Yeni Üyelik
6.
Bölüm

BÖLÜM 4 (Sanrı)

@nefelicalliope

 

“Bu yakıcı bakışlar da neyin nesi?” dedi, içinden. Teni ürperiyordu. Hareket etmek istediğindeyse, o gözler, sanki onu esir almıştı. Kimse konuşmuyordu. Ne o, ne de Süreyya. Bir süre gözlerinde kayboldu; "Sanırsın... Sonbahardı adam! Öyle yeşil, öyle rüzgâr, öyle toprak… Öyle sarı... Öyle damla damla… Yaprak gibi dalında, okyanusun dalgasında... Sonbahardı adam; Renklerin kavuşması gibi… Orman gibiydi... Öyle derin, öyle kaybolan, öyle var olan... Sonbahardı adam! Gökyüzü gibi… Öyle gri, öyle kararsız... Sonbahardı adam! Yağmur dolusu gözleriyle uzanıp gözünden akan yağmuru tadan… Oysaki kısacık bir mevsimdi nihayetinde. Öyle icap eden..."

Süreyya bunları düşünürken aldığı yarayla aklını da yitirdiğini düşündü. “Neler düşünüyorum böyle!” diyerek, sonunda bu çılgın düşüncelerden sıyrılıp, tamamen kendine gelmeyi başarabildiğinde, “Bıçaklanmıştım. Manyağın biri beni bıçaklamıştı.” diye, içinden geçirdi. O an kolundaki acıyı hissetti. Yüzünü buruşturarak kalkmaya çalıştı. Aynı zamanda adamın gözlerindeki o bakıştan kurtulmaya çalışıyordu. Ona her an ortadan kaybolacakmış gibi bakan birini ilk defa görüyordu.

"Kimsiniz?" Yutkundu.

“Hareket etme!” dedi, sesinin tınısı emreder gibiydi.

Hala şok içerisindeydi. Olayın etkisinden çıkamamıştı. Yavuz, gözlerini ondan bir an olsun ayırmadı. Sanki bir saniye ayırırsa yok olacakmış gibi bakmaya devam ediyordu… Bu durum Süreyya’ nın nefesini kesiyordu ama aynı zamanda ürkütüyordu. Tanıdık bir yüz arayarak etrafa bakındı ama odada ondan başka kimse yoktu.

''İyi olacaksın. Şu an iyisin ve daha iyi olacaksın. Lütfen sadece dinlenmeye çalış.''

Süreyya ise ısrarla kim olduğunu bilmek istiyordu. Hala sorusuna yanıt vermemişti.

O sırada kapı çaldı ve içeriye gelen ekip arkadaşları Süreyya için üzgün olduklarını ve geçmiş olsun dileklerini sunduktan sonra gittiler. Ama Yavuz hep yanında kaldı. Kendini çok yorgun hissediyordu. Sonra birden Yavuz’ un sesi kulaklarında yankılanıp aklına geldi. Kendisini kaybetmeden önce gördüğü oydu. Onun kollarındaydı ve onun sesiydi. Bağırıyordu.

Tekrar ona baktığında, ''İyi misin?'' diye sordu. Elleri cebindeydi ve kederli gözleri Süreyya’ ya bakıyordu.

Çatallaşan sesini düzeltmeye çalışarak, "Evet sanırım." Kelimeleri dudaklarından zorlukla çıkardı. Yüzünde sebebini tam olarak anlayamadığı, minnet dolu bir ifade vardı. İyi olmasına çok memnun gibiydi.

''Affedersiniz? Kimsiniz? Sizi tanıdığımı sanmıyorum.'' Sorusunu daha detaylı bir şekilde yineledi.

"Ben.'' Bir an tereddüt ettikten sonra, ''Yavuz Selim Cebesoy.”

Ne demesi gerekiyordu tam emin olamayarak ismini söylemeye başlıyordu ki, "Biliyorum. Yani isminizi; Süreyya Feray Enver.'' dedi, Yavuz tebessüm ederek.

Tam ismini söylemişti. Nereden biliyorsunuz demesine fırsat vermeden hasta bilgilerinin olduğu kartı gülümseyerek ona gösterdi.

Kuru bir sesle, "Pekala." diyerek, iç geçirdi. Birçok sebepten ötürü kendisini kötü hissediyordu.

"Beni siz kurtardınız. Eğer o adamın üzerine gelmeseydiniz şu an daha ciddi yaralanmış olabilirdim. Teşekkür ederim." Basitçe bir özürdü. Ama neden heyecanlanıyordu. Şu an cümle kurmak sanki onun için bir dağa delik açmaktan daha zordu. “Benim derdim neydi böyle?” Hiç tadı yoktu ve kendisine kızgındı.

Yavuz yanına yaklaşıp tekrar elini tuttuğunda tepki veremedi. ''İstediğin bir şey var mı? Her hangi bir şey? Ne olursa, söylemen yeterli.'' Bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırarak ona doğru bir adım daha attı. Traş losyonun kokusu Süreyya’ nın etrafında süzülüyordu. Yavuz’un elinin tenine dokunduğu an, içinde bir kıvılcım çaktı; bedeni bu ince temasla aniden uyanmış gibiydi. Parmaklarının sıcaklığı, teninde dolaşan bir alev gibi yavaşça içine işledi. O anda, onun varlığını her hücresinde hissetti; bu dokunuş, sıradan bir temas değil, ruhuna işleyen bir çağrıydı. Korkuyla arzu arasında gidip gelen bu his, içinde gizli kalan tüm duyguları açığa çıkardı. O an her şey anlamını yitirdi ve yalnızca aralarındaki bu çekim kaldı geriye.

Yavuz Süreyya’nın eline dokunduğu an, içinde derin bir fırtına koptu. O an, yalnızca tenine değil, ruhuna dokunmuş gibiydi. Parmakları onun yumuşak tenine değdiğinde, içindeki arzu kontrol edilemez bir hale geldi. Bu dokunuş, aralarındaki görünmez bağın cisimleşmiş haliydi; sessiz ama derin bir çağrıydı. O an onun varlığı her şeyin ötesine geçti; Süreyya, onun için sadece bir kadın değil, hayatında hissettiği en güçlü çekim haline geldi.

O sırada nasıl göründüğü hakkında hiç bir fikri yoktu ve aklına banyo geldi. "Banyoya gidebilsem keşke." dedi içinden, Yavuz fazla yakındı biraz fazla samimi...

''Banyo.'' Tek kelimesiyle harekete geçti. O kadar hızlıydı ki onu incitmekten korkarak daha da yaklaştı ve belinden tuttu.

Süreyya kalbinin sesinden rahatsız olmuştu. “Neydi şimdi bu?” Bir anda hızlanmıştı ve şimdi hiç sırası değildi. Derhal banyoya gitmeliydi.

Hayal kırıklığıyla bir elini saçından geçirdi. ''İyiyim, kendim gidebilirim.'' demesine rağmen belini bırakmadı. Bu dokunuş, tarif edilemez bir bağlılık ve çekim yarattı; sadece bedenine değil, ruhuna dokundu. Onun varlığı, tüm karmaşasının cevabıymış gibi, içinde sakladığı tüm hisleri ortaya çıkardı. Yavuz’un elleri tüm korkularını saran bir teselli gibi görünse de, aynı zamanda onu derin bir girdaba sürükleyen bir güçtü. Ona daha fazla kapılmaktan korkarken, daha çok bağlanıyordu. Geçici beyin durması onun sesiyle dağıldı.

"Başın dönebilir. Lütfen yardım etmeme izin ver.'' Ama ona dokunmak için izin istemiyordu aslında bunu zaten gayet doğal bir şeymiş gibi rahatsız etmeden yapıyordu. Bu temasla birlikte, aralarındaki bağın derinliği daha da belirginleşti. Süreyya’nın varlığı, tüm mantığını alt üst eden bir güç bir büyü gibiydi. Ona dokunmak içinde bir ateş yakmak gibiydi; kontrol etmekte zorlandığı, her şeyden daha yoğun bir his. Bu temas bedenlerini aşan, ruhlarını birleştiren bir bağ oldu. Ve Yavuz, bu bağdan vazgeçemeyeceğini o an anladı. Aynı şeyi Süreyya’ nın da hissettiğinden emindi.

Yavuz' un yardımıyla banyoya geçti, başı biraz dönüyordu. Kolundaki acıyı saymazsa iyiydi.

Banyodan tekrar Yavuz’ un yardımıyla çıkıp yatağına uzandı. İlaçların ve serumun etkisiyle uyuyakaldı. Ne ara uykuya daldığını hatırlamıyordu. Uyandığında Yavuz' un orada olmadığını anladı. Yokluğu sıcak bir battaniyenin üzerinden çekilip alınması gibi hissettirmişti. Sonradan dolaba temiz kıyafetlerin bırakıldığını fark etti. Onun kıyafetleri değildi. Birisi onları bırakmıştı. Hastaneye kimin gelip gittiğini merak etti.

O sırada odanın kapısı açıldı ve Süreyya’ yı düşüncelerinden sıyıran bir ses duydu. Hemşire, “Merhaba.” diyerek tebessüm etti. Ona yaklaşıp serumunu kontrol ediyordu. Süreyya da “Merhaba, ne zaman çıkabilirim?'' diye sordu.

Hemşirenin, doktorun tekrar yanına geleceğini ve duruma göre taburcu olup olamayacağını söylemesini dinlerken bir an aklı Yavuz' un nereye gitmiş olabileceğine kaydı. Hemşire çıktıktan sonra serumun etkisi usulca vücuduna yayılmaya başladı ve tekrar uykuya daldı.

Yavuz o uykuya daldığında, onun için aldırdığı kıyafetleri odasına bırakıp, bir süre ondan ayrılmak zorunda kalarak, o adamın yanına gitmişti. Artık sabrı kalmamıştı. Bu yaptığının bedelini ödemesi gerektiğini biliyordu. Hata yapmıştı. Hatalar karşılığında bedel ödenirdi. Gitmeden önce otele uğrayıp üzerini değiştirdi. Saklandığı yere gitmiş onu orada panik halinde bulmuştu.

Depoda asılı duran çıplak ampulün ışığı, paslı metal duvarlara hafif bir titrek yansıma bırakıyordu. Hava ağırdı, neme karışmış metal kokusu buram buram hissediliyordu. Adam elleri ve ayakları bağlı bir sandalyeye sıkıca oturtulmuş, yüzünden akan kan damlaları zemine sessiz bir şekilde damlıyordu. Gözleri korkuyla büyümüş, Yavuz’a bakıyordu.

Yavuz, kapıda belirdiğinde depoya bir ölüm sessizliği çöktü. Siyah deri ceketinin omuzları, ışığın altında tehditkar bir şekilde parlıyordu. Gözlerinde sakin ama ölümcül bir öfke vardı. Adamlarının geri çekilmesiyle odanın ortasına yürüdü. Her adımında botlarının çıkardığı ses, adamın nefes alışverişinin hızlanmasına neden oluyordu.

Adam onu polise vereceklerini düşünüyordu. Israrla, isteyerek olmadığından bahsediyordu ama çok yanlış şeyler söylüyordu. Yavuz’ dan, önce sağlam bir yumruk yedi. Çünkü susması gerekiyordu.

Yavuz sakin ama keskin bir tonda, “Beni Süreyya’nın kanını yerde bırakacak biri sanıyorsun, öyle mi?”

Adam konuşmaya çalıştı, ama kelimeler boğazında düğümlendi. Yavuz, adamın tam karşısına geçti, ona doğru eğildi ve yüzüne baktı.

Dişlerini sıkarak, “Konuşsana! O bıçağı eline almış olman sana Süreyya’ya dokunma cesaretini mi verdi?”

Adam titrek bir sesle, “Yemin ederim... Ben... Ben sadece talimatları yerine getirdim. Kimseye zarar vermek istemedim!” dedi, nefeslenerek “Ayrıca bunu bana siz yaptırdınız!” diye bağırdı.

Yavuz, hafif bir kahkaha attı ama bu kahkaha bir anlık sakinlikten ibaretti. Aniden yüzü ciddileşti, eli adamın boğazına uzandı ve onu sandalyesinden hafifçe kaldıracak kadar sıktı.

Alçak ve tehditkar bir sesle, “Süreyya’nın kolundan akan her damla kanın hesabını senden tek tek alacağım. Bu, senin gibi köpeklerin kolayca unutacağı bir şey değil.”

Kekeleyerek “Sen nasıl bir psikopatsın!” dedi ve başka şeyler söylemek için boğazını temizlemeye çalıştı ama Yavuz elini çekmeden önce boğazını daha da sıktı. Adamın gözleri korkudan daha da büyüdü.

Yavuz alaycı bir şekilde, “Bana yalvarmanı istiyorum. Hayatını dilen. Belki... Belki affederim.”

Adam gözyaşları içinde, “Lütfen... Lütfen yapma! Ne istersen yaparım!”

Yavuz geri çekildi, karşısında dikildi ve sessizce onu izledi. Adamlarının biri yanaştı, Yavuz’un eline bir bıçak uzattı. Yavuz bıçağı bir süre elinde çevirdi, ardından adamın yüzüne hafifçe dokundurdu.

Soğuk bir sesle, “Bu bıçak, Süreyya’nın tenine dokundu. Senin ellerinle... Şimdi aynı bıçak sana dokunacak. Adalet, biraz kanla daha tatlı olur, değil mi?”

Adam, bağırmaya çalıştı ama sesi titremekten başka bir şeye yaramadı. Yavuz, elindeki bıçağı masaya vurdu ve onun yankısını dinledi.

Adam, korkudan tüm bedeniyle titreyerek “Sen Manyaksın!” dediğinde Yavuz’ un, gözleri daha da karardı.

Yavuz yanında duran masayı fırlattı. “Buradan tek parça çıkamayacaksın!” dedi, ardından fısıldayarak "Hangi elin?" dediğinde, adam son bakışı olduğunu bilmeden, afallamış ve korku dolu yüzle Yavuz’ a baktı.

Yavuz hışımla adamlarına dönerek, “Çözün!” diye hırladı. Adamları onun tek sözüyle dediğini yaptılar. Ardından Yavuz ona güçlü bir yumruk attığında adam yere savruldu.

"Süreyya' nın kolunu hangi elinle bıçakladın?" Bunu usulca söyledi.

Sanki gizli bir bilgiyi paylaşıyormuş gibi, yediği yumruğun şokuyla sol elini uzattı. İşte istediği şey buydu, kısa ve net cevaplar. Harekete geçti. Adamları, adamı yere yatırdılar. Ne yapmak istediğini anlamışlardı. Adamlarından biri Yavuz’ a kullanacağı aleti verdi.

Yavuz hiç düşünmeden, bir hamlede elini kesti. Adam yerde, çığlık atarak kıvrandı. Gözleri acıdan kapanıyordu. Yavuz, sessizce doğruldu ve adamlarına döndü. Sert bir tonda, “Bir saat bekleyin ve kendinde tutun sonra da işi bitirin. Süreyya’nın kolundan akan her damlanın bedelini ödemeli. Burayı da halledin, hiç bir iz kalmasın.”

Yavuz Süreyya' ya gitmek için depodan çıkarken, kapının çarpması içeride yankılandı. O anda içerideki sessizlik, intikamın karanlık gölgesiyle daha da ağırlaşmıştı.

Hastaneye geri döndüğünde, Süreyya’ nın hala uyuduğunu gördü. Bir süre sonra Süreyya’ nın göz kapakları ağır ağır aralandı. Kafası bulanık bir halde kolundaki hafif acıyla yüzünü buruşturdu. Gözleri bulanık bir şekilde etrafı tararken Yavuz’ u gördü.

“Sen… Buradasın.”

Yavuz gözlerini ondan ayırmadan, “Evet buradayım. Artık güvendesin.”

Süreyya bir an duraksadı. Aklında beliren anı parçaları arasında Yavuz’ un tanıdık yüzü vardı ama nasıl ve neden burada olduğunu tam olarak çözemiyordu. “Bu nasıl oldu?” diye fısıldadı. “Neler oldu?” dedi, artık tamamen kendindeydi.

Yavuz, sessizce elini onun elinden çekmeden cevap verdi. “Bir şeyler ters gitti ve bir adam seni rehin aldı. Ama ben zamanında yetiştim.”

Süreyya, hafif bir şaşkınla, “Her zaman doğru anda mı ortaya çıkarsın?”

Yavuz ona bakarak, “Senin olduğun yerde olmam gerekiyorsa, evet.”

Süreyya Yavuz’ un gözlerindeki yoğun bakıştan kaçınmaya çalıştı ama bakışlarındaki kararlılık onu adeta mıhlamıştı. Bu adamın hem çekiciliği hem de baskınlığı karşısında kendisini çaresiz hissetti. “Ne demek istiyor?” diye, içinden geçirdi. Ardından, “Kimsiniz? Sizi tanıyor muyum?” diye sordu.

“Henüz değil.” dedi, Yavuz yumuşak ses tonu odaya yayıldı.

“Yüzünüz tanıdık geliyor. Daha önce karşılaştık mı?” diye, sorularında ısrarcı oldu.

Yavuz cevap vermeden ona bakmaya devam edince, Süreyya derin bir nefes aldı. Sesinde hafif bir kırgınlıkla “Bu hep böyle mi olacak?” diye sordu.

Yavuz derin bir nefes alarak, “Sana kimsenin dokunmasına izin vermeyeceğim. Seni hep koruyacağım.” dediğinde,

Süreyya gözlerini kıstı. “Ama benim böyle bir korumaya ihtiyacım yok. Ayrıca sorularıma yanıt vermiyorsunuz!”

Yavuz hafifçe gülümsedi. Ama gülümsemesi hem sıcak hem de tehlikeli bir anlam taşıyordu. “İşte orada yanılıyorsun. Ben senin neye ihtiyacın olduğunu senden daha iyi biliyorum. Ayrıca kim olduğum sadece küçük bir detay.”

Süreyya bu sözlerin etkisinden kurtulmaya çalıştı ama içten içe ona hak verir gibi hissetti. Bu adamın yoğun varlığı, kendisine itiraf etmekte zorlandığı bir şeyler hissettiriyordu. “Bana hala kim olduğunuzu söylemediniz!”

Yavuz gözlerini ondan ayırmadan oturduğu yerden hafifçe öne eğildi. “O adam sana dokunduğunda… İçimde neler olduğunu anlatamam.” diye, mırıldandı. “Artık kimse sana veremez. Buna izin vermem!”

Süreyya onun gözlerindeki tehlikeli kıvılcımları gördü. Ama aynı zamanda, o gözlerin derinliklerinde yanan tutkuyu ve sahiplenmeyi de hissetti. İtiraf etmek zor olsa da, umursamaz, buyurgan ve kendi bildiğinden şaşmayan haline kızsa da, bu adamın varlığı onu hem korkutuyor hem de kendine çekiyordu.

Süreyya ve Yavuz içeride sadece kendilerine ait bir dünyadaymış gibi konuşurken, doktor dışarı da onu bekleyen patronuna ve iş arkadaşlarına; Süreyya’ nın iyi olduğunu yaşadığı travma yüzünden kendine gelmesinin biraz uzun sürdüğünü söyledi. Ardından, "Daha iyi olacak. Bugün burada kalmalı. Şimdilik gözlemleyeceğiz." diyerek oradan uzaklaştı. Diğerleri de o kendine gelene kadar gitmeye karar verdiler.

Yavuz’ la ilk anlarının ardından Süreyya, hastane odasında derin bir uykudaydı. Ancak Yavuz, bir an olsun yanından ayrılmamıştı. Birkaç saatlik huzursuz bekleyişin ardından, odanın kapısı hızlıca açıldı ve içeriye Esma girdi.

Esma, gözlerinde endişe, yüzünde hafif bir öfkeyle hızla yatağa doğru ilerledi. Süreyya'nın koluna ve yüzündeki solgun ifadeye baktı.

“Aman Allah’ım, Süreyya! Ne oldu sana böyle?” diyerek yüksek sesle konuşunca Süreyya uyandı. Sersem gibiydi.

“Esma, canım sakin ol.” diye, mırıldandı.

Yavuz, sandalyede oturduğu yerden yavaşça ayağa kalktı. Derin bakışlarını karşısındaki kadına çevirdi. O anda Esma’nın da dikkatini çekmişti; Yavuz’un varlığı fazlasıyla yoğundu. Otoritesi ve soğukkanlılığı, odayı adeta doldurmuştu.

Esma, kaşlarını çatarak hızla Yavuz’a döndü. “Siz de kimsiniz?”

Yavuz, soğukkanlı ama nazik bir ifadeyle, “Adım Yavuz. Süreyya’yı partiden çıkarken saldırıdan kurtaran kişiyim.”

Esma’nın bakışları hemen sorgulayıcı bir hal aldı. “Onu partiden çıkarken kurtardınız, öyle mi? Peki, ne işiniz vardı orada?”

Yavuz’un dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. Bu kadın zekiydi. Ama Yavuz böyle sorulara alışkındı. “Paris’te bir iş için bulunuyordum. Alexandre arkadaşım, defileye ben de davetliydim ve o sırada Süreyya’nın tehlikede olduğunu gördüm.”

Süreyya ise sersemliği ile ikisi arasında geçen konuşmayı dinliyordu.

Esma’nın kaşları hala çatılıydı. Bu adamın varlığı fazlasıyla baskındı ve bu durum Esma’yı rahatsız etmişti. Ancak gözlerinin bir köşesinde teşekkür etmeyi gerektiren bir duygu da vardı.

Esma, bir adım geri çekilip kollarını göğsünde kavuşturdu. “Peki, neden hala buradasınız?”

Yavuz, soğukkanlı bir ifadeyle, “Süreyya’nın iyi olduğundan emin olmak için.”

Esma, gözlerini Yavuz’dan ayırmadan; “Onu tanıyor musunuz?”

Süreyya, Esma’ nın şüpheci halini abarttığını düşünerek araya girdi. “Esma, tatlım bu kadar yeter.” dediğinde, Esma bakışlarını anlık ona çevirdi. Gözlerini devirerek tekrar Yavuz’ a döndü.

Yavuz’un gözlerinde bir parıltı belirdi ama ses tonu değişmedi. “Hayır, şimdi tanışıyoruz.”

Esma, bu cevabın ardındaki gizemi fark etmişti. Yavuz’un tavırlarında, Süreyya’ya karşı duyduğu yoğun ilginin işaretleri vardı. Bu adamın Süreyya’ya olan yaklaşımı, sıradan bir tanışıklıktan çok daha fazlasını ima ediyordu. Ve arkadaşının bunun farkında olduğundan emin değildi.

Esma derin bir nefes alarak başını hafifçe eğdi. “Her ne olduysa, Süreyya’yı koruduğunuz için teşekkür ederim. Ama bilmenizi isterim, o benim en yakın arkadaşım ve onun incinmesine izin vermem.”

Yavuz, Esma’nın koruyucu tavrını soğukkanlı bir gülümsemeyle karşıladı. “Sanırım ikimizde aynı şeyi istiyoruz.”

Esma, gözlerini kısıp Yavuz’u dikkatle inceledi. Bu adamın sözleri hem samimi hem de tehlikeliydi. Ancak Süreyya için bir tehdit oluşturmadığına şimdilik ikna olmuş gibiydi.

Esma, Süreyya’nın yanına oturup onun elini nazikçe tuttu. “Bundan sonra hep yanında olacağım, canım.” diye mırıldandı. Yavuz sessizce bu sahneyi izlerken içinden, "Artık ben de hep yanında olacağım." dedi.

Odayı derin bir sessizlik kapladı. Esma, Yavuz’un varlığından rahatsız olsa da, bu adamın Süreyya için gerçekten önemli olduğunu hissetmişti. Ama bu durum, her şeyin daha da karmaşık hale geleceğini gösteriyordu. Yani daha sonra detaylı konuşmaları gerekiyordu.

Yavuz, gözlerini Süreyya’dan bir an olsun ayırmadan sessizce kapıya yöneldi. Esma’nın gözleri hala şüpheyle ona takılı kalmıştı ama bu adamın ne kadar tehlikeli olduğunu sezse bile, Süreyya için doğru kişi olup olmadığını anlamak için beklemek zorundaydı. Hem sadece onu kurtarmıştı aralarında bir şey yoktu.

Yavuz, kapıyı açarken bir anlığına arkasına dönüp Esma’ya baktı.
“Siz onun yanındayken ben bazı şeyleri kontrol edeceğim. Birazdan dönerim.”

Esma, içindeki şüpheyi bastırmaya çalışarak, “Tabii.” diye mırıldandı. Ardından, “Canım annen beni aradı. Sana ulaşamayınca merak etmiş ama ona henüz bir şey söylemedim. Yoğun olduğunu ve defileden bahsettim.”

“İyi yapmışsın Esma, onlara ne söylemem gerektiğini bilmiyorum.” dedi kısa bir nefes vererek.

“Sanırım şimdilik bir şey söylemeyebilirsin. Tabii senin kararın ama eğer öğrenirlerse çok endişelenirler.”

“Haklısın, ayrıca endişelenmekle kalmazlar. Duyar duymaz buraya gelirler. Onları üzmek istemiyorum. Ben annemi daha sonra ararım.”

“Bence de Münevver teyze de, Hikmet amca da deliye döner. Hem iyisin değil mi?”

“İyiyim Esma, sadece her şey çok karmaşık. Zihnim bulanık ve sanırım ilaçlar yüzünden sersem gibiyim. Her şey hayal mayal hatırlıyorum.”

“Geçecek canım, üzülme. Ama böyle bir şeyin olduğuna hala inanamıyorum.”

“Değil mi? Ben de öyle tüm bu olanlar çılgınca!”

“Şu Yavuz-” dedi, kapıya doğru bakarak ama devamını Süreyya’ nın sözünü kesmesiyle getiremedi.

“Esma o meseleyi şu an konuşmak istemiyorum. Beni anladığını söyle lütfen?”

“Esma pes eder gibi ellerini havaya kaldırdı. “Peki ama şimdilik.”

Yavuz odadan çıkarken aklında, tuttuğu adam vardı ve her şeyi kontrol altında tutmaya kararlıydı. Ama bu işin sonunda, ne Süreyya’nın ne de Esma’nın hayatı eskisi gibi kalmayacaktı. Bir süre sonra geri döndüğünde Esma hala oradaydı.


Süreyya, hafifçe başını yastığa yaslamış, kolundaki bandajlı yaraya bakarken derin bir nefes aldı. Odada tedirgin bir sessizlik vardı. Yavuz, kolunu göğsünde kavuşturmuş, pencerenin önünde hareketsiz duruyordu. Onun varlığı hem Süreyya’yı rahatlatıyor hem de bir şekilde huzursuz ediyordu. Esma da hemen yanında, ona destek olmak için bekliyordu.

Kapı nazikçe tıklatıldı ve içeriye Fransız polis memurları girdi. İki dedektif, dosyalarla dolu bir çantayla, kararlı adımlarla yatağın yanına geldiler. Biri yaşlı, deneyimli bir memur, diğeri daha genç bir polis memuruydu.

Deneyimli Dedektif; "Madame, geçmiş olsun. Biz olayla ilgili ifadenizi almak için buradayız. Umarız sizi fazla yormayız ama bu önemli bir soruşturma."

Süreyya yorgun bir ifadeyle başını salladı. "Elbette, yardımcı olmak isterim."

Dedektif, defterini açarak sormaya başladı. “Partide size saldıran kişiyi daha önce görmüş müydünüz?”

Süreyya, hafızasını yokladı ama hiçbir şey bulamadı. “Hayır, daha önce hiç görmedim. O an çok hızlı gelişti.”

Polis memuru bir an duraksayıp, “Saldırgan size ne söyledi? Tehdit mi etti?” diye sordu.

“Sakin olmamı söyledi. Beni öldürmekle tehdit etti. Ama direndiğim için kolumu bıçakladı.”

Tam o anda, Yavuz’un keskin sesi odayı doldurdu. “Adamın kaçmasına nasıl izin verdiniz?” Tam şu an da rolüne bürünmüştü.


Polis memurları rahatsızca birbirlerine baktılar. Genç Memur, “Maalesef, olay anında kimliğini tespit edemedik. Şu anda elimizde bir ipucu yok.”

Yavuz’un gözleri daraldı, yüzü öfkeyle gerildi. "Bu iş burada bitmemeli." diye mırıldandı.

Esma, Yavuz’un öfkesini hissetmişti ve ona kaşlarını çatarak baktı; "Biraz sakin olamaz mısın?" Yavuz kısılan gözleriyle ona bakıp başını tekrar pencereye çevirdi.

Deneyimli dedektif notlarına bakarak tekrar konuştu; “Saldırganın amacı sizce neydi? Herhangi bir şeyinizi çaldı mı?”

Süreyya kafasını iki yana salladı. “Hayır, hiçbir şey çalmadı. Beni rehin almak istiyordu ama nedenini anlayamadım.”

Esma araya girdi. “Peki ya saldırının planlı olduğunu düşünüyor musunuz? Bu adamın Süreyya’yı hedef aldığına dair bir şey var mı?” Yavuz bu kızın fazla zeki ve sorgulayıcı olduğunu düşünmeye başladı.

Dedektif, not alırken hafifçe başını salladı; “Şu an elimizde böyle bir kanıt yok. Ancak bu konuda araştırmamız devam ediyor. Adamın kimliğini belirleyebilirsek, amacını da öğreneceğiz.”

Yavuz, pencerenin önünden ağır adımlarla döndü ve dedektiflerin gözlerinin içine baktı. Gözleri tehditkar ve keskin bir ifadeyle doluydu. “O adam bulunacak. Eğer bulamazsanız, ben bulurum.”

Dedektiflerden biri irkildi ama hemen toparlanıp ciddiyetini korudu. “Bayım, lütfen işi bize bırakın. Biz elimizden geleni yapıyoruz.”

“Bununla yetinemem. Sonuç istiyorum.” dedi, hiddetle.

Esma, başını iki yana sallayarak fısıldadı; “Her şeyi kontrol edemezsiniz. Bırakında işlerini yapsınlar.”

Yavuz, gözlerini Esma’ya çevirmeden sert bir şekilde cevap verdi, “Onunla ilgili her şeyi kontrol edebilirim.”

Polis memurları, ifadenin tamamlandığını belirterek toparlandılar. “Soruşturma devam ediyor. Yeni bir gelişme olursa sizi bilgilendireceğiz.”

Süreyya, hafif bir gülümsemeyle teşekkür etti. “Umarım adamı bulursunuz.”


Dedektifler, nazikçe başını eğerek; “İyi günler, madame. Geçmiş olsun.” diyerek odayı terk ettiler.

Polisler odadan çıkınca, odada bir an için sessizlik hakim oldu. Esma derin bir nefes aldı ve Süreyya’nın elini sıkıca tuttu. “Bu işten sağ çıktığın için çok mutluyum.”

Süreyya, hafifçe gülümsedi, “Ben de.”

Yavuz, yüzündeki soğuk ifadeyle orada dikilmeye devam etti. Onun içinde kaynayan öfke, sahiplenme duygusuyla iç içe geçmişti.


Esma, bu adamı çok merak etmeye başlamıştı. “Bu durum sizi neden bu kadar ilgilendiriyor? Yani bu kadarı fazla değil mi?”


Yavuz, aldırmaz bir ifadeyle; “Fazla diye bir şey yok, Esma Hanım. Eğer o adam Süreyya’ya zarar vermeyi planladıysa, bunun bir bedeli olmalı.”


Süreyya, Yavuz’un bakışlarını yakaladı ve kalbinin hızlandığını hissetti. Bu adam, tehlikeli ve karanlık bir fırtına gibiydi ama bir şekilde ona çekilmekten kendini alıkoyamıyordu.

Yavuz, odanın ortasında bir an durdu, sonra kendine geldi. “Buradan ayrılmadan önce o adamı bulacağız.” diye mırıldandı.

Esma, sessizce gözlerini devirerek, “Bu adam gerçekten kafayı yemiş.” diye düşündü.

Esma Süreyya’nın başucunda biraz daha oturdu. Ama bir süre sonra telefonu çalınca kalkması gerektiğini fark etti.

“Canım, benim gitmem gerek. İşlerim var ama en kısa zamanda seni tekrar görmeye geleceğim.”

Süreyya, hafif bir tebessümle başını salladı. “Tamam, Esma. Ben de kendimi toparlamaya çalışırım.”

Yavuz, sessizce onları izlerken hiçbir şey söylemedi. Ama bakışlarından Esma’nın gidişinden hoşlandığı belliydi. Esma, ayağa kalkarken Yavuz’a dönüp uyarıcı bir bakış attı.


“Süreyya’yı fazla yormayın.”

Yavuz, “Merak etme, o güvende.” dedi, kendinden emin bir sesle.

Esma kapıyı kapatıp odadan çıktıktan sonra, kısa bir sessizlik çöktü. Süreyya derin bir nefes aldı ve hafifçe kımıldadı.


“Sanırım banyoya gitmem gerekiyor.”

Yavuz kaşlarını çatarak hemen yanına geldi. “Yardıma ihtiyacın var.”

“Hayır, kendim hallederim.”

Ama Yavuz kararlıydı. “Kolun yaralı, düşmeni istemem.”

Süreyya, bu baskın tavırdan rahatsız olmuştu ama aynı zamanda ona karşı koymakta zorlanıyordu. “Gerçekten gerek yok, Yavuz. Yardımsız da yapabilirim.” Adını dudaklarından dökerken, içinde bir ürperti hissetti. "Yavuz…" dediğinde, kelime sadece bir isimden fazlasıydı; gizemli, derin, bir bağ gibiydi. Sanki o isim, kalbinin en gizli köşelerine dokunan bir anahtar gibi zihninde yankılandı. Adını söylemek, sınırlarını aşıp ona doğru bir adım atmaktı ve bu his içinde yeni bir heyecan dalgası yarattı.

Ona ait bu kelimenin, Süreyya‘ nın dünyasında böylesine yankılanacağını düşünmemişti. Adını telaffuz etmek, içinde bir kıvılcım, bir sıcaklık yarattı; adı onun varlığının bir parçası gibiydi, ruhuna dokunan ama bir o kadar da yabancı kalan. "Yavuz…" derken, o isim sadece dudaklarından dökülen bir ses değil, içinde filizlenen bir bağ oldu. Ve Süreyya, bu anın içinde kaybolmaya hazırdı.

Yavuz, aldırmaz bir ifadeyle onun koluna hafifçe destek verdi. “Israr etme, Süreyya. Seni burada tek başına bırakmam.” Onun dudaklarından adının döküldüğü an, dünyasının ekseni kaydı sanki. "Yavuz" dediğinde, o tek kelime, o sessiz yankı, içinde sessiz bir fırtına yarattı. Adını nasıl telaffuz ettiğini duyduğunda, yıllardır saklı tuttuğu tüm duygular aniden su yüzüne çıkmış gibiydi. Kısa, ama bir o kadar derin bir an. Sanki o ses, geçmişine, geleceğine aynı anda dokunuyordu.

O anda içinde hissettiği şey, basit bir tatmin değildi. Adını onun sesinde duymak, varlığının ötesinde bir anlam bulmak gibiydi. O kelimenin içinde, gizli bir vaat, tanımlanamaz bir bağ vardı. Belki de hiç kimse ona böyle hitap etmemişti; adı, onun dudaklarından dökülürken yeniden şekillenmişti.

Süreyya derin bir nefes aldı, içinde hem öfke hem de garip bir sıcaklık hissetti. Bu adamın baskın ve sahiplenici tavırları, onu hem tedirgin ediyor hem de garip bir şekilde çekiyordu. Ama her şeyin hızla gelişiyor olması onu şüpheye düşürüyordu. “Bu adamın amacı ne bilmiyorum ve neden ona kapılıyormuş gibi hissediyorum?” diye düşündü. Bu sırada kapı açıldı, Doktor içeriye girerek onu kontrol etti ve çıkabileceğini söyledi. Durumu iyiydi ama evde dinlenmeye devam etmesi gerekiyordu. Bir hafta sonra da kontrole çağrılmıştı.


Birkaç saat sonra, taburcu işlemleri tamamlandı. Yavuz, hiçbir itiraza fırsat vermeden Süreyya’yı arabasına bindirdi.


“Yavuz, gerçekten bu kadar zahmet etmeseydin. Kendim de dönebilirdim.”

“Bunu tartışmayacağız.”

Süreyya, gözlerini devirerek, “Her şeyi sen mi belirleyeceksin?”

Yavuz’un dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. “Sanırım sen toparlanana kadar evet. Her şeyi ben belirleyeceğim.”

Süreyya, bu cevabın hem kendisini sinirlendirdiğini hem de içten içe rahatlatıcı bir etkisi olduğunu fark etti. Bu adamın varlığı, her şeyi karmaşıklaştırıyordu. “Biliyor musun? Sinir bozucusun.” dedi gözlerini devirdi.

Yavuz duyduğu şeyle sadece tebessüm etti. Yol boyunca, arabadaki sessizlik ikisi için de garip bir şekilde rahattı. Yavuz’un varlığı huzur verici olduğu kadar tehditkardı da. Süreyya, onu anlamakta zorlanıyordu. “Neden hayatına bu kadar hızlı bir şekilde girmişti? Bir anda nereden çıkmıştı?”

Ama tüm bu soruların arasında, aralarındaki çekim inkar edilemezdi. Yavuz’un bakışları, ona her baktığında sanki zihnini okuyormuş gibi derin ve anlamlıydı. Bu kadar baskın ve sahiplenici bir adamın ilgisi, Süreyya’yı hem korkutuyor hem de etkiliyordu. Tüm bu düşüncelerle boğuşurken, merak içini kemiriyordu ve dudaklarının arasından kelimeler kendiliğinden döküldü.

“Yavuz, sen hep böyle misin?”

“Nasıl?”

“Her şeyi kontrol etmeye çalışan…”

Yavuz, gözlerini ondan ayırmadan hafifçe gülümsedi. “Evet. Ve bunu değiştirmeye niyetim yok.”

Süreyya, kaşlarını çattı gülmemek için dudağını ısırdı ama içindeki gülümsemeyi bastıramadı. Bu adamla ne yapacağını bilmiyordu. Ama bir şeyden emindi; Bu hikaye ikisi için de daha yeni başlıyordu.

Yavuz arka koltukta Süreyya’nın hemen yanında oturuyordu. Serhat sessizce direksiyonun başındaydı ve aracı ustalıkla sürüyordu. Yolculuk boyunca Süreyya, zaman zaman göz ucuyla Yavuz’a bakıyordu ama onun bakışları sürekli penceredeydi. Bu adamın varlığı boğucu olduğu kadar çekici bir etki yaratıyordu. Kafasında onlarca soru vardı, ama hiçbirini sormaya cesaret edemedi. Yavuz, sessizliği bozarak doğrudan konuya girdi;

“Evinin adresini verir misin?” dedi, yine emreder gibiydi. Süreyya, kısa bir an tereddüt ettikten sonra adresi verdi. Ancak Yavuz’un bu kadar emrivaki tavrıyla karşılaşmak onu hem şaşırtmış hem de kızdırmıştı.

“Bu kadar buyurgan olmana gerek yok.” diye mırıldandı. “Ben kendi başımın çaresine bakabilirdim.”

Yavuz, o kendinden emin gülümsemesiyle cevap verdi, “Bunu yapabileceğini biliyorum.”

Araba, Paris’in kalbinde olan Süreyya’nın kalacağı dairenin önüne yanaştığında, Serhat aracı sessizce durdurdu. Yavuz, Süreyya’nın inmesine yardım etmek için kapıyı açtı. Yavuz’ un her hareketi, ona karşı gizli bir ilgi barındırıyordu. Süreyya, çantasını omzuna asıp ona döndüğünde, bakışları biraz daha yumuşamıştı.

“Her şey için teşekkür ederim.”

Yavuz, elini cebine sokarak ona doğru bir adım attı. “Teşekkür etmen gerekmiyor. Ama bir şey yapmanı istiyorum.”

Süreyya kaşlarını kaldırarak sordu; “Neymiş o?”

Yavuz, cebinden telefonunu çıkarıp Süreyya’nın önüne uzattı. “Numaranı yaz.”

Süreyya, adamın bu buyurgan tavrına şaşırsa da, bir şekilde itiraz etmek yerine telefonunu aldı. “Her zaman böyle emirler mi verirsin?” diye sordu, hafif bir alayla.

Yavuz, soğuk ama karizmatik bir gülümsemeyle karşılık verdi; “Sadece gerektiğinde. Şimdi numaranı kaydet.”

Süreyya, içten içe bu adamın tavırlarının onu nasıl etkilediğini anlamaya çalışırken, istemsizce numarasını yazdı ve geri uzattı. Yavuz, telefonuna bakarak numarayı kaydetti. “Artık bana ihtiyacın olursa nasıl ulaşacağını biliyorsun.” dedi.

Süreyya hafif bir gülümsemeyle başını salladı. “Umarım ihtiyacım olmaz.”

Yavuz, gözlerini ondan ayırmadan fısıldadı; “Olacak ve ben burada olacağım.”

Süreyya dairesine yönelirken, Yavuz Selim hala onun peşinden bakıyordu. Bu kadın, zihnini ele geçirmişti. Bu sadece bir saplantı değil, onun için çok daha fazlasıydı.

Serhat, direksiyondan hafifçe başını çevirerek sordu, “Yavuz Bey, şimdi ne yapıyoruz?”

Yavuz, gözlerini Süreyya’nın kaybolduğu kapıya dikerek cevap verdi. “Bekliyoruz...”

Serhat, bu cevaba alışkındı. Yavuz Selim her zaman bir sonraki hamlesini planlardı. Ancak bu kez, bu oyunun daha kişisel olduğunu hissetmişti. Yavuz, arabaya bindiğinde motoru çalıştırdı ve oradan uzaklaştılar.

 

 

 

 

DÜZENLENİYOR...

Loading...
0%