Yeni Üyelik
34.
Bölüm

33. BÖLÜM (    Kalbin Sakin Limanı)

@nefelicalliope

KALBİN SAKİN LİMANI

 

 

“Fırtınalar kopsa da dünyamda, onunla bulduğum yer kalbimin sakin limanı gibi; huzurun ve güvenin kucağında… Hayatın fırtınaları dinecekmiş gibi geliyor. Kalbim, sevdiğim adamın yanındayken sığınacak bir liman bulmuş gibi deniz kadar derin, gökyüzü kadar engin bir güven sarıyor içimi.”

 

Mayda, sessiz evde bir başına kalmış, yaşadığı yoğun duygularla baş başa kalmaya çalışıyordu. Sabah yaşananların ağırlığı hala omuzlarındaydı. Odaya dolan sessizlik, duygularının yankısı gibiydi. Bir süre yatağında kıpırdamadan yattı; gözleri kapalı, ama zihni uyanık. İçinde yükselen fırtınaları sakinleştirmek istiyordu, fakat geçmişin izleri ve bugünün acıları, kalbinde dinmeyen bir çarpıntı yaratıyordu.

 

“Bu kadar acı bir insanda nasıl birikir?” diye düşündü kendi kendine, sesi neredeyse duyulmayacak kadar kısıktı. İçinde, geçmişe dair bir burukluk ve şimdi yaşananlara karşı bir öfke vardı. Kendi kırgınlıklarını bir kenara koymaya çalışıyor ama kardeşi Nariya'nın yaşadıklarını düşündükçe içi yanıyordu. ‘Ona da yardım edemedim… Koruyamadım.’ diye içinden geçirirken gözleri nemlendi. Bu düşünceler, Mayda’nın kalbine derin bir yalnızlık ve çaresizlik hissi bırakıyordu.

 

O sırada Tunahan, kendi evinde yaşadıklarının etkisinden kurtulmaya çalışıyordu. Duşa girdi, suyun sıcaklığı bedenine dokundukça yaşadığı o yoğun duygular biraz olsun hafifliyordu. Fakat zihnindeki karmaşa dinmiyordu. Kafasında Mayda'nın yüzü, gözlerindeki kırgınlık ve acı dolu ifadeyle dolanıyordu. “Onu bu durumda yalnız bırakmak istemiyorum.” diye düşündü. Fakat Mayda’nın yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu biliyordu. Bu yüzden, içinde büyüyen koruma isteğine rağmen, Mayda’ya duyduğu saygı onu geri çekilmeye zorladı.

 

Sayina ve Beliz ise spa merkezinde, işlerin başında durmaya çalışıyorlardı. Sabah yaşananların şoku ve ağırlığı üzerlerinde kalmıştı fakat günlük sorumluluklarını yerine getirmeleri gerekiyordu. İlay’ sa hiçbir şeyden habersiz, gelen müşterilerle ilgileniyordu, onlara hizmet etmekten memnundu. Sayina ve Beliz, her an yüzlerinde profesyonel bir ifade takınmak zorundaydılar fakat gözlerindeki derin hüzün gizlenemiyordu.

 

Nariya, hala Ilgar’ın evinde, onun güven veren sessizliğinde sükunet bulmaya çalışıyordu. Yaşadığı her şeyi açıkça dile getirmek, onu bir yandan rahatlatmış ama bir yandan da içinde daha derin bir yara açmıştı.

 

Ilgar, evin içindeki ağır havayı hissetse de, ona alan bırakıyordu. Bu sessiz destek, Nariya’nın kendini ifade etmesi için ihtiyaç duyduğu özgürlüğü tanıyordu. Ilgar’ın sessizliği, onun içindeki fırtınayı dışarıya vurmasını engelliyor, bu karmaşık duygular arasında kendini güvende hissetmesini sağlıyordu.

 

Öğleden sonranın geç saatleri, akşamın karanlığıyla birleşirken, her biri kendi içinde başka bir yolculuğa çıkmıştı. Mayda, evde kendi sessizliğinde bir geçmiş hesaplaşması yaparken, Nariya ise Ilgar’ın yanında kendini yeniden tanımanın adımlarını atıyordu. Tunahan, Mayda’nın acısıyla birlikte onun yanında olamamanın yükünü omuzlarken, Sayina ve Beliz, normal bir gün gibi davranmaya çalışarak spa merkezinde zaman geçiriyordu. Her birinin hikayesi farklıydı, ama onları birleştiren bu acı ve karmaşık duygular, onları derinden etkiliyordu.

 

Akşam karanlığı, Mayda’nın içindeki özlemi daha da belirginleştiriyordu. Tunahan’ın ona verdiği alan ve zaman ne kadar kıymetli olsa da, Mayda’nın içindeki yalnızlık daha fazla dayanabileceği bir şey değildi. Sessiz evin içinde, kendi kalp atışlarını dinleyerek yürüdü. “Yeter artık.” diye düşündü. Ona gitmeli, yüzünü görmeliydi. O an, kalbinin sesini dinleyerek hızlıca ceketini aldı ve kapıya yöneldi.

 

Tam o sırada, Tunahan da aynı duygularla içten içe bir savaşa giriyordu. Mayda’ya alan vermek istemişti ama bu uzaklık onun için de katlanılmaz hale gelmişti. Bahçeye çıktığında, kendi kendine mırıldandı; “Eh, yeter birkaç saat alan dediysek bu kadar da değil. Artık dayanamayacağım.” O sırada kapıdan çıkan Mayda’nın siluetiyle göz göze geldi. İkisinin de yüzünde, önce bir şaşkınlık, ardından sıcak bir gülümseme belirdi.

 

Mayda, Tunahan’ı bahçe kapısında gördüğünde kalbi hızla çarpmaya başladı. Sanki tüm özlemi, tüm yaşananların yükü bir anda üzerindeydi ama Tunahan’ın yanında, bu ağırlık hafifliyordu. Birbirlerine birkaç adım kala durdular, göz göze geldiler. “Sana geliyordum…” diye fısıldadı Mayda, gözleri Tunahan’ın yüzündeydi.

 

Tunahan, bu sözleri duyunca gülümsedi ve yavaşça ona yaklaştı. “Ben de sana geliyordum…” dedi, sesi derin ve samimiydi. “Ama galiba ikimiz de dayanamadık?”

 

Mayda başını salladı, gülümseyerek. “Senin yanında olmadan, seni görmeden geçen her dakika daha da zorlaştı.”

Tunahan, Mayda’nın elini tuttu ve yavaşça onun yüzüne baktı. “Mayda, seninle birkaç gün baş başa kalmamız gerek. Sadece sen ve ben... Sana bir sürpriz hazırlamak istiyorum.” dedi, gözlerinde sıcak bir parıltıyla. “Yarın, senin için bir yelkenliye atlayıp gözlerden uzak bir geziye çıkalım. Hiç kimse, hiçbir ses… Sadece seninle olmayı özledim.”

 

Mayda, Tunahan’ın bu fikrini duyunca gözleri parladı. “Gerçekten mi?” diye fısıldadı. “Bunu ne zamandır bekliyordum, Tunahan. Sadece sen ve ben, tüm karmaşadan uzak…”

 

Tunahan, Mayda’yı sıkıca sarıldı ve saçlarını okşayarak, “O zaman yarın yola çıkıyoruz.” dedi. “Bu geceyi birlikte geçirelim, ama yarın yeni bir maceraya başlıyoruz.”

 

Mayda, kendini onun kollarında güvende ve mutlu hissetti. “Sana her şey için teşekkür ederim, Tunahan. Sen benim kalbimin limanısın.”

 

Beliz ve Sayina, spa merkezindeki işleri bitirip eve dönmek için hazırlanırken İlay onları uğurlamak için yanlarına geldi. Gün boyunca hissettiği bir huzursuzluk, İlay’ın gözlerinde belirgin bir endişe yaratmıştı. Beliz’e ve Sayina’ya dönüp hafif bir gülümsemeyle, "Bugün Mayda’ya ulaşamadım." dedi, sesinde bir merak ve kaygı vardı. “O iyi mi? Merak ettim açıkçası.”

 

Sayina, İlay’ın bu içten ilgisini takdir eden bir ifadeyle gülümsedi. “Merak etme İlay, o iyi. Mayda bu sabah biraz yalnız kalmak istedi. ” dedi. Beliz de başıyla onayladı. İlay’ın Mayda’ya gösterdiği bu hassasiyet, onları bir an için duygulandırdı.

 

Beliz ve Sayina, İlay’ la vedalaşıp spa merkezinden ayrıldıktan sonra, akşam için evde hazırlık yapmaya karar verdiler. Kasaba meydanında alışveriş yapmak için durdular; Beliz, ellerine aldığı sebzeleri, taze ekmekleri dikkatle seçiyordu. Yemek yapmayı her zaman sevmiş, bu konudaki ustalığıyla ailesine güzel sofralar kurmuştu. Sayina, alışveriş torbalarını taşıyarak, ablasının yiyecekler arasındaki titiz seçimini izliyordu.

 

“Bugün mutfakta harikalar yaratmaya karar verdin sanırım.” dedi Sayina, hafif bir gülümsemeyle.

 

Beliz, elindeki taze domatesleri poşete yerleştirirken başını salladı. "Mayda’nın bu akşam lezzetli bir yemeğe ihtiyacı var." dedi, kararlılıkla. “Ona huzur verecek bir sofra hazırlayacağım.”

 

Market alışverişini tamamlayıp eve döndüklerinde, Beliz hemen mutfağa yöneldi. Sayina, alışveriş torbalarını taşıyarak ona yardım etti. Beliz, mutfakta bir usta gibi çalışmaya başladı; sebzeleri ince ince doğradı, baharatları dikkatle seçti. Tencereye eklediği malzemelerle birlikte mutfak, sıcacık kokularla doldu. Beliz’in yemek yapmadaki hüneri, mutfakta geçirdiği her dakikada ortaya çıkıyordu. Sayina, masayı hazırlarken ablasının her bir hareketini hayranlıkla izliyordu.

 

“Senin elinden çıkan her şey çok lezzetli, Beliz. Sanırım yemeklerini özledim.” dedi Sayina, masayı tabaklarla donatırken. “Mayda bu yemeğe bayılacak.”

 

“Umarım…” dedi, Beliz fısıltıyla. Beliz içten içe endişelendi ama bu akşam herkesin bir araya gelmesini istediği için şimdilik sakin kalmayı tercih etti.

 

“Mayda ve Nariya hala gelmedi. Ne yapacağız?”

 

“Endişelenme gelecekler.” dedi, Beliz ellerini kurularken.

 

Beliz, mutfaktaki hazırlıklarını tamamladıktan sonra telefonunu çıkararak önce Mayda’yı aradı. Telefon çalarken, kardeşinin cevap vermesini bekledi. Mayda’nın sesini duyunca hafif bir tebessümle konuşmaya başladı. “Mayda, akşam yemeğinde hep birlikte olmamız lazım. Eve gel artık, olur mu?” dedi, sesi yumuşaktı ama bu buluşmanın önemini vurgulayan bir ciddiyetle konuşuyordu.

Mayda biraz tereddüt etti. “Tamam Beliz, birazdan evde olurum.” dedi ama sesinde bir çekingenlik vardı. Beliz, bu çekingenliği fark edince sesini biraz daha kararlı hale getirdi. "Tüm bu olanları konuşup bu meseleyi kapatacağız, Mayda. Senin, Nariya’nın ve hepimizin buna ihtiyacı var." dedi ve telefonu kapattı.

 

Tunahan, Mayda’yla baş başa geçirdikleri bu anın tadını çıkarıyordu. Mayda’nın gözlerinde, sadece ona özel olan o derinliği ve sıcaklığı görüyordu. Kelimeler neredeyse gereksiz hale gelmişti; ikisi de bakışlarıyla birbirlerine çok şey anlatıyordu. Tunahan’ın eli, hafifçe Mayda’nın yüzüne dokunurken, içine bir sıcaklık, bir huzur yayıldı. “Seninle bu anı yaşamak… Daha önce hiç böyle hissetmedim.” dedi fısıltıyla, gözlerinde samimi bir parıltı vardı.

 

Tam o sırada, Mayda’nın telefonu aniden çalmaya başladı. Sessizliği delen bu beklenmedik ses, ikisini de bir an duraksattı. Mayda, telefonu eline aldığında ekranda Beliz’in adını gördü. Bir iç çekerek, hafifçe gözlerini kapattı ve bir an tereddütle Tunahan’a baktı. “Beliz arıyor…” dedi, sesi bir anda ciddileşmişti. Telefonu açıp onunla konuştuktan sonra kapattı.

 

Tunahan, yüzünde kısa bir hayal kırıklığı ifadesiyle Mayda’ya baktı ama hemen ardından bir gülümsemeyle karşılık verdi. İçinde, bu anın yarıda kalmasının yarattığı bir boşluk vardı. Ancak Mayda’nın ailesinin ona olan ihtiyacını da anlayabiliyordu. Gözleriyle Mayda’ya, ona duyduğu anlayışı ve sabrı ifade etti. “Gitmen gerekiyorsa, anlıyorum.” dedi yavaşça, ama içinde ona olan özlemin derinleştiğini de hissetti.

 

Mayda, Tunahan’ın yüzündeki anlayışla karışık hüzün ifadesini görünce içi burkuldu. Aslında burada, onun yanında kalmak istiyordu. “Özür dilerim Tunahan… Bu anı yarıda bırakmak zorundayım.” dedi, sesi hafifçe titriyordu. Bu anın onun için ne kadar özel ve anlamlı olduğunu biliyordu ama ailesine de karşı sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiğinin farkındaydı.

 

Tunahan, Mayda’nın yüzüne bir kez daha baktı ve ona hafifçe sarıldı. “O zaman git ve işini hallet. Ama bil ki, bu anı yeniden yaşayacağız.” dedi, gözlerinde sıcak bir gülümsemeyle. Mayda da ona sarıldı, ona olan bağlılığını ve sevgisini yüreğinde hissederek ayrıldılar. Tunahan, Mayda'nın ardından bakarken, içinde ona olan özlemin ve sevginin daha da arttığını hissetti.

 

 

Beliz Mayda’ nın ardından Nariya’yı da aradı, Türkiye’de kalması konusunu açmayı aklına koymuştu. Ama onu ikna etmek kolay olmayacaktı.

Nariya telefona çıkınca, Beliz yumuşak ama kararlı bir sesle konuşmaya başladı. "Nariya merhaba, neredesin?”

 

“Selam, dışarıdayım.”

 

“Eve gelebilir misin? Mayda’ yı da aradım o da birazdan evde olacak. Yemek yaptım.” dedi, sesine neşe katmaya çalışarak.

 

Nariya gönülsüzce bir nefes verdi. Beliz yemek yaptım diyorsa bu konuşmamız gerek önemli demekti onun için. “Tamam birazdan evde olurum.”

 

“Teşekkürler canım, bekliyoruz.” dedi, Beliz küçük bir zafer kazanmış edasıyla Sayina’ ya dönerek tebessüm etti ve telefonu kapatıp masaya bıraktı.

 

Kısa bir süre sonra kızlar ard arda eve geldiğinde, herkeste tuhaf bir sessizlik vardı. Beliz’in hazırladığı sofranın etrafında toplandılar. “Sizin için zor olduğunu biliyorum ama bunu yapmak zorundayız. Şimdi kimler çorba istiyor?” dedi, tek kaşını havaya kaldırarak elinde tuttuğu kepçeyi tencereye doğru uzattı.

 

Mayda ve Nariya, ablasının hazırladığı çeşitli yemekleri görünce gözleri parladı. Beliz, onların bu tepkisinden memnuniyetle gülümsedi. “Haydi, sofraya oturun. Hep birlikte güzel bir yemek yiyelim.” dedi, sesi sıcak ve davetkardı.

 

Sayina, ablasının hazırladığı yemeklerden bir lokma aldıktan sonra memnuniyetle gülümsedi. "Beliz, senin yemeklerin her zaman şahane."

 

Beliz, hafifçe gülerek başını salladı. “Yemek yapmak benim için bir terapi gibi. Özellikle sizlerle bir arada olunca, her şey daha anlamlı oluyor.”

 

Mayda, ablasına bakarak, “Gerçekten çok özlemişim bu sofraları, Beliz. Çabanı takdir ediyorum.” dedi. “Her şey çok güzel kokuyor. Senin elinden çıkan her yemek sanki özel bir lezzet taşıyor.”

Nariya da başıyla onayladı. “Evet, bu sofralar insana kendini evinde hissettiriyor.”

 

Beliz, sofradaki herkesi gözleriyle süzdü ve derin bir nefes aldı. “Bu yaşananları geride bırakmak zorundayız.” dedi yumuşak ama otoriter bir tonla. "Bir aile olarak bu zorlukları birlikte aşacağız ve hayatımıza devam edeceğiz. Nariya, burada bizimle kalmayı düşünmelisin. Biz senin aileniz ve seni bırakmak istemiyoruz." dediğinde, Nariya’ nın yüzü bir anda soldu.

 

Sayina, “Artık burada bizimle kalmanı istiyoruz." dedi. “Yurt dışına gitmek zorunda değilsin. Ailene ihtiyacın var ve bizim de sana ihtiyacımız var. Lütfen bu düşün olur mu?” dedi, gözleri sulanmıştı.

 

Nariya, kız kardeşlerinin yüzünü tek tek inceledi. Bakışlarındaki içtenliği gördü ve onlara inanıyordu. Ama içinde hala halledemediği sorunlar vardı. Bazen karar vermek yerine hiçbir şeyi seçmemek onun kaçış yoluydu. Ama bu defa kaçmak yoktu. Sadece zamana ihtiyacı vardı. Pür dikkat onu inceleyen kardeşlerinin bakışlarının altında ezilmek istemiyordu hele de onların ona acımasını hiç istemiyordu. Bakışlarında acıma duygusuna dair izler aradı ama yoktu. Bu onu konuşmaya iten şeydi. Buruk bir bakışla Beliz’ e döndü.

 

“Neler olduğundan bahsetmek istemiyorum. Artık bu konuyu konuşmak istemiyorum. Ben—Ben daha iyi hissediyorum. Ve desteğinizi çabanızı görüyorum. Farkındayım, beni sevdiğinizi de biliyorum. Ayrıca bu yemekler cidden enfes.” dedi, kırık bir tebessümle devam etti. “Bana bu konuya dair tek kelime etmeyeceğinize söz verirseniz eğer Türkiye’ de kalmayı düşüneceğim.” dedi, çatalını ve bıçağını tabağına bırakıp arkasına yaslandı.

 

Hepsi önce ona sonra da birbirine baktı. Beliz tam bir şey söylemek için ağzını açtığında, Sayina yerinden kalkıp Nariya’ ya sarıldı ve “Söz veriyorum. Yeter ki sen kal.” dedi, ondan ayrılıp Beliz’ e uyarıcı bir bakış attı.

 

Mayda masanın üzerinden uzanıp Nariya’ nın elini tuttu ve sıktı. “Sen nasıl olmasını istersen öyle olsun. Konuşmaya hazır olduğumuzda konuşuruz.”

 

Nariya ona sıcacık ama kısa bir gülümseme ile baktı. Şimdi herkes Beliz’ in ne söyleyeceğini bekliyordu. Ama o bir şey demeden masadan kalktı ve mutfağa yöneldi. Kimseden çıt çıkmıyordu. Beliz aslında çok da tahmin edilebilir birisi değildi. Sonra çekmeceden bir bıçak aldı ve fırındaki tavuğu çıkarıp servis tabağına koyarak masaya gerdi döndü. Tabağı masaya bırakıp bıçağı tam olarak tavuğun ortasına hırsla sapladığında, Sayina yerinden sıçrarken, Mayda ve Nariya’ nın gözleri büyüdü.

 

“O şerefsiz bunun hesabını ödeyecek!” dedi, ardından sandalyesini yavaşça çekip otururken, “Pekala, size söz veriyorum. Ama o göt dangalak için söz vermemi benden sakın beklemeyin.”

 

Kızlar, önce birbirine sonra da Beliz’ e bakıp kahkaha ile gülmeye başladılar. Beliz ise dudağının bir kenarını yukarı kıvırarak şeytani bir gülümseme ile konuştu. “Tavuk isteyen?”

 

Mayda sandalyesini geriye iterek ayağa kalktı. “Sanırım bu bir kutlama yemeğine dönüşüyor. O yüzden sizin için özel bir şeyim var.“ Mutfağa gidip dolaptan bir şişe rose ve kadehleri de alarak masaya geri döndü.

 

“İşte şimdi o tavuktan yiyebilirim.” dedi, Nariya gülerek.

 

 

Mayda evden çıktıktan kısa bir süre sonra, Tunahan da kendine bir kadeh rakı alarak bahçeye çıktı. Bir süre Mayda’ nın en sevdiği şarkı listesinden müzik dinleyerek olanları düşündü. Telefonu çalınca dikkati dağıldı. Ekranda Ilgar’ın adını gören Tunahan, telefonu açtı. "Selam, ne yapıyorsun? Nariya gitti." dedi Ilgar, sesi biraz yorgundu.

 

Tunahan, derin bir nefes aldı. “Sanırım içiyorum. Eve mi gitti?”

 

“Evet. Sen ne kadar içtin Tunahan? İyi misin?”

 

“Sakin ol kardeşim henüz birinci kadehteyim. Ama istersen sen de gelebilirsin şu bitmeyen günü birlikte geçirelim. Dertleşelim biraz.”

 

Ilgar telefonu kapatmadan önce, “Rakı ve balık alıp geliyorum, ağırdan git.” dedi, hafif bir tebessümle. Ilgar’ın bu teklifini duyunca Tunahan da yüzünde bir gülümseme hissetti. Bu gece, içini dökme gecesi olacaktı.

 

Ilgar, Tunahan’ın evine geldiğinde yanında birkaç balık, rakı ve sohbetle dolu bir gece vaat eden bir ruh hali vardı. Tunahan, dostunu bahçede karşıladı. “Bu gece uzun olacak.” dedi Ilgar, rakıyı masaya koyarken.

 

Tunahan, “O zaman başlayalım.” diyerek mutfağa geçti, mezeleri ve balıkları hazırlamaya koyuldu.

 

İkisi de yavaşça kadehlerini doldurup birbirlerine selam verdikten sonra ilk yudumlarını aldılar. Ilgar, gözlerini boşluğa dikip iç çekti. "Bazen her şeyin bir yük olduğunu düşünüyorum." dedi. “Ama bu yükü omuzlamak zorundayız, değil mi?”

Tunahan, derin bir nefes aldı. "Evet, bazı şeyler omuzlarımızda biriken bir ağırlık gibi. Ama bazen o yüklerden kurtulmak için dostlara ihtiyaç var."

 

Tam bu sırada kapı çaldı. Gelen Yakup’tu; yüzünde dostça bir gülümsemeyle içeri girdi. Ancak bir süre sonra bakışlarındaki o dostane ifade biraz soğudu. “Bensiz gizli işler mi çeviriyorsunuz?” diye sordu, hafif bir sitemle.

 

Tunahan, bir an duraksadı, ama Ilgar, hemen araya girdi. “Sensiz rakı içmek öyleyse sanırım evet, Yakup. Ama dostluğumuzdan bir eksilme olduğunu sanmam.”

 

Yakup, bir süre sessiz kaldı ama sonra derin bir nefes alarak, “Sanırım bunu aşabilirim.” dedi.

 

Tunahan gülümsedi ve Yakup’a bir kadeh daha uzattı. “Bu gece dostlar arasında.” dedi. “Her şey konuşulur, her şey affedilir.”

 

Gece ilerledikçe, rakı kadehleri boşaldıkça, masada kahkahalar, hüzünlü anılar ve dostça dertleşmeler birbirine karıştı. Tunahan, Ilgar ve Yakup, gece boyunca birbirlerine hem eski anıları anlattılar hem de gelecek için destek sözü verdiler. Bahçede, yıldızların altında, üç dost, hayatın yüklerini sırtlayarak bu uzun geceyi birlikte karşıladı.

 

Ertesi sabah, Tunahan’ın evinde uyanan Ilgar, Yakup ve Tunahan’ın yüz ifadeleri tek kelimeyle berbattı. Gece boyunca içtikleri rakının etkisiyle, hepsi müthiş bir baş ağrısıyla uyandı. Gözlerini açmak bile zor gelirken, birbirlerine baktılar ve hafif bir gülümsemeyle geceyi hatırlamaya çalıştılar.

 

"Gece ne kadar sürdü böyle?" diye mırıldandı Yakup, ellerini başına bastırarak. "Bana biri ne zaman yattığımızı söylesin, lütfen!"

 

Tunahan hafifçe gülümseyerek, "Geceyi tam hatırlamıyorum ama iyi ki buradaydınız." dedi, başını hafifçe ovuşturarak.

 

Ilgar ise gülerek, "Dostum, belli ki yeterince eğlenmişiz. Başımda davullar çalıyor."

 

Üçü de baş ağrısını hafifletmek için önce bir fincan kahve içmeye karar verdi. Mutfakta, kahve makinesinin uğultusuyla biraz toparlanmaya çalıştılar. Kahvelerini yudumlarken, Ilgar gözlerini kısarak diğerlerine baktı. "Ne dersiniz, kahve biter bitmez sıkı bir koşuya çıkalım? Belki kendimize geliriz," dedi.

 

Yakup, başını sallayarak, "Evet, bu baş ağrısından kurtulmanın başka yolu yok galiba." diye cevap verdi.

 

Bu sırada, akşam yemeğinde içtikleri şarabın etkisiyle çakırkeyif olan Beliz, Nariya, Sayina ve Mayda da ertesi sabah benzer bir halde uyandılar.

 

Yattığı yerden doğrulan Beliz, gözlerini ovuşturdu ve hafif bir baş ağrısıyla uyandığını hissetti. “Sanırım biraz fazla şarap içtik.” diye mırıldandı, gözleri kapalı halde yatağında gerinirken.

 

Sayina, ablasının yanına gelip kahve yapmaya koyulurken, hafifçe gülümseyerek, “Evet, ama uzun zamandır bu kadar keyifli bir akşam geçirmemiştik. Geceye dair bazı şeyler bulanık ama eğlenceliydi.”

 

Nariya ayaklarını sürüyerek odadan çıktı. Elleriyle başını tutuyordu. “Şu korkunç ağrıyı kesecek ne var? Lütfen biri bana acil ağrı kesici versin!” dedi kendisini Beliz’ in yattığı koltuğun kenarına boş çuval gibi bıraktı.

 

“Al benden de o kadar.” dedi Beliz sızlanarak başını tuttu.

 

“Kahve yaptım. Toparlanıp bir bardak içerseniz bence iyi gelir.” dedi, ses tonu cıvıltı gibiydi.

 

“Bu neden bu kadar neşeli sence?” dedi, huysuz bir sesle Beliz’ e dönerek.

 

“Hiçbir fikrim yok ama kahve ve ilaca ihtiyacım var.” dedi, Beliz’ de huysuzlanarak.

 

Sayina, kıkırdayarak, “Çünkü o çektiğiniz acıları sizden önce ben de çektim. Erken uyandım ve atlattım. Ama zihnimde hala Orhan Gencebay mı yoksa Yıldız Tilbe mi? Tartışmanızın izleri var.” dedi gözlerini devirerek.

 

“Sen neden bahsediyorsun? Ayrıca bana gözlerini mi devirdin sen?” dedi imalı bir ses tonu ile.

 

“Hatırlamıyorsunuz değil mi?” dedi, sırıtarak.

 

Mayda ve Beliz boş ifadelerle Sayina’ ya bakarken, Nariya sözü aldı. Sıkıntılı bir nefes verdi. “Oysa ben o işkenceyi çok net hatırlıyorum! Bütün gece sadece ikisinin şarkılarını dinledik. Hem de sizin tartışmanız yüzünden bölük pörçük… Benim için tam bir eziyetti.” dedi, gözlerini devirme sırası ondaydı.

 

“Ah evet, sanki senin müzik zevkin şahaneymiş gibi!” dedi, Beliz ses tonu azarlar gibiydi.

 

“Sahi mi? Ben o kısımları hatırlamıyorum…” dedi, Mayda sızlanarak.

 

“Müzik zevklerimiz konusunda benimle tartışmak istemezsin Beliz!” dedi onu uyarırcasına.

 

“Yine mi aynı şeyi yaşayacağız. Lütfen konuyu kapatabilir miyiz artık? İçim dışım arabesk oldu.” dedi, Sayina yüzünü buruşturarak.

 

“Peki sana ne demeli Sayina, bir ara Nariya’ yı dövmeleri hakkında kilitledin. Gecenin yarısını dövmelerin anlamlarını dinleyerek geçirmedik mi?” dedi, Beliz sırıtarak.

 

“Nasıl yani?” dedi, şaşırarak Nariya’ ya döndü.

 

“Ah evet, benden neredeyse bütün dövmelerimi göstermemi, anlamlarını söylememi istediğin görüntüler zihnimde hala taze.”

 

Beliz hala sırıtıyordu. “Şunu keser misin artık!”

 

“Neyi?” dedi, Beliz umursamaz bir alayla.

 

“Pis pis sırıtmayı!”

 

“Merak ediyorum da Sayina’ nın çok ısrar ettiği ama göstermediğin dövmen nerendeydi?”

 

“Bu kadar yeter! Bu sizi ilgilendirmez.” diyerek ona yastık fırlattı.

 

Sayina ise mahcup olmuş bir halde hala gecenin o anını hatırlamaya çalışıyordu. “Neydi o bir tanesi, hani şey yazıyordu? Neydi? Çok beğenmiştim.”

 

Beliz, fısıldayarak Sayina’ nın anımsayamadığı anlamı söyledi. “HİRAETH… Yani, Geri dönülemeyen veya kaybedilen bir yere, kişiye duyulan özlem…”

 

Beliz’ in bu sözleri, ortamın havasının bir anda gerilimle elektriklenmesine neden olmuştu. Kız kardeşleri, özellikle Nariya ve Mayda bakışlarını bir anda ona çevirerek gözlerini kısıp baktılar.

 

Sayina, hülyalı bir şekilde, “Çok güzel...” diyerek, fısıldarken ortamın bir anda değişen havasını anlayamamıştı.

 

“Heh işte gece de böyle hülyalı hülyalı çok güzel deyip durdun!” ded, Beliz gülerek.

 

Mayda ise konuyu değiştirmek için gülerek, "Başımız biraz ağrıyorsa da buna değdi. O tavuğu paramparça ettiğin sahne gözümün önünden hiç gitmeyecek." dedi ve kahkaha ile güldü.

 

“Yaptım değil mi?” dedi, Beliz tek eliyle kahvesini almış, diğer eliyle gözlerini kapatıyordu.

 

“Sen beklenmedik bir kadınsın Beliz!” dedi Nariya, bir bardak su ve ilacı elinde tutuyordu. Hepsi, kahvelerini içerken gecenin komik anılarını anımsayıp gülmeye başladılar. Daha sonra da kahvaltıyı kim hazırlayacak sorunsalı üzerine bir süre konuştuktan sonra karar veremeyince taş kağıt makas oynadılar ve top Mayda’ nın ve Sayina’ nın elinde kaldı.

 

Diğer tarafta, kahvelerini bitiren Ilgar, Yakup ve Tunahan koşuya çıkmaya karar verdiler. İlk başta yorgunluktan dolayı ağır ilerleseler de, adımlarını hızlandırdıkça kendilerini daha iyi hissetmeye başladılar. Serin sabah havası, baş ağrılarını hafifletiyor, bedenlerini zinde hissetmelerine yardımcı oluyordu. Yol boyunca aralarındaki sessizlik, geceyi hatırlamalarıyla zaman zaman kahkahalara dönüşüyordu.

 

"Bu kadar içmeyelim bir daha." dedi Tunahan, nefes nefese kalmış halde.

 

Ilgar, ona hafifçe vurup, "Sen her defasında aynı şeyi söylersin dostum ama değişmezsin." dedi gülerek.

 

Yakup da, "Dostlarla içilen gece unutulmaz, baş ağrısı olsa da, bence buna ihtiyacımız vardı." diyerek katıldı.

 

Koşularını bitiren Tunahan, Ilgar ve Yakup, sabahın tazeliğiyle biraz rahatlamış bir halde Mayda’nın evine uğramaya karar verdiler. Mayda, kapıyı açtığında yüzünde şaşkın bir tebessüm belirdi. “Bu kadar erken burada ne arıyorsunuz?” diye sordu, gülümseyerek.

 

Tunahan hafifçe omuz silkti. “Senin harika bir kahvaltı hazırladığını hissettik ve geldik.”” dedi, göz kırparak.

 

Ilgar ve Yakup da gülümseyerek başlarını salladılar. Mayda, onları içeri davet ederek, "Madem bu kadar ısrar ediyorsunuz, hadi gelin o zaman." dedi.

 

Mayda’nın davetini seve seve kabul ederek hazır sofraya yerleştiler. Masada her zamanki gibi samimi bir sohbet başladı. Mayda, kahvaltıyı hazırlarken arada onlara göz atıp, “Ne kadar koşmuşsunuz? Yüzlerinizdeki yorgunluk biraz fazla gibi.” dedi, şakayla karışık bir ifadeyle.

 

Yakup, gülerek, "O yorgunluk değil, geceyi sabaha kadar uzattık da ondan.” diye cevap verdi.

 

Tunahan da ona katıldı, “Evet, ama seni görmek tüm yorgunluğumu aldı güzelim.” dedi, göz kırparak.

 

Bu sırada Nariya, diğerlerinden biraz uzakta, kendini çizimlerine vermişti. Sabahın sessizliğinde kağıt üzerinde gezinen kalemi, onu çevreleyen dünyadan bir süreliğine uzaklaştırıyordu. Ilgar ona bir an dikkatle baktı ama Nariya göz temasından kaçındı ve çizimlerine devam etti. Tunahan, Ilgar’ın bakışlarını fark edip sessizce gülümsedi ama bu konuyu açmadı. Nariya daha sonra kahvaltı etmeye karar verdi ve sessizce oturan Beliz’ in yanına yerleşti.

 

Kahvaltı sona erdiğinde, Nariya yavaşça masadan kalktı. Sessiz adımlarla dışarı çıktı ve motoruna doğru ilerledi. Ilgar, onun bu ani ayrılığını fark etti ama müdahale etmek yerine sadece izlemekle yetindi. Tunahan ve Mayda ise bu durumu fark etmemiş gibiydi; Nariya’nın içsel dünyasına saygı duyan bir sessizlikle ona veda ettiler.

 

 

Loading...
0%