Yeni Üyelik
5.
Bölüm

BÖLÜM 3 (Kusurlu Plan)

@nefelicalliope

Süreyya ve ekibi öncesinde görev dağılımı yapmıştı. Koleksiyon incelenerek detaylar belirlenmişti ve detaylar doğrultusunda konsepte ve koreografiye uygun müzik seçimi eşliğinde koreografi çalışmaları yapılmıştı.

Profesyonel moda editörü olan Nicole Roux ile, saç, makyaj detaylandırılması yapılmıştı. Sunumu yapılacak koleksiyonun mankenlere dağılımı daha önce de birlikte çalıştıkları kulis amiri tarafından belirlenmişti. Defilenin hızlı akışının sağlanabilmesi için de mankenleri giydirecek yeterli sayıda giydirici görevlendirmişlerdi. Defile çıkış listesini de özenle hazırlamışlardı.

Sahne tasarımcısı tarafından, konsepte uygun sahne tasarımı yapılmış. Basının defileyi başarılı çekebilmesi için seyircileri engellemeyecek şekilde basın tribününü de hazırlatmıştı. Ses- ışık ve teknik koordinasyonun sağlanması da çok önemliydi. Bu iş için de ekipten Zoe Bernard seçilmişti. İşin kontrolü ve çıkabilecek aksiliklere karşı onunla iletişim halinde olacaklardı.

Moda defilesi, bir tür canlı performanstır; defilenin etki bırakması ve izleyicilerin ilgisini çekmesi en önemli unsurdur. Tasarım' ın güçlü siluetleri olan dramatik kıyafetler olması da büyük sükse yapmasında çoğunlukla işe yarar ancak sunum her şeydir. Graines D'étoiles şirketi olarak tüm ekip, bunu sağlamıştı. Ortaya çıkaracakları işten gayet memnundular.

Müthiş bir kulis hareketliliği olacağını biliyorlardı. O yüzden kulisteki yoğun trafikte aksama olmaması açısından ekipten Harvey Berger ve Süreyya genellikle orada olacaktı.

Modeller podyuma doğru geçiş yaparken, kulisteki çılgınlık dağılmaya başlamıştı. Ekipteki herkes izleyiciye, profesyonel bir biçimde organize edilmiş, sorunsuz bir defile izletmeyi umuyordu.

Bu kadar önemli bir tasarımcının defilesinde, sahne arkasındaki heyecan ve kaosa tanık olmak ise Süreyya için inanılmazdı. Verilen zaman çizelgesine göre modeli giydirmek, yetişmekte olan stil yaratıcılarına işe yarayacak ve yaramayacak tekniklere dair son derece önemli bilgiler vermek. Çorap ya da eldiven gibi aksesuarların değiştirilmesi, modellerin hızlıca kıyafet değiştirip tekrar podyuma çıkmasını izlemek onun için heyecan vericiydi. Bu işi çok ama çok seviyordu. Tüm bu karmaşanın içinde hissettiği buydu.

Süreyya, Louvre Müzesi 'ni defile alanı olarak teklif ettiğinde, Alexandre Thayer Depardieu bu fikrine bayılmıştı. Tek sorun izinlerin alınması ve onaylanmasıydı.

Defile' nin Louvre Müzesi'nde yapılacağının onayını aldıklarında ise herkes büyük heyecan duymuş Alexandre, bunu duyduğunda çılgına dönmüştü. Her ne kadar fazla belli etmemeye çalışsa da durum buydu.

12. yüzyıldan beri dimdik ayakta duran ve şehrin önemli yapılarından biri olan Louvre, 17. yüzyılın sonlarına doğru müze olarak sanatseverlerle buluşmuştu. Bu fikir aklına yüksek lisansını burada yaptığı sıradaki ziyaretinde gelmişti. O zaman gerçekleştirilecek hayallerinin arasında yerini almıştı ve işte şimdi o hayali gerçek oluyordu.

Defile sonunda başladı. Ufak tefek sıkıntılar dışında sorunsuz ilerliyordu. Ekip birbirine çok iyi entegre olmuştu. Defile başlamadan önce tüm ekibin hazırlanabilmesi için önceden ayarladığı odaya giderek Süreyya’ da hazırlandı.

Kıyafetini o gece için özel olarak almıştı. Tüm hazırlıklarını bitirdikten sonra aynadaki yansıması ona her şeyi doğru yaptığını gösteriyordu.

Defile, başlayıp coşkulu bir şekilde bittiğinde, Tasarımcı Alexandre Thayer Depardieu, her şeyden memnun ve keyifli bir şekilde defile alanından o geceki partinin yapılacağı yere geçmek için ayrılmıştı. Bütün ekip, partide olacaktı ve herkes bunu hak etmişti.

Ekip, Süreyya dahil toplam on kişiydi. Müdürle beraber, yedi kadın, üç erkekti. Herkes partiye gitmişti bile. Süreyya da tüm eşyalarını alıp geceye katılmak için yola çıktı.

Yavuz, bütün gün çalışırken onu hiç sıkılmadan izleyebilirdi. Ne yazık ki şu an bunun için vakti yoktu. Akşam için o da hazırlanmalı, planının üzerinden geçmeliydi. O yüzden otele geçti. Serhat odasındaydı. Ona akşam için olacaklardan bahsediyordu. Her şey istediği gibi olmuştu. Her zaman öyle olurdu.

''Her hangi bir aksilik istemiyorum Serhat. En ufak bir sorunda ne olacağını hatırlatmama gerek yok herhalde!'' Planlarında bir aksaklık olduğunda, içinde bir şeyler çatırdar. Her şeyin iplerini sıkıca tutarken, o iplerden biri elinden kayıp giderse, soğukkanlılığını kaybetmeden, içindeki öfkeyi dizginlemeye çalışırdı. Ama o öfke, bir zincirin her halkasında biriken zehir gibidir; kana karışan bir zehir gibi, yavaşça ama acımasızca yayılan.

O anlarda, içindeki karanlık bir adım daha öne çıkar. Bir gölge gibi büyür, soğuk bir rüzgar gibi ruhunda esmeye başlar. Çünkü her şey, onun için kontrol altında olduğunda güzeldir.

Yavuz için planların başarısız olması, zayıflığın habercisidir; o zayıflık ki, kabul edemeyeceği tek gerçektir. Eğer planlarında aksayan bir şey varsa, bunun bedelini ödemek zorunda kalacak olan yalnızca bir kişi olmaz. Herkes, o anın sessizliğinde, onun öfkesinin yankısını duyar. Ve Yavuz o öfkeyle, içindeki savaşın ateşini yeniden körükler. Kayıp diye bir şey yoktur; yalnızca ertelenmiş bir zafer vardır. Bu yüzden her başarısızlık, daha sert ve daha soğuk bir adımı getirir.

''Anlaşıldı, Yavuz Bey, adam hazır. Tüm ayarlamaları yaptım.”

''Adamın tam olarak hazır olduğundan emin ol. Yanlış bir şey yaparsa, her şey ters gider. Ters giden her şeye üzülürüm ve bu benim canımı sıkar. Canım sıkıldığında ise neler olur senin hayal gücüne bırakıyorum. Şimdi çıkabilirsin.'' Yavuz için hata yoktur, sadece adil bir hesaplaşma. Ve o hesaplaşma zamanı geldiğinde, hiçbir şey onun yolunda duramaz.

“Emin olabilirsiniz efendim.'' Serhat başını eğerek saygıyla odadan çıktı.

Serhat çıktıktan sonra Yavuz, İstanbul' da yarım bıraktığı işlerle ilgilenmeye başladı. Ardından da parti için hazırlanacaktı.

Otel odası geniş, sade ama şık dekore edilmişti. Gece, şehrin ışıkları camdan içeri süzülüyor. Yavuz, uzun zamandır beklediği anın yaklaştığını bilerek hazırlanıyordu.

Yavuz, aynanın karşısında kravatını düğümlerken yüzünde soğukkanlı bir ifade vardı. Ama içinde kıpırdanan bir heyecanı bastırmakta zorlanıyordu. Süreyya... Onu yeniden görecekti. Onunla konuşmayacak, temas kurmayacaktı. Henüz... Ama sadece o kalabalıkta, gözleriyle onu bulmak bile yeterli olacaktı. Onunla neden sıradan bir tanışmayı gerçekleştirmediğini, kendine bile tam anlamıyla açıklayamıyordu. Ama onun için Süreyya’ya yaklaşmak, ona sıradan yollardan dokunmak mümkün değildi; o, hayatın akışında herhangi bir rastlantıyla karşılaşılacak biri değildi. Ona hissettirmeden varlığını derinlerde hissettirmek istiyordu. Çünkü bazı insanlar vardır; onları yüzeyde tanımak yetmezdi, ruhlarına dokunmak için daha derin yollar gerektirdiğine inanıyordu.

Ona sahte bir tesadüf sunmak, Yavuz’ un kendi kurallarında güvenli bir yoldu. Çünkü ona gerçek yüzüyle yaklaşmak, kendi karanlığını aydınlığa çıkarmak demekti. Süreyya’yı böyle planlı bir şekilde hayatına sokmak, ona sahip olmanın en akıllıca yoluydu; en derin sırlarına ulaşmadan, ona ait olduğuna onu ikna edebilmekti.

Belki de onu her şeyden koruma isteği, kendini de koruma isteğiyle birleşmişti. Yavuz’ un dünyası tehlikelerle çevriliydi, ona bu dünyanın kapılarını açmak yerine, kendi kurallarıyla bir dünya yaratmak istiyordu. O an, ona dokunamasa bile, onun üzerinde görünmez bir iz bırakmak istiyordu. Çünkü Süreyya, onun için sadece bir arzu değildi.

“Çok uzun zaman oldu...” diyerek, mırıldandı. Takım elbisesinin yakasını düzeltti, saatine hızlıca bir göz attı. Zamanla ilgili bir saplantısı vardı. Ama Süreyya... O, Yavuz’un tüm planlarını altüst edebilecek kadar güçlüydü. Ve bazı oyunlar vardır; bir kere kuralları koyduğunuzda, o oyunun içinde kaybolmaktan başka çare kalmaz. Onunla gerçek bir tanışma anını riske etmek, o kusursuz planın izini bozmak olurdu. İşte bu yüzden, Süreyya’ya en başından beri dokunmadan var olmayı tercih etti. Çünkü bazen, bir adım geri çekilmek, en ileri hamleyi planlamak için gereklidir.

Kendini toparlamak için derin bir nefes aldı. Aynaya bir kez daha baktı; mükemmel görünüyordu. Ama bunun hiçbir önemi yoktu.


Yavuz, ceketini omzuna atarak odadan çıktı. Otelin koridorlarında yürürken her adımında artan heyecanını bastırmaya çalışıyordu. Süreyya’ya olan özlemi, buz gibi duruşunun ardında sakladığı en güçlü hislerden biriydi. Gözlerinde kararlılık vardı; bu gece onu görecek, ama kendini henüz belli etmeyecekti.

Asansör kapıları kapanırken, ellerini ceplerine soktu ve derin bir nefes aldı. Gözlerini kapatıp o anı hayal etti; Süreyya’nın gözlerinde kaybolacağı ilk anı.
“Bir gün... Bir gün seni benden kaçamayacak kadar yakınımda tutacağım.”

Asansör zemin kata indiğinde, lobiye adım attı. Serhat, arabayı hazır bekletiyordu. Kapılar açıldı, serin Paris havası yüzüne vurdu. Yavuz’un yüzünde belirsiz bir gülümseme belirdi. Bu gece bir başlangıçtı. Onu görmenin bile, içindeki boşluğu bir nebze olsun dolduracağını biliyordu.

Serhat Arabanın kapısını açarken, “Her şey hazır.” dedi usulca.

Yavuz, soğukkanlılıkla, “Gidiyoruz.” dedi.

Yavuz, arabanın arka koltuğuna oturduğunda, içindeki heyecanın dalgalar halinde yayıldığını hissetti. Kalbi hızlı atıyor, ama yüzü her zamanki gibi ifadesizdi. Onu göreceği anı düşündükçe, zaman yavaşlıyormuş gibi geliyordu. Ama o an yaklaşıyordu.

Kendi kendine, fısıldar gibi, “Süreyya... Seni görmeden geçen her saniye kayıp.” dedi.

“Bir şey mi istediniz Yavuz Bey?”

“Çok şey istiyorum Serhat, acele et. Geç kalmak istemiyorum.”

Araba, şehrin ışıkları altında ilerlerken, Yavuz gözlerini camdan dışarı çevirdi. Partiye gidiyordu. Ve orada, kalabalığın içinde, Süreyya’yı bulacaktı. Onu uzaktan izlemek yetmezdi ama şimdilik elinden gelen buydu.

Paris’in en prestijli etkinlik alanlarından biri. Tavanlardan sarkan kristal avizeler, duvarlardaki altın detaylar ve her köşeye yerleştirilmiş taze çiçeklerle dolu gösterişli bir salon. Müzik, kulaklarda yankılanırken şampanya dolu kadehler havada dolaşıyordu.

Süreyya, Paris’teki ilk büyük başarısını kutlamak üzere düzenlenen defile sonrası partiye giriş yaparken, yüzünde hem mutluluk hem de gurur vardı. Üzerinde zarif, sırt dekolteli zümrüt yeşili bir elbise vardı. Saçları, gevşek dalgalarla omuzlarına dökülüyor, zarif topuklu ayakkabılarıyla adımlarını yere güvenle basıyordu.

Gözleri, salona girerken tanıdık yüzleri aradı. Bu gece onun da gecesiydi. Şampanya kadehi ona uzatıldığında hafif bir tebessümle teşekkür edip kadehi aldı. İlk önemli başarısının eşiğinde dururken, içinde beliren hisleri tarif etmek zordu. Hayallerinin yıllarca onu yönlendirdiği bu yol, sonunda elle tutulur bir gerçekliğe dönüşmüştü. Sanki içimde bir yerlerde uzun zamandır bekleyen o heyecan, şimdi özgür bırakılmış gibi, her yanını sarıyordu. “Hayallerime bu kadar bağlıyken, onların gerçeğe dönüştüğünü görmek... Bu bir rüya değil, hayatımın en somut adımı.” diye içinden geçidi.

Başarı... Ona göre, hayalleri her sabah yeniden şekillendirmekten ibaretti. Şimdi ise, o hayallerin gerçekliğindeydi...

Bu başarı, ona sadece yeteneğini değil, hayallerinin peşinden gitmenin ne kadar değerli olduğunu gösteriyordu. Ben bu yolda, kendimi yeniden buluyorum; bu başarı, benim özgürlüğümün bir sembolü. Bu andan sonra, her adımımın beni daha da yükseğe çıkaracağını biliyorum. Çünkü bu, benim için sadece bir başlangıç; her şeyin başlangıcı.” diye içinden geçirdi.

Partideki ışıkların altında parlayan her detay, Süreyya’nın başarısına ayna tutuyordu. Etrafında, defilenin başarısını kutlamak için toplanmış insanlar vardı. Ama kalabalığın içinde bile hafif bir yalnızlık hissetti. Bu, başardığı şeyin büyüklüğünden değildi; bir şeyler eksikti, henüz tamamlanmamıştı.

Salonun kapıları bir kez daha açıldığında, içeriye ağır adımlarla Yavuz girdi. Siyah takım elbisesi, onu hem tehditkar hem de çekici gösteriyordu. Salona hakim bakışlarıyla, kalabalığın arasında gözleri onu ararken, o an her şey bulanıklaştı. Gözleri, bir anda tüm o karmaşayı aşarak ona odaklandı. Soğukkanlı bir kararlılıkla gözlerini etrafta dolaştırırken, bulmak istediği tek kişiyi arıyordu. Süreyya... Oradaydı, parıltılar arasında, herkesin içinde ama kimseye ait olmadan. O an, içinde hissettiği sahip olma arzusu tüm mantığını yerle bir etti. Onu yalnızca görmek yetmedi; onu orada, o kalabalıkta kendisine ait kılmak istedi.

Onun zarafeti, tüm o ışıkların arasında kendi ışığını yayarak onu kendine çekti. Süreyya, sanki el değmemiş bir mücevher gibi, her ayrıntısıyla parıldıyordu. Ama o parıltının ardında yatan bir sır vardı; onu yalnızca görmek değil, çözmek, onun derinliğinde kaybolmak istedi. O anda hissettiği tutkuyla, kalabalığın içinde gözlerini ondan alamadı. Çünkü o, Yavuz için sıradan biri değil; içindeki boşluğu dolduran tek gerçekti.

Birkaç adım uzaktaydı ama sanki aralarındaki mesafe yok gibiydi. Gözleri, Süreyya’nın üzerinde sabitlendi.

Yavuz içinden, “Sonunda...” diye mırıldandı.


O an, Yavuz’un içindeki tüm planların yerini başka bir his aldı. Onu uzaktan izlemek yetmeyecekti. Planı ne olursa olsun, bu gece Süreyya’nın varlığına dokunmak zorundaydı, her ne kadar o, henüz onu fark etmemiş olsa da. İçindeki her şey, onun etrafında dönmeye başladı. Süreyya’nın o zarif hali, ona sahip olma isteğini körükleyen bir ateş gibiydi. O ateşe yaklaşmak tehlikeliydi, ama geri çekilmek de imkansızdı.


Süreyya, kadehinden bir yudum alırken, içgüdüsel bir hareketle arkasına baktı. Yavuz’u fark ettiği anda, içini belirsiz bir ürperti kapladı. Gözlerini ondan kaçırmak istese de yapamadı. Bu yabancı, tanıdık geliyordu. Ama nedenini bilmiyordu.

Süreyya kendi kendine, “Bu adam da kim? Gözleri, sanki içimde en derine sakladığım sırları biliyormuş gibi bakıyor.” diye, fısıldadı. Kalabalığın arasında, onun varlığını hissettiğinde içinde tarif edemediği bir karmaşa belirdi. Sanki bildiği her şey, aniden gölgelenmişti. O an, nedenini bilmeden, gözleri ona çevrildi. İçindeki sesler susmuş ama yüreği hızla çarpmaya başlamıştı. “Onun bakışları üzerimde miydi, yoksa yalnızca ben mi böyle hissediyorum?” O anda, bu hisle birlikte bir çekim, onu adım adım ona yaklaştırıyordu.

Kendine engel olamadan ona baktıkça, bir yanı çekilirken, diğer yanı direnmek isteyen bir ruh gibi hissetti.

Bu his, huzurla tehlike arasında ince bir çizgide yürümek gibiydi. Onunla arasında sanki görünmez bir ip vardı, Süreyya’ yı her adımda kendine daha çok bağlayan. O an, ona daha fazla yaklaşmak istedi; ama o mesafeyi korumak da aynı derecede çekiciydi. Çünkü o, yalnızca bir yabancı değildi; aynı zamanda içindeki bilinmeyenlerin anahtarıydı.

Ve şimdi, içindeki bu karmaşayı çözmek zorundaydı. Ona duyduğu çekim, hem korkutucu hem de büyüleyiciydi. Kalbi bir cevap ararken, zihni bir adım geri çekilmek için savaş veriyordu. Ama en derinimde biliyordu ki, onun varlığına bu kadar yakın olmak, vazgeçemeyeceği bir histi. Süreyya, kendini geri çekmek istese de, o çekimle sarhoş olmuş bir şekilde, tekrar ona bakmak için can atıyordu.


Yavuz ise, o anın tadını çıkararak, kendinden emin adımlarla kalabalığın içinde ilerlemeye başladı. Onunla göz göze gelmek, bu gecenin en büyük anlarından biriydi. Beklenmedik bir mutluluğun içine işleyişiydi. Sanki zamansız bir melodi, sessizliğin ortasında yankılanmaya başladı. Süreyya’yı yeniden gözlerinin önünde bulmak, kayıp bir parçanın aniden yerine oturması gibiydi. O an, her şey yerli yerine oturmuştu; hayatın tüm kaosu içinde yalnızca o vardı, yalnızca onun varlığı her şeyi anlamlı kılıyordu.

Gözlerini ondan alamadı. Her adımında, her bakışında, ona ulaşan o sessiz mutluluğun tadını çıkardı. Onun gülüşü, içinde saklı kalmış mutluluğun yeniden keşfiydi.

O an, onun yanında olmadan bile huzuru bulmuştu. Hayatının en karmaşık anlarında bile bu kadar huzurlu hissetmemişti. Onu izlemek bile, içinde bir denge, bir huzur yaratıyordu.

Süreyya zarif bir şekilde davetlilerin arasında dolaşıyor, arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Uzun açık buğday rengi saçları sırtına dökülmüş göz kamaştırıyordu. Yavuz gölgeli bir köşeden gözlerini bir an olsun ondan ayırmıyordu. Onu uzaktan izlemek bile, içinde kıskançlık ve arzu dolu bir fırtına koparıyordu. Ama bu gece sabrının meyvesini toplayacaktı. Süreyya’nın o anda ona armağan ettiği bu mutluluk, ne kadar kısa sürerse sürsün, o anın içinde kaybolmaya değerdi. Çünkü bazı insanlar, mutluluğu bir anlık bile olsa, tüm hayatına dokunan bir hisle bırakırdı. Ve Yavuz, o an anladı ki, Süreyya onun mutluluğunun adıydı.

Süreyya etrafına göz gezdirdi. Yorgunluğa rağmen herkesin yüzü gülüyor ve eğleniyorlardı. Davetliler oldukları yerde dans ediyorlar, içeceklerden ve ikramlardan bolca faydalanıyorlardı.

Tasarımcı, çok ünlü olduğu için tüm camiadan ve buna bağlı her meslekten davetliler vardı. Bunlara basın da dahildi. Tabii bazı belirlenmiş kişilerin dışında, çoğu mekanın dışındaydı. Süreyya ekipten birkaç arkadaşının yanına gittiği sırada Alexandre Thayer Depardieu ' nın karşıdan kendisini çağırdığını gördü. Şirketin sahibi Madelyn Patrice Lambert ile görüşüyordu. “Umarım bir aksilik yoktur.” diyerek, iç geçirdi ve yanlarına doğru yürümeye başladı. Çünkü bu saatten sonra hiç bir aksiliği kaldıracak gücü kalmamıştı. Neyse ki yanlarına gittiğinde yüzleri gülüyordu.

Alexandre, mekan konusundaki çabasını duymuş ve bunun için Süreyya’ ya ayrıca teşekkür etmek istemişti. Bu sanatçıların gerçekten garip takıntıları olabiliyordu. Onu sevmişti biliyordu. Bunu Süreya’ ya tüm şımarıklığı ve kaprisleriyle hissettirmişti. Daha çok yeni olmasına rağmen başarılı olacağını söylüyordu. Bunu Süreyya’ da biliyordu. Önünde uzun, zahmetli bir yol vardı ama o yolda yürümeyi sürdüreceğini ve bunda da başarılı olacağından emindi.

Her şeyden önce hisleri onu genelde yanıltmazdı. Çünkü işini çok seviyordu. Başarısının en büyük sırrı bu ve sadık olmasıydı. Kolay pes etmezdi. Birkaç manken yanlarına gelince, hepsine gülümseyip yanlarından ayrıldı.

Bu sırada Yavuz, Süreyya’ nın oradan ayrılmasının hemen ardından Alexandre 'ın yanına gitti. Giderken bir kere daha anlık Süreyya ile göz göze geldi. Onunla oyun oynuyordu. Bir yandan Alexandre’ ye gülümserken diğer yandan, “Bakışı, içimdeki karanlığı ele geçirip kendi ışığıyla hükmetti. Fakında değil ama gözleri, tüm savaşlarıma ve zaferlerime meydan okuyor.” diye iç geçirdi.

Süreyya’ nın biraz molaya ihtiyacı vardı. Teresa çıkmaya karar verip, merdivenlere yönelirken tanıdık bir yüz gördüğünü sandı ama emin olamadı. Son bir kez daha dönüp baktığında aynı olduğunu düşündüğü kişinin, Alexandre 'ın yanında olduğunu gördü. Arkası dönüktü. Uzun boyluydu ama emin olamadan terasa çıktı. Her şey o eğlenceli kaosun içinde anlık gelişiyordu.

Hava almak Süreyya’ ya iyi gelmiş, ruhuna tazelik katmıştı. İçerisi çok kalabalıktı, parti başlayalı neredeyse 1,5 saat olmuştu. “Bence benim sürem doldu.” diyerek iç geçirdi. Çıkmadan önce Madelyn ile kısa bir görüşme yapması lazımdı ancak önce o kalabalıkta onu bulmalıydı. Sonrasında evine gidip hemen uyumak istiyordu ve ertesi gün işe ilk defa geç gitmenin avantajını anlayacaktı. Yine kendi kendine gülümsüyordu. Bugün bunu sık sık yaptığını anımsadı.

Madelyn' i bulup konuştu ve ardından çıkmak için dışarıya yöneldi ama tam kapıya çıkıp arabasını istediğinde biri onu hızla ve aniden kendine çekti. “Neler oluyor böyle.”

“Sessiz ol, yoksa çok kötü olur.” Süreyya şaşkınlıkla geriye doğru çekildi ama adam onu daha da sıkı kavradı.

Bırak beni!” diye, bağıran Süreyya adamın suratına bıçak sallamasıyla irkilerek şoka girdi ve tüm vücudu titremeye başladı. Ardından adamın etrafına bağırdığını duydu.

“Geri çekilin! Yoksa onu öldürürüm!”

O konuşuyordu. Etraftaki korumalara sürekli bir şeyler söylüyordu ve aynı zamanda Süreyya’ yı da kendiyle beraber içeriye sürüklüyordu. Süreyya’ nın canı acımaya başlamıştı. Adamın güçlü kolları vardı. Onu canını acıtacak kadar sıkı tutuyordu. Suratını net görememişti ama tanıdığı birisi değildi. Sonra etraf bir anda karıştı.

Süreyya korkuyordu. Adam elindeki bıçağı boğazına dayamıştı. Ödü patlıyordu ama bu kelimenin Fransızca tercümesi olduğundan emin değildi. Bu olanlar çılgınlıktı. O sadece evine gitmek istemişti. Adamla konuşmaya çalıştı ama nafileydi.

“Kimsiniz? Ne istiyorsunuz?” dedi, titrek sesiyle. O anda, bedeni bir soğukluğa büründü. Adamın kolu, onu acımasızca sıkarak hareket etmesini imkansız hale getiriyordu. Her nefeste, daralan bir çemberin içine hapsolmuş gibiydi. Korku, damarlarımdan geçerek kalbine ulaşıyor, her çarpışında onu biraz daha köşeye sıkıştırıyordu. O kadar yakındı ki; bıçağını göz ucuyla bile görmek, içinde tarif edilemez bir dehşet uyandırıyordu.

“Kes sesini!” dedi, tek seferde.

“Kimse müdahale etmeye kalkmasın!” dedi tehditkar ses tonuyla, ona müdahale etmek isteyen güvenlik korumalarına ve insanlara bakarak. Ardından ikisi birlikte içeriye adım attığında, ilk anda ne olduğunu anlamayan davetliler adamın elindeki bıçağı görünce çığlık atarak uzaklaşamaya başladılar.

Süreyya’ nın canı yanıyordu. Kaçmak istiyordu ama bedeni sanki taş kesilmiş gibiydi. Her şey bulanıklaştı, zaman durdu ve sadece korkunun keskin yankısı kaldı geriye. İçinde büyüyen bu korku, kendine olan güvenini silip süpürdü. O an yalnızca bir çıkış yolu arıyordu ama o kadar çaresizdi ki, tek bir adım bile atmaya cesareti yoktu.

“Benden ne istiyorsun pislik?” diye haykırdığında, adam bıçağın ucunu boğazına bastırdı.

“Sana kes sesini dedim!”

Bıçağın battığı yer kanamaya başladı. İnce bir noktaydı ama Süreyya kanadığını hissetti. Gözleri kararıyor, nefesi daralıyordu. Kendini hiç bu kadar küçük, hiç bu kadar kırılgan hissetmemişti. Hayatının ipleri, yabancı bir elin sıkıca kavradığı bir düğüme dönüşmüştü. Çaresizlik içinde kaybolmuş gibiydi, hiçbir şey yapamamanın verdiği ağırlık her yanına çökmüştü. O anda, sadece kurtulmak istedi; ama sesi bile içinde hapsolmuştu.

“Polis, birileri polisi aramış olmalı.” diye, düşündü. Aslında ne düşüneceğini tam olarak bilemiyordu. Kafası karışıktı ve duyguları alt üst olmuştu. Paniğin onu ele geçirmesine izin vermek istemiyordu. Yanlış bir hareket de yapmak istemiyordu. Kıpırdandığında, adam “Kıpırdama!” diye, uyardı.

En sonunda, "Lütfen, lütfen biri yardım etsin artık..." diye fısıldadı. Sonra düşünmeden hareket etmeye başladı. Elinden kurtulmaya çalıştı. Bir an çok az uzaklaşmıştı ki onu geri çekip çevirdi ve bıçağı sapladı... Süreyya çok yanlış bir hareket yaptığını, acı içinde çığlık attığında anladı. Artık çok geçti. Karanlığın içinde kaybolurken, korkunun gölgesi ruhuna işliyordu. Ve o gölge, bir an bile onu bırakmayacakmış gibi, onu sonsuz bir yalnızlığa doğru çekiyordu.

Yere yığıldı. Onu kolundan bıçaklamıştı. Eliyle kanayan yere bastırmak istedi ama tam o sırada adam tam üzerinde bıçağı ikinci kez kaldırdı ve ona doğru eğildiğini görünce, içinden “Burada öylece öleceğim…” diye geçirdi.

Etraftan çığlıklar yükseliyordu. Tam bir karmaşaydı. Oradan oraya kaçan insanlar, gözünün önünden geçti. Tam o anda, Yavuz karanlıktan çıkıp bir fırtına gibi adamın üzerine atıldı. “Dokunma ona!” diye, hırladı. Adamı sert bir yumrukla yere serdi ve bıçağı onun elinden söküp attı. Gözlerinde delilik vardı. Süreyya bu anı gördü. Hemen yanı başında yerde boğuşuyorlardı.

Sonra adam, Yavuz’ un sert yumruklarının yüzünde ve midesinde patlamasıyla yalvarmaya başladığında Yavuz onu bıraktı. Süreyya yere çökmüş halde, kanayan kolunu tutarken Yavuz hızla yanına geldi. “Sakin ol.” dedi, yumuşak ama derin bir sesle. Süreyya’ yı kollarına aldı. Yüzü öfke ve endişe karışımı bir ifadeyle doluydu.

Süreyya gözlerini hafifçe araladı ve Yavuzu’ un yüzüne baktığında bir an onun tanıdık geldiğini hissetti. “Sen…” diye, fısıldadı. Ama daha fazla dayanamadı. Başı Yavuz’ un göğsüne düşerken bilincini yitirdi. “Nasıl oldu bilmiyordum ama o bir çift tanıdık gözün kucağındaydım. Hayal mi görüyordum emin değildim ama benimle konuşuyordu. Hem de Türkçe. Kesinlikle hayaldi...” diye içinden geçirdi. Yavuz panikle, "Hastaneye. Hemen!" diye, gürledi. Bayılmadan hemen önce, Süreyya’ nın duyduğu son sözlerdi.

Yavuz Selim, Süreyya’yı kollarına alarak hızla arabaya taşıdı. Serhat, kapıyı açarken yüzündeki endişeyi gizlemeye çalıştı. “Durumu kötü mü?” diye sordu.

Yavuz’un gözlerindeki öfke ve korku, o anda her şeyden daha güçlüydü. “Çalıştır şu arabayı, Serhat!” diye haykırdı Yavuz, sesi kontrolünü tamamen kaybetmişti. “Hastaneye yetişmezsek seni gebertirim!”

Serhat, direksiyonun başına geçti ve gaza bastı. Yavuz Selim, Süreyya’yı arka koltukta dikkatlice kollarına almıştı. Yüzü solgundu, nefesi yavaşlamıştı. Onu böyle görmek, Yavuz’un kalbinde bir düğüm yaratıyordu. Hayatında kimse için bu kadar endişelenmemişti. Kanayan kolunu tutarak onu sakinleştirmeye çalışıyordu. “Dayan Süreyya. Sana bir şey olmayacak.” Ama içindeki fırtına dinmiyordu.

“Bu kadar kontrolsüz olmamalıydı.” diye, düşündü ama bu düşünceyi bastırmakta zorlanıyordu. İçinde büyüyen korku, onu yiyip bitiriyordu. “Bir şey olursa… Hayır, hayır. İzin vermem. İzin vermeyeceğim.”

Elini Süreyya’nın yaralı koluna bastırarak kanı durdurmaya çalıştı. “Daha fazla kan kaybetmemelisin…” diye mırıldandı, sanki o sözlerle her şeyi yoluna koyabilecekmiş gibi. Parmaklarının arasından süzülen sıcak kan, onu daha da perişan ediyordu. Her saniye, Süreyya’nın kayıp gitme ihtimali içini dağlıyordu. Yavuz, elleri kan içindeyken fısıldadı, “Bu kadar yakın olup seni kaybedemem… Senden vazgeçemem.” Kendine kızgındı, öfkeliydi. “Bu benim planımdı! Kusursuz olacaktı! Kimseye zarar gelmeyecekti!” diye düşünerek yumruklarını sıktı. Ama şimdi, her şey kontrolden çıkmıştı. Ve bunun ağırlığı, omuzlarına çöküyordu. “Sakin ol, Yavuz…” diye kendi kendine fısıldadı, ama hiçbir şey onu yatıştıramıyordu.

Gözleri Süreyya’nın kapalı yüzüne her kaydığında, kalbinin derinliklerinde tanıdık bir korku yankılanıyordu; “Onu kaybedebilirdim. Daha ciddi yaralanabilirdi.”

Serhat, dikiz aynasından bir anlık bakış attı. “Birkaç dakikaya hastanedeyiz.” dedi, direksiyonu hızla çevirirken.

Yavuz’un sesi sert ve endişeliydi; “Daha hızlı sür. Kan kaybediyor!”

“Merak etmeyin az kaldı.” diye yanıtladı Serhat, pedala biraz daha yüklenerek.

“Daha hızlı git. Bir saniye bile kaybedemeyiz.”

Ama Yavuz’un öfkesi ve çaresizliği, arabayı dolduran bir gerilim dalgası yaratıyordu. Yavuz, Süreyya’nın elini avuçlarının arasına aldı. “Buradayım.” diye fısıldadı, sanki onu bu sözlerle hayatta tutabileceğini umarak. “Seni bırakmayacağım. Bundan sonra seni asla incitmeyeceğim. Kimsenin sana dokunmasına izin vermeyeceğim.” Kendi kendine kızıyordu, “Nasıl böyle hata yaptım? Nasıl kontrolü kaybettim?” Ama şimdi, pişmanlığın ya da öfkenin bir anlamı yoktu. Tek istediği, Süreyya’nın iyi olmasıydı.

Zihni bir savaş alanına dönmüştü. Hem planı işlediği için memnundu, hem de Süreyya’ ya zarar verilmesine duyduğu öfke ile yanıyordu. Onun için her şeyi yapabilirdi.

Araba, hastanenin önüne yanaştığında, Yavuz Selim hızla kapıyı açtı. Serhat, arabadan fırlayarak yardım çağırmak için içeri koştu. Yavuz, Süreyya’yı kollarında taşımaya devam ederken, kapının önünde bekleyen sağlık görevlileri sedyeyle yanına geldiler. “Hemen içeri alın!” diye bağırdı Yavuz, gözleri öfke ve korkuyla parlıyordu.

Görevliler Süreyya’yı sedyeye koyarken, onu kollarından aldıklarında hiç bırakmak istemedi. Sıcaklığı vücudundan ayrıldığı an perişan oldu. Sanki ondan alınan o değildi de Yavuz’ un bir parçasını koparıp alıyorlarmış gibiydi. Yavuz bir an bile onun elini bırakmadı. Sedyeyle birlikte acil servisin kapısından içeri girerken, hayatında ilk kez kendini bu kadar çaresiz hissetti.

Her şeyi planlamıştı, her adımı hesaplamıştı. Ama yine de, kaderin kendi kurallarını dayatmasına engel olamamıştı. Ve şimdi, her şey o hastane koridorlarında, Süreyya’nın nefesi kadar belirsizdi.

“Böyle olmamalıydı. Hayır, hayır, hayır! Sadece ufak bir yaralanma olmalıydı. Kahrolası herif ona ciddi zarar verdi.” dedi, “O haldeyken bile çok ama çok güzeldi.” Bütün gece onu izlemişti. Oradaki mankenlerden bile daha dikkat çekici olduğunu düşünmüştü. Aynı zamanda çok zarif ve narin göründüğünü. Onun gözünde her hareketi dans eder gibiydi.

Doktorlar Süreyya ile ilgilenirken, Yavuz yanında duran Serhat’ a döndü. “O herif nerede şimdi söyle bana nerede?'' dedi, sakin ifadesi Serhat’ ın ürkmesi için yeterince neden veriyordu.

''Kaçtı efendim, muhtemelen söylediğimiz adreste, bizden haber bekliyor olacak.''

''Hemen adamları yanına gönder. Bir yere kaçmasın. Onu mahvedeceğim. Kendi ellerimle vereceğim cezasını! Duydun mu beni?''

''Peki efendim.''

Süreyya' nın tedavisi sürerken hastaneye polis geldi. Henüz tam olarak kendinde olmadığı için ifadesi alamadılar. Odaya alındığında, başucundan ayrılmadı. Elini hiç bırakmadı. Kendine gelmeye başladığında, ilk Yavuz’ u görmeliydi. Olay basına da yansımıştı. İşte bu gerçekten de uğraştıracaktı. “Bir bu eksikti!” diye içinden geçirdi.

Süreyya' nın ekip arkadaşları da oradaydı, herkes onun için endişelenmişti. Olayın şokuyla büyük endişe içindeydiler. Alexandre' da oradaydı. "İnanılmaz! Böyle bir şey nasıl olur? Bunu nasıl yapar?" diyerek, hastane koridorunda volta atıyordu.

Süreyya' ya saldıran kişi onun eski ekibinde çalıştırdığı bir yardımcısıydı. Daha önce işten çıkarılmıştı. Bunu özellikle Yavuz istemiş ve öyle planlamıştı. Çünkü bir sebep olmalıydı. Süreyya, tamamen tesadüfen karşısına çıkmış olacaktı. Adamın yakalanma ihtimaline karşı tasarladığı hikaye buydu. Fakat artık durum bu değildi. Yakalanması söz konusu olamazdı. Adamları sahada bu durumla ilgileniyorlardı. Doktoru ilk başta Yavuz’ un odada kalmasına izin vermedi. Ama çıkmayacağını anlayınca, mecburen kabul etti.

Yavuz, hastanede Süreyya’ nın yatağının başında oturmuş, sessizce ona bakıyordu. Karanlık bakışları yumuşamış, öfkesinin yerini endişe ve pişmanlık almıştı. Süreyya solgun yüzüyle yatağında hareketsiz yatıyordu. Kolundaki yara sarılmıştı ama onun yaşadığı acı Yavuz’ un içinde büyüyordu. Her şey planına göre gitmişti ama bu sonuca hazır değildi.

O yatakta üzerindeki şahane elbisesiyle, hastane yastığına dağılan saçlarıyla ne kadar darmadağın görünse de hayal edebileceğiniz en güzel haliyleydi. Artık onan bir an bile uzak kalmayı göze alamıyordu. Derin bir nefes aldı ve elini hafifçe onun üzerine koydu. Tam o sırada kapı hafifçe açıldı. Serhat içeriye göz attı.

“Doktorlar iyi olduğunu söylüyor. Yarası ciddi değilmiş. Birkaç saat içinde kendine gelirmiş.”

Yavuz’ un yüzü taş gibi ifadesizdi. “Adamdan haber var mı?”

“Adam elimizde.”

“Bundan emin ol Serhat, aksilik istemiyorum!”

“Emredersiniz Yavuz Bey.” dedi ve düşünceli ama sessiz hareketlerle dışarıya çıktı.

O sırada Süreyya, gözlerini aralayarak etrafına bakmaya çalıştı. Önce bulanık gördüğü kişi giderek ona yaklaşan bir adamdı.

Loading...
0%