Yeni Üyelik
39.
Bölüm

BÖLÜM 37(Mazide Duran Vakit)

@nefelicalliope

 

Dilimin ucuyla, kalbimin içindeki aynı olduğunda...

Gökbey

Evine gittiğinde allak bullak olan düşüncelerinin içinde, tek net olan şeye tutundu. Süreyya' ya... Aklından bir an bile çıkmaması nasıl mümkündü. Her hareketinde, her kelimesinde, her tavrında, her susuşunda, her gülüşünde nasıl oluyordu da aklını başından almayı başarmıştı.

"Çok pis aşık oldun! Süreyya belki de senin ilk yenilgin olacak. Şimdiden buna alışsan iyi olur." Dedi, zeki iç ses. "Bile isteye, canı gönülden izin verdiğim yenilgim. Yenilgilerin en güzeli, en şaşalısı, en baştan çıkarıcısı!" "Sen yine de dikkat et de eşşekten düşmüşe dönme!" "Ben çoktan razıyım oradan düşmeye görmüyor musun?" "Gördüğümden korkuyorum." "Bu neyi değiştiri ki?" "Hiçbir şeyi!" "Ben daha çocukken onda kaybolmuşum ve yine kendimi onunla buldum." "Çok enteresan değil mi?" "Öyle ama değil de!" "Nasıl yani bilmece gibisin yemin ederim, bir kere de açık ol be adam!" "Sabrın sonu selamet derler. Ben o selametteyim. Yeterince açık mıyım?" "Yani, sayılır."

"Süreyya benim mazide duran vaktimmiş esasında, ben de o vakte esirmişim meğer. Süreyya mazimizi esaretinden kurtardı." "O, Gökbey, şaşırtıyorsun beni!" "Benim şaşkınlığımı düşün sen bir de! Nasıl alaşağı ediyor beni bir gülüşüyle bilsen. Gülüşünü sevdiğim" "Özledin mi?" "Özledim hem de nasıl özledim. Neyse beni oyalama, hazırlanıp çıkacağım." "Çok bile kaldın!" dedi.

Gökbey, duşta uzunca bir süre kalmıştı. Düşüncelerini toparlamış öyle çıkmıştı. Sorulması gereken sorular gayet netti. Kahvesini içerken Zekeriya' ya mesaj atmış Başkan' ın nerede olduğunu öğrenmişti. Fizan'da da olsa peşinden gitmeye kararlıydı. Neyse ki hala İstanbul'daydı. Oyalanmadan hazırlanıp çıktı. Zira burnunda tüten Süreyya' sı vardı görmesi gereken.

Başkan, ona bakarken gelişinden anladı. Gökbey' de bir başkalık olduğunu.

"Başkanım."

"Gel Gökbey."

Sustu önce, hâlbuki her zaman ne söyleyeceğini bilirdi. Bu da yeni bir şeydi onun için. Gökbey' in huzursuzluğunu sezen Başkan, onun başlatamadığı konuşmayı devraldı.

"Başkasın bugün..." dedi, soru sormuyor tespitini söylüyordu. "Ne içersin Gökbey?"

"Estağfurullah Başkanım. Ben söylerim siz rahatsız olmayın."

"Rahat ol evlat, şimdi bana ne içmek istediğini söyler misin?"

"Çay, yok su Başkanım. Özür dilerim." dedi. Kendine kızarak.

Başkan gülümsedi. "Rahat olsana evladım." dedi, yardımcısını arayarak hem su hem de çay istedi. "Umarım çayla yapılan sohbeti tercih eder." diyerek, içinden. Aynı zamanda koltuğundan kalkmış Gökbey' in tam karşısına gelip oturmuştu.

Artık o an itibari ile Başkan değildi. Gökbey' in bildiğini, gözlerinde gördüğü gölgelerden anlamıştı. Hali hal değildi. Onu böyle ilk defa görmüyordu. Yetimhaneye onu uzaktan izlemeye gittiği her defasında gördüğü çocuk vardı şuan karşısında. Sadece eve gitmek isteyen o çocuk...

Çaylar yanında birer şişe su ile geldiğinde, dakikalardır susan Gökbey, "teşekkür ederim." Diyerek, kendi sessizliğinde boğulmaktan çıkmıştı.

"Başkanım benim bir maruzatım var. İzin verirseniz eğer onu konuşmak için geldim. Vaktinizi ne kadar alırım bilmiyorum ama önemli ve sanırım erteleyemeyeceğim bir durum." Dedi. Aslında seçenek sunmuyor, soru sormuyor, derdini net bir şekilde açıkça ifade ediyordu. "Kısacası, konuşmamız lazım hemen şimdi." Dedi. Ardından da en başta izin istediği kısmı da hiçe sayarak. Aslında olan ise, izin değil cevap istemesiydi.

"Sen çaya şeker kullanmıyordun değil mi?" dedi, Başkan söylediklerinin dışında, tamamen konudan bağımsız konuşarak.

"Doğru efendim."

"Neden peki?"

"Çayın tadını değiştiriyor. Çay, çay olmaktan çıkıyor."

"Peki, neden buna rağmen ayrılmaz birer ikili gibiler?"

"Nereye varmaya çalışıyor." dedi. "Umarım vardığı yerde, ben hala olurum." diye de, içinden ekleyerek...

"İki türlü içmeyi seven, tercih eden olduğu ve olmaya devam ettiği için."

"Peki, sen hiç istemediğin halde, şeker atılmış çayı içmeye zorlandın mı?" Dediğinde, Gökbey gerildi. Anladı nereye varacağını, da kendinin nerede olacağını henüz çözemedi.

"Kan kusup, kızılcık şerbeti içer gibi içtin mi o çaydan?"

"İçtim efendim. Ama sizin içtiğiniz çayla benim içtiğim çok başkaymış meğer."

"Bende içtim. O gün bugün de hala içiyorum." Dediğinde, Gökbey 'in keskin gözleri sanki Başkanı kesip biçebilirmiş gibi bakıyordu. Öyle hiddetliydi ki bakışları, gölgelerinde saklayamıyordu ne kadar çabalasa da! "Seni içtim ben Gökbey..." dedi, içinden.

"Neredeler?" dedi, direkt Gökbey.

"Bilmiyorum." dedi, kimi sorduğunu sormadan verdiği yanıtla Başkan.

"Çaya, şekeri atanlar da mı bilmiyor?" dedi, Gökbey.

"Bilmiyorlar, inan bana çok araştırdık."

Tek bir mimik bile oynamıyordu Gökbey'de. Kendine ait tek bir duygu kırıntısı göstermiyordu, göstermeyecekti.

"Peki, şimdi hakkım olanı soracağım?" Aslında, izin istemiyordu o hep böyleydi. Sadece lider ruhlu değildi. Başka bir şey vardı onda, onu ilk gördüğünde anlamıştı Başkan. Daha küçük bir çocukken hem de!

"İkinci şansımı elimden alan kim?" Bu sefer soruyordu. Hem de gayet tehditkâr ve net bir şekilde. Bunu ondan başkası yapamazdı zaten. Başkan, onunla gurur duyuyordu. En çok da şuan hesap sormasından dolayı gururluydu. Bugünün eninde sonunda geleceğini biliyordu.

"İkinci şansını, sana geri verenden bahsedelim mi önce?"

Bir an bile düşünmeden, "Süreyya..." dedi. Usulca adını söylemek bile onun kalbini nasıl böyle yumuşatabiliyordu hem de şuanda.

"Süreyya Feray Enver. Sonunda buldunuz, tanıdınız birbirinizi." dediğinde, Gökbey çok da şaşırmadı.

"Hayat!" dedi, Başkan ardından, "labirent gibidir. Önce kaybolursun, ağlar sızlar, hatta zırlarsın. Düşersin kalkarsın ya da kalkmazsın yerinde sayar tepinirsin. Ama sonra kaybolduğun o labirentte, kaybını bulursun! Bulduğun kaybınla beraber, yönünü de yolunu da tekrar bulursun. Süreyya, bu süreçte senin bilmediğin, anlayamadığın bir pusulaydı. Bilmiyordum, demeyeceğim Yavuz'un hayatına girmeden önce de biliyordum Gökbey. Ama Süreyya'nın ve dolaylı olarak Hikmet'in senin hayatına böyle gireceğini ben bile tahmin edemedim." Dedi ve bekledi. Gölgeler dışında hiçbir duygu yoktu.

"Seni almadan önce izlediğimiz zamanlarda, öğrendim Hikmet Enver ve kızının varlığını... Onlarla olan bağını. Süreyya ile ikiniz çok küçüktünüz. Onu hatırlamanı açıkçası beklemiyordum."

" Hikmet, senin kaybolduğun günden bu zamana kadar seni aradı. Her yerde her şekilde, sana ulaşmaya çalıştı. Geçmişte yalnızca bir kez seni bulmaya yaklaştığında müdahale etmek zorunda kaldık. Azmine ve senden vazgeçmeyişine hep hayran oldum ve saygı duydum. O gerçekte senin baban değil belki ama inan, sana olan bağı ve sevgisi bana bile gerçek babanmış gibi hissettirdi. Hikmet hala seni arıyor, hatta bunun için Mahir' i devreye soktu. Mahir'le de arkadaştınız Gökbey. Mahir Hikmet' in sevgisi ve ilgisi ile büyüdü şimdiki haline ve konumuna onun sevgisi ile geldi. Aslında Mahir de bilmeden eski bir arkadaşını arıyordu. Bunun için hayatında ilk defa usulsüzlük bile yaptı. Yasaları seni bulmak için çiğnedi. Biz engel olmasaydık buluyordu da bunları zaten sen de çözdün."

"O gece, yani vakıf gecesi Hikmet seninle çarpıştığında bir şeyler hissetti. Bir insan ne kadar değişirse değişsin, Hikmet' in senle olan bağı sandığımızdan kuvvetliydi. O gece seni, sen olabileceğini hissetti. Hiç düşünmeden de bunun peşine düştü. Bazen ona benziyorsun... Sana tüm bunlardan bahsedemezdim. Operasyon sırasında olmazdı. Seni anlamadığımı düşünebilirsin, şu an bana kızgın, öfkeli ya da daha fazlası olabilirsin. Ama inan bana, buna mecburdum ve seni hep kolladım. Bir babanın evladını kolladığı gibi..."

" Senin için çok zor biliyorum. Ama sen güçlüsün Gökbey. Tüm bunların altından kalkabileceğini de biliyorum. Bu işin peşini bırakmayacağını da biliyorum. Gerçek aileni aradığını ve onlara da ulaşmak istediğini biliyorum. İkinci şansını sormuştun, ikinci şansının nasıl olacağını, hayattaki yerini merak ettiğini biliyorum. Aynı zamanda da bunun artık nasıl olacağını bildiğini, gördüğünü biliyorum. Şansın hep seninleydi evlat. Kimse onu senden almadı alamazdı da."

" Mahir' le tanıştığında, onlarla olsaydın nasıl bir hayatın olacağını az çok göreceksin. Belki ondan daha da ileri bir seviyede hayat yaşayacaktın. Çünkü sen başkasın Gökbey, hep öyleydin evlat. Hikmet de biliyordu. Senin de Mahir' in de başka olduğunu görmüştü. Bundan sonrası için ne karar verirsen ver senin yanında olduğumu bilmeni istiyorum. Her zaman olduğu gibi. Özür dilerim evlat, seni sevdiğimi biliyorsun, benim göz bebeğim olduğunu biliyorsun. Mutlu olmayı hak ediyorsun. Umarım bir gün beni affedersin..."

Çaylar söylenmişti söylenmesine ama bir yudum dahi içilmemişti. İçilen Başkan' ın sözleriydi, şekersiz çaydaydı anlattıkları. Gökbey' in elini bile sürmediği. Lakin kâfi değildi.

"Sizin de, söylediğiniz gibi bu işin peşini bırakmayacağım. Önce Hikmet Enver'e aradığını vereceğim. Kaybettiği yıllardır aradığı beni, olduğum gibi kabul etmesini umacağım... Ardından da gerçek ailemi bulmak için ne gerekiyorsa yapacağım!"

" Bunun anlamını siz de ben de çok iyi biliyoruz. Ben bu zamana kadar size asla karşı gelmeden ne istediyseniz onu yaptım. Benim fedakârlığımı da gördüğünüzü biliyorum. Ama sanırım benden buraya kadar... O şekerli çaydan ben hiçbir zaman içmedim içmeyeceğim. Ben kendi şahsıma münhasır yoluma devam edeceğim."

"Sizin bana öğrettiğiniz, fakat yapamadığınız yoldan! Ben sizi affedebilir miyim henüz bilmiyorum. Ama umarım, ileride yapacaklarım için siz beni affedersiniz! İznimi uzatmak istiyorum. Yavuz' un davası başlayıp sonuçlanana kadar en azından, belki fazlasına da ihtiyacım olabilir. Şimdi müsaadenizle ikinci şansıma ve kendimi bulduğum yere gitmek istiyorum." dedi, tüm bu konuşma boyunca tek bir damla duyguya yer vermeden, gözlerinde ki gölgelerin bile kendini ele vermesine izin vermeden çıkıp gitti.

Hikmet' le olan fotoğrafını almak için odasına gitti. Zekeriya ile karşılaştıklarında selamlaştılar. Kısaca, bir süre daha izinli olacağından, o yokken herhangi bir şey olursa haber vermesini rica ederek ardında meraklı bir his bırakarak merkezden çıktı.

Arabasına bindiğinde Süreyya' yı aradı.

"Akif?"

"Süreyya! Neredesin?" Süreyya' nın sesinden adını duymak ona huzur veriyordu.

"Atölyedeyim."

"Geliyorum."

"Bekliyorum."

"Ne diyor? Gökbey mi?"

"Evet, buraya geliyor. Ama sesi biraz tuhaftı."

"Nasıl tuhaf?"

"Sanki hüzünlüydü."

"Tamam, telaşlanma. Dur bakalım gelsin anlarsın ne olduğunu."

"Esma onun üzülmesini istemiyorum. Sesine yansıyacak en ufak bir hüzün kırıntısını bile yaşamasını istemiyorum. Böyle olduğunda içim dağlanıyor."

"Canım benim, ah Süreyya nasıl güzel seviyorsun. Gökbey çok şanslı!"

"Şanslı olan benim Esma." İkisi de gülümsedi.

"Ben çıkıyorum o zaman, sonra bana anlatırsın. Bu arada Mahir'le konuşmalıyım. Belki buradan bize gelirsiniz? Sen duruma göre bakarsın canım."

"Tamam canım. Haber vereceğim. Mahir' e selamımı ilet. Görüşmek üzere." Dedi ve sarılıp öpüştükten sonra Esma gitti.

Gökbey&Süreyya

Gökbey yarım saat sonra gelmişti. Gelir gelmez de tualin başında kendi çalışmasını incelemeye dalmış olan Süreyya' ya arkasından sarılmıştı. Süreyya ona dair ne bir ses ne de bir tıkırtı duymadığı için irkilmişti. Başkan'ın yanından çıktığı anda sadece Süreyya' ya gitmek ve ona sarılmanın arzusu ile doluydu. Süreyya onun kollarında mutlu mesut bir halde döndü.

"Beni korkuttun. Sen nasıl oluyor da bu kadar sessiz hareket edebiliyorsun?"

"Özür dilerim sevgilim, amacım seni korkutmak değildi. Sen fazla dalgındın, o yüzden duymadın sanırım."

"Pek öyle olduğunu sanmıyorum." Dedi, şüpheyle vakıfta ki sabahı hatırlayarak. "Neyse, önemli değil. Sen iyi misin? Sesindeki hüzün beni rahatsız etti."

"Sesimdeki hüznü anlamıştı. İyi olmadığımı hissediyordu. Normalde buna sevinmemem lazımdı, ama bizim normalimiz sanırım buydu." dedi içinden... Gülümseyerek, eğildi Süreyya' nın gamzesinden bir tutam bal aldı. Onu koklayarak öpmesi de pek normal değildi. Sonra bir eliyle yüzüne düşen bir tutam saçı alıp oynadı ve kenara çekti. Fazla yakınlardı ikisi de farkındaydı. Kalpleri aynı anda aynı hızla birbirlerine çarpıyordu. Süreyya' nın heyecanı başa çıkılabilecek gibi değildi.

"Birazcık da olsa alışmış olman lazım değil mi be Süreyya? Hayır, yani yaşayamadan ölmekten korkuyorum." dedi, içinden... Ona sarılan kolları ve öpücükleri memnuniyetle karşılarken." Ben de istiyorum." Dedi pat diye! Karşılığında gülen gözler, anında serdi gamzesini Süreyya' nın dudaklarına. Ne istediğini sormasına gerek yoktu. Öptü Süreyya hiç acele etmeden. Sonra dudakları kendiliğinden kavuştu. Nefessiz kalmış gibi her ikisi de delicesine bir özlemle birbirlerini öpüyorlardı.

Ayrılalı henüz birkaç saat olmuşken, sanki dudaklarının her buluşma anı, kayıp zamanlarının bir anıydı. Ayrıldıklarında hala birbirlerine sarılmaya devam ediyorlardı. Süreyya bakışlarını yukarı kaldırdığında, kızaran yanaklarına basan ateşi umursamadı. Belli ki bundan sonra ateşi hiç düşmeyecekti. Gökbey' in ona eğilen yüzü ve bakışları da kendisininkinden farksızdı. Buz gibi maviliklerde yerinden bir milim kıpırdamayan sıcaklık. Gölgeli bakışlarının buğusuna kapıldı.

"Sen daha iyi misin?"

"Seninleyken başka türlüsünün mümkün olacağını sanmıyorum Süreyya. Gayet iyiyim, halimden, yerimden memnunum." dedi, gülümseyerek.

"Peki, sen öyle diyorsan öyledir. Esma buradaydı. Olanları anlattım. Çok mutlu oldu. Mahir'e gitti." dedi, çekimser kalmıştı. Ne diyeceğini düşünürken Gökbey onun ne demek istediğini anlamıştı.

"Gidelim." dedi, hiç tereddüt etmeden. Mahir'le tanışmak istiyordu.

"Gerçekten mi? Ben hemen kabul edeceğini düşünmemiştim. Açıkçası biraz çekiniyordum."

"Sakın Süreyya, benimle her şeyi paylaşabilirsin. Çekinmeden tereddüt etmeden içinden ne geliyorsa bana olduğu gibi söylemeni istiyorum. Ayrıca bir yerden başlamalıyım değil mi? Senin hayatında kim varsa hepsini tanımak, onlarla ben de yakın olmak istiyorum. Hem Mahir benim de arkadaşım." dedi, anlayışla gülümseyerek.

"İçim rahatladı biliyor musun? Tam olarak ne tepki vereceğinden emin değildim. Esma ile konuşurken önce Mahir' le tanışsanız konuşsanız daha iyi olur diye düşünmüştük. Hem abim de var onu da hatırlamıyorsun değil mi? Babamla birlikte o da seni aradı."

"Sanırım zamanla ve onları tanıdıkça hafızamda daha iyi olacak diye düşünüyorum. İyi düşünmüşsünüz. Ara hemen Esma'yı Mahir müsaitse görüşelim."

Süreyya heyecandan neredeyse havalara zıplayacaktı. Hemen bir buse kondurdu Gökbey'e ardından da "hemen arıyorum." diyerek, telefonuna yöneldi.

Esma ile konuşmak için Gökbey' den uzaklaştı o sırada Gökbey Süreyya' nın çalışmalarını inceliyordu.

"Bir saate eve geçiyorlarmış. Bizi de bekliyorlar." Diyerek, Gökbey' in başında durduğu çalışmanın o karanlık olan olduğu dikkatinden kaçmamıştı.

"Bunu da sen mi yaptın?"

"Evet." dedi, yorumunu merak ederek.

"Panik atağın nasıl? Daha iyi misin? Sanırım doktora gidiyorsun. Faydası oluyor mu?"

"Evet, daha iyiyim. Doktorum tuhaf birisi ama durumumun iyi olduğunu, benden çok daha kötülerin olduğunu, atlatabileceğimi söyledi. Ayrıca epeydir panik atak geçirmedim. Sanırım bunda senin payın da var." Dedi biraz da utanarak.

"Payımın olmaması beni üzerdi." dedi muzip bir gülüş atarak. "Bir daha ne zaman gideceksin? Ben de seninle gelebilir miyim?" Doktorunu görmek, tanımak istiyordu. Onunla ilgili her şeyi bilmek vakıf olmak, gerektiğinde ona her şekilde yardımcı olmak istiyordu. Ama bunu ona zorla değil de kendi isteği ve iradesi içinde kabul ettirerek yapmalıydı.

"Birkaç gün sonra gideceğim. Elbette çok sevinirim. Aslında gitmekten pek hoşlanmıyorum ama mecburum."

"Atlatacaksın, biliyorum. Daha iyisin, yani o gün bana geldiğinden çok daha iyi. Gidelim mi?"

"Gidelim, senin arabanla gideriz değil mi?" dedi gülümseyerek.

"Evet, sorasında arabanı almak için seni buraya getiririm."

"Her şey güzel olacak Akif, inan bana zamanla ikimiz de çok ama çok mutlu olacağız. Herkes öğrendiğinde için daha çok huzur bulacak"

"Ben zaten mutluyum sevgilim." dedi, onu kendine çekmişti. Belini saran sıcak kollara teslim olan Süreyya ellerini Gökbey' in boynuna dolamıştı. "Temas bağımlısı dedikleri bu mu?" Dedi, içinden... "Ondan uzak kalmak neden bu kadar zor." Her görüşmelerinde kendisi ile ilgili yeni şeyler keşfediyordu. Sıkıca sarıldılar birbirlerine, Gökbey saçlarına varla yok arası bir öpücük kondurmuştu. Sonra da elinden tutarak onunla birlikte atölyeden çıktılar.

Mahir&Esma

Esma Süreyya' nın yanından çıkar çıkmaz Mahir'i aramış onun yanına şirkete gitmişti.

"Sevgilim, hoş geldin." Dedi, Mahir bir yandan da onu kendine çekip sarılmıştı. Özledim seni, geleceğini söylediğinde çok memnun oldum."

"Hoş buldum hayatım. Bende seni çok özledim. Hasretinle yandı gönlüm." dedi ve kıkırdayarak, "ben de dedim ki iki dakika göreyim sevdiceğimi?"

"Sevdiceğin senin gönlüne köle olsun." Dedi gülümseyerek. Hala birbirlerine sarılı bir vaziyetteydiler.

"Mahir, seninle konuşmamız gerek müsait misin?" dedi, biraz daha ciddi bir tonla. Mahir' in ona şüpheyle bakmasına yetmişti.

"Hayrola, ne oluyor? Sen iyi misin? Bir sorun yok ya?" dedi, telaşla...

"Dur sakin ol, ben iyiyim sevgilim."

"Kötü olan kim o halde?"

"Gözünden de bir şey kaçmıyor. Kötü değil ama bilmen gereken bir durum var." diyerek, kısaca olanları anlatmıştı. "İşin tam olarak aslını ve gerisini kendin öğrenmek ister misin?"

Mahir tabii ki çok şaşırmıştı, hüzünlenmiş, sevinmiş mutlu da olmuştu aynı zamanda birçok duyguyu bir arada yaşıyordu. Tüm bunları Esma' dan duyuyor olmak işin can alıcı noktalarından biriydi. Duydukları normal karşılanmasını kaldıracak bir olay değildi. Yaşadığı duygu yoğunluğunu tarif edemiyordu. Sanki sözleri anlamını yitirmiş gibiydi aynı zamanda da içinde dünyaları barındırıyordu. Esma onu çok iyi anlıyordu. Birbirlerini anlamaları için kelimelerin izahına gerek yoktu zaten duygularının yanında yetersizdi.

"Hikmet amca biliyor mu?"

"Hayır, henüz bilmiyor. Tüm bunları sindirmek, Gökbey için de zor biliyorsun. Onunla tanışıp karşılaşmayı çok istemesine rağmen, zamana ihtiyacı olduğunu söylemiş. Bize de anlayışlı olmak düşüyor tabii."

"Doğru, haklı. Çok zor, onun için yani ben böyle hissediyorsam eğer o nasıldır düşünemiyorum. Hikmet amcayı hiç hayal edemiyorum. Onu çok merak etmem ve bu kadar heyecanlı olmam normal mi Esma? Hatta daha fazlası..."

"Sevgilim, çok karmaşık bir durum olduğunu biliyorum. Hepiniz için de zor bir süreç olabilir. Ama tam tersi de olabilir. Bazı kavuşmalar yaralayıcı olsa da aynı zamanda iyileştirici güce de sahiptir. Ben ikinci seçenekten yanayım. İnanıyorum ki, sizin içinde öyle olacak."

"Ah benim güzel yürekli Esma'm. Seni çok ama çok seviyorum. Böyle kalbimin en güzel yerine koysam da seni, orada sadece sen olduğun için, sana atsa bu kalbim."

"Seni seviyorum Mahir, hem de çok. Kalplerimiz bir bizim bundan şüphem de yok kaygım da. Her zaman seninle olacağım. Ben yanındayım bunu da birlikte el ele karşılayacağız."

Mahir daha fazla tutamıyordu kendini, Esma' nın kalbinin sıcaklığında, Mahir' in ona olan sarsılmaz bağında birleşmişti dudakları...

"Eve gitmeliyiz, Gökbey ve Süreyya oraya gelecekler."

"Tamam, hemen çıkalım." Dedi elinden tutup öptü. Sonra da birlikte çıktılar.

Eve gelmişlerdi. Yaklaşık 20 dakika sonra da Gökbey ve Süreyya gelmişti.

"Hadi bakalım, geldik." dedi, Süreyya Gökbey' den daha heyecanlı görünüyor ve bunu her hareketinde de yansıtıyordu.

"Sevgilim, biraz daha sakin olabilir misin?" dedi, gülerek. Benden daha heyecanlısın, merak etme ben iyi hissediyorum."

"Tamam, affedersin ben neden böyle olduğumu bilmiyorum. Çalıyorum kapıyı?"

"Hadi bismillah!" dedi gülümseyerek. Süreyya kapıya vurduğunda.

Esma da Mahir' de kapıda karşıladılar. İkisi de heyecanlıydı. Aslında kimsenin tam olarak anlayamadığı tuhaf, neşeli neşesiz kararsızlığında kalmış bir heyecan.

Mahir ve Gökbey birbirlerine bakıyorlardı. Gözlerini bir an bile ayırmadan, birkaç saniyelik zaman diliminde aradıkları, geçmişten anılardı. Bunu birbirlerine söylemeselerde ikisi de içten içe biliyordu.

Esma ve Süreyya ise bir onlara bir de birbirlerine baktılar. Müdahale etmeli miyiz der gibiydi bu bakışların izahı... Mahir o tanıdık gözlere iyice baktı. Evet, hatırlıyordu. Gözleri hafızlardan kolay silinecek gibi değildi. Fiziksel olarak, sadece hatırladığı buydu ama içsel olarak duyduğu yakınlığın hafızasında ki yerine şaşırdı. "Demek ki hep oradaymış" dedi içinden, dejavu gibi hissettiren o anı yaşıyordu. Gözleri parıldadığında, o pırıltıda kendini gördü Gökbey, anladı hatırlandığını. Hatırlanmak hiçbir insana bu denli eşsiz bir duygu yaşatabilir miydi? Bundan önce haberi yoktu. Mahir kocaman gülümsedi. Karşılığın da ise kocaman gülümsemenin yanında ona atılan o ilk adım vardı. Gerilim hat safhadaydı. Ama olumsuz bir gerginlik değildi. Herkes farkındaydı.

"Kardeşim, hoş geldin!" dedi, bir anda öne atılarak Gökbey' e sarıldı. Kimse nedense bunu beklemediğinden ama gönüllerinde yatanın da bu olduğundan, yine karışık duygu yüklü bakışlarıyla birbirlerini süzdüler.

Gökbey, beklemediği samimiyet ve sıcaklığa hasret bir şekilde içinden tüm bu hissettiği aynı duyguları ve daha fazlasını Mahir'e aktarmak istercesine karşıladı bu sarılmayı. Ardından da, "Hoş buldum kardeşim." dedi, canı gönülden dökülüyordu kelimeler. Süreyya da, Esma' da yaklaşık 1 dakikadır tuttuklarının farkında olmadıkları sesli derin bir nefes verdiler.

"İçeriye geçelim, lütfen kendi evindeymiş gibi hisset." dedi Mahir, hep beraber içeriye girdiklerinde salondaki tabloya takıldı Gökbey' in buğulu gözleri yerine otururken hala tabloya bakıyordu. Vakıf gecesinde yaşadığı anılar bir anda gözünün önünde canlandı. Süreyya gözünü bir an bile ondan ayırmıyordu. Bakışlarıyla onun baktığı yere yöneldi. "Vakıf gecesi" dedi içinden... "Daha bilmediğim ne çok şey var." dedi, ardından.

"Aç mısınız? Yemek hazırlayalım mı hemen?"

"Yok, zahmet etme. Sözün olsun, başka bir zaman için benim de sözüm olsun."

"Zahmet değil, ancak benim için zevk olur. Israr etmeyeceğim. Ne içersiniz peki?"

Esma, "Ben hallederim hayatım. Sizin konuşacaklarınız var." Diyerek, araya girdi.

"Teşekkür ederim Esma, çay olur." Dedi, bugün içemediği o çayın acısını çaydan çıkarmak istercesine...

"Hemen demliyorum." diyerek, mutfağa yöneldi. Ama konuşulanların hiç birini kaçırmak da istemiyordu. "Şey, ben gelmeden konuşmasanız olur mu? Çok merak ediyorum. Sonuçta bu her zaman karşılaşacağımız bir durum değil." Dedi, utana sıkıla mahcubiyet dolu bakışlarını odada gezdiriyordu. Söyledikleri ve tatlı halleri herkesin gülmesine sebep olmuştu.

"Acele eten iyi olur." dedi, Gökbey gülerek.

"Benim Esma'm da böyle işte." dedi, Mahir gülerek.

"Haksız sayılmaz ama!" dedi, Süreyya o da gülüyordu.

"Hemen geliyorum, merak etmeyin." dedi kıkırdayarak. Gerçekten de gitmesi ile gelmesi bir olmuştu. Şüpheyle dolu bakışlara maruz kaldığında ise, "ay vallahi de çayı koyup geldim." dedi. Ardından salonda kahkahalar yükseldi.

"Seni aradım, hem de yakın zamanda. Hikmet amca rica etmişti." Süreyya da, Esma' da hayretle ona baktılar.

"Biliyorum, yani beni aradığını öğrendim."

"Yasaları çiğnemiş bile olabilirim." dedi, ardından da "birazcık belki." diyerek gülümsedi.

"Çiğnedin." dedi, Gökbey. Mahir' in bu tek kelime ile şaşırmasına sebep olarak. İşinden bahsetmeliydi her şeyi değil ama Mit' te çalıştığını söyleyecekti.

Sabırsızlanan Esma dayanamayarak, "ne demek çiğnedi? Hem sen nereden biliyorsun?" dedi. Ardından da imzaladıkları kâğıtlar aklına geldi.

"Şimdi size burada anlatacaklarım aramızda kalması gereken önemli bilgiler. Bu ciddi bir durum bunun ne demek olduğunu anlıyorsunuz değil mi?" dedi, tek tek herkesin gözünün içine bakarak söylemişti. Herkesin gayet net anladığından emin olduğunda tam tekrar konuşmaya başlayacağı sırada çaydanlıktan gelen sesle Esma' nın sesi neredeyse aynı anda çıkmıştı.

"Dur! Sakın tek kelime etme! Çayı demlemeden olmaz. Lütfen rica ediyorum. Bana istediğiniz kadar gülebilirsiniz ama ölsem de bu konuşmanın tek kelimesinden mahrum kalmayacağım." dedi ve koşarak mutfağa gitti. Gelen kahkaha seslerini duyunca o da gülmeye başlamıştı. Işık hızında çayı demleyip geri döndü.

"Ee, bir şey demedin mi değil mi enişte? Vallahi küserim!" dediğinde, Süreyya öksürmeye başlamıştı. Mahir daha da çok gülüyordu. Gökbey ise, Süreyya' ya bir bakış atıp Esma'ya dönerek,

"Enişte?" dedi, gülümseyerek. Ardından da daha derin bir kahkaha atarak.

"Esma!" dedi Süreyya uyarırcasına.

"Ne var? Öyle ama? Ben zaten o gece demiştim Süreyya' ya diyerek tam her şeyi dökülmeye başlıyordu ki, Süreyya adeta ok gibi fırlayarak arkadaşının yanına gitti. "Esma' cığım şimdi sırası mı ?"dedi, dişlerinin arasından. "Bırakalım da konuşsunlar değil mi ama!"

"Ay evet, haklısın çenem düştü. Kusura bakmayın." dedi hatasından kıl payı dönerek.

"Önemli değil." dedi, her ikisi de. Mahir, "seni dinliyorum devam et lütfen? Neredeydin bunca zaman, nasıl oldu tüm bunlar? Her şeyi ama her şeyi bilmek istiyorum."

"Ben Mit' te çalışıyorum." dediğinde, bir ufak şaşkınlık nidası çıktı. Herkes kendinden şüphe ederek, ama sesin geldiği yer tam olarak Esma' nın olduğu yerdi. Bakışlar ona yönelince, "Affedersiniz." dedi, sadece ve sustu.

"Şimdilik bilmeniz gereken sadece bu, size görevlerimden ya da tam olarak mevkiimden bahsedemem. Hayal gücünüze bırakmayı tercih ediyorum. En çok da Esma'nın hayallerini merak ediyorum." Dedi gülüyordu. Bir günde bu kadar gülmesi hiç onluk değilken. Onunla beraber hepsi gülümsedi.

"Sana müdahale edildi. Aslında beni bulmaya çok yaklaşmışsın. Tebrik ederim Mahir çok yeteneklisin. Senin gibi biriyle birlikte çalışmayı çok isterdim. Ama şartlar... Neyse, yasaları fena halde çiğnedin ve başın yaptıklarından dolayı büyük derde girebilirdi ama korundun. Bu kadarını bilmen yeterli. Ayrıca Yavuz için yaptıklarını da biliyoruz. Ona da biz engel olduk. Yoksa her şeye ulaşmış olacaktın bu da bütün operasyonu berbat edecekti."

"Hem Süreyya hem de Yavuz bizim tarafımızdan takip ediliyordu. Ona zarar gelmesine asla müsaade etmeyecektik ama bazı şeyler ters gitti. Tabii bu almamız gereken risklerden biriydi. O nikâhın kıyılmasına asla izin vermeyecektik. Derken, Süreyya' ya dönmüş tepkilerini kontrol ediyordu. Ayrıca son kısmı söylerken o da gerilmişti. Daha fazla bilgi veremem ki bunlar bile fazla bilgiye giriyor. Sen de son zamanlarda takibe alındın. Sen ve Esma. Size zarar gelmemesi için. Çünkü Esma Yavuz' un radarına çoktan girmişti. Eh senden de hoşlandığı söylenemezdi."

"Şerefsiz pislik! Biz ona bayılıyorduk. Şüphelerimizde hep haklıydık. Sonunda ait olduğu yerde, belasını buldu."

"Henüz tam olarak değil, davaları yakında başlayacak. Ama çok uzun bir süre içeriden çıkamayacak." Bir yandan Süreyya' yı kontrol etmeye devam ediyordu. Hiç istememesine rağmen, konu Yavuz' a gelince onun için tedirgin oluyordu. Onu üzecek, yıpratacak ya da kötü anılarını hatırlatacak tek kelime çıkmasını istemiyordu.

"Şuanda izinliyim. Yani iznimi biraz daha uzattım. Gittiğimde, nereye gittiğimi ne yaptığımı hiçbir zaman bilmeyeceksiniz. Ama size geri dönmek için elimden geleni yaptığımı bileceksiniz." Derken de, Süreyya' nın da bunları ilk defa duyduğunu bilerek, usulca ona yöneltti bakışlarını, içi sızlıyordu. Normalde asla böyle olmazdı Gökbey de ilk defa yaşıyordu bu duyguları Süreyya' dan farksızdı. Emindi onun da içi sızlıyordu. Hissediyordu, söylemesine gerek yoktu. Kalpleri bir kere çarpışmıştı, değmişti tenleriyle birlikte birbirlerine karışmıştı ondandı uzak bile olsalar hissetmeleri.

"Bize geri dönmen için Allah' a edeceğimiz duaları da, senin hissedip bileceğin gibi!" dedi. Süreyya sesi bir nebze titreyerek ama inancından ve umudundan hiçbir şey kaybetmeden konuşmuştu. Bütün bakışlar ona döndüğünde, gözleri cıva gibi ona bakan Gökbey' le kesiştiğinde gülümsedi. Gökbey yerinden fırlayıp, o inancın ve umudun tadını alabileceği dudaklara yapışmamak için kendini zor tutuyordu."

"Alacağın olsun." dedi, içindeki ses. "Böyle alacağa can kurban!" dedi Gökbey. "Yine de hala istiyorum." "O kadar haklısın ki! Süreyya benim için şu saatten sonra efsane olmuştur." dedi. "Benim efsanem!" dedi Gökbey. Onu deli gibi arzuluyordu. "Bu özlem ateşi hiç sönmeyecek gibi." dedi, içinden... "Onu nasıl bırakıp gideceğim." dedi, hayretle "gitmek hiç bu kadar zor, meşakkatli gelmemişti." "oralara girme istersen, çıkamazsın!" "Biliyorum, iç ses biliyorum da ben çoktan girmeyi bırak, dalmışım onu ne yapacağız?" "Yaşayacaksın! Yaşayıp göreceksin." "İstediğim de bu tam olarak Süreyya' yı yaşamak." Kendini toparlamaya çalıştı.

Esma ve Mahir birbirlerine dalmış ama tek kelime etmeden konuşan Süreyya ve Gökbey'i yalnız bırakarak mutfağa gitmişler ve Esma elinde tepsi le geri dönmüşlerdi.

"Beni hatırladın değil mi? Kapıdayken?" dedi, şekersiz çayından bir yudum alırken.

"Gözlerin canlandı ilk olarak. Fiziksel olarak hatırladığım bu ama içimde bir yerlerde hissettim seni. Ya sen? " dedi, o da çayını yudumluyordu.

"Ben çok bir şey hatırlamıyorum. Küçüktüm ve sonrasında yaşadıklarım aldığım eğitimler, sonuçta beni daha çok küçükken bambaşka bir dünyaya götürdüler."

"Anlıyorum, senin için zor olmalı. Ben yanındayım Gökbey, neye ihtiyacın olursa, dost arkadaş, kardeş hepsi olmaya hazırım. Bunu içtenlikle söylediğimi bilmeni isterim."

"Biliyorum. İnan bana ta içimde hissediyorum. Aynı şekilde kardeşim senin de neye ihtiyacın olursa artık ben varım. Benim varlığımı hatırla" dedi gülümseyerek.

"Ahmet seni daha net hatırlayabilir. Yaş olarak bizden daha büyük, yetimhaneye o da gelirdi. Onunla da görüşmediniz değil mi?"

"Henüz değil. Yakın zamanda inşallah tanışacağız"

"Hikmet amca, konusu var birde. Çok merak ediyorum aslında tahmin de ediyorum ama yine de onunla karşılaştığınızda orada olmak isterim."

"Esma ile ortak noktanız çok! Birbirinize bu kadar benzeyeceğinizi düşünmemiştim. " dedi, sesli gülüyordu. Kızlarda gülmeye başlamışlardı.

"Yapma be! İnsan kardeşine bunu yapar mı?" dedi, gülerek.

"O gün geldiği zaman, orada olmanı ben de çok isterim. Desteğine, hatta desteğinize ihtiyacım var" derken, duygularından ve ihtiyaçlarından bu kadar rahat bahsetmesi kendini şaşırtıyordu. Daha birkaç saat önce Başkan' ın yanında tek bir duygu kırıntısı göstermemişken... "Acaba aile olmak bu muydu?" dedi, içinden doğru yerde olduğundan emin olarak.

Süreyya o gece Gökbey'in söylediklerini düşünüyordu. Gidecekti ve her gittiğinde geri dönmeme ihtimali olan yerlere gidecekti. Mit' te çalışıyordu. Görevinden mevkiinden bahsetmemişti ama Süreyya onunla geçirdiği süreç boyunca mevkiinin yüksek olduğundan emin olmuştu.

Defalarca onun hayatını kurtarmıştı. Haberi olmadığı daha kim bilir nerelerde onu korumuştu. İçi sızlıyordu, içindeki sızının dineceğini sanmıştı. Sızı aynıydı ama sebebi farklıydı. "O gittiğinde benim için de hayat duracak biliyorum." Dedi, içinden... "Varlığı hep benimle olacak; sesinin o güzel tonu kulaklarımda, kokusu burnumda, öpücükleri dudaklarının verdiği o his, elimin üstünde, saçlarımda ve dudaklarımda olacak. Ama o yanımda olamayacak." "Onsuzluğa tahammül etmeyi öğreneceksin Süreyya?" dedi iç ses. "İyi de nasıl? Nasıl yapacağım bunu? Henüz gitmemişken, yanımdayken bile onu bu denli dayanılmaz bir halde özleyip istiyorken, nasıl yapacağım?" dedi, içi titreyerek.

"O'na tutunarak, yine ondan, aşkından güç alarak yapacaksın?" "Yapabilir miyim? Ona bu kadar geç kavuşmuşken, benden bilinmezliklere gitmesine nasıl izin vereceğim?" "O senden izin istemedi Süreyya. Sadece bilmeni istedi." "Biliyorum, ne yazık ki biliyorum. Olması gerekenin de bu olduğunu biliyorum. O bambaşka biri, kendimi daha iyi anlamamı sağlayan, bana saygı duyan biri. Bilemezdim böyle kısacık bir zamanda ona bu kadar çok bağlanacağımı bilmiyordum." "Bu ikiniz içinde iyi bir şey Süreyya, ismi lazım değille yaşadığın aşk ve ilişki değildi. Şu an yaşadığın şey gerçek, doğru." "Biliyorum, Akif her şeyden öte kendimi yeniden bulmama sebep oldu. Öyle net, öyle dürüst ve şeffaf ki bunu gösterme şekline hayranım." "Üzüleceksin, bekleyeceksin ama sana geldiğinde yaşayacağın huzura ve mutluluğa değecek." "Kesinlikle öyle. Yeter ki dönsün." Dedi ve uykuya yenik düştü.

Birkaç gün sonra;

Süreyya Seans

"Hazır mısın sevgilim?" dedi, Gökbey gözlerinin içiyle gülümseyerek.

"Evet, sen yanımda olduğun için daha iyi hissediyorum. Teşekkür ederim."

"Bana teşekkür etme Süreyya, senin her anını yaşamak istediğim için buradayım. Sana ve varlığına teşekkür etmesi gereken benim." dedi, sıcacık gülümsemesiyle Süreyya' nın kalbine neler yaptığından habersiz.

İçeriye girdiklerinde doktor, gülümseyerek ama biraz da şaşırarak karşılamıştı onları.

"Hoş geldiniz." dedi, resmi bir şekilde elini Gökbey' e uzattı.

"Hoş bulduk Doktor Bey, ben Gökbey." Dedi aynı resmiyetle.

"Süreyya Hanım, hazırsanız geçelim mi?"

"Ah, evet." dedi Süreyya, Gökbey' e dönerek "görüşürüz" dedi.

"Tam buradayım." dedi o da gülümseyerek. Onlar içeriye geçerken Gökbey oturdu ve etrafı incelemeye başladı.

"Nasılsın Süreyya?"

"İyiyim, hatta çok iyiyim."

"Evet, sendeki değişim pek fark edilmeyecek gibi değil. Sebebini de görmemek mümkün değil." dedi, gülümseyerek.

"Her şeyin sebebi o Doktor." Işıl ışıldı yüzü, gülümsemek artık onun ayrılmaz bir parçasıydı.

"Hiç panik atak geçirdin mi?"

"O gün buradan çıktıktan sonra oldu ama uzun sürmedi. Bir daha da olmadı."

"O gün bir şeyler değişmiş olabilir mi Süreyya?"

"Çok şey değişti. O gün ona gittim. Kendi isteğimle değil ama bilinçsiz bir şekilde onun yanında budum kendimi ve yeni bir şeyler öğrenmemle değişim de başladı."

"Anlıyorum, böyle etkiler yaşanabiliyor. Kimisin de az kimisin de çok oluyor. Ama senin için biraz daha farklı sanırım. Bu kadar ani bir değişimi açıkçası beklemiyordum. Tabii böylesine olumlu yönde olmasını da! Bu iyi bir adım."

"Sizi şaşırttığıma sevineyim mi, üzüleyim mi? Doktor öyle bir konuşuyorsunuz ki?"

Gülümsedi Doktor, "Yanlış anlaşılma olmasın tabii çok sevindim, seni böyle gördüğüm için memnunum. Mesleğimi elimden alan kişiyi merak etmiyor değilim."

"Sevgilim, anılarımda ki çocuk o Doktor. İkimiz de bilmiyorduk. Her şey daha çok yeni olmasına rağmen etkisini görüyorsunuz" dedi, imalı bir şekilde.

"Senin adına memnunum, dediğim gibi ama seanslara bir süre daha devam etmemizi öneriyorum. Belki seans aralarını uzatabiliriz?"

"Teşekkür ederim doktor. Evet, öylesi daha makul olur."

"Dava henüz başlamadı değil mi?"

"Hayır, ama çok yakında başlayacak."

"Tamam, o zaman ilk dava sonrasına seansımızı ayarlayalım. Ama öncesinde herhangi olumsuz bir şey yaşarsan öne de çekebiliriz."

"Anlıyorum, peki o halde görüşmek üzere."

"Görüşürüz Süreyya. Kendine dikkat et."

"İyi günler Doktor."

Süreyya, yoldayken Gökbey' in ona nasıl bu kadar iyi gelmiş olduğuna, ruh halini tamamen değiştirmiş olmasına şaşırmadan duramadı. Doktor' un ise hemen fark etmesi, onu daha da ikna etmişti. Ama dava onu tedirgin ediyordu. Onu tekrar görmeyi hiç istemiyordu. Gökbey ise seanstan çıktıktan sonra onu sorgulamamıştı. Sadece varlığıyla varlığına destek oluyordu. Minnettardı...

Birkaç gün sonra ilk dava;

Dava sabahı,

"Anne, bunu konuşmuştuk ama sadece babam ve abim gelecekti."

"İçime sinmiyor kızım, ne yapayım ben de gelsem ne olur?"

"Lütfen anneciğim."

"Hanım, konuştuk konuyu kapattık. Süreyya haklı bu kadar kalabalığa gerek yok. Hem Mahir de gelecek."

"Konuyu ben kapatmadım Hikmet. Siz kapattınız. Kızımın yanında olmak istemem suç mu?" Dedi, sitemkâr bir şekilde.

Süreyya annesine sarılarak, "konu o değil anneciğim biliyorsun. Seni çok seviyorum ve yanımda olduğunu biliyorum. Beni düşündüğünü biliyorum. Ama inan bana ben iyiyim. Bunu da atlatıp bitirince her şey daha da iyi, hatta eskisinden de iyi olacak bana güven." Diyerek, annesini öptü.

"Hadi kızım geç kalmayalım, Ahmet' le Mahir direkt oraya gelecekler. Avukatlar da öyle." Dedi ve eşine sarılıp onu öperek, "işimiz bitince seni ararım. Bizim kızlara da haber verirsin şöyle güzel bir yemek yeriz. Olur, mu hayatım?"

"Gönlümü yemekle mi alacaksın Hikmet Bey? İyi madem ben Serra ve Leyla ile konuşurum." dedi gülümseyerek.

"Esma' ya da haber verin. Onu da özledim. Belki güzel şeylerden bahsederiz. Ne dersin Münevver?"

"Ay etmez miyiz? Geç bile kaldık." dedi neşeli bir sesle. "Güle güle gidin. Haberinizi bekliyorum." diyerek uğurladı.

"Baba, sen bu işi biliyorsun." dedi gülerek.

"Ee kızım, bu saçları boşuna ağartmadık. Gönül dediğin kırmak için değil sevmek için... Ah Münevver hayatımın aşkı o benim."

"Bilmez miyim baba? Neşelisin bugün, sana neşeli olmak yakışıyor." Dedi, ardından içinden "benim hayatımın da aşkı var artık baba çok az kaldı. Yakında sen de öğreneceksin. Senin de çok ama çok seveceğin birisi hem de" dedi. Söylememek için kendini zor tutuyordu.

"Evet, üzerimde tarif edemediğim garip bir neşe var. Hem de tam da bugün. Kusura bakma kızım ben de anlayamıyorum." dedi huzursuzlanarak.

"Ne kusuru babacığım, sen hep böyle ol. Nesi varmış günün. Önemsiz bir gün benim için." dedi, babasına sıcak bir gülümseme göndererek.

Hikmet kızına baktı. "Gerçekten de böyle mi düşünüyordu? Oh." dedi içinden "Seanslar işe yarıyor herhalde" dedi, bu sakin ve mutlu halini ona bağlayarak.

Arabaya geçtiklerinde Süreyya' nın içini gerginlik sardı. Telefonuna gelen mesajla tüm gerginliği dağılmıştı. Gökbey' di, "Zamanında orada olacağım sevgilim." diyordu, sanki hissetmişti.

Mahir ve Ahmet çoktan gelmişlerdi. "Erken gelmişsiniz evladım."

"Yeni geldik bizde baba." dedi, Ahmet kardeşine dönerek sarıldı. "Nasılsın canım?"

"İyiyim abi, merak etme."

"Esma'yı zor zapt ettim. Tutturdu geleceğim diye, hala şüpheliyim." dedi etrafına bakınırken, "her an bir yerden çıkabilir." Bu söylediği herkesi gülümsetmişti.

"Mümkün" dedi, Süreyya gülerek. O da etrafına bakıyordu. Keza büyük bir heyecanla görmeyi istediği tek kişideydi aklı.

 

"Ben avukatları arayacağım" diyerek, uzaklaştı Hikmet Bey. O sırada ise yanından geçerken hafifçe omuzlarına değen omuza baktı. Tanıdıktı bu an sanki "Allah Allah" dedi, içinden bu da ne şimdi derken, önüne düşen fotoğrafa bakakaldı tam da "affedersiniz" diye, çarpıştığı omuzun sahibine dönerken.

Eğilip fotoğrafı aldı. Kendisini gördü. Yanındaki kişiye takıldı gözleri, vakıf gecesine ait bir fotoğraftı. O geceyi anımsayarak hemen döndü yanına ama kimse yoktu. Az önce çarpıştığı kişiyi aradı gözleri ama yoktu. Heyecanlandı kalbi bir farklı atmaya başlamıştı. "Nasıl olur?" dedi içinden... "Olabilir mi böyle bir şey? Yoksa?" Dedi, "Yoksa o mu, Akif miydi? Akif Esat Gökbey. Yok, canım, ne alakası olabilir? Sanmıyorum Hikmet yapma bunu kendine boşu boşuna heyecanlanma yine." dedi ama kalbi pek söz dinlemiyordu. "Allah' ım o olsun. Burada olsun. Beni bulmuş olsun. Ben onu bulamadım ama o beni bulmuş olsun. Sana yalvarırım." diye, dua ederken bir yandan da etrafındaki tüm insanları tarıyordu.

Telaşlı ve heyecanlı bakışlarını görüyordu Gökbey, yüzündeki şok ifadesini ve kararsızlığı. Onu uzaktan izlerken aynı heyecan ve telaş onda da vardı. Hikmet'in gözleri buğulanmıştı. Kalbini tutmuş aynı duaları içinden geçirdiği sırada, Gökbey endişelendi. "Benim yüzümden ona bir şey olursa ne yaparım." Dedi, panikle eli kalbinin üzerindeki Hikmeti izlerken.

Gökbey' in de kalbi sığmıyordu hiçbir yere, ne kendine ne olduğu mekâna ne de dünyaya! Kendini tutması için hiçbir sebep yoktu. Hala etrafa bakan Hikmet' e doğru adım atmaya başladı. Hikmet buğulu gözleriyle, ona doğru gelen genç adamı gördü. Görür görmez de tanıdı. Oydu biliyordu. Gölgeli gözlerinden, o gölgede ne kadar saklamaya çalışsa da o küçücük sıcak noktadan. Evine yürüyormuş gibi gelişinden tanımıştı onu. "Oydu Akif' di." Gözlerine inanamadı, genç adam ona hala yaklaşırken, kendini tokatlamak geçiyordu içinden. "Hayal mi, rüya mı Allah' ım bu gördüğüm gerçek mi?" diyordu, sesli kurduğu cümlelere aynı şekilde yanıt geldi. "Benim! Gerçeğim!" dedi. Genç adam, gölgelerinin içinde gözyaşlarını tutmaya çalışarak tam karşısına dikildi.

"Sen? Akif oğlum sen misin?" dedi. Yutkunarak, o olmasını dileyerek. Ama zaten bir bakışta o olduğunu da anlayarak.

"Benim" dedi. Âdemelmasından yutkunduğu belli olan Gökbey. Sesi titrememişti benim derken.

Hikmet o kadar hızlı hareket etmişti ki Gökbey şaşırmıştı. Kendinden hızlı hareket eden birini görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. O güçlü kollarıyla sarmıştı onun o çocuk kalbini. Anında dağ olup sırtını yaslasın diye bekliyormuş gibi sarılıyordu ona. Kendi canından can kanından kan katmak istercesine sarmıştı.

"Evladım benim, canım oğlum! Ciğerimin parçası, sonunda sana şükürler olsun Allah' ım" diyerek, sarılırken aynı zamanda da ne dilinden dökülenlere ne de gözünden akan yaşlara engel olamıyordu.

Gökbey 'de bıraktı kendini güvende hissettiği kollara doyasıya sarıldı. Hıçkırıklarını tutması da mümkün değildi zira tutmaya da niyeti yoktu. Babasına kavuşan öksüz çocuktu o hakkıydı doyasıya ağlamak.

"Evladım, Akif'im sen ağlama! Tek damla gözyaşına kıyamam ben senin oğlum." Diyordu, Hikmet. İkisi de sarsıldıkça birbirlerine daha sıkı sarılarak. Etraftan onları izleyen meraklı gözlere, Süreyya ve diğerleri de dâhil olmuştu. Mahkeme başlamak üzereydi, babaları dönmeyince merak etmişlerdi.

Mahir ve Süreyya bildikleri halde yine de şaşkınlıkla ve hüzünle sessiz gözyaşları dökerek izliyorlardı karşılarında ki manzarayı. Huzur dolmuştu içleri tarifi imkânsız bir huzurla birbirlerine baktılar. Ahmet ise, şok içindeydi. Babasının kime sarıldığından habersiz onlara doğru yöneldi.

"Babam kime sarılıyor? Ağlıyor mu o Süreyya neden bir şey söylemiyorsun?"

"Abi bekle, o..." dedi, ama gerisini getiremedi. Ahmet çoktan yanlarına gitmişti. Peşinden de Süreyya ve Mahir gitti.

"Baba..." dedi, Ahmet. "Baba ne oluyor o kim?" dediğinde, Gökbey ve Hikmet gözyaşları içinde birbirlerinden ayrıldılar. Gökbey' in arkası hala Ahmet' e dönüktü. Ahmet babasının yüzündeki yaşları görüyordu ama gördüğü başka bir şey daha vardı. Babası mutluydu, huzur vardı bakışlarında buruk bir huzurla oğluna baktı.

"Ahmet, oğlum... İnanamayacaksın ama o geldi." dediğinde, iyice meraklanan Ahmet bakışlarını arkası dönük olan Gökbey' e kilitlemişti. Gökbey bir eliyle sicim gibi akan gözyaşlarını silerken yavaşça Ahmet' e döndü. Dönmesi ile birlikte Ahmet şok içinde ona baktı. Tanımıştı hem de hemen tanımıştı. "Ama nasıl?" dedi. "Sensin, Gökbey gerçekten de sen misin?" Dediğinde, o da öne atılarak Gökbey' e sarıldı. Ağlıyordu Gökbey, gözyaşları hiç durmayacak gibi akıyordu. Ahmet' te ağlamaya başlamıştı. Hikmet onları izlerken gözyaşlarını silmeye çalıştı. Mahir ve Süreyya da dâhil herkes ağlıyordu.

"Ahmet abi." Dedi, Gökbey. Ahmet ise kendini çekerek, "nasıl buldun bizi? Seni çok aradık. Ben inanamıyorum hala baba sen mi buldun yoksa?"

"Hayır." dedi, yutkunarak "o bizi buldu oğlum."

"Biliyorum, bana çok fazla sorunuz var. Ama önce size bilmeniz gereken en önemli şeyi söylemem lazım. Hikmet baba özür dilerim. Bu şekilde olduğu için, daha öncesinde haberinin olmasını, iznini almayı çok isterdim." dediğinde, ne olduğunu anlamayarak şüphe ile ona baktılar. Gökbey ise Süreyya' dan bakışlarını çekmeden konuşmaya devam etti. "Beni, Süreyya buldu. Aslında biz birbirimizi bulduk." Dedi Süreyya' nın yanına giderek elini sımsıkı kavradı ve hepsinin şaşkın bakışları arasında tuttuğu eli öptü. Hikmet' in yüzü aydınlandı. Gökbey' in gölgelenen bakışlarından ne demek istediğini görüyordu. Hikmet daha ne kadar mutlu olabilirdi ki bilemedi. Ucu bucağı görünmeyen, huzurlu bir yolculuğa çıkmak üzere gibi hissetti kendini. Süreyya ise, bunu yapmasını henüz beklemediğinden biraz heyecanlandı ve telaşlandı. Sonuçta ne tepki vereceklerini bilmiyordu.

"İşte şimdi tamamlandık! Sizinle beraber ailemiz tamamlandı." dedi, en keyifli neşeli ses tonuna karışan gözyaşları ile birlikte...

"Baba..." dedi, Süreyya tuttuğu ele sahip çıkarak Gökbey' le birlikte babasına adım atarken.

"Canım kızım, evladım bu can daha ne ister ki? Rabbim dualarımı kabul etti. Hayatta size en büyük mutluluğu yaşatan şey, dualarınızın kabul olduğunu görmektir. Bunu unutmayın, siz benim dualarımdaydınız. O yüzden geriye söylenecek tek şey kaldı. Hep mutlu olun! Canınıza can yolunuza yoldaş olun birbirinizden asla gitmeyin!"

"Gelin buraya evlatlarım." dedi, hepsine sesleniyordu. Sarıldılar, ruhlarından dolup taşan sevgi ve o an dünyadaki tüm güzelliklerle birlikte kucaklaştılar. Hikmet' in çalan telefonu bu ölümsüz anın bozulmasına sebep oldu.

"Avukatlar gelmişler, hadi toparlanın bakayım. Şu işe bir son verelim."

"Baba, gitmeden önce bir şeyi daha bilmeniz gerekiyor."

"Evet, kızım, seni dinliyoruz." dedi dikkatini toparlama çalışarak.

"Akif, beni kurtaran o baba, Yavuz'dan ve onun yüzünden başıma gelen her şeyden kurtaran kişi o baba! Hepsini anlatacağız ama o mahkemeye bunu bilerek girmenizi istedim."

"Anlıyorum..." dedi, Hikmet. Gökbey' e dönerek, sessizce "Mit' de misin?" dedi, hemen ardından da sadece "evet" cevabını aldı. Anlamıştı, o dakika ona bunca zaman neden ulaşamadığını anlamış, tüm taşları yerine oturtmuştu. "Hadi gidelim!" diyerek, mahkeme salonuna doğru yürümeye başladı kapıda onları avukatları karşıladı. Herkes yerini almıştı.

Yavuz elleri kelepçeli şekilde içeriye getirtilmiş ve yerine oturtulmuştu. İçeriye girdiği an deli gibi etrafına bakmaya başlamış ve aradığı şeyi gördüğü anda da "Süreyya'm, aşkım buradayım ben. Merak etme her şey geçecek. Seninle evleneceğiz!" diyerek, bağırmaya başlamıştı.

Görevli memurlar onu susması için uyarıyorlardı ama o susmak değil birkaç haftadır içinde tuttuğu Süreyya' ya olan özlemini haykırmak istediğinden onları dinlemiyordu. Daha sert müdahale etmek zorunda kalan görevliler ite kaka yerine oturtmak zorunda kalmışlardı. Süreyya ise asla ona bakmıyordu hatta bir anlık eliyle kulaklarını kapattığı sırada bir yandan babası diğer yandan ise Gökbey aynı anda ona hamle yapmışlardı.

"Kızım iyi misin? Sakin ol sana hiçbir şey yapamaz. Biz buradayız yanındayız. Güçlü olman lazım" dedi.

Gökbey ise yavaşça kulağına eğildi, "sevgilim..." dedi, bir yandan da elini tekrar tutarak. "Ben buradayım. Onu dinleme, seninle yaşayacağımız güzel anıları düşün Süreyya, geleceğimizi düşün. Bana ne istediğini söyle?" Dedi, "Söyle ki onu yerine getirmek için tüm dengeleri zorlayayım. Sadece iste sevgilim" dedi, gülümseyerek.

Gamzesini ortaya çıkarması onunlayken zor değildi. Süreyya ise Gökbey' in sesinden başka hiçbir şey duyamaz bir halde ona gülümseyen gözlere ve gamzeye odaklanmıştı. Artık daha iyi hissediyordu. "Seni istiyorum" dedi usulca... "Sadece seni." "Seninim." dedi Gökbey "sadece senin." Gülüyordu, mutluydu her şey yolundaydı. Mutluluğuna şu anına gölge düşmesine izin vermeyecekti. Panik atağın geleceğini hissetmişti ama Gökbey'in sesini duyduğu an o his geri çekilmeye başlamıştı.

"İyim baba, beni merak etme." Dedi, babasına da dönüp gülümseyerek. Babası ise ona neyin iyi geldiğini çok iyi anlayarak ikisine de minnettar bir gülümseme göndermişti. Hâkimler içeriye girdiğinde ayağa kalktılar. Süreyya Yavuz' a bakmıyordu ama onun o kenafir gözlerinin üzerinde olduğundan emindi. Ona bakan gözlere karşılık hiddetle karşılık veren ise Gökbey' di. Yavuz' un annesi ve kardeşleri de oradaydılar. Keriman Hanım çaktırmadan Süreyya'ya bakıyordu. Kenan ise, saklamaya ihtiyaç duymadan Süreyya'ya bakıyordu. Gökbey bir anlığına Kenan'la göz göze geldiğinde sessizce "o cüretkâr bakışlarını Süreyya'dan derhal çek." dedi. Mesajını alan Kenan'a son bir bakış atarak, tekrar Yavuz'a dönmüş ölümcül bakışlarıyla ona bakmaya devam ediyordu.

Yavuz

"O adamın burada ne işi var? Neden Süreyya' nın yanında. Çok yakınlar, fazla yakın duruyorlar. Onun kemiklerini kıracağım. Buradan kurtulur kurtulmaz onu buna pişman edeceğim. Hayatımı mahvetti. Alçak!" diyerek, içinden söyleniyordu. Kudurmuş gibi etrafına bakarak.

...

Mahkeme başlamış, tüm deliller sunulmuş, tanıklar dinlenmişti. Süreyya zorlanmıştı. Yavuz taşkınlığa devam etmiş ancak hâkimlerce çok sert uyarılınca, avukatlarının da söylemleriyle susmak zorunda kalmıştı. Karar belliydi, ikinci bir mahkeme olmayacaktı. Psikolojik rahatsızlık yemi de tutmamış ve en ağır cezaya çarptırılmıştı. Mahkemeden çıkartılırken "temyize gideceğim ve buradan çıkacağım işte o zaman seni bulacağım Süreyya! Bunu sakın unutma! Hayatın boyunca benimsin!" Diye, bağırıyordu. Bu süreçte Gökbey bir an olsun Süreyya'nın elini bırakmamıştı. Onu dokunuşlarıyla teselli etmekti amacı ama bir şey daha vardı. Süreyya'nın elini bıraktığı anda Yavuz'un boğazına yapışacağını bildiğinden de kendini tutması için bir kalkandı o sımsıkı tuttuğu el.

Aynı hislere Hikmet, Ahmet ve Mahir de sahipti. Herkes kendini tutmakta zorlanıyordu. Neyse ki, koridorların farklı yönlerine doğru gidiyorlardı. Yavuz'un sesi artık sadece uzaklardan yankılanan ince cılız bir sese dönüşmüş sonra da tamamen yok olmuştu. Bununla beraber Süreyya'nın hayatından da defolup gitmişti. Halim' in mahkemesi de birkaç gün sonra olacaktı. Süreyya ona dâhil olmayacaktı. Bitmişti. Yavuz sonsuz cehennemine, Süreyya ise, sonsuz mutluluğuna adım atmıştı. Kenan, Süreyya' nın mutluluğunu görmüştü. Onu bakışlardan bile koruyan adamı tanımıştı. Çıkışta el ele gördüğünde ise içinden "gerçek aşkı sonunda bulmuşsun. Mutluluk her zaman seninle olsun Süreyya... Umarım bir gün ben de bulurum." Diyerek, kendince onunla vedalaşmıştı.

Hikmet


Herkes dengi dengine mi? Bakın bakalım etrafınıza her şey dengede mi? Bakın bakın, iyi bakın? Dengesizliğin dengesine de bakın! Yeryüzü ile gökyüzüne bakın; kadın yeryüzüydü öyle sağlam duran, gitmeyen, sahip çıkan, , var gücüyle var olmaya direnen, tüm sıcaklığı ile kucaklayan, içtenliği ile sarıp sarmalayan, naifliğiyle öpen, yeri geldiğinde lal, yeri geldiğinde bülbül olan sesiyle şakıyan... Adam gökyüzüydü, güneşinde gölge, karanlığında aydınlık saçan, bulutunda gözyaşı saklayan, yeri geldiğinde hırçın rüzgârlar savuran, yeri geldiğinde ılık meltem rüzgârıyla saçının telini uçuran, ay da merhametini gizleyen, yıldızda sevgisini parlatan... Yeryüzünün uzantısıydı gökyüzü, biri olmadan diğeri eksikti... Tıpkı kadınla adam gibi... Tıpkı sevda gibi... Toprak olmadan çiçek ekilmezdi, bulutundan yağmur dökmeyince açmazdı! Ne yeryüzü küsebilirdi gökyüzüne, ne gökyüzü küserdi yeryüzüne. Çiçeği koklamak isteyen, dengede olmalıydı! Dengesizliğin içindeki dengede...

Hikmet, çok sevdiği ailesine baktı, kocaman bir yemek masasının etrafında toplanmış olan tüm sevdiklerine itina ile tek tek baktı. Cıvıldayan torunlarına, öz evlatlarına özden de yakın olan evlatlıklarına. Herkes nihayet dengini bulmuştu. Kavuşmalar yaşanmış, bilinmezlikler nihai sonuçlarına ermişti. İyi kötü ne varsa hepsi bir güne, bu kısacık zamana sığmıştı. Kalplerde ise yalnızca huzur ve mutluluk bırakarak, geçip giden güne neşeyle, sevinçle baktı. Sanki ömrüne ömür katılmıştı. "Ölsem de gam yemem artık dedi içinden..."

Esma kaçırdıklarına resmen üzülüyordu. Mahir' e söylendi yemek boyunca çocuklar gibi trip attı.

"Esma cidden gelmemen beni şaşırttı! Senden asla beklemiyordum." dedi, Süreyya gülerek.

"Gülme Süreyya, hiç komik değil! İnan bana Malazgirt meydan muharebesi yaptım Mahir' le mahkemeye gelebilmek için ama nafile! Öyle bir şey dedi ki geri adım atmak zorunda kaldım!"

Süreyya da masada ki herkes de gülüyordu. Hikmet, "merak ettim şimdi Mahir' in seni nasıl ikna ettiğini?"

Esma kızarmaya başlamıştı amacı bunu söylemek değildi ama tutamamıştı çenesini işte! "Şey..." dedi, ne cevap vereceğini düşünmek için kendine zaman arayarak.

Gökbey, olayı anlamıştı. "Anlaşmanın şartları ağır gelmiş olabilir Hikmet baba." dedi, gülümseyerek. İlk defa baba demişti ona. Herkesin bakışı ona dönmüştü. Sevgiyle baktılar. Hikmet ise hem sevgi hem de özlem dolu bakışlarla döndü Gökbey' e. O da anlamıştı ama Esma' dan duymak istiyordu kaçınılmaz olanı.

"Esma kızım, öyle mi? Neymiş bakalım onlar Mahir söyler misin oğlum? Esma kızım yalnız olacak kadar cesur musun bu anlaşma için? Ne dersin?"

Esma yine "şey," dedi. Utanarak. "Herkes anladı" dedi, içinden "off." Süreyya Leyla ve Serra kıkır kıkır gülüyorlardı. Mahir ise Gökbey' le göz göze geldi. Cesaretlendirilmeye ihtiyacı varmış gibiydi o an.

Münevver devreye girdi. Keyfine diyecek yoktu. "Kızım konuşsana dilini mi yuttun? Başka zaman olsa bülbül gibi şakırdın!" diyerek, onu cesaretlendirmeye çalıştı.

Mahir' le göz göze geldi Esma, söyle gitsin der dibi baktı. "Ama ben sana bunun hesabını da sorarım Mahirciğim diyordu." İçinden, bakışlarına da yansıtarak, sevdiceğinin onu çok iyi anladığından emindi. Anlaşılan kaçış yolu yoktu.

"Benimle, mahkemeden sonra yıldırım nikâhını kabul edersen ancak seni götürürüm dedim!" dedi. Mahir bir çırpıda... Önce bir sessizlik oldu ardından da kahkahalar havada uçuştu.

"Sağlam yumruk indirmişsin kardeşim." dedi, Ahmet gülerek "hiç acımamışsın!"

Leyla, "böyle evlenme teklifi mi olur Mahir abi? Esma haklı tabii!" diyerek, azarladı Mahir'i ardından da kahkaha atmıştı.

Hikmet ise utanan Esma' ya baktı. "Kızım, bunda utanacak bir şey mi var Allah aşkına! Zaten artık mürüvvetinizi görmek istiyorum. Bir düğün yapalım şöyle ağız tadıyla. Ne de olsa oğlan da bizim kız da!" dedi neşeyle!

Gökbey Süreyya' ya çevirdi anında bakışlarını. Biliyordu sünger çekmişti her şeyin üzerine ama yine de onu olumsuz etkileyecek tek bir sözcüğün bile katili olabilirdi. Ondan yayılan aşk dolu enerjiye döndü Süreyya' da. "Hassas kalpli sevgilim iyiyim." Dedi, gülümseyerek sormadığı soruyu sadece onun duyabileceği şekilde cevaplamıştı.

"Bence tam zamanı" dedi, Gökbey Mahir'e dönerek, "ya şimdi ya hiç kardeşim!" Dedi. Herkes bir anda Mahir'e döndüğünde ayağa kalkmıştı. Çok uzun zaman olmuştu yüzüğü Paris'teyken almıştı. Yaşanan olaylar yüzünden ertelemişti. O gün bugün her an teklif edebilirim diyerek, hep yanında taşıyordu. Esma gözlerini kırpıştırarak ayağa kalkan Mahir'e bakıyordu.

Masadan neşe dolu sesler yükselmeye başlamıştı. Mahir cebinden kutuyu çıkarınca Esma ağzı açık bir halde ona baktı. "Cidden mi dedi içinden şimdi mi? Aman Allah'ım bu gerçekten oluyor mu? Ay şimdi bayılacağım." Dedi. O da ayağa kalkmıştı. Heyecandan dizleri titriyordu.

"Seni tüm kalbim ve varlığımla seviyorum. Beni tüm sıcaklığın ve aşkınla aldığın o kocaman güzel kalbine soruyorum. Benimle evlenir misin Esma Günışık?"

Esma, beklemediği bir şeyle karşı karşıya değildi lakin bu anın bugün burada şimdi herkesin içinde olmasını beklemiyordu. Önce gözlerinde sonra dudaklarında beliren sıcak gülümseme tüm yüzüne yayılarak "evet" demişti. Heyecanla ve sevinçle, "Evet sevgilim seninle bir ömre evet!" Dediğinde, Mahir önce ona sarılıp etrafında döndürmüştü. Sonra da usulca verdikleri sözü dudakları ile mühürlediler. Alkışlar, tebrikler, gülüşler yaşadıkları mutlulukla beraber etrafa saçılmıştı.

Zeynep koşarak esmanın yanına geldi. "Eçmaaa teyçee bakayımmmm nütfennnn"

Kocaman açılmış gözlerle özel kesim pırlantaya bakıyordu. İçinde pembe hareler olan bir yüzüktü.

"Çoçç cücüelllmişşş. Baba bende içtiyom, bundanım olsun benimde oysun, nütfennnn." Diyerek, Esma'nın kucağından babasına koşmuştu. Herkesin kahkaha atmasına sebep olarak.

Leyla ise, "ah ahhh ben ne yapacağım? Nasıl zapt edeceğim bu cüceyi?" dedi gülerek. Zeynep babasını darlamaya devam ederken. Sonra Süreyya'ya döndü bir anda.

"Çeninnde vaymı feyay. Benim niye yok!" diye, ağlama başlamıştı.

Göktuğ ise, kıskançlık damarını babasından aldığından olsa gerek! Hışımla kaşlarını çatarak "şapşal kız, sen daha büyümedin ki! Hem ben karar vereceğim öyle peşine kimseyi takamazsın!" diye, bağırıyordu. Herkes hayretle ona bakarken Zeynep de bir an susmuş bakmış sonra Göktuğ'a dil çıkarıp tekrar ağlamaya devam etmişti.

Göktuğ, "Ağlamasana, sulu göz sümüklüüü!"

"Çençinn ooooo." diye, daha da çok ağlamaya başlamıştı. Bir yandan da babasına şikâyet ediyordu.

Gökbey, tüm bu manzarayı hayranlıkla izliyordu. Hayatında ilk defa böyle bir anın içindeydi. Mutluydu, huzurluydu. Her şeyden öte gerçekti.

Yaşananlar, anlık değişen duygular... Olduğu yeri bir kere daha sevdi. Daha önceden ait olması gereken yerdeydi. Geçmiş geçmişte kalmıştı. O şimdiyi yaşarken şükretti. Münevver Hanım' ın şefkat dolu anne yüreğindeki yerine şaşırdı. Öyle büyük bir sevgiyle karşılamıştı ki onu, hemen kabul etmiş sımsıkı sarılmış duygularını göstermekten çekinmemişti. Tıpkı Hikmet Enver gibi o da hıçkırıklara boğulmuştu. Leyla, Serra, Mehmet hepsi zaten ailedenmiş, hep varmış gibi hissettirmişti. Gökbey içinde yabancılık duygusunu aramış ama bulamamıştı.

・・・

Böyle İşte.

Hiçbir zaman olması gerektiği gibi değil, dedi insanlar.

Müziğin sesi, sözcüklerin yazılışı.

Hiçbir zaman olması gerektiği gibi değil, dedi, bütün bize öğretilenler, peşinden koştuğumuz aşklar, öldüğümüz bütün ölümler, yaşadığımız bütün hayatlar.

Hiçbir zaman olması gerektiği gibi değiller, yakın bile değiller.

Birbiri arkasında yaşadığımız bu hayatlar, tarih olarak yığılmış, türlerin israfı, ışığın ve yolun tıkanması, olması gerektiği gibi değil, hiç değil, dedi.

Bilmiyor muyum? Diye cevap verdim.

Uzaklaştım aynadan.

Sabahtı, öğlendi, akşamdı.

Hiçbir şey değişmiyordu.

Her şey yerli yerindeydi.

Bir şey patladı, bir şey kırıldı, bir şey kaldı.

Charles Bukowski

 

Loading...
0%