu süpüren Zeyno, şaşırarak baktı ağabeyinin mecnun haline.
Elindeki uzun saplı çalı süpürgesine yasladı yorgun bedenini. Alnına biriken terleri koluna silerken, bakışları hâlâ Murathan'ın üzerindeydi. Sesinin ahengine alaycı bir tını yükledi, "Hayırdır ağam, bu saatte nereden böyle?"
Fani dünya yansa umurunda değilmiş gibiydi ağa oğlunun, kız kardeşinin sorduğu soruya cevap verirken, "Hiç, sepet aldım da lazım olur, diye!"
Genç kız, muzip bir gülüş attı ağabeyine. "Sepete hiç ihtiyacımız yoktu ki, nereden icap etti sepet almak?"
Murathan, baktı ki geveze bacısını susturamayacak en iyisi konuyu kapatmak diye düşündü, zaten işe geç kalmıştı hiç kimseyle uğraşacak vakti yoktu. "Sen işine bak!"
Yürürken ayak tabanları yeni süpürülmüş toprak zemine vurdukça hafiften toz kaldırıyordu. Yine işini baştan savma yapmıştı bacısı, şimdi ağabeyine laf sokmak nasıl olurmuş göstermenin tam zamanıydı. "Kaç defa söyleyeceğim kızım sana, avluyu süpürürken sula diye. Maşallah dilin pabuç kadar ama işe gelince hep savsaklıyorsun. Hadi çabuk ol da kahvaltıyı hazırla, işe geç kalıyorum ben! "
İki elini böğrüne ters olarak yerleştirip duruşunu dikleştiren genç kız, "Eyi, sen geç kal suçu bana yükle."
Kız kardeşine sert bir bakış atan ağa oğlu, "Hadi lafı daha fazla uzatma!" dedi.
Yeni yetme genç kız, ağabeyinin tersler nitelikte tavır göstermesine pek alışık değildi. Sessiz sakin adam gitmiş yerine huysuz biri gelmişti. "Hıh," diyerek çalı süpürgesini hışımla duvar dibine bıraktı ama zaten avluyu süpürüp bitirmişti. "Senin derdin neymiş anlarız birazdan." Kurduğu cümle fısıltı halinde çıkmıştı ağız boşluğundan.
Zeyno, ister istemez ağabeyine karşı hayıflanmıştı. Şimdiye kadar bir dediğini iki etmeyen hep nazını niyazını çeken olmuştu. Neden bu sabah huysuz ve kırıcıydı. "Tersinden kalkmış belli derken," sinirli adımlar atıyordu ağabeyine yetişmek için.
Mutfak kapısına bir adım kala yan yana geldiler. "Ne oldu sana ağam, yoksa bu sabah tersinden mi kalktın?" Cevapsız bir soru daha havada kalmıştı...
Dilber Hatun ise odun ateşinde sabah ekmeğini yapıp bitirmiş kahvaltı sofrasını çoktan hazır etmişti. Murathan'ı karşısında görünce, "Hah, kalktın mı oğlum, babana da seslen kahvaltıya gelsin," dedi emir kipiyle konuşarak. Emir kipiyle konuşması olağandı çünkü alışkındı insanları ve konağı yönetmeye. Soyunda beylik, yaşantısında hatun ağalık kavramı vardı...
Murathan, anasının sözünü ikiletmedi ve ikiletmek istemedi. Onun gönlünü hoş tutmak istiyordu kendi safına çekmek için zira işinin zor olacağını biliyordu...
"Emrin baş üstüne hatun anam, derhal çağırıyorum."Baba!" Murathan'ın yüksek oktavdaki sesi konağın duvarlarında yankılandı.
Zeyno, ağzı bir karış açık ağabeyini izliyordu. Sanki biraz önce kendisine tavır alan aynı kişi değildi. Sözü yüzünde genç kız, "Biraz önce bana çemkiriyordun, şimdi ne oldu da yüzün gülüyor?"
Kız kardeşine sen bir sus bakışı atan ağa oğlu, anasının kıyına sokuldu. Önce söylemek istediği bir şey varmış da unutmuş gibi bir tavır takındı yüzüne. Bir taraftan da elinde tuttuğu sepeti sağa sola sallayıp duruyordu, "Tüh, gördün mü hatun anam, beni lafa tuttun sana söylemeyi unuttum!"
Esasında Murathan'ın hiçbir şeyi unuttuğu falan yoktu sadece nasıl söyleyeceğini bilemiyordu, işte bu yüzden de unutmuş numarası yapıyordu. "Bak ne diyeceğim," derken sertçe yutkundu. İstese de kelimeler ağız boşluğunda yuvarlanmıyor geri geri gidiyordu. Olan olmuş tren raydan çıkmıştı bir kere, bugün ne yapıp ne edip bu işe bir çözüm yolu bulmalıydı zira yarın gel demişti göçebe gurbet kızına...
Güngörmüş kadın, hipnoz olmuş gibi oğlunun elindeki sağa-sola sallayıp durduğu sepete bakıyordu. En sonunda dayanamayarak, "Oğlum sallayıp durma şu sepeti, ay vallahi sen salladıkça benim başım döndü. Hem söyle bakalım sabahın köründe senin elinde ne işi var o sepetin?"
Sepet tamamen aklından çıkıp gitmişti Murathan'ın çünkü tek düşündüğü şey konuyu anasına nasıl aktaracaktı. Uyarıyı dikkate alınca bakışlarını elindeki sepete kaydırdı. "Ha, bu mu?"
Birbirine yakın kalın kaşları sinirle çatıldı, kaşları sinirle çatılınca ela gözleri yuvasında fıldır fıldır dönmeye başladı. "Oğlum sabah sabah dellendirme beni, neyi soracam onu soruyom..."
Murathan, yüzüne ciddi bir tavır takındı. Bulabildiği tek çare anasından daha baskın çıkmaktı. "Hatun anam, yoksa beni sorguya mı çekiyorsun? Ne zamandan beri ağa oğlunu sorgulamaya başladın?"
Bey kızı, gözlerini kırpıştırarak başını olumsuz anlamında sağa sola salladı. Kendi doğurduğu biricik oğlunun huyunu suyunu bilmez olur muydu hiç? Bilirdi elbette. Ne zaman kendi başına bir iş çevirse lafı böyle dolandırır dururdu. "Hadi anlat bakalım!"
Yer sofrasının başına bağdaş kurarak oturdu ama yüzündeki ciddiyeti hiç silmedi. "Neyi anlatayım?"
Önünde duran ekmeği hırsla ikiye bölüp bir parçasını kendi önüne diğer parçasını oğlunun önüne koydu. "Tövbe estağfurullah, sabah sabah beni sinirlendirmek için yemin mi içtin sen? Neyi olacak, deminden beri kıvranıp duruyorsun neyse karın ağrın onu anlat diyom. "
Bu arada Zeyno da işini bitirip elini yüzünü yıkayarak anasının ve ağabeyinin yanlarına gelmişti. Sesinin tonunu yüksek perdeden çıkararak alaycı bir ifadeyle, "Millet, bensiz ne işler çeviriyorsunuz bakim?" Bu arada kahvaltı sofrasının başına geçip oturmuştu...
Murathan, önüne konan ekmekten bir parça koparıp ağzına attı ve ağzındaki lokmayı yavaş hareketlerle çiğnemeye başladı. Bu arada vücudunu anasına doğru usulca kaydırdı. Etrafına üstünkörü göz gezdirdikten sonra gizili bir sırrı ifşa etmek ister gibi sesini kıstı ve fısıltıyla konuşmaya başladı. "Şimdi ikiniz de babam gelmeden beni iyi dinleyin. Bu sabah benim taksinin eksiği gediği var mı diye bakınıyordum. Şu bizim komşu sepetçilerden biri geçiyordu kapının önünden. İlla tutturdu sana bir sepet vereyim diye. Bende lazım olur diye bir tane aldım..."
Kadın hayal kırıklığı yaşarken tepkisi barizdi. "Bu muydu yani karın ağrın?"
Sesinin desibelini biraz yükseltti sözünün kesilmesinden hiç haz etmezdi çünkü. "Biraz sabırlı olursan her şeyi anlatacağım. Sende çok iyi bilirsin, bunlar insanın başına tebelleş olmaya görsün seleden sepetten satmadan bırakmazlar yakanı."
Oğlunu onaylamak isteyen Dilber Hatun, olumsuz anlamında başını sağa sola salladı. "Bilmez olur muyum hiç, bilirim tabii. Sende başından savmak için sepetçiyi boş çevirmedin. Onlar da çok iyi bilirler senin elinin açık ve merhametli biri olduğunu."
Murathan, ne yapsa asıl konuya giremeyeceğini anlayınca meramını anlatmanın başka yollarını aramaya başladı. İlk yapacağı şeyin anasını yumuşatmak olduğuna kani olunca bu sefer damardan girmek istedi. "Ne yapayım ben böyleyim işte, değişemem ki. Hem söyle bakalım ben kime çekmişim?"
Murathan, varlıklı olmanın verdiği sebepten ötürü kendine öz güveni tam bir delikanlıydı. Öyle filmlerden fırlamış artistler gibi olmasa da onun da hatırı sayılır bir yakışıklılığı vardı hani. Hepsinden öte vicdan sahibi bir insandı. Hiç yokluk ve sefillik çekmemiş olmasına rağmen, yokluğun dilden anlardı. Bir insanda olması gereken en önemli meziyet zaten vicdanlı ve merhametli olmak değil midir?
Tamam, Murathan yumuşak huylu bir insandı ama yeri geldiğinde sert bir yumruk olmasını da bilirdi elbette. Üç kız kardeşin tek erkek kardeşiydi ve gayet mütevazı yetiştirilmişti. İki kız kardeşi evlenip gitmiş sadece Zeyno ile kendisi kalmıştı koca konakta. Zeyno, ağabeyinin tam tersi karaktere sahipti. Belki de evin en küçüğü olması hasebiyle biraz deli dolu biraz şımarık biraz da sözü yüzünde biriydi...
Fakat Zeyno'nun öyle bir tarafı vardı ki, insanları çok sever ve hiç birini diğerinden ayırt etmezdi. Sevgi dolu capcanlı bir yüreği vardı. Herkesle iyi geçinir hiçbir şeyi kendine dert etmezdi. Muhtemelen dert görmediği içindi hiçbir şeyi kendine dert edinmeyişi...
Sepetçi göçebeler hakkında oğlu gibi Dilber Hatun da tecrübe sahibiydi. Ne de olsa yıllardır her yaz onlarla iç içe geçmiş bir yaşamları vardı.
Etli alt dudağını bilgece dışa doğru devirdi kadın, "Haklısın oğlum, bilirim onların huyunu suyunu. Bir kere karşına çıkmaya görsünler, bir şeyler satmadan bırakmazlar insanın yakasını."
Murathan, sesinin tonuna hüzünlü duygular yükleyerek tekrar söze başladı. "Bir mesele daha var size söylemek istediğim. Hani bizim kapıya ara sıra gelen dilenci bir kız vardı ya, 14-15 yaşlarında falan?" Zeyno, hemen lafın üzerine atladı: "Hani renkli gözlü, saçları upuzun olan kızı mı soruyon?"
Murathan'ın yüzüne inceden bir tebessüm yayıldı ve anında göz bebeklerinden mutluluk fışkırdı. Kız kardeşinin tarifi üzerine başını hafif bir açıyla ondan tarafa çevirdi. "He, doğru bildin o kızı soruyorum."
Çocukları kendi aralarında hasbihal ederken, anaları bu işin altından ne çıkacak diye merak içindeydi. Murathan, tekrar duygusal bir havaya bürünerek, "İşte o kızın yaşlı bir nenesi varmış."
"Ee?" diye sordu Dilber Hatun, dalga geçer gibi... Mesele yavaştan kendi mecrasına doğru yol almaya başlamıştı çünkü.
"Sabah kapıya gelen sepetçi adam, yalvar yakar onu anlattı. Yaşlı gurbet kadını, birkaç gündür çok hastaymış. Bahsi geçen kız da torunuymuş. Yaşlı kadının başka kimi kimsesi yokmuş. Sepetçi adam, ne olur ağam onlara yardım edin, sizler varlıklı insanlarsınız, diye bir hayli dil döktü bana."
Murathan'ın dudaklarından dökülen kelimeleri pür dikkat dinleyen Dilber Hatun, bu işin nereye varacağını cidden kestiremiyordu.
"Bunun üzerine bende merak ettim gidip baktım. Kadın gerçekten çok hastaymış, ancak bugün biraz ayağa kalkabilmiş. Menekşe, adındaki zavallı kız da nenesine bakıyormuş. İşte bundan sebep dilenmeye çıkamıyormuş. Sizin anlayacağınız, yiyecek bir kap yemekleri bile yok ve perişan vaziyetteler."
Netice itibarıyla konağın hatunu da bir insandı. Onun da yumuşak karnı halden anlayan tarafıydı. Bu sepetçi tayfasından pek haz etmese de henüz vicdanını kaybetmemişti. Oğlunun anlattıkları ruhuna dokunmuş ister istemez de duygulanmıştı. "Ne yapalım oğlum, onların yaşam şartları bu. Onlara da bu kader yazılmış, bizim elimizden ne gelir ki?"
Murathan, anasının yumuşadığını görünce, hemen atağa geçmek istemişti. "Ben de dedim ki, gel bizim evde çalış. Bizimkilere ev işlerinde yardım et. Biz de sana erzak ve para yardımı yapalım dedim," dedi ve sustu. Sustu çünkü hatun anasından gelecek tepkiyi beklemek istedi.
Murathan, anasının yumuşadığını hesap ederken tam tersi bir hareketle karşı karşıya geleceğini hiç düşünmemişti. Hatun anasının ela gözleri hiddetinden fal taşı gibi açılırken, hiddetine eşlik eden elleri oğluna karşı durdu. "Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu acaba? Olmaz öyle şey, evde çalışmak olmaz! Sen istiyorsan para ver, erzak yardımı yap, ben buna karışmam. İş evde çalışmaya gelince işte orada dur, ben bir çingene kızını evimin içine sokmam!"
Sözlerinin her bir hecesi ervahından çıkmadan önce ağız boşluğunda kadının hışmına uğruyor, her bir kelime sahibi gibi inat ediyordu, çünkü alışılagelmiş düzeni bozmak onun ruhuna ağır gelmişti.
Sert duvara toslayan Murathan, ister istemez ciddileşti. "Ben onlara söz verdim, sözümden dönmemi mi istiyorsun benden? Unuttunuz galiba bu ev benim sorumluluğum altında, unuttuysanız hatırlamanızı öneririm..."
Kadın oğlunun ilk defa bu kadar ciddileştiğini görüyordu. Oğluysa ilk defa anasına doğruları tam olarak anlatmıyordu. Yalan söylemek âdeti değildi ama mantığına yeniliyordu. Elinde olmadan mantığı inkâr yolunu seçiyordu. Mantığı inkâr yolunu seçiyordu ama ruhu açık ve seçik sahipleniyordu Menekşe'ye olan duygularını. Küçücük bir yardım teklifini kabul etmeyen anası kalbinin sesini dinlese kim bilir nasıl kıyametleri koparırdı.
Güngörmüş bey kızı, oğlunun ciddiyetine şahit olunca pes etti daha doğrusu etmek zorunda kaldı. Tek oğluydu ve onca servetin tek varisiydi. Onunla ters düşmek hayatta isteyebileceği en son şey bile değildi. Bir dilenci kızı için mi, ağa oğlunu kalbini kıracaktı? Bunu asla yapmazdı. He, der geçerdi. Nasıl olsa dilenci kız kapısına azap duracaktı. Ötesi olmazdı, olamazdı. Buna izin vermezdi.
İşlerin yoğun olduğu zamanlarda köyden birilerini çağırıp evin işlerini belli aralıklarla yaptırıyorlardı ve buna alışkındı kadın ama bugüne kadar hiçbir zaman göçebe gurbetlerden yardım istememişlerdi. Kapılarına dilenmeye gelen insanları nasıl evinde çalıştıracaktı ki? Hem de sürekli... Cidden akıllara ziyandı sanki köylerinde çalıştıracak kimse kalmamış gibi. Kadın düşündükçe işin içinden çıkamıyordu amma velakin oğlunun bu konudaki ciddiyetini de görüyordu. Onun ciddiyeti elini kolunu bağlamıştı. Kefenin bir gözünde oğlu diğer gözünde bir dilenci kızı vardı.
Oğlunun istediğini kabul etmekten başka çaresinin kalmadığının farkındaydı. Dilber Hatun, çoktan pes etmişti fakat eşi Mahmut Ağa, henüz bu konuda son sözünü söylememişti. Eşi belki oğlunun isteğini kabul etmezdi. Bu iş de tatlılıkla yoluna girerdi. Elindeki tek kozu ortaya süren kadın, "Tamam, senin dediğin olsun ama babana da sormak lazım, baban ne derse benim kabulüm!"
Bu arada uzunca bir süredir Mahmut Ağa, kapı dibinde onları dinliyordu. Kadın eşini görünce keyfi yerine geldi çünkü eşinin kendi tarafında yer alacağından emindi. "Hah, baban da geldi işte. Soralım bakalım babana bu işe ne diyecek. Konuşulanları duydun mu bey? Oğlunun anlattıkları hakkında sen ne düşünüyorsun?" Mahmut Ağa, lafı hiç eveleyip gevelemedi kesin bir dille; "Oğlum ne diyorsa o!" dedi.
Bey kızı, ikinci şokunu yaşıyordu bu sabah. Ne demekti oğlum ne diyorsa o? Bunca yıllık eşi hiç mi düşünüp taşınma gereği duymuyordu? Mutlaka oğlunun isteğini tam olarak duymamıştı yoksa oğluyla hemfikir olacağına ihtimal dahi vermezdi. Yoksa evin erkekleri kendine karşı gelip ağız birliği mi yapmak istiyorlardı? İşte buna dayanamaz tam orta yerinden çat diye çatlardı. "Bey, sen oğlunun ne istediğini anlamadın her halde?"
Mahmut Ağa, "Ben anlayacağımı anladım hatun, sende konuyu fazla uzatma istersen!" Konuyu kestirip atan eşine inanmaz gözlerle bakmaya başladı kadın; öyle sert bakışlar atıyordu ki, gören de başlarına kıyamet koptu sanırdı.
Mahmut Ağa, eşinin ne kadar inatçı ve dediğim dedik biri olduğunu iyi bildiği için onun bakışlarının güdümüne girmemeye çalışıyordu. "Zeyno kızım, sen çay doldur. Hade sizlerde elinizi çabuk tutun yoksa işe geç kalıyoruz."
Kadın, eşinin umursamaz tavrına karşın hâlâ donuk bakışlarını onun üzerinde tutuyordu. Bakışları gibi havsalası da donuk algıları kapalıydı. Genç adam, baba desteğini almıştı fakat anasının kıpırtısız duruşu onu endişelendiriyordu. Onu sonuç ilgilendiriyordu istediğini de almıştı almış olmasına ama babasından çok anasının desteği önemliydi bunun da bilincindeydi. Sesinin desibelini minimuma indirerek olabildiğince alçalttı Murathan. "Bak hatun anam, ben sizleri düşünerek böyle bir karar aldım. Biliyorsun yaz gelince bizim işler iki katına çıkıyor. Üstelik koca konağı ikiniz çekip çeviriyorsunuz. Kızı konağa alınca iş yükünüz biraz hafifler. Biz de bu vesileyle zavallı insanlara yardım etmiş oluruz. Biraz düşününce sen de bana hak vereceksin."
Murathan, tam sözlerine son noktayı koyuyordu ki, tekrar konuşmaya başladı, "Ha, eğer bir tatsızlık çıkarsa kefili benim. Göreceksiniz sesiz sedasız çalışır o kız Unutmadan bir şey daha söyleyeyim yarın gelip işe başlayacak, bu konuda itiraz kabul etmiyorum..."
Mahmut Ağa, hiç bozuntuya vermeden eşinin manidar bakışları altında; "Oğlum, kahvaltın bittiyse kalkalım biz. Malum iş güç beklemez, zaten bir hayli geç kaldık..." dedi.
Baba oğul birlikte kalktılar sofradan. Murathan, babasının hazırlanıp gelmesini beklerken biraz hava almak için balkona çıktı. Kuşluk vaktinin ılık esen yelinden ciğerlerine teneffüs ederken, içinde tarifi imkânsız bir rahatlık ve huzur vardı. Yaptığı işin nedenini sorgulamıyordu. İnsan insana her zaman yardım elini uzatması lazımdı hepsi buydu. İçinde beslediği duyguların adını yardım etmenin verdiği iç huzuru ve rahatlığı diye nitelendirdi. Belki bu bir avuntuydu ama onun ruhunun bu avuntuya ihtiyacı vardı.
Kısa süre içinde Mahmut Ağa'nın sesi yankılandı konağın duvarlarında. "Hade oğlum, yeter oyalandığın!"
Balkondan kendi odasına geçti oradan da alt kata indi. Mutfak kapısı önünde bir solukluk durup başını içeriye doğru uzattı. Gurbet kızına karşı ilk yenilgiyi yaşayan hatun anasının, delici bakışlarını bütün varlığında hissetti. Eline geçirse bir kaşık suda boğacak gibi bakıyordu. Öfkeli bakışların esareti boğdu ağzından çıkacak kelimeleri de seslice yutkundu ayak parmakları ucuna basarak kapı önünden uzaklaşırken...
|
0% |