Yeni Üyelik
31.
Bölüm

30. BÖLÜM(Gecikmiş Adalet)

@nefelicalliope

Fısıltı perisi; Yeni kız kasabaya çabuk alışmış gibi görünüyor. Mayda’ nın aksine soğuk bir duruşu var. Aslında tabiri caizse buzlar kraliçesi de diyebilirim. Bir kişi hariç… Bir kişi bu kızın buzdan kalbini çatlatmış olabilir mi acaba? Gökçeağaç kasabası günaydın… Mayda spa merkezinin heyecanıyla dolup taşarken Tunahan’ ın bir işler karıştırdığını atlıyor olabilir mi? Suç ortağı kim dersiniz? Küçük kuşlar kulağıma buzlar kraliçesi olduğunu söylüyor… Uppss… Kahramanımız bu defa kimi kurtaracak? Bekleyip göreceğiz… Ali Aslı’ nın aşkından ölmeden düğünümüz de çok şükür yaklaştı. Aman dikkat! Aşiret sülalesi kasabamızı tekrar basmasın…

 

 

 

 

”İnsan dünyada bir Hak’dan, bir de haksız olmaktan korkmalıdır.”

 

 

(A. Hamdi Tanpınar)



Gecikmiş Adalet

 

Sabahın ilk saatlerinde Mayda, Nariya, İlay, Beliz ve Sayina, spa merkezine gitmek üzere toparlandılar. Spa’nın yemyeşil bahçesine girdiklerinde her biri farklı bir heyecan içindeydi. Bahçedeki çiçek kokuları sabah serinliğiyle birlikte yüzlerine vuruyordu. Mayda, kafasında binbir düşünceyle işleri organize ederken, kız kardeşleriyle birlikte çalışmanın verdiği güven hissiyle daha rahattı.

Nariya ise henüz motoruyla yaptığı sabah gezintisinin etkisinden kurtulamamıştı, kafasında hala çizimlerine dair imgeler vardı ama kendini işine odaklamaya zorluyordu.

Sayina, otların ve çiçeklerin bulunduğu köşeye yönelerek bir süre etrafı gözlemledi. Doğaya olan sevgisiyle, burayı sıfırdan yaratmanın hayalini kurmuştu bile. “Bence buraya lavanta ekmeliyiz.” dedi Sayina, hafif bir tebessümle. “Lavanta hem rahatlatıcı hem de harika bir koku verir. Üstelik iyileştirici özelliği var.”

Beliz, Sayina’nın elindeki küçük saksılara baktı. “Bir an önce başlamalısın bence söylediğin şey çok mantıklı.” dedi.

Mayda gülerek onlara katıldı. “Bitkiler sizde, web sitesi ise Nariya’da.” dedi kardeşlerine bakarak. “Bahçeyi tamamen doğal tutmak istiyorum. İnsanlar buraya geldiklerinde sadece bedenlerini değil, ruhlarını da dinlendirebilmeli.”

Sayina başını sallayarak onayladı. “Merak etme, burada sadece şifalı bitkiler olacak. Lavanta, adaçayı, biberiye… Hepsi hem kokusuyla hem de özellikleriyle burayı bir terapi cennetine çevirecek.”

Nariya ise bir kenarda elindeki çizim tabletine odaklanmıştı. Web sitesinin tasarımını zihninde oluştururken arada kafasını kaldırıp etrafı izliyordu. Gözlerinin önünde renkler, dokular ve görseller canlanıyordu. Web sitesine nasıl bir estetik kazandıracağını çoktan düşünmüştü. Spa’nın doğallığını ve huzur verici atmosferini online ortamda da yansıtmak istiyordu.

Mayda, Nariya’nın yanına yaklaştı ve ona biraz eğilerek baktı. “Senin çizimlerin burayı sanal dünyada da yaşatacak.” dedi hafifçe gülümseyerek. “Sen de biliyorsun ki bu sadece bir iş değil, bir yaşam alanı. Yani, her detay önemli.”

Nariya, gözlerini ekrandan ayırmadan, “Bu alanın ruhunu dijitalde yakalamak zor olacak ama elimden geleni yapacağım.” dedi sakin bir sesle. “Doğallık, sadelik ve huzur… Hepsini tasarıma yansıtmak istiyorum.”

Sayina, ellerindeki küçük bitki saksılarından birini göstererek, “Bunları da unutma Nariya.” dedi. “Doğa burada başrolde olacak. Web sitesinin tasarımı da bunu yansıtmalı.”

Nariya başını salladı. “Doğa zaten her şeyin anahtarı. Sitenin her bir köşesine bunu ekleyeceğim. Renkler, formlar, görseller… Hepsi huzur verecek. Bahçedeki bu bitkiler ise ilham kaynağım olacak.”

İlay, onlara bakarak biraz uzakta duran masaj odalarının kapısını açtı ve içeri bir göz attı. “Ben içerde biraz düzenleme yapacağım. Terapistlerle ilgili küçük detaylar var.” dedi.

Beliz ise İlay’ın ardından gülerek, “Seni izlerken yoruluyor insan.” dedi. “Ben de biraz toparlamaya zaman ayıracağım.”

Mayda gülümsedi ve kardeşlerine dönerek, “Herkes burada, herkes işin bir ucundan tutuyor. Spa merkezimiz çok güzel olacak. Birlikte bu işi başarıyoruz.” dedi heyecanla.

Nariya başını kaldırarak Mayda’ya baktı. “Burası gerçekten güzel bir yer. Başardın Mayda.” diye ekledi.

Sayina, ellerindeki bitkilerle bahçede geziniyor, her birini dikkatlice toprağa ekiyordu. “Bu bahçede huzuru bulacağız.” dedi kendi kendine ama yeterince yüksek sesle herkesin duyması için. “Bitkiler konuşur, dinlerseniz… Onlar size huzur verir.”

Beliz gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı ve kardeşine baktı. “Bu iş düşündüğümden daha fazla huzur verici olacak galiba.” dedi. “Spa’nın bahçesi bile bir terapi.”

Mayda’nın gözleri parladı. “Evet, aynen öyle Beliz. Bu sadece bir iş değil, hayatın stresinden uzaklaşmak isteyen herkes için bir sığınak. Hepinizin bu kadar özenli olmasına bayılıyorum. İyi ki geldiniz, yanımdasınız.”

Böylece herkes kendi işine odaklanmışken, sabah güneşi artık bahçeyi tamamen aydınlatmıştı. Bitkiler ekilmeye, çizimler yapılmaya, düzenlemeler son aşamasına gelmeye başlıyordu. Her biri kendi yetenekleriyle bu projeye katkı sağlıyor, spa merkezini bir adım daha ileri taşıyorlardı.

Mayda, sabah işlerinin bir kısmını hallettikten sonra spa merkezine yeni katılacak masaj uzmanlarıyla görüşmek için ofisine geçti. Kapıyı hafifçe çalan İlay, genç bir kadın ve genç bir adamla birlikte içeriye girdi. Her ikisi de heyecanla işlerine başlamak için sabırsız görünüyordu.

Mayda, sıcak bir gülümsemeyle onları karşıladı. “Hoş geldiniz,” dedi. “Bugün itibarıyla resmen spa merkezimize katılıyorsunuz. Sizi burada görmekten mutluluk duyuyorum.”

Genç kadın, güler yüzle başını salladı. “Biz de çok heyecanlıyız. Buradaki atmosfer gerçekten harika, umarım müşterilerimize en iyi şekilde hizmet verebiliriz.”

Genç adam ise profesyonel bir tavırla, “Spa’nın misyonuna katkıda bulunmak için buradayız. Masajın hem bedeni hem ruhu iyileştirebileceğine inanıyorum. Bu konuda elimden gelenin en iyisini yapacağım.” dedi.

Mayda, başıyla onaylayarak, “Bu merkezde en önemli şey, müşterilerimizin huzur bulması. Her birini özel hissettirmek bizim işimizin temelidir. Burada yapacağınız her şey bu felsefeye dayanacak.” dedi.

Sonra İlay’a dönerek, “İlay, uzmanlarımızın odalarını gösterip, ilk müşterilerle tanıştırır mısın?”

İlay, hafif bir tebessümle başını salladı. “Tabii ki.” dedi. “Benimle gelin, size odalarınızı göstereyim ve bugün spa’ya gelecek ilk müşteriler hakkında birkaç bilgi vereyim.”

Genç masaj uzmanları, Ilay’ın peşine takılırken Mayda, işlerinin iyi gittiğini hissediyor, ilk günlerinde başarılı olmaları için içten içe dua ediyordu. Bu arada, beklenen ilk müşteriler de spa merkezine gelmeye başlamıştı. Resepsiyona Beliz geçmişti. Üye kayıtlarını almaya başlamış ve Mayda’ya haber vermek için hızlıca ona doğru ilerlemişti.

Mayda gelen mesajı gördüğünde yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. “İlk müşterilerimiz gelmiş bile.” dedi kendi kendine ve ayağa kalktı. İlay ile birlikte müşterilere gerekli yönlendirmeleri yapmaya hazırlanırken, salonun içinde sabırsızca bekleyen insanların spa’nın atmosferine hemen uyum sağladığını gözlemliyordu.

İlk gelen müşteri, bir süredir stresle mücadele eden bir kadındı. Yüzünde yorgunluk izleri olsa da spa merkezinin dingin ortamı onu rahatlatmış gibiydi. İlay, formu doldurmasını isteyerek ona sıcak bir çay ikram etti. “Hoş geldiniz. Size nasıl yardımcı olabiliriz?” diye sordu, güler yüzle.

Kadın, derin bir nefes alarak, “Uzun zamandır böyle bir tatile ihtiyacım vardı. Birkaç günlüğüne buradayım ve biraz rahatlamaya, zihnimi boşaltmaya ihtiyacım var.” dedi.

Mayda, müşterinin yaklaşan adımlarını duyduğunda hemen resepsiyona döndü ve kadını karşıladı. “Hoş geldiniz, ben Mayda. Spa’mıza geldiğiniz için çok mutlu olduk.” dedi içtenlikle. “Sizinle bizzat ilgileneceğim. Rahatlayacağınızdan emin olabilirsiniz.”

Müşteri hafif bir gülümsemeyle başını salladı. “Buradaki enerji bile yetiyor. Bu yüzden buraya gelmek istedim.”

Mayda, kadını içeriye davet ederken, İlay da masaj uzmanlarına hazırlanmaları için bilgi vermişti. Oda, hafif mum ışıkları ve lavanta kokusuyla doluydu. İlk gün olmasına rağmen herkes işini profesyonellikle yapıyor, Mayda ve İlay da gelen müşterilerin rahat hissetmesi için ellerinden geleni yapıyordu. Kısa bir süre sonra başka müşteriler de spa merkezine gelmeye başladı. Mayda, yoğun bir günün onları beklediğini hissetti ama bundan memnundu. Hem çalışanlar hem de müşteriler, merkezdeki huzuru ve profesyonelliği hissediyorlardı. Spa, Mayda’nın hayal ettiği gibi büyüyüp gelişiyordu, her geçen gün daha fazla insanın buradan memnun ayrıldığını görmek onun için bir gurur kaynağı olacaktı.

Nariya, spa merkezinin web sitesi için tasarladığı sayfanın detaylarını anlatmak üzere masaya yaklaştığında, Mayda, Beliz, Sayina ve İlay işlerini bırakıp merakla ona döndüler. Kızlar sabah kahvaltısında da web sitesiyle ilgili birkaç soru sormuş ama Nariya tam olarak neler yapacağını açıklamamıştı.

Beliz gülümseyerek, “Hadi Nariya, bizi daha fazla merakta bırakma. Ne yapıyorsun bu site için? Herkes çok heyecanlı.” dedi.

Nariya, ellerindeki çizim defterini masaya koydu. Hafif bir gülümsemeyle, “Tam olarak şu an taslak aşamasında ama birkaç fikrim var. Spa merkezinin ruhunu yansıtacak sade, şık ama etkileyici bir tasarım düşünüyorum. Özellikle doğal renkler ve soft tonlar kullanarak sakinleştirici bir hava yaratmak istiyorum.”

Sayina sabırsızca, “Görebilir miyiz? Neler var?” diye sordu. Nariya, sayfaları yavaşça açarak çizimlerini gösterdi. İlk sayfa, geniş bir açılış görseli ve menülerin bulunduğu sade bir ana sayfa tasarımıydı.

“Bakın, giriş sayfasını böyle planladım. Ziyaretçiler içeri girdiklerinde büyük bir doğa manzarasıyla karşılaşacaklar, böylece buraya adım attıklarında hissettikleri huzuru siteye de yansıtmış olacağız.”

Mayda, başıyla onaylayarak, “Çok hoş görünüyor, tam da buranın enerjisini yansıtmışsın.” dedi. “Kullanıcı dostu da görünüyor. Özellikle rezervasyon kısmı kolay olmalı, çünkü birçok kişi burayı telefonlarından ziyaret edecek.”

Nariya sayfayı çevirdi. “Tabii, buna dikkat ettim. Rezervasyon sistemi, birkaç tıklamayla işlem yapılacak şekilde düzenlendi. Ayrıca, buranın farklı hizmetleri için ayrı bölümler hazırlayacağım. Masaj seçenekleri, bakım paketleri, ayrıca Sayina’nın bitkilerle ilgilenmesi sayesinde doğal bakım ürünleri kısmını da buraya ekleyebiliriz.”

Sayina heyecanla, “Gerçekten mi? Bitkilerle ilgilenmeyi siteye ekleyebiliriz, harika olur!” dedi. “Bahçede yetiştirdiğim şifalı bitkilerle ilgili bir bölüm yapabiliriz. Hem bu bitkilerin şifa verici özelliklerini anlatırız, hem de spa’da kullanıldıklarını vurgularız.”

İlay, çizimlere bakarak, “Daha önce bu kadar düşünülmüş ve anlamlı bir site tasarımı görmemiştim. Web sitesi, müşterilerin burayı ziyaret etmeden bile buradaki huzuru hissetmelerini sağlayacak gibi.” dedi.

Nariya hafifçe gülümsedi, “İşte tam da amacım bu. Spa’ya gelemeyenler bile siteye girdiklerinde o enerjiyi almalı. Doğal, dingin ve zarif bir tasarım olacak. Yani buranın ruhunu dijital bir ortama taşımak istiyorum.”

Mayda gözlerinde minnetle, “Nariya, bu tam da hayal ettiğim şey. O kadar içten ve profesyonel ki. Ellerine sağlık.” dedi.

Nariya hafifçe başını salladı, “Daha üzerinde çalışmam gereken detaylar var, ama bittiğinde hepimizin yüzünü güldürecek bir iş çıkacağına inanıyorum.” dedi.

Öğleden sonra, Mayda, Beliz, Sayina ve Nariya, spa merkezindeki işleri biraz yoluna koyduktan sonra Yakup’un kafesine gitmeye karar verdiler. Yoğun bir sabahtan sonra biraz nefes almaya ihtiyaçları vardı. Tunahan da onlara katılmak için söz vermişti. Kafeye vardıklarında, sıcak bir sonbahar güneşi altındaki terasta kendilerine yer buldular.

Yakup her zamanki enerjisiyle gülümseyerek onları karşıladı, “Hoş geldiniz! Bugün size özel bir tatlım var, mutlaka denemelisiniz.”

Kızlar gülüşerek masaya oturdular, sohbet ederken Yakup’un önerdiği tatlıları ve kahvelerini söylediler. Tunahan ise bir süre sonra yanlarına geldi. Mayda, onu görünce hafifçe gülümsedi, ama yüzünde bir tuhaflık da vardı. Sanki bir şey onu rahatsız ediyormuş gibi… Tunahan, gülümseyerek Mayda’nın yanına oturdu, ama bakışlarından bir şeyler söylemek istediği belliydi.

Derin bir nefes aldıktan sonra, “Mayda, sana bir şey söylemem lazım.” dedi.

Mayda, ona dönerek hafifçe kaşlarını çattı. “Ne oldu Tunahan? Bir sorun mu var?”

Tunahan biraz tedirgin bir şekilde, “Hayır, sorun yok aslında. Ama hafta sonu İzmir’e gitmem gerek. Dalışla ilgili bir seminer var, iş için önemli güzelim.” dedi. Ardından ekledi, “Biraz ani oldu, ama bu fırsatı kaçırmamam lazım.”

Mayda’nın yüzü bir anda değişti. Tunahan’ın gidecek olması hoşuna gitmemişti, bunu açıkça belli ediyordu. Hafif bir homurtuyla, “Yani, bu hafta sonu mu?” diye sordu. Farkında olmadan Tunahan’ a öyle bağlanmıştı ki onun uzakta olacak olma hissi bir anda içine oturmuştu. Sesinde hafif bir sitem vardı.

Tunahan sakin bir şekilde, “Evet, hafta sonu. Ama uzun süre kalmayacağım, sadece bir gün. Senin de çok işin var, yoğunsun biliyorum ama bu benim için önemli.” dedi.

Acaba spa merkezinin açılışıyla çok fazla uğraşırken onu ihmal mi ettim? Düşüncesi, kafasında canlandı. Bu histen rahatsız oldu. Bir ara Tunahan’ ın öfkesiyle ilgili aldığı duyumları hatırladı. O konunun üzerine gidememişti. Bu gidişi onunla ilgili olabilir miydi? Mayda eski ilişkisi yüzünden şüpheye düşüyordu. Çünkü Arda ona hiçbir zaman güven vermemişti. Tunahan’ ı tabii ki o pislikle kıyaslamak istemiyordu ama içini kemiren düşüncelerden de kurtulamıyordu. Tunahan onun düşünceli halini dikkatle izliyordu.

“Güzelim bana bak lütfen.” Temkinli ve sakindi.

Mayda’nın bakışları hafifçe sertleşti. “Ne var Tunahan? Uzağa gidecek olman fikrinden hoşlanmıyorum. Bunu söyleyemeyecek miyim?” dedi hafif bir huysuzlukla.

Tunahan derin bir nefes aldı, Mayda’nın bu tavrına alışkındı, ama yine de biraz zorlanıyordu. “Fikrini söylemende bir mahsur yok. Bunu kişisel alma, Mayda. Bu benim işim, dalışla ilgili kendimi geliştirmem lazım. Ayrıca bu tür etkinlikler uzun vadede bana ve bize fayda sağlayacak. Sen de işlerine yoğunlaşabilirsin, Beliz, Sayina ve Nariya da burada. Ben yokken yalnız olmayacaksın.”

Mayda, ellerini masaya koyarak derin bir nefes aldı. “Tamam, git. Ama yine de hoşuma gitmiyor. Sen git, ben burada işlerin altında boğulurum, sorun değil.” dedi, sesi kırılgan bir tonda. “Mayda sen az önce işlerin altında boğulurum mu dedin?” “İç ses beni rahat bırak, kafamın içi çorba gibi kaynıyor zaten!” “İyi de biraz abartmıyor musun?” “Sana ne? İster abartırım ister abartmam!” “Abarttığın kesin, yoksa ondan şüpheleniyor musun? Ona baksana o bizim sülünümüz öyle bir şey yapmaz!” “Senin sülünün!” “Kes şunu Mayda, sakın onu Arda’ yla kıyaslama! Sülünümüz sana hiç yalan söylemedi.”

“Onunla bu süreçte ilgilenemedim… Benden uzaklaşması hoşuma gitmiyor.” “Şimdi anladım. Boşuna hüsnükuruntu yapıyorsun. Gelince güzelce ilgilenirsin.” “Off git başımdan beni rahat bırak!” “Aman ne zamandır seni rahat bırakıyorum zaten! Bıraktım da ne oldu haline bak! Kangalları diktin hemen!”

Tunahan onun yine kendi aleminde sohbet ettiğini hissetti. Gülümsemeye başladı. “Mayda’ m, güzelim neden böyle yapıyorsun? O küçük tatlı aklından yine neler geçiyor düşünmek bile istemiyorum. Ama çok yanlış yerlerdesin bana dön güzelim ben buradayım.”

Mayda huysuz bakışlarını biraz yumuşatmıştı. Bu adam onu çok iyi tanıyordu. Sesini kısarak konuştu. “Seninle bu aralar ilgilenemedim biliyorum ve üzgünüm. Ayrıca seni özledim. Seni yanımdayken bile özlüyorum Tunahan… Ama şimdi sen gitmekten bahsedince neden bilmiyorum ama içimi panik kapladı.”

Tunahan ona uzandı ve sandalyesiyle birlikte kendisine doğru çekti. Dikkatini tamamen ona vermesi için gözlerini gözlerine sabitledi. O da sesini alçaltarak konuşmaya devam etti. “Sevgilim, ben de seni çok özledim. Ama konumuzun bununla ilgisi yok. Yani benimle ilgilenmediğin düşüncesini kafandan sil at lütfen. Ne yapacağız biliyor musun? Ben döner dönmez, sen o tatlı kıçını kaldırıp bana geleceksin. Ve beni ihmal ettiğin duygusunu senin aklından da içinden de söküp atmama izin vereceksin. Anlaştık mı?” Sesinde ki karanlık ama yaramaz tını Mayda’ nın hem içinin ürpermesine hem de mutlu hissetmesine sebep oldu.

Tebessüm ederek ona yaklaştı. “Tatlı kıçım, bu aralar tembelliğe alıştı. Teşvik edilmesi gerekiyor gibi…” dedi, dudağının bir kenarı yukarı kıvrılmıştı ve şuh bakışları ile Tunahan’ ı süzüyordu.

“Benimle oynama Mayda, şu an değil. Kasaba meydanının ortasındayız. Ama yok ben dillere düşmeye hazırım dersen o başka tabii, seni şurada herkesin önünde inleterek öperim!” dediğinde, Mayda’ nın dudaklarının arasından tatlı bir kıkırtı kaçtığında masadakiler onlara baktı. Mayda yüzünün kızardığını hissedebiliyordu.

“Aslında hiç fena olmazdı. Yani kimin umurunda ki?” dediğinde, Tunahan alt dudağını yaladı.

“Yaramazlık yapmayı seviyorsun… Ben de senin bu halini seviyorum… Şimdi hatırlıyorum da sarı bir elbise giyinmiştin.”

“Sen de onu yırtmıştın!” dedi, ses tonu yine huysuzlaştığını gösteriyordu.

“Ah evet… Ve bundan büyük zevk duymuştum. Acaba diyorum, döndüğümde benim için yeni bir zevk keşfetmemi sağlayabilir misin?”

Mayda bu defa kahkaha ile güldü. “Memnuniyetle…” derken, dudağının kenarını ısırdı. Tunahan onu kendine çekip sarıldı ve öptü. Öpücük kısa ve anlıktı. İkisi de yoğunlaşmış bakışlarını Yakup’ un gelmesi ile birbirinden ayırmak zorunda kaldı.

“Söz mü?” diye fısıldadı. Tunahan, onu bırakırken.

“Söz.” dedi, Mayda ona çapkınca göz kırparken.

Yakup, ortamdaki tuhaf gerilimi fark etmiş gibiydi ve onların yanına gelip, “Tatlılar geldi! Hadi bakalım, bu da bugünün sürprizi.” diyerek ortamı yumuşatmaya çalıştı. Ama sonrasında ortamın zaten yumuşadığını fark edip Tunahan’ a bakarak gözlerini devirdi.

Beliz ve Sayina da aralarındaki bu gerilimi hissedip sessizce bakıştılar, ama hiçbiri müdahale etmemişti. Sadece Nariya, kafasını hafifçe çevirip Tunahan’a ve Mayda’ya kısa bir bakış attı. O da konuşmadan izlemekle yetindi.

Tunahan’ın gitmesi Mayda’nın içinde bir huzursuzluk yaratmıştı, bu belliydi, ama Tunahan ona sakin bir şekilde durumu anlatmak zorundaydı. Tunahan, tatlılar masaya konduğunda Mayda’nın elini tutup hafifçe sıktı, “Ben seni bırakmıyorum. Sadece kısa bir süre gidip geleceğim. Anlaştık değil mi?” dedi, Gözlerinde hem sabır hem de sevgi vardı. Mayda’ dan kesin bir onaya ihtiyacı vardı. Mayda ise sessiz kaldı, sadece başını sallayarak kahvesine döndü. Bu konuyu uzatmak istemiyordu. Şüpheleri yersizdi.

Kızlar artık yavaş yavaş kalkmaya hazırlanırken, Nariya sessizce oturmayı sürdürdü. Diğerlerinin gitmesine izin verdi, ama kendisi bir süre daha kalmak istedi.

Beliz, Sayina ve Mayda vedalaşıp spa merkezine geri dönmek için ayrıldıklarında, Nariya’nın gözleri Tunahan’ın üzerine çevrildi.

Tunahan onun kalacağını fark edip kaşlarını kaldırarak hafif bir şaşkınlıkla, “Nariya, sen daha burada mısın?”

Nariya derin bir nefes aldı, yüzünde ciddi bir ifade vardı. “Evet, seninle konuşmamız lazım.”

Tunahan, bu beklenmedik ciddiyet karşısında hafifçe gerildi. Nariya’nın gözlerinde bir kararlılık vardı ve ne söyleyeceğini tahmin ediyor gibiydi. “Ne oldu, Nariya? Bir şey mi var?”

Nariya gözlerini Tunahan’dan ayırmadan, düşük bir sesle, “Mayda’ ya yalan söyledin, Tunahan.”

Tunahan’ın yüzü solgunlaştı. Bir an duraksadı, ne söyleyeceğini bulmakta zorlandı. “Evet, bunu konuşmuştuk. Neyi kast ettiğimi biliyorsun.”

Nariya, onun bu kaçışını gördü ve devam etti. “İzmir’e değil, İstanbul’a gidiyorsun. Ve bunun sebebi Arda. Onunla hesaplaşacaksınız. Dalış semineri diye yalan söyledin.” Sesi soğukkanlıydı ama içinde fırtınalar kopuyordu.

“Nariya sorun ne? Bunu yapmak zorunda olduğum için yaptım! Sen de biliyorsun. Ne deseydim? O siktiğimin şerefsizinin ağzıyla burnunun yerini değiştirip geleceğimi mi!”

“Ah evet biliyorum! Onu sikip atmayı ben de çok istiyorum! Ama bu kadar rahat ve kolay yalan söylemen beni endişelendiriyor!” dedi, sesi sertti ve öfkeliydi hem de çok!

“Hey, sakin ol! Herkesin içinde sesini alçalt biraz! Ayrıca sen hangi kolaylıktan bahsediyorsun!” dedi masaya öne doğru eğildi. Artık o da öfkeliydi.

“Az önce neler yaşadığım ve hissettiğim konusunda hiçbir fikrin yok! Beni o sikik kafayla kıyaslamaktan da vazgeç! Bunu göremediğimi mi sanıyorsun? Ben o değilim Nariya! Ben Mayda’ ya körkütük aşık oldum. Bunu daha önce de söyledim! Onu seviyorum ve ona zarar gelemsini istemiyorum. Az önce ne kadar zorlandığımı ise yalnızca ben biliyorum ve kimseye de bunu ispat etmek zorunda değilim! Bu sen olsan bile.” Tunahan derin bir nefes alıp başını öne eğdi. Öfkesine hakim olmaya çalıştığı sıktığı yumruklarından ve kasılan çenesinden belliydi.

Nariya bir süre sessiz kaldı, Tunahan’ın yüzüne baktı ama gözlerinde öfke ya da kırgınlık yoktu, sadece gerçekleri duyma arzusu. Tam bir şey söylemek üzereydi ki, Ilgar kapıdan içeri girdi. Ilgar, yanlarına doğru ilerlerken, Nariya ve Tunahan’ın aralarındaki gerginliği hemen fark etti. Gözleri Nariya’nın üzerinde uzun süre kaldı, sonra da bakışlarını Tunahan’a çevirdi.

“Burada neler oluyor?” dedi, derin bir sesle.

“Otursana kardeşim, önemli bir şey yok.” dedi, Tunahan buz gibi ses tonu ortamı üşütmüştü.

“Bana pek öyle gelmedi. Anlatın?” dedi, bir sandalye çekip oturdu.

Sessizlik içinde oturduklarında, Ilgar bir adım atarak Nariya’ya doğru eğildi ve soğukkanlı ama derin bir sesle konuştu, “Sen anlatmak ister misin çilli?” dedi, sesi mesafeliydi ama kullandığı o son kelime Nariya’ nın dikkatini çekmek içindi. Ve çekti de, Nariya, Ilgar’ın bu sorusuyla bir an afalladı.

“Bence Tunahan anlatmalı!” dedi buz gibi bir sesle.

Ilgar bu durumdan sıkılmıştı ve bunu belli edercesine, Tunahan’ ın önündeki kahveye uzanıp bir yudum aldı. Bu sırada ikisi de onu izledi. Sonra ellerini havaya kaldırıp “Ee, bu sıkıcı olmaya başladı.”

“Hanımefendi benim Mayda’ ya yalan söylememden hoşlanmadı! Olan şey bu.”

“Bak seni anlıyorum tamam mı? Ama sen de beni anla! Benim içinde hiç kolay değil.”

“Kimse için kolay değil! Ve yapacağımız şeyin de kolay olacağını söylemedik!”

“Hey, tamam sakin olun. Ona söyledin mi Tunahan?”

“Evet az önce buradalardı ve konuştuk. Tabii ki gitmemden hoşlanmadı. Ben de hoşlanamzdım. Ama bunu yapmaaya mecbruum Ilgar.”

“Dostum biliyorum, sakin ol. Peki eğer konumuza dönecek olursak, arkadaşımla konuştum. Yarın gece dışarıda olacakmış.”

“Tamam o zaman yarın gidiyoruz. Ben uçak biletlerini ayarlayacağım. Sen de orada bize lazım olacak olan aracı ayarla.”

“Tamam.” dedi, hafifçe sessiz kalan Nariya’ ya döndü. “Sen de geliyor musun çilli? O seni tanıyacak, Nariya. Gerçekten kendini gösterecek misin? Yoksa yine susacak mısın?”

Ne demek istediğini hemen anladı. Ilgar, onu gerçeği saklamaya devam edip etmeyeceği konusunda sorguluyordu. Emin olup olmadığını?

Nariya, Arda’nın ona yaptıklarını söyleyip söylememekte hala tereddüt ediyordu ve bundan utanç duyuyordu ama bir yandan da Ilgar’ın bakışlarında gördüğü güven, onu cesaretlendirdi. “Kes şunu biz arkadaş değiliz. Bana böyle seslenemezsin!”

“Bu öfkenin sebebi san öyle seslenmem mi? Yoksa sorduğum soru mu?”

Tunahan, şaşkın bir şekilde Ilgar’a baktı. “Nedir bu, Ilgar? Ne diyorsun?” diye sordu.

Ilgar, Tunahan’ın sorusuna kısa bir bakış attı ama cevap vermedi. Bakışları Nariya’nın üzerindeydi ve devam etti, “Eğer şimdi söylemezsen, belki de bir daha asla söyleyemeyeceksin. Kendine bir yol seç, Nariya. Bu mesele çözülecekse, tam anlamıyla çözülmeli. Gerçek ortaya çıkmalı.”

Nariya derin bir nefes aldı, elleri hafifçe titredi. Ilgar’ın bu sözleri ona cesaret verdi, ama aynı zamanda kafasını karıştırdı. Arda’nın yıllarca süren sinsi davranışlarını açıklamak zorundaydı. Ama bunu yaparken, kendi zayıflıklarını da ortaya dökecekti. Tunahan’a ve Ilgar’a güveniyordu, ama yine de korkusu vardı.

Nariya, sonunda gözlerini Tunahan’a çevirdi. Özellikle Ilgar’ a bakmıyordu. “İstanbul’a gidip Arda’yı bulacaksanız… Ben de sizinle geliyorum. Ama bu mesele sadece sizin değil, benim de meselem. Arda’nın gerçek yüzünü en iyi ben biliyorum.” Ardından duraksadı, derin bir nefes aldı. “Yıllardır omuzlarımda taşıdığım bir yük var. Bu yükten her anlamda bıktım.”

Tunahan’ın yüzü bir anda soldu. Sözlerini duyduğunda, içindeki öfke yine büyüdü. Yumruklarını sıktı, kendini kontrol etmekte zorlanıyordu

Nariya, gözlerini Tunahan’dan ayırmadı.

Ilgar, sessizce onları izliyordu. Nariya’nın kararlılığına ve cesaretine hayran kalmıştı. İçinde yükselen bir karmaşa vardı. Nariya’ya olan ilgisi, koruma içgüdüsüyle karışıyordu. Bu olayı çözmek için ne yapması gerektiğini düşünürken, aklı hala Nariya’nın gitme ihtimalindeydi. İçten içe onun yurt dışına geri dönmesini istemiyordu. Onu bir şekilde bu süreçte korumalıydı.

Tunahan derin bir nefes aldı, ellerini saçlarının arasına geçirip bir an başını öne eğdi. “Arda… Ona haddini bildireceğim. Bu yaptığı şeyin hesabını verecek! Onu o sikik suratını öyle bir benzeteceğim ki!

Nariya ise, fısıldayarak, “Bu konuyu çözmeden gitmeme imkan yok.” dedi, sesi titriyordu.

Tunahan, Nariya’nın söylediklerini sindirmeye çalışırken, hava gitgide ağırlaşıyordu. Ilgar sessizliğini koruyarak onları izliyordu. Tunahan, derin bir nefes aldı ve sonunda konuşmaya başladı: “Bu işi yarına bırakmayalım.” dedi kararlı bir sesle. “Bu gece Arda’nın karşısına çıkalım. Bunu çözmek için daha fazla beklemeye gerek yok.”

Nariya, gözlerini Tunahan’a dikti, içinde yükselen cesaretle, “Evet, bu gece olsun.” dedi. “Arda’ya yıllardır taşıdığım öfkeyi kusacağım. Gerçekleri haykıracağım. Ona ne kadar iğrenç bir adam olduğunu söyleyeceğim.”

Ilgar, aralarındaki bu kararlılığı görerek başını salladı. “Biz de orada olacağız.” dedi Tunahan’a bakarak. “Kendimizi gizleyeceğiz. Maske takacağız. Nariya. Gerekirse onu sustururuz.”

Plan hızla şekilleniyordu. Ilgar ve Tunahan kendilerini gizleyecek, maskeleriyle görünmeden Arda’ya dersini vereceklerdi. Nariya ise cesurca karşısına çıkıp, yıllarca içinde biriken öfkesini haykıracak, Arda’nın gerçek yüzünü ifşa edecekti.

Tunahan ve Ilgar, fiziksel olarak da Arda’ya haddini bildirecekti. “Gece işimizi halledip, sabah döneriz.” dedi Tunahan. “Bu iş burada bitmeli.”

Nariya, gözlerinde kararlılıkla, “Mayda’ ya… Yakında ona da anlatacağım. O benim kardeşim ve bunu bilmeye hakkı var. Ama önce Arda’yla yüzleşmem gerekiyor. Gerçekleri duymadan, onu kaybetmek istemiyorum.” dedi yavaşça.

Ilgar, Nariya’nın bu açıklaması karşısında hafifçe başını salladı. “Bu zor olacak, ama doğru olan bu.” dedi.

Tunahan, öfkeyle dolu bir şekilde, yumruklarını sıkarak. “Bu gece o herife dersini vereceğiz,” diye mırıldandı. Gözlerinde yanıp sönen öfke, sevdiği kadına ve Nariya’ya yapılanların intikamını almak için sabırsızlandığını belli ediyordu. Tunahan’ ın öfkesi Ilgar’ ı biraz da olsa endişelenmiyor değildi. Acele etmek istemelerini anlıyordu ama henüz hazır değillerdi. O yüzden onları vazgeçirmeye çalıştı.

“Tunahan, bu gece değil yarın sabah yola çıkacağız. Erkenden gitmenin alemi yok. Zaten yarın bütün gün vaktimiz olacak. Ayrıca oradaki adamım bana bilgi verecek. Yani kendi başımıza hareket etmiyoruz. O yüzden sakin kalmalısın ve ilk plana sadık kalmalıyız.”

Tunahan arkadaşının yüzüne dikkatlice baktı. “Peki, haklsıın bir şeyler ters gitsin istemeyiz. Dediğin gibi olsun.”

Plan netleşmişti. Nariya, bu gece Arda’ya gerçeği haykıracak ve yıllarca içinde biriktirdiği nefreti kusacaktı. Tunahan ve Ilgar, maskeleriyle gölgelerde bekleyecek, Arda’nın fiziken de cezasını vereceklerdi. Bu geceden sonra, her şey değişecekti.

Akşam evdeki yemek masası, dört kız kardeşin etrafında toplandığı bir buluşma noktası olmuştu. Yemekler tabaklara konmuş, hafif bir sohbet başlamıştı. Mayda, Nariya, Beliz ve Sayina’nın arasındaki bağ o kadar kuvvetliydi ki, sessiz anlar bile onların birbirine yakın olduğunu hissettiriyordu. Fakat o akşam, havada bir ağırlık vardı, bir şeylerin eksik olduğu hissi her birinin zihninde dolanıyordu.

Sayina, sessizce çatalıyla yemeğini karıştırırken, gözleri masadaki boşluktan başka bir yere takıldı. “Biz… Geldik geleli henüz anne ve babamızın mezarını ziyaret edemedik.” dedi birden, sesi duygusal bir tona bürünmüş halde.

Mayda, kardeşine dönüp bakarken gözlerinde hafif bir üzüntü belirdi. “Evet.” dedi yavaşça. “Hep aklımda, ama bir türlü fırsat olmadı. Şu spa merkeziyle ilgilenmekten… Zaman ayıramadık.”

Beliz, derin bir nefes aldı ve başını salladı. “Haksız sayılmazsın. Ama… Bu bir bahane değil. Ne olursa olsun, gidip onları ziyaret etmeliyiz. O kadar zaman geçti ki…”

Sessizlik çöktü masaya. Hepsi aynı şeyi hissediyordu; suçluluk, özlem ve içten bir acı. Yıllardır ailelerinin yokluğuyla mücadele eden bu dört kız kardeş, hayatın koşuşturmacası içinde anne ve babalarının mezarını ziyaret etmeyi ertelemiş olmanın pişmanlığını yaşıyordu.

Nariya, başını hafifçe öne eğerek içinden geçen düşünceleri tarttı. Sonra bir an cesaretini toplayarak sessizliği bozdu. “Aslında… Ben gittim.” dedi, sesi düşük ama kararlıydı. “Anne ve babamızın mezarını ziyaret ettim.”

Üç kız kardeşin gözleri bir anda Nariya’ya çevrildi. Mayda’nın gözlerinde şaşkınlık ve hafif bir kırgınlık vardı. “Ne zaman?” diye sordu, sesi kırılgan ama merak doluydu.

Nariya derin bir nefes aldı, gözleri dolmuştu ama kendini toparlamaya çalışıyordu. “Geçen gün… Bir sabah erkenden. Sizin meşgul olduğunuz bir zamanda gittim. Size haber vermemiştim çünkü… Ne bileyim, belki bunu yalnız yapmak istedim.”

Beliz, kardeşinin gözlerinin içine baktı, yüzünde hem hayal kırıklığı hem de anlayış vardı. “Neden haber vermedin? Beraber gitsek daha iyi olmaz mıydı?” dedi hafif bir kırgınlıkla.

Nariya, sessizce başını salladı. “Biliyorum… Ama o an içimden böyle geldi. Onlarla yalnız kalmak, her şeyi içimden dökmek istedim. Onların huzurunda bir an tek başıma kalmaya ihtiyacım vardı.”

Sayina’nın gözleri dolmuştu. Gözyaşlarını tutmakta zorlanıyordu. “Nasıl… Nasıllardı? Mezarları, her şey… Nasıl görünüyor?” diye sordu, sesi titreyerek.

Nariya, kardeşlerine bakarak içini çekti. “Çok güzeldi… Mezarlarının etrafında hala çiçekler var. Sessiz ve huzurlu bir yer. Onlara sizin için de dua ettim, hepinizi anlattım. Annemiz ve babamız bizi izliyordur diye düşündüm…”

Mayda, gözyaşlarını silerken hafif bir gülümseme belirdi yüzünde. “İyi ki gitmişsin.” dedi yumuşak bir sesle. “Belki biz de… Birlikte gideriz yakında. Hepsini birlikte yaşarız.”

Nariya, içtenlikle başını salladı. “Beraber gitmemiz çok iyi olur. Hepimizin bir arada orada olması, onların huzurunda buluşmamız… Sanırım bunun zamanı geldi.”

Sessizlik yeniden masaya çöktü, ama bu kez acının ve suçluluğun değil, özlemin ve bağlılığın sessizliğiydi. Kız kardeşler, anne ve babalarının hatırasıyla bir araya gelmişlerdi, onları anmanın ve bu acı dolu duyguları paylaşmanın ne kadar önemli olduğunu yeniden hissettiler. O an, Nariya’nın bu ziyaretle yaptığı şeyin ne kadar değerli olduğunu anlamışlardı.

Nariya, o sabahın erken saatlerinde, çiseleyen yağmurun serinliğinde mezarlığa adım attığında içindeki karmaşayı susturmak için derin bir nefes aldı. Yürüdükçe, annesi ve babasının yan yana duran mezar taşları görüş alanına girmeye başladı. Kalbi hızla çarpıyordu. Elinde tuttuğu çiçeklerin saplarına biraz daha sıkı sarıldı. Bu anı yıllardır bekliyordu ama hazır olup olmadığını hala bilmiyordu. Mezar taşlarının önüne vardığında dizlerinin üzerine çöktü. Çiçekleri özenle bıraktıktan sonra, başını kaldırıp mezar taşlarına baktı. Sessizce gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı, ama içinde biriken tüm duygular ağır bir yük gibi omuzlarına çöküyordu.

“Anne… Baba…” diye fısıldadı. “O kadar uzun zaman oldu ki… Sizinle böyle konuşmak, burada yalnız kalmak. Her gün sizi düşünüyorum, her an sizi hissediyorum. Ama… Bazen ne yapacağımı bilemiyorum.”

Nariya ellerini mezar taşlarına uzatıp hafifçe dokundu. “Sizin için her zaman en doğru olanı yapmaya çalıştım. Ailemiz, kardeşlerim… Mayda için güçlü olmam gerektiğini biliyorum. Ama artık sadece onun için değil, kendim için de bir şeyler yapmak istiyorum. Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum… Ama Arda… Her şey daha karmaşık hale geldi.”

Başını eğdi, elleri hafifçe titriyordu. “Onun yaptığı her şeyi taşıdım, sakladım. Ama artık buna daha fazla dayanamıyorum. Sizi koruyamadığım gibi, Mayda’yı da koruyamadım. Ama bu sefer doğru olanı yapacağım. Arda’nın bana yaptıklarını yanlış olduğunu kabul ediyorum. Bu gerçeği açıklamak zorundayım.”

Sessizlik bir süre mezarlığı doldurdu, sadece hafif rüzgarın ağaç dallarını sallarken çıkardığı hışırtı duyuluyordu. Nariya gözlerini kapatıp içindeki kararlılığı topladı. “Sizi çok özledim… Beni yönlendirin, bu kararı alırken yanımda olun. Mayda için, kendim için… Doğru olanı yapacağım.”

Ayağa kalkarken bir an daha mezar taşlarına baktı, derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. İçindeki karmaşa biraz olsun durulmuştu. Ailesiyle paylaştığı bu an, ona bir rahatlama hissi vermişti. Arkasını dönüp uzaklaşırken, omuzlarındaki yük hafiflemişti ama yolun daha yeni başladığını biliyordu.

 

 

 

 

Adalet topaldır, ağır ağır yürür, fakat gideceği yere er-geç varır.

 

 

(H.G. Mirabeau)

 

Loading...
0%