@nazedakoc
|
ABD, Vermont, Shade of dale Bilgisayarımı alarak geniş kanepemde yayılmış yeni kitabımın son bölümünü yazıyordum. Her türlü sona açıktım ama ne yazarsam yazayım bir türlü içime sinmiyordu. Yaklaşık yarım saatinin ardından bilgisayarı bırakarak mutfağa gittim. Akşam saatlerinde kahve içmeyi severdim. Kettle'a suyu koyarken bir yandan da tutulmuş olan boynumu esnetiyordum. İçeriden bir arama sesi geldiğinde kettle'a bir bakış atıp salona geçtim. Ashley arıyordu. Onunla hep bu saatlerde konuşurduk, en azından o Shade Of Dale'den taşınana kadar böyleydi. Şimdilerde sadece müsait olduğu zamanlar konuşabiliyorduk. Oysa eskiden onunla sürekli görüntülü konuşur, birbirimizden ayrı kalamazdık. Bilgisayarımı tekrar kucağıma alırken kısa bir beklemenin ardından aramayı cevapladım. "Hey nasılsın?" "Bomba gibiyim. O bölüm de neydi öyle Aster? Tüm tırnaklarımı yiyip bitirdim." "Henüz son bölümü okumadın bile o süre zarfında tırnaklarını yeniden uzatsan iyi olur. Neler yapıyorsun, yeni işin nasıl gidiyor?" "Patronum hariç her şey yolunda." "Çok mu fena?" "Hemde nasıl. Gece gündüz haber peşinde koşuyorum ve o ne diyor biliyor musun?" "Ne diyor?" "Zaten senden de bu beklenirdi Ashley vasatsın. Ne zaman gerçek haberler peşinde koşacaksın ellilerine gelince mi? Sanki kendisi haber yaparken doğdu." Kıkırdayarak ona başımı salladığımda o da daha fazla somurtamamıştı. "Fenaymış o halde. Ayrıca Wyoming gibi güvenli bir eyalette çalışman senin suçun değil. Orada suç oranı da epey düşük. Yapabileceğin en merak verici haber, dağ ayılarının şehre inmesi ve dükkanları tahrip etmesi. " "Okumuşsun. Hem sana ne demeli Amerika'nın en düşük suç oranına sahip eyaletinde yaşayıp dünya çapında okunan suç romanları yazıyorsun." "Vermont benim için bunu karşılamıyor olabilir ama bu uçsuz bucaksız ormanlar romanlarıma duygu katıyorlar. Sanırım senin aksine ben Shade Of Dale'den gidemezdim." "Biliyorsun emekli olduğumda geri geleceğim ve emekli olmak istiyorsam Shade Of Dale gazetesinde çalışamam. Ah orası resmi bile değil." "Biliyorum Ashley. Seni bunun için asla suçlamam. Beni biliyorsun komfor alanımın dışına çıkmayı sevmem. Hatta bana kalsa evden bile çıkmazdım." "Romanın ne durumda?" "Teslim süresinin bitmesine son iki hafta kaldı. Her şey hazır. Son bölümü de tamamladığımda dördüncü kitabım okurlarıma sunulmuş olacak. Sana imzalı bir tane gönderirim." "Ah lütfen iki tane gönder patronum senin hayranın. Bu sayede beni biraz rahat bırakır." "Tamamdır Ashley'e iki imzalı Kanlı Nehirler geliyor. Kendime su ısıtıyordum kahvemi yapıp geliyorum." "Tamamdır bekliyorum." Ashley'i sehpahanın üzerine bırakıp hızlı adımlarla mutfağa girdim. Su çoktan ısınmıştı. Dolaptan siyah bir kupa alıp içine hazır kahvelerden koyduktan sonra suyu ekledim. Çikolata parçacıklı kurabiyelerden de tabağa koydum. Ashley'nin bana seslendiğini duyduğumda adımlarımı hızlandırdım. Korkmuş sesini algılayabildiğimde bilgisayarımı koyduğum sehpahanın karşısında ki cama bakışlarını kilitlemiş olan Ashley ile duraksadım. "Ashley iyi misin?" Beni korkutyordu. "Orada birisi vardı ve bana bakıyordu?" Cama bir bakış attım ama orada kimse yoktu. "Camda mı?" "Evet. Bir kadın. Net göremedim ama sanırım yaralıydı." Şaşırarak kanepeye oturdum ve bilgisayarı kendime çevirdim. Veranda da hareket sensörlü ışıklar vardı Ashley dışarıyı bu sayede görmüş olmalıydı. Tam tersi içerisi dışarıdan hiç bir şekilde görünmüyordu bu yüzden Ashley'nin ekranda ki yüzünün dışarıdan görünme ihtimali yoktu. "Yaralı mıydı emin misin Ash?" "Üzerinde lekeler vardı kan lekeleri." Kapı zili ard arda üç kez çaldığında ekrandan birbirimize baktık. Açıkçası gerilmiştim ama yine de kapıya bakacaktım. "Aramayı kapatmayacağım. Sesini kapat. Ne olur ne olmaz." "Tamam dikkatli ol." Ekranı gözükmeyecek şekilde kaparken Ashley'in de sesi fullediğine emindim. Zil dördüncü'ye çaldığında aceleyle kapıya ulaştım. Kapıyı sonuna kadar açtığımda karşımda Ashley'nin tarif ettiği gibi bir kadın duruyordu. Üzerindeki kendi kanı mıydı bilemiyordum ama epey ürkmüş görünüyordu. "Bana yardım et lütfen!" "İçeri geç." Onu sorgulamadan içeri aldığımda kanepeye oturmasını sağladım ve eline kahvemi tutuşturdum. "İyi misin?" Diye sordum ama bu sadece öylesine bir soruydu. Ah Tanrım tabi ki iyi değildi. Çok korkmuş görünüyordu. "Bana yardım etmelisin." O kadar dehşete düşmüştü ki kelimeler ağzından zorla çıkıyordu. Sürekli aynı şeyi söylüyordu. Muhtemelen travmaya bağlı şok geçiriyordu. Ellerini tutmama izin vermesine şaşırsam da bozuntuya vermedim. Sanırım birinin yanında olduğunu hissetmeye ihtiyacı vardı. "Ne olduğunu ve kim olduğunu söylersen ancak sana öyle yardım edebilirim. Birinden mi kaçıyorsun?" Tepkileri doğal olsada mimiklerini çok fazla kullanıyordu. "Evet. Beni öldürecek. Aman Tanrım beni öldürecek." Ashley'nin nefes alışlarını duyduğumda kadında korkuyla bilgisayara bir bakış attı. "Sorun yok sen kapımı çalmadan önce arkadaşım Ashley ile konuşuyordum." Bana garip bir şekilde bakıp Ashley'nin ismini tekrarladığında bigisayarın ekranını yukarı kaldırdım. "Ashley mi?" "Senin sesini kapattığını sanıyordum." "Ses yapmayacağım için kapatmamıştım. Üzgünüm." Kadın tekrar lütfen dedi. "Lütfen yardım edin." Bu sefer çoğul konuşuyordu. Ashley, "Sana nasıl yardım edebileceğimizi bize söylemelisin." Yumuşak bir tonda konuştuğunda kadının gözlerinin içine baktım. Kahve kızıl saçları kandan keçeleşmişti. Yüzü yuvarlaktı ama keskin elmacık kemiklerine sahipti. Gözleri hafif çekik olmakla birlikte açık kahverengiydi. Kollarında morluklar ve yüzünde kan lekeleri vardı. Şiddet görmüş olduğu açıktı ve titriyordu. Ona yardım etmem için bana hikayesini anlatmasına gerek bile yoktu. Bana bunu yapan pisliği anlatmalıydı. "Lütfen." Dedi tekrardan. *"Çelik Manolyaları geri getirin." Gözlerim irice açılırken ekrana bakakaldım. Neden bahsediyordu? Durumuyla ne alakası vardı bunun. Ashley zorla yutkunurken kaşlarım çatıldı. Çelik Manolyolar lisedeki kulübümüzün adıydı. Kulübümüz son lise yılımızda bir daha açılmamak üzre kapanmıştı ama bu kadın onu tekrar açmamızı mı istiyordu? Neden kapadığımızı bilmiyor olmalıydı. Onu tanımadığıma emindim. Neredeyse bütün okulu tanıyordum ayrıca bu kadın kimsenin bilmediği bir şeyi biliyordu. İkimizin Çelik Manolya üyesi olduğumuzu. Bunu bilmesine imkan yoktu. Bu sadece bizlerin bildiği bir şeydi. "Lütfen...Lütfen yardım edin. Bana ancak siz yardım edebilirsiniz." "Bizim sana yardım etmemiz mümkün değil. Polise gitmelisin seni ne kadar koruyabiliriz ki." "Beni de Nadia'yı koruduğunuz gibi koruyun." Nadia ismi kulaklarımda yankılanırken yüzümü sabit tutarak bununla ne elde etmek istediğine karar vermeye çalıştım. Gözlerinin içi parlamıştı. Bilmiyor muydu yani? Kulübümüzü onun ölümünden sonra kapatmıştık. Nadia'yı koruyabiliriz sanmıştık ama sadece ölümünü geciktirmiştik. Ashley sesi titriyorken bile gerçekçiydi. "Biz Nadia'yı kuruyamadık. O öldü. Eğer o gece içeride kilitli kalmasaydık ilk iş polise gidecektik. Belki o zaman Nadia ölmezdi. Senin için yapabileceğimiz tek şey polisi aramak olurdu." Ashley'e katıldığımı belli eder gibi kadına baktığımda öfkelendiğini sezmiştim. "Anlamıyorsunuz. Nadia kurtuldu sizin sayenizde katili hakettiğini aldı." Söylediklerine o bile inanmıyor gibiydi. Bir şekilde söyledikleri mimiklerine yansıyordu ama bunlar gerçek gibi değildi. Benim gibi profil uzmanlarını kandırmak zordu. Ama bu kadın korktuğu için mi böyle tepkiler veriyordu yoksa yalan mı söylüyordu? "Çelik Manolyaları nereden biliyorsun?" Diye sorduğumda yüzünde garip bir ifade belirdi. "Sizi duymuştum. Sizin sayenizde bir tecavüzcü öldürüldü." "Biz birini öldürtmedik. O pislik bir polis kurşunuyla öldü. Nefs-i müdaafaydı. Karen'ın ölmesine izin mi verselerdi." Ashley sesini yükselttiğinde kadın irkilerek koltukta kıpırdandı. "Onu öldürdüler değil mi?" "Evet eğer o ölmesydi Karen ölecekti." "Karen gibi o zaman. Beni de onun gibi koruyun." Bir şeyler biliyordu ama sadece yarısını biliyordu. Kendisini kıyaslaması ve bu kadar küçük bir umuda sarılması ne kadar zor durumda olduğunu gösteriyordu. Polise tekrar gitmek bile şuan neyden kurtulması gerekiyorsa ondan kurtulması için daha iyi bir ihtimaldi. "Karen öldü. Sen epey geriden geliyorsun tatlım." Ashley sıkılmış olacak ki öfkelenmişti. "Na-na nasıl öldü?" Korktuğunu fark ettiğimde Ashley'e kaşlarımı kaldırarak baktım. Omuz silkti. "Trafik kazası geçirdi ve göle uçtu. Frenleri bozulmuş. Kontrol manyağı Karen'ın haftada bir muayeneye giden arabasının frenleri bozulmuş. İnanabiliyor musunuz buna?" Hiç bir zaman öğrenemesek de Karen'ın kaza geçirdiğine davadan sorumlu polis memurları dahi inanmamıştı. Karen Mcmavus davası delil yetersizliği nedeniyle kayıtlara kaza olarak geçmişti. "İşte bu yüzden sana yardımcı olamayız. Daha adını bile bilmiyoruz. Hikayeni de anlatmıyorsun." "Polise gidemem." "Neden?" "Gittim çünkü. Bana inanmadılar. Bunları kendi kendime yaptığımı bile ima ettiler. Onlara güvenemem. Lütfen lütfen yardım edin." "Bunları yarın konuşalım. Önce seni temizleyelim." "Ruby?" "Ne?" "Neler oluyor internetim çekmiyor?" "Seni sonra arayacağım Ash sonra görüşürüz." Aramayı sonlandırdığımda. Bakışlarım sertçe kadının yüzüne döndü. O ise korkmuş bir şekilde mimiklerimi izliyordu. Bundan rahatsız olarak ona daha dikkatli baktım, böylece beni incelemeyi bıraktı ve omuzlarını düşürdü. Bu onun üzerinde otorite kurmam için bir yöntemdi. "Bu ismi nerden biliyorsun." "Ben...Bilmiyorum." Benimle dalga mı geçiyordu. "Sana nereden biliyorsun dedim. Durduk yere söylediğine göre biliyor olmalısın. Yoksa yalan mı söylüyorsun küçük hanım." Bundan rahatsız olmuş gibi görünüyordu ama benden küçük olduğuna emindim. Kimse geçmişte olanlar ile beni korkutamaz veya buna yeltenemezdi. "Ben sadece onun söylediğini söyledim." "Kimin?" "O senin Ruby olduğunu söyledi. Sana böyle seslenmeliymişim." "Sana bunu kim söyledi." "Onu tanımıyorum." "Bunu sonra konuşacağız. Ve emin ol ikinci adımı duymak beni mutlu etmiyor. Bu sadece bir isim." Lise yıllarımda ikinci adımı pek kullanmazdım bu yüzden bana bu isimle seslenen çok az kişi vardı. Şimdilerde ise ismim sadece Aster Anderson'dı. "Ama o senin bundan nefret ettiğini de söylemişti. Eğer nefret edersen birini öldürebilirmişsin." "Sana bunu kim söylediyse beni korkutmak istemiş. Ama maalesef bu tarz manipülasyonlara kanmam. Eğer nefret beslediğim insanları öldürecek kadar vahşi olsaydım bu dünyada tek bir pislik bile kalmazdı buna emin ol." "O da böyle söyledi. Ashley Anderson bir pislik gördü mü tekmesini geçirir ve kendini korur. Hiç birini öldürdün mü Aster? O öldürmüş hemde çok sevdiğin birisini. Bana anlattıklarını duysan aklını kaçırırdın. Ondan kaçmak için kilometrelerce koştum. Beni bir nehir kıyısında bıçaklamak üzereydi. Ölecektim." Hâlâ o andaymış gibi anlatması beni geriyordu. Ayrıntıları bu kadar net hatırlaması şaşırtıcıydı. Ürktüğüm doğruydu ama onu daha fazla korkutmak istemiyordum. Ona saldıran kişinin liseden olması gerekiyordu. O gün okulun bahçesinde olan onlarca kişiden birisi. "Nasıl kurtuldun?" Diye sordum merakla. "Kurtulmadım." Dedi. Neredeyse göz devirecektim ama kendimi tuttum. Onda garip şeyler vardı. Bir şeyler saklıyordu. "Nasıl yani?" Diye sordum anlamayarak. "Ben öldüm." Dediğinde yüzüm sabitti ama tüylerim diken diken olmuş kalbim hızlanmıştı. Öyle gerçekçi söylemişti ki bir an karşımdaki kadının hayalet olabileceğine ihtimal verdim. "Şuan bana hayalet olduğunu mu söylüyorsun?" "Hayır o öyle sanıyor. Beni görürse ikinci kez ölürüm. Bana inanmalısın." Tanrıya şükür! Bir hayalet değil. "Merak etme onu görürsem tekmemin ağzını dağıttığından emin olacağım." "Bir tek ben değilim. Başkaları da var. O, bir çeşit koleksiyoncu gibi benden saatimi aldı. Onların başka birisine daha çok yakışacağını söyledi." İşte bu beni aşan bir durumda. Kimsenin mesuliyetini üzerime alamazdım. "Öyleyse şuan seni aramıyor olmalı." "Oraya tekrar gittiğinde beni göremezse peşime düşer." Kapı aniden çalındığında bakışlarım da aniden cama gitti. Kadın kısa bir çığlık atıp arkama saklandığında yerimden kalktım. Ormanın içinde oturuyordum. Yakınlarda şeker isteyecek bir komşum yoktu ve kimsenin bu saatte buraya gelmesi mümkün değildi. Bir şeylerin devrilme sesi geldiğinde yutkunarak ayağa kalktım. "Yukarı çık ve ilk gördüğün odaya girip kapıyı kilitle geleceğim." "Sen?" "İyi olacağım." "O..." "Eğer gelmezsem kaç. Arka tarafta bir kulübe var oradan kendini koruyabileceğin bir şey bul. Orman'ın içindeki patikayı takip edersen ana yola çıkarsın." Merdivenlere çıktığında son bir kez arkasına baktı ve gözden kayboldu. Kilitli çekmeceyi boynumdaki anahtarla açarken silahımı kılıfından çıkardım. Eğer bir ormanda yaşıyorsanız silahınız mutlaka olmalıydı birde ruhsatlıysa sizden rahatı yoktu. Silahımın kabzasını sıkıca kavrarken namluyu yere tuttum. Poligonda geçirdiğim dakikaların işe yaraması güzeldi. Kapıya yaklaştığımda silahımı yukarı kaldırdım ve emniyet kilidini açtım. Kapımın bir deliği olmaması kötüydü genelde camdan bakardım ama bu durumda camdan bakmak pek cazip gelmiyordu. Kapının bir kez daha çalınmasına izin vermedim. Kapıyı açtığımda karşımdaki adamda, bende namluyu birbirimize doğrultmuştuk. Silahlardan biri sessizliği bölerek sağır edici bir sesle patladığında nefesimi tutmuştum. Sanırım görmediğim bir şey vardı. Ama biliyordum ki fena halde sıçmıştım.
|
0% |