@nefelicalliope
|
Merhaba; size uzun bir bölümle geldim. Aslında 2 bölüm olarak yayımlayacaktım ama sonra konnuyu bölmek istemedim. Keyifle okuyun... Sevgiler. Bu arada yıldızımızı parlatmayı unutmayın. Bir de bölüm sonu bazı sorularım oldu onlara da cevap verirseniz memnun olurum:)
"Yalnızlık, sessizce sarmalanan bir gölge gibidir; insanın içini, kendisiyle yüzleşmekten korktuğu her şeyle doldurur. Bir boşluk değil, aksine her köşesi anılarla dolu, ama yalnızca kişinin kendi yankısıyla dolup taşan derin bir kuyudur."
Uçağa bindiklerinde her biri ayrı koltuklara yerleşti. Tunahan, pencereden dışarıya bakarak derin bir nefes aldı. Biten sadece Arda meselesi değildi; içindeki karanlık, artık biraz daha hafifti. Gözleri yavaşça kapanırken, içinde Mayda’yla yüzleşmenin getireceği yeni sorular vardı. Nariya, yan koltukta sessizce oturmuş, ellerini kucağında birleştirmişti. “Artık özgürüm.” diye düşündü. Mayda’ya anlatacağı her şeyin yükünü kalbinde taşıyordu. Ama bu yük, artık ona zarar vermeyecekti. Ilgar, başını koltuğun arkasına yaslayarak gözlerini kapattı. “Bazen adalet, sessizce gerçekleşir.” diye, düşündü. Kendi hayatında bulamadığı huzuru, bu küçük zaferde aradı. Ama geçmişten kaçamayacağını da biliyordu. “Belki de sadece geçmişimi anılarla yaşamayı öğrenmeliyim.” diye düşündü. Uçak indiğinde, her biri kendi hayatlarına dönmek için vedalaşıp ayrıldı. Tunahan, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte Mayda’nın evine doğru yürürken derin bir nefes aldı. İçindeki huzursuzluğu bastırmaya çalışıyordu. Dün gece yaşananların ağırlığı hala omuzlarındaydı ama Mayda’nın yanında doğal davranmak zorundaydı. Kapıdan içeri adım attığında, bahçeden gelen çay kokusu ve kuşların cıvıltısı ona geçici bir rahatlık hissi verdi. Mayda, bahçedeki küçük masada oturmuş, elinde bir çay fincanıyla ona doğru baktı. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı ama gözleri, Tunahan’ın varlığında bir şeylerin değiştiğini sezmiş gibiydi. “Erkencisin ve dönmüşsün.” dedi hafif bir şaşkınlıkla. Tunahan, ona yaklaşarak sımsıkı sarıldı. Ardından karşısındaki sandalyeye oturdu. “Erken kalkmak iyidir ve döndüm. Ayrıca seni çok özledim.” dedi, doğal bir tavırla. Ama içten içe, ellerindeki yara izlerinin fark edilmesinden korkuyordu. Elleri, attığı her bir yumruğun iziyle doluydu ve parmak eklemleri hafifçe şişmişti. “Çay ister misin?” “Evet, lütfen.” dediğinde, Mayda eve girmek için ayağa kalktı. O sırada gözlerini kısarak Tunahan’ın ellerine baktı. Gözlerinden bir an bile kaçmayan keskin bir dikkatle, ellerindeki yara izlerini fark etti. “Tunahan...” diye yavaşça fısıldadı. “Ellerine ne oldu?” Tunahan, kısa bir an duraksadı. Kafasında cevap ararken içindeki dürüstlük arzusu ve gerçeği saklama isteği arasında kaldı. “Ufak bir şey.” dedi, gülümsemeye çalışarak. “Küçük bir kaza. Dalgıçlık ekipmanlarını taşırken oldu.” Ama Mayda onun gözlerine baktığında, Tunahan’ın bu sözlerinin altında bir şeylerin saklandığını anladı. “Bana doğruyu söyle, Tunahan.” dedi, sert ama endişeli bir sesle. Yalanı nerede görse tanırdı. “Ne oldu? Gerçekten ne oldu?” Tunahan, derin bir nefes aldı ve gözlerini Mayda’dan kaçırdı. Bu kadar dürüst olmaya alışmış biri için bir şey saklamak son derece zordu. “Onu korumak için saklıyorum.” diye düşündü. Ama Mayda’nın gözleri, sanki onun içindeki her şeyi okuyordu. İçindeki huzursuzluk, Mayda’nın bu kadar derin bakmasıyla daha da arttı. “Mayda...” dedi yavaşça. Mayda, gözlerindeki hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak, “Tunahan, bana hep dürüst olduğunu düşünüyordum.” dedi. “Ama şimdi sakladığın bir şey var ve bu beni gerçekten endişelendiriyor.” Tunahan, Mayda’nın gözlerindeki kırılganlığı gördüğünde, ona karşı hissettiği sevgi ve koruma içgüdüsü daha da güçlendi. Ona bir adım daha yaklaşarak, ellerini nazikçe tuttu. “Mayda...” diye fısıldadı. “Sana zarar verecek hiçbir şey yapmadım. Bunu bilmeni istiyorum.” Mayda, Tunahan’ın ellerindeki yaraları hissederken, içindeki öfkeyle karışık endişe büyüdü. Ama ona olan sevgisi, bu endişeyi bastırıyordu. “Beni seviyorsun, değil mi?” diye sordu sessizce. “Sana güvenmek istiyorum, ama bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyorum.” Tunahan, Mayda’nın yüzüne bakarak, “Evet.” dedi kararlı bir şekilde. “Seni her şeyden çok seviyorum. Ama bazen…” dedi, yutkundu. Aralarındaki mesafe kapanırken, Tunahan Mayda’nın elini nazikçe öptü. Bahçedeki hafif rüzgar, etraflarındaki yaprakları savururken, bu anın yoğunluğunu daha da artırdı. Mayda, Tunahan’ın ellerini bırakarak hafifçe iç çekti. “Sana inanıyorum.” dedi sonunda. “Ama bana her şeyi anlatabilirsin. Bunu biliyorsun değil mi?” diyerek, onu cesaretlendirmeye çalıştı. Tunahan, başını sallayarak, “Elbette biliyorum güzelim. Ama sanırım zamana ihtiyacım var.” dedi. Aralarındaki bu duygusal yoğunluk, hem onları birbirine daha çok yaklaştırmış, hem de aralarında anlatılmamış bir sır bırakmıştı. “Pekala.” dedi, Mayda hayal kırıklığı her yanını sarmıştı. İçini çekti ve ona çay getirmek için eve girdi. Nariya, uçağın inişinden hemen sonra hiç vakit kaybetmeden motosikletini aldı ve her yanına sinen İstanbul’un karmaşasından uzaklaşmak için her zaman huzur bulduğu göl kenarına doğru yola çıktı. Motorun rüzgarla birleşen sesi, içindeki karışıklığı bir nebze olsun susturuyordu. Yollar tanıdıktı, ağaçların arasından geçen dar patikayı ezbere biliyordu. Göl kıyısına ulaştığında, motorunu kenara park etti ve rüzgarla hışırdayan yaprakların sesine kulak verdi. Gökyüzü hafifçe bulutlanmış, güneşi saklıyor gibiydi. Nariya, her zamanki yerine oturup çizim defterini açtı. Kalemiyle birkaç çizgi çizerken zihnindeki karmaşa yavaş yavaş su yüzüne çıkıyordu. Bu anlarda yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Ama bugün, sessizlik bile ona yetmiyordu. Ilgar, Nariya’nın eve dönmediğini fark ettiğinde, içindeki huzursuzluk büyüdü. Onu tanıyordu; Nariya’nın böyle anlarda nereye gideceğini artık biliyordu. Her ne kadar yalnız kalmak istediğini bilse de, ona bu kadar uzaktan bakamazdı. Ilgar, kendi arabasına binip sessizce peşine düştü. Nariya’nın huzur bulmaya çalıştığı göl kenarına varana kadar hızla yol aldı. Ona görünmeden uzaktan izledi bir süre. Nariya, taşların üzerinde oturmuş, kalemiyle rastgele çizgiler yapıyordu. Ilgar, onun omuzlarına çöken yalnızlığı hissedebiliyordu. “Belki de o yalnızlık, benimkine çok benziyor.” diye, düşündü. Artık daha fazla bekleyemezdi. Ilgar, yavaşça Nariya’ya yaklaştı. Sessizce motorun yanına vardığında, Nariya başını hafifçe çevirdi ve onu fark etti. Gözleri bir an için şaşkınlıkla parladı ama sonra derin bir nefes aldı. “Beni takip etmişsin.” dedi, sesi yorgundu ama içinde saklı bir memnuniyet vardı. Ilgar, omuzlarını hafifçe silkti. “Yanında olmak istedim.” dedi basitçe. “Böyle bir anda yalnız kalmanı istemedim.” Nariya, gözlerini gölün yansımalarına çevirdi. “Bazen yalnızlık iyidir.” dedi ama sesi kendine bile inandırıcı gelmiyordu. Ilgar’ın varlığı, onu beklediğinden fazla etkilemişti. Ilgar, sessizce Nariya’nın yanına oturdu. Aralarındaki mesafe, ikisi için de tuhaf bir gerginlikle doluydu. Nariya, onun yakınında olmasından rahatsızlık duymuyordu ama aynı zamanda bu his onun için yeniydi. Ilgar’ın varlığı, rüzgarın göl üzerindeki dalgaları gibi içini karıştırıyordu. “Hiçbir şey yemedin.” dedi Ilgar sonunda, gözlerini ona dikmeden. “Benimle gel, en azından bir kahve içelim.” Nariya, davetin şaşkınlığını göstermek istemiyormuşçasına başını hafifçe eğdi. “Ilgar, yalnız kalmak istiyorum...” dedi ama bu cümlenin ardında gitmek istememesini anlatan bir his vardı. Ilgar, ona doğru hafifçe eğildi. “Biliyorum çilli.” dedi yumuşak bir sesle. “Ama bazen yalnızlık iyileştirmez. En azından bir kahve... Beraber bir şeyler içmek, sana iyi gelecek.” Nariya, gözlerini Ilgar’a diktiğinde, aralarındaki tuhaf çekimi inkar edemedi. Sanki birbirlerinin yaralarını sezebiliyor, anlamadıkları bir bağla birbirlerine çekiliyorlardı. Ilgar’ın teklifini reddetmek istese de, aslında onun yanında kalmak istediğini fark etti. “Pes etmeyeceksin değil mi?” dedi, derin bir soluk verirken. “Sence?” dedi Ilgar, tebessümünü gizlemeye çalışarak. Nariya, derin bir nefes aldı ve yavaşça başını salladı. “Tamam.” dedi usulca. “Sadece bir kahve.” Ilgar, Nariya’ya gülümsedi ve birlikte yola çıktılar. Göl kenarındaki o tuhaf anı geride bırakırken, ikisi de bu çekimin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Ilgar’ın evine doğru ilerlerken, aralarındaki sessizlik bile onlar için anlamlıydı. Bu, kelimelere ihtiyaç duymayan bir anlaşmanın sessizliği gibiydi. Diğer tarafta Tunahan, bu konuşmanın kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Mayda’nın karşısında otururken derin bir nefes aldı. Gözleri ona bakarken, içinde taşıdığı pişmanlık ve kararlılık birbirine karışıyordu. Konuşmak zorundaydı ama bu konuşmanın bir fırtına koparacağını da biliyordu. Sessizliği yarmak için cesaretini topladı. "Mayda…" diye başladı, sesi sakin ama içten. "Arda hakkında konuşmamız lazım. Sana bunu daha önce söylemek istedim ama doğru anı bulamadım." Mayda, o an gözlerindeki şaşkınlıkla Tunahan’a baktı. Kalbi hızla atmaya başladı, sanki bir şeylerin kötüye gideceğini sezmişti. "Ne oldu? Arda mı? Neden şimdi ondan bahsediyoruz?" Teni karıncalanmaya başlamıştı. Tunahan, derin bir nefes alarak bakışlarını kaçırmadan devam etti. "Ben... Onu durdurmam gerekiyordu. Bunu yapmak zorundaydım, Mayda." Mayda, bir an tüm vücudu buz kesmiş gibi hissetti. Nefesi kesilmişti, sanki geçmişin ağırlığı o an üzerine çöküyordu. "Ne... Ne demek bu?" dedi, sesi çatallaşmıştı. "Ona ne yaptın, Tunahan?" "Mayda, dinle..." Tunahan, Mayda’nın ellerine dokunmak istedi ama Mayda, ellerini hızla geri çekti. "Hayır! Bana hemen söyle! Ne yaptın?" diye neredeyse bağırıyordu. Tunahan’ın sözleri, Mayda’nın zihninde bir fırtına koparmıştı. Geçmişte yaşadığı acılar, Arda’nın ona verdiği zararlar, aniden zihninde yeniden canlanıyordu. “Yine mi aynı döngü? Yine mi bir adam benim yerime adalet arıyor?” diye düşündü. Nefesi daralmış, gözleri dolmuştu. "Bana ne hakla bunu yaparsın?" diye bağırdı, sesi öfkeyle titriyordu. "Mayda, anlamaya çalış." dedi Tunahan, çaresizlik içinde. "Onu durdurmam gerekiyordu. Sana ve…” dedi sustu cümlesini tamamlayamadı. Nariya’ nın kendisi anlatacaktı. “Yaptıklarının bedelini ödetmeden bırakamazdım." Mayda, gözlerinde biriken yaşlara rağmen sert bir ifadeyle Tunahan’a baktı. "Beni korumaya mı çalışıyorsun?" dedi alaycı bir tonla. "Bana iyilik yaptığını mı sanıyorsun? Senin iyiliğin bu mu?" Tunahan’ın sessizliği, Mayda’nın öfkesini daha da artırıyordu. Kalbinde bir ağırlık hissediyordu, Tunahan’a olan sevgisiyle öfkesi arasında sıkışıp kalmıştı. "Beni seviyorsan." diye fısıldadı, sesi çatallaşmıştı. "Neden bana bunu anlatmadın? Neden arkamdan gizli gizli iş çevirdin? Neden bana yalan söyledin?" Son cümlenin üzerine bastırarak söylemişti. "Çünkü seni seviyorum, seni korumak istedim!" Tunahan’ın sesi yükselmişti ama içinde pişmanlık vardı. "Sana zarar verdiğini bilmek… Onun yaptıklarını öğrendiğimde gözüm döndü. Seni koruyamadığımı düşündüm." Mayda, gözyaşlarını silmeye çalışarak başını iki yana salladı. "Ben sana güvenmek istiyorum, Tunahan... Ama aynı zamanda yaşadığım acılara teslim olmaktan korkuyorum." Mayda ağlamaya başladı. Bir süre sessizlik içinde kaldılar. Bahçede esen hafif rüzgar yaprakları savuruyordu ama aralarındaki duygusal yoğunluk hiç azalmamıştı. Mayda, sonunda derin bir nefes aldı ve gözyaşlarını silerek Tunahan’a baktı. "Bana söz ver?" dedi, sesi yorgun ama kararlıydı. "Bundan sonra hiçbir şeyi benden saklamayacaksın. Ne olursa olsun." Tunahan, başını sallayarak, "Söz veriyorum." dedi. "Bir daha asla senden bir şey saklamayacağım." Mayda’nın içinden geçen duygu seli, onu daha önce hissetmediği kadar karmaşık bir durumda bırakmıştı. Tunahan’a duyduğu sevgi, içindeki öfkeyle savaşıyordu. Gözlerini kapattığında, geçmişin hayaletleri üzerine çöküyor, Arda’nın ona yaşattıkları zihninde tekrar canlanıyordu. Güvendiği adamın, sevgilisinin, onu habersizce korumaya çalışmış olması, hem kızgınlık hem de kırılganlık hissetmesine neden oluyordu. “Neden hep başkaları benim yerime karar veriyor?” diye düşündü, içinden taşan öfke yüzüne yansıyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, Tunahan’a bakarak derin bir nefes aldı. “Tunahan… Senin bana yardım etmek istediğini anlıyorum. Ama bana sormadan, beni korumaya çalışarak bana yeniden güçsüz hissettirdin.” “Üzgünüm…” Amacım asla bu değildi. Bunu sen de biliyorsun. Artık beni tanıyorsun. Bunu sana yapmam.” Tunahan, Mayda’nın sözleri karşısında derin bir suçluluk hissetti. Onun ne kadar haklı olduğunu biliyordu ama elinden gelen tek şey, onunla birlikte olmak ve onu kaybetmemekti. “Haklısın.” dedi kısık bir sesle. “Sana bunu anlatmalıydım. Ama seni incitmekten, bu konuyu açarak yeniden geçmişin acılarını hatırlatmaktan korktum.” Mayda, gözlerini yere dikti. “Beni kaybetmekten mi korktun? Ya şimdi kaybedersen, Tunahan?” Sesi, kırılgan ama aynı zamanda tehditkardı. Ona olan sevgisini yitirmekten korksa da, Tunahan’ın sakladığı şeylerin onları daha da uzaklaştırabileceği gerçeğiyle yüzleşiyordu. Aralarına çöken sessizlik, aynı anda hem soğuk hem de duygusal bir yoğunluk taşıyordu. Tunahan, Mayda’nın yanına yaklaşmak istedi ama onun sınırına saygı duydu. “Bu ilişkiyi onarabilmek için ne gerekiyorsa yapmalıyım.” diye düşündü. İçindeki pişmanlık, ona Mayda’yı ne kadar sevdiğini hatırlatıyordu. Mayda, Tunahan’ın gözlerindeki samimiyeti ve pişmanlığı fark ettiğinde, kalbinde bir yumuşama hissetti. “O da benim kadar korkuyor.” diye düşündü. Korkularının ve sevgilerinin birbirine karıştığı bu anda, birbirlerine sarılmak isteseler de, ikisi de bir adım geri atmayı seçti. "Sence bunu birlikte aşabilir miyiz?" diye fısıldadı Mayda, sesi kırılgan ama umuda açıktı. Tunahan, başını umutla ve yavaşça salladı. "Evet, aşacağız." Mayda, gözyaşlarını silerken hafifçe gülümsedi. "Bana güvenmeni istiyorum, Tunahan. Benim de güçlü olabileceğimi bilmeni istiyorum." Tunahan, Mayda’nın elini nazikçe tuttu. "Sen zaten güçlüsün, Mayda. Hep öyleydin. Ben sadece bunu daha geç fark ettim." Tunahan ve Mayda, tartışırken Beliz ve Sayina da uyanmıştı. İkisi de ne kadar tuhaf olduğunu bilseler de tüm konuşmaya şahit olmuşlardı. Beliz, bahçeden gelen seslerle uyanmıştı. Karanlık odada gözlerini açtı, yatakta doğruldu. Kulak kabarttığında, Mayda ve Tunahan’ın seslerini işitti; hiddet dolu, kontrolsüz, çatallı bir tartışmanın izleri yankılanıyordu. Yanı başında, uykusundan uyanmış olan Sayina da yüzünde bir şaşkınlıkla ona baktı. “Bu sesler… Onlar tartışıyor mu?” diye fısıldadı Beliz, sesi endişeyle titrekti. Sayina, yavaşça doğrulup kardeşine yaklaştı. “Evet, başka kim olabilir ki? Ama… Mayda’nın böyle öfkelendiğini hiç görmemiştim.” Bir an sessizlik oldu; Mayda’nın bahçedeki sesi, öfkeyle yükseliyordu. Sayina’nın kalbi hızla çarptı. “Sence... Arda hakkında mı konuşuyorlar?” Beliz, istemsizce başını salladı. “Bilmiyorum, sanırım.” dedi tereddütle, ama içinde güçlü bir his doğuyordu. “Ama… Eğer konu buysa, dinlememiz gerekir, bunu bilmemiz gerekir.” Sayina, bir an duraksadı. “Dinlemek... Doğru değil ama...” dedi ama sesindeki kararsızlık onu ele veriyordu. “Mayda’nın ne kadar incindiğini biliyorsun, Beliz. Eğer Arda’yla ilgiliyse, her şey değişir.” Beliz, kaşlarını çattı. “Haklısın.” dedi usulca. “Kötü hissetsem de… Mayda’yı korumalıyız. Eğer bu onun canını yakıyorsa… Anlamamız lazım.” İki kardeş, sessizce kapının yanında durdular. Beliz, her sözü dikkatle dinlerken, içindeki endişe bir düğüm gibi büyüyordu. “Mayda, her zaman güçlü durur ama... Kim bilir, belki de tüm bunları saklıyor.” dedi Beliz, içinde biriken hüzünle. Sayina başını salladı. “O güçlü, evet. Ama güçlü olanlar bile yalnız kalmak istemez, Beliz. Biz yanında olmalıyız.” Beliz ve Sayina, duydukları her kelimeyle sarsılıyor, öfkeleri derin bir yara gibi içlerinde büyüyordu. Bahçeden gelen o acı dolu sözler, onlara Arda’nın gerçek yüzünü gösteriyordu. “Nasıl... Nasıl böyle bir pislik olabilir?’ diye düşündü Beliz, dişlerini sıkarak. Yıllardır tanıdıkları o adamın, Mayda’ya böylesine zalimce bir acı yaşattığını öğrenmek, gururlarına ve kalplerine bir hançer gibi saplanmıştı. Güvendikleri o adamın Mayda’ya bu kadar büyük bir acı yaşattığını öğrenmek, yüreklerine ağır bir yük gibi çökmüştü. ‘Nasıl olur... Nasıl böyle bir şey yapabilir? Beliz, gözlerini sıkıca kapatarak. Arda’ nın bu kadar zalim bir maskeyi taşıyor olması, kardeşleri için bir tokat gibiydi. Sayina, Beliz’e bakarak öfkeyle fısıldadı. "O adi herif... Ona nasıl güvendik? Mayda’ya bunu yaşatırken nasıl hala nefes alabiliyor?" Beliz’in gözlerinde öfke, acı ve hayal kırıklığı birbirine karışıyordu. "Onun cezasını vermek lazım." dedi, sesi alçak ama kararlıydı. "Bu iş burada bitmeyecek. Onun gibi pislikler cezasız kalmamalı." Sayina, Beliz’in elini sıktı. "Sanırım Tunahan o işi halletmiş. Biz ona destek olmalıyız." dedi içindeki öfkeyi gizleyemeden. "O herifin yaptıklarının bedelini ödemiş." Beliz başını salladı. "Mayda’ya verdiği acıyı unutacak değiliz. Hayır, o pislik karşısında beni de bulacak." Sayina, bir an Beliz’in elini tuttu. İkisi de sessizdi, ama gözlerinde aynı duygunun izleri vardı; Hüzün, hayal kırıklığı, ama en çok da Mayda için hissettikleri derin acı. “Mayda’nın yaşadığı bu acıya göz yummak mümkün değil. Tunahan doğru olanı yapmış.” diye geçirdi Sayina içinden. Bir yandan öfke, bir yandan çaresizlik içinde kıvranıyordu. Beliz, derin bir nefes aldı. Sesi titriyordu ama güçlü bir kararlılık da vardı içinde. "O şerefsizi geberteceğim." diye fısıldadı. Sayina başını salladı. "Evet ve her ne olursa olsun. Biz yanında olacağız." Fakat ikisi de henüz, duyacakları daha kötü şeylerin olduğundan habersizdi. Kalpleri başka gerçekle daha yüzleşmeye hazır değildi. Ama dik durmalıydılar, çünkü Mayda’ya güç vermek için en küçük bir zayıflık gösteremezlerdi. O sırada Tunahan’ ın sesini tekrar işittiler. Tunahan, derin bir nefes aldı. O n sadece Mayda’ nın değil, Nariya’ nın da omuzlarındaki yükü sırtlanmaya karar verdi. Emin değildi belki de çok pişman olacaktı. Belki Nariya ona kırılacaktı ama yine de yapacaktı. Mayda’ nın Nariya tarafından değil de yine kendisi tarafından yıkılacağını göze alarak, daha da zor bir gerçeği anlatmak zorundaydı. Gözleri, Mayda’nın yüzünde acı bir ifade ile gezindi. “Sana bir şey daha söylemem gerekiyor...” dedi yavaşça, sesi sanki kırılacak kadar narindi. “Nariya...” “Anlamadım? Nariya’ da mı seninleydi yoksa?” “Evet güzelim. Benimleydi o ve Ilgar.” “Tunahan sen… Sen neden bahsediyorsun? Ben anlamıyorum. Seninle ne işi olabilir?” “Mayda çok üzgünüm bebeğim… Ama ben bir şey daha öğrendim.” “Ne? Ne öğrendin?” diye kekeledi. “Ona da zarar verdiğini öğrendim.” Mayda’nın yüzü anında değişti. Gözleri, şaşkınlık ve inanamamazlıkla Tunahan’a kilitlendi. “Nariya mı?” dedi, sesi titriyordu. "Ona ne yapmış? Nasıl? Bu mümkün değil... O bana hiçbir şey söylemedi..." Mayda şoka girmişti. Tunahan başını öne eğdi, Mayda’nın gözlerindeki şoku daha da artırmaktan korkuyordu. “O da senin gibi yaşadıklarını içine attı. Yıllarca sustu. Ben bunu yeni öğrendim.” Mayda, o an nefes almakta zorlandı, sanki tüm hava bir anda göğsünden çekilmişti. Ellerini yüzüne götürüp gözlerini sıkıca kapattı. “Kardeşim... O da aynı acıyı yaşadı ve bana söyleyemedi...” diye düşündü. Gözyaşları, sessizce yanaklarından süzülüyordu. Sonra birden delirdi. Masanın üzerindeki bardakları yere fırlattı. Tunahan’ın sözleri, Mayda’nın zihninde adeta bir bomba gibi patladı. Arda’nın ona yaşattıkları yetmezmiş gibi, şimdi kardeşine de aynı acıyı yaşattığını öğrenmek… Bu, kaldırabileceğinden fazlaydı. İçinde birikmiş öfke, nefret ve acı, bu haberi duyduğu anda lav gibi dışarıya taştı. “O pislik… O lanet herif nasıl cüret eder!” diye hiddetle bağırdı, sesi öfke ve acı içinde yankılandı. Nefesi daralmış, kalbi öfkenin pençesine düşmüş gibiydi. Kardeşine el uzatan, ona zarar veren bu adamın varlığına bile tahammül edemiyordu. Gözleri ateş gibi parlıyordu, yüzü öfkeyle kasılmıştı. “O aşağılık… Ona ne yapacağımı çok iyi biliyorum! Kardeşime de mi dokundu! Nariya’ya da mı?” Mayda’nın elleri öfkeyle titriyordu. “Sadece bana değil… Sadece bana değil…” diye mırıldandı, sesi kırılgan ama içinde patlamaya hazır bir fırtına vardı. “Kardeşime bunu yaşatan o adi herif, nasıl hala nefes alabiliyor? O kadar aşağılık ki… Onu yaşatmak bile insanlığa hakaret.” “Güzelim, canım benim sakin ol.” Tunahan, ona sakinleşmesi için yaklaşmak istediğinde, Mayda hiddetle geri çekildi. “Hayır, sakinleşemem! Sakin falan olamam! O pisliği kendi ellerimle yok etmek istiyorum.” dedi, sesi karanlık ve öfkeyle doluydu. “Kardeşim! Ona da dokundu, o alçak! Bu dünyada nefes almak için hakkı yok, anlıyor musun?” Mayda, gözlerinden süzülen yaşları eliyle sildi. Bu, acıdan ve öfkeden ağlayan bir kadının isyanıydı. “Kardeşimi koruyamadım… Onu koruyamadım.” diye düşündü, kalbindeki derin yara daha da büyüyerek içini kavuruyordu. “Nariya… Ona el uzatan o pislik, ona yaptıklarının bedelini ödeyecek. O gün gelecek, buna yemin ederim.” Beliz ve Sayina, duydukları son gerçeğin ardından tamamen yıkılmışlardı. Bu, onlar için bardağı taşıran damlaydı. Arda’nın, Mayda’ya yaptığı yetmezmiş gibi, Nariya’ya da zarar vermiş olması… Bu artık affedilemez bir noktadaydı. Beliz, evin içinde adeta fırtına gibi patladı. Sakinliğini yitirmiş, eline geçen ne varsa fırlatıyor, parçalıyordu. Bu, onun içinde yıllardır biriken tüm öfkenin dışavurumuydu. “O pislik!” diye haykırdı Beliz, gözlerinde çılgın bir öfke parlıyordu. “O aşağılık, ona zarar verdi! Mayda’ya, Nariya’ya… Bu kadar rezil bir varlık nasıl hiçbir şey olmamış gibi yaşıyor?” Sayina, ona destek olmaya çalışsa da, gözlerindeki hüzün ve öfkeyi bastıramıyordu. “Beliz, sakin ol…” diye fısıldadı ama sesi bile titriyordu. O da kendi içinde aynı öfkeyi hissediyordu ama Beliz’in bu patlamasına karşı sakin kalmaya çalışıyordu. Ancak, bu sakinlik dışarıda yüzeysel bir kabuk gibiydi. Kalbinde, kardeşlerinin yaşadığı bu acıya karşı içten içe yanan bir ateş vardı. Beliz, sayısız parçalanmış eşyalar arasında bir adım geriye çekildi. “Nasıl sakin olayım, Sayina?” dedi, nefesi daralmıştı. “Bu dünyada böyle bir acıya sebep olan biri varsa, o nefes almayı hak etmiyor. O bana geldi Mayda’ yla barışmak istediğini söyledi hatta ona yardım etmem için yalvardı!” Bu sırada, Mayda ve Tunahan, içeriden gelen bu öfke dolu sesleri duyuyorlardı. Kardeşlerinin bu çığlıkları, onların tüm yaşadıklarını öğrendiklerini anlamalarına yetmişti. Ama o an ne Mayda içeri girebilecek, ne de Beliz ve Sayina dışarı çıkabilecek güçte değildi; her biri, içlerindeki acıyla başa çıkmaya çalışıyordu. Bu sessiz çarpışma, her biri için tarifsiz bir yük haline gelmişti. Beliz ve Sayina, duydukları son gerçekle birlikte, Nariya’nın onlardan neden uzaklaştığını ilk kez tam anlamıyla kavradılar. Kardeşlerinin çektiği acının ağırlığını, onun neden sessizleşip, kendini soyutladığını şimdi derin bir acıyla anlıyorlardı. Nariya’nın onlardan uzak durmasının ardında sakladığı bu büyük sırrı, onun yaralarını artık iliklerine kadar hissediyorlardı. Beliz, yaşlarla dolan gözlerini yere dikti. “Bu kadar acıyı içinde sakladı, hep yalnız taşıdı.” diye düşündü. Kardeşinin neden mesafeli, neden soğuk olduğunu anlamak şimdi içini daha çok acıtıyordu. “Kendini korumak için... Bizden sakladı, bize bile anlatamadı…” diye fısıldadı, gözlerindeki yaşları silerken. Sayina, Beliz’in yanında durdu ve sessizce başını salladı. “Biz anlamadık… Ona ihtiyacı olan güveni veremedik.” dedi, sesi titreyerek. Kardeşlerinin yaşadığı bu derin travmanın altında ezilirken, içlerindeki suçluluk duygusu büyüyordu. “O bize güvenseydi, yanında olabilirdik.” diye düşündü Sayina, kalbinde ağır bir hüzünle. O an ikisi de Nariya’nın yaşadığı bu acının ve onu nasıl uzaklaştırdığının farkındalığına varmışlardı. Birbirlerine baktılar ve sessiz bir anlaşma gibi, bu yarayı birlikte sarma kararı aldılar. Ne olursa olsun, artık kardeşlerini yalnız bırakmayacaklardı. Mayda, duyduğu her kelimenin ardından adeta bir boşluğa düşmüştü. Kardeşine ve kendisine yaşatılanları, bir çırpıda kaldıramayacak kadar ağır bir yük gibi hissetti. Yaralı bir hayvan gibi içindeki öfke, hayal kırıklığı ve tarifsiz acıyla bahçedeki kapıyı hızla açtı ve dışarıya fırladı. Hızla sahile doğru koşarken, gözlerinde beliren yaşlar görüşünü bulanıklaştırıyordu. Ayakları kumda kayıyor, ama o durmadan koşuyordu; sanki kaçmaya çalıştığı şey sadece yaşadığı acı değil, tüm geçmişiydi. Ama geçmişi de şu an üzerinde yürüdüğü kum gibi onu zorluyordu. Tunahan, onun ardından hızla dışarı çıktı. Kalbindeki endişe, Mayda’nın yalnızlığıyla yüzleşmesine izin vermeyecek kadar güçlüydü. Ona yetişmek için koşarken, Mayda’nın yalnız kalmak isteyeceğini biliyordu. Ama onu asla yalnız bırakmaya niyeti yoktu. “Mayda!” diye seslendi, sesi rüzgara karıştı. “Lütfen dur, konuşmamız gerek!” Mayda, Tunahan’ın sesini duydu ama onu görmek, onunla konuşmak istemiyordu. “Beni yalnız bırak, Tunahan!” diye haykırdı, sesi kırgınlık ve öfke doluydu. “Artık daha fazla dayanacak gücüm kalmadı. Kendimle baş başa kalmam lazım.” Tunahan, bir an duraksadı ama vazgeçmedi. “Ben seni asla yalnız bırakmayacağım, Mayda.” dedi kararlı bir şekilde. “Ne yaşarsan yaşa, senin yanında olacağım. Seninle bu yükü taşıyacağım.” Mayda, gözyaşlarına engel olamadan ona döndü. “Anlamıyorsun!” dedi, sesi çatallaşmıştı. “Ben bu acıyı, bu laneti tek başıma yaşadım. Herkes beni yalnız bıraktı… Sen de bırak, Tunahan. Beni daha fazla incitme.” Tunahan, ona yaklaştı ve gözlerinin derinliklerinde sakladığı kararlılığı gösterdi. “Seni seviyorum, Mayda. Seni inciten her şeyi birlikte aşacağız. Kaçmana izin vermeyeceğim.” Tunahan, Mayda’nın yanına bir adım daha yaklaşarak nazikçe elini omzuna koydu. "Mayda, o da senin kadar güçlüydü ama yalnız kaldı. Ona da yardım etmek için bunu yapmak zorundaydım." “Hayır, hayır hayır bu gerçek olamaz gerçek değil de! Yalvarırım sana Tunahan bana gerçek olmadığını söyle?” Mayda, bir an Tunahan’ın yüzüne bakarak gözlerindeki pişmanlığı ve sevgi dolu bakışı fark etti. Öfke ve acı, kalbini sıkıştırıyordu, ama aynı zamanda Tunahan’ın gerçekten onun iyiliğini düşündüğünü biliyordu. “Beni seviyor ve korumaya çalışıyor.” diye, düşündü. Ama bu koruma, her zaman onu rahatlatmıyordu. Mayda, Tunahan’ın ellerini tuttu ve derin bir nefes aldı. “Bunu bana söylemen gerekti. Nariya’nın yaşadıklarını bilmek... O kadar zor ki...” Sesi titredi, ama Tunahan’ın gözlerindeki samimiyet, ona güç veriyordu. "Mayda…" diye fısıldadı Tunahan. "Onun da senin gibi yalnız olmadığını bilmesini istedim. Şimdi onu da sana söylemem gerekiyordu. Birlikte olursak, bu yaraları iyileştirebiliriz." Mayda, derin bir nefes alıp gözyaşlarını sildi. “Nariya’yla konuşacağım.” dedi kararlılıkla. “Ona yalnız olmadığını hissettirmeliyim. Kardeşime yardım edeceğim.” Tunahan, Mayda’nın elini sıkıca tutarak, “Ben de senin yanındayım. Ne olursa olsun bu işte birlikteyiz.” dedi. “Ayrıca sanırım artık Beliz ve Sayina da biliyor. Bizi duydular güzelim, onlarla da konuşmalısın.” Aralarındaki duygusal yoğunluk, onları daha da yakınlaştırmıştı. İkisi de zorluklarla yüzleşmeye hazırdı. Mayda kırgınlıkla dolu bakışlarını ona çevirdi ve “Şimdi değil, şu an yapamam şu an onlarla yüzleşemem Tunahan, sadece Nariya’yı görmem lazım nerede o biliyor musun? “ “Havalından motorunu alıp gitti ama nereye gitti bilmiyorum. Eve, yanınıza geleceğini düşünmüştüm.” düşünceli bir tonla konuştu. Mayda Tunahan’ın kollarından aniden sıyrıldı. Tunahan bu ani hareketle tereddüte düşse de sesini çıkarmadı. Mayda şu an her türlü duyguyu en yoğun şekilde yasıyordu. Kontrolünü yeniden sağlayana kadar böyle tepkiler vermesi normal diye düşündü. “Nerede olduğunu biliyorum Tunahan!” dedi, aniden ve ardından “Ben gidiyorum.” diyerek, Tunahan’dan uzaklaşmaya başladığı sırada Tunahan onun elinden tuttu. “Birlikte gidiyoruz Mayda, nerede söyle?” Mayda bir an durdu. Derin bir nefes aldı ve “Sanırım Gölde.” dedi, ikisi de kumsaldan evlerinin yoluna kadar sessizlik içinde yürümeye başladılar. Tunahan’ın sessizliği, bazen en gürültülü itiraflardan daha derindi. Mayda, o sessizlikte kendini buluyordu. Tunahan, sessizce baktığında bile gözlerinde bir koruma sözü vardı; sanki onu seven her insanın yükünü omuzlamaya hazırdı. Tunahan, arabanın direksiyonunu sıkıca kavradı. Sessizlik, araç içinde ağırlık yapıyordu ama her ikisi de konuşacak kelime bulamıyordu. Mayda, yan koltukta sabırsızca ellerini ovuşturuyor, gözleri uzaklara dalıyordu. Kafasında yüzlerce soru dönüp duruyor, içindeki endişe büyüyordu. Tunahan, Mayda’nın durumunu hissedebiliyordu ama bu anın hassasiyetini korumak için sessizliğini bozmamaya özen gösterdi. Göl kenarına yaklaştıklarında, içindeki endişe de artıyordu. “Umarım Nariya oradadır.” Mayda’nın gözlerindeki sabırsızlık ve endişe, Tunahan’ın yüreğine de dokunuyordu. Arabadan indikleri anda, gözleri göl kenarında Nariya’yı aradı. Ancak hiçbir iz yoktu. Mayda, “Nerede olabilir? Nariya’yı bulmamız gerek!” diye fısıldadı, sesi titrek ve endişeliydi. Tunahan, bir an duraksadı, aklına Ilgar geldi. “Belki… Ilgar’ ı aramalıyım.” dedi, telefonunu çıkardı. Mayda, sabırsızca başını salladı, gözleri Tunahan’ın elindeki telefona odaklanmıştı. Her saniye onun için daha da zor hale geliyordu. Telefon çalarken, Mayda gözlerini gölün üzerinde gezdirdi. “Ona bir şey olursa… Ben bunu kaldıramam.” diye mırıldandı, gözleri nemliydi. Tunahan ona bakarak, “Onu bulacağız, Mayda. Ona zarar gelmesine izin vermeyeceğim.” dedi, sesi kararlıydı ama içinde aynı endişe yankılanıyordu. Tunahan, telefonu titreyen elleriyle tuttu, kalbindeki endişe ve merak onu adeta sıkıyordu. Ilgar’ın telefonu açmasıyla, derin bir nefes aldı ve hızlıca konuşmaya başladı. "Ilgar, Nariya yanında mı?" Sesi aciliyet doluydu, gözleri Mayda’ya bakıyordu, o da sabırsızlıkla cevabı bekliyordu. Ilgar’ın sesi telefonun diğer ucunda sakin ama bir o kadar da koruyucuydu. "Evet, burada. Göl kenarına gelmişti; biraz kendini toparlaması gerekiyordu." Tunahan’ın omuzlarından bir yük kalkmış gibi oldu. “Tamam, çok sağ ol Ilgar. Yanına geliyoruz.” Telefonu kapattığında Mayda’ya döndü. “Ilgar’ın yanında. Şimdi onun evine gidiyoruz.” dedi yumuşak bir sesle. Mayda, derin bir nefes aldı, ama yüzündeki endişe hala dağılmamıştı. Orman yoluna doğru yöneldiklerinde, hava iyice kararmıştı. Ilgar’ın evi, göle yakın, ormanın derinliklerinde saklıydı. Tunahan arabayı dikkatle sürdü; sessizliği yalnızca motorun hafif uğultusu bozuyordu. Mayda, bu sessizliği sabırsızca bekleyiş içinde geçirdi, gözleri sık sık Tunahan’ın yüzünde dolaşıyordu, ama tek bir kelime etmedi. İkisinin de kalbinde aynı endişe, aynı karmaşa vardı. Sonunda, Ilgar’ın evinin önüne geldiklerinde, Tunahan ve Mayda sessizce arabadan indiler. Kapının önünde durdular; sessizlik ormanın içindeki evin çevresinde yankılanıyordu. Bir süre öylece beklediler, sanki bu anın ağırlığı ikisini de içine almıştı. Mayda’nın gözleri kapıya kilitlenmiş, içindeki karmaşa yüzünden okunuyordu. Kapının açılmasıyla Ilgar belirdi. Sessiz bir anlaşmayla onlara baktı. Mayda’nın gözlerindeki acıyı gördüğünde, bir şey söylemeye gerek duymadan kenara çekildi ve onları içeriye aldı. Tunahan, Mayda’nın ardından içeri girerken, onun perişan haline tanıklık ediyordu. Bugün, her ikisi için de unutulmayacak kadar derin bir iz bırakacaktı Nariya, Mayda ve Tunahan’ı gördüğü anda yüzlerindeki ifadeden her şeyi öğrendiklerini anladı. Gözlerinde, onun en derin yaralarını ve sakladığı sırları bilen bir bakış vardı. Kalbi hızlıca atmaya başladı; bu beklenmedik an, içindeki bütün duvarları yıkıyordu. Gözleri hafifçe nemlenirken, başını yana çevirdi, ama Mayda’nın o bakışından kaçamıyordu. Mayda, derin bir nefes aldı ve kardeşinin gözlerine baktı. "Nariya... Bana söyleyemediğin her şeyi biliyorum." dedi yavaşça, sesi yumuşak ama içinde acı doluydu. Nariya, gözlerini kaçırarak yere baktı. "Bunu sana anlatmak istemedim." dedi kısık bir sesle. "Beni öyle görmeni istemedim…" Tunahan, bu duygusal anın ağırlığını hissediyordu. Ilgar’a başıyla işaret ederek hafifçe yanına yaklaştı ve fısıldadı. "Onlara biraz alan verelim." Ilgar başını sallayarak verandaya doğru yöneldi ve Tunahan da onu izledi. İkisi de sessizce verandaya çıkıp kapıyı aralık bıraktılar; içeriden gelen her sesi duyabilecek kadar yakındılar ama aynı zamanda kardeşlere bu anı yaşama fırsatı tanımak istiyorlardı. Mayda, derin bir nefes alarak kardeşine yaklaştı. "Bu yükü tek başına taşımak zorunda değildin." dedi. "Ben yanındaydım, hep yanındayız. Neden sustun, Nariya?" Nariya, gözlerini hala yerden kaldırmıyordu. "Korktum... Sizi kaybetmekten korktum. Yargılanmaktan, aciz görünmekten korktum." diye itiraf etti, sesi çatallaşarak. "Ama artık saklanmaktan yoruldum, Mayda." Mayda, Nariya’nın gözlerindeki kırılganlığı görünce derin bir nefes aldı. Onun hislerini, o sessiz acıyı ve yükü anlamak için söze gerek yoktu. Sonuçta, kendisi de aynı yaraları taşıyordu. İçinde sakladığı acılar, Nariya’nın hislerine ayna tutuyordu. Kardeşine baktı ve yumuşak bir sesle, “Seni her şeyinle anlıyorum, Nariya,” dedi. “Bu yaraları taşımanın ne demek olduğunu biliyorum.” Nariya, Mayda’nın bu sözleriyle, sanki yıllardır içinde birikmiş bütün acısını bir nebze hafifletmiş gibi hissetti. Gözleri doldu ama içinde bir rahatlama da vardı. Mayda’nın onu tam anlamıyla anladığını bilmek, bu yalnızlığı sonlandırmak gibiydi. Mayda, kardeşi Nariya’nın gözlerindeki yaşları gördüğünde daha fazla kendini tutamadı. Tereddüt bile etmeden, ellerini uzattı ve Nariya’yı sımsıkı kucakladı. İkisinin de gözlerinden süzülen yaşlar, yılların birikmiş acısını, kırgınlığını, ama aynı zamanda özlemini taşıyordu. Mayda, kardeşine sarılırken sanki tüm yaralarını iyileştirebileceğine inanıyordu. İnsanlar birbirlerini yaralarından tanıyabilir miydi? Öyleyse Mayda neden onu daha önce anlayamamıştı. Peki aynı yarayı alanlar, beraber iyileşebilir miydi? Nariya, Mayda’nın sıcak kollarında kendini çocuk gibi hissetti. Tüm savunmaları, soğuk görünüşü bu anda kaybolmuştu. Hıçkırıkları, yıllardır içinde biriken her acının bir ifadesi gibiydi. Kardeşine sıkıca sarılırken, ona olan sevgisi ve özlemi, her gözyaşı damlasında yeniden can buluyordu. “Özür dilerim, Mayda… Her şey için özür dilerim…” diye fısıldadı, sesi titreyen bir yaprak gibi zayıftı. Mayda, Nariya’nın sözlerine karşılık, onun saçlarını okşayarak yumuşak bir sesle, “Senin bir suçun yok. Hiçbir zaman yoktu. Artık özür dilemek yok.” dedi. “Geçmişi ardımızda bırakıyoruz, tamam mı? Buradasın, yanımdasın. Hepsi geride kaldı.” Bir süre sonra Mayda, Nariya’nın yüzünü ellerinin arasına aldı ve gözlerine baktı. “Nariya, artık Prag’a dönmek zorunda değilsin.” diye fısıldadı. “Burada, bizimle, kasabada kal. Artık yalnız değilsin, burası senin de evin. Kendi ailenden kaçmana gerek yok.” Nariya, Mayda’nın gözlerindeki kararlılığı ve sevgiyi görünce derin bir nefes aldı. “Ama… Buraya ait olmadığımı düşünüyordum.” dedi, gözleri dolu doluydu. “Yıllarca kendimi uzak tuttum, şimdi burada kalmak bilemiyorum…” Mayda, onun ellerini sıkıca tutarak, “Cesaretin var, Nariya. Sen güçlüsün. Biz yanındayız, ben yanındayım. Burada, seninle birlikte geçmişi silip geleceğimizi yazabiliriz.” dedi, gözlerinde umut dolu bir ışıltı vardı. “Prag’a dönmek zorunda değilsin. Eğer istersen, kal burada, benimle.” Nariya, gözlerinden süzülen son yaşları silerken başını hafifçe salladı. “Bilmiyorum…” diye fısıldadı, gözleri umutla parlıyordu. “Burada kalmak, tüm bu olanlar… Seninle...”
“Pekala, düşüneceğim.” Ilgar, verandada sessizce durup içeriden gelen sesleri dinlerken, yanındaki Tunahan’a dönüp alçak bir sesle, “Bazen susmak en doğrusu galiba. Onların bağları, bizim düşündüğümüzden çok daha güçlü. Ama yine de, insan yardım etmek istiyor.” Tunahan, bir anlık sessizlikten sonra içten bir şekilde gülümsedi. “Evet, Ilgar. Bu yarayı birlikte saracaklar. Biz de onların yanında olmaya devam edeceğiz, ne olursa olsun.” Tunahan, bakışlarını uzaklara çevirdi. “Ne kadar zormuş, hiç bu kadar ağır bir şeyle karşılaşacağımı düşünmemiştim.” dedi. Gözleri hafifçe kısılmış, içindeki karmaşayı saklamaya çalışıyordu. Ilgar, “Çok daha ağırlarını gördüm kardeşim. Sadece görmedim, yaşadım da…” Tunahan, Ilgar’ın sözlerine başıyla onay verirken derin bir nefes aldı. “Onlara destek olmak istiyoruz ama aynı zamanda onların bu anı yaşamalarına izin vermeliyiz.” dedi. Gözleri yerdeydi; içinde biriken duygular, yüzüne bir ağırlık gibi çökmüştü. “Üzgünüm Ilgar, tüm bu olanlar için, her şey için senin başına gelenler için, çok ama çok üzgünüm.” “Biliyorum Tunahan, yanımda olduğun için şanslıyım.” “Ben de öyle…” Tunahan, arabayı Mayda’nın evinin önüne getirdiğinde, ikisi de sessizce yol boyunca yaşadıklarının ağırlığını taşıyordu. Mayda’nın gözleri, hala yaşadığı acının izleriyle doluydu. Tunahan, ona destek olmak için yanında kalmak istese de, Mayda’nın biraz yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu hissetti. “Mayda…” dedi Tunahan, gözlerinde derin bir şefkatle, “Yanında olmamı istersen, burada kalırım. Ama biliyorum, belki biraz yalnız kalmak istersin.” Mayda, ona teşekkür eder gibi başını salladı. “Bugün biraz kendime gelmem lazım, Tunahan. Ama seni burada yanımda hissetmek bile bana güç veriyor.” dedi, sesi hafifçe titriyordu. Mayda kapıdan içeri adımını attığında, evin içinde sessiz bir gerginlik vardı. Beliz ve Sayina yaşananların şoku ve kardeşlerine destek olma isteğiyle onları bekliyordu. Onların yüzündeki endişe ve sevgiyi gördüğünde, Mayda gözyaşlarını daha fazla tutamadı. Duygusal olarak savunmasız olduğu bu anda, kardeşlerinin varlığı ona dayanma gücü veriyordu. Beliz, Mayda’nın yanına gidip ona sarıldı. “Buradayız, Mayda. Seni anlıyoruz ve hep senin yanındayız.” dedi, sesi alçak ama kararlıydı. Sayina, elini Mayda’nın omzuna koyarak, “Geçmişin acılarını birlikte iyileştireceğiz. Artık yalnız değilsin, Mayda.” dedi, gözleri hafifçe dolmuştu. Mayda da kardeşine bakarak, geçmişte yaşanan tüm mesafeleri unutturur gibi, “Birlikteyiz. Geçti.” diye fısıldadı. Bu an, onların arasındaki bağı daha da güçlendiren bir anı olarak kalacaktı. “Nariya nerede? O iyi mi?” dedi, Sayina endişeli gözleriyle Mayda’ yı süzüyordu. “O… Daha iyi olacak. Ilgar’ ın yanında merak etmeyin. Ama gelecek. Yani ona biraz daha zaman tanımamız lazım.” dediğinde, ikisi de başıyla anlayışlı bir şekilde onayladı. “Bugün spa merkezine gitmek istemiyorum. Siz benim için oraya gider misiniz? İlay’ ı yalnız başına da bırakmak istemiyorum.” “Tamam canım, sen orayı düşünme. Biz Sayina’ yla gideriz.” dedi, göz uucyla ona baktı. “Evet, elbette biz gideriz. Sen bugün dinlen, ya da ne kadar zamana ihtiyacın varsa o kadar dinlen. Ben önce şu dağınıklığı toparlayayım. Sonra da gideriz Beliz.” dediğinde, Mayda o an evin içini fark etti. Gözlerini yumdu daha birkaç saat önce olanları düşünerek yutkundu. “Biliyorum soracağınız çok şey var. Ama daha sonra konuşsak olur mu?” dedi kardeşlerinin anlayışına bir kere daha ihtiyaç duyup sığınarak. “Olur canım, sen ne zaman istersen o zaman konuşuruz.” dedi, Beliz sakince. Mayda adımlarını sürükleyerek mutfağa geçip bir bardak su aldı ve odasına çıkıp yatağına uzandı. Beliz ve Sayina da ardından tek kelime etmeden evi toparlayıp, hazırlanarak spa merkezine gitmek için yola çıktı. Tunahan da Mayda’ yı eve bıraktıktan sonra evine geçmişti. Kendisini tükenmiş hissediyordu. Odasına çıkıp banyoya girdi. Tüm olanlar içindeki her şeyi alt üst etmişti. Tunahan, sevdiği kadını her şeyden koruma isteğiyle yanıp tutuşuyordu ama aynı zamanda onun güçlü olduğunu biliyordu. "Onu korumam gerektiğini düşündüm ama bu koruma onu daha da incitti." diye içinden geçirdi. Her ne kadar ona olan aşkı sınırsız olsa da, Mayda’nın kendi acılarıyla yüzleşmesine izin vermek zorunda olduğunu biliyordu. Sevgi, koruma ve öfke arasındaki bu karmaşık denge, Tunahan’ın zihninde yankılanıyordu. Mayda’nın ona güvenmesini, ona tüm kalbiyle bağlanmasını istiyordu. Ama geçmişin gölgeleri, bu bağı sürekli tehdit ediyordu. Mayda’nın yanında Nariya’nın da bu yarayı taşıyor olduğunu öğrenmek, onu paramparça etmişti. “Nariya sustu... Bunu kimseye söyleyemedi. Sessiz kaldı.” Bu düşünce Tunahan’ın kalbine bir bıçak gibi saplandı.
Fısıltı Perisi: O-oo, Mayda ve kız kardeşleri arasındaki büyük sır! Gökçeağaç kasabasına bomba gibi düştü. Nariya’ nın gelişiyle tetiklenen olaylar, Tunahan’ ın müdahalesi? Gerçekler acıdır… Mayda’ nın tozpembe dünyası; birini sevmenin bedelinin, acımasızlıkla sonuçlanarak karanlığa dönüşmesiyle sonuçlanmış gibi görünüyor. İşte şimdi gerçek Serenity Cove’ a Hoş Geldiniz… Bu arada unutmadan, düğün günü yaklaşıyor… Tik tak…
Bölümü nasıl buldunuz? Hisleriniz, düşünceleriniz neler? Arda' ya yapılanlar yeterli mi? Tunahan sizce haklı mı? Peki ya Mayda' nın hissettikleri? Nariya ve Ilgar hakkında ne düşünüyorsunuz?
|
0% |