Yeni Üyelik
32.
Bölüm

31. BÖLÜM (Güz Sancısı)

@nefelicalliope

Tunahan, İstanbul’a gitmek üzere yola çıkmadan önce Mayda’nın evine uğradı. Sabahın erken saatlerinde evin bahçesi, güneşin ilk ışıklarıyla aydınlanıyordu. Kapıyı açan Mayda, onu karşısında görünce yüzünde bir tebessüm belirdi ama gözlerinde endişenin izleri de vardı.

“Beni erkenden görmeye geldin?” dedi Mayda, hafifçe gülümseyerek. “Sanırım bir süre görüşemeyeceğiz.”

Tunahan, Mayda’nın gözlerine bakarak başını salladı. “Evet. Çok kısa bir süre.”

Mayda, yüzündeki gülümsemeyi korumaya çalışsa da, gözlerindeki endişe belirgindi. “Bu gidişin nedense beni tedirgin ediyor.”

Tunahan, Mayda’nın elini nazikçe tuttu. “Endişelerin yersiz güzelim, dönünce seninle daha fazla zaman geçirmek istiyorum.”

Mayda derin bir nefes aldı, gözleri Tunahan’ın gözlerinde kilitlendi. “Bende istiyorum.” dedi, sesi hafifçe titriyordu.

Tunahan, Mayda’nın yanına biraz daha yaklaşıp ona sarıldı. “Mayda, şu uyku mahmuru halin… Seni kollarıma alıp yatağa götürme hissine engel olamıyorum şu an.” dedi yumuşak bir sesle. Onun sıcaklığını hissederken kalbinde hem hüzün hem de huzur vardı. “Döndüğümde her şey daha güzel olacak. İkimiz için planlarım var.” dedi ve muzip bir şekilde göz kırptı. Mayda’nın varlığı, Tunahan için nefes almak gibiydi; fark etmeden ihtiyaç duyduğu ama eksik olduğunda hissettiği bir şeydi.

Mayda, onun göğsüne yaslanarak gözlerini kapattı. “Yanında olunca her şey o kadar güvende geliyor ki...” dedi, sesi hafifçe boğulmuştu. Mayda, Tunahan’ın kollarında kendini güvende hissediyordu, sanki dünyanın karmaşası o an kapının dışında kalıyordu.

Tunahan, Mayda’nın saçlarını okşarken, “Ben de seninle aynı şeyi hissediyorum.” dedi. “Seninle daha uzun bir yolculuk yapmak istiyorum, Mayda. Bunu konuşacağız.” dediğinde, Mayda onun kollarında ürpererek irkildi.

Tunahan, Mayda’nın gözlerinin içine son bir kez bakarak nazikçe onun alnına bir öpücük kondurdu. “Kendine iyi bak tamam mı güzelim, aklım hep sende olacak.” Mayda, rüzgarın savurduğu yapraklar gibi bazen dağılıyor, bazen de kökleriyle toprağa sıkı sıkıya tutunuyordu. Tunahan, onun hem fırtınasını hem de sükunetini seviyordu.

Mayda, zor da olsa gülümseyerek başını salladı. “Seni bekliyor olacağım.”

Tunahan, Mayda’ya son bir bakış atarak kapıdan ayrıldı. Kalbinde ağır bir yük vardı ama bu vedanın arkasında yatan gerçekleri bilmesini istememişti. Kapıyı kapattığında, içinde Mayda’ya olan sevgisi ve yapacakları işin ağırlığıyla yola koyuldu.

Ilgar, Nariya ve Tunahan sessiz ama kararlı bir şekilde İstanbul’a gitmek için yola çıktılar. Araçta sessizlik hâkimdi, her biri akıllarında Arda ile yüzleşmenin planlarını yapıyordu. Havalimanına vardıklarında Ilgar’ın eski bir dostu olan Gürkan onları karşılayacaktı.

Gürkan’ın beklediği noktaya vardıklarında, Tunahan göz ucuyla Ilgar’a baktı. “Bu Gürkan güvenilir mi?”

Ilgar, kararlı bir sesle cevap verdi, “Gürkan sağlam adamdır. Bizi asla yolda bırakmaz.”

Nariya, hafif bir gerginlikle ekledi, “Bu işin sonunda Arda'nın hiçbir şey anlamayacağından emin olmalıyız. Yani sizin varlığınızı öğrenmemeli.”

O sırada Gürkan, ellerini cebinden çıkararak yanlarına geldi. “Hoş geldiniz.” dedi. “Araba hazır, bagajlarınızı atın, yola çıkalım.”

“Hoş bulduk.” dedi Ilgar eski dostuna sarılıp onu arkadaşlarıyla tanıştırdı. Selamlaştıktan sonra arabaya gittiler.

Araca bindiklerinde Gürkan, Arda ile ilgili elde ettiği bilgileri paylaştı, “Arda, bu gece dışarıda olacak. Her zamanki mekanlarından birine gidiyor. Yalnız olacak. Bizim için en uygun fırsat bu gece.”

Daha sonra akşama kadar vakit geçirebilmek için yola çıktılar. Bir kafede oturup birere kahve içerken, planın detaylarının üzerinden geçtiler.

Ilgar’ın yönlendirmesiyle plan netleşmeye başladı. Tunahan ve Ilgar, maskelerini takarak Arda’nın karşısına çıkacaklardı. Amaçları, kimliklerini asla belli etmeden onu korkutmak ve haddini bildirmekti. Fiziksel olarak onu etkisiz hâle getirdikten sonra sıra Nariya’ya gelecekti. Nariya, Arda’ya yıllardır taşıdığı öfkesini kusacak, geçmişte yaşanan her şeyi yüzüne haykıracaktı.

“Arda bizim kim olduğumuzu asla bilemeyecek,” dedi Ilgar kararlı bir şekilde. “Maske takacağız ve onu sokakta kıstıracağız.”

Tunahan yumruklarını sıkarak ekledi, “Onunla uzun zamandır yüzleşmek için bekliyorum. Hak ettiğini alacak. Mayda’nın ve Nariya’nın yaşadıkları, yanına kar kalmayacak.”

Nariya derin bir nefes aldı. “Benim için bu yüzleşme çok önemli. Yıllardır içimde taşıdığım öfkeyi onun yüzüne haykıracağım. O bana yaptıklarının bedelini ödeyecek.”

Gürkan araya girerek, “Her şey hazır. Mekânın çıkışında bekleyeceğiz. O geldiğinde harekete geçeceğiz. Tunahan ve Ilgar, onu hırpalayacak, ardından Nariya sahneye çıkacak.” dedi. “Kimliğimizi asla bilemeyecek”

“Peki kameralar?” dedi, Ilgar ciddi bir ifade ile, “Kamera, tanık hiçbir şey olmamalı.”

“Merak etme, mekanı önceden araştırdım. Arka sokağa çekeceğimiz için orada kamera yok. Ilgar bunu yapmak istediğinize emin misiniz?”

“Eminiz!” dedi Tunahan, Ilgar’ ın yerine cevap veren o olmuştu. “Bak anlıyorum senden istediğimi şeyin farkındayım. Ben de hayatımda ilk defa böyle bir işe kakışıyorum ve Ilgar olmasaydı dümdüz herife dalardım. Ama yardımların için teşekkür ederim.”

“Seni anlıyorum Tunahan.” derken yan gözle Ilgar’ a hüzünlü bir bakış attı. “Buna benzer olayları daha önce de yaşadık.” derken, Ilgar sessizliğini koruyarak başını öne eğdi.

“Neyse, biz şimdi daha öncesini boş verelim.” dedi, ardından seri bir şekilde konuşarak, “Önümüze bakalım.” derken dudakları ince bir çizgi halini aldığında üç adam da birbiriyle bakışırken, Nariya da gözlerini kısmış onları incelerken, o an orada tam olarak ne döndüğünü anlamaya çalışıyordu.

Gürkan’ın ayarladığı arabada otururken planlarının her detayı netleşti. İstanbul’un gece ışıkları altında, Arda’yla hesaplaşacakları anı bekliyorlardı. Her biri, bu yolculuğun kendileri için bir dönüm noktası olacağını biliyordu. Mayda ise tüm bu olanlardan habersiz evindeydi.

Güneş henüz tam doğmuş, hafif bir esinti pencereden içeri dolmuştu. Mayda, mutfakta kahvaltıyı hazırlarken, Beliz ve Sayina yavaşça masaya oturuyorlardı. Evin içinde, sabahın sessizliğine uyum sağlayan dingin bir atmosfer vardı.

Sayina, mutfağa göz gezdirirken kaşlarını hafifçe çattı. “Nariya yine ortalarda yok.” dedi. “Her zamanki gibi erken mi çıktı acaba?”

Mayda, kardeşinin bu yorumuna hafifçe gülümsedi. “Biliyorsun işte, Nariya kendi başına takılmayı seviyor. Biraz nefes almak istemiş olabilir.” dedi. Sonra telefonunu eline alarak Nariya’yı aradı. Telefon birkaç kez çaldı, ama açılmadı.

Beliz, çatalıyla tabağındaki yiyecekleri karıştırarak sessizce konuştu. “Onun için endişelenmiyorum. Nariya’nın bazen kendini dinlemek için uzaklaşması gerekiyor. Buna alışkınız, bir süre sonra döner.”

Sayina, başını sallayarak onayladı. “Evet, biliyorum. Ona biraz alan tanımalıyız. Aslında hala gitmemiş olması beni hem şaşırtıyor hem de hoşuma gidiyor.”

“Biliyor musun? Ben de öyle hissediyorum. Onunla vakit geçirmeyi özlemişim.” dedi, Mayda tebessüm ederek, Beliz’ e döndüğünde Sayina da ona baktı. O ise ellerini pes eder gibi havaya kaldırdı ve “Yorum yok.” dedi.

Mayda ve Sayina Beliz’ in bu hareketine gülümsediler ve ardından kahvaltıya devam ettiler, ama her birinin aklında Nariya’nın yokluğu ile ilgili hafif bir huzursuzluk vardı.

Kahvaltı sessizlik içinde devam ederken, masadaki melankoli yavaşça belirginleşmeye başladı. Mayda, bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Anne ve babamızın mezarını ziyaret etmeyi çok istiyorum.” dedi yavaşça. “Ama hep erteledik. Artık gitmenin zamanı gelmedi mi?”

Beliz, kardeşinin bu sözleri karşısında derin bir nefes aldı. “Evet, artık onları ziyaret etmeliyiz. Onlara söz verdik ama o kadar uzun zaman oldu ki... Neden bu kadar geciktik?”

Sayina, gözleri dolmuş bir şekilde başını öne eğdi. “Bazen insan, sevdiği birini ziyaret etmekten korkar. Belki de... Yüzleşmek zor geliyor.”

Mayda, kardeşlerinin ellerine dokunarak onlara cesaret vermeye çalıştı. “Ama artık yalnız değiliz. Birlikte gideceğiz. Onların huzurunda buluşacağız. Bize kızmadıklarını biliyorum... Sadece bekliyorlar.”

“Haklısın. Öyle yapalım.” dedi, Beliz kendinden emin ama kırılgan sesiyle.

“Keşke Nariya da bizimle olsaydı.” dedi, Sayina hüzünlü bir iç çekti.

Kahvaltıdan sonra hazırlanıp evden çıktılar. Üç kız kardeş, mezarlığın girişine geldiklerinde sessizlik içinde birbirlerine baktılar. Yol boyunca hiç konuşmamışlardı ama hissettikleri her şey bakışlarından okunuyordu. Etraflarındaki ağaçlar hafifçe rüzgarda sallanıyordu, mezar taşlarının üzerinde çiğ taneleri vardı.

Anne ve babalarının mezarına vardıklarında, hepsi aynı anda nefeslerini tuttular. Mezar taşları, onların anılarını yaşatır gibi sessizce duruyordu. Mayda, yavaşça çiçekleri bıraktı ve ellerini taşlara dokundu. “Buradayız... Geldik.” diye fısıldadı.

Beliz, gözyaşlarını tutamayıp dizlerinin üzerine çöktü. “Özür dilerim...” dedi, sesi boğuk bir şekilde. “Bu kadar uzun zaman geçmesine izin verdiğimiz için... Özür dilerim.”

Sayina, kardeşlerinin yanına oturup ellerini tutarak gözyaşlarını silmeye çalıştı. “Onlar bizi affeder.” dedi yavaşça. “Her zaman bizimleydiler. Bunu hissediyorum.”

Mayda, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. “Burada olmak... Onların yanında olmak... İçimde bir şeyleri onarıyor.” diye mırıldandı. “Biz de onlar gibi olacağız. Ne olursa olsun, hep birbirimize bağlı kalacağız.” Bir süre daha sessizce anne ve babalarının başında dua ettikten sonra mezarlıktan çıktıklarında, Mayda, Beliz ve Sayina sessizce arabaya bindiler. Her biri duygularıyla baş başa kalmış, anne ve babalarının anılarının ağırlığını hissediyordu. Ama önlerinde yoğun bir gün vardı. Spa merkezine gidip işleri yoluna koymaları gerekiyordu.

“Hadi, iş başına.” dedi Mayda, arabanın direksiyonunu çevirirken. “Bugün onları gururlandıracağız. Bu merkez, bizim bir parçamız olacak.”

Beliz arka koltuktan başını çıkarıp hafifçe gülümsedi. “Evet, burayı en iyi hale getirmek için buradayız.”

Spa merkezine geldiklerinde, İlay onları kapıda karşıladı. Sabahın erken saatlerinde merkezi açmış, randevulu müşterileri kabul etmeye başlamıştı bile. İçeri giren üç kız kardeş, taze çiçek kokuları ve lavanta esintisiyle dolu bir atmosferle karşılandı.

“Günaydın, hoş geldiniz, kızlar.” dedi İlay, onlara hafif bir tebessümle. “Bugün yoğun bir gün olacak. İlk müşteriler birazdan gelir.”

“Günaydın canım.” dedi Mayda, “Gelsinler bakalım.” dedi ardından heyecanla.

Kızlar, da ona tebessümle cevap verdiler. Sayina, spa merkezinin arka bahçesine yöneldi. Burada şifalı bitkiler ve aromatik çiçeklerin ekili olduğu küçük bir bahçe oluşturmuştu. Toprakla uğraşmak, onun için bir terapi gibiydi. Lavanta, biberiye ve adaçaylarını kontrol etti, yeni fideleri ekmek için hazırlık yaptı.

“Siz ne güzel olmuşsunuz böyle hemen.” diye mırıldandı kendi kendine, ellerini toprağa batırırken. “Buradaki her bitki, merkezin ruhunu yansıtacak.”

İlk randevulu müşteriler spa merkezine gelmeye başladığında, Mayda ve İlay resepsiyonda hazır bekliyordu. Her müşteri sıcak bir gülümsemeyle karşılanıyor, kayıt işlemleri titizlikle yapılıyordu. Günün programı yoğun olmasına rağmen, merkezdeki huzurlu atmosfer herkesin rahatlamasını sağlıyordu.

“Bugün masaj seansımız var.” dedi İlay, gelen bir müşteriye. “Ayrıca aromaterapi odasını da deneyebilirsiniz. Her şey tamamen size özel hazırlanacak.”

Mayda, Beliz ve İlay işlerin başında, spa merkezini düzenli bir şekilde yürütmek için çalışıyordu. Beliz masaj odalarını kontrol ederken, İlay müşterilerin kayıtlarıyla ilgileniyor, Mayda ise her şeyin düzgün ilerlediğinden emin olmak için koşturuyordu.

Sayina, arka bahçede bitkilerle uğraşırken, “Bu merkez sadece bedenleri değil, ruhları da iyileştirecek.” diye düşündü. Toprağa ektiği her bitki, bu merkezde şifa bulacak insanların bir parçası olacaktı.

Saatler ilerledikçe, spa merkezinin kapısından giren çıkan müşteri sayısı artmaya başladı. İlay, tüm bu yoğunlukta huzuru korumayı başarıyordu. Müşteriler memnun bir şekilde ayrılıyor, merkezde geçirdikleri zamanı takdir ediyorlardı.

Yoğun bir iş gününün sonunda, Mayda, Beliz ve Sayina, biraz dinlenmek ve keyifli zaman geçirmek için Nergis’in restoranına gitmeye karar verdiler. Güneş yavaş yavaş batarken, restoranın sıcak ve samimi atmosferi onları karşılıyordu. Masalarının hemen yanında küçük saksılarda taze çiçekler vardı, içeriden hoş bir müzik sesi yükseliyordu.

“Tam da ihtiyacımız olan şey.” dedi Mayda, içeri adım attıklarında. “Nergis ablanın yemekleri her zaman harikadır.”

Beliz, burayı özlediğini fark ederek etrafa bakındı. “Bu mekan gerçekten huzur verici.” diye ekledi. “Küçük ama rahat. Tam bizim tarzımız.”

Sayina, iç çekerek kardeşlerine baktı. “Bu kadar yoğun bir günün ardından biraz rahatlamayı hak ettik.” dedi. “Burada uzun uzun oturup sadece keyif yapalım.”

Nergis, mutfaktan çıkarak onları görmek için masalarına geldi. Kız kardeşleri sıcak bir gülümsemeyle karşılayan Nergis, “Hoş geldiniz, kızlar!” dedi, neşeyle. “Sizi görmek ne güzel. Bugün harika yemekler hazırladım, umarım açsınızdır.”

Mayda, Nergis’e sarılarak, “Her zaman açız, Nergis abla. Senin yemeklerin için sabırsızlanıyoruz.” dedi şakayla. “Bize bugün ne tavsiye edersin?”

Nergis gülümseyerek, “Bugün deniz mahsullü salata ve özel etli dolmam var. Yanına da nefis mezeler hazırladım.” dedi. “Ama tatlıları kaçırmayın, özellikle de cevizli baklavayı.” dedi, Mayda’ ya göz kırptı.

Beliz, heyecanla, “Tatlıyı kesinlikle deneyeceğiz.” dedi.

“Senin baklavanın üstüne tanımam.” dedi, Mayda gülerek.

Nergis, “Harika, o zaman hemen hazırlıklara başlıyorum.” diyerek, onları mutlu etmek için hemen mutfağa döndü. Kızlar, sıcak atmosferin tadını çıkararak masalarına yerleştiler.

Yemekler masaya geldikçe, aralarında keyifli sohbetlere daldılar. Çocukluk anılarından, spa merkezinin planlarından ve hayatlarına dair geleceğe yönelik umutlarından bahsettiler. Yemek boyunca bol bol güldüler. Nergis’in yemeklerini övdüler ve güzel bir akşamın tadını çıkardılar.

Mayda, kardeşlerine dönerek, “İşte böyle anları seviyorum.” dedi gülümseyerek. “İyi yemek, iyi sohbet, aile...”

Sayina, başını sallayarak, “Bunun daha sık olması lazım. Hayatın koşuşturmasında bu anları hep ihmal ediyoruz.” dedi.

Beliz, içten bir kahkaha atarak, “Kesinlikle! Belki Nergis abla, bizi her hafta ağırlamak ister.” dedi.

Nergis, mutfaktan duyduğu bu yoruma gülerek, “Her zaman beklerim!” diye seslendi. “Ama her seferinde tatlıları bitirmemek şartıyla!”

“Bu laf bana mıydı Nergis abla? Aşk olsun.” dedi gülerek.

“Sen başımın tacısın canım benim.” dedi, Nergis’ de gülerek.

Yemekten sonra, restorandan mutlu ve huzurlu bir şekilde ayrıldılar. Nergis’e teşekkür ederek vedalaştılar ve eve doğru yola koyuldular. Gecenin serin havası onlara iyi gelmişti. Yolda giderken aralarındaki bağın daha da güçlendiğini hissettiler. Mayda bu durumdan çok memnundu. Hayatı gerçekten de yoluna girmişti. Sevgilisi vardı ve birbirlerini çok seviyorlardı. Sevgileri, rüzgarın dalgalarla dans etmesi gibiydi; bazen fırtınalı, bazen de dingin, ama hep aynı uyumla bir arada. Aralarındaki bağ, bir ırmağın taşlara karşı sabırla akışı gibiydi; her engeli yavaşça aşan ama derinliğinden hiçbir şey kaybetmeyen bir sevgi

Ailesi yanındaydı. Hayalindeki işini gerçekleştirmişti.

“Böyle gecelerin devamı gelmeli.” dedi Mayda, elini Sayina’nın omzuna atarak. “Hayat bazen çok hızlı geçiyor, ama biz hep bir arada olacağız.”

Beliz, gülümseyerek ekledi, “Ne olursa olsun, birbirimizden kopamayız. Ailemizin en büyük gücü bu.”

Eve vardıklarında, hepsi rahatlamış ve mutlu hissediyordu. Kapıyı açıp içeri girdiklerinde, kendilerini güvende hissettikleri yuvalarında olmanın huzuru içinde, yorgun bir günü geride bırakırken diğer tarafta Ilgar, Tunahan ve Nariya bambaşka bir huzurun peşindeydiler.

Gece karanlığı İstanbul’u yavaş yavaş ele geçirirken, Arda büyük aynasının karşısında kendine bakıyordu. Üzerine en sevdiği pahalı takım elbiseyi geçirdi, her zamanki gibi kusursuz görünmek için zaman harcıyordu. Kravatını özenle bağladıktan sonra kol düğmelerini taktı ve parfümünü sıktı. Aynadaki yansımasına bakarken yüzünde kibirli bir gülümseme belirdi.

Telefonunu eline aldı, birkaç mesaj kontrol etti. ‘Bu gece seni en iyi mekanda bekliyoruz.” yazıyordu, bir arkadaşından gelen mesajında. Arda, telefonunu cebine koyduktan sonra, son bir kez saçlarını düzeltti. Kendinden emin bir şekilde kapıya doğru ilerlerken, bu gece yine keyifli bir eğlencenin onu beklediğine emindi.

Lüks bir gece kulübünün kapısına geldiğinde içeri rahatça girdi. Kalabalık, müziğin ritmiyle coşuyordu. Arda, barın önüne geçip bir içki söyledi. Gözleri, kalabalığın içinde dolaşıyordu, etrafındaki insanların bakışlarını toplamaktan hoşlanıyordu. Kibirli bir rahatlıkla gülümseyerek arkadaşlarına selam verdi, ardından VIP masalarından birine geçti.

Müziğin ritmi arttıkça Arda da eğlenceye kendini kaptırdı. İçkisini yudumlarken, çevresinde ona eşlik eden birkaç kişiyle kahkahalar atıyordu. Mekanın enerjisi yükseliyor, gecenin karanlığına karışan bu eğlencede kendini adeta zirvede hissediyordu.

Bu sırada, Arda’nın her adımını sessizce izleyen üç kişi vardı; Tunahan, Ilgar ve Nariya. Gürkan’ın sağladığı siyah bir araba, mekanın hemen karşısında bekliyordu. Tunahan direksiyonu sıkıca tutarken, gözleri sürekli mekana giriş-çıkış yapan insanları izliyordu.

“Geldi.” dedi Gürkan, arka koltuktan. Arda’nın VIP bölümüne yöneldiğini fark etmişti.

“O geceyi yaşıyor sanıyor, ama bu onun son mutlu gecesi olacak.” dedi, Tunahan dişlerinin arasından fısıltıyla. Tunahan’ın kalbindeki hisler, her geçen gün daha da derinleşiyordu. Mayda’ya duyduğu sevgi, yalnızca bir bağlılık değil, sanki ruhunun yarım kalan bir parçasını tamamlayan bir aşktı. Onun gözlerine her baktığında, kendini evinde hissediyor, tüm geçmişinin ağırlığını Mayda’nın yanında hafifliyormuş gibi hissediyordu.

“Onu korumak istiyorum… Hayatın ona verdiği tüm yaraları sarmak istiyorum.” diye düşünüyordu her defasında. Ama aynı zamanda geçmişin gölgesi Tunahan’ın zihninde bir öfke olarak büyüyordu. Sevdiği kadının, geçmişte berbat bir adamın eline düşmüş olması ve o adamın ona zarar vermiş olması, içinde susturamadığı bir yangına dönüşmüştü.

Nariya, arka koltukta sessizce oturuyordu. Gözleri, karanlık geceye dalmıştı. Yüzü soğukkanlıydı ama içinde fırtınalar kopuyordu. Bu gece Arda ile yüzleşmek, yılların yükünü üzerinden atmak demekti. Nefesini kontrol etmeye çalışarak. “Bu iş bu gece burada bitecek.” dedi. Gözlerinde biriken yaşları tutmakta zorlanıyordu. O an, hayatta en zor şeyin kendini affetmek olduğunu fark etmişti.

Mayda’nın da aynı acıyı yaşadığını bilmek, Nariya’nın kalbini daha da yaralı hale getirmişti. “Onu da yalnız bıraktım.” diye, düşündü acıyla. "Kardeşime destek olmalıyken, sessiz kaldım. Şimdi onu da, kendimi de bu acıyla yüz yüze bıraktım."

Tunahan, direksiyona biraz daha sertçe yaslanarak, “O herif hak ettiğini alacak.” dedi. Gözleri, kulübün kapısına kilitlenmişti. Arda dışarı çıkana kadar bekleyeceklerdi. “Nasıl olur da sevdiğim kadına böyle bir şey yapabildin?” diye düşündü, dişlerini sıkarak. Onun izni olmadan, onun hayatına bu kadar büyük bir acı bırakmış olmak… Tunahan bunu affedemiyordu. Arda’nın geçmişte Mayda’ya yaşattığı her şey, Tunahan’ın zihninde derin yaralar açıyordu. “Onunla yüzleşmek zorundaydım. Onun cezasını ben vereceğim.” dedi, içinden.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, Tunahan, Ilgar ve Nariya, arabada maskelerini hazırlamışlardı. Ilgar sakin ve kararlıydı, Nariya ise içinde taşıdığı öfkeyi kontrol etmeye çalışıyordu.

“İndirdiğimizde, konuşmana izin vereceğiz.” dedi, Tunahan Nariya’ya dönerek. “Tüm gerçekleri ona haykıracaksın.”

Ilgar, arka koltuktan maskesini aldı ve yüzüne geçirdi. “Tunahan kendine hakim olacağına söz ver.” dedi soğukkanlı bir sesle.

Tunahan dişlerini sıkarak, maskeyi yüzüne geçirdi. “O her şeyin bedelini ödeyince duracağım.”

Saat gece yarısını çoktan geçtiğinde, Arda kulüpten çıkmaya hazırlandı. Yorgun, biraz sarhoş ama eğlenceden memnun bir şekilde kapıya yöneldi. Tam o sırada, karşı kaldırımda bekleyen Tunahan, motoru çalıştırdı. Ilgar arka koltuktan ileri eğilip gözleriyle Arda’yı izledi.

“Hadi.” dedi Tunahan, dişlerinin arasından. “Zamanı geldi.”

Arda, kulübün çıkış kapısına doğru yürürken yüzünde gevşek bir gülümseme vardı. Mekanın ışıkları arkasında kalırken, serin İstanbul gecesi onu karşıladı. Yalnız başına yürürken cebinden telefonunu çıkardı, birkaç mesajına baktı ve ağır adımlarla sokakta ilerlemeye başladı. Arabasına doğru gidiyordu.

Tam o sırada, karşı kaldırımda bekleyen araba yavaşça hareket etti. Tunahan’ın elleri direksiyonu sıkıca kavramıştı. Ilgar, arka koltuktan gözlerini Arda’ya dikti. “Başladı.” dedi alçak bir sesle.

Tunahan, aracı Arda’nın yürüdüğü sokağın köşesine doğru sürdü. Arda, çevresinde olup bitenlere dikkat etmeden yürürken, Tunahan ve Ilgar hızla arabadan indiler. Arda ne olduğunu anlamadan, Ilgar onu güçlü bir hareketle omzundan yakaladı ve ıssız bir binanın arka sokağına doğru sürükledi.

“Ne yapıyorsunuz? Kimsiniz siz?” diye bağırdı Arda, panikle. Ama kimse ona cevap vermedi.

Ilgar, Arda’yı duvara yasladı ve sert bir bakışla ona maskenin arkasından baktı. “Sessiz ol!”

Tunahan, maskesini düzelterek Arda’nın önüne geçti. Yüzünde hiçbir ifade olmadan, dişlerinin arasından fısıldadı, “Sana zarar verdiğin herkesin hesabını ödetmeye geldik.”

Arda panikle etrafına bakındı ama karanlık sokakta kimse yoktu. “Ne diyorsunuz? Kimsiniz siz?” diye bağırmaya çalıştı ama Tunahan’ın yumruğu onu susturdu. Sert bir darbe, Arda’yı yere düşürdü.

“Bu onun için.” dedi, Tunahan soğuk bir sesle, bir yumruk daha indirirken. “Bu da sevdiklerine zarar verdiğin için...” Yumruklar peş peşe geliyordu, her biri yılların birikmiş öfkesini taşıyordu.

Tunahan bir süre ona vurmaya ve tekme atmaya devam etti. Be kadar çok vursa da hırsı geçmiyordu. Arda yerde sızlanarak kıvranırken Ilgar Tunahan’ ı durdurmaya çalıştı.

“Yeter!” Bırak artık!” dese de, Tunahan durmadı. Ilgar sert bir hamle ile Tunahan’ ı sarsarak omuzlarından tutup geriye attı. “Sana bu kadar yeter dedim!”

Tunahan buğulanmış ve öfkeden kararmış bakışlarını yerdeki acı içinde inleyen Arda’ dan zorla ayırıp Ilgar’ a baktı. Nefes nefeseydi. Adrenalinden tüm vücudu sarsılıyordu. Tunahan’ın zihni, öfkenin karanlığına gömülmüştü. Arda’nın karşısına çıktığı anda gözlerinde hiçbir tereddüt kalmamıştı. Yumrukları sıkıydı, kasları gerilmiş, kanı damarlarında fırtına gibi akıyordu. Her darbesinde yalnızca Mayda’nın yaşadığı acıyı değil, Nariya’nın taşıdığı sessiz çığlıkları da hissediyordu. Tekrar onun üzerine atıldı.

"Bu senin cezan!" diye haykırdı, her yumruğu Arda’nın bedenine bir hesaplaşma gibiydi. İçindeki öfke, yılların birikmiş nefretiyle birleşmiş, ona geri dönüş yolu bırakmamıştı. Gözleri kararmış, adeta gerçekliğini yitirmişti. O an, dünyada sadece kendisi ve karşısında diz çökmüş Arda vardı.

Tunahan’ın yumrukları, sanki her darbede geçmişi ve acıyı unutturmak istercesine iniyordu. Her vuruş, içindeki fırtınayı bir nebze dindiriyor, ama aynı zamanda ruhunu daha derin bir karanlığa çekiyordu.

"Bu iş burada bitecek," diye hırladı, nefes nefese kalmıştı ama durmayı düşünmüyordu. Arda’nın aciz bakışlarına rağmen öfkesi dinmiyor, ellerindeki her yara, her darbe, onu daha da ileriye itiyordu. Gürkan ise bu sırada etrafı gözlemlemeye devam ediyordu.

Arda, kanayan yüzünü elleriyle kapatmaya çalışırken, Nariya maskesini çıkararak öne geçti. Yüzü, acı ve öfkeyle doluydu. Arda’ nın yerde serili vücuduna tiksinti ile baktı. Ona doğru hafifçe eğilerek, “Beni hatırladın mı, Arda?” dedi sert bir sesle. “Yıllarca taşıdığım yükün, seninle ilgili olduğunu hiç fark etmedin değil mi?”

Arda, Nariya’nın yüzüne baktığında gözleri büyüdü. Şok içinde, “Nariya... Sen...” diye kekeledi.

“Evet, ben. Yıllar önce bana dokunmaya cüret ettin. Mayda’nın yanında bana sarkıntılık yaptın. Yıllarca sustum, ama artık susmayacağım.” Nariya’nın sesi yankılanıyordu, her kelimesi intikamın gücüyle doluydu.

Arda, ne yapacağını bilemeden geri çekildi. “Ben... Bunu yapmadım... Yanlış anladın...” dedi, yerde geriye doğru kendisini sürükleyerek sert duvara çarptı.

Nariya, ona doğru bir adım daha atarak, “Hayır, Arda. Her şeyi gayet iyi anladım. Bu senin son şansındı. Artık bana ve ruhuma dokunamayacaksın. Bana yaptıklarının bedelini ödemenin zamanı geldi.” dedi soğukkanlılıkla.

Tunahan, Nariya’nın arkasında durarak Arda’nın yüzüne son bir kez baktı. “Şimdi seni burada bırakıyoruz, ama unutma... Bu geceyi sakın unutma Arda!”

“Seni rezil edeceğim! İnsan içine çıkamaz hale getireceğim Arda, Bu daha başlangıç benim başlangıcım senin bitişin olacak! Duydun mu beni!” diye haykırdı. Sinirden ve adrenalinden o da titremeye başlamıştı. “Seninle işim bittiğinde sen de bitmiş olacaksın! O sarsılmaz kendine olan güvenin, paran pulun, ailen, sevdiklerin yanında hiç kimse kalmayacak. En önemlisi de o lanet kibirli pi karakterin!” diye bağırmaya devam etti. Arda ise şok içinde ona bakakalmıştı.

Ilgar, sessizce Nariya’nın koluna dokundu ve ona gitme vaktinin geldiğini işaret etti.

Bu sırada Tunahan, “Seni siktiğimin göt herifi ona öyle ne cüretle bakarsın! Ne cüretle dokunursun!” diyerek, tekrar üzerine atıldı ve onu bayıltana kadar yumrukladı. Ilgar bile onu üzerinden alamamıştı.

Nariya, maskesini takmadan önce Arda’ nın yüzüne eğilerek tükürdü. Arda’yı ıssız sokakta, çaresizlik içinde bıraktılar. Arda, yerde yığılı halde kalırken, kim olduklarını asla öğrenemeyecekti.

Arabaya bindiklerinde, her biri sessizdi. Nariya’nın gözlerinde bir huzur vardı. Yılların öfkesi ve acısı, bu gece biraz boşalmıştı. Tunahan ise direksiyonu sıkarak derin bir nefes aldı. “Bitti.” dedi sakin bir sesle. “Hadi, buradan gidelim.”

Ilgar, Tunahan ve Nariya, ıssız sokağı geride bırakmışlardı. Her biri, içinde taşıdığı duygularla baş başa kalırken arabada sessizlik hakimdi. Gürkan’ın ayarladığı araç, yavaşça havalimanına doğru ilerlerken, geride hiçbir iz bırakmamışlardı.

Tunahan, direksiyonun başında, yüzünde hafif bir rahatlamayla gözlerini yola dikmişti. İçindeki öfke, yumruklarının her darbesiyle bir nebze hafiflemişti ama tam anlamıyla huzur bulmuş sayılmazdı. Mayda’nın adını düşünmek, içinde hala bir sızı bırakıyordu. “Bunu onun için yaptım.” diye, düşündü. “Ama gerçeği öğrendiğinde ne yapacak? Beni affeder mi?” Kendini her ne kadar rahatlatmaya çalışsa da, gelecekte Mayda ile yüzleşeceği o anı düşünmekten kendini alamıyordu.

Nariya, arka koltukta sessizce oturmuş, camdan dışarıyı izliyordu. İçinde büyük bir fırtına kopmuştu, ama aynı zamanda bir rahatlama hissetti. “Yıllardır taşıdığım bu yükten sonunda kurtuldum.” diye düşündü. Arda'ya olan öfkesi, onun yüzüne haykırdığı her sözde biraz daha azalmıştı. Ama bir boşluk da hissediyordu. “Bu kadar yıl sustum... Şimdi gerçekleri Mayda’ya anlatma zamanı geldi.” Nariya, gelecekteki yüzleşmeden korkuyordu ama bu yükü daha fazla taşımayacaktı.

Ilgar, sessizce ön koltukta oturmuş, düşünceleri geçmişin gölgelerinde dolanıyordu. Hayatı boyunca taşıdığı acılar, Nariya’nın bu yüzleşmesini izlerken yeniden canlanmıştı. “Bazen adalet böyle sağlanır…” diye düşündü. Ama bu adalet, ona kendi içindeki boşluğu kapatma fırsatını vermemişti. Nariya’ya yardım etmek, bir nebze olsun huzur getirse de, geçmişin yaraları hala tazeydi. Kendi acılarından kaçamayacağını biliyordu ama en azından bu gecede, doğru bir şey yapmış olmanın huzurunu hissetti.

Araba sessizce havalimanının önüne yanaştığında, her biri bir şey söylemeden araçtan indi. Gürkan’a kısa bir teşekkür ettikten sonra terminale doğru yürüdüler. Zihinlerinde bu gecenin izlerini taşıyorlardı, ama artık her şey geride kalmıştı. İz bırakmadan, sessizce bu şehri terk etmek zorundaydılar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%