Yeni Üyelik
38.
Bölüm

BÖLÜM 36(Milad)

@nefelicalliope

Yazardan;

Muhtelif Zaman Yıldızı Süreyya benim hiç beklemediğim anda gelen güzel yolculuğum olup çıktı. Güzel şeylerin hiç beklemediğimiz anlarda geldiğinin kanıtı benim için. Bana geldi ve benim elimle de sizlere ulaştı. Ulaşmaya da devam edecek. Onu benim gibi sevip okuduğunuz, sahip çıktığınız için ne kadar teşekkür etsem az. Hikâyemin bundan sonraki bölümü benim için de, karakterlerim için de, yeni başlangıçlara gebe olacağından ikinci yarısı için ayrıca heyecanlıyım. Bundan sonra gerçek olan her şeyi görmeye benim kadar hazır mısınız? Gerçek duygulara, huzura, sevgiye, mutluluğa ve aşka hep birlikte yelken açacağız... Gökbey ve Süreyya' nın miladı başlıyor... Keyifli okumalar dilerim...

 Keyifli okumalar dilerim

Süreyya&Gökbey

Gökbey, sadece bakıyordu. Süreyya'nın yüzüne doğru hareket edip gözyaşlarına dokunmasına aldırmadı. Karşı koymadan sadece bakmaya devam etti. O güzel yüzündeki şaşkınlıkla beraber gördüğü, merhamete ve emin olmadığı başka bir duygunun varlığına da karşı koyamadı. Düşündüğü ve gördüğü o küçük kızdı. Onunla ilgili anıların, su yüzüne çıkmasına sessizce izin verdi. Süreyya onun gözyaşlarını silerken, o da konuşmuyordu. Onu burada gördüğüne inanamıyordu. Ama inanmasına gerek yoktu, gerçekti.

Onun varlığına tüm bedeniyle ve ruhuyla şahitlik ediyordu. Uzun boyuyla, kaslı vücuduyla, geniş omuzlarıyla, onu sarmalayan güçlü kollarıyla ve sıcaklığıyla en önemlisi de gözyaşlarıyla ben buradayım gerçeğim diyordu. Çok fazlaydı, çok yoğundu ona dokunmak, görmek gözlerinin içinde kaybolmak, görünmeyen ama orada olduğunu bildiği gamzesinin anısıyla, her şeyiyle çok fazlaydı... Titriyordu Süreyya, "ya bırakırsa beni o sıcaklık, ya bakmazsa o gözler bana artık. Ne yaparım ben?" diye, içinden geçirirken aynı zamanda şu an düşündüklerine de anlam vermeye çalışırken, delicesine çarpan kalbine söz dinletememekten ölesiye korkuyordu. İstemsizce aktı gözlerinden orada olduğundan habersiz gözyaşları...

Dayanamadı Gökbey, yabancı değildi ki Süreyya. Oydu, küçükken gözündeki lekeye hayran hayran bakan, merak edip gözünü oymak pahasına parmağını hiç utanmadan, her defasında gözlerine sokmaya çalışan küçük kızdı o, arkadaşlardı. Tanıdığı bildiği Süreyya'ydı. Ona kızınca hemen ağlayıp babasına seslenen, ardından babasının gelip, ikisini de dizlerine oturtarak nasihat verip sımsıcak gülümsemesine sebep olandı! Bu saatten sonra, ne engel olabilirdi ki? Onun gözyaşlarına hiç tereddüt etmeden dokunan Süreyya mı engel olacaktı? Birbirlerinin gözyaşlarını silmeye... Sanki gerçek ailesini bulmuştu, öyle bayrammış da harçlık alıp sevinen çocuklar gibi şendi ruhu, bayramlıklarını giyip adam gibi davranan ama aynı zamanda da çocuk neşesinden hiçbir şey kaybetmeyen, bozuk paraya, şekere sevinen çocuktu şu an Gökbey!

Doyasıya yaşamak istedi, Süreyya'yı bırakmak istemiyordu. Ona olan, o büyük merhametinin sebebi bu muydu? Onun içten içe hayatının düğümünün kilidi olması mıydı? Sebep neydi? Süreyya' yı milim milim kendisine çeken! Süreyya, küçücük bir gülümseme gönderdi, gözyaşlarını silen Gökbey'e. Ah işte bunu yapmamalıydı. Önce anısında belirdi gamzesi ve gerçeğe geçiş yaptı. Tam oradaydı karşısında! Gamzesine gülümsedi Gökbey...

Öyle yakındı ki kalpleri, sanki yalnızca birbirleri için çarpıyordu. Öyle anlayışlıydı ki ruhları, sorgusuz sualsiz tek kelime etmeden birbirlerini dinliyorlardı. "Neden tepki vermiyor?" diye, geçirmişti önce içinden, "normal olanı yapması gerek diyordu ama normal bir şey miydi şu an yaşadıkları? Normal neydi ki hem? Anlamsız bir kelime sadece." dedi. "Anlamlı olan ise, sustuklarıyla anın farkında olmaları değil miydi?" Mutluydu Gökbey, bilinmezliklerinden birinin kilidini açmıştı Süreyya, hem kilidin kendisi olup, hem de anahtarı olması nasıl bir mucizeydi. Mucizesine baktı Gökbey!

Derin derin baktı... Boğulmaktan son anda kurtulmuş da, aldığı o ilk nefesinin ruhuna can olmasıyla baktı. Sonra aniden hareket etti. Gevşettiği kollarını tekrar hareket ettirdi. Hiç çekinmeden sarıp sarmaladı. Saçlarına gömüldü kafası, içine çekti o tertemiz ruhun kokusunu! Sanki kaybolacakmış, yok olacakmış gibi sarıldı. Hayatında ilk defa sarılma hissinin, ne demek olduğunun farkına vararak ve anda kalarak, o anı yaşadı! Süreyya da sarıldı, tıpkı onun gibi sorgulamadan, ona sonsuz ihtiyaçla sarılan Gökbey'e sımsıkı...

"Buldum seni." Dedi, buğulu bir ses Süreyya'nın saçlarına doğru... "Sonunda buldum seni!" "Hep benimleymişsin oysaki nasıl anlayamadım. Nasıl uzak olmana izin verdim! Seni ilk gördüğümde tanımalıydım! İlk gördüğümde, çekip almalıydım seni o kaosun içinden! Özür dilerim Süreyya." dedi, hala saçlarına esen hafif bir meltemmiş gibi çıkıyordu sözler dudaklarından...

"Tatlı tatlı, kaos derken bile bu kadar naif, bu kadar incitmeden söyleyen kalp mi olurdu?" dedi, Süreyya. Şimdi çatlayacaktı kalbi, aşık olduğu adamın yanında... "Sakin ol." Dedi, içinden "sakin ol, daha yeni başlıyoruz." "Bir dakika," dedi içinden. "Buldum seni demişti, ne demekti bu?" Bir süre öylece kaldılar. Gökbey, ilk defa bu kadar umarsızdı, kalbi patlayacakmış gibiydi. Patlasa ne yazardı umurunda mıydı ki? Sonra Süreyya' yı yavaşça bıraktı. Sendeledi Süreyya onun yokluğuyla, hemen tuttu yine Gökbey, bu saatten sonra onun saçının telinin incinmesine bile izin vermezdi. Gözümü çıkarmaya çalışsa da umurumda değildi. İsterse gözlerini ona bağışlayabilirdi. O gözler, zaten hep onundu...

Aklından geçenlere gülümsedi... Yaşadığı hisse gülümsedi. Gamzesini göstermekten çekinmedi bu defa üstünlük sağlamak lazımdı ama nasıl sağlayacaktı ki gamzeler yarışabilirdi ama kaybeden olmazdı! Süreyya isterse, gamzesi de onun olabilirdi... Her şey, onun olabilirdi tüm benliği, kalbi, ruhu, çoukluğu, gençliği, aşkı, her şeye sahip olan ama bunun bilincinde olmayan her şeyine baktı... Her anın tadını çıkararak, her anını aklına kazıyarak!

Süreyya, konuşmak istiyordu ama ne diyeceğini bilemiyordu. Odadaki loş ışığa şükretti keza yüzünün kızardığından, hatta alev alıp ateş saçtığından emindi. Utanıyordu... Hem de fena halde, az önce yaptıklarından dolayı utanıyordu. "Ya ters bir şey söylerse." dedi, içinden "ya kalbimi kıracak bir söz söylerse." dedi. Kalbi, ritmini değiştirmişti, yine kafasına göre takılıyordu. Ama sorması da gerekiyordu. "Seni buldum sonunda" demişti, "ne demekti ki bu şimdi?" Gökbey anlıyordu. Süreyya kıpır kıpır dı, karanlıkta bile kızaran yanaklarını, burnunu görebiliyordu. Gülümsedi yine en şaşalısından!

"Sor hadi." dedi, "çocuksu neşeyle, sor ki anlatabileyim, sor ki her şeyi sen de bil, sen de benim hissettiklerimi hisset." dedi, hiç tereddüt etmeden ciddileşen ama sıcacık sesiyle!

Nasıl sormazdı Süreyya, onu henüz konuşmadan anlayan adama! "Sormama gerek var mı ki? Zaten bilmiyor musun ne diyeceğimi?" dedi, heyecandan titreyen ama saklama gereği duymadığı yumuşacık sesiyle.

Tekrar serdi gamzesini, gözlerini kaçırmadan Süreyya'nın kalbine.

"Kalbime indirecek bu adam! Bu kadarda olmaz ki ama! Ne acımasız!" dedi, Süreyya içinden. "Bakma şöyle be adam." Gözleri kaçmak istiyordu ama kalbi, dur orada sakın bu güzellikten beni bir an olsun bile alıkoyma." Dedi.

"Benim kadar, allak bullak olacak mısın? Eğer olursan anlatırım." dedi, Gökbey.

"Zaten allak bullak oldum. Perişanım be adam, bu ne insafsızlık. Senin merhametine ne oldu?" dedi. Ama içinden... Ardından da; "Nasıl? Yani ben..." dedi, "dalga mı geçiyorsun sen benimle ne demek bu şimdi?" dedi, bir anlık, küçük ama küçücük bir öfke patlaması yaşayarak daha fazlasına gönlü razı gelmezdi ki...

"Asla! Hiç duymamış olayım, anlatacaklarımda gayet ciddiyim. Aslında garip olan, şu ki ben de az önce öğrendim ve sen tam aradığım cevap olarak bana geldin. Süreyya Feray Enver, sen tüm kilitlerin anahtarısın."

Süreyya, durdu ne demek istediğini düşünürken mimiklerine engel olamadı, gördükleri de Gökbey' in gülmesine engel olmadı. Dayanamadı Süreyya, omzuna geçirdi bir tane. Ardından da "reflex" dedi, gülerek.

"Tabii." dedi, Gökbey. Omuzunu da tutarak "acıdı" dedi! Acımadığından emindi.

" Sen o gözlerini oymadığıma, dua et istersen." dedi, cümle gayri ihtiyari çıkmıştı.

"Sen, o gözleri daha çocukken oymaya kararlıydın zaten Süreyya." dedi, Gökbey. Gözleri parıldayarak bakıyordu. O sırada içinden, "Bu nasıl oluyor? Farkında olmadan, kurduğu cümleler bile o kadar tesadüf değil ki." derken, bu duruma hala hayret ediyordu.

"Oturalım mı?"

Süreyya bekledi onu ama daha fazla dayanamadı. "Ee, ne bu şimdi? Oturduk işte anlatsana çin işkencesi mi ne bu?"

"Sinirlenmek yok." dedi, Gökbey gayet net. Süreyya içinden söylenmeye başladı.

İçinden söylenen Süreyya şimdi susuyordu. Ama ne susmak...

"İçinden söylenmek de yok." dedi, Gökbey.

"Tövbe bismillah." dedi, içinden ardından da, "söylenmiyordum ki, seni bekliyorum işte." dedi, az önce ağladığından kızarmış olan pırıl pırıl gözleriyle. "Sen sadece polis olduğuna emin misin?" dedi, birden ciddiyetle "fazla dikkatlisin, başka özelliklerinde var ama şimdi söylemeyeceğim."

"Sen ona takılma şimdi, konuşacağımız şeyler daha önemli."

"Tamam, sustum başlayabilirsin." dedi, meraktan ölüyordu. Dudaklarını ısırmaya başlamıştı bile, hiç istemese de kendini ele veriyordu. "Sanki birbirlerini, uzun zamandır çok iyi tanıyorlardı. Şu ortama bak." dedi, yine içinden...

"İçinden söylenmek yok demiştim." dedi, Gökbey tek kaşını havaya dikerek, "bu susmak olmuyor Süreyya Feray!" diyerek, uyardı.

"İyi tamam, gerçekten sustum. Meraktan öldürecek misin beni? Söyle daaaa artık!" derken, "şivenin içine tüküreyim senin ben." dedi, kendine. Gülen gözlerle kalmadı Gökbey, o muhteşem şahsına münhasır kahkahasıyla da tanıştırdı Süreyya'yı.

Kalbim, gamzesinde çırpınan, uçmayı yeni öğrenmiş bir kuş gibiydi adeta... Bunun mümkün olabileceğinden habersiz olan ben, neler kaçırmıştım böyle... Gözlerime hükmedemiyordum. Kendimi ona bakmaktan alamıyordum. "Hayır." dedim, kendime "sakın ağlama sakın!" "Ama ben mutluluk gözyaşıyım." diyerek, cevap verdi. Benden bağımsız akmaya başlarken...

Hiç söz dinlemiyordu ne kalbim, ne de gözyaşlarım... Bana bakıyordu, öyle derinden bakıyordu ki yaralarımdan öper gibiydi. Gözyaşımdan öper gibiydi, bırak aksın der gibiydi... Sonra adını bilmediğim düştü aklıma aşık olduğum adamın, gamzesinde kanat çırpan kuş "sor" dedi. "Adını sor..." Hiç düşünmeden uydum emrine.

"Adın ne? Tam adını bilmiyorum."

O da hiç tereddütsüz, tek nefeste "Akif Esat Gökbey" dedi. Adından da, beklenti içinde yüzüme baktı.

Tekrarladım adını, "alış." Dedi, içimdeki yavru kuş "bu isme gönül rahatlığı ile alış..." Nereden geliyordu bu tarifsiz güven hissi... Sonra bir anda dondum kaldım öylece... Aniden soğuyan, buz gibi bir hava ile doldu içim... "Yapma" dedim, sessizce çıkmıştı kelime dudaklarımdan. Devamı geldi sonra artık dilimde beni dinlemiyordu sözlerimde...

"Yapma bunu bana sakın! Sensin..." dedim, sesimin kontrolü benden bağımsız hareket etmekte ısrarcıydı. Hafifçe yükselmişti. "Sen o'sun." dedim, "Hatırlıyorum! Gördüğüm o anılar, oradaki sendin" dememle, kocaman gülümsedi bana o buz mavisi gözlerinin içindeki sıcacık noktayla!

"Biliyordum, o tanıdık hissi yaşarken başka bir şey olduğunu biliyordum!" dedim. Yerimden fırlayarak "inanamıyorum gerçekten de, sen misin?" dedim. Ellerimle ağzımı kapatarak, şaşkınlığımı gizleyebilirmişim gibi... Hâlbuki bu, gizlenecek değil tüm dünyaya haykırılacak bir duyguydu...

O da kalktı yerinden. Benim Süreyya." dedi, "gerçekten de benim!" Neyse ki, "gözlerim hala yerinde." dedi, gülerek! Yine oradaydı işte, beni alt üst eden... "Geçmişimle bugünümü harmanlayan, o tek gamzesi oradaydı. Elimi uzatsam dokunabileceğim kadar bana yakındı."

"Neredeydin?" dedim, artık bağırıyordum. "Sen bunca zaman neredeydin! Ben oradan oraya savrulurken neredeydin? Babam seni her yerde ararken neredeydin! Ben onca kötülüğe karşı mücadele ederken neredeydin? Beni neden yalnız bıraktın?" dedim ve bacaklarım beni daha fazla taşıyamadı olduğum yere çöktüm. "Babam, seni aradı. Hep aradı, asla senden vazgeçmedi! Hala seni aradığına eminim!"

"Bilmiyordum Süreyya! Ben de bilmiyordum. Geçmişimi çok aradım, her defasında yenilgilerle çıktım o geçmişten... Bilmiyordum... Üzgünüm... Her şey için!"

"Adın, adını babam koymuş? Hatırlıyor musun? Kahretsin o gün, o albüme bakarken senden bahsetmişti babam. Tam adını soracaktım ki odaya biri gelmişti. Belki o zaman öğrenseydim her şey bambaşka olabilirdi... Seni daha önce tanıyabilirdim."

"Her şey, şimdi de bambaşka Süreyya, bak bize zamanı şimdiydi ve oldu. Bize bak bulduk birbirimizi!"

"Bulduk... Hala inanamıyorum, bu kadar şey nasıl oldu? Nasıl anlamadık daha önce?"

"İnan bana, bende bilmiyorum. Hatırladığım çok az şey var. Tek bildiğim şu an burada seninle olduğum! Ben sadece geçmişimi bulmadım Süreyya, ben geleceğimi de buldum!" dedi, aynı zamanda Süreyya'ya giderek ona tekrar sarıldı.

"Özür dilerim! Hiç biri senin suçun değildi! Üzgünüm, ben asla seni suçlamak istemedim."

"Biliyorum, güzelim biliyorum...

"Biliyorum, güzelim biliyorum

Görsel; digital_art_fusion

Süreyya

Gökbey'in sesi boğuk çıkıyordu. Süreyya, Gökbey ona sarıldığında tüm vücudunda karıncalar geziyormuş gibi hissetti. Kalbi patlamak üzereydi. "Ya şimdi haykıracaktı içindekini ya da hiçbir zaman... Zaten her şey ortada değil miydi? Ne diye susmalıydı ki... Artık susmak istemiyordu. İyi, kötü ne varsa içinde tuttuğu, sakladığı bilinsin istiyordu. Herkes bilsin ama en çok da Gökbey bilsin istiyordu. Aşık olmuştu hem de çok fena aşık olmuştu. Öyle kapılmama, frene basma durumları söz konusu bile değildi." Yutkundu, keskin bir nefes aldı. Korkuyordu. "Ya o benim gibi değilse? Ya reddedilirsem?" diye, içinden geçiriyordu. "Ama öyle olsa, ona böyle bakmazdı değil mi? Tereddüt etme Süreyya." dedi, yine kendi kendine. "Tereddüt etme!" "Kendi prangalarından kurtul, herkes kendi kalbinden sorumlu değil miydi? Mağlup mu olacaktı, peki dedi "olsun." Mağlubiyetin en güzeliydi bu duygu... Kimden, neyden sakınacaktı ki... Aşkı bulmuştu. Gerçek aşkı hem de Gökbey'de!

"Hiç beklemediği yerden gelmişti. Hiç beklemediği kişiden, geçmişinden geldiğini bilmeden bütün bu yolların aslında ona çıktığını bilmeden... Ne çok üzülmüştü, bilseydi yaşadığı bunca üzüntünün Gökbey'e çıkacağını belki daha farklı olur muydu? Nasıl bir güçtü onları birbirine bağlayan... İçinde kopan fırtınalar durulacak mıydı? Hiç bilmiyordu... Çarpışmıştı kalpleri bir kere, birbirlerinden haberleri yokken hem de..." Buğulu, ıslak gözlerini kaldırdığında o sıcaklıkla karşılaştı... İşte oradaydı, çocukken de hep merak ettiği o noktacık. Kendini görüyordu o noktada çünkü çocukken de o yüzden merak ederdi. Ben de oradayım derdi. O yüzden kendine dokunmak istercesine parmağını hep o göze uzatırdı. Gülümsedi Gökbey, bakışları tutuştu sanki o an... Süreyya;

"Ben..." dedi, sustu yutkundu.

"Sen..." dedi, Gökbey, kendini zor tutuyordu. "Nasıl olmuştu tüm bunlar? Nasıl olmuştu da yıllardır varlığını unuttuğu o duygu, ansızın onunla birlikte ortaya çıkmıştı. Gözlerine bakarken içi ürperiyordu, kimseye karşı böyle duygular hissetmemişti. Ne diyecekti? Gökbey ilk defa korkuyordu. Tüm varlığıyla hissettiği o güç, o elektirik yüklü enerjiyle dolup taşarken, kalbi ondan bağımsız Süreyya'ya akarken beklemek zor geliyordu. Çok güzel bakıyordu... Ürkek aynı zamanda da çok cesur... İki duyguyu içinde barındıran bu gözler ne söylüyordu ona?" tüm bu düşüncelere dalmışken;

"Ben sana hiç ummadığım bir anda aşık oldum Akif Esat Gökbey... Aşkın varlığı, senin varlığınla doldu içime... Sana yaklaştığımda, güneşe yaklaşıyormuşum gibi bir sıcaklık sarıyor her yanımı, kalbimi, ruhumu... Engel olamıyorum, olmak istemiyorum... Bilmeni istiyorum, sadece bilmeni değil, görmeni hissetmeni tüm kalbimle istiyorum..." Diyerek sustu. Sustuklarını da anlasın istedi, o tamamlasın istedi... Kalbinin sesine kalbiyle, ruhunun çocukça, en saf neşesine o da neşesini katsın istedi. Ruhları birbirine sevgiyle karışsın istedi.

Rahatlamıştı Gökbey, öyle bir rahatlıktı ki uzaydaki boşlukta uzanmış tasasızca ayı izlemekteydi sanki bir yanında dünyası vardı. Diğer yanında ona yansıyan ay! Öyle derin baktı öyle huzurlu öyle telaşsız izledi ona bakan bir çift meraklı gözü... Ona bu duyguları hissettiren, dünyasına baktı.. Artık hiçbir şey ve hiç kimse ondan daha önemli değildi... Nasıl anlatacaktı bunu ona? Aklına ateşböcekleri geldi... İki tane parıldayan bal rengi gözlere baktığında... Dökülmeye başladı sözler dudaklarından ardından...

"Sen hiç ateşböceği gördün mü?"

"Görmedim."

"Dur, bak sana resmini göstereyim."

"Gösterme, anlat?"

"Nasıl?"

"Senin gördüğün gibi, bilmek istiyorum."

"Ya görmekle, bilmek aynı şey değilse? Ya gördüğüm gibi anlatamazsam?"

"Anlatırsın."

"Nasıl?"

"Bana baktığın gibi... " derken, yaramaz çocuklar gibi gülümsüyordu Süreyya.

Bazı vedalar yaşanmalıydı... Ben mutsuzluğumla ve umutsuzluğumla Gökbey'in bana olan o anki bakışlarında vedalaştım... Tarifsiz bir heves, huzur, adına sadece mutluluk denemeyecek bir duyguyla birlikte yok saydım olanları!

"Süreyya, sen benim ateşböceğimsin bundan böyle. Sen parladıkça ben var olacağım... Parlaman için beni tüketmen gerekse bile..." dedi, tereddütsüz. Bedenlerinin yakınlığı can yakıyordu... Dahasını istiyordu Gökbey, dahası neyse? Onu görmek, bilmek istiyordu. Daha ne kadar mutluluktan canı yanacaksa yansın istiyordu...

Parıldayan gözlerdeki hevesi gördü, kendi hevesinin yansıması gibiydi... Sonra dudaklarına indi bakışları... Aynı hevesi orada da görmek istiyordu. Onun hissettiğini o da hissetsin istiyordu... Acele yağan yağmurlar değil de, ağır çekimde düşen damlalar gibi yaklaştı yüzleri birbirine... Öyle tutkuluydu ki öpüşmeleri, öyle tanıdık, öyle doğal ve rahat... Korkusuzca... Zaman durmuştu sanki...

Birbirlerinden birkaç santim de olsa ayrıldıklarında. Yağmur sonrası taze toprak kokusu yayılmış gibi çektiler nefeslerini birbirlerinden... O olmazsa öbürü, öbürü olmazsa o nefessizlikten ölecekmiş gibi. Birbirlerinde, havasız kalmak hissiyle yaşadıklarının bu denli mükemmel hissettirdiğine şaştılar... İlk defa öpüşüyormuş gibi birbirlerine olan duygu yoğunluğunun saf acemiliğinde yoğruldular...

 İlk defa öpüşüyormuş gibi birbirlerine olan duygu yoğunluğunun saf acemiliğinde yoğruldular

Görsel; muhammedsalah_

"Bizden yansıyanlardır gördüklerimiz. Peki, ya göremediklerimiz... Hayatımızın neresinde? Ya eksik kalırsak yansımalarımıza..." dedi, Süreyya.

"Kalmayacağız, çünkü artık tamamlandık Süreyya..." dedi, yanı başındaki hırçın güzelliğe hayran hayran bakarak... Onu daha önce de defalarca görmüştü ama hiç böyle bakmamıştı...

"Koşulsuz aşk." dedi, Gökbey. "Koşulsuz aşk" dedi, Süreyya. İkisi de aynı anda "sen!" dediler, birbirlerine sarılmış iki kayıp ruhun sesiydi söyledikleri...

Sabah olmuş, güneşin ilk ışıkları üzerlerine vurduğunda... "Zaman." dedi, "ne anlamsız, zaman hiç tükenmeyen özlemmiş meğer..." dedi Süreyya. "Hep suçlanan ama asla suçlu olmayan tek şey zaman." dedi, Gökbey. "Zaman anlamının içinde anlamını yitiren tek şey hâlbuki bu sözcük dediler.

"Babam aklını yitirecek... "Seni bir an önce ona götürmeliyim Akif?"

Bir anda değişen bir hava hakim olmuştu Gökbey'e... Akif demişti, ilk adını söylüyordu hem de o kadar rahattı ki sanki yıllardır ona hep öyle seslenmiş gibiydi... Bir anda söylediği şey karşısında donup kaldı Gökbey. Aradığı şeyi sonunda bulmuştu. Ailesini değil belki ama Hikmet te onun ailesiydi.

"Ne oldu? Neden susuyorsun? Yoksa gitmek istemiyor musun?"

"İstemez olur muyum hiç! Gerginim sadece biraz ama Hikmet Bey' i görmeyi çok istiyorum." Yaşadığı duygu yoğunluğunu anlatabilecek gibi değildi... Her şey çok hızlı gelişiyordu. Süreyya'nın heyecanı, çocuksu anlık tepkileri düşünmesine fırsat vermiyordu. Ama o düşünmeden hareket edemezdi. Süreyya ise onun, hiç düşünmeden harekete geçmesini istercesine beklenti ile bakıyordu.

"İyi, ama sen bana böyle bakarsan benim sana evet' ten başka diyecek sözüm olmaz ki..."

"Öyleyse, tüm evetlerin benim olsun mu?" dedi, gülerek.

"Nasıl olmasın ki? Sen benim sonsuzluğumdaki tüm evetlerimsin Süreyya Feray... Ruhlarımız çok önce, biz habersizken anlaşmış bizim... Kalplerimiz birbirine değmiş bir kere, fena halde çarpışmışlar... Gözlerimiz şahit olmuş anlaşmaya, gamzelerimiz söz vermiş... Biz şimdi ne desek lafı güzaf be güzelim." dedi, yüzü aydınlanarak gamzesini de şahit olan gözler önüne sererek.

Sabahın ilk ışıkları odaya dolmuştu. Birbirlerinin yüzünde, aynı anda sabahı ilk görüşleriydi... Gülümsediler birbirlerine sarılı bedenleriyle, babasının odasında otururken güneşle aydınlanan yüzlerindeki gülümsemeyi hissettiler. Hissettikleriyle mutlu bir huzur doldu içlerine.

Süreyya, ilk defa yaşadığı duyguların sersemliği ile bakışlarını kaldırdığında onu izleyen haleli gözlerle karşılaştı. Kalbi takla attı, olduğu yerden memnun bir şekilde. Gökbey' de de aynı memnuniyet mevcudiyet bulmuştu karşılaştığı bal yumuşaklığında ki gözlere bakarken... Heyecanını hiç kaybetmemiştiler. Her ikisi de, anlamsız gelen her şeyin anlam bulduğu geceden sabahın ilk ışıklarını beraber karşılarken...

"Bana ömrüm boyunca böyle bakabilir misin?" dedi, Süreyya.

"Ömrümden ömür katarak da bakabilirim... Yeter ki sen, hep benimle ol..." dedi, Gökbey. "Senden başka gidecek yerim yok benim Süreyya... Tek bir dilek hakkım var o da seninle beraber geçirilecek bir ömür..."

"İzahı olmayan duygularla, tek başıma başa çıkabileceğimi sanmıyorum... Sensiz tek bir an bile geçirmek istemiyorum. Benim de tek bir dilek hakkım varsa eğer o da bu olsun Gökbey... Benim dileğim sensin, sende kaybolmak istiyorum, aşka dair ne varsa seninle yaşayıp tatmak istiyorum... Aramızda ki bu çekim yasasını, seninle sadece seninle ihlal etmek istiyorum. Cezamda, hediyemde sen ol istiyorum..."

"Süreyya, beni delirtiyorsun... Seni bildiğimi, tanıdığımı sanıyorken bana öyle büyük yanılgılar içerisinde kaybolmuş olduğumu göstermekten hiç çekinmiyorsun! Ne olacak senin bu meydan okumaların? Bana neler yaptığının farkında bile değilsin. Biz birbirimize ceza değil ancak can suyu oluruz! Tıpkı yeni ekilen çiçeklere verilen ilk can suyu gibi... Bana hissettirdiğin bu. Bunu aklından çıkarma."

"O zaman şimdi ben ne istersem sen onu yaparsın değil mi?"

Gökbey, imalı bir şekilde tek kaşını kaldırarak dikkatlice Süreyya' ya baktı. O muzip bakışları yine yüzündeydi.

"Aklından neler geçiyor acaba?"

"Aklımdan geçen çok şey var, hepsi birbirine çarparak oradan oraya savruluyor! Yakalayamıyorum o kadar güzeller ki yıldızlarla dolu gökyüzü gibi..."

"Aklımı da çok sev diyorsun yani?" Dedi, sakladığı gamzesini ortaya çıkararak gülümsüyordu. Aynı şekilde aldı cevabını Süreyya'nın gamzesinden öperek...

Kalbi durmak üzereydi Süreyya' nın tüy gibiydi dudakları öyle hafif, öyle yumuşaktı ki öpüşü hayal mi gerçek mi bir an anlayamadı.

"Ee istediğin ne Süreyya?"

"İşte o naif ses." dedi, "beni benden alan." Yutkundu Süreyya. "Bir insanın sesine aşık olunabilir miydi? Bilmiyordu ama şu an hissettiği şey Gökbey' in sesinin onu tesiri altına aldığıydı. Kendine gel Süreyya tamam adamın sesi de güzel, kendi gibi kalbi gibi en önemlisi de ruhu gibi güzel adam..."

Gökbey sesli güldü bu defa, farkındaydı yine içinden kendisiyle konuşuyordu. Bu halini de seviyordu.

Süreyya, bakışlarını ona çevirdiğinde, "gülme be adam ne diyeceğimi unutturuyorsun, aklımı başımdan alıyorsun. Bak yıldızların hepsi yok oldu senin yüzünden! Ne söyleyecektim ben şimdi!"

"Hayatım, beni meraklandırıyorsun. Benimleyken kendi kendine konuşmak yok! Bu ilk kuralımız olsun!""

"Al işte yine anladı!" dedi, "Ya ne olacaktı ki dikkatli adam!" diye, cevabı yapıştırdı iç sesi.

"Bak hala!"

"Ayy tamam! Ne diyeceğimi unutturdun bana, akıl mı bıraktın ki. Şu halime baksana?" dedi, bir tık şaşkın bir ifadeyle! Onun bu hali Gökbey'i daha da neşelendirmişti. Gülmeye devam etti.

"Kurallarımız mı olacak yani ikimizin mi? Nasıl kurallar bunlar? Ne anlamalıyım bundan?"

"O kısma sonra geliriz, sen az önce ne söyleyecektin? Biraz daha burada kalırsak tüm çalışanlara güzel bir magazin haberi vereceğiz gibi duruyor." dedi, saatine bakarak.

Hatırlamıştı Süreyya, "tamam hatırladım, evet haklısın ben de tam onu diyecektim aslında! Bu şekilde haber olmak istemeyiz! Kahvaltıya gidelim mi?"

"Bunu mu söyleyecektin?"

"Evet, aslında tam olarak şöyle, bazı kavuşmalar var yaşanmayan... Diyorum ki sence de tam zamanı değil mi?"

Anında anladı Gökbey! "Hikmet Bey!" dedi, derin tek bir soluk verirken.

"Evet, seni ona şimdi götürmek istiyorum. Lütfen! İtiraz etmeden önce bir düşün."

"İtiraz edebilir miyim sence, ne senin isteğine ne de benim yılladır özlemini çektiğim gerçeğime itiraz etmeyi bir an bile düşünmedim düşünemem..."

Süreyya sevgiyle baktı. Öyle yoğundu ki bakışlarından ona akan duygular. Saklamaya ihtiyacı yoktu. Olduğu gibi gösteriyordu kendini, hiç yalansız dolansız şeffaf bir baloncuk köpüğü gibiydi havada uçuşan hisler, söylenenler hatta söylenemeyenler...

"O halde gidiyor muyuz?"

Gökbey, Süreyya'yı da kendisiyle birlikte tek bir hamlede oturdukları yerden kaldırdı. Bedeniyle sardı narin bedenini, aynı hızda cevap verdi Süreyya'nın kesilen nefesi bu dokunuşa... Sanki onu hareket ettiren sadece oymuş gibi süzülürcesine, bedenleri uyumlu bir şekilde hareket etmişlerdi.

Aralarındaki bu çekim ve uyuma bir kere daha şaşırdılar. Heyecanlanmalarına engel olamıyorlardı... İstekle baktılar birbirlerine özlemle... İki kişi aynı anda, aynı duygularla bu kadar yoğun bir şekilde birbirlerine doğru akarken bir mucizeydi yaşadıkları... Mucizeyi taçlandırmak istercesine buluştu dudakları bir kere daha... Tanıdık hisler daha da yakıcıydı. Alev alan duygularıyla beraber dudakları kül olurken...

Hiçbir ayrılık bu denli zor gelmemişti. Birbirlerini bıraktıklarında acı çeker gibi oldular. Hemen ardından alnına sıcak bir öpücük daha geldi Süreyya'nın acısını hafifletmek istercesine öpüyordu Gökbey...

Elleri kavuştu hemen, diğer eliyle albümü aldı Süreyya ardından birbirlerine baktılar güvenle...

Süreyya

"Farkında olduğum, tüm anlamsız bağlayıcı bağlardan, yaşadığım deneyimlemeler neticesinde kurtulmayı, iplerimi koparmayı başarmıştım. Elbette tamamen iyileşmemiştim. Hasarlarım vardı, onları yara berelerimin içinde saklı tutmaktan vazgeçmiştim. Ben orada olmalarına izin verdiğim sürece, yaşamımda etkileri olacaktı. Gerçekten düşününce, bir vazgeçişin ne denli yeni ve güzel bir başlangıca sebep olduğunu görüp idrak edince, anda kalmayı düstur edinince olaylar bambaşka boyut kazanmıştı benim için... Yolda kalmaktı mesele ama yolda durmak değildi. Karşılaşmaların durunca değil, ilerlediğinde yaşandığını fark edince, hem yolda kalıp hem de yolu güzelleştirdiğimi anladım."

"Gökbey sayesindeydi... Yürüdüğüm yollardaydı ayak izleri, kaldığım yoldaydı ruhunun sesi... Tek yaptığım Yavuz'un üzerime ilmek ilmek ördüğü kabuktan sıyrılmaktı. Yeniden doğmuştum Gökbey'i anımsamamla birlikte... Görsel olarak çok hoşunuza giden ama tadını asla bilmediğiniz için yeni bir şeyi denemekten dolayı ürkek adımlarla ona gitmek değildi bendeki bu haleti ruhiye..."

"Bazı vedalar şarttı... Beni en çok zorlayan ise, olmadığım bir kalıba zorla sığdırılmış olan Süreyya'yaydı vedam... Bunu sana vedam say Yavuz! Ben mutluyum, senin bende bıraktığın arbededen galip çıktım. Artık benimle savaşamazsın. Beni içinden çıkılamaz durumlara boğup, sonra da kahramanım olabileceğini sandın ama bilmiyordun ki ben hiçbir zaman masallara inanmadım. Demem o ki, sen en baştan kaybedendin. Ben ise, hayattaki gerçekliğine kavuşandım! Sen Gökbey' e giden yolda yaşadığım bir imtihandın! Sen, sadece koskoca bir yalandan ibarettin! Kendi yalanlar çukurunda boğulmaya devam etmeni diliyorum!"

"En değerli hazinenin merhamet olduğunu söylemişti babam! Özellikle bir erkekte merhamet duygusu yoksa o kişi asla erdemli olamaz, bunu sakın unutma ve hep göz önünde bulundur kızım derdi! Öğüdünü göz ardı ettiğim için çok üzgünüm baba, ama biliyor musun? Seni dinledim, şimdi beni merhameti ile kendisine çeken bir adama aşık oldum. O benim ilk aşkım baba! Senin öğüdün benim dünyam olmak üzere baba!"

"Attila İlhan " yeniden başlamakla geçiyor ömrümüz" demiş. Ama başka başlangıçların bizleri bambaşka noktalara götürdüğünü, o gittiğimiz noktaların sonsuz ve gerçek olabilme ihtimalini ve bizi aşkla tanıştırabileceğinden bahsetmemiş o mısrada. Biten şeylerin aslında bizi yenilerine hazırladığını es geçmiş! Zihnimizde çiçekler açtırdığından nasıl habersiz yaşadığımızı dile getirmemiş. İmkânsız, bir milyar ışık yılı uzak görünen şeylerin bir anda nasıl mümkün olduğunu sezememiş! O sezilmemiş sırlara nail olduğum için nasıl bir dua aldığımı bilmek istiyorum. O sırların içinde, kendimi bulmaya hazırım! Bulduğum kendimde Gökbey'in de kendisini bende bulmasına hazırım!"

"Geriye sadece birlikte yaşanılacak umutlar, kurulacak hayaller, yaşanacak küçük sevinçler, birbirimizin hüznünde üzülmek, aşkında doyumu yaşamak kalıyor... Tüm uyumsuzlukların içindeki uyumumuzda Gökbey hangi duamın kabulü... Kalbimi önce Allah'a, sonra Gökbey' e ilk defa tereddütsüz emanet ediyorum! Onun sükûnetinde yaşlanmak istiyorum. Yaşayacaklarımız masal değil biliyorum. Onsuz boşa geçen zamanımın, her anını onunla dolup taşan bir zamanda geçirerek, kayıp zamanın yasını tutmak yerine o zamanın içinde mutlu olacağım! Zaman bile asıl sahibine esir iken, benim sandığım ama büyük yanılgım milat oldu benim için..."

"Mahrum kaldığım güzel ruhlu adamı, her şeyimle seviyorum... O istikamette dünyanın yarısı vardı, hatta biraz daha ilerisinde tamamı... Gökbey'e baktığımda gördüğüm şey tam olarak buydu... Benim tek istikametim oydu! Zamanın mümkün kıldığı takdirle telafi edeceğim ondan gelecek olan kalben sitemlere bile razıyım. Gönül razılığı bu mahcubiyet değil, gönlümdeki yerinde rızamla var oldun! Gönlündeki yerinde rızanla var olmayı dileyeceğim! Çocuk yüzünde, çektiğin yoksunluğu görüyordum. Hep gölgelerde saklanırdın etrafı oradan izlerdin güneşli havalarda. O zamanlar bilmezdim gözündeki o hale dışındaki kısmın güneşten hoşlanmadığını... Uçsuz bucaksız mesafeler, görürdüm bulutsu gözlerinde..."

"Yanlış üsluplarda, doğrularımı kaybettim. Bilemezdim ki kaybettiklerim miladım olacak! Yok, olan sınırlarımda, sınırsızlığımı keşfettim. Bilmeden sustuklarımda, bildiklerimle yoğrulduğumu keşfettim. Beni sığ sularda boğulmaktan çekip aldı! Tam zamanında, tam olarak olması gerektiği gibi... Hayatın zorbalığında, çekingen kalmak yerine, alçakgönüllü olmayı tercih ettim. Naziklik ile zayıflık arasındaki o ince çizgide yürüdüm bir süre..."

"Korkuma yenilmek yerine, onunla yüzleşmeyi kabul ettim. Her kabul edişin, yenilgiden ibaret olmadığını bilerek. Hala gerçekten kendimden verebileceğim sevgim var olduğunda, içim onun sıcaklığıyla dolduğunda aşık olduğumu anladım. Bunun inancına, bile isteye kapıldım bu defa... Tanımadığımı sandığımda, aslında iki ruhun birbirini çoktan tanıdığını fark ettim. Gökbey beni en kederli olduğum anda bana uzayan bir dostun sıcak sesiydi."

Gökbey

"Şu an karşımda gördüğüm Süreyya, bambaşkaydı... Aylarca onu izlemiştim, arkadaşlarının, ailesinin, en önemlisi de Yavuz'un yanında. O'nun kalbinin gücünü hafife almıştım... Masallara inanan bir prenses gibi yaşamayı seven, zorluklarla karşılaşmamış, gerçeklere çok da dayanıklı olmayan birisi zannetmiştim. Bu derece yanılacağımı hiç düşünmemiştim."

"Evet, karşılaştığı bazı durumlarda tepkilerinde farklılıklar, gerçek ona ait küçük anlar keşfettiğim olmuştu ama o zamanlar yeterli değildi benim için anladıklarım... Ne kadar çok eksikmiş, bendeki Süreyya meğer... Şimdi onun bu gerçek haline hayran olmamak mümkün değildi... Süreyya, benim imkânsızlıklarımı, mümkünsüzlüklerimi yerle bir etmişti. Etmeye de devam edecekti. Bunu açıkça görüyordum. Herkese görünmez olan Süreyya, bana ne denli şeffaf olduğunun farkında değildi. Doğaldı, gerçekti, saftı! Özensiz olduğunda bile özenliydi."

"Düşünceleriyle, duygularıyla, duruşuyla, bakışıyla bana öyle bir gelmişti ki, gelişiyle beraber yakıp yıkmıştı içimdeki tüm belirsizlikleri, yaşanmışlıkları, yaşayamadıklarımı akarsuyun yönünü değiştirmişti. Ona aşık olmuştum! Öyle bir incelikle örmüştü ki ağlarını içime sezdirmeden, hazırlıksızdım ilk defa onun aşkına! Korkmuyordum ona kendimi bırakmaktan. İlk defa tekinsiz yollarda yürümek bu kadar heyecan vericiydi, merak uyandırıcıydı. İçimi, kendisiyle usulca dolduran Süreyya'nın geçmişimde olduğunu bilmek güven vericiydi. Yeni birini tanımanın zorluğunu yaşatmıyordu bana. Sadece hep var olduğu yerine geri gelmişti. Soğuk memleketlerden, sıcak topraklara uçan leylekler gibiydi nereye gittiğini de nereye döneceğini de gayet iyi bilen... Sürekli yolculuk içinde olan..."

"Kalbime değdiğini bilmeden, içime ruhuma yolculuklar yapmıştı tüm bu süre boyunca. Ona karşı hissettiğim merhametimi, artık onsuz olamayacağım bir aşkla bağlamıştı. Benden izin istememişti gönlüme girerken, izne ihtiyacı olmadığını biliyordu. Öyle sarsılmaz bir özgüvene sahipti bendekinin yansıması gibiydi. Bizimkisi örümceğin ağlarını ördüğü sağlamlıkla ve naiflikle inşa edilen eşi benzeri olmayan bir bağlılıktı. Şimdi her şeyi daha iyi anlıyordum. Çok uzun zaman görüşmeyen ama birbirini gördüğünde aynı yerden sorgusuz sualsiz devam eden iki dostun ruhuyduk biz! Hayatın olağan akışında, birbirinden kopmuş fakat görünmez iplerin bağıyla birbirine tutunan, bilmeden birbirine güç veren iki canlı, birbirine mütemadiyen özlem çeken ruhlardık biz! Birbirinde kendini, sevgiyi aşkı bulan!"

"Yılların özlemi vardı içimde, çoğunun neye olduğunu bilmediğim, beni yakıp kavuran kül olup yeniden alevlenen bir döngüye haps olmuş gibiydim. Cezasından memnun mesut kalbim tüm yorgunluğuma özlemime değen... İfadelerim kifayetsiz kalacaktı, eksik olacaktı ne desem, sussam içime sığmayan sözcükler ezecekti beni konuşsam razıydı gönlüm. Gölgelerden çıkarmıştı gönlümü, tatlı nazik kalbinin sesiyle güneşin güzelliğine inandırmıştı beni..."

"Kirpiğinde kalan yaşı seviyordum. Korktuğundaki nefes alışını, bal rengi gözlerindeki buğuyu, sesindeki o küçük kız neşesini, sevdiklerinin zarar görmemesi için kendini feda edişini, bana bakmadan, kim olduğumu bilmeden beni görme isteğini, güvensizliğin dibini yaşadığı bir anda sesimdeki güvene inanışını, kendini düşünmeden, korkusuzca Yavuz'un elindeki silaha alnını dayarken aslında kendinden asla vazgeçmeyişini sevdim. Bıkkınlığında bile öfkesini sevdim."

"Ona haykırdığımda, sessiz çığlıklar atmasına rağmen söylediklerimi kabullenişini sevdim. Yârimin bana kafa tutuşunu sevdim. Yârim kelimesini senle sevdim. Ne çok sevmişim seni Süreyya... Kendinden vazgeçmeyişindeki dayanma gücünü, tüm ıstırabına rağmen kendine, bana tutunuşunu sevdim. Kötülüklerle çevrili, kötü bir insana rağmen, kendi içinde çiçekler açabilmesini sevdim. Kendini vazgeçilmez sanandan, asilce vazgeçişini sevdim. Nezaketinin altında yatan diklenmeni sevdim. Meydan okumanı, her düştüğünde daha dirençli bir halde tek başına yeniden ayağa kalkabilmeni sevdim. İncinen ruhunu, gururunu saklamamanı sevdim. Yenilgiyi kabullenişini ama bunun seni yıkmasına izin vermeyişini sevdim."

"Zaman istemişti Gökbey o da gitmek istiyordu. Hikmet Bey' i görmek için can atıyordu. Ama sindirmesi gereken çok şey vardı. Her şeyi aynı an da öğrenmiş yaşamıştı. Süreyya' nın gerçekte kim olduğunu, yetimhaneyi... Geçmişine dair bulduğu ufak kırıntılardı belki bunlar ama onun için devasaydı. Hikmet Enver gerçek ailesi değildi, belki babası değildi. Ama onun için aileydi. Yeni bulduğu ve bildiği tek aile. Eğer yetimhaneden götürülmeseydi, nasıl bir hayatı olabileceğini düşünmeden edemedi. Daha fazla düşünmeye ihtiyacı vardı."

"Mutluydu ama üzgündü de. Kimsesiz olduğunu zanneden bir çocuğun babasını bulmuş gibi mutlu, annesini kaybetmiş öksüz gibi hüzünlü... Ona tercih hakkının hiçbir zaman verilmemesiydi belki de kalbini kıran. Doğar doğmaz, onu istemeyen gerçek bir aileye sahip olmakla başlamıştı dünyadaki hayatı. İstenmeyen bebekti. Her ne sebeple olursa olsun. İçi sızladı... Kimdi ailesi? Hala hayattalar mıydı? Kardeşleri var mıydı? Nereliydi? Bir insan kökleri ile var oluyordu. Kendini köksüz hissetti o an."

" Aynı zamanda bu hisleri yaşamak ağır geliyordu. Kök salamayan, zaman içinde içten içe çürümüş, büyük bir fırtına da eğilip kırılmamak için direnen bir ağaç gibi. Her insan, köklerini, ait olduğu yeri, orada olup yaşamasa da bilmek isterdi. Başkan' ın daha fazlasını bildiğinden emindi. Onunla konuşması gereken çok şey vardı. İlk önce onunla konuşmalıydı. Onu yetimhaneden almadan önce araştırmışlardı. Hikmet'i tanıdığını, düşünüyordu. Hatta onu bildiğinden hiç kuşkusu yoktu. İçindeki düğümlerden biri çözülmüştü. Sırasıyla hepsini çözeceğine dair kendine söz verdi. Sonucu ne olursa olsun, iyi ya da kötü peşinden gidecekti."

"Zamana ihtiyacım var Süreyya. Tüm bunları sindirmem lazım. Babanı görmeyi inan ben de çok istiyorum. Ama şimdi bu halde karşısına çıkmak içime sinmiyor. Beni anlıyorsun değil mi?"

"Seni anlıyorum. Çok ama çok haklısın. Kendimi senin yerine koymaya çalışıyorken bile zorlanırken, sen tüm bunları yaşadın. Bunların hepsi senin gerçekliğin... Sadece yanında olduğumu, her zaman olacağımı bilmeni istiyorum Gökbey. Fırtınalarla verdiğin mücadelenin sonunda sığınacağın limanın olmak istiyorum. Herkesin, sığınmaya, dinlenmeye, anlamaya, anlatmaya ihtiyacı vardır. İhtiyaçlarının cevabını bulduğun kişi olmak istiyorum. Senden gitmeye niyetim yok. Senin de benden gitmene izin vermeye niyetim yok. Haberin olsun! Bunu sakın unutma... Ne yapmak istiyorsan onu yap, ama beni de yanında tut. Yaşadığın ve yaşayacağın şeyler kolay değil biliyorum. Birlikte yaşayalım. Beni kendinden uzaklaştırma, hayatının parçası olmaktan beni alıkoyma. Senden tek istediğim bu."

"Nasıl güzel anlayışlı bir kalbin var! Söylediğin şeylerin ne demek olduğunun farkındayım. Bunun için de minnettarım. Lakin seni bırakabileceğimi, yok sayabileceğimi düşünmen doğrusu beni biraz incitti. Seninleyken, kendime hakim olmak ne kadar zor hiçbir fikrin yok!" dedi, gülümseyerek. "Yaşayamadıklarımızın birikmiş coşkusuyla nasıl dolup taştığımın farkında değil misin? Henüz her şey çok yeni olduğu için ikimiz de allak bullak olduk ama emin olduğum tek şey sana olan duygularım Feray." dedi, elini kalbine koyarak, diğer eliyle Süreyya' nın elini tuttu ve kalbinin üzerine koydu. "Hepsi burada." dedi, gözlerinin içine bakarak, "sen buradasın, bundan şüphe etmene asla müsaade etmeyeceğim."

Gülümsedi Süreyya, en şaşalısından. Uzun zamandır ilk defa böyle içten gülümsüyordu. Bu yeni gülümsemeyi Gökbey' de anında fark etti. "Bu," dedi, gamzesine dokunarak, "bu gülüş yeni, bu benim olsun! Bundan sonra, benden başka hiç kimseye böyle gülme! Ciddiyim." diyerek eğilmişti Süreyya' nın gamzesinden öptü.

"Sadece senin içindi Gökbey... Bundan sonra herhangi başka birisi için gülümseyebileceğimi sanmıyorum zaten. Bu gördüğün sende ki benin yansıması, bana her baktığında içimden sadece senin için gelen şeyleri göreceksin. Söz veriyorum." Dedi, Gökbey' e sarılarak. Bağımlısı olacağı kokusunu da, içine çekmeyi ihmal etmeden. Ayrıldıklarında yine aynı gülüşü sundu Süreyya, "bana haksızlık olmuyor mu ama böyle?" derken,

"Haksızlık mı? Ne için?"

"Gamzen diyorum," öyle hevesle bakıyordu ki Gökbey' in daha da belirginleşen gamzesine.

"Senindir!" dedi, yoğunlaşan bakışlarıyla yanağını bir miktar Süreyya' ya doğru yaklaştırarak.

Öptü Süreyya, hiç tereddüt etmeden... "Benim..." diye, fısıldayarak. "Benden başkasına gösterme dersem çok mu abartmış olurum?" dedi ardından...

"Zaten hiç gösteresim yok. Gel buraya", dedi yüzünün her yerini öperken Süreyya' da kıkırdamaya başlamıştı.

Şimdi, seni hiç bırakmayı istememekle beraber, gitmek zorundayım. Benim, Baş... Dedi ve aniden durdu. Ardından da toparlayarak, "konuşmam ve halletmem gereken işlerim var. Sen de eve gideceksin sanırım?"

"Evet, eve gideceğim ama senden ayrılmak istemiyorum." Dedi, bir tık huysuzca söylemişti.

"Daha konuşacak o kadar çok şey var ki, hepsi dışarıya çıkmak için birbirini teperek koşturuyor aklımda." Dediğinde, Gökbey sesli gülmüştü.

"Bundan sonra seninle istediğimiz kadar konuşacağız. Merak etme. İşlerimi hemen halletmeye çalışıp seni görmeye geleceğim. Ayrıca gece uyurken camını kapalı tut bundan sonra! Klimanız yok mu sizin hem camı ardına kadar açmak nedir?" dedi bir an da kendisi de neden şuan bunun aklına geldiğine şaşırarak. Aynı şaşkınlık Süreyya' da da vardı.

"Nasıl yani? Sen benim camımı açık bırakıp yattığı mı nereden biliyorsun ki?"

"Orion..." dedi, Gökbey. Nasıl anlatacaktı ki o itin adını anmadan başka türlü bilemedi. Aklına gelen ilk şeyi söyledi.

"Aman Allah' ım sen... Yoksa o gece orada mıydın? Beni duydun mu? Ama neden? Neden oradaydın?"

"Duydum!" dedi, Gökbey. Gerisini söylemek istemedi. "Daha sonra tamam mı? Söz daha sonra konuşacağız." dedi, elleriyle Süreyya' nın yüzünü tutup gözlerinin içine bakarak söylemişti.

"Tamam." dedi, Süreyya sadece düşünceli bir şekilde. Alnını kırıştırıyordu. Bir şeylerin farkında olduğunu anlamıştı Gökbey. "Ama ona o şerefsiz tarafından gizlice izlendiğini nasıl açıklayacaktı ki, onu ürkütmeden yapmak istiyordu. İncitmeden... Yardım alıyor muydu henüz bilmiyordu. Riske atamazdı, şuan isteyeceği en son şey panik atak geçirmesiydi."

Süreyya' ya seslendi cevap gelmedi. Bir kez daha seslendi. Bu defa "Sevgilim, beni duymuyor musun?" diyerek,

"Efendim, afedersin ben sadece düşünüyordum."

"Düşünme sevgilim. Bensiz düşünme..." dediğinde, karşısında ki yüzün karanlıktan çıkıp aydınlanma anı ile Gökbey' de aydınlandı. Kendini tutmaktan vazgeçti. "Hani benim gülüşüm?" dedi, der demez anında belirdi gülüş çıkmak için can atıp hazırda bekliyormuş gibiydi. Süreyya için ona bu gülüşü sunmak dünya' nın en kolay ve doğal olayıydı dışardan görünen buydu ama bu gülüşü bulmak onun için marsta su bulmak gibiydi. Neyse ki gülüşünün varlığına sebep olan şahsiyet tam karşısındaydı artık hep olacağı yerde. Yine öpmek istiyordu onu, "suç muydu istemek?"

"Bence değil? " dedi Gökbey. Efsunlu bakışlarla...

"Nasıl yani? Ben sesli mi söyledim onu! Aman Allah' ım!" dyerek, Gökbey' e sarmış olduğu ellerini çekti yüzüne kapatarak. "Beni utancımla baş başa bırakıp gidebilirsin! Kendime inanamıyorum! Offff" dediğinde Gökbey, kahkaha atmaya başlamıştı bile.

"Süreyya aç gözlerini?"

"Hayır, git buradan. Sen gitmeden olmaz."

"Sevgilim lütfen ama bak neler kaçırıyorsun." dediğinde, anında çekti Süreyya ellerini kapattığı yüzünden. Kahkaha atıyordu Gökbey! Muhteşem gamzesiyle tam olarak ona hiç de normal bakmayarak! Birbirlerine çekiliyorlardı yine... Tam öpüşmek üzereyken Gökbey geri çekilmek zorunda kalmıştı.

Şaşkın bir halde ona bakan Süreyya' nın gamzesinin olduğu yere kısa bir öpücük kondurarak, "birileri geldi, ehh sonunda basıldık." dedi ama gayet sakindi. Süreyya ise tam tersi gayet telaşlı bir şekilde,

"Ne? Ne yapacağız şimdi? Ya babamsa?" diyerek, saatine baktı. "Ama yok o bu saatte gelmiş olamaz herhalde!"

"Ben kimseye görünmeden çıkarım. Sen merak etme. Seni seviyorum..." diyerek, ardından da çapkın bir şekilde gülümseyerek camdan çıkmıştı.

Süreyya, şok içinde baktı. Gökbey'in nasıl olur da 10 saniye içinde tüm bunları yapıp ortadan kaybolduğuna. Ardından telefonuna gelen mesaj sesiyle irkildi. Gökbey'den gelen mesajı okudu.

"O güzel ifadeni değiştirmen lazım. Sonra şaşırırsın, bu arada gelen baban değil." Diyordu mesajda o sırada babasının sekreteri içeriye daldı.

"Süreyya Hanım, siz burada mıydınız? Pardon ben bilmiyordum. Rahatsız ettim." dedi, şaşkınlıkla.

"Hayır, yani yok etmediniz." dedi, Süreyya boğazını temizleyerek. "Günaydın bu arada, ben çıkıyorum." dedi, apar topar çantasını da alarak gitti.

Gökbey yolda giderken, kendi kendine gülüyordu. Utanmıştı sevdiceği... Ne de yakışmıştı. Dedi içinden. "Yalnız basılmak hiç hoş olmadı Akif Bey! Yakıştı mı sana?" Orasını hiç karıştırma! Genelde basan ben olurdum ama bu defa öyle olmadı. Süreyya aklımı başımdan aldı." "Aynen ben de onu diyorum işte, Süreyya çok değiştirdi seni çok. Haylaz bir adam oldun sayesinde!" "Oldum değil mi? İyi de bunu neden kötü bir şeymiş gibi söylüyorsun? Ben olduğum yerden de, şeyden de gayet memnunum. Konu kapanmıştır!" "Evlense de kurtulsak, ne var bu kızda bu kadar, dediğin günleri hatırlatırım sana!" "Hatırlatma iç ses hatırlatma! Büyük konuştum. Dilim kopsaydı da demez olaydım." "Ya gerçekten evlenseydi o şerefsizle?" "Evlenmedi ama! Biriyle evlenecekse o biri ben olacağım!" "Kısmet bu işler..." "Susmalısın artık bence!" diyerek, konuyu kendi içinde kapatmıştı. O an aklından Zekeriya' yı geçirdi. Bu düşünceler, canını sıkmıştı. Evine gidiyordu. Duş alıp kendine çeki düzen verecek ve Başkan' a gidecekti.

Süreyya, üzerindeki telaşı hala atamamıştı. Eve gidemezdi, ama gitmesi lazımdı. İçi içine sığmıyordu. Kuş gibiydi öyle hafiflemişti ki... Tarifsiz hisler içinde ayakları yerden kesilmişti. Birilerine anlatmazsa ortadan ikiye çatlayacaktı. Esma, geldi aklına önce, hemen aradı.

"Canım günaydın."

"Günaydın Süreyya, sen iyi misin?"

"İyiyim iyiyim. Ne yapıyorsun? Müsait misin?" dedi, tatlı telaşı sesine de yansıyordu.

"Uyuyordum..." dedi, doğal olarak sesinden de anlaşılacağı gibiydi. Ama Süreyya öylesine heyecanlıydı ki bunu es geçmişti.

"Uyan o zaman, görüşmemiz lazım?"

"Kötü bir şey mi oldu?" Dedi, Esma Birden canlanan sesiyle.

"Yok, öyle değil ama önemli. Şey ben şimdi eve geçiyorum. Sonrasında atölyede buluşalım mı?"

"Tamam, da, sen bu saatte neredeydin ki?"

"Vakıftaydım. Neyse boş ver şimdi. Gelince konuşuruz. Gecikme olur mu?"

"Allah Allah Süreyya, endişelenmeli miyim?"

"Hayır, canım öptüm seni görüşürüz." Diyerek telefonunu kapattı. Eve gittiğinde henüz kimsenin uyanmamış olduğunu görünce içi rahatladı. Liseli gibi kaçak giriyordu eve bundan dolayı da mutluydu. "Şaka gibisin Süreyya!" Dedi, kendi kendine kıkırdayarak. Kahvaltıya indiğinde ondaki değişimi, ailesi de fark etmişti. Elinde değildi, neşeli ruhu her hareketine her sözüne yansıyordu.

"Günaydın." dedi, cıvıldayarak. Annesini öptü. Ardından da babasına gitti.

"Babam, sana da günaydın." Dedi, ikisinin de şaşkın bakışları arasında.

"Günaydın canım kızım. Seni böyle gülerken görmeyeli uzun zaman olmuştu."

"Öyle." dedi, annesi içli bir şekilde kızına bakıyordu. "Cıvıl cıvılsın bu sabah maşallah kızıma."

"Kendimi iyi hissediyorum bugün, hava da mis gibi. Bir de karnım doyarsa, senin o lezzetli elinle." "Yalana bak, hava da mismiş. Aşık oldum anne desene Süreyya." "Diyeceğiz herhalde ne bu acele? Zaten kendimi zor tutuyorum herkese haykırarak söylememek için!" "Tutma!" "Demesi sana kolay tabii." "Nesi zormuş? Herkes çok mutlu olacak." "Biliyorsun ya işte sebebini." "Masamız şenlenecekti ne güzel yazık!" "Sussana sen artık!"

"Ben doyurmaz mıyım güzel kızımı, oh iştahın da yerine gelmiş. Şükürler olsun. Hadi başlayın siz ben kuymağı alıp geleyim."

Süreyya evden kaçar gibi çıkmıştı. Esma' dan gelen "çıktım ben, canım geliyorum." Mesajını okuduğunda atölyesine yeni gelmiş, kahve hazırlıyordu. Bir gram uyku uyumamasına rağmen, enerji ile doluydu.

Esma, "Ay sabah sabah bu ne trafik ya, vallahi bunaldım." Diyerek, atölyeye girmişti.

"Süreyya? Neredesin? Öldüm meraktan. Kahve mi o mis gibi kokmuş her yer tam da ihtiyacım olan şey."

"Geldin mi, Esma'm hoş geldin. Aynen yeni demledim. Sen otur geliyorum hemen."

"Ne oluyor çabuk anlat. Bu neşe de ne böyle hayır olsun! Hayır değil mi?" dedi, gülümseyerek.

"Ay vallahi hayır Esma! Anlatamadan ortadan ikiye çatlayacağım diye ödüm kopuyordu."

"Yaaa, ver şu bardağı otur hemen başla bakim?"

"Esma,"

"Süreyya?"

"Esma ben..."

"Süreyya sen?"

"Esma."

"Amannn offff ne diyorsun Allah aşkına, bir giremedin konuya! Adımızı yeni mi öğreniyoruz. Söylesene kendinle beraber beni de mi çatlatacaksın."

"Ne kızıyorsun, anlatacağım."

"Dinliyorum."

"Ben aşık oldum Esma, hem de deliler gibi. Böyle dümdüz!" dedi, hülyalı hülyalı.

"Bu mu Süreyya? Bunun için mi uykumun en tatlı yerinde, yârimin kollarındayken uyandırdın beni hım?"

"Neeee? Yârin mi? Mahirle miydin sen?"

"Başkasıyla mı olacaktım? Bu nasıl soru ya! Allah aşkına bunda bu kadar şaşılacak ne var Süreyya?" Dedi, alık alık bakan arkadaşına.

"Heyy, kime diyorum ben? Sende var bir şeyler hadi bakalım."

"Ben de yârimin kollarında uyanacak mıyım Esma he ne dersin?"

"Ay vallahi delireceğim! Güniz olsa çoktan kafana terlik yemiştin. Allah' ım ben niye bu kadar sabırlıyım?"

"Bir dakika sen ne dedin az önce, ne dedin?"

"Ne oldu dedi, imalı bir sırıtışla şimdi şaşırma sırası sende mi? Hem niye şaşırıyorsun benim yârim olamaz mı?"

"Süreyya?"

"Esma?"

"Süreyya!"

"Esma!"

"Ay takıldık yine ya! Yoksa sen, yani siz sevgili mi oldunuz Gökbey' le? Cidden mi oldunuz mu? Olduk biz demeyeceksen hiç konuşma! Vallahi sabah sabah ayarlarımı bozdun. Hıncımı da senden çıkartırım ona göre!" derken, Süreyya' nın huzurlu gülümsemesine baktı kaldı.

"Evet, Esma, Gökbey ve ben artık sevgiliyiz?"

"Gökbey ve sen, sevgilisiniz?"

"Evet." dedi cıvıldayan ses artık onunda alışması gereken bir ses olarak hayatında kalmaya devam edecekti anlaşılan. "Neyse" dedi, içinden "çoktan sevdim ben bu tonu da cıvıltısını da sebep olanı da." dedi.

Esma?

"Esmacığım, hey kime diyorum? Sen beni duymuyor musun? Ay kız şoka girdi. Girer tabii, az çekmedi o da ne yapsın. Sabır taşı olsa çatlardı. Ama o Esma. Çatlamadı o yüzden de. Haklısın üzdüm onu! Ben onu mu diyorum? Ne diyorsun o zaman? Kız sen gerçekleri gör diye nelerle uğraştı. Tamam, gördüm işte ben de! Hamd olsun! Biraz uzun sürmedi mi Süreyya? Ne yapabilirim sürdüyse önemli mi artık? Hem canımı sıkmasana benim. Sıkılsın sıkılsın ki elindekilerin kıymetini bil. Biliyorum zaten sen bir gitsene ben Esma' yla konuşacağım. İyi be ama önce Esma' yı bi kendine getir istersen. Bak hala susuyor."

"Esma, canım arkadaşım, ne olur bir şey söyle? Senin şimdi bir sürü sorun vardır? Sor bak hepsini cevaplayacağım. Esmaaaa diye bağırdı."

Daldığı gibi de şoktan geri çıkan Esma. "İnanmıyorum sana gerçekten başardın sonunda! Var tabi olmaz mı tilyon tane sorum var!"

"Neyi başarmışım ben?"

"Kızım gerçek aşkı buldun ya işte onu diyorum! Ay sen saflaştın mı Süreyya? Hep o meymenetsizin yüzünden! Seni manipüle ede ede gerçek Süreyya' yı almıştı senden. Neyse ki Gökbey yetişti imdadımıza. Dikkatini çekerim imdadımıza diyorum!"

"Aman anladık." Dedi, bir tık enerjisi düşerek!

"Yok, öyle olmaz. Bu defa olmaz Süreyya Hanım. Hemen az önce ki enerjine geri dön bakayım? O sana çok yakıştı be Süreyya. Hep o kalsın olur mu?" Dedi, ciddileşmişti birazda hüzünlenmişti.

"Değil mi ya? Böyle lokum gibi oldum."

"Ya ben seni cidden yerim ama ya! Sonra ama."

"Ne sonra?"

"Sonra yiyeceğim. Önce anlat nerede, ne zaman, nasıl ne ara? Seni yere bakan yürek yakan seni! Önce bunlara cevap ver sonra da detaylara canım?" dedi, tatlı tatlı.

"Detaylarda boğulmaya ne gerek var canım şimdi..." diyerek, hafifçe kızaran Süreyya kendini çoktan ele vermişti. Havada kaptı Esma durumu.

"Sen boş ver, nerede nasılını? Direkt detaya geç bakim?" dedi, heyecanın içindeki hevesle.

"Bir nefes al Esma, anlatacağım her şeyi."

Sustu.

Sustular.

"Tahminen ne zaman canım?"

"Ne, ne zaman kuzum?"

"Süreyya? Senin balatalar yanmış yanmış canım da benimkinden ne istiyorsun anlatsana artık! Kurudum kaldım burada!"

"Ha, tamam tamam."

"Hele şükür."

"Dün gece oldu. Yani ben dün seanstan çıktıktan sonra vakfa gittim. Geç saate kadar da çalıştım. Sonra da çıktım ama telefonumu unutmuşum mecburen geri döndüm. Babamın odasına girdiğimde ne göreyim?"

"Ne gördün?"

"Onu, Gökbey'i."

"Nasıl yani?"

"Yaaa, benim yaşadığım şoku düşün bir de?"

"Devam et sonra ne oldu dedi ısrarla, Süreyya her şeyi anlattı. Esma usulca dinledi. İçi parçalandı. Mahir' le aralarında ki olan gizli bağı sevdi kendince. Olanlara inanamadı. Her detayında gerçekten de boğuldu. Sonunda da içi huzurla mutlulukla doldu. Süreyya adına sevindi, Gökbey adına, Mahir adına. En çok da Hikmet amcası adına... Güldüler, ağladılar birlikte tüm bu süre boyunca duygudan duyguya geçiş yaparken...

"Zamana ihtiyacı var Esma. Ben de o yüzden ısrar etmedim. Ama deliriyorum biliyor musun? Meraktan heyecandan. Babamı düşünmekten, Gökbey'i düşünmekten. Ne olacak, nasıl olacak diye kafayı yiyeceğim!"

"Haklısın, valla inanılır gibi değil. Yani şimdi siz küçükken tanışıyormuşsunuz? Olaya bak ya! Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi."

"Yani, evet öyle çok fazla anımız yok ama o zaman da Gökbey'in başına birazcık belaymışım."

"Yani, çocuğun gözünden ne istediysen, parmağını gözüne sokmaya çalıştığına inanamıyorum Süreyya."

"Çocuktuk herhâlde, merak etmişim ne var?"

"Tamam, kızma canım."

"Şimdi ne olacak peki?"

"Ben diyorum ki önce Mahir'le görüşsünler. Adım adım gidelim. Yani sence nasıl olur?"

"İyi olur, çok iyi düşünmüşsün. Mahir' de çok şaşıracak, belki üzülecek."

"Değil mi? Ama sonra sevinecek."

"Evet evet. Kesinlikle hatta hemen en kısa zamanda yapalım biz bunu."

"Ben de öyle düşünüyorum. Gökbey'le konuşacağım. Ona göre seninle haberleşiriz."

"Ay eniştem benim!"

Kahkaha attılar. Gözlerinden yaşlar gelene dek güldüler.

"Ee detaylar canım?"

"Esma."

"Gebertirim seni Süreyya, sen bana neler ettiğini unuttun herhalde Mahir konusunda ama ben unutmadım."

"Unutsan şaşardım."

"Anlat?" dedi, gözlerini kırpıştırarak.

"Tamam, işte oldu."

"Ne oldu?"

"Ee merak ettiğin işte."

"Adam gibi söylesene şunu, beni öttürürken iyiydi değil mi?"

"Senden kurtuluşum yok değil mi?"

"Aynen öyle canım."

"Öpüştük. Oldu mu?"

"Cıks, olmadı. Detay vermen lazım."

"Ben sanki hayatımda ilk defa öpüşüyormuş gibi hissettim Esma. Vücudumdaki her bir tüyün havalandığını hissettim. Hepsini tek tek hisseder mi insan bilmiyordum. Tabii ki içimin ona nasıl öyle aktığını asla çözemeyeceğim sanırım. O duygunun tadını asla unutmayacağım. Dudaklarının tadını da! Dehşete düştüm resmen hissettiklerim karşısında. Varlığından asla haberim olmayacak hisleri yaşattı bana. Bilmiyorum, Gökbey' in aşkından gebermezsem daha da bana bir şey olmaz!"

"Sadece öptüğünde mi hissettin sen bunları." Derken, şüpheyle bakıyordu.

"Yani, ne olacaktı başka. Bakma şöyle!"

"Bir öpücükle böyle hissediyorsan, gerisini hayal edemiyorum."

"Ciddi ol Esma."

"Ciddiyim zaten."

"Çok güzel bir duygu bu. Bunu yaşadığın için senin adına mutluyum. Oh be sonunda mutluyuz." dedi, sevinçle!

"Öyleyiz." dedi Süreyya. "Öyleyim... Gökbey' le mutluyum hem de çok! Hiç frene basasım yok. Böyle bayır aşağı yuvarlanasım var. Hesapsızca."

"Yuvarlanmazsan ayıp edersin. Ama dikkat et bayırın sonunda Gökbey'de orada olup seni tutsun. Orada olduğundan emin ol!"

"Dalga geçmesene." dedi, gülerek.

"Her şey o kadar ani oldu ki! Bir an kendime sakinleş, acele etme diyorum ama dinletemiyorum. Kalbim, aklım, mantığım hepsi ısrarla ve inatla ona yönelmiş durumda. Onunla dolmuş durumda her hücrem. Nasıl oldu bilmiyorum."

"Zaten vurulmak denilen şey bu Süreyya. Onu gördüğünde anlıyorsun. Gerisini çok da anlamaya çalışıp, kafana takma! İkinizin, yolu öyle bir kesişmiş ki hem de iki defa. Ama bu sefer beraber gideceksiniz.

"Öyle yapacağım Esma. Onunla ve aşkıyla ilgili en ufak bir şüphe yok içimde."

"Görüyorum canım görüyorum." Gel buraya diyerek sarıldı Süreyya' ya. "Güniz duyunca çıldıracak!" Dedi, kahkaha atarken.

"Ben hallederim, sen sakin ol. Ona da Cerene de anlatırım ucundan!"

"Seversin romantik komedileri. Eminim ucundan anlatırsın." dedi, gülerek.

" dedi, gülerek

görsel; jumo.art

 

Loading...
0%