@mysteryy
|
GİRİŞ O geçmişte kaderin kurbanıydı ama gelecek için kaderin pusulasıydı... Şiddetli soğuğuyla bildiğimiz Sivas'ta soğuk bir kış günüydü. Etraf kar topu oynayan ailelerle ve kardan adam yapan çocuklarla doluydu. Hava soğuktu ama onların ortamları sıcacıktı, bedenleri havadan etkilenmiyordu belli ki aralarındaki samimiyet zaten onları ısıtıyordu. Ama bu durum Kılıçsoyların evinde hiç de öyle değildi. Onların arasındaki gerilim dışarıdaki havadan bile daha soğuk olabilirdi. Sadece bedenleri değil, ruhları da üşüyordu. Çünkü bir tartışma yaşıyorlardı. Barlas Miran 17 yaşındaydı ve bu yaşına kadar hep ailesinin isteklerini yaparak gelmişti. Baskıcı bir ailesi vardı ve hep Barlas'ı kendi istediklerini dayatarak büyütmüşlerdi. Barlas tek çocuktu, bu yüzden ailesi onu hep korumacı ve sınırlayıcı bir şekilde yetiştirdi. Barlas her ne kadar ailesine karşı çıkıp özgür bir çocuk olduğunu, kendi istediklerini yapacağını iddia etse de ailesi onu hiç dinlemiyordu. Yine o anlardan biri yaşanıyordu. Dayatılan istekler... Birbirlerine karşı duyulan öfkeler... Ve en sonunda oluşan kalp kırıklıkları... Özet tam olarak buydu.
"Barlas." Dedi baba Levent Kılıçsoy. "Çok çalışıp o tıpı okuyacaksın oğlum!" Sinirle oturduğu yerden kalktı genç. "Hayır baba okumayacağım!" Diye sesini yükseltti. "Sırf sizi tatmin etmek için ya da oğlum tıp okuyor diye millete göğüs germeniz için 6 yıl gençliğimi feda edemem ben!" Baba öfkeyle baktı oğluna.
"Oğlum." Dedi anne Hülya Kılıçsoy, baba ve gencin aksine sakin bir tavırla. "Biz senin iyiliğin için istiyoruz tıp okumanı, başkaları için değil ya da bizim için değil. Senin için. Senin iyi bir geleceğin olsun istiyoruz. İyi bir tıp kariyerin olsun istiyoruz. Kendini kurtarman ve başarılı olman için çabalıyoruz, başka bir amacımız yok. Tamam mı oğlum?" Barlas Miran gergin bir şekilde yutkundu. Öfkesi büyüktü. "Anne!" Diye sesini yükselterek öfkesini ateşe verdi. "Peki bana ne istediği mi sordunuz mu?" Sinirle kafasını iki yana salladı. "Hayır sormadınız tabii ki! Bu zamana kadar da hiç isteklerimi sormadınız zaten, hep bir şeyleri dayattınız bana. Ve yine öyle yapıyorsunuz, yine hayatımı yönetmeye çalışıyorsunuz! Ben bıktım artık sizden!" Sesi gittikçe yükseliyordu gencin ve öfkesi daha da artıyordu. "Ya ben sürekli 'Barlas onu yapma, Barlas oraya gitme, Barlas dersini çalış, kavgaya karışma, uslu ol' bunları duyarak büyüdüm sizden. Ve beni hep bir salak gibi kandırdınız, kendinize inandırdınız. Ya ben sizin yüzünden erkek gibi hissedemedim! Kız çocuğu yetiştirir gibi yetiştirdiniz beni! Tüm özgürlüğümü elimden aldınız, kafese tıktınız beni, kanatlarıma engel oldunuz. Siz kısıtlamayı, kendi isteklerinizi dayatmayı çocuk yetiştirmek sandınız! Ama doğru bir ebeveyn olamadınız! Tek çocuğunuzum diye bana yüklendiniz. Ama artık yeter!" Genç anne ve babasına delici bakışlar attı. "Geleceğim için ben karar vereceğim, bu hayatı yaşayacak olan benim. Çok istiyorsanız siz olsaydınız doktor." Babası ona gözleriyle dehşet saçarken genç sinir bozukluğuyla güldü. Ve babasına gözlerini dikti. Kelimeleri bastıra bastıra konuştu. "Ben asla okumaya istekli değildim, lise son sınıfa kadar bile sizin zorunuzla geldim. Ve listeyi bitirdikten sonra da okumak istemiyorum! İş bulup gireceğim, diplomalı işsiz olmaya meraklı değilim! Gerekirse ticaret yapar ve kendi işimin patronu olurum."
Baba sinirle gür siyah sakallarını kaşıdı. "Miran!" Diye bağırdı. Sinirliyken bu ismi kullanırdı. "Ne diyorsun sen? Oğlum, evet sen bizim zorumuzla okudun, öyle çok ders falan çalışmadın ama buna rağmen çok iyi notlar getirdin. Senin potansiyelin var ve ben bunu harcamana izin veremem. Kariyerinde parlak bir doktor olmak varken sıradan bir işçi olamazsın sen!" Oğlunun tam karşısına öfkeyle dikildi. "Ayrıca o dediğin gibi diplomalı işsiz olma gibi ihtimalin de yok senin, tıp bölümünden bahsediyoruz. Mezun olduğunda hastaneler önüne serilecek. Ticaret micaret diye de saçmalama, öyle ticaret yapıp kendi işinin başına geçmek falan sandığın kadar kolay değil. Çantada keklik değil öyle, benim akıllı oğlum. Biz sana mesleklerin en güzelini sunarken sen soytarı bir işçiliği seçemezsin! Kendine gel ve bir daha düşün!" Genç alayla güldü. Onu asla anlamıyorlardı, tek istediği kendi kararlarını verip onların da saygı duymasıydı. Ama o her ne kadar dil dökse de ailesi onu asla dinlemiyor, dinlemek istemiyordu. Bazen onlara kendini gösterme çabasının boşa olduğunu düşünüyor ve üzülüyordu. "Baba siz beni hiç anlamıyorsunuz!" Dedi genç sağ gözünden akan bir yaşla. Ve bir anda yaşı elinin tersiyle silip sinirle konuştu. Onlara güçsüzlüğünü, duygusallığını gösterecek değildi. "Ben istemiyorum tıp okumak falan, anlamıyor musunuz? Baba sırf beni ikna etmek için doktorluğu sadece dizilerden ve gittiğin hasteneden görerek savunma! Ben o derslerin zorluğuna gelemem, anladın mı? Ben de iş zekası var, eğitim değil. Anla şunu!" Sinirle oturduğu yerden kalktı genç. Kelimeleri bastıra bastıra konuştu. "Ya yeter artık! Yeter! Bu zamana kadar hep sizin baskınızla geldim, beni istediğinizi yaptırmaya zorladınız hep. Bırakın artık şu baskıcılığınızı ya! Bırakın da istediğimi yapayım! Böyle yaparak, benim hayatımı yönetmeye çalışarak kendine faydası olmayan, ne istediğini bilemeyen bir çocuk yetiştiriyorsunuz!" Alayla kafasını sallayarak alkışladı anne ve babasını. "Bravo size harika anne babacılık!" Baba öfkeyle oğluna bakıyordu. Anne ise oldukça üzgün görünüyordu.
"Oğlum." Dedi anne sakin bir şekilde, gözünden akan yaşla. "Barlas'ım Miran'ım sen bize baskıcı diyorsun ya, hayır! Bu baskı değil! Biz senin iyiliğini düşündük her zaman. Gerektiği yerde kötülüklerden koruduk, senin için iyi olanı düşündük. Sen bizi yanlış anlasadan da biz senin için kötü olanı senden uzak tuttuk, senin için her zaman doğru olanı düşündük hayatımız boyunca. Biz seni düşünerek büyüttük her zaman ve bu senin iyiliğin içindi. Evet, gerektiği yerde adına kararlar verdik. Biliyorum, bunu sen hiç sevmiyorsun. Ama bu da senin içindi. Senin ilerde iyi bir adam olman için ve bizim neden böyle yaptığımızı anlaman için, anlıyor musun oğlum? Yine öyle yapıyoruz, yine seni düşünüyoruz oğlum. Bizim bu büyütme şeklimizin adı dediğin gibi baskı ya da kısıtlama değil, bu bir ailenin evladı için çabası." Barlas güldü yine alayla. Asla anlamayan, anlamak istemeyen kişilere dil dökmeye çalışmak çok zordu. Ortada olan bir gerçeği annesinin inkar etmesi de düpedüz saçmalık ve komikti onun için. Bu büyütme tarzı resmen baskıydı, kısıtlamaydı. Annesinin dili bu kelimelere varmadığı için bir çeşit bahanelere sığınıyordu.
Dışarıdaki kar hız kesmeden artarken Kılıçsoyların arasındaki gerilim de buz kesmeye devam ediyordu. "Ya kesin öyledir Hülya Hanım, senin karşında da bu lafları yiyecek küçücük çocuk vardı zaten. " Bir süre durduktan sonra sinirle konuştu. "Siz madem bu kadar korumacı bir aileydiniz de neden benden sonra bir çocuk daha doğurmadınız? Çok meraklısınız ya iyi ebeveyncilik yapmaya! Yapsaydınız o zaman bir çocuk daha, onun hayatını mahvetseydiniz keşke. Tüm çileyi benim çekmem hiç adil değil!" Annenin gözleri doldu. Bu oğluna hiç söyleyemediği mevzuydu. Anne eşinden dolayı Barlastan sonra asla hamile kalamamıştı. Eşi, Barlastan sonra çok alkol tükettiği için bu ikinci doğum riskini sıfıra düşürmüştü. Zaten kadında halihazırda Barlas 4 yaşındayken hormonal bozukluklar oluşmuştu, bu da doğum yapmasını imkansız hale getiren ikinci etmendi. Ve bunları oğulları asla bilmiyordu. Asla kardeşinin olmayacağını da babasının içtiğini de annesinin rahatsızlığını da... Belki de şu an bunları öğrenmesinin tam vaktiydi.
Zavallı kadın gözlerinden akan yaşlarla yutkundu, kendini hazırladı ve konuşmaya başladı merakla bakan oğluna. "Bunları yıllardır sana söyleyemedik oğlum." dedi hüzünle. Gencin merakı büyüyordu, gözlerini annesinden ayırmıyordu. Baba durumun ne tarafa gideceğini anlamış olacak ki karısının sözünü kesti. "Hanım, yapma lütfen açma o konuları, ne gerek var. Çocuğu da üzmeyelim şimdi değil mi ama?" Barlas kaşlarını çattı, iyice şüphelenmişti. Ve babasına direnecekti, bilmeye hakkı vardı. "Noluyor?" diye çıkıştı. "Beni üzecek bir gerçek varmış burada, ne o gerçek! Söyleyin! Bilmeye hakkım var. Baba, noluyor? Anne söyle!" Anne kocasına aldırış etmeden oğluna döndü. "Tamam oğlum, söyleyeceğim." Kocası sinirle ellerini kafasına koydu, korkuyordu. Barlasın kendisinden soğumasından korkuyordu. Barlasın duymak istemeyeceği şeyler söylemesinden korkuyordu. Bir taraftan da düşünüyordu, o zıkkımı sadece 6 ay tüketmişti, sonra zor da olsa bırakmıştı oğlu için. Ama içtiği süreçte vücudunda öyle bir leke bırakmıştı ki karısına da zarar vermişti, kadın lohusayken burnuna gelen alkol kokularıyla kusuyor, fenalaşıyordu. Ve Barlas 4 yaşındayken hormonal rahatsızlığı ilerliyor, dünyaya 2. çocuk getiremeyecek olmanın acısını çekiyordu. Tek şuçlusu kocasıydı... O illeti kısa süre tüketmişti ama etkisi çok büyük olmuştu... Hem kendine hem de eşine derin bir zarar bırakmıştı. Bir taraftan bir şey yakalayıp suçluluğunun üstünü kapatmak istemişti ama yapamıyordu. İçtiği süreç boyunca kendisine dayanamayıp boşanmak isteyen karısına oğlunu alıp vermemekle tehdit eden adamdı. Daha kötü olamazdı geçmişlerinde. Ama tek sığındığı liman o illetten kurtulduğu anlar ve sonrasıydı. Çünkü o zamanlar karısı ve oğlu için iyi adam olma yolundaydı. Geçmişini ardında bırakmıştı kendince. Ama başka zaman gün yüzüne çıkacak bir geçmiş olabilir miydi? Anne kendini hazırlayıp söyledi. "Oğlum, sen doğduktan sonra baban alkolik olmuştu. Bir türlü bırakamıyordu içmeyi. Sadece 6 ay içti ama o şey babanın vücudunda gittikçe büyüdü, bana da zarar verdi. Eve her geldiğinde içki kokusu yüzünden kusuyor, kötü oluyordum. Sen 4 yaşına geldiğinde de harmonal bozukluğumun olduğunu öğrendim, o şey babanın da tüm dengesini bozmuştu.Ve doktorlar doğum riskinin sıfır olduğunu söylediler." Zavallı kadının sağ gözünden yaşlar süzüldü, elinin tersiyle silip yutkundu. "Bu yüzden bir kardeşin olamadı oğlum. Ve bunca yıldır bunu da söyleyemedik sana, kendi adıma özür dilerim. Bilmen gerekirdi. " Genç çocuk şaşkınlık, hüzün ve hayal kırıklığı duygularını aynı anda yaşıyordu. Ama belki de en ağır basanı babasına dair oluşan hayal kırıklığıydı... Anne oğlunun konuşmasını beklemeden devam etti. "Oğlum babana sakın nefret besleme, baban evet büyük bir hata yaptı ama sonrasında gerçekten o şeyi tamamen bırakıp iyi bir eş ve baba olmak için çalıştı. Benim gibi seni düşündü, bizi korudu ve bizim için her şeyi yaptı." Baba gururla ve gülümsemeyle eşine baktı. Eşinin onu savunması ve o zamanlarda da sırf oğlu için eşine katlanması onun için büyük bir şansti. O zamanlar değerini bilemediği eşinin değerini artık uzunca zamandır biliyordu.
Barlas sinirle babasına bakıp annesine döndü. "Kısaca babam ikinizin de hayatını karartmış. Ve siz de el birliğiyle benim hayatımı karartıyorsunuz!" Anne baba dehşet içinde birbirlerine bakarken çocuk sinirle devam etti. "Anne o zamanlar babamdan neden boşanmadın bilmiyorum ama keşke boşansaydın, keşke yapsaydın! Belki o zaman baskıcı ailem olmazdı, ikinizden birinden kurtulmuş olurdum ve hayatım daha güzel olurdu belki." Annenin gözyaşları hızla artarken baba Levent Kılıçsoy öfkeyle konuştu. "Ne biçim konuşuyorsun sen. Ağzını topla atlı!" Sivas şivesine göre edepsiz demişti babası, kendi memleketin ağzını çok sık olmasa da yapardı. "Biz 'Miran' ismini iyi insan anlamına geliyor diye verdik sana, iyi bir evlat ol istedik. Sense gelmiş ne diyorsun, tamam delikanlı çağlarındasın kanın asi akıyor falan da bu kadar ahlaksızlık olmaz! Bak, annenin dediği gibi ben kısa süreli büyük bir hata yaptım ve annen de sırf senin için bana katlandı, oğlumuzu tek başıma büyütmeyeyim hem ben senin iyi olacağına inanıyorum dedi bana. Annenin hakkı ödenmez gerçekten ama sonra ben doğru yolu buldum zaten ve iyi bir aile olduk, anlıyor musun? Ha şunu da söyleyeyim ben o zamanlar anneni seni alıp vermemekle tehdit ettim, o yüzden anneni suçlama. Hakkımda ne düşünürsen düşün şimdi, iğrenç bir adamdım o zamanlar biliyorum. Ama sonra kendimi ailem için değiştirdim."
Genç tiksintiyle babasına baktı. "Annemi zaafından vurmuşsun baba! İnanamıyorum sana!" Baba biliyorum anlamında kafasını sallayıp devam etti.
"Yani sözün özü bu şekilde iğrenç laflar etmeye hakkın yok Miran! Çünkü hiçbir çocuk senin gibi el bebek gül bebek büyümedi, değerimizi bil!" Anne kocasına katılıp kafasını sallarken çocuk alayla güldü. Onu asla anlamıyorlar, anlamak istemiyorlardı. Onun istediği kısıtlamalar olmadan yaşamak, özgür olmak ve kendi seçimlerini kendi yapmaktı. Ama ailesi her şeye karışıyor ve bu yaşattıkları hayata gül gibi yetiştiriliyorsun, ne var diyorlardı... Öyle değildi ama bir kuşun kanadını kırıp sonra 'uç' demek gibiydi bu, resmen alay etmekti. Genç, içinde ne fırtınalar ne isyanlar koparken tek bir cümle edebildi. "Hiçbir zaman anlamayacaksınız beni." Sesi de yüzü de donuktu. Herhangi bir duygu hissiyatını kaybetmiş gibiydi. İçinde söylemek için can attığı tonlarca laf vardı. Ama anlamayan insana laf anlatmak ağız yorma çabasından başka bir şey değildi. Bunu da artık yapmayacaktı, ne dese boştu ne de olsa. Hiçbir zaman dinlenilmeyecekti, her zaman susturulacaktı. İnsanın içinde yangınlar bırakan, isyanlarını susturan ve özgürlüğünü alan bir aileye sahip olması çok güç ve üzücüydü. Ama en kötüsü de susarak, karşı çıkamayarak onlara istediklerini verecek olmaktı. Barlas'ın kalbini en çok yaralayan da buydu. Susarak onları tatmin edecek olmak, onlar için yine kendini feda edecek olmak. Barlas konuşamıyordu artık ve onlar istediklerini alacaktı. Barlas bu düşünceyle deliriyordu ama yapacak başka bir şeyi yoktu. Dinlenmiyordu çünkü bastırılıyordu sesi. Kabullenecekti içi yana yana, evet tıp bölümünü okumayı kabullenecekti ama ailesinden kurtulmak için deneyecekti bunu. Belki okursam şu bölümü artık peşimi bırakırlar diye düşünmeye başlıyordu.
Bu sessizliği fırsat bilen anne su getirterek içeri girdi. "İçin şu suları da bir sakinleşelim." Önce kocasına su doldurup verdi. Sonra Barlas'a uzattı bardağı, Barlas gurur yapıp almak istemedi ama bağırmaktan kuruyan boğazı buna engel oldu. Suyu içip rahatladı. "Barlas sen bu şekilde susuyorsan bir şeyleri kabulleniyorsundur." Dedi babası, oğlunu iyi tanıyordu. Barlas hafifçe dişlerini sıktı ve asla başını kaldırıp babasına bakmadı.
"Sadede gelelim o zaman." Dedi bardağı sehpaya koyarken. "Oğlum o tıpı kazanıyorsun, anlaştık o halde."
"Karşılığında ne alacağım peki?" Barlas'ın öyle kuru kuru kabul etmeye niyeti yoktu. Ayrıca direkt kabul edip onlara istediğini vermek de istemezdi, şart olmalıydı ki hem onları zorlamalıydı hem de Barlas da ne uğruna çalıştığını bilmeliydi.
"Şart istiyorsun demek beyefendi." Dedi babası hafif ak düşmüş koyu siyah saçlarını kaşıyarak. "Güzel. Araba nasıl? Tıp bölümünü ve buradaki üniversiteyi tutturursan hemen ehliyetini alacaksın, altında da mis gibi bir araba olacak. Ve her gün arabayla gidip geleceksin okuluna." Yarım bir şekilde güldü. "Nasıl?" Küçüklüğünden beri araba tutkunu olan Barlas'a bu şart çok cazip geldi. Araba ve ailesinden kurtulmak için çalışacaktı. Gülümsedi. "Güzel, anlaştık." Baba kafasını salladı memnuniyetle, anne gülümsedi. Barlas ayağa kalktı, tam odadan çıkacakken annesi konuşmaya başladı. "Aferin benim oğluma! En doğru kararı veriyorsun. Aferin! "Dedi kadın gülerek. Barlas elini bir hışımla tuttuğu kapı kulpundan çekip sinirle annesine döndü. "İstediğiniz olunca aferin dersiniz tabii. Ben robotum ya hani istediğinizi yapınca tebrik alıyorum. Harikasınız ya! Çocuğunu robot gibi yetiştiren mükemmel aile, asıl tebrik size!" Bir hışımla kapıyı çarpıp çıktı odadan. Sinirle odasına girdi, oturdu masasına. Önce sakinleşmeye çalıştı, sonra önündeki biricik ailesinin aldığı test kitaplarına kaydı gözleri. Sakinleştikten sonra açtı test kitaplarından birini, çözmeye başladı. Ailesinden kurtulmak için dayanacaktı tüm bu derslere, kazandıktan sonra özgür olmayı umuyordu. Sayısal dersleri iyi olduğu için sayısal seçmişti genç ama asla bir bölüm hedefi olmamıştı, hep işte çalışmayı tercih edeceğini düşünürdü. Babasının dediği gibi o ders çalışmasa bile notları yüksek olurdu. Bu yüzden Barlas'ın tıp kazanacağına dair kendine güveni vardı. 1 saat test çözdükten sonra telefonundan gelen mesajla telefonunu eline aldı. "Sevgilim, kar çok güzel yağıyor! Site bahçesinde çıkıp kar topu oynamaya ne dersin?" Ekrana bakıp gülümsedi. Sevgilisi Gökçeydi. Karşı sitelerinde oturuyordu, komşularıydı. Site bahçesinde tanışmışlardı. Önce minik sohbetlerle başlamış sonra flörtten sevgiliğe gitmişti onların ilişkisi. Ve Barlas'ın ona karşı güçlü bir bağı vardı. Ailesinin de tek karışmadığı şey sevgilisiydi, o yüzden rahattı bu konuda. Henüz bir yıllık sevgililerdi ama ilk günkü gibi heyecanlı oluyordu genç. Gülerek cevap yazdı. "Olur tabii güzelim." Güzelim ifadesi onun için en çok kullandığı ve onun da en çok hoşuna giden ifadeydi. Otuz iki diş sırıtarak önündeki kitapları attığı gibi dolabına koştu. Dolabından krem rengi bir pantolon ve mavi bir kazak seçti. Giyindiği gibi aynaya baktı. Genç iyi bir görüntüye sahipti. Siyah arkaya yatırılmış önünde bir iki tutamlık kâküllü saçlara, kahverengi gözlere, kemikli buğday tenli yüz yapısına, kalın dudaklara ve ergenlik dolayı hafif çıkan sakallara sahipti, Johnny Deppin gençliğini andırıyordu. Saçlarını düzeltip kendisine onay verdikten sonra montunu ve eldivenini giyip şapkasını taktı ve son olarak Gökçenin en sevdiği parfümünü sıktı. Odunsu kokuyu. İşte hazırdı. Ailesine Gökçeyle buluşacağını söyleyip çizmesini giydi ve çıktı evden. Bahçeye çıkar çıkmaz gözleri onu buldu. Gökçe koşarak kendisine doğru geliyordu. Geldiği gibi sımsıkı sarıldı kız. "Sadece iki gün görmedim ama çok özlemişim seni." Barlas gülümsedi."Ben de." Kız çocuğun kokusunu içine çekti. "Yine benim sevdiğim parfümün kokuyorsun." dedi gülerek ayrıldıklarında. "Her zaman." Dedi genç. "Sen bu parfümü seviyorsun diye bu parfümden koleksiyonum var bu da ne ki hem." Kız içi giderek çocuğa baktı, sıcacık gülümsedi ona. Saçları savrulan kızın saçlarını kokladı genç. Yasemin kokulu şampuanıydı bu. "Sen de en sevdiğim şampuanın kokuyorsun." Kız gülümsedi. "Ben de sen seviyorsun diye hep bu şampuanla yıkıyorum saçımı." Bu kez içi giden Barlas'tı, sıcacık ve aşık bir şekilde gülümsedi. Gökçe de güzel bir kızdı. Kendisininkiyle aynı renk siyah uzun saçları, simsiyah gözleri, beyaz bir yüzü, kalın pembe dudakları, kıvrımlı bir fiziği ve ortalama bir boyu vardı. "Ee ama yeter bu kadar romantiklik!" dedi ardından Barlas ona doğru kar atarak. "Kar savaşı zamanı!" Bir süre kar topu oynadılar. Gökçe attı, Barlas düştü. Barlas attı, Gökçe düştü. Yeri geldi beraber düştüler, etrafı şen kahkahalarla doldurdular. En sonunda ise kendilerini karlara uzanmış buldular. Kız kafasını çocuğun omzuna koyuyor, çocuk da kızın ellerini sımsıkı tutuyordu. "Tıp okuyacağım, kendi seçimim değil ailemin dayatması ama yine de onlardan kurtulmak amacım." Barlas Gökçeye ailesinin durumunu söylediği için çekinmeden anlatabiliyordu. "Senin kazanacağına eminim ve umarım ailenden de kurtulacaksın." dedi kız çocuğun yanağını öperek. "Sen ne okumayı düşünüyorsun?" "Bilmiyorum." Dedi kız. "Henüz karar veremedim ya." "Bence öğretmenlik ya da hemşirelik tam senlik." Gökçe güldü."Niyeymiş o?" "Imm... Okul ya hastane koridorlarına yakışacak tek kişi hayallerimin kadını çünkü." Barlas gülümsedi. Kız gülerek çocuğun omzuna vurdu. "Salaksın ama çok tatlı bir salak." Barlas gülerek kızın elini öptü. Bir süre sonra çocuk ayağa kalktı. "Biraz daha kalırsak soğuktan hipotermi geçireceğiz." dedi gülerek. Gülünce kısılan gözleri adeta karda açan güneş gibiydi. Kız ayağa kalkarak çocuğun yanına ilerledi. "Senin gülünce kısılan gözlerin bizi ısıtmaya yeter, merak etme." Barlas kahkaha attı. "Sen bu kadar romantik olursan işimiz zor be kızım." Gülerek yürüdüler. En sonunda sarılıp vedalaşıp evlere girdiler. Barlas odasına girdiği gibi üstünü değiştirdi ve masa başına oturup çalışmaya devam etti. *** 1 yıl sonra Barlas sonunda tıp bölümünü kendi şehrinde kazanmıştı. Üç gün çalışarak iki gün boş yaparak kazanmıştı, nasıl olduğuna kendi bile şaşıryordu ama yine de gurur duyuyordu kendisiyle. Ailesinin mutluluğuna da diyecek yoktu. Söz verdikleri gibi arabayı almışlardı. Barlas hemen ehliyetini almıştı ve okula da arabayla gidip geliyordu. Ama Barlas mutlu değildi, dersler ona çok zor geliyordu. Kazanmaya zekam vardı ama okumaya yok diye düşünüyordu. Henüz birinci sınıftı ama ona dersler çok ağır geliyordu. Ve çalışma hevesi de hiç yoktu. Hâlâ kafası işte çalışmaktaydı. Ne yapacağını bilmiyordu, zamana bırakmayı düşündü sadece. Zaman gösterecekti ne olacağını... 3 yıl sonra Barlas artık 21 yaşındaydı ve onun hayatında büyük değişiklikler olmuştu. Artık her şey çok farklıydı, o bambaşka bir hayata sahipti. Ardında bıraktıkları, sildikleri vardı. Ailesi yoktu, Gökçe yoktu, tıp yoktu ve en önemlisi geçmişi de yoktu. Her şey sıfırlanmıştı. Eski defterleri kapatarak yepyeni bir sayfaya başlıyordu. Hayatının dönüm noktasını yaşıyordu. Sadece hayatı değil kendisi de değişmişti, sakalları ve saçları büyümüş, bakışları daha da sertleşmişti. O farklı bir gelecek için çoktan ilk adımını atıyordu, kendini yepyeni bir yolculuğa hazırlıyordu. Geçmişini değiştiremezdi, yaşandı bitti diye düşünürdü hep ama bundan sonra yaşanacak olanlar onun elindeydi. O geçmişte kaderin kurbanıydı ama gelecek için kaderin pusulasıydı... Kafesteki kuş artık mahkum değil, özgürdü... O çok sevdiği ve efsanesine inandığı anka kuşu gibi küllerinden doğacaktı adeta... "Kuzen." Dedi Sinan yanında kara kara düşünen gence."Niye bıraktın mis gibi bölümünü? Nasıl girdin bu işlere?" Barlas önce Sinan'a baktı, sonra gözleri duvarda öylece kalakaldı. O günü hatırladı. Hayatını değiştiren o günü. Yanlış olan ama kendi bildiği şekilde inandığı hayata adım attıran gündü o gün, acı yaşasa da özgür olduğu gündü o gün. Tik tak tik tak... Zaman ilerliyordu ama saat onun için geriye akıyordu... Zaman o günü en canlı haliyle önüne getiriyordu... ***
|
0% |