@nefelicalliope
|
Fısıltı Perisi: Kasabaya çok erken saatlerde bir yabancının geldiği duyumunu aldım. Sanırım yabancının buraya gelişi de Mayda ile ilgili, aramızda kalsın ama konuşmadığı ve küs olduğu kız kardeşi olduğundan bahsediliyor. Bu arada bugün büyük gün! “Serenity Cove” açılışına davetlisiniz. Kim bilir belki ben de oradayımdır. Belki her yerde, belki de hiçbir yerdeyimdir… Gökçeağaç kasabası gizemlerle dolu bir güne daha başlıyor. Günaydın! Bu kısmı Nariya’ dan okuyacağız…
“Bir şeyin ya da birinin sizi nerede ve ne zaman etkileyeceği sizin elinizde değildir. En mahrem hissettiğiniz yer, en korunmasız olduğunuz yere dönüşebilir…” Nariya, motosikletinin motorunu durdurduğunda etrafı saran sessizlik ve sabahın ilk ışıkları, kasabanın tanıdık ama bir o kadar da unutulmuş havasını geri getirdi. Göl kıyısına vardığında güneş henüz ufukta belirmemişti. Sabahın serinliği tenine vururken, çantasından çizim defterini çıkardı ve çakılların üzerine sessizce oturdu. Derin bir nefes aldı. Çocukluğunun saklanma yeri olan bu göl kıyısına geri dönmek, sanki yıllar sonra bir yuvaya dönmek gibiydi. Her şey çok değişmiş olsa da, gölün kenarındaki bu huzur hiç değişmemişti. Sabahın dinginliği, rüzgarın hafif hafif esmesi ve kuşların uyanma sesi, içinde bir şeyleri yavaşça yerine oturtuyordu. Defterini açtı, kalemini eline aldı ve gölün sessizliğine kendini kaptırdı. Çizimleri hep onun en güvenli limanı olmuştu. Çizdikçe kendini buluyordu, kalem her harekette içindeki karmaşayı yatıştırıyordu. Bir süre boyunca sadece gökyüzünü ve gölün yüzeyindeki dalgaları resmetti. Güneş doğarken, renkler yavaş yavaş canlanıyordu. Sabahın bu büyülü anı, onun en sevdiği anlardı. Gölün kenarında yapayalnız, sadece kendi iç sesiyle baş başa olmak... Ne kardeşlerinin soruları, ne geçmişin acıları, ne de geleceğin belirsizlikleri vardı şu anda. Sadece o ve kalemi. Derken, uzaktan bir hareket fark etti. Kıyıdan biraz ötede, gölün karşısındaki çimenlerin arasında bir adam duruyordu. Gözleri o kadar doğal bir şekilde ona kaydı ki, sanki o anın bir parçasıymış gibi. Adam, sanki bu dünya ile arasında bir bağ yokmuş gibi, gölün karşısında dikiliyordu. Çizim yaparken odaklandığı şeyler genellikle doğaydı, ama bu adam... Bu adamı resmetmek için içten bir istek duydu. Kalemini hızla hareket ettirdi, çizgiler yavaşça adamın siluetine dönüştü. Adamın duruşu, rüzgarla hafifçe dalgalanan saçları, omuzlarındaki gizli bir yükü taşıyormuş gibi ama bir yandan da derin bir huzur bulmuş hali... Nariya, onu çizerken kendini ona bir adım daha yakın hissetti. Belki de aynı türden bir yalnızlık paylaşıyorlardı. Adamın yüzü, net bir şekilde görünmüyordu ama hissettiği şey, çizimlerinde beliriyordu. Her hareketi, her adımı... Bir süre onu izledikten sonra, adam Nariya’nın bakışlarını fark etmiş gibi dönüp ona doğru yürümeye başladı. "Sabahın bu saatinde pek kimseyi gölde bulmayı beklemezdim." Nariya, onun sesini duyduğunda kalemi durdu, ama başını kaldırmadı. Çizimine son bir dokunuş yaptıktan sonra gözlerini ona çevirdi. "Burası, sessizliğiyle meşhurdur. Herkes uyanmadan önce gelmek en iyisidir." Adam, Nariya’nın yanına oturmadı ama durduğu yerden ona doğru hafif bir gülümseme ile baktı. Yüzünde tanıdık bir yumuşaklık vardı, ama ikisi de birbirine yabancıydı. "Sen de bu sessizliği sevenlerdensin demek. Ne çiziyorsun?" Nariya, ona defterini göstermeden cevap verdi. "Sadece gölü. Ve belki... Seni." Adam şaşırmış gibi başını eğdi, ama hoşnut bir gülümseme yüzüne yayıldı. "Sanırım bu sabah kendimden habersiz bir sanat eseri olmuşum." Nariya hafifçe gülümsedi. Konuşmak için burada değildi, ama bir şey onu bu adamla birkaç kelime daha etmeye itiyordu. "Her şey bir sanat eserine dönüşebilir, sadece nasıl baktığınla ilgili." Gölün üzerinde güneş tamamen yükselmeye başlamıştı. Gökyüzü pembeden turuncuya, sonra altın rengine dönmüştü. O an, Nariya’nın içindeki yalnızlık yerini garip bir şekilde bir tür rahatlamaya bırakıyordu. "Sadece gölü çizeceğini sanmıştım ama benim gibi biri de ilgini çektiğine göre, belki sabahın büyüsü beni daha çekici kılmıştır." "Gözlemler bazen çizmekten daha önemlidir. Bazen birini çizerken, ona dair pek çok şey keşfedersin." Adam gülümsedi ve derin bir nefes aldı. "Belki bir gün çizimimi görme şansım olur." Nariya, adını dahi bilmediği bu adamla daha fazla konuşmaktan kaçındı. Kalkıp çizim defterini çantasına koyarken, ona son bir kez baktı. "Belki bir gün." Haylazca gülümsedi. Aynı gülüşü damın da sergilemesi Nariya’ da tuhaf bir hisse dönüştü. Böyle bir şeyi beklemiyordu. Derinliklerimde yavaş yavaş nabız gibi atmakta olan kızgın lav, harekete geçti ve vücudum adeta alev aldı. Ani dayanılmaz bir arzuyla titredim. Ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerimi açtığımda arzu vücudumda zehirli bir yılan misali geziniyordu. Göğüs uçlarım sertleşti ve karın kaslarım cinsel bir açlıkla titreyip kasıldı. Boğazım tıkandı. Güçlükle nefes aldım. Serin havaya rağmen kıyafetlerim tenime yapıştı. Bu duyguyu hiç bu kadar güçlü hissetmemiştim. İsteğimi bastırmak ve kendimi mahrum bırakmak benim için zordu. Burası eskiden de olduğu gibi kendimi güvende ve rahat hissettiğim bir yerdi. Ama şu an hiçte öyle değildi. Sınırlara ve mahremiyete özen gösterirdim ve bana da öyle davranılmasını isterdim. Dürtülerime teslim olmadan, tüm bunları aklımdan uzaklaştırdım. Adam, Nariya’nın bu gizemli tavrından memnun gibiydi. Onu rahatsız etmeden orada durdu, güneşin tam anlamıyla doğuşunu izlerken Nariya motosikletine doğru yürümeye başladı. Bir an için geri dönüp ona bakmayı düşündü, ama sonra vazgeçti. Motoru çalıştırdığında, adama son bir kez göz ucuyla baktı. Sessizlik, gölün kenarında tekrar hüküm sürüyordu ve Nariya, o tanımadığı adamın resmini bir sır gibi saklayarak kasabaya doğru yola çıktı. İçinde bir rahatlama vardı, ama aynı zamanda yeniden kardeşleriyle yüzleşmek için bir gerginlik de taşıyordu. Gölün huzuru kısa süreliğine ona iyi gelmişti, ama şimdi gerçek hayatla yüzleşme vaktiydi. Adam, Nariya’nın motosiklet sesi uzaklaştıkça gözlerini gölün üzerinde gezdirdi. Sabahın serinliği ve günün ilk ışıkları, içindeki karmaşayı dindirmek için yetmiyordu ama o, her zamanki gibi, sessiz kalmayı tercih etti. Genç kadının göl kenarından çekip gidişi, geçmişinden bir hatıra gibi ona ağır bir şekilde dokunmuştu. İçinde bir merak ve aynı zamanda derin bir çekingenlik vardı. . Onun sessizliğinde bir benzerlik bulmuştu sanki. Belki de, başka birini hayatına almak konusunda hala çok yaralıydı. Ama Nariya'nın çizim yaparken ki duruşu, ellerindeki zarif hareketler, güneşin ilk ışıklarının onun yüzüne düşüşü... Adam, o anın büyüsüne kapılmıştı. Nariya’nın motosikleti uzaklaştıkça, kendi geçmişinin izleri ona daha da yaklaşmış gibiydi. Bir yabancının onu çizmiş olması garip bir şekilde rahatsızlık verici değildi. Aksine, uzun süredir birisi tarafından fark edilmemiş gibi hissediyordu. Ama bu kadının ona dair hiçbir şey bilmemesi, onu rahatlatmıştı. Nariya, ona baktığında onun içinde neler yaşadığını, hangi savaşları verdiğini veya neler kaybettiğini bilmiyordu. Belki de bu yüzden onu o kadar dikkatle gözlemleyebilmişti. "Beni sadece bir anın parçası olarak gördü... Oysa ben bir zamanlar her anı kontrol etmeye çalışıyordum. Şimdi ise sadece bir gölgeyim." İçindeki derin boşluk, Nariya'nın çiziminde bile kendini hissettiriyor gibiydi. Bir zamanlar özel harekatçıydı; hayatı, ölümle yaşam arasında ince bir çizgide geçmişti. Mesleğini bırakmak, onun için belki de verdiği en zor karardı. O zamanlar ailesine ve birkaç dostuna, sadece işi bıraktığını söylemişti. Ama işin gerçek yüzü çok daha karanlıktı. Yaşadığı travmalar, hayatının her anını işgal ediyordu. Bir operasyon sırasında gördükleri, yaşadıkları, içini kemiren o suçluluk duygusu... Ve ardından gelişen o elim olaylar zinciri hepsi boğazını sıkıyor nefes almasına engel oluyordu. Hepsi, onu tüketmişti. Bu göl kıyısına gelmek, aslında sadece bir kaçıştı. Bir şekilde buranın sessizliği, ona içindeki fırtınayı bastırma fırsatı veriyordu. Ama bu sabah farklıydı. Nariya’nın bakışları, onu istemeden de olsa görünür hale getirmişti. "Beni gören birinin, beni gerçekten anlayamayacağını sanıyordum... Ama o kadın... Onun çizgilerinde farklı bir şey var." Nariya'nın ardından göl kenarına çömelip taşları eline aldı. Soğuk suyun kenarında duran çakılları avuçladığında, her şeyin geçmişte kaldığına kendini ikna etmeye çalıştı. Ama biliyordu ki, geçmişi ona ne kadar uzak görünse de, hala zihninin derinliklerinde yaşayan bir şeydi. Sadece kimse bunu göremiyordu. Görmesini de istemiyordu. Geçmişte yaşadığı o acı dolu olaylar, onu bugünkü haline getirmişti. Görev sırasında verdiği kayıplar, yaptığı hatalar… Geri dönüp bir şeyleri değiştiremezdi, ama o travmalar hayatının her anında ona eşlik ediyordu. Bir zamanlar insanları korumak için her şeyini veren bir adamken, şimdi kendi ruhunu korumak için bir yabancıya dönüşmüştü. Nariya'nın motosikleti tamamen kaybolduktan sonra bile gözleri gölün karşısında sabitlenmişti. O sırada içinden, onu geride bırakan Nariya'nın çizdiği resmin neye benzediğini merak etti. Belki de Nariya, onun farkına vardığından çok daha fazlasını çizimlerine dökmüştü. Ama adam, bir daha bu kadını görüp görmeyeceğini ya da o çizimleri eline alıp almayacağını bilmiyordu. Tek bildiği, sabahın bu serin saatinde, bir yabancı tarafından görülmenin tuhaf bir şekilde rahatsız edici olmadığıydı. Geçmişinden kaçarken, birinin onu gerçekten fark etmesi... Belki de iyileşme yolunda atılan bir adım olabilirdi. Ama henüz bunun için hazır değildi. Ailemin evine yaklaştığımda, evin olduğu yöndeki yola girmemle motorumun gürültülü sesiyle beraber ardımda bıraktığım toprağın havalanmasına dönüp bakmamla hatıralarımın o ağır toz bulutu gibi üzerime geldiğini hissettim. Buraya gelmekle doğru bir karar mı vermiştim hala emin değildim. Ama Mayda’ nın onun yanında olmama ihtiyacı vardı. Geleceğim saati haber vermemiştim. Evin bahçe kapısına gelip motorumu gürültülü bir şekilde susturduktan sonra şirin bir köpeğin bir süredir bana havladığını duydum. Motoru park ettikten sonra kaskımı çıkartıp karışan saçlarımı düzelttim. Ardından hala havlamakta olan köpeği sevdim. “Şşş ben yabancı değilim sevimli şey ve bir süre buradayım. Yani bana alışsan iyi edersin. Seninle anlaşacağımızı düşünüyorum.” köpeği sevdikten sonra arkada bulunan sırt çantamı alıp evin bahçesinden içeriye girdim. Ev sessiz görünüyordu. Acaba evde yok mu? diye, içimden geçirerek kapıya yöneldim ve eskiden annemin anahtarı sakladığı yere yöneldim. Tam o sırada kapı gürültüyle açıldı. Uyku mahmurluğu hala üzerinde olan Mayda zaten kocaman olan gözlerini hayretle açmış bana bakıyordu. Bense elim havada asılı kalmış ve ne diyeceğimi bilemez bir halde ona bakıyordum. Bir insan sabahın bu saatinde nasıl bu kadar güzel olabilirdi. Mayda her zaman öyleydi işte… İsmimi neredeyse haykırarak üzerime atıldı. “Nariya! Geldin!” Beni boğarcasına sarıp sarmalamasına izin verdim. Ben ona sıkıca sarıldım. Onu özlemiştim. Kokusu annemin kokusuna benziyordu. Beni bırakıp yüzümü mutluluğunu saklamadan incelmeye başladı. “Geleceğim demiştim.” “Hoş geldin canım, gelsene içeriye girelim kapıda kaldık.” O sırada beni tekrar koklamaya çalışan köpeğe baktım ve gülümseyerek başını okşadım. “Tarçınla tanışmışsınız.” dedi, Mayda da tebessüm ederek. “Evet, demek ismi Tarçın. Senin mi?” “Evet, şey yani buraya geldiğimde bir gün benim hayatımı kurtardı. Yani o gün bugün birlikteyiz.” dedi, geçmişe gittiği yüzünden belliydi. Hayatını mı kurtardı?” şüpheyle ona baktım. “Uzun hikaye daha sonra anlatırım. Hadi gel. Yorgunsundur, motorla gelmişsin?” sağ tarafımdan eğilip her zaman hayranı olduğu motoruma sırıtarak baktı. İçeriye girerken, “Motorumdan uzak duracağına söz ver Mayda!” Sesimdeki ikaz onun geri çekilmesine neden oldu. Ve gönülsüzce, “Peki, uzak duracağım.” Hiç inandırıcı olmayan ifadesi ve sesini ardımda bırakarak salona girip çantamı masanın üzerine bıraktıktan sonra etrafı inceledim. Peşim sıra içeriye yanıma gelen Mayda beni dikkatle süzüyordu. “Gerçekten de buradasın.” “Gelmemi beklemiyor muydun?” “Gelmeni umuyordum hem de çok ve iyi ki geldin. Beliz ve Sayina hala uyuyor. Onlarda seni görünce çok mutlu olacaklar. Otursana, bir şey içmek ister misin? Ya da kahvaltı?” Sesinde heyecanla karışık panik bir hava vardı. Sanki her an çekip gidecekmişim gibi ara sıra yüzüme kaçamak bakışlar atıyordu. Aralıksız konuşması da bu yüzdendi. “Sakin ol Mayda, hiçbir yere gitmiyorum. Şimdilik… Ve evet kahvaltıdan önce sert bir kahve iyi gelir. Ben banyoya gidebilir miyim?” “Benim odamdaki banyoya gidebilirsin. Ben de bu sırada kahveyi demlerim. Ayrıca gidebilir miyim diye sormana gerek yok canım, burası senin de evin, rahatına bak.” dedi, tebessüm ederek mutfağa yöneldi. Masanın üzerinden çantamı alarak, merdivenlerin basamaklarına yöneldim. Ardından kısa süre sonra kendimi Mayda’ nın odasında kapısı kırılmış olan banyo kapısına bakarken buldum. “Bu da neyin nesi?” diye kendi kendime fısıldarken, Mayda’ nın adımlarını arkamda hissettim. Gülüyordu. Hayretle ona döndüm ve kapıyı işaret ederek, “Bu damı uzun hikaye?” diye sorarken, Mayda onaylarcasına başını salladı ve “Havlular dolabın alt çekmecesinde, onu söylemek için gelmiştim. Kahve on dakikaya demlenmiş olur.” dedi ve yüzünde aptal bir tebessümle beni yalnız bıraktı. Duşumu hızlı bir şekidle alıp, Mayda’ nın yanına indim. Kahvenin taze kokusu her yere yayılmıştı. Zihnim şimdiden sadece bu kokuyla bile açılmaya başlamıştı. Bir süre kahve eşliğinde sohbet ettik. Ona sabah gördüğüm adamdan bahsetmedim. Bir süre sonra Beliz ve Sayina alt kattaki misafir odalarından çıkarak yanımıza geldiler. Beliz sabah duyduğu gürültüden şikayet ettiği an beni görünce yerinde donup kaldı. Sayina ise önce uyku mahmuru gözlerini ovuşturdu. Ardından da havaya zıplayarak adımı çığlık atarcasına söyleyip boynuma sarıldı. Bütün kardeşler bir araydı işte… Hem de çok uzun bir zaman sonra… Her şeye ve herkese rağmen… Beliz pek konuşmamış, banyoya girip çıktıktan sonra kahvaltıyı hazırlamaya başlamıştı. Mayda da ona yardım ederken Sayina beni konuşturmaya çalışıyor. Hayatımda neler olup bittiğini öğrenmeye çalışıyordu. Anlatmaya pek hevesli olmadığımı bildiği halde üzerime geldiği bir anda Beliz’ in ve Mayda’ nın bizi bahçedeki kahvaltı masasına çağırmasıyla ondan ve sorularından bir nebze de olsa kurtulmuştum. Üçü de gündemin ana başlığı olan spa merkezinin bugün açılmasıyla ilgili konuşuyorlardı. Hararetle sohbet etmekte olan kardeşlerimle, kahvaltı etmek için masaya oturdum. Uzun, çok uzun bir zamandan sonra bunu yapmak biraz tuhaf hissettirmişti. Beliz, “içeriye girdiğinden beri tek kelime etmedin. Ne oldu?” dedi, alaycı bir bakış atarak ağız dolusu menemeni yemekle meşguldü. Gözlerimi devirdim. Beliz’ e göre dövmeyle uğraşmak bir meslek değil hobiydi. Ben ise işimde başarılı olarak Beliz’ in tavsiyesinin yanlış olduğunu kanıtlamıştım. Heves kıran lafları bana işlememişti. Her açıdan benden daha güzel, başarılı ve zeki olabilirdi. Bunu pek sık dillendirmezdim. Benim daha genç olduğumu ve kendime zaman tanımam gerektiğini söylerdi. Dövme konusunda dünyanın en büyük sanatçılarından biri olma hayalimin peşinden gitmiştim. Ama gidişimin tek sebebi bu değildi… Bir gün kendi yerimi açacaktım. Ve o gün çok ama çok yakındı sadece Beliz’ in bundan haberi yoktu. Gözlerini bana çevirdiğinde tek kelime etmeden başımı iki yana salladım. Tekrar bu konunun açılmasını ve konuşulmasından rahatsız hissediyordum. “Yapma!” Bir anlığına bu konuyu kurcalamaktan vazgeçecekmiş gibi göründü. Konuyu değiştirip kontrolü elimde tutmak ve insanların dikkatini başka yöne çekmek gibi bir yeteneğim vardı. En gençleri ben olsam da onlar farkında değildi ama otoriter bir kişiliğe sahiptim. Baskın karakterli ve istediğini yaptırandım. “Biriyle görüşüyor musun?” Bu soruyu gerçekten de o mu sordu diye yüzüne bakmam gerekti. “Bazılarımız özel hayatının özel kalmasını istiyor.” Omuz silkti, “Zaten ne zaman anlattın ki.” “Zaten senin de beni pek merak ettiğin söylenmez değil mi?” Aslında soru sormamıştım. “Merak etmemize izin mi veriyorsun?” “İzin istemene gerek olacak şeyler yapmamalıydın o zaman!” “Nariya! Kendine gel!” “Ben gayet kendimdeyim Beliz! Bence sen kendine gel. Buraya sizinle özel bir bağ kurmaya gelmedim. Mayda için buradayım.” Beliz’ in gözlerindeki çakan şimşeklere aldırış etmeden sesinin kontrolünü tekrar eline alarak, konuşmaya devam ettim. “Şimdi müsaade edersen kahvaltımı huzur içinde yapmak istiyorum.” “Nariya lütfen yapma. Beliz bizim ablamız. Hem bu anı böyle mahvetmeyelim.” diyen Sayina’ ydı. Nazik olmaya çalışıyordu. “Bana hiçbir zaman ablalık yapmadı. Kendi adına konuş lütfen Sayina. Kimsenin kalbini kırmak istemiyorum.” “Üzgünüm.” Sesi bir fısıltıdan ibaretti. Mayda içli bir nefes aldı. “Bende üzgünüm Nariya…” “Geçmişi konuşmaya gelmedim. Ama eğer geçmişin hesabını ortaya dökmek istiyorsanız da buna karşı çıkmam. Ama şimdi değil. Dediğim gibi buraya senin spa merkezinin açılışı için geldim.” “Haklısın. Tüm bunları bir kenara bırakmalıyız.” dedi, Sayina olayın kötüye gideceğini bilerek. Beliz inadından tek kelime daha etmemişti. Sessizce kahvaltısını yapmaya devam ediyordu. Ama bunu arkasının geleceğini biliyordum. Dudağımın büküldüğünü hissettim. Duruşundan bana nutuk çekmek üzere olduğunu anladım. Tam o anda, Size afiyet olsun ben odaya yerleşeceğim.” diyerek bunu yapmasına müsaade etmeden masadan kalktım. Böylelikle kahvaltı faslını da bitirmiş oldum. Eskiden çocukken benim olan odama geçtim. Yatağımın üzerine oturup pencereden dışarıyı seyretmeye başladım. Partilerden, açılışlardan ve eğlencelerden nefret ediyordum. Önemli de olsa bazıları çoğunlukla kasıntı tiplerle doluydu. Ve ben o tiplerden bıkmıştım. İşim gereği sürekli buna maruz kalmıştım. Sahte ve ikiyüzlü insanların maske takarak baloya gelmesi gibiydi hepsi. Bakışları dostane olan birkaç istisna dışında bu durum hiç şaşmazdı. Herkes açılışla kafayı bozmuşken benim düşünebildiğim tek şey gölde gördüğüm adamdı. Düşüncelerimle baş başa kalmışken kapımın tıklandığını duydum. İçimden hangisi acaba diye geçirerek, “Gel.” dedim. Kapı aralandı ve Beliz’ le Sayina odaya girdi. Beliz ve Sayina umutsuz bir vaka olduğumu tahmin etmişlerdi ki bu pek de gizli bir durum değildi. “Her ihtimale karşı bir elbiseyi senin için getirmiştim.” diyerek, bana yaklaşan Sayina oldu. Beliz, az önce atışmamışız gibi sakince kapıya yaslanmıştı. Elinde beyaz tenimin üzerinden nehir gibi akıp gidecekmiş gibi görünen, açık mavi ipek kumaştan güzel bir elbise tutuyordu. Elbise göz alıcıydı ve daha önce bu tarza yakın çok elbisem oldu. Giydiğim ve artık bıktığım için hepsini vermiştim. Tek bir bakışla mükemmel bir kesimi olduğunu anlamıştım. Sayina’ nın zevki her zaman iyiydi. “Ama nasıl?” “Bu elbiseyi özel bir gece için bir yıl önce almıştım ama hiç giymedim. Başkasına vermeye de hiç kıyamadım. Sana çok yakışacağına eminim.” Benden ses çıkmayınca Sayina bana, “Bütün gün orada öylece durup bakacak mısın? Yoksa deneyecek misin?” diye sordu. Tereddüt etmeden elbiseyi elinden aldığımda başarı hissi veren gülümsemesi yüzüne yayıldı. Hemen üzerimdekileri çıkartıp elbiseyi giydim. Sayina’ dan çekinmiyordum. Birbirimizi daha önce de çıplak görmüştük. Biz kardeştik ve bir zamanlar aynı odayı paylaşıyorduk. Elbise sanki benim için yapılmıştı. Bedenlerimiz birbirinden çok farklı değildi. O biraz daha ince ve uzunken benim vücudum onunkinden biraz daha kıvrımlıydı. Ama yine de üzerime kalıp gibi oturmasını beklemiyordum. Sayina aklımı okur gibi bana baktı ve “Yakışacağını biliyordum ama bu kadarını ben de tahmin etmemiştim.” dedi, Aynaya baktığımda uzun zamandır bu tarz giyinmediğim için yansımamı tanıyamadım. Seri hareketlerle çıkartıp yatağa fırlattığım, motorcu ceketime ve deri taytıma bir anlığına özlemle baktım. Sayina bakışlarımı takip etti ve “Onlara öyle bakmamalısın.” diyerek, başını sağa sola çevirdi. “Bugün bunu giyeceksin.” Yüzünde haylaz bir gülümseme vardı. Elbisenin ön tarafı pek de olmayan göğüslerime dikkat çekiyordu. Ayak bileklerime kadar iniyor. Sırt dekoltesi de popomun tam üzerinde bitiyordu. Buz mavisi gözlerimle olan ton detayı uyumu ise inanılmazdı. Gözlerimi öne çıkartıyordu. Sayina bir kere daha güldü. “İtiraf et sen de bayıldın? Muhteşem görünüyorsun Nariya, saçlarını kesinlikle dağınık bir şekilde toplamalısın.” Elbisenin aşırı seksi olduğunu inkar edemezdim. Ama umurumda değildi. Yine de onu kırmamak için tebessüm ettim. “Cidden mükemmel, teşekkür ederim.” Buz gibi gözlerim yüzünden mi bilmem ama genelde soğuk ve uzak bir yapım vardı ve pek tebessüm etmekten hoşlanmazdım. Bu da bana zamanında doğal olmayan tebessümlerimden kalan bir hediyeydi. Sayina’ nın yüzü neşeyle parıldadı ve bana gelip sarıldı. Bu ani yakınlık irkilmeme sebep olsa da onu kendimden uzaklaştırmadım. Beni bırakıp bir adım gerileyip, “Enfes görünüyorsun.” dediğinde, yüzümü ekşittim. Kelime seçimi daha kötü olur muydu bilemedim. Gözlerimi devirdim. “Pekala artık konuyu değiştirebilir miyiz?” Bu cümle kalıbı artık benim sınırım halini almıştı. Söylediğimde gerçekten de beni rahat bırakmaları gerektiğini biliyorlardı. “Tamam üzerine gitmeyelim. Hazır bunu kabullenmişken.” dedi, Beliz dominant ses tonu ile hala kapıya yaslanmış bir haldeydi. Anlık heyecanım birdenbire son bulmuştu işte bu tarz şeylerin bende ki etkisi bu kadardı birkaç dakika ya da birkaç saat. “Belki de burada yeni biriyle tanışırsın.” Hevesini kursağında bırakacak derecede katı bakışlarımı Beliz’ e çevirdim. Tek kelime etmeden onu geri adım atması konusunda uyarmıştım. Bunu ellerini havaya kendini savunurmuş gibi kaldırıp, “Pekala bir şey demedim.” diyerek yanımdan uzaklaşmasından anladım. Beliz tam arkasına dönüp kapıdan çıkacakken Mayda içeriye geldi. “Nariya, çok güzel olmuşsun. Her zaman güzeldin. Çok yakışmış.” dedi, Ee, kızlar hadi bakalım biz de son kontrolleri yapıp hazırlanmaya başlayalım.” dediğinde, ben üzerimdeki elbiseyi çıkartmakla meşguldüm. Kızlar çıkarken, Mayda’ ya seslendim. “Sanırım ben biraz kumsalda yürüyeceğim. Size daha sonra katılsam olur mu?” “Elbette olur. Hatta giderken Tarçını da yanına al. Sana rehberlik eder.” Omuz silktim. “Keyfi bilir.” Mayda çıkarken, sırt çantamdaki siyah kısa kot şortumu ve üzerine siyah askılı bluzumu giymeye başladım. Saçlarımı dağınık bir şekilde öylesine tepemde topladım. Sıcak beni bunaltmıştı. Dolaptan bir şişe soğuk su alıp kapıya çıktım. Ben ayakkabılarımı giyerken Tarçın yine yanıma gelmişti ve kuyruğunu hevesle sallıyordu. Birlikte gitmemiz şart olmuştu. Kumsalda ki yürüyüşüm tahminimden uzun sürdü. Eve döndüğümde kızlar çoktan hazırlanıp çıkmışlardı. Tekrar duşa girdim ve hazırlanıp evden çıktım. Bu kıyafetle motora binmek zor olsa da umurumda değildi. Mayda’ nın spa merkezinin önüne geldiğimde bir anlığına oradan geri dönsem mi acaba düşünmedim değil. Motoru uygun bir yere park edip indim. Ve kapıya gidip girişte durdum. Herkes şık giyinmişti. Bu görüntü zihnimin geçmişe gitmesine sebep oldu. Attığım her adımla sanki felaketime yaklaşıyormuş gibi hissediyordum. Arkamı dönüp eve koşmamak ve üzerimi değiştirmemek için kendimi zorluyordum. Ayağımdaki topuklu ayakkabılar bunu yapmama engel olan tek şey değildi. Beni fark eden Sayina, yanıma gelip koluma girdi. Temasından çok hoşlanmasam da ona izin verdim. “Sakın kaçmayı düşünme!” Beni bu kadar iyi okuması normal olamazdı. Zoraki gülümsememe, sırıtışıyla karşılık verdi. “Gülümsemene gerek yok. Sakin ol yeter. Bu Mayda’ nın günü ve bizi yanında istedi.” Her zaman ki gibi çok mantıklı konuşuyordu. Tüm günün içimde olan biteni bastırmaya çalışarak geçeceğini düşünmek midemin burulmasına neden oldu. Katlanacaktım. Sayina da pek vazgeçeceğe benzemiyordu. Durum vahimdi. İçeriye girdiğimizde kokteyl tarzı bir kutlama olduğunu gördüm. Sayina bize bir masa seçti. İçerisi ferahtı, Mayda gibi burayı da kendisine benzetmişti. Açık tonlar, beyazlar ve uçuk maviler birbirini tamamlıyordu. Her yer aşırı temiz ve güzel görünüyor ayrıca çiçek bahçesine girmişsiniz gibi üzerinize hücum eden kokuyla karşılıyordu. Onu karşımda görmeyi beklemiyordum. Bu bir tesadüf müydü? Yüzündeki tuhaf ve donuk ifade soğuk bana kendimi anımsattı. Hep mi böyleydi? Yoksa beni karşısında gördüğü için miydi? Sonra aklıma onu gölde gördüğüm an geldi ve o zaman da bu ifadeyi takındığını hatırladım. Aklımdan bu düşünceyi uzaklaştırdım ve etrafı incelemeye devam ettim. Kalabalıktı. Beni rahatsız edecek kadar. Aklım kaç diyordu. Evet yalnızca bir tesadüftü. Öyle olmalıydı. Sonra etrafıma baktığımda farklı bir şeyi daha fark ettim. Buradaki insanların etrafına yargılayıcı bakışlarla bakmadığını gördüm. Uzun zamandır buna hiçbir yerde rastlamamıştım. Ayrıca samimi gülüşleri neredeyse içimi ısıtacaktı. Neredeyse… Uzun ince bacaklar, dolgun dudaklar, parlak ve kıskanç açgözlü kadınlar yoktu. Ya da seni yiyecekmiş gibi bakan erkekler. Kıvrımlı bir vücudum, siyah saçlarım ve buz mavisi gözlerimle alışılmadık bir fiziğe sahip olduğum söylenebilirdi. Fakat zarafet konusunda ki eksiğimi tutkulu tavrımla perdeleyebiliyordum. Fısıldayarak kinayeli konuşmalar ve bakışlar da yoktu. Bir yerlerde onu beklediğime değecek biri vardı. Gözlerime bakıp olduğum kişiyi anlayacak ve sevecek biri… Ben bunları düşünürken o karşımda ayakta duruyor ve içeceğinden tepkisiz bir şekilde içiyordu. Yanında duran adam ona bir şeyler anlatıyordu. Ama onu dinliyor muydu emin değildim. O sırada Mayda, beni kolumdan tutup sürüklemeye başladı. Ardına dönüp bize sonradan katılan Beliz ve Sayina’ yı da çağırdı. “Hadi gelin sizi arkadaşlarımla tanıştıracağım.” Hangi yöne gittiğimizi görünce kalbim sıkıştı. Onun olduğu yöne gidiyorduk ama bir dakika az önce sadece ikisi varken şimdi yanlarına iki kadın ve bir erkek daha gelmişti. “Selam, kız kardeşlerimle resmi olarak tanışmadınız.” dedi Mayda tatlı sesiyle, kendimi anlık mezuniyet törenindeymişim gibi hissettim. İçimden tanışmaya çok da hevesli olmayan beni es geçsen olmaz mı? dedim. Mayda hevesle “Beliz, ablam en büyüğümüz o.” dediğinde, Beliz gülümseyerek “Merhaba.” dedi. Mayda sırasıyla; “Yakup, Yağız, Selin, İlay ve ona gelince de Ilgar.” dedi. Hepsi de Beliz’ le tokalaşmak için elini uzattı. Mayda Sayina’ yı da aynı şekilde tanıttı. Ardından bana döndü. İsmim dudaklarının arasından cıvıldar gibi çıktı. “Merhaba, hoş geldiniz.” dedi, Yakup dediği kişi ardından da elini uzattı ve diğerleri de aynı şeyi yaptı. Sıra ismini henüz öğrendiğim ve bununla beraber anlamını merak ettiğim yabancıya geldiğinde, “Merhaba.” dedi, elini uzatarak tok kendinden emin sesi içimde bir yerlere dokundu. Elimi uzattım elleri sıcak ve büyüktü. Sıcacık avuçlarından içime işledi sanki tam elimi çekecekken yüzük parmağımın içine yaptırdığım dövmedeki yazıyı sadece ikimizin duyacağı şekilde fısıldadı. “Merhaba kusurlu.” Yazı İngilizce ve çok inceydi. Görmesi ise neredeyse olanaksızdı. Ama o görmüştü. İfademin şaşkın olduğundan emindim ama verecek cevabım da yoktu. Elimi usulca çektim. Neyse ki az önce tanıştığım Tunahan’ ın yanımıza gelmesiyle gerilimim hafifledi. Tunahan’ ın hareketleri o kadar doğal ve akıcıydı ki Mayda’ ya gerçekten değer verdiği her halinden belli oluyordu. Ona arkasından sarılmış ve boynunu eğerek yanağına öpücük kondurmuştu. “Her şey yolunda mı?” “Her şey yolundanın da ötesinde, şahane sevgilim.” dedi, sıcacık gülümsemesiyle. Ben onları izlerken izlendiğimin de farkındaydım ama ona bakmamak için direnmem gerekti. Merak sadece merak diye kendimi ikna ettim. Mayda’ nın hak ettiğini yaşadığını görmek beni son derece mutlu ediyordu. O şerefsizden ne zor şartlarda boşandığını biliyordum. Ama o benim bildiğimi henüz bilmiyordu. Herkesten sır gibi saklamak onun için ne kadar zordu kim bilir hala aklım almıyordu ve hatırladıkça kanım donuyordu. En yakınım dediği kişi, sevdiği, aşık olduğu, her şeyini paylaştığı ve koşulsuz inandığı kocası... Aşağılık herif! O pisliğin belasını bulması gerekiyordu ve benim içimde o gün bugün kor gibi tükenmek bilmeyen bir öfke yanıyordu. Şu an aklıma gelmesi bile yeterince sinirimi bozmuştu ve kardeşlerime belli etmemek için ne kadar ifadesiz bir yüz takınsam da buradan uzaklaşmam gerektiğini hissederek Mayda’ ya döndüm. “Ben etrafı gezmek istiyorum. Müsaadenizle.” Alana ve hava almaya ihtiyacım vardı. “Tabii sana eşlik edeyim.” “Hayır!” Çıkışım biraz aşırı olmuştu. Durumu hemen toparlamam gerektiğini bana şaşkınla dönen bakışların aynılığından anladım. “Şey, yani ben hallederim. Sen zahmet etme. Gerçekten kendim keşif yapmak istiyorum.” “Peki sen nasıl istersen.” İnanmışlar mıydı? Emin değildim. Sayina içimden geçeni anlamış gibi kulağıma eğildi. “Sen iyi misin?” “Evet, iyiyim gerçekten. Kardeşim neler başarmış görmek istiyorum.“ diyerek, göz kırptım. Neden bu kadar yorucu olmak zorundaydı. Göz kırpmam da neyin nesiydi? Bir an önce gitmeliydim. Sakin ve yumuşak bir şekilde onlara gülümseyip arkamı döndüm ve keşfe çıktım. Küçük ama şirin bir mutfakları vardı ve çeşit çeşit bitki çayları işte bu gözlerimin büyümesine neden oldu. Bitki çaylarına takıntım vardı. Dayanamayıp hepsine baktım ve ada çayının keskin kokusu o an bana fazlasıyla davetkar geldi. Ketıla su koyup kaynattıktan sonra french presin içine çayı ve suyu ekleyip 4 dakika demlenmesini bekledim. Ardından da boğazımı yakan keskin tada teslim oldum. Gerçekten de çok tazeydi. Fincanımla beraber mutfaktan çıkıp diğer yerleri gezdim. Temizlik hassasiyetimi karşıladığından emin olduğum duş alanından çıkıp havuzun olduğu yere geldim. Burası gerçekten de huzurluydu. Köşede duran bahçe salıncağına doğru yürüyüp oturdum elimde hala dumanı tüten fincanımı masaya bıraktım. Ardından canımı yakmakta gayet başarılı olan topuklularımı çıkartıp kenara koydum. Ayaklarımı altımda toplayıp salıncağa yerleştim. İşte olmak istediğim yer… Ayakkabılarımın firar etmesiyle huzura kavuşan sadece ben değildim ve bir Spa merkezindeydim. Bir masaj hiçte fena olmazdı. Bu düşünce kendi kendime tebessüm etmeme sebep olmuştu. Arada bir havuz kısmına gelip şöyle bir bakıp giden davetliler vardı. Mayda kışı da düşünerek havuzun çevresine camdan kaydırılabilir kapılar yaptırmıştı. Kışı çok sevdiğimden bu düşünce de içimi ısıttı. Burayı sevmiştim. Mayda’ nın gülümsemesini sevmiştim ve sanırım gülümsemesinin sebebi olan Tunahan’ ı da sevmiştim. Burası Mayda’ nın kendisi gibiydi. Sıcacık, tatlı, samimi ve net. Onun gibi Mayda her zaman netti. Kafa karışıklıkları yoktu. Hayatında karmaşayı hiçbir zaman istemedi. Tıpkı bir ayna gibiydi. İçini dışına yansıtan bir ayna. Olduğu gibi… Tatlıyı hala çok seviyor mu acaba? diye düşünmeden edemedim. Onu en çok profiterole benzetirdim. İçi yumuşacık, ince, olması gerektiği kıvamında bir kabuk ve tatlı çikolatayla sarmalanmış bir görünüş. Peki ya ben? Ben tam bir muammaydım. Henüz kendimi bulduğumu düşünmüyordum. Elimde olan tek şeye, çok istediğim o tek bir şeye sıkıca tutunmaktan başka bir şey yapmıyordum. Dövme sanatçılığı şimdilik benim için bunu ifade ediyordu. Çok istediğimi. Ben kimdim? Dövme sanatçısı, kız kardeş, evlat, kusurlu, farklı, soğuk, görünmez, kayıp ve ruhsuz! Tamam bu kadarı fazlaydı bir ruhum vardı. Yeniden inşa etmeye çalıştığım bir ruh. Amacım o ruhu tamamlamaktı. Hala eksik olan parçalarımı bulmak. Çayımdan bir yudum daha almak için masaya uzandığımda, tuhaf bir ürperti yaz akşamında esen ılık bir meltem gibi tenimi yalayıp geçti. Bu hisle beraber bakışlarımı fincandan kaldırdığımda onu gördüm. Ne zamandır oradaydı? Beni mi izliyordu? Ve neden bu kadar ilgimi çekiyordu? Onda hissettiğim ama henüz adını koyamadığım ilgimi çekmesine neden olan görünenin ardındaki his neydi? Bana yaklaşmaya başladığında esen rüzgarla birlikte burnuma gelen odunsu ve topraksı kokusu kendisinden önce beni istila etti... Ciğerlerim taze toprak kokusuyla doldu. Gözlerini bir an olsun gözlerimden ayırmamıştı. Peki ben niye ayıramıyordum… Beladan kaçan bir prensese benziyordu. Kaçmasının sebebi kötü kraliçe olamazdı. Çünkü ortada öyle biri yoktu. Ya da üvey kız kardeşleri. Kardeşlerin arasında sezdiğim tuhaf bir şey vardı ama kaçmasının sebebi bu da olamazdı. Öyleyse neydi? Ve ben neden bunun sebebini merak ederek onun peşinden gelmiştim. Ormanda göl kenarında gördüğüm kadınla şu an gördüğüm kadın tamamen farklıydı ama sadece görünüş olarak. Benim gördüğüm tamamen içsel dünyasına çekilmiş ve bundan memnun bir kadındı. İçsel dünyası ise asıl merak ettiğim şeydi. Ve nasıl oluyordu da bu yabancı kadın Mayda’ nın kız kardeşi olarak yeniden karşıma çıkıyordu. Bu bir tesadüf müydü? Yoksa kader mi? Kader ve tesadüf ikisi zaten birbirine görünmez bağlarla bağlı değil miydi? Gözlerinin rengi buzullardaki buzlarla aynıydı. Bir bakımdan gerçekten de ürkütücü bir bakımdan da çekiciydi. Yanına yaklaştığımda tam karşısına dikildim. Bunu tam olarak neden yaptığıma anlam veremedim ama yine de yapmıştım. “Saklanmayı seviyor musun? Yoksa yaptığın en iyi şey bu mu? Gerçekten merak ediyorum.” Beni yakalamıştı. Tam olarak yaptığım şey buydu adını tam olarak koyamamıştım ama evet saklanıyordum. Aksini söyledim. “Saklandığım kanısına nereden vardın?” Etrafına baktı. Tabii ki benden başka kimse yoktu. Ta ki o gelene kadar… “Tahmin etmesi zor değil.” “Tahminler yanıltıcıdır ve bence yargılayıcıdır.” “Belki yanıltır ama yargılayıcı mı? Sanmıyorum.” “Ben öyle olduğuna eminim.” İşte yine yapıyordum. Duvarlarımın üzerine tuğla koymanın ustasıydım artık. “Bakış açını değiştirmeyi denemelisin.” “Belki halimden memnunumdur.” “Açık fikirli değilim diyorsun?” “Sadece söylediklerimi, söylediğim anlamıyla anlamanı bekliyorum. Altında başka bir sebep olması mı gerekiyor?” “Hayır, sadece ben—“ “Sadece ne?” “Seni anlamaya çalışıyorum.” “Sebep?” “Merak desem.” “Yetersiz.” “Şimdilik yeterli olsa.” Şimdilikken kastı neydi? Gözlerimi kısmıştım. Duvarımdaki bir tuğlaya tekme atıp onu çatlatmıştı. Ve olmaması gereken bir yerden gereksiz bir güneş ışığının içime süzülmesine sebep olmuştu. Sadece şu anın bize ait olduğunu ve anın geçip gittikten sonra önemsizleştiğini düşündüğümden, “hayır yeterli değil.” Madem bana bulaşmıştı. Duvarını çatlatma sırası bendeydi. Ama bir saniye bakışlarında fark ettiğim bu yeni duygu hüzün müydü? Ne demiştim ki onu üzecek? Bakışlarını benden kaçırıp gökyüzüne baktı. Batmak üzere olan güneşin etrafını pembe bulutlar sarmıştı. Onunla birlikte bende bakışlarımı gökyüzüne kaldırdım. Manzara inanılmaz derecede güzel olsa da gözlerinde ki hüzünden hiç hoşlanmamıştım ve bunun sebebi olmaktan da… Bekledim… Bekledim… Bekledim… En sonunda bakışlarını tekrar bana çevirdi. “Aslında o kadar haklısın ki.” dedi ve arkasına dönerek benden uzaklaşarak çıkıp gitti. Sesinin bir saliseliğine titrediğine yemin edebilirdim. Az önce içimi kaplayan bana ait olmayan hüzün pılını pırtını toplayıp acele ile benden gitmişti. Giderken huzurumu da götürmüştü sanki. Anlık orada öylece kaldıktan sonra harekete geçtim. Topuklularımı elime alarak peşinden koştum. Onu kalabalık alana girmeden son anda yakalayıp kolundan tutarak kendime çevirdim. “Ilgar?” Sesimi duymasıyla birlikte adımlarını durdurup bana döndü. “Evet?” Evet ne? Söyle Nariya. Madem peşinden koştun söyle. Ne yapıyorsun sen böyle? Peşinden koşmakta ne? Dudaklarımı yaladım. Dudaklarımda kokusunun tadını aldım. Yerdeki bakışlarımı kaldırdım ve cesaretimi toplayıp, “Sana ne oldu?” sorusunu yeni doğan bir bebek gibi hüzünlü gözlerinin ortasına bıraktım. Bana öylece kayıtsız bakarken, “Seninle paylaşabileceğim bir şey olmadı.” dedi ve arkasını dönüp gitti. Gitmeden önce çıplak ayaklarıma ve elimde tuttuğum sivri topuklu ayakkabılarıma baktı. Onu gülümserken gördüğüme de yemin edebilirdim. Ellerimi yumruk yapıp sıktığımın o gittikten sonra farkına vardım. Yoksa bunu da mı görmüştü ve güldüğü şey bu muydu? İçimde öfkenin hamur gibi kabardığını hissettim. Tam arkamı dönüp gidecekken Mayda geldi. “Nariya, neden burada teksin canım gelsene, ayakkabıların ayağını mı acıttı?” “Ne? Evet, biraz” O an elimde olduklarını unutmuştum. “Eğer istersen içeride ofiste spor ayakkabılarım var. Onları sana verebilirim.” “Aslında iyi olur. Teşekkür ederim.” “Hadi gel.” Beni peşinden sürükleyerek ofisine götürdü. Ofisi de çok sade ve şıktı. Köşede duran dolabın içinden çıkarttığı beyaz spor ayakkabılarını bana uzattı. “O topukluları buraya bırakabilirsin. Sonra alırız.” “Olur.” dedim itiraz etmeden ne kadar az kelime o kadar iyiydi. Kelimeler insanları ele veren ipuçlarıydı. Ben ayakkabıyı giyerken Mayda, “Nariya geldiğin için teşekkür ederim. Seni gerçekten çok özlemiştim.” dedi, birden bana sımsıkı sarıldı. Öyle sıkıyordu ki kollarım adeta bir kukla gibi sallanıyordu. Ben de ona sarılmak istiyordum ama izin vermiyordu. “Mayda beni çok sıkıyorsun.” “Aa özür dilerim.” “Hayır o anlamda değil. Yani kollarımı haps ettiğin için ben de sana sarılmak istesem de sarılamıyorum.” dediğimde, endişeli yüzü gitti ve yerini kahkahası aldı. Kollarını açıp “Gelmez misin?” Daveti çok cezbediciydi. Ben de onu çok özlemiştim. Sabahki sarılmamız ikimize de yeterli gelmemişti. Sarıldım. Sarıldık. Bir süre sonra davetlilerin çoğu gitmeye başladı. Gelen çiçekleri belli bir yere toplamak için harekete geçtik. İlay ve diğerleri de ortalığı toparlamak için bize yardım ediyorlardı. Herkes içten bir şekilde koşulsuz yardım etti ve kısa sürede her iş bitti. Tunahan ve Mayda herkese teşekkür etti. “Bugün için ve her şey için teşekkürler. İyi ki varsınız. Sizi gerçekten seviyoruz. Değil mi güzelim.” “Tabii ki öyle ve fazlası.” “Ee dağılıyor muyuz? Yoksa devam mı? Ne yapalım istersiniz?” “Aslında ben biraz yoruldum.” dedi, Beliz. Haklıydı aslında herkes yorgundu ama tatlı bir yorgunluk. “Tabii yeni geldiniz ve gelir gelmez sizi bir cümbüşe sürükledik. Düşünemedik kusura bakmayın.” “Yoo hayır, estağfurullah. Öyle değil yani sakin bir yere gidersek olabilir tabii.“ dedi, Beliz. “Tamam tabii bizde zaten sohbet edebileceğimiz bir yer düşünmüştük.” “Harika.” dedi, Sayina tam bir sosyalleşme kraliçesiydi. “Ben pas geçiyorum. Nazik davetiniz için teşekkür ediyorum ama gelemeyeceğim.” Ona bakmıyordum. Tepkisini görmek duvarımda bir çatlağa daha neden olabilirdi. “Nariya lütfen gel.” Mayda öyle sevimliydi ki ama bana bu gecelik yetmişti. “Daha sonra yapsak o zaman katılsam size?” Sayina da ısrar edecek gibi olduğunda, Beliz şaşırmama neden olacak şekilde araya girdi. “İstemiyorsa ısrar etmeyelim bence sonuçta buraya yurt dışından geldi. Bizden daha yorgun olduğu kesin.” diyerek, benimle ilgili fazladan bir bilgiyi de söylemişti. “Haklısın Beliz, ben onu düşünemedim. Evin anahtarı saksının içinde.” “Tamam teşekkürler keyfinize bakın. Tanıştığıma çok memnun oldum. Görüşmek üzere iyi geceler.” diyerek, fuaye alanında toplanan ekipten ayrılıp arkamı döndüm. Ardımdan gelen sesle duraksadım ama devam ettim. Ilgar, “Beni de pas geçin.” diyordu. Dışarı çıktığımda motorumu park ettiğim yöne ilerledim. Motorumu yurt dışındayken İstanbul’ da saklıyordum. Havaalanından eve gitmiş ve buraya motorumla gelmiştim. Kendimi onun üzerindeyken özgür hissediyordum. İçeriye girerken motora gözü takılan Ilgar, Nariya’ nın peşindne çıkışa gittiğinde, onun motoru olduğunu görünce nedense şaşırmamıştı. Toplu olan saçlarındaki tokaları çıkarıp attı. Ardından açıp savurduğu saçlarına üzerinde dövmeler olan kaskını taktı. Bu kadar havalı ve çekici olmak zorunda mıydı? Peki ya motor kullanması tesadüf müydü? Motorun sesi yankılandı. O ses Ilgar’ a hiçte yabancı değildi. Garajındaki motoru gözünün önüne geldi. Buraya neden onunla gelmemişti ki… Kıskançlık hissi içini kapladı.
Nariya kulaklarımı tırmalarken orada öylece durup onu izliyordum. Yanına gidip arkasına atlamamak için kendimi cidden tutmam gerekti. Tek bir saniye bile bana bakmadı. Orada durup onu izlediğimi bildiğinden emindim. Ama yüzüme bakmamaya and içmişti sanki. Yanımdan geçip giderken de bakmadı. Ve bana ardında hayal kırıklığı hissi bıraktı. ... 03.10.2024 perşembe yayımladım |
0% |