Yeni Üyelik
45.
Bölüm

BÖLÜM 43(Doğum Sancıları)

@nefelicalliope

GELECEK BÖLÜMDEN KÜÇÜK BİR NOT;

SÜREYYA' DAN

Şimdi sen yoksun, bense o içindeki derin sularda yokluğunla boğuluyorum. Nefessiz kalışımı hissediyor musun?

Bulunduğun yerde, sensizken ne halde olduğum, gecenin içindeki tek aydınlığın olan aya yansımıyor mu?

Aynaya her baktığımda, varlığının hep benimle olduğunu bildiğim, tam arkamda duran gölgenden güç alıyorum. Ruhumu seninle buluşturan anılara olan özlemim günaydınım oldu. Geceler ise doğum sancıları...

SÜREYYA ATÖLYE

Yerle yeksan olmuştu Süreyya, kalbi kargalar tarafından talan edilen bir mısır tarlası gibiydi... Hem yaralayıp acıtan, hem de iyileştirip gülümseten bir talandı yüreğinde hissettiği, mektubu okuyup bitirdiğinde. Tarlada ki korkuluk gibi hala ayakta durmaya çalışarak mektuba devam ettiği fakat Gökbey' in gitmek var dönmek yok dediği yerde, titreyen bacakları onu daha fazla ayakta tutmayı başaramamış yere yığılmıştı. Sicim gibi akan gözyaşları, sıkışan kalbi, tıkanan nefesi sanki hepsi birlik olup Süreyya' yı yok etmeye çalışıyormuş gibiydi.

Bütün bunları aynı anda yaşıyor olamazdı. Doktorun yanından yeni gelmişti kendini toparlamıştı ama şu an hiç kendinde değildi. Elini hızla boynundaki kolyeye götürdü. Tüm gücü ile sımsıkı bir şekilde kolyesini kavradı. "Gökbey..." dedi, önce fısıldayarak, ardından ise titreyen ses tellerine bir gitaristin hükmetmesi gibi emredercesine "Kes titremeyi!" dedi, bağırarak ve tekrar "Gökbey beni hissedeceğini biliyorum! Kahretsin giderken beni de alıp gittiğini bilmen lazım! Ben hala seninleyim duydun mu beni! Kalbimi ve ruhumu ele geçirdin şimdi bana dönemem mi diyorsun! Döneceksin mecbursun! Sen dönmezsen ben de dönemem anlıyor musun? Ben de seninle birlikte yok olurum! Sen yoksan ben de yokum Gökbey! Anlıyor musun?" Diye, hıçkırıklarının arasından boşluğa seslenmeye devam etti.

 

...

Akşam olmuş hatta saat epey ilerlemişti. Hikmet ve Münevver Süreyya' dan haber alamamış ve telaşlanmaya başlamışlardı. Babası önce oğlu Ahmet' i aradı.

"Ahmet oğlum Süreyya sizinle mi?"

"Hayır, baba burada değil. Bir şey mi oldu?"

"Yok, oğlum telaşlanma sadece aramalarımıza cevap vermiyor. Biraz merak ettik. Biliyorsun böyle yapmazdı."

"Yapmazdı baba, acaba yetimhaneye gitmiş olabilir mi? Oradayken vaktin nasıl geçtiğini unutuyor."

"Doğru diyorsun oğlum, beni de annen telaşlandırdı düşünemedim."

"Tamam, baba merak etmeyin ben şimdi Ersan Bey'le görüşür öğrenirim."

"Tamam, oğlum haber bekliyoruz." dedikten sonra ikisi de telefonu kapattı.

"Ne diyor Ahmet, neredeymiş? Bu kız böyle yapmazdı Hikmet Bey, saate baksana beni habersiz bırakmazdı."

"Hanım telaşlanma, Ahmet yetimhaneye gitmiştir dedi. Biliyorsun işte oraya gidince her şeyi unutuyor."

"Yok, yok ben hiç iyi hissetmiyorum. Hikmet Bey Mahiri de ara Esma'yı da ben arıyorum belki onlarladır."

"Hanım biraz daha bekleyelim Ahmet şimdi arar bizi. Herkesi telaşlandırmayalım."

"Kızım yok Hikmet! Nasıl telaşlanmayalım daha önce olanları biliyorsun!" diyerek Münevver kocasına yükselmişti. Geçmişte yaşananlardan dolayı herkeste bir yara izi kalmıştı. Eşinin karanlık, öfke ve acı dolu gözeleri ile karşılaşan Münevver o an eşine sesini yükselttiğinin farkına vardı.

"Haklısın Münevver, özür dilerim. Zamanında kızımı koruyamadım!" dedi, Hikmet üzgün, kırılgan ama kararlı ses tonu ile.

"Ben onumu dedim Hikmet, yapma böyle." Dediği anda çalan telefonla sözü kesilmişti. Arayan Ahmet'ti.

"Oğlum?"

"Yok, baba Süreyya oraya gitmemiş. Vakıfta da yok. Aradım telefonu çalıyordu ama sonra ulaşılmıyor sinyali verdi." dedi, babasını telaşlandırmak istemese de aynı yara Ahmet'te de vardı. Endişeliydi.

"Ne diyorsun Ahmet?"

"Baba ben hemen yanınıza geliyorum. Ben gelmeden bir şey yapmayın."

"Tamam, oğlum." dedi, Hikmet ses tonunun renginden ne kadar endişeli görünmek istemese de belli olan kaygısı Münevver' in panik olmasına yetmişti.

"Ne oldu? Neredeymiş?" dedi, panikle. Hikmet, yutkunarak eşine baktı. Elinde değildi yüreği sıkışıyordu. Aklına bin bir türlü delice düşünceler üşüşmeye başlamıştı. Eşinin gözünün içine bakıp nasıl dile getireceğini bilemediği o yanlış kelimelere kasetin teypte takılıp kalması gibi takılmış susuyordu.

"Hikmet sana diyorum! Ne dedi Ahmet söylesene? Neden susuyorsun? Bir şey oldu, kesin kötü bir şey oldu!"

"Yok, Münevver. Süreyya yetimhanede de, vakıfta da yokmuş." Kendini zorlayarak söyleyebilmişti. Sanki Hikmet' in dilinin ucuna savaş topu yerleştirilmişti de konuşabilmek için onu tüm gücü ile itmesi gerekiyormuş gibiydi.

"Aman Allah' ım, sen ne diyorsun Hikmet? Ne demek yok?" diyerek, eşine yaklaştı ve elleriyle Hikmet'in göğsüne tutundu. Ayakta durmakta zorluk çekmeye başlamıştı. Ardından konuşmaya devam etti.

"Gökbey' i ara hemen onunladır nerede olacak." dedi, telaş tüm vücudunu sarmaya başlamıştı.

Hikmet ise nasıl daha önce düşünemediğine hayıflanarak hemen Gökbey' i aradı. Münevver de tam dibinde telefona kulağını dayamış dinlemeye çalışıyordu ama Gökbey' in telefonu çalmadı. Uzun bir sürede çalmayacağından habersiz hüsranla birbirlerine baktılar.

"Yok kapalı."

"Ne demek kapalı? Bir daha ara?"

Aradı Hikmet ama aynı ses karşıladı onları. Düz soğuk ve işe yaramaz bir ses. Duymayı o an hiç istemedikleri otomatik ses.

İşte o anda Hikmet ciddi manada telaşlandı ve hemen Süreyya'yı tekrar aradı ama aynı soğuk otomatik ses ile karşılaştı.

"Yoklar ikisine de ulaşılamıyor!"

"Bir şey oldu Hikmet, kesin bir şey oldu." dedi, Münevver artık kendine de sesine de hakim olamıyordu.

"Sakin ol hanım, merak etme bulacağım kızımı da Gökbey' i de bulacağım. Benden haber bekle." diyerek, hızlı adımlarla kapıya yöneldi. Aynı anda hizmetçiye "Aracı kapıya getirsinler." diye seslendi. Ceketini alırken, kapıya çıktığında Mahir'i aradı. Mahir ilk çalışta telefonu açtı.

"Hikmet amca?"

"Mahir, Süreyya' ya da Gökbey' e de ulaşamıyoruz."

"Nasıl yani? Ne demek ulaşamıyoruz?"

"Süreyya ortada yok kaç saattir. Haberimiz de yok hiç böyle yapmazdı. Yetimhanede de yok vakıfta da yok. Gökbey' e de ulaşamıyorum. Ahmet yolda geliyor. Ben atölyeye gidiyorum. Sen Süreyya' nın telefonunun yerini bulabilir misin diyecektim?"

"Anladım, hemen bakacağım Hikmet amca ayrıca ben de yanınıza geliyorum."

"Sen önce Süreyya'nın yerini bul oğlum. Lütfen bul onu Mahir!"

"Kapatıyorum Hikmet amca."

Hikmet aracına binerek şoförüne atölyeye gideceğini söyledi. O sırada Ahmet aradı.

"Baba neredesin? Annem çıktığını söyledi."

"Atölyeye gidiyorum oğlum. Mahir' le de konuştum Süreyya'nın telefonunu araştırıyor."

"Tamam, ben de oraya geliyorum buluşalım."

"Tamam."

"Lütfen Allah' ım sana yalvarıyorum kızıma bir şey olmasın. Gökbey' e de. İkisi de çok şey yasadı. Onu tekrar kaybedemem..." dedi, Hikmet kendi kendine şoföre dönerek, "Daha hızlı gidelim Salih Bey daha hızlı..."

"Peki efendim."

"Bir süre sonra araç yavaşlayınca Hikmet,

"Salih neden yavaşladık, ne oluyor?"

"Sanırım kontrol var Hikmet Bey."

"Hay Allah, tam da sırası." dedi, Hikmet sinirli ve sabırsız bir şekilde telefonunu aldı ve oğlunu aradı.

"Ahmet neredesin, yaklaştın mı?"

"Evet, yaklaştım sayılır ama trafik var baba bir anda yoğunlaştı sen neredesin?"

"Ben de trafiğe takıldım sanırım iki yönlü kontrol var bu gece, o yüzden bu yoğunluk mecburen sabredeceğiz."

"Mahir' den haber var mı?"

"Henüz yok oğlum."

"Tamam, haber alırsan beni ara."

"Tamam oğlum."

"Kısa bir süre sonra kontrol noktasından geçtikleri sırada Hikmet' in telefonu çaldı.

"Mahir, oğlum buldum de bana?"

"Buldum Hikmet amca en son sinyal atölyeden geliyor."

"Allah' ım sana şükürler olsun."

"Yoldayım bende geliyorum."

"Tamam, dikkatli ol. Mahir sağ ol evladım."

"Sende Hikmet amca görüşürüz."

Mahir' le görüşmesinden sonra Hikmet hemen oğlunu arayarak durumu bildirdi.

"Saat kaç Salih Bey?"

"02: 30 efendim."

"İse mi daldı bu kız, ne yaptı bu saate kadar nasıl farkına varamaz." dedi, kendi kendine ardından, "Salih ne kadar kaldı?"

"6 dakika efendim, geldik sayılır."

Hala içini kemiren kurttan kurtulamamıştı. Gökbey' i tekrar aradı ama hala telefonu kapalıydı. Biliyordu telaşlanmaması gerekiyordu ama işte elinde değildi. "Sırayla Hikmet," dedi, kendine "Sakin ol, sırasıyla önce Süreyya' yı bul sonra Gökbey' i de bulacaksın.

"Geldik efendim." dedi Salih, daldığı ve onu duymayan Hikmet'e bir kere daha "Hikmet Bey geldik."

Hikmet, kendine gelip, şöyle bir silkelenerek araçtan apar topar indi. Atölyenin ışıkları yanıyordu. İçini bir yağmur damlası kadar ferahlatsa da bu aydınlık, gördüğüne aldanmamayı çok önce öğrenmişti. O damla içinden akıp yere düşerek karanlık zeminde kayboldu. Hışımla açtı kapıyı, kilitli olmaması canını sıksa da duraksamadan etrafa bakınmaya başladı. Ardından kızına seslendi.

"Süreyya!"

"Kızım, Süreyya!"

"Burada mısın kızım? Cevap ver?" dedi, alt katın her yerinde Süreyya' yı ararken ama cevap yoktu.

İçindeki sesin yanılmasını umarak onu susturdu. Karanlık zeminde kaybolan o damla, şimdi zehirli bir sarmaşığa dönüşmüş oradan Hikmet'in beynine uzanıyordu. O tıslama sesine benzer bir sesle, "O burada yok!" diyordu. Dinlemedi o zehirli sesi Hikmet, koşar adım yukarıya çıktı.

Gördüğü manzara, sendelemesine neden olunca, ferforjeden yapılmış tırabzanlara tutunmak zorunda kaldı. Anlık yaşadığı şoku üzerinden atarken, yerde yatan kızına koştu. Onu tutup kucakladı. Kızım, Süreyya kızım, cevap ver bana yalvarırım Süreyya." diyerek yüzüne yapışan saçlarını çekti hemen eğilerek kalbini dinledi ve nabzını kontrol etti. Yetmedi nefesini kontrol etti.

Ardından "Çok şükür Allah' ım sana şükürler olsun. Nefes alıyor!" dedi bir yandan da vücudunu kontrol etmeye çalışıyordu. Herhangi bir yaralanma izi var mı diye o sırada gözüne takılan kâğıdı eline aldı. Diğer eliyle kızını tutuyordu. Mektubu hızlıca okudu ve cebine attı.

"Ah benim güzel yavrum, can parem, kızım öldüm öldüm dirildim." dedi, onu kucaklayarak yerden kaldırdı. Hızlı adımlarla merdivene yöneldiği sırada Ahmet içeriye girmiş, babasına sesleniyordu.

"Baba neredesin? Baba." diye, bağıran Ahmet yukarıdan gelen sesle kafasını kaldırıp baktığında, karşısında kucağında kız kardeşini taşıyan babasını gördü. Panikle, "Nesi var baba? Ne olmuş, o iyi mi?" dedi, koşarak yanlarına giderken.

"İyi sanırım bilmiyorum. Yani yaralanmamış, nefes alıyor hastaneye yetiştirmemiz lazım Ahmet."

"Bana ver baba, ben taşırım."

"Olmaz, sen arabaya geç. Sen kullan ben getiriyorum. Hadi oğlum."

"Tamam dikkatli in."

Ahmet arabaya gitmek için hızlı adımlarla atölyeden çıktığı sırada, Mahir de kapının önüne park etmişti. O sırada Hikmet' te kucağında Süreyya ile kapıdan çıktığında Mahir telaşla,

"Neler oluyor Ahmet? Nesi var, yaralanmış mı?"

"Bilmiyorum Mahir, babam buldu ben sonradan yetiştim. Acil hastaneye götürmeliyiz."

"Tamam, sen geç ben yardım ederim." dedi, hemen arka kapıya yönelerek Hikmet' e yardım etti. Süreyya' yı arka koltuğa yatırdıktan sonra Hikmet, kızının yanına geçti ve başını kucağına aldı. Ahmet hemen aracı çalıştırıp yola çıktı. Mahir de kendi aracına giderek arkadan onları takip edecek şekilde yola çıktılar.

Hikmet, Mahir' i arayıp, Münevveri alıp gelmesi için şoförünü aramasını ilettikten sonra kendisi de eşini aradı. Süreyya' yı bulduklarını iyi olduğunu sadece bayıldığını, olabildiğince sakin olmasını Şoförün onu alacağını ve hastaneye getireceğini söyleyerek telefonu kapattı.

Hastaneye vardıklarında, acilin önüne arabayı park eden Ahmet, hemen içeriye bağırarak seslendi,

"Sedye getirin lütfen, yardım edin." diye bağırdı. Ardından da arka tarafa yönelerek Süreyya' yı kucağına alıp çıkarttı ve gelen sedyeye bıraktı. Süreyya' nın peşinden Hikmet, Ahmet ve Mahir de içeriye girdiler. Bu sırada müdahale için Süreyya acil odasına alındı.

Dışarıda kalan, Hikmet Mahir' e ve Ahmet' e,

"Siz girişten arabaları çekin hemen, ben buradayım." dedi ve çocukları giderken o da Süreyya' ya yapılan müdahaleye bakmak için o tarafa yöneldi. Doktor Hikmet' e sorular sormaya başladı.

"Ne zamandır kendinde değil?"

"Bilmiyorum, kızımı bulduğumda baygındı hemen hastaneye geldik. Sanırım 20 dakikadır yoldayız ama öncesini bilmiyorum."

"Peki, kızınızın bir rahatsızlığı var mı?"

"Hayır, yok. Aslında bir dakika son zamanlarda zor bir süreçten geçti. Panik atak başlangıcı vardı." dedi, ardından "Nesi var Doktor Bey? Neden hala kendine gelmedi."

"İzin verin lütfen, ilgileniyoruz. Merak etmeyin birazdan daha net bilgi vereceğiz."

"Kullandığı bir ilaç var mıydı?"

"Hayır, yok ilaç kullanmıyor."

"Peki, şimdi bize müsaade edin lütfen." diyerek, onu uzaklaştırdı. Ardından da hemşirelere komutlar vermeye başladı.

"Tansiyonuna bakalım hemen ayrıca EKG çekilsin."

"Tabii, Doktor Bey."

"Kan alalım." dedi, gözbebeklerini kontrol ederken, hemşirelerde söylenenleri yapmaya başlamıştı.

Sonra dışarıya seslenerek "Kızınız başını çarpmış olabilir mi?"

Bilmiyorum, onu bulduğumda yerde baygın yatıyordu."

"Tamam, istediğim işlemlerin ardından emara gönderelim. Kafa travması yaşıyor olabilir. Belirti yok ama biz yine de önlemimizi alalım." dedi hemşireye dönüp.

"Tabii Doktor Bey, hemen ilgileniyoruz." dedi hemşirelerden bir tanesi telefonu alarak emar için hastayı getireceklerini söyledi.

O sırada dışarıda bekleyen Hikmet'in telefonu çaldı.

"Münevver canım o iyi merak etme."

"Ne demek iyi şu an hastanede değil misiniz?"

"Evet, doktor ilgileniyor ama o iyi olacak."

"Kızıma ne olmuş Hikmet? Madem iyi onu telefona ver hemen." dedi, talaş ve hüzün dolu bir sesle.

"Veremem canım lütfen şu an konuşacak durumda değil. Lütfen sakin ol onu bulduk ve o iyi olacak."

"İyi mi gerçekten Hikmet, bana yalan söylüyorsan eğer seni affetmem."

"Süreyya iyi daha iyi olacak sadece baygın, bak geldiğinde onu göreceksin sakin ol rica ediyorum. Biliyorum çok üzgünsün ama sana yalan söylemiyorum."

"Sana inanıyorum Hikmet, beni hayal kırıklığına uğratma. Gökbey' e ulaştın mı?"

"Hayır, ona daha ulaşamadık. Sanırım bir süre ulaşamayacağız."

"O ne demek Hikmet? Ne demek ulaşamayacağız?"

"Sorun yok Münevver." dedi, sessizce "Sanırım Gökbey göreve gitmiş."

"Göreve mi gitmiş. Tamam, anladım şimdi geliyorum. Kızımıza iyi bak." dedi düşünceli bir tonla ve telefonu kapattı.

Ahmet ve Mahir de tam o sırada içeriye girdiler.

"Neler oluyor baba, Süreyya iyi mi? Kendine geldi mi?"

"Hayır, oğlum henüz değil. Sakin olun çocuklar Doktor ilgileniyor o iyi olacak."

"Tamam, baba benim Serra'ya haber vermem lazım."

"Tamam, oğlum sen konuş telaşlanmasın daha fazla."

"Benim de Esma'ya haber vermem lazım. Çıkarken uyuyordu ama uyanıp beni göremezse kötü olur."

"Git oğlum, sen de konuş mümkün olduğunca sakin konuşun. Panik yapmasınlar."

"Tamam." dedi ikisi de telefonlarını çıkartarak aramalarını yaptıktan sonra Hikmet' in yanına geldiler.

"Oğlum, Süreyya' nın çantası, telefonu atölyede aldırmamız lazım. Ayrıca oranın kapatılması da lazım. Birini ayarlayıp halledebilir misin?"

"Hemen hallediyorum baba."

"Hikmet sıkıntılı bir nefes verdiği sırada, Mahir yanına gidip ona sarıldı "İyi olacak Hikmet amca."

"Biliyorum evladım, iyi ki varsın. İyi ki varsınız." dedi, onlara doğru yaklaşan oğlunu da görünce ona da sarılarak.

Ahmet, "Gökbey' e haber verdin mi baba? Onun da haberi olsa iyi olur. Süreyya uyandığında onu da görmek isteyebilir."

"Gökbey yok oğlum." dedi, sıkıntılı bir nefes daha vererek. "Sanırım göreve gitmiş. Süreyya' nın bu durumda olması da bununla ilgili olabilir."

"Nasıl yani?"

"Daha sonra anlatırım. Önce ben neler olduğunu anlayayım da."

"Anlıyorum, baba peki." dediği sırada Doktor dışarıya çıkarak onlara bilgi verdi.

"Kızınızın ciddi bir durumu görünmüyor. Ekg iyi, tansiyonu biraz düşük. Ateşi var öncelikle ateşini düşüreceğiz. Muhtemelen bu yüzden bayıldı. Ayrıca birazdan her ihtimale karşı emara göndereceğiz. Kan tahlili sonuçları da bir iki saate çıkmış olur şimdilik durumu bu."

"Peki, Doktor Bey, çok teşekkürler."

"Rica ederim. Şimdi izinizle gitmem lazım. Emardan sonra tekrar konuşalım."

"Tabii," dedi, Hikmet bir nebze rahatlasa da Süreyya hala kendine gelmediği için endişeliydi. Elleri ile suratındaki sakalını sıvazlayarak bir sağa bir sola adımlamaya başlamıştı. Aynı şekilde endişeli olan Mahir ve Ahmet' te birbirlerine baktılar. Ardından konuşmaya başladılar.

"Annem delirmiştir. Birazdan burada kıyamet kopacak." dedi, Ahmet.

"Haksız da sayılmaz ama endişeni anlıyorum. Hikmet amca da hala çok endişeli.

"Evet, Süreyya' yı o buldu. Onu o halde ilk gören o, eminim aklını yitirmiştir. Hala ayakta ve bu denli güçlü görünmesi mucize."

"Eski toprak Hikmet amcam merak etme bir şey olmaz hem Süreyya da iyi olacak."

"Evet, iyi çok şükür ama neden hala kendine gelmedi Mahir?"

"Doktoru duydun ateşi yüksekmiş, muhtemelen o yüzden. Düzelecek Ahmet abi her şey yoluna girecek." Bu sırada Ahmet ve Mahir kendi aralarında sohbet ederlerken, hemşireler Süreyya' yı emar için götürdüler.

Aynı Anda Operasyon Merkezi

Operasyon için tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Gökbey, son kontrolleri tamamladıktan sonra helikoptere gitmek için ekibiyle birlikte harekete geçti. Havalandıktan 5 dakika sonra saatine gelecek olan bildirimden habersiz görevine kanalize olmuş duruşu ile son kez etrafına, geride bırakacağı her şeye ve Zekeriya' ya baktı. Başıyla onu selamlayarak seri bir şekilde ondan önce helikoptere yerleşmiş olan ekibine dönerek hızla helikoptere bindi. Gökbey' in de yerini alması ile helikopter uçuş hazırlığını tamamlayarak merkezden ayrıldı.

DEVAM EDECEK...

Süreyya Gökbey olmadan nasıl olacak?

Onlar için ilk gerçek ayrılık olan bu zor görev Gökbey açısından nasıl sonuçlanacak?

Karakterlerimizin aşkı nasıl devam edecek ve son bulacak?

Gerçek ve samimi duygular gün yüzüne çıkarken, onların aşkını iliklerimize kadar hissedeceğimiz güzel bölümler gelecek.

Umarım bölümü sevmişsinizdir. Oy ve yorumlarınız benim için önemli. Bölüm sonu tek bir değerlendirme yorumu bile kıymetli benim için.

Olumlu veya olumsuz eleştirilerinizi hem hikayenin tamamı hem de bölüm için merak ediyor ve bilmek istiyorum.

Teşekkürler...

 

Loading...
0%