Yeni Üyelik
31.
Bölüm

BÖLÜM 29(Yakılan Gelinlik)

@nefelicalliope

"İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar."

Sabahattin Ali-Kürk Mantolu Madonna

Süreyya ve Güniz Zekeriya' nın gönderdiği konuma gidiyorlardı. Gökbey hemen hemen çok geçmeden onlara yetiştiği için her şeye en başından şahit oluyordu. Konuma gittiklerinde araçlarını gizleyip evin bahçe tarafına bakan ormana gizlenmişlerdi.

Eve geldiklerinde Süreyya, hala ruh gibiydi. Güniz' in yardımıyla hareket ederek eve girdiklerinde salonun ortasında öylece ayakta bekliyordu. Güniz, kendisi ve Süreyya için alışveriş merkezinden aldığı birkaç giysiyi ve Süreyya' nın çantasını arabadan alıp tekrar eve geçti. Güniz, Süreyya' nın üzerindeki gelinliği çıkarması için ona yardım ettiği sırada, Süreyya kendinde olmadığı için arkadaşının de yardımıyla robot gibi hareket ederek gelinliği çıkarttı. Sanki bu dünyada değilmiş uzay boşluğunda uçuyormuş gibi hissediyordu... Üzerinden çıkan gelinliği değil de ruhu gibi hissediyordu. Normalde, çok sulu göz olmasına rağmen o an ağlayamıyordu. Hiçbir tepki vermeden, boşlukta duran asılı bir kukla gibi öylece duruyordu. Sonra bir anda hareket etmeye başladı.

Gökbey, onu izlerken ne kadar perişan olduğunu görebiliyordu. Bir an bile gözünü ondan ayrımadan izlemeye devam etti.

"Bir ümidim yok. Bu sondu. Artık hiç bir şeyin değişmesine imkan yok, lüzum da yok."

Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna

Süreyya, önce çıkardığı gelinliği sonra ayakkabılarını ve saçındaki duvağını şömineye attı. Bunları yaptığı sırada suskunluğuna vurulan, o gem sanki gelinlikmiş gibi onu çıkarmasıyla bağırıp çağırmaya başlaması da bir oldu. Aynı anda etrafında ne varsa kırıp dökmeye, her yeri ve her şeyi tekmelemeye başladı. Salonda bulunan, sandalyeleri ve masayı devirdi. Güniz onu sakinleşmesi için tutmaya çalıştı ama faydasızdı. Sanki beyninde bir tuşa basılmasıyla birlikte Süreyya harekete geçmiş ve hiç kimseyi görmüyor duymuyordu. Sonra bir hışımla kibrit bulup gelinliğini ateşe verdi. Gelinlikle birlikte ruhundan bir parçayı da ateşe vermişti. Ne yapsa ne söylese kendine olan kızgınlığı geçecek gibi değildi. Nasıl bu kadar kör olabildiğine şaşırmaya devam ediyordu. Hem de aşık olmadığı bir adam için! Kendinden nasıl bu kadar vazgeçmiş olduğu, yüzüne yansıyan alevlerle birlikte açığa çıkıyordu. Bir süre öylece şöminenin önünde durdu. Titreyen vücuduna engel olamıyordu üşümüyordu üşüyen bedeni değildi ruhuydu daha fazla dayanamadı ve şöminenin önüne yığılıp kaldı. Güniz, hemen elinde ince bir battaniye ile yanına gitti ve onu sardı. Çünkü Süreyya sadece iç çamaşırları ile duruyordu. Sonra sarsılmaları yavaşlamaya ve zamanla durulmaya başladı. Güniz' in ona sarılması ona biraz da olsa sakinlik veriyordu. Sonra bir anda kendisnin eksik, Güniz'in şaşkın ama anlayışlı ruhunun yanında başka bir ruhun varlığını da hissetti. Bir nada bakışlarını yanan gelinliğinden, sol tarafa verandanın olduğu arka bahçeye cevirdi. Ne olduğunu anlayamadığı ama içinde bir yerlerde hissettiği o tuhaf duyguyla tekrar ayaklandığı sırada battaniye üzerinden yere süzüldü. Güniz ne olduğunu anlamaya çalışarak yanına gittiği sırada Süreyya aandalyeye uzandı ve tam cama fırlatacakken Güniz' in müdahalesiyle durmak zorunda kaldı!

Güniz: "Süreyya canım, hadi yukarı çıkalım üzerine bir şeyler giymelisin ben de öyle."

Süreyya: "Tamam."

Güniz, Süreyya' nın giyinmesine yardım edip, kendisi de üzerini değiştirdikten sonra salona inmiş etrafı toparlamıştı. Şömine'de yanan gelinliğe baktıktan sonra da o da yukarıya Süreyya' nın yanına çıkmıştı.

Bursa Süreyya

Bütün gece Güniz'in elini sırtımda hissetmiştim. Uyandığımda, tabii buna uyumak denirse, güneş henüz doğmaya başlamıştı. Odanın içini çok güzel bir renk cümbüşü sarmıştı. Samimi, sıcak, tatlı ve mutlu hissettiren bir cümbüş. Bir an bu güzelliğin içimi ısıtmasına izin verdim. Güniz'in uyanmamasına özen göstererek, yataktan çıktım. Aşağı kata inerken o sırada eve ilk defa baktığımı farkettim.

Sanırım üç katlı bir taşevdi. Böyle bir ev'in varlığını bilmiyordum. Egemenin miydi? Emin değildim. Ev aşırı lüks, aynı zamanda da çok konforlu görünüyordu. Salona indiğimde devasa camları gördüm ve dışarıda ki manzara inanılmazdı. Güneşin doğuşunu izlemek istedim ama önce kahveye ihtiyacım olduğunu hissettim. İçerisi soğuk sayılmazdı ama bi an içim ürperdi... Koltuktaki şalı üzerime alıp mutfağa geçtim ve kahvemi demledim. Kahvemi alıp salona geçtim sadece manzarayı izlemek istiyordum. Şu an aklımda karşımdaki manzaranın, tarif edilemez güzellliği dışında başka hiç bir şey olsun istemiyordum. Güzel şeylerin farkında olunarak izlenmesi, hissedilmesi gerektiğini biliyordum. Hayatımı böyle küçük zaaflarımdan keyif almasını bilerek yaşıyordum. Ufak ya da büyük benim için farketmezdi. Önemli olan o anı gerçekten farkında olarak ve hissederek yaşamaktı. Yavuz Selim, aklıma gelene kadar güneşin doğuşu da muhteşemdi. Renklerin değişimi, zahmetsizce birbirlerinin içine geçişi, birinin yerini diğerinin alması ve bunu tüm doğallığıyla alelade yapması inanılmazdı.

Manzaraya bakmaya devam ederken, bir şey mi vardı orada? Dedi kendi kendine, sanki bir şey kıpırdadı. Bir anda içini panik sardı az kalsın elindeki kahveyi döküyordu, yoksa "Yavuz Selim beni bulmuş muydu? O olamazdı... ''Tamam, şimdi sakin ol Süreyya. Sonuçta sadece bir kuş veya kedi olabilirdi, ya da sabah rüzgârı." Diyerek kendi kendine konuşmayı sürdürdü. Usulca cam sürgüleri açtı ve verandaya çıktı. Sabahın o ılık rüzgârı çarptı öce yüzüne, hava mis gibiydi, derin bir nefes alarak, tertemiz havayı içine çekti. ''Ne olacaksa olsun! Ben korkak değilim, hey! Beni duyuyor musun?'' Diye boşluğa doğru bağırdı.

"Delirmiş olmalıyım. Tamam, cesur bir kızdım ama bildiğiniz dağ evindeydim." Dedi, ortalık çok ıssız ve sakindi. Sabahın erken saatiydi, gün yeni ışımaya başlamıştı. "Neyim vardı benim böyle?" dedi, durdu, etrafa bir daha baktı ama başka bir hareket görmedi. Verandada biraz daha kalıp anın tadını çıkarmaya çalıştı. Çünkü bu anın, bu nadir zamanlardan olduğunun gayet farkındaydı. Her şey değişecekti. Derin bir nefes daha aldı. Aradan kaç gün geçtiğini ya da gün geçmiş miydi anımsayamadı sanki günlerdir su altındaymış ve nefes alamıyormuş, boğuluyormuş gibi hissederek çekti o nefesi içine. Bu çok güzeldi. Nefes alabilmek ve bunu hissedebilmek... Artık düşünmeye başlamalı ve ne yapacağına karar vermeliydi. Öncelikle, içeride uyuyan çocukluk arkadaşına, dostuna ne söyleyeceğini bulmalıydı. "Onu tehlikeli bir duruma sokamam. Tabii çoktan tehlikenin içine benimle birlikte düşmediyse..." dedi yine kendisiyle tartışıyordu.

...

Ve Yavuz Selim... Onu düşündüğü ve adını söylediği anda nefesi tekrar kesilmeye başladı. "Kahretsin!" Dedi, ben bile tam olarak nerede olduğumuzu, kimin evinde olduğumuzu bilmiyordum. Bir ara yolda, Bursa tabelasını görür gibi olmuştum, buğulu gözlerimle ama o kadar... Yavuz Selim için beni bulmak çok da zor olmasa gerek diye düşündüm. Tekrar nefesim kesilerek, aklıma düştüğü anda sanki kalbim paramparça oluyordu. Çok canım yanıyordu ve bunu atlatmanın bir yolu olduğundan emin değilidm. Her düşündüğümde kalbime bir cam parçası saplanıyordu. "Beni bulabilirdi, bulmasını istiyor muydum? Gördüğüm tüm o iğrenç şeyleri yüzüne vurmak haykırmak istiyordum. O halde neden kaçmıştım? Bu zamana kadar beklemesinin sebebi neydi? İçim kuşkuyla doldu. Bana zaman mı tanıyordu? Ondan ayrılabilecek miydim? Polise gitmeli miydim? Güniz' e ne anlatacaktım? O gördüklerim gerçek miydi? Tüm bunlar neyin nesiydi? Onları bana kim vermişti ve neden?" Beynim patlamak üzereydi. Bütün bunların ve daha fazlasının çünkü daha fazlası olduğundan emindim. Cevabını bulmalıydım. Tamam, Süreyya, adım adım başlayacağız. Ya ailem! Onlar da tehlike altındaysa, ya onlara bir şey olursa. Yoo sanmıyorum! Her şeye rağmen beni seviyordu. Bana, aileme ve sevdiklerime zarar veremezdi. Verir miydi? Aman Allahım! Beni seviyordu. Bir an da başım dönmeye ve midem bulanmaya başladı sanırım kusmak üzereydim. Böyle bir adam bana aşıktı, beni seviyordu. Az kalsın, onunla evlenecektim. Daha fazla dayanamadım ve gözyaşlarıma hakim olamadım. Bu ılık yaz sabahında, burada hiç bilmediğim bir yerde sabah güneşinin altında olduğum yerde çakılı kalmış beynimin hala algılamaya çalıştığı gerçeklerle boğuşurken. Güniz' in sesiyle kendime geldim.

"Tatlım günaydın."

"Günaydın." "Nasılsın?"

"Daha iyiyim sanırım dedim. Ne söylediğimi, bilemeyerek."

"Canım benim, eminim her şey düzelecek, sorun her neyse yoluna girecek."

"Öyle mi gerçekten Güniz?"

"Adım adım Süreyya, beraber sırasıyla çözeceğiz."

"Kalp için hayat basittir: Atabildiği kadar atar

"Kalp için hayat basittir: Atabildiği kadar atar. Sonra durur." Kavgam - Karl Ove Knausgaard

Gökbey

Karşımda, dağılmış ve parçalanmış bir güzellik vardı. Hüznünü hissedebiliyordum. Yıkılmış hayallerini, paramparça olmuş kalbinin atışını hissedebiliyordum. Süreyya'da tarifi zor ama çok doğal bir çekicilik ve güzellik vardı. Açıkçası uzun zamandır, gördüğüm hiç kimseye benzemiyordu. Uzun, dağılmış, açık ve hafif dalgalı saçlarına Güneşin tüm sıcaklığı yansıyordu. Gözlerinin bal rengi yeterince derin değilmiş gibi bir de ağlamış, gözyaşı dökmüştü o aşşağılık için. Şiş suratı, küçük burnunu daha da küçültmüştü. Yanaklarındaki kırmızılık ta buradan görülebiliyordu. Birer minik elma yerleştirilmiş gibiydi. Tüm o dağılmışlığıyla karşımda duruyordu ve buna rağmen gerçekten şahaneydi. Tecrübelerime göre bir şeyler öğrenmişti ama tam olarak ne? Kahrolmuştu orası kesin çünkü kendi düğününden kaçmıştı. Dün kendini kaybetmiş ve gelinliğini yakmıştı o sırada yaşadıkalrını hisettikerini anlayabiliyordum. Neyse ki yalnız değildi, onu frenleyen bir dostu yanındaydı. Çünkü kendine zarar verecek derecede kaybolmuştu. Yavuz ise hala ortalarda yoktu. Ona çok kolay ulaşabilirdi, bekliyordu ama neyi beklediğini çözememiştim. Her an tetikte olmalıydım. Çünkü ortaya çıkması an meselesiydi. Süreyya' nın onu terketmesine izin verecek türden bir adam değildi. Bunu biliyordum. Ayrıca içimden bir ses hep Süreyya' nın tamamen masum olduğunu söylüyordu. Haklıydım, sonunda masumiyeti bir kez daha kanıtlanmıştı. Çok yazık. Tüm bu olan ve olacaklarla başa çıkması gerekiyordu ama bu benim sorunum değildi. Şu an önemli olan Süreyya' nın ne bildiği ya da bilmediğiydi. Ayrıca bildiklerini kimden ya da nasıl öğrendiğiydi. Ben bunları düşünürken telefonum çaldı. Arayan Başkan'dı.

"Gökbey?"

"Evet, dinlemedeyim Başkanım."

"Yavuz' dan bir hareket var mı?"

"Hayır, henüz bir hareketlilik yok. Hala Süreyya'yı bulamadı ya da bulmak istemiyor"

"Hım, neden böyle düşünüyorsun?"

"Emin değilim Başkanım, ama Yavuz' un her hareketi planlıdır. Mutlaka bir şey düşünüyor."

"Anladım, sen bizzat orada ol ne olur ne olmaz Süreyya' ya zarar vermeye kalkarsa eğer bir çözüm bulman lazım müdahale için! Operasyonu riske atmadan başarmalısın!"

"Evet, Başkanım takipteyim. Biliyorum ama hala düşünüyorum!"

"O çözümü bul Gökbey."

"Emredersiniz Başkanım."

Nihat: "Ne diyor Başkan?"

Gökbey: "Görevi bizzat benim gerçekleştirmemi, operasyonu tehlikeye atmadan Süreyya' ya herhangi bir zarar gelmemesini sağla diyor."

Nihat: "Nasıl olacakmış o? İşler bu denli karışmışken hem de."

Yaman: "Zor iş!"

Gökbey: "Kimse işlerin bu raddeye geleceğini düşünmemişti. Süreyya' nın ne bildiğini öğrenmemiz lazım!"

Nihat: "Bu kız öyle ya da böyle zarar gördü zaten hatta bu daha başlangıç! Daha nelere şahit olacak kim bilir esas bundan sonrası sıkıntı!"

Gökbey: "O zaman düşünmeye başlasanız iyi olur abi! Onu bu cendereden nasıl çıkaracağız?"

Yaman: "Neden böyle davrandığını çözmemiz lazım, aslında benim aklıma bir fikir geliyor ama izin verir misiniz bilmiyorum?"

Nihat: "Neymiş, önce söyle bakalım zeki çocuk?"

Yaman, cevap veren Nihat' a değil de Gökbey' e bakıyordu. Aklından geçen şey riskliydi ama zaten attıkları her adımda risk almıyorlar mıydı?

Gökbey: "Merak etmeli miyim Yaman? Uçaktaki gibi dâhiyane bir fikirse eğer konuşmaya gerek yok!"

Yaman: "Şöyle ki, bu kız Güniz'le kaçtı. Bence henüz ona bir şey anlatmadı. Yolda konuşmaya fırsatları olduğunu düşünmüyorum ayrıca Süreyya da iyi değildi. Bu varsayımdan yola çıkarak, bugün konuşacaklarını düşündüm. Yani eğer izin verirseniz eve girip onları dinleyebilirim!" Diye, çılgınca fikrini sonunda seslendirmişti. Nihat ve Gökbey ise, birbirlerine baktılar ikisi de aynı anda ellerini çenelerine götürüp düşünmeye başladılar. Eve girmeyi Gökbey de daha önceden düşünmüştü ama vazgeçmiş beklemeye karar vermişti. İlk konuşan Nihat oldu.

Nihat: "İyi de güpegündüz bu biraz zor olmaz mı senin için? Risk büyük!"

Yaman: "Ya daha sonrası için geç kalırsak, Yavuz gelmeden, ne bildiğini öğrenmemiz lazım değil mi? Her an harekete geçebilir, bu daha büyük bir risk olmaz mı? Aklıma başka bir şey gelmiyor abi."

Nihat: "Haklısın, işin bu kısmı da var tabii! Hay ben böyle işin gelmişini geçmişi sikeyim!"

Yaman: "Aynen abi, resmen sakal bıyık hesabı!"

Nihat: "O ne lan?"

Yaman: "Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık!"

Nihat: "Lan ben de ne diyor diyorum! Sırası mı lan özlü sözlerin!"

Gökbey: "Tamam, yapıyoruz! Dediğinde, ikisi de daldığı özlü sohbetten anında çıkmıştı. Yaman onay alacağına, pek ihtimal vermediğinden şaşırmıştı, Nihat ise Yaman' ın planının itirazsız kabul görmesine.

Nihat: "Emin miyiz?"

Gökbey: "O ne demek! Siz sakal bıyık muhabbeti döndürürken ben de oturup size gülmedim herhalde!" dedi, gergin bir şekilde konuşuyordu. Ona bakan yüz ifadelerinden aşırıya kaçtığını anladı hemen toparladı. "Kusura bakmayın biraz aşırı oldu. Yaman'ın dediğini bütün gece ben de düşünmüştüm. O yüzden çok da mantıksız değil, yaman halleder. Vaktimiz daralıyor abi, bazı anlar vardır o anlarda talihin kucağına atılmak en iyi fırsat olabilir!" dedi gülümseyerek.

Nihat: "Oo hadi bakalım o zaman talihli çocuk, işi kaptın!" Dedi gülümseyerek.

Gökbey: "Dürbününden bir daha baktı. Süreyya salonda tek başına, Güniz nerede onu da bulalım bakalım derken hem kendi kendine sesli düşünüyor hem de harekât için gözlem yapıyordu. İşte o da geldi. Pekâlâ, Yaman ikisi de alt katta. Hazır mısın aslanım?

Yaman: "Hazırım!"

Gökbey: "Nihat abi sen git etrafı kontrol et önce gelen giden var mı? Yoksa hemen haber ver biz de ona göre başlayalım."

Nihat: "Tamam." Diyerek çoktan uzaklaşmaya başlamıştı.

Gökbey: "Yaman çok dikkatli olman lazım, söylememe gerek var mı bilmiyorum! Yanında kayıt cihazın var mı?"

Yaman: "Evet efendim olacağım. Var ona gerek olmayabilir ama yine de yanımda."

Aradan geçen sürede, Gökbey içeriyi gözlemlemeye devam etti. Kızların konumu hala aynıydı, bu iyi haberdi. Bu arada, Nihat'tan da ortalığın temiz olduğuna dair bilgi gelmişti.

Gökbey: "Hadi bakalım, başlıyoruz sıra sen de Yaman telsizini aç! Git hadi!"

Yaman gerekirse nefes bile almayacak ama bilgiyi öğrenip gelecekti. Böyle düşünerek eve girdi. Gökbey ise, hem kızları hem Yaman'ı ziliyordu. Bu arada Nihat'ta daha ileride bekleyip gözlem yapıyordu.

Gökbey: "Yaman onları duyabilecek konumda mısın?"

Yaman: "Evet efendim, dinlemedeyim."

İçimden bir ses, bu iş sarpa saracak diyordu. Aslında benim burada olmamam gerekiyordu. Ama Süreyya' nın kendi düğününden kaçması her şeyi alt üst etmişti. Süreyya Feray Enver hakkında, her şeyi en ince detayına kadar bildiğim halde yine de beni şaşırtmayı başarmıştı. Bildiklerimin de ötesini görmek isteyeceğim bir his yaratmıştı bende. İlk defa böyle hissediyordum. Ve bu durum hoşuma gitmemişti...

Süreyya

Görmezden gelmek yok olmasını sağlamamıştı! O zarf kapımın altından içeri atılmıştı bir kere ... Karışık aklımın gereksiz düşüncelerinin yansıması gibiydi...

Buyurgandı evet ama aynı zamanda nazikdi. Ne istedigini cok iyi biliyordu ve bunu cok daha iyi bi sekilde de ifade edebiliyordu! Sanırım ilk dikkati çeken ondaki bu keşfettiğim özellikler olmuştu Beni etkileyen. Bu pis hergeleyle, tam olarak gündüz hayallerinizi süsleyen türden bir şekilde tanışmıştık, hakkını vermeliyim. Ama sadece o Kadar! Gelin odasina bırakılan dosya her seyi mahvetti dahası beni mahvetti evet! Ama bi sahtekarla, suçluyla evlenmektense ölmeyi tercih ederdim... Ve yapmam gereken yapabileceğim tek şeyi yaptım.. Kactım!

"Ben neden saklanıyordum ki? Daha doğrusu neden bulunma korkusu içerisindeydim? Salonda oturmuş bu hissettiğim şeyin ne olduğunu çözmeye çalışıyordum ama şunu biliyordum ki ben kaçıp saklanacak biri değildim. Hemen şimdi bu işe, bir çözüm bulmalıydım. Tek düşüncem bu işin, ne kadar tehlikeli olduğu ve beni neyin beklediğiydi? Güniz, çoktan dahil olmuştu ama henüz hiç bir şey bilmiyordu. Yani neye bulaştığından habersizdi. Önceliğim, onu bu işe daha ne kadar dahil etmeliyim ya da etmemeliyim? Onun kararını vermek. Off sanki kahve mi, sıcak çikolata mı? Bunun kararını vereceksin Süreyya! Çok kolaymış gibi... Dün yaşadığım deliliğin ardından şu an düşündüğüm şeye bak!"

"Süreyya."

"Efendim."

"Daha iyisin değil mi?"

"Ahh evet evet iyiyim."

"Tamam, o zaman kahvaltı hazırlıyorum. Önce güzel bir kahvaltı yaparız. Sonra da biraz konuşuruz olur mu?"

"Evet, konuşmalıyız. Bu arada burası kimin evi?" Bir lokma dahi geçmeyecekti boğazımdan! O gördüklerimden sonra sadece sıvı alabiliyordum o da zorla! Ama bundan da bahsedemiyordum. Güniz kahvaltı konusunda ısrar ediyordu. Elinde tabaklarla salona girdi ve tatlı tatlı gülümsedi. Bu kız bir işler mi çeviyordu? Ve benim bundan haberim mi yoktu? Güniz medya sektöründeydi. Yapımcıydı. Çevresi çok geniş ve tanıdık simalardı. Aslında burayı bulmasına şaşırmamalıydım. Benim başarılı arkadaşım için, bunu yapmak hiçbir şeydi.

"Egemen'in, evi." Tabakları masaya bırakırken bunu söylüyordu.

"Sana yardım edeyim Güniz?"

"Pek bir şey kalmadı ama istersen çayları koyabilirsin."

"Tamam, hemen çayları koyuyorum."

Güniz işte böyleydi. Sabırlı, sakin, anlayışlı, beklemesini bilirdi. İyi yürekli, başarılı, güzel arkadaşım benim.

"Ee anlatacak mısın artık Süreyya."

Boğazım düğümlendi. O an işte bu andı. Karar verme anı. Gözlerimin içine böyle anlayışlı ve sakin bakarken ona ne anlatacaktım ve nereden başlayacaktım. Ama o Güniz di her zaman ki gibi bir şeyler bulup bu sorunun da içinden çıkmama yardım ederdi. Ederdi de bu sorun her zaman ki sorunlardan değildi. Bu işte yalnız değildim. Bilmeye hakkı vardı. Düğünümü birlikte planlamıştık, her şeyi biliyordu ve şahit olmuştu. Ondan daha fazla bilmeyi başka kim hak ediyordu ki? Hep yanımda olmuştu her zaman bende onun yanındaydım. Yardıma ihtiyacım vardı. Güniz aklı başında bir kızdı ve ne yapılması gerektiğini bilirdi.

"Eeee yine içine içine konuşuyorsun ve benim özel güçlere sahip olduğumu duşunuyorsun sanırım. Heyyy orada mısın Süreyya? Bana anlatacaksın tatlım kendine değil!"

Güldüm, böyleydi işte. Kafamda ki kırk tilkiyle uğraşırken bile beni güldürüyordu. Ardından da güldüğüm için üzüldüm.

"Bak durumun ciddiyetinin farkındayım. Tam olarak, ne olduğunu bilmiyorum ama durumun ortada ve daha once seni hiç böyle görmemiştim. O yüzden, lütfen Süreyya beni cidden endişelendirdin ve tam şu anda daha fazla endişelendiriyorsun."

"Üzgünüm Güniz ama nasıl başlayacağımı bilemiyorum ve söyleyip söylememek konusunda kararsızım. Seni endişelendirdiğim için gerçekten çok üzgünüm ve tüm bu olanlar için de çok üzgünüm."

Pekâlâ, düşündüğüm şeyi yapmış olamaz değil mi? Yani... Seni dün gece gördüm... Ve gelinliğini yakışını ortalığı nasıl dağıttığını, öfkeni hayal kırıklığını ve daha fazlasını... Canım bunların hepsi gözümün önünde yaşandı. Seni bu hale getiren sebep, her ne ise üstesinden gelebiliriz. Her zaman yanındayım biliyorsun. Bana her şeyi anlatabilirsin?"

Çok dikkatli ve temkinli konuşuyordu. Beni ürkütmek istemiyordu, biliyordum ama aklı tamamen yanlış bir şeylere gitmişti. Benim hatamdı böyle düşünmesine ben sebep olmuştum. Aklım bunlara gitmiş nereden başlayacağımı düşünürken bir anda...

"Seni incitti mi tatlım?" Gözlerimin içine bakıyordu hala ve çok yanlış bir yerdeydi. Daha fazla susamazdım.

"Hayır, hayır düşündüğün gibi değil."

"Ne düşündüğüm değil, sana ne olduğu önemli Süreyya. Seni incitti bunu görmek için falcı olmaya gerek yok! Onu mahvedeceğim inan bana, eğer sana anladığım şeyi yaptıysa onu geberteceğim."

Susmak bir işe yaramıyordu, sessizliğim boğucu bir hal almış, Güniz içinde durum bambaşka bir yöne gitmeye baslamıştı.

"Hayır, ahh Güniz hayır yani evet, beni incitti ama düşündüğün şey değil. Kahretsin!

"Tatlım ne ozaman? Anlat artık lütfen!"

"Pekâlâ, diyerek derin bir nefes aldım ve konuşmaya başladım

"Düğünümün olacağı gün, kendimi gerçekten harika hissediyordum. Masallara inanmazdım. İnanmamakla haklıymışım. Masallar hiç bir zaman gerçeği yansıtmazdı, çünkü hepsi benim için süslenmiş yalanlardan ibaretti. Tüm hazırlığım bitmiş aynanın karşısına geçmiştim. Kendi gülümsememi seyredıyordum. Heyecandan ve gerginlikten düşüp bayılacakmış giibi hissediyordum."

"Evet, canım biliyorum. Çünkü 10 dakika önce yanından çıkmıştım. O ana kadar da her şey yolundaydı. Sonra ne oldu Süreyya?"

"Sen gittikten sonra içeriye bir zarf bıraktılar, yani kapının altından atıldı. Kim ya da kimler yaptı bilmiyorum. Gidip zarfı aldım, kapıyı açtım ama kimse yoktu. Kimseyi göremedim. Içinde bazı bilgilerin ve usb nin olduğu bır zarftı."

"Bazı bilgiler? Kimle ilgili ya da neyle? Yavuz Selim'le mi ? Tamam, neler oluyor, ne gördün zarfın içinde?

"Yavuz Selim' in fotografları, bazılarında yalnız bazılarında yanında birileri var. Tesis gibi bir yer hazırlık yapılan bir şeyler var kimya malzemeleri gibi bilmiyorum!"

"Tamam, canım sakin ol anlatmaya devam et lütfen?"

"Para dolu çantaların footografları vardı. Çok, çok fazla para Güniz... Sonra beyaz torbalarla doluydu her yer!"

"Aman allahım Süreyya bu düşündüğümüz şey mi yoksa?"

"Biliyorum ama evet, öyle."

"Yok artık! Olamaz... Yani Yavuz iş adamı, evet varlıklı ama ailesi zaten öyle. Olamaz... Güniz algılamaya çalışıyor ama bu sırada da anlam karmaşası yaşıyordu!

"Güniz, biliyorum. Ben de inanmak istemedim önce bütün o fotoğraflara rağmen, bir açıklaması vardır belki dedim kendi kendime ama sonra belgelere de baktım para aklamayla ilgili bir şeyler yazıyordu adresler vardı iletişim bilgileri hesaplar isimler. Keşke sadece bunlarla kalsaydı. Dünyam başıma yıkıldı anlıyor musun beni? Sonra usb yi odadaki dizüstü bilgisayara taktım elim titreyerek, nasıl açtığımı ben de bilmiyorum. Onun sesiydi tanıdım Güniz kahretsin onun sesi ve sonra görüntüleri ardı ardına açtım gördüklerim inanılmazdı. Cinayet işlediği görüntüler vardı, silah onun elindeydi. Sadece bu da değil. Zindan gibi karanlık bir yer vardı herkesin suratında maskeler saçma sapan şeyler söylüyorlardı. Kan içtiler, birbirlerinin kanını içtiler. Bütün bunlardan sonra nasıl emin olmam!"

Midesi bulanıyordu lavaboya koşmuştu içtiği iki yudum çay da çıkmıştı. Güniz ise, şok geçiriyordu. Süreyya'yı teselli etmek istiyordu ama bu teselli edilecek bir şey değildi çünkü onun da midesi bulanıyordu. Ayrıca onu kim teselli edecekti. Banyodan döndüklerinde,

Yine ağlamaya başlamıştım zangır zangırr titriyordum kendimi durduramıyordum. Bundan nefret ettim. Güniz hemen bana sarıldı, beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Şok olmuştu o da inanamaz gözlerle bakıyordu bana onun böyle bakması kendi söylediğim sözlerin gerçekliğini tokat gibi yüzüme çarptı tekrar.

"Canım benim.., Tamam düzelecek.. Sakin olmalısın Süreyya, biliyorum zor hem de çok ben yanındayım bunu çözeceğiz.. Ama bu iş bizi aşar."

"Biliyorum, polise gitmeliydim değil mi? Hemen polise gitmeliydim hata yaptım ve seni de bu işe bulaştırdım."

"Canım, sorun değil Süreyya bana bak, önemli değil diyorum. Tabii ki bana gelecektin, bana anlatacaktın."

"Tehlikede olabiliriz Güniz, şu an bile tehlikedeyiz. Neler yapabileceğini düşünemiyorum bile. Onu tanıdığımı sanıyordum ama tüm bildiklerim yalandan ibaretmiş. Adam katil, uyuşturucu yapıyor satıyor belli ki! Daha neler yapıyor bilmiyoruz!"

"Tamam anlıyorum. Durum ciddi ve tehikeli bunu da anlıyorum. Çözüm bulacağız, bir çözümü olmalı! Bizi burada bulamaz."

"Emin misin? Ben şimdilik özellikle bulmak istemediğini düşünüyorum, ya da çoktan buldu ve bekliyor."

"Şşşşş tamam halledeceğiz. Aslında şimdi bir süper kahraman çıksa karşımıza hiç fena olmazdı değil mi?" Derken gülümsemişti Güniz.

"İşte yine yapıyorsun?"

"Neyi yapıyorum?"

"Şu durumda bile beni güldürüyorsun."

"Ne varmış durumda? Dağ evindeyiz, manzara şahane ve kahvaltı yapıyoruz."

"Güniz..."

Sarılmıştık, bana her şeyin yolunda olduğuna inandıracak kadar sıkıca sarılmaya devam etti. Taki ben; "Bundan bir kaç yıl önce tanıdığım biri, bilmediklerimden korkarım demişti, bildiklerinden korkma. Ama yıllar sonra bildiklerimden korkuyorum... Hem de çok korkuyorum Güniz ve seni de bu işe bulaşıtırdığım için çok özür dilerim."

"Hey... Sakın benden, bunun için özür dileme. Evet, korkuyo olabilirsin haklısın da ama bir şeyi unutuyorsun, hani sokaktaki yavru kedimize zarar vermeye çalışan çocuklar vardı ya nasıl haklarından gelmiştik hatırlasana daha beş yaşındaydık. Kızım çocuğun gözünü morartmıştın."

"Sen de saçını çekiştiriyordun." Dedim, o günü hayal mayal hatırlayarak ve gülerek. Ikimizde gülmüştük o anıya dönmek iyi hissettirmişti.

"Anlıyor musun beni şimdi? Bunun da üstesinden birlikte geleceğiz. Ne olursa olsun yalnız değilsin. Şimdi o dosya nerede? Acaba takip edilmiş olabilir miyiz? Gerçi bu evde güvenlik kameraları ve sistemi var. Düşünelim bir yol buluruz elbet bulacağız."

Sonunda söylemiştim, her şeyi anlatmıştım. Hata mı yapmıştım bilmiyorum ama artık bunu sorgulamak için çok geçti. Güniz, artık biliyordu. Çok korkuyordum. Yavuz katildi, tecavüzcüydü, uyuşturucu işi yapıyordu. Nasıl anlamamış, nasıl fark etmemiştim. "Az kalsın onunla evlenecektim Güniz! O iğrenç adam benim eşim olacaktı. Bunca zaman nasıl göremem bunu! Esma haklıydı! Onu dinlemeliydim! Benim gözümü açmaya çalıştı hep! O gece Paris'teki de oydu, o kadınla beraber giden de oydu! Hepsini, her şeyi bunları göremeyecek kadar nasıl kör olurum! Kendimi hiç affetmeyeceğim. Eger, benim yüzümden Esma'ya sana ya da aileme bir zarar gelirse yaşayamam Güniz anlıyor musun?" Tüm, bunları odanın ıcınde deli gibi nereye gittiğini bilmeden hareket ederek dönerek söylüyordu sonra bir anda olduğu yere yığıldı. Panik atak geçiriyordu. "Nefes alamıyorum Güniz!" Diyerek, üzerindekileri çekiştirmeye başlamıştı aynı zamanda da gözyaşları sicim gibi akıyordu. Güniz, yanına koşmuştu hemen onu sakinleştrmeye çalıştı sonra pencereye gtti ve açtı Süreyya' yı pencrerenin yakınına götürerek yüzüne su çarptı. Biraz sakinleşmesini bekledikten sonra,

"Hadi kalk, güvenlik oddasına gidip kameralara bakalım önce, peşimizde birileri varsa mutlaka görüntülere girmiştir."

"Tamam."Dedim, ayağa kalkarken. Bir yerden başlamamız lazımdı. Ayağa kalkmak bu kadar güç olmamamıydı! Kendi bedeninin ağırlığını taşıyamaz halde zorladı kendini.

"Yavuz Selim onu neden terk ettiğini biliyor mu?"

"Saçmalama Güniz, bilse hala burada olabilir miydim sence?"

"Ne bileyim düşünmeden konuşuyorum şu an sanırım. Doğru söylüyorsun bilse neler olurdu düşünmek bile istemiyorum! O bir katil! Offf çıldıracağım! Nasıl bu kadar iyi olabilir. Kendini saklamak konusunda yani. Kaç yüzü var bu adamın!"

"Bilmiyorum! Lanet olsun ona da, tüm yüzlerine de! Ailem deliye dönmüştür. Kimbilir ne haldeler!"

"Şimdi önce kendini düşünmeslisin! Bu hastalıklı psikopat sana takıntılı ailene değil! Önce ne yapacağımızı bulalım sonrasına da bakacağız."

Kameraları incelemeye başlamıştık bile ama henüz dikkatimizi çeken bir şey yoktu. Bakmaya devam ederken bir şey bulup bulamayacağımızdan emin değildim. İnanılmaz derecede tedirgindim. Güniz, sakin görünmeye çalışıyordu ama öyle olmadığını biliyordum. Durumun ciddiyetinin gayet farkındaydı.

"Telefonlarımızı kapatmıştık hem daha yoldayken o yüzden takip edebileceği başka bir yol var mı bilmiyorum."

"Eeee şey... Süreyya."

Ney Güniz? Burayı da geçebiliriz bir şey yok burada."

"Süreyya ben dün bir şey yaptım."

"Ne yaptın? Söylesene ne oldu Güniz?"

"Bak durumu bilmiyordum tamam mı?"

Gözlerimi ona dikmiştim. Ne yaptığını duymak istiyor muyum diye sordum kendime...

"Aman Allah'ım onu aramadın değil mi? Ne olur yapmadığını söyle?"

"Ne? Hayır, hayır tabii ki onu aramadım."

"Ohh bir an çok endişelendim. Ne öyleyse?"

Bir yandan ekrana bakmaya devam ediyorduk saat öğleden sonra 14: 00 olmuştu. O sırada bir ses duyduk, hatta baya gürültülü bir ses... Neydi bu yahu? Düşündüğüm şey miydi? "Helikopter sesi mi o?"

"Evet, Süreyya helikopter bu!" dedi Güniz telaşla!

"Helikopter! Güniz bu ses? O mu Yavuz Selim mi geldi yoksa? Olamaz... derken, ekrana baksana işte orada."

"Benim yüzümden! Kahretsin o olmalı! Sabaj telefonumu açmıştım kısa birsüreliğine..."

"Olamaz hayır yapmadın yapmadığını söyle?"

"Üzgünüm!"

"Tamam, ne yapacağız şimdi?" Diyerek, ayağa fırlamıştım. Bu o eminim. Bu zamana kadar gelmemsei enteresandı zaten.."

"Düşünelim bir dakika."

"Vakit yok Güniz! Bana bak dinle beni, hiç bir şey bilmiyorsun tamam mı? Duydun mu beni Güniz?"

"Evet, tamam ama bir saniye Yavuz Selim de senin bildiğini bilmiyor."

"Bunu henüz bilmiyoruz. Emin değilim yani biliyor da olabilir. Nasıl bir adam olduğunu sana anlattım işte, neler yapabileceğini kestiremiyorum."

"Süreyya sakin ol. Şimdi bilmediği olasılığına dayanarak hareket edeceğiz duydun mu Süreyya? Sen de hiç bir şey bilmiyorsun!"

"Ne? Peki, öyle olsa bile neden kaçtım o zaman? Bana bunu soracak ne diyeceğim ben? Offffff delireceğim!"

"Ona seni aldattığına dair bir dosya aldığını söyleriz. Sonra da, onu yaktığını. Şimdilik, en azından neler olduğunu anlayana kadar tamam mı Süreyya?"

"Bilmiyorum pek, iyi bir fikir gibi gelmedi bana, ama sanırım başka çaremiz yok."

"Yok! Şimdilik? Onu inandır buna tamam mı? Gerekirse evi yık, dağıt."

"Tamam, yapabilirim sanırım... Ses kesildi duydun mu? Nereye inmiş olabilir?"

"Şeyyyy... Arka bahçede helikopter için alan var."

"Harika!!"

Yaman her şeyi duymuştu. O bilgileri kimin verdiğini de hemen çözmüştü. Kenan! Kahretsin her şeyi mahvetti beyinsiz! Dinlemeye devam ettiği sırada helikopter sesini o da duymuştu! Hemen evden gizlice çıktı. Gökbey'in yanına gittiğinde ise Nihat'ta onlara doğru geliyordu. Gökbey dürbnünü havaya diktiğinde kimin geldiğini zaten biliyordu.

Yaman: "Süreyya her şeyi biliyor! Her şeyi görmüş. Kenan vermiş herşeyi ona! O bilmiyor ama kimden aldığını. Dosya hala Süreyya da efendim!"

Nihat: "Yavuz değil mi gelen? Biliyor mudur? Olanları öğrendi mi sizce?"

Gökbey: "Evet o! Hayır bilmiyor!"

Nihat: " Ne yapacağız şimdi! Nasıl bu kadar eminsin?"

Gökbey: Süreyya' yı ancak gerçeği öğrenmek bu hale getirebilirdi ve kaçmasına sebep olabilirdi. Keza öyle olduğunu anladık. Yavuz Kenan'dan böyle bir şey yapmasını hiç beklemiyor. Bilse buna en başındna müsaade etmezdi zaten! O yüzden bekleyceğiz! "

Nihat: "Sen ne yaptın?

Yaman aynı şeyleri Nihat'a da söylemişti.

Nihat: "Ortalık fena karışacak Gökbey, ne düşünüyorsun?" dediği sırada Gökbey' in telefonu çalmıştı.

"Başkanım!"

"Evet, durum nedir?"

"Yavuz burada efendim!"

"Her şey yolunda mı?"

"Yeni geldi, bekleyip göreceğiz."

"İdare edebilecek misin?"

"Şu an evet ama ters bir durum olursa desteğe ihtiyacım olabilir efendim."

"Tamam, beni bilgilendir gerekirse destek ekibi çıkarırız. Gökbey! Operasyonu tehlikeye atamayız!"

"Evet efendim. Öyle bir şey olmayacak."

"Bu operasyonun önemini biliyorsun. Uzun süredir peşindeyiz, bu işi temiz bir şekilde bitirmeliyiz."

"Emredersiniz efendim!"

"Süreyya' yı tehlikeye atamayız bunu biiyorum. Bu almamız gereken bir risk. Iyi olduğundan emin ol."

"Evet efendim."

Yavuz Selim Cebesoy

Tam olarak iki gün olmuştu... Süreyya'nın yüzünü görmeyeli, sesini duymayalı. Delirmek üzereydim. Neden kaçmıştı? Benden nasıl kaçardı düğünümüzün başlamasına dakikalar kala hem de! Bunu yapmasını gerektirecek, en önemlisi de benim bilmediğim ne olabilirdi? En çok buna deliriyordum. Benim haberim olmayan bir şey, yüzünden gitmişti. Çılgına dönmüştüm. Onu almaya gittiğimde gelin odasının bomboş hali, bir anda ortadan kaybolması onu görememek beni maffetmişti. Gerçeği biliyor olamazdı. Bu imkânsızdı, en ufak bir olasılık dahi vermiyordum. Ama onun dışında kaçmasına sebep olabilecek bir şey de aklıma gelmiyordu. Kaçtığına Güniz'inde ortada olmadığını anladığımda karar vermiş emin olmuştum. Ilk düşündüğüm şey ise, kaçırılmış olabileceğiydi. Bu ihtimali düşünmek, beni bile dehşete düşürmüştü. Neyse ki, öyle olmadığını anlamış az da olsa rahatlamıştım. Her yeri aramıştım. Adamlarım, her yeri didik didik aramıştı. Ortada olmayan bir kişi daha vardı, Güniz! O da bir hata yapmış dün telefonunu açmıştı. Kısa bir süreliğine de olsa, bu süre benim Süreyya'yı bulmam için yetmişti. Şu an hiç birinin bir önemi yoktu. Onu bulmuştum buradaydı. Her şey düzelecekti, benimle gelecekti ve evlenecektik. Ondan vazgeçmek gibi bir niyetim asla yoktu! Söz konusu ble değildi. Bu ıssız yerde ne işleri vardı? Çok ama çok öfkeliydim, koca bir kayayı yerinden oynatacak, hatta deprem etkisi yaratacak kadar öfkeliydim. Onu derhal görmem lazımdı, hemen şimdi!

 

Süreyya

Güniz'le beraber apar topar alt kata inmeye başladık. Kalbimin içinde binlerce davul aynı anda çalıyordu sanki.. Öğrendiğim şeyler yüzünden, onu görecek olmam midemin bulanmasına sebep oluyordu. Her şey karmakarışıktı aklım ve kalbim birbiriyle mücadele ediyordu. Aşağıya indiğimde derin bir nefes alarak, kendimi onunla yüzleşmeye hazırlamaya çalıştım. Her ne kadar bunun mümkün olmadığını düsünsem de. Çok dikkatli olmalıydım, karşımdaki kişi Yavuz Selim' di. Beni çok iyi tanıyordu. Hayatta en nefret ettiğim şey rol yapan, samimiyetsiz insanlardı ve şimdi ben de onlardan biri olmalıydım. Ben tüm bu imkânsızlıklarla mücadele içerisindeyken kapı çaldı. Güniz'le birbirimize baktık ve kapıyı açtım. İşte tam karşımdaydı...

Sessizlik...

Yavuz&Süreyya

Gözleri berrak bir göle yansıyan ormanın rengindeydi. Baktığınızda, sizi de içine alan derin, parlak bir orman. Kendi yansımamı gözlerinde görebiliyordum. O keskin ama bir an için temkinli bakışlarında ki karanlık öfkesinin gölgesini görebiliyordum. Ayrıca yaptığı tüm o iğrenç şeyleri! Ben bunca zaman bu gözlere bakmıştım! Kendini kontrol etmeye çalıştığı aşikârdı. O İlk tanıştığımızda, bakışlarında ormanın sakinliğini, dinginliğini hissetmiştim ve bana bakış şeklinden etkilenmiştim. . Kendimden bile nefret etmeme sebep olan, o gözler şimdi yine bana bakıyordu! Ben bunları düşünürken, dikkatle ve sabırla beni izliyordu. Sonra temkinli bir şekilde,

''İçeri girebilir miyim? '' dedi. Sesinde her zaman duyduğum o tını yoktu. Hala kapıda karşılıklı birbirimize bakarken, ''Süreyya.'' dedi tekrar. Kapıyı ardına kadar açıp kenara çekildim. Güniz de benimle birlikte hareket ediyordu. Sanki görünmez iplerle, birbirine bağlı iki kukla gibi davranmıştık elimizde olmadan. Yavuz Selim, yalnız değildi. Yanında üç adamı vardı, ikisi dışarıda kaldı. Onları daha önce de görmüştüm. Yavuz Selim Serhat'la birlikte içeriye girdi. Salona geçtiğimizde Güniz, yanımdan ayrılmıyordu, sanki her an bir bomba patlayacakmış gibi tetikte duruyordu ama elinden ne gelirdi ki. Gözleri, benimle Yavuz Selim arasında gidip geliyordu. Yavuz Selim ise, bakışlarını bir saniye bile benim üzerimden çekmedi. Beni inceliyordu, sanki ne kadar özlem duyduğunu bana bakışlarıyla anlatmaya çalışıyor gibiydi. Ben ise, o sırada neyi bildiğimi bilip bilmediğini anlamaya çalışıyordum ama Yavuz Selim size sadece bilinmesini istediği şeyleri gösterirdi. Bunca zaman bana yaptığı da bu değil miydi zaten?

''Konuşabilir miyiz Süreyya? Yalnız! ''

Hissettiği ve bana da hissettirmeye çalıştığı, o özlemi görmezden gelmeye çalışarak gözlerinin içine dik dik bakmaya devam ediyordum, bundan nefret ederdi. Özellikle böyle ciddi durumlarla karşı karşıya olduğumuzda, ona meydan okumamdan hoşlanmazdı. Birlikte olduğumuz süreçte en azından bunu çözmüştüm. Ama önemsememiştim. Kahretsin, bunun gibi önemsemediğim gözden kaçırdığım daha neler vardı kim bilir? Onu, bilerek rahatsız hissettirmeye çalışıyordum. Daha fazlasını yapmak istiyordum ancak şu an elimden gelen buydu.

''Seninle konuşmak istemiyorum.'' dedim soğuk, buz gibi bir ses tonuyla daha önce sesimin bu halini duymadığından emindim. Çünkü bakışlarında ki, ani irkilmeyi ne kadar temkinli davranmaya çalışsa da yakalamıştım. Sonra hiç beklemediğim bir şey söyledi.

''Lütfen.''

Bunu duyduğuma şaşırmıştım çünkü ben üstüne gitmeye çalıştıkça, o da tam tersini yapmak istiyordu, ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı, Yavuz Selim hayatımda tanıdığım en zeki ve planlı insanlardan biriydi. Keşke bu kadar şeffaf bir insan olmasaydım diye geçirdim içimden o an, o zaman belki, beni bu kadar kolay çözemezdi diye düşünüyordum. İlk önce kim patlayacak acaba bakalım göreceğiz.

''Konuşabilir miyiz? Yalnız!" Dedi, tekrar beni hiç umursamayarak yine aynı şeyi söylemişti. Buyurgandı işte! Beni dinlemiyordu, ama kaçışım yoktu. Onunla yalnız konuşmalıydım. Güniz'le göz göze geldik ve bakışlarında ne istersen onu yaparım dediğini görebiliyordum. Bir izleyicimiz daha vardı Serhat da dikkatle bize bakıyordu. Bakışlarında çözemediğim bir şey vardı. Serhat beni önemsiyordu biliyordum. Yavuz'la tanıştığımız zamandan bu zamana kadar onunla da yakın sayılabilecek bir ilişkimiz başlamıştı. İyi bir insandı Yavuz'un sağ koluydu.

''Yavuz bence doğru zaman değil, Süreyya' ya biraz daha zaman vermelisin. Kendini iyi hissetmiyor ve...''

''Sana sormadım Güniz! Nişanlımla konuşmak istiyorum ve bunu hemen şimdi yapmak istiyorum. '' diyerek, daha fazla dayanamadı ve patladı, işte beklediğim buydu.

''Sakın! Dedim sakın! Arkadaşıma sesini yükseltmeye kalkma bir daha, buna hakkın yok ve onun bunlarla dedim ellerimi havaya kaldırarak hiç bir ilgisi yok diye bağırmaya başladım. Ben hazmetmem gereken gerçeklerin yoğunluğu altında eziliyordum ve o karşıma geçmiş arkadaşıma mı patlıyordu? Buna asla izin veremezdim."

''Verandaya çıkalım.'' dedim. Öfke tepemde bir hale oluşturmuş haldeyken ve bunu görebilmesi için elimden geleni yaparken.

''Ne söylemek istiyorsan söyle ve git.'' dedim gıcık gıcık konuşuyordum bilerek, o beni dinlemiyorsa ben de onu dinlemeyecektim!

Bakışlarında ki yoğunluk beni boğmaya başlamıştı. Öfkesi ile beraber, artık sabırsızlığını da hissedebiliyordum. O öfkenin altında kalmadan bu işi bitirecektim. Güniz'le Serhat'ı ardımızda bırakarak verandaya çıktık. Eyvah! Dananın kuyruğu kopmak üzereydi, ya da kıyamet... Ya da olabilecek tüm felaketler. . Orada, ona bakarken bunca zaman boyunca sırlarla ve yalanlarla dolu yüzüne baktığımı bilmediğimi, beni aptal yerine koyduğunu düşündüm. Bu düşüncelere sıkıca tutundum çünkü ancak o zaman neredeyse evleneceğim bu adamın tutku ve özlem dolu görünen ama aslında altında bambaşka bir şey olan bakışlarına karşı gelebileceğimi anladım. Hayatım geri dönülemez bir şekilde değişecekti belki de bunun ne kadar sarsıcı olduğunu daha sonra fark edecektim.

''Sevgilim bana bak lütfen? Neler olduğunu söyler misin artık?

''Bana sakın sevgilim deme! Bana bir daha asla o kelimeyi kullanma!"

Bunları neredeyse çığlık atarak söylemiştim. Ağaçlardaki kuşlar sesimden hoşlanmışa benzemiyorlardı çünkü uçarak uzaklaştılar. İkimizde aynı anda başımızı, uzaklaşan kuşlara çevirdik. Onu buradan bir an önce göndermeliydim, bensiz. Çektiğim acıdan içim parçalanıyordu sanki daha ne kadar katlanabilirdim bilmiyorum.

''Gitmen lazım, Yavuz. Seni görmek istemiyorum. Senden nefret ediyorum! Keşke hayatıma hiç girmeseydin! Sen aşağılık bir pisliksin! " Dedim suratına haykırıyordum bunları. Şok geçirdiğini görebiliyordum, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bu arada bilmediğini anladım. Onu bildiğimi bilmiyordu, emindim bir şekilde öyle olduğunu hissettim. Büyük ama gerçek olmayan aşkımızı bitiriyordum bunun farkındaydı artık ama inanmaz bir ifadeyle ısrarla bana bakmaya devam ediyordu. Güniz'le konuştuğumuz şeyi yapmaya karar verdim tam sırasıydı ve bombayı kucağına bıraktım. Onun kendini toparlayıp konuşmasına müsaade etmezsem daha inandırıcı olabileceğimi düşünüyordum.

"Neden? Süreyya neden? Hiç mantıklı değil, bu sen değilsin! Benim Süreyya'm böyle değil! Neden?"

"Neden mi?" Dedim gülerek, benim Süreyya'mmış dedim sözlerini tekrar ederek alaycı bir şekilde. Ben senin değilim, anlıyor musun beni? Değilim! Sana söylemiştim, daha önce net bir şekilde ifade etmiştim. Birçok şeyi tolere edebilirim belki bir şey dışında... Bunun ne olduğunu gayet iyi biliyorken şimdi kalkmış bana neden diye hesap soramazsın! Beni aldattın! Bu benim kabul edebileceğim bir şey değil, asla! O yüzden şimdi karşıma geçip masum rolü yaparak, bana sen bu değilsin, sen benimsin diyemezsin anladın mı? Şimdi buradan hemen gitmeni ve beni rahat bırakmanı istiyorum. Tüm bunları söylerken bağırmaya devam ediyordum elim kolum benim değilmiş gibi, sağa sola sallıyordum hiç sakin değildim, çok gergin ve öfkeliydim bunu her halimden ona yansıtmaya çalışıyordum. Ayrıca çok korkuyordum. Korkumun öfkemin içinde saklanmasına izin verdim. Kendi sesim, halim tavrım bana yabancılaşmıştı. Bu nedene inanması için elimden geleni yapmaya çalışıyordum. Buna inanmalıydı, bu yüzden gittiğime inanmalıydı çaresizce bu nedene tutunuyordum çünkü elimdeki tek şey buydu. Ama o öylece karşımda duruyordu ben her ne kadar karşısında delirmiş gibi davransam da onda ki rahatlamayı görebiliyordum. Her halinden belli olmaya başlamıştı. Gözleri, bakışları anında yumuşamış değişmişti. Öfkesi kayboluyordu! Birden kahkahalarla gülmeye ve bana doğru yaklaşmaya başladı.

Gülme!! Diye resmen cıyakladım. Sakın bana yaklaşma! Bir adım daha atarsan o pis suratına yumruğumu yersin! Daha da çok gülmeye başladı ve bir an da çok hızlı hareket ederek bana sarıldı. Öyle bir sarıldı ki kendimi kapana kısılmış gibi hissettim. Gülerken sarsılıyordu, o temiz kahkahasını duymak sinirimi bozuyordu, bana bu kadar yakın olması çileden çıkmama sebep oluyordu. O kadar yakındı ki kokusunu alıyordum ama o koku midemi bulandırıyordu. Elinden kurtulmaya çalıştım ama 1.90 boyunda 87 kilo bir adama karşı şansım olduğunu sanmıyordum! Tamam, ben de minyon bir tip sayılmazdım ama yine de şu an ona kafa tutamayacağımı biliyordum buna rağmen vazgeçmedim, çabaladım ama bu kadar yakın olmak beni çok rahatsız ediyordu. Çabalarım işe yaramıyordu.

"Lütfen, yavuz bırak beni. Lütfen!"

"Tamam bırakacağım, ama konuşacağız. Şu aldatma işini doğru düzgün konuşup buradan birlikte gideceğiz!"

"Konuşalım tamam, önce beni bırak!" Uzaklaşmaya ihtiyaç duyuyordum. Tekrar bir panik atak yaşamadan bu işi bitirmek istiyordum.

Beni bıraktı ama fazla uzaklaşmama izin vermedi. Kendince Haklı olmanın verdiği rahatlıkla bakıyordu bana. Gerizekalı beni sadece bir kadınla aldatmamıştı beni tüm dünyamı alt üst edecek şeylerle aldatmıştı!

"Sevgilim!"

"Bana öyle söyleme demiştim!" Hala çok gergin ve öfkeliydim. O ise sıkılmışa benziyordu.

"Tamam, bak seni asla aldatmadım! Böyle bir düşünceye nasıl ve neden kapıldın bilmiyorum. Bu gerçek değil, bunu sana asla yapmam Süreyya! Seni seviyorum seni çok seviyorum. Senin için her şeyi yaparım bunu biliyorsun, sana aşık olduğumu bildiğin gibi! Sadece bilmiyorsun hatta hissediyorsun! Bunu biliyorum. İçimde hissediyorum. Ama şimdi kalkmış seni aldattığımı mı söylüyorsun bana? Bu çok yanlış! Buna nasıl inanırsın?"

"Gördüm Yavuz! Gözlerimle gördüm! Hala inkâr mı edeceksin?"

"Hayatım neyi gördün? Mümkün değil ki böyle bir şey!"

"Hepsini gördüm, fotoğraflarını, yazışmalarını hala nasıl inkâr edersin! Beni nasıl salak yerine koyarsın! Nasıl kandırırısın! Nasıl yaptın?"

"Göster hemen bana göster süreyya!"

Eyvah! Kolay pes etmeyecekti, hatta hiç etmeyebilirdi!

"Yaktım hepsini! Her şeyi gelinliğimle beraber yaktım! Ne sandın elimde senin o iğrenç fotoğraflarına bakarak yas tutacağımı mı?"

Tokat yemiş gibiydi... Gözleri alev alevdi! İşte bunu beklemiyordu! Gelinliğimi yaktığımı duyunca ciddi olduğumu anladı daha temkinliydi artık gülümsemesi kaybolmuştu.

"Yaktın mı?"

"Evet dedim gözlerinin içine bakarak! Yaktım! Kendimi kaybettim sadece onları değil bu evi de dağıttım! Ne bekliyordun ki?"

"Bak güzelim, canım biliyorum inanması zor ama seni asla aldatmadım! Kim verdi sana onları ne zaman nasıl verdiler?"

"Bir önemi var mı?"

"Evet var! Söyle hemen bilmek istiyorum!" O da çileden çıkmıştı bağırıyordu!

"Artık çok geç Yavuz bitti! Biz bittik! Seninle olamam, asla olmaz! Lütfen beni bırak ve git artık!"

"Sana o fotoğrafları kim verdi dedim Süreyya? Cevap ver bana!"

"Bilmiyorum tamam mı bilmiyorum! Gelin odasına bıraktılar, kapıyı açtım ama kimseyi göremedim. Bana inanmıyorsan git Güniz'e sor, o da gördü fotoğrafları yeter artık bir de sana hesap mı vereceğim! Konuşmak istemiyorum seni istemiyorum!"

Bir hışımla, beni de peşinden sürükler vaziyette içeriye daldı! Elimi sımsıkı tutuyordu. Verandadan salona geçerken, saçlarımın havda uçtuğunu hissettim. Güniz'e bir bakış attım, eendişeliydi ve korkuyordu. Bunu anlayabiliyordum. Konuştuklarımın çoğunu duymuştu muhtemelen o ve Serhat. Yavuz Serhat'a dışarı çıkmasını anlayacağı şekilde baktı ve Serhat dışarıya çıktı.

"Beni onu aldattığıma inandığı için terk etmiş. Benden bizden düğünüzmüzden bu yüzden kaçmış!"

Eyvah bağıyordu gerçekten öfkeliydi artık! Güniz bir ona bir bana bakıyordu. Yavuz ise odayı arşınlıyordu sinirden yerinde duramıyordu. Şömiye doğru gitti.

"Gelinliğini yakmış, fotoğraflarla birlikte öyle mi Güniz?"

"Evet yaktı! Çıldırdı hatta hala kendinde değil, hiçbir şey yemedi. Kırdı döktü dağıttı. Kendine zarar verecek diye çok korktum. Şimdi senin gelişin onu yine çıldırttı görmüyor musun halini, daha neyin peşindesin anlamış değilim! Bu yaptığın şey affedilemez. Onu perşian ettin görmüyor musun? "

"Saçmalık! Kafayı yiyeceğim! Bu nasıl bir saçmalık lan!" Diye bağırıyordu.

"Bak bir daha söylüyorum. Ben asla Süreyya'yı aldatmam. Aldatmadım! Kim verdi o fotoğrafları sana? Bunu bize kim yapabilir! Nasıl cüret ederler!"

Resmen kükrüyordu, delirme sırası ondaydı. Çünkü olay tam olarak öyle değildi, ama ne fark ederdi daha beteriydi yaşadığım! Karşımda bu denli iyi rol kesmesine tahammülüm yoktu. Ayrıca ona katlanamıyordum! Daha fazla ne kadar bu şekilde davranabilirdim onu da bilmiyordum. Bir yandan deli gibi korkuyordum. Tüm duygularım birbirine girmiş her şey karışmıştı. Kafam allak bullaktı. Sadece bir an önce gitsin istiyordum. Düşünmeye ve çözüme ihtiyacım vardı!

"Bu kadar yeter! Git artık, daha fazla senin hezeyanlarını dinleyecek halim yok! Beni rahat bırak Yavuz! Bıktım tamam mı her şeyden bıktım seni görmek istemiyorum!" Dedim, bir yandan da ağlıyordum. Bir an da bana döndü ve ağladığımı görünce hemen yanıma geldi. Yine zorla bana sarıldı! Ondan nefret ediyordum, tiksiniyordum!

Tüm bu olanların gerçek olmaması için neler vermezdim. Her şey çok yeni çok fazlaydı benim için! Bu kadar iğrenç bilginin ağırlığı altında eziliyordum. Kendimi bir buğday tanesi gibi hissediyordum. Değirmende tek başına öğütülen bir buğday! O ağır taş beni eziyordu içimde ne var ne yoksa hepsi benimle birlikte yavuz tarafından ezilerek paramparça ediliyordu! Bana sarılarak sözde sevgisini göstermeye çalışan adamdan kurtulmaya çalışıyordum.

"Lütfen Yavuz Selim beni bırak." Diyebildim, hıçkırıklarımın şiddeti arasından,

"Pekâlâ, seni bırakıyorum Süreyya ama şimdilik! Tamam, istediğin kadar burada kal. Ben neler olduğunu anlayana sana bunu kimin yaptığını çözene kadar! Serhat burada kalacak! Dışarıda senin güvenliğin için! Tekrar görüşeceğiz sevgilim... " Dedi ve bize fırsat vermeden, Serhat'ın kalmasına itiraz bile edemeden çekip gitti.

Gökbey

Yavuz'un iki adamı ön taraftaydı, Serhat da onlarlaydı! Gökbey ise, bahçe tarafında fakat biraz uzak mesafedeydi. Yavuz gelince biraz daha yaklaşmışlardı. Her şeyi izliyorlardı. Gökbey ve diğerleri Süreyya ve Yavuz'un verandaya çıktıkları andan itibaren yaşadıklarına şahit olmuşlar ve birçoğunu duymuşlardı. Gökbey merkeze de bilgi geçmişti.

Zekeriya: "Efendim!"

Gökbey: "Zekeriya Süreyya her şeyi biliyor! Kenan, ona bir dosya ile her şeyi göstermiş! Aziz Kenan'ı takibe alsın hemen! Dikkatli olun Yavuz burada ama şimdi çıkıyor ne yapacağı belli olmaz! Yasin' e de son olayların bilgisini verin! Serhat'ı burada bırakıyor!"

Zekeriya: "Süreyya her şeyi biliyorsa nasıl, ama yani Yavuz onu almadan mı dönüyor?"

Gökbey: "Durum öyle değil, Süreyya bildiğini belli etmedi yani başka bir olay yüzünden kaçtığını söyledi ama Yavuz gibi bir adamın buna inanacağını hiç sanmıyorum! İnanmış gibi şimdilik!"

Zekeriya: "Anladım! Peki, planımız ne efendim!"

Gökbey: "Henüz plan yapmadım! Beklemedeyiz, onlara göre hareket edeceğiz bu arada düşüneceğim! Oncelikle o dosyaya ulaşmamız lazım! Bu arada Kenan' dan başka ataklar gelebilir! Bununla kalacağını sanmıyorum! Onu çok iyi kontrol etmeliyiz! Ne işler çeviyor her şeyi bilmek istiyorum!

Zekeriya: "Emredersiniz efendim Aziz'i hemen çıkarıyorum!"

Gökbey: "Haberleşiriz!"

Nihat: "Ne yapacaksın? Ben de Yavuz'un bunu yediğine inanmıyorum!"

Yaman: "Süeeyya çok inandırıcıydı aslında! Başkası olsa inanırdı ama karşısında ki Yavuz Selim bence o da farkında inanmamış olabileceğini düşünecektir! Artık hakkında ki gerçekleri biliyor. Çok üzülüyorum Süreyya'ya kız cidden perişan! Tüm o öğrendiklerinden sonra nasıl hala ayakta durabiliyor anlamıyorum çok güçlüymüş gerçekten bu kadarını beklemzdim!"

Nihat: "Yani yıkıldı tabii gerçekler çok ağır gelmiştir! Bu arada kaçtığında polise gitmemesi de enteresan. Tamam, çok korkmuştur, anlıyorum. Bir yandan da ya şimdi gitmeye karar verirse!"

Yaman: "Gerçekten de sağlam bir plana ihtiyacımız var. Serhat'la iletişime geçecek miyiz?"

Gökbey: "Haklısınız ikiniz de ama biraz bekleyelim bakalım neler olacak! Benim biraz düşünmeye ihtiyacım var! Serhat' la da bizzat konuşmayı düşünüyorum! Yaman sen bizim burada olduğumuzu ona bildir haberi olsun!

Yaman: "Hemen efendim!"

Gökbey: "Nihat abi, sen çık Yavuz'u bizzat sen takip et! Merkeze uğra konumunu öğren ne gerekiyorsa merkezden sağlasınlar. Böyle olmayacak ben Başkanla konuşacağım!"

Nihat: "Tamam Gökbey çıkıyorum hemen Başkan'la ne konuşacaksınız yani yanlış anlama tabii yeni konuştunuz da ondan sordum."

Gökbey: "Abi yok ne yanlş anlaması, sizin de bilmeniz lazım zaten ekibe destek isteyeceğim. Şu an herkes bir yerde dağılmış durumda daha once gittiğim görevden iki kişinin transferini isteyeceğim. Prosedür uzun sürebilir o yüzden hemen istemem lazım!"

Nihat: "Anlıyorum haklısın! Tamamdır size kolay gelsin ben gideyim."

Gökbey: "Abi dikkatli ol! Yavuz beni çok fazla düşündürüyor onun etrafındayken yalnız olmanı istemiyorum. Şu an onu takip edenle organize olun!"

Nihat: "Sen merak etme Gökbey eski toprağız biz! Daha ölmedik!" Diyerek gülümsedi ve gitti.

Gökbey: "Başkanım!"

"Evet, Gökbey dinliyorum?"

"Efendim böyle bir anda olacak ama acilen ekibe destek istiyorum! Time katılacak bundan sonra tuzak operasyonuna dahil olmasını isttediğim iki kişi var."

"Anlıyorum tamam sen kimi istediğini söyle bakalım ne kadar çabuk halledebiliyoruz."

"Efendim atak timinden Selvi ve Ertuğrul."

"Tamam, ben ilgileneceğim sen benden haber bekle!"

"Emredersiniz efendim!"

Gökbey: "Yaman Serhat'a bilgi verdin mi?"

Yaman: "Evet, biliyor!"

Gökbey

Yaşanan her şeyi izlemiş ve birçoğunu da duymuştum. Orada öylece sanki açık hava tiyatrosu izledim. Süreyya' nın zeki olduğunu biliyordum ama yine de böyle bir performans beklemiyordum. Oyunu kuralına göre oynamayı tercih etmiş, risk almış bu da yetmemiş bu riski aldığına değmişti. Ben bile ona inanabilirdim neredeyse! Beni asıl endişelendiren şey ise Yavuz Selim'in bu kadar kolay ve çabuk ikna olmuş görünmesiydi ki, öyle olmadığını adım gibi biliyordum. Evet, Süreyya kısa zamanda kendince bir çözüm bulmuş ve bunu sergilemişti hakkını vermişti ama karşısındaki kişi Yavuz Selimdi. Ne kadar onun hakkındaki gerçekleri öğrenmiş olsa da hala tam olarak bilincinde olamazdı! Yaşadığı şok, hayal kırıklığı, olayın tazeliği ve daha bir sürü handikapı vardı. Tüm bunları, bu kadar kısa sürede düşünemezdi o da haklıydı. Yavuz'un kesinlikle bir planı vardı yoksa Süreyya'yı burada bırakıp gitmezdi. Yavuz'u yakın takipte olduğum için onu kişisel olarak da çok iyi tanımıştım. Kesinlikle bir değil, birkaç planı vardı. O adımını atmadan bin kez hesap yapan birisiydi ve emin olduğum bir şey daha vardı Süreyya' ya hem aşık, hem de takıntılı olduğu için kısaca ona bağımlı olduğu için onu kolay kolay bırakmayacaktı. Tehlike, şimdilik geçmişti. Ama Yavuz Selim'in bu olanlara inanması mümkün değildi. Şerefsiz çok zekiydi. Süreyya kısa zamanda iyi rol yapmıştı gerçi rolünün ne kadarı gerçek ne kadarı yalan birbirine karşmıştı ama Yavuz Selim Cebesoy için bu yeterli değildi. Şimdi Süreyya'nın bir sonraki adımı ne olacak, asıl önemli olan oydu. Ne yapmaya karar verecekti görecekik. Bu sırada, Yavuz'un boş duracağını da elbette düşünmüyordu.

Yavuz Selim

Oradan, o evden çıkıp gitmiştim. Arkama bile bakmamıştım. Helikopterle dönerken tek düşündüğüm onu orada bırakıp gitmenin bende yarattığı hüsran ve yıkımdı... Çok ama çok zordu, Süreyya sanki kalbimi söküp elime vermişti... Ama gitmeliydim... Bana neden yalan söylediğini bulmak için...

Bir şey vardı, farklı bir şey biliyorum... Süreyya'nın bakışlarında bana bakarken, gördüğüm bir şey bir anlık göz kırpma anından bile daha kısa bir an sadece ama oradaydı! Tedirginliğinin dışında bir şey... Süreyya, ne olursa olsun bana güvenirdi, benim yanımda asla tedirgin olmaz ve korkmazdı! Beni seven benimle evlenecek olan Süreyya, bana böyle bakmazdı. Süreyya'nın bakışlarında kararsızlık vardı ve tiksinme... Alıp verdiği, o taze nefesinde bile bu duygular vardı ve bu yeni bir şeydi. Daha önce, benimleyken hiç olmayan bir şey! Ona inanmamı mı bekliyordu? Saçmalık! Aldatma mı? Başka bir kadın mı? Külliyen yalan! Pek sağlam bir hikâye değildi! Kesinlikle bu işin içinde başka bir şey vardı hatta bundan emindim! Emin olduğum başka bir şey daha vardı! Ona gelinliğini yaktıracak kadar sert bir şey! Süreyya asla yalan söyleyemezdi! Hay sıçayım ben böyle işe! Ona bir şey olmuştu! Değişmişti, yalan söylüyordu hem de bana! Siktir! Biliyor olabilir miydi?!

Süreyya, hayatım boyunca tanıdığım en samimi en doğal kadınlardan biriydi. Onun samimiyetine aşık olmuştum. Ama bana olanları anlatırken bir gram bile samimi değildi!

Helikopter, şirkete inmişti. Yavuz, bir hışımla odasına geçti. Hala çok öfkeliydi ve öfkesiinn gözünü kör ettiğinin farkındaydı. Atladığı bir şeyler vardı ama ne? Bir süre, şirkette kalıp olanları sil baştan düşünmeye başladı. Enver ailesine onu bulduğunda haber verecekti ama henüz bir sey söylemek istemiyordu. Bir süre daha sirkette kaldı ama orada durmak bir işine yaramıyordu. Geçen her an onu bunaltıyordu. Eve gitmeye karar verdi kendi evine orada daha iyi düşünebilirdi. Acaba, dedi içinden "Süreyya'yı orada bırakmakla hata mı ettim?" Tüm bu düşüncelerle evine gitmek üzere yola cıktı. Bir şeyler döndüğünden emindi. Tetikte olmalıydı!

....

 

Loading...
0%