@nazedakoc
|
Heyecanla ve hevesle girdiğim sanat galerisinden rahatsız, gergin ve korkmuş bir şekilde hızla çıkıyorum. Tabloların peşimi bırakmadığını hissediyorum. Duraklıyorum ve yirmi saniye boyunca tabloların gerçek olmadığına kendimi inandırmak için yolun ortasında soluklanıyorum. Bir dakika önce yaşadıklarım aklımın en kuytu köşesinden hızla gözlerime bir perde, kalbime ise hançer misali saplanıyor. Arkamda bıraktığım şaşkın gözlerle bana bakan arkadaşlarımı umursamadan koşuyorum, koşuyorum ve düşüyorum. Ayağa kalkıyor tekrar koşuyorum. Kalbim içinde atlılar koşuyormuşçasına hızla atıyor. Yağmur damlaları, titreyen ince uzun; mavi boyanın mesken tuttuğu parmaklarıma düşüyor. Arkamda hissettiğim hareketlilikle sağ omuzumun ardından bakıyorum, siyah kapişonlu bir adam tenha sokakta peşimden yürüyor. Elinde, gümüş misali parlayan bir bıçak tutuyor. Gözlerini görüyorum...Gözleri, onlar kanlı bir arzuyla parıldıyorlar. Eğer hızlanmazsam o bıçağın kendi kanımla ıslanacağını biliyorum. Hissettiğim garip duyguları hiç bir şekilde anlamlandıramıyorum. Arkamdaki kana susamış ruhu tüm bedenimle hissediyorum; bu tüm bedenimi küçük çaplı zelzelelere maruz bırakıyor. İçimden bir ses bana koşmamı söylüyor. Hiç durmadan koşmamı! Arkama bakmak için yavaşlattığım tempolu koşuyu hızlandırıyorum ve sessiz Fransa sokaklarında delicesine koşuyorum. Yağmur şiddetini arttırıyor ıslanıyorum. Vücudumu esir alan titreme koşuşumu yavaşlatıyor. Yağmur dinene kadar bir yerde beklemem gerek; arabamın galerinin önünde kaldığını hatırlıyorum, ona ulaşmam çok zor. Artık durmam gerekiyor ama ben hızlanıyorum. Barok tarzında inşa edilmiş binaları hızla geçiyorum. Sırılsıklam olana kadar üç blok boyunca koşuyorum. Arkama bakmaya tenezzül dahi edemiyorum çünkü adımların ıslak kaldırımda çıkardığı tok sesi duyabiliyorum. İlk gördüğüm dükkana giriyorum. Çalan zil ile irkiliyorum ve takıların olduğu cam vitrininin arkasında olması gereken kişiye bakıyorum ama beni büyük bir boşluk karşılıyor. Garip bir dürtüyle vitrine yaklaşıyorum burası bir antika dükkanı. İçerisi gotik tarzda dizayn edilmesine rağmen kasvetli değilde huzurlu hissettiriyor. İçimdeki korku bir anda kayboluyor ve ben neden koştuğumu hatırlamıyorum. Vitrinde gözüme çarpan bir kolye var ona doğru yaklaşıyorum. Kolyenin üzerindeki minik çiçeğin zarifliği beni etkiliyor ona daha yakından bakmak istiyorum. Çalan zil sesi ile yeniden irkiliyorum düşünceler tekrar aklıma üşüşüyor. Neden sırılsıklam olduğumu hatırlıyorum. Kendimi arkama bakmak için zorluyorum ama kas katı kesilmiş vücudum buna müsaade etmiyor. Kapişonlu adam ile aynı odada olma düşüncesi beni gerim gerim geriyor ve tüylerimin diken diken olmasını sağlıyor. Titreyen ellerimle düşmek üzere olan kol çantamı kavrıyorum ve içinden yanımda taşıdığım minik maket bıçağımı alıyorum. Bu sırada duyduğum tiz kadın sesi elimdeki maket bıçağnı çaktırmadan çantama geri koymamı sağlıyor. Korkmuş yüzümden eser kalmayan tebessümüm ile yaşlı kadına dönüyorum. Yaşlı kadın yüzünde oluşan tebessüm ile vitrine doğru yürüyor ve benimle konuşuyor. "Bienvenue ma dame" (Hoşgeldiniz leydim.) "Agreable"(Hoşbuldum.) Ona nazikçe cevap veriyorum ve kolyeye bakmayı sürdürüyorum. Bana neden leydim dediğini anlayamasamda bu durumu yaşına ve kibarlığına yoruyorum. Vitrinin arkasında yerini alan yaşlı kadın bakakaldığım kolyeye kısa bir bakış atıyor. "Le collier vous ira très bien. Vous devez redevenir propriétaire. Connaissez-vous le sens?" (Kolye size çok yakışacak. Sahibi yeniden siz olmalısınız. Anlamını biliyor musunuz?) Kadının gaipten gelen sesini ve garip cümlelerini umursamadan başımı sallıyorum. Kolyeyi o kadar çok istiyorum ki olan biten hiç bir şeyi algılayamıyorum. "Non je ne sais pas ce que ça veut dire mais ça ressemble à une fleur très élégante." (Hayır anlamını bilmiyorum ama çok zarif bir çiçeğe benziyor.) Gülümsemesi tüm yüzüne yayılıyor ve bana bilmiş bir edayla bakıyor. "Lavinia" İsmimi söylediğinde irkilerek ona bakıyorum ama o konuşmayı sürdürüyor. "Ils l'appellent la fleur de la mort autour de nous. C'est très gracieux, mais aussi mortel." (Bizim oralarda ölüm çiçeği derler adına. Çok zariftir aynı zamanda da ölümcül. ) Ağzımı açıp 'bizim oralar' derken nereyi kastettiğini sormak istiyorum ama o, kusursuz Fransızcasıyla konuşmama engel oluyor. O kadar güzel bir ses tonu var ki kendimi bulutların üzerinde hissediyorum. O kadar kusursuz konuşuyor ki gerçekliğinden şüphe ediyordum. "Je sais que ce collier vous ira très bien. Mais rappelez-vous, Lavinia apporte la mort." (Bu kolye size çok yakışacak biliyorum. Ama unutmayın Lavinia ölümü getirir.) Kadının sözleri ile ürperdiğimi hissediyorum. Bir yandan hemen buradan gitmek bir yandan da kolyeyi satın almak istiyorum. Vitrinin köşesindeki mumların bir anda söndüğünü görüyorum yaşlı kadına baktığımdaysa onun artık yerinde olmadığını ortadan kayboldulduğunu fark ediyorum. Yaşlı kadının nereye kaybolduğunu ve kolyeyi neden bu kadar istediğimi anlayamıyorum. Kolyenin üzerimde bıraktığı duygular beni bir girdaba sokuyor. O, beni kemiren tanıdıklık hissini aşamıyorum. Ardından zil tekrar çalıyor. Neden bu dükkana sığındığımı anımsıyorum. Önce bedenim korkuyla kasılıyor, gerginlik tüm bedenimi ele geçirirken yerimde donduğumdan olsa gerek yavaşça arkama bakma gereği duyuyorum. Vücudumu o kadar sıkıyorum ki kaslarım yorgunluktan sızlıyor. Anlık bir cesaret ile kapıya dönüyorum. Kapişonlu adam karşımda değil. İçeriye giren kişi benim gibi yağmurdan buraya sığınmış sadece. Yaşlı kadını görmek amacıyla vitrinin ardına bakıyorum ama o geri gelmemiş onun yerine orta yaşlı bir adam karşılıyor beni. Elindeyse kolyeyi tutuyor. "Madame, allez-vous acheter le collier ?" (Hanımefendi kolyeyi satın alacak mısınız?) Adamın sorusuyla kendime geliyorum ama aklımda tek bir soru var. "Où est passée la vieille dame qui s'est occupée de moi ?" (Benimle ilgilenen yaşlı kadın nereye gitti?) Sorumu duyan adam bana garipçe bakıyor ve gözlüğünü burun kemerine oturtuyor. Yüzündeki ifade bu durumdan sıklıdığını gösteriyor. "Quelle vieille femme ? Je me suis occupé de toi jusqu'à présent. Si cela ne vous dérange pas d'acheter le collier, je le remplacerai."(Hangi yaşlı kadın? Şu ana kadar sizinle ben ilgilendim. Kolyeyi almayı düşünmüyorsanız yerine koyacağım.) Şokla adamın yüzüne bakıyorum. Yaşlı kadını tanımadığına inanamıyorum. Yalan söylediğine o kadar eminim ki kadına ne yaptığını sormak ona, bağırmak istiyorum. Beni kandıramayacağını söylemek istiyorum. İçimden bir his bugün ikinci defa bana komut veriyor. O sesi dinliyorum ve etrafıma bakıyorum. Burası yaşlı kadnın antika dükkanı değil. Burası lüks bir kuyumcu dükkanı. Burada o gotik tarzda tasarlanmış minik dükkandan eser yok. ❁ Umarım beğenmişsinizdir. Gözünüze batan yazım yanlışları varsa özür diliyorum, kendileriyle pek anlaşamıyorum. Oylamayı unutmayın. ♡ |
0% |