Yeni Üyelik
46.
Bölüm

BÖLÜM 44(Ruhların Dili Yanılmaz)

@nefelicalliope

Öncelikle herkese merhaba, umarım her şey yolundadır. Uzun bir aradan sonra size uzun (5254 kelimecik:)) yeni bir bölümle geldim. Gecikme için üzgünüm hem de çok..

Ara vermeyi hiç istemiyorum ancak çalışma saatlerim ve işlerimin yoğunluğundan dolayı böyle gecikmeler söz konusu olabiliyor. Yazar olarak benimde Muhtelif Zaman Yıldızı Süreyya' yı yazmayı özlediğim zamanlar oluyor.

Umarım bölümü seversiniz. Yorumlarınızı ve yıldızınızı hikayemden esirgemeyin. Çünkü ben sizlerin yorumlarını ve düşüncelerini her zaman merak ediyorum.

Buraya okuduğumuz tarihi bırakalım mı?🎈🩶🤍

Biraz depresif bir bölümle geldim. Malum Gökbey göreve gitmişti. Geride kalan Süreyya' yı bi derece yorup yıpratmış olabilirim.:) Keyifle okumanızı umarım. Sevgiler...

RUHLARIN DİLİ YANILMAZ

Süreyya emardan çıkmış odaya alınmıştı. Başında babası, abisi ve Mahir bekliyordu. Süreyya hala kendine gelmemişti. Bu sırada hastaneye Münevver de gelmişti. Odaya girdiğinde kızını uyur vaziyette görünce içi rahatlamıştı. Koşar adım yanına gidip alnından öperek ona sevgi dolu bakışlarla baktı. Ardından da elinden tutarak eşine döndü. Aynı sıcak ve samimi bakışlarla karşılaşınca gözyaşına hakim olamadı. Hikmet hemen eşinin yanına giderek ona sarıldı.

"Kızımız iyi Münevver. Sana onu bulacağımı söylemiştim."

"Madem iyi neden hala uyanmıyor? Doktor nerede onunla kendim konuşacağım."

"Anne sakin olmalısın. Doktor birazdan kontrole geleceğini söyledi."

"Bekleyemem oğlum, doktorla hemen şimdi konuşmam lazım." dediği sırada doktor yanında bir hemşire ile içeriye girdi.

"Merhaba,"

"Doktor Bey, merhaba ben annesiyim. Kızım nasıl? Neyi var ve neden hala uyanmadı?"

"Endişelenecek ciddi bir durum söz konusu değil. Öncelikle bakalım Süreyya Hanım şimdi nasıl? Hemşire hanım ateşini tekrar ölçelim."

"Tabii, Doktor Bey hemen bakıyorum." Hemşire ateşine bakarken doktor da nabzını ve serumunu kontrol etti. Dosyasını eline alarak değerlerini tekrar gözden geçirdi. Bu sırada hemşire,

"Ateşi 37. 8 dereceye düşmüş."

"Hala biraz yüksek. Seruma az önce dışarıda söylediğim ilacı da ekleyin hemşire hanım."

"Tabii, şimdi ekliyorum."

Doktor bu talimatın ardından beklenti dolu ifadelerle ona bakan aileye dönerek,

"Kızınız iyi, emar sonuçlarına gelmeden önce baktım. Herhangi bir sorun görünmüyor. Hala kendinde olmamasının sebebi ateşinin olması. Tüm bunların dışında değerleri gayet iyi. Eminim kısa sürede kendine gelecektir. Tedbir amaçlı bu gece burada kalması gerekiyor. Serum bittikten sonra kendine geldiğinde onu tekrar kontrol edeceğim. Şimdilik bu kadar müsaadenizle ilgilenmem gereken başka bir hasta daha var."

"Teşekkür ederiz Doktor Bey," dedi Hikmet, "İçimizi rahatlattınız."

"Rica ederim, geçmiş olsun. Hemşire hanım Süreyya Hanım uyandığında bana bilgi verirsiniz." diyerek, odadan ayrıldı. Ardından da hemşire çıktı.

Yaklaşık 40 dakika sonra biten serum için hemşire tekrar odaya geldiğinde, Süreyya' nın ateşini kontrol etti. Biten serumu çıkarttı ve aileye dönerek, "Ateşi 37. 4, merak etmeyin birazdan kendine gelir." diyerek, odadan ayrıldı.

Mahir içecek almak için Ahmet' le birlikte odadan çıktıktan 5 dakika sonra Süreyya kendine gelmeye başladı. Annesi ve babası hemen başında onun kendine gelmesini bekliyordu. Onun kıpırdandığını gördüklerinde Münevver,

"Hikmet, uyanıyor. Süreyya kendine geliyor." dedi, heyecanlı bir ses tonu ile kızının yanı başında elini tutarak bir eliyle de saçını okşadı.

Hikmet gülümseyerek baktı hem kızına hem de eşine içinden geçirdiği şükür duygusu ile "Çok şükür Münevver, Süreyya kızım nasılsın?"

"Kızım, canım benim nasılsın iyi misin?"

Süreyya henüz gözlerini kırpıştırıyordu. Nerede olduğunu anlamaya çalışarak, annesi ve babası üzerinde usulca gezdirdiği bakışlarını etrafına çevirdi. Kısık çatallı bir sesle, "Neredeyim ben, ne oldu baba?" dedi.

"Bir şeyin yok kızım, iyisin çok şükür ki iyisin." dedi, ona doğru eğilerek alnından öptü.

"Çok merak ettik seni Süreyya, senden haber alamayınca deliye döndük. Bir daha sakın böyle yapma. Bizi habersiz bırakma kızım."

Süreyya ise yavaş yavaş neler olduğunu hatırlamaya başlamıştı. Atölyeyi, telefonuna gelen mesajı, ardından mektubu bulmasını ve okumasını... Sonrası onda da yoktu.

İçinde büyük bir kayıp hissi ile yüzünü buruşturdu. Elini kalbinin üzerine götürdü. İçi acıyordu. Sadece kalbi değil ruhu da sızlıyordu. Gökbey' in ona bıraktığı mektuptaki söylediği şeylerin, zihninde dönen kelimelerinin her birinin ayrı ayrı kalbine ok gibi saplanıyormuş hissi ile mücadele etmeye çalışıyordu. Münevver hala mektuptan habersiz olduğundan, ileri doğru atılarak,

"Kızım, neyin var canın mı acıyor? Neren ağrıyor Süreyya?" dedi, panikle Süreyya' nın hala kalbinin üzerinde olan elinin üzerine koyarak, "Hikmet, Doktoru çağıralım baksana canı yanıyor." dedi, endişeli ve üzgündü.

Süreyya ise zorla yutkunarak, sesini bulmaya çalıştı ve annesine dönerek, "Ben iyiyim anne, üzgünüm. Sizi endişelendirdiğim için gerçekten özür dilerim." dedi, gözyaşlarının sel olup taşmasına engel olamayarak ağlamaya başladı.

Hikmet, "Benim güzel yavru m, her şey düzelecek. Özür dileme kızım seni anlıyorum. Biliyorum sebebini biliyorum kızım ama o iyi ve sana geri gelecek." dedi kızını teselli etmeye çalışıyordu. Fakat bunun ne kadar zor olduğunun farkındaydı.

"Biliyor muydun? Baba, yoksa sen gideceğini biliyor muydun?"

"Hayır, kızım üzgünüm. Bilmiyordum ama mektubu yanında bulduğumda durumu anladım." dedi üzgün bir sesle.

"Neler oluyor Hikmet? Ne mektubu?" dedi Münevver biraz meraklı ve tedirgin bir halde.

Süreyya, "Gökbey," dedi, titrek bir sesle annesi bakışlarını Hikmet' ten kızına çevirdi.

"O gitti anne, Gökbey göreve gitti. Ne zaman döneceği belli değil. Nasıl döneceği belli değil." dedi son kelimesini söylerken hıçkırmaya başlamıştı.

Münevver, dolan gözlerini elinin tersiyle silerek kızına sarıldı. Onu kendine çekerek bir annenin ne kadar verebilecek şefkati varsa hepsini kızına sarılarak ona hissettirmeye çalıştı.

Bir yandan da sırtını okşayarak, "Geçecek benim güzel kızım, her şey yoluna girecek. Gökbey' de sağa salim sana ve bize dönecek. Onun için ve tüm vatan evlatları için çokça dua edeceğim." diyordu. Bu duygusal anların yaşandığı sırada Hikmet' te kendini tutamamış gözlerinin dolmasına engel olamamıştı. Bir elini kızının saçlarına götürerek onu sevdi.

"Annen doğru söylüyor, kızım bizim elimizden yalnızca dua etmek gelir belki ama inan bana bizim en büyük silahımız da dua edip, sabredip beklemektir. Gökbey ve onun gibi yürekli vatan evlatları Allah' a emanet için rahat olsun. Benim canım kızım."

Süreyya, ailesinin söylediği her şeyi duyuyor, ona açtıkları sıcak kolları ve sevgileri için onlara minnet duyuyordu. Fakat içindeki giderek büyüyen karanlık sanki vatanından edilmişte nereye gideceğini bilemeyen birinin öksüzlüğü ve yetimliği hissinin pençelerinden kurtulamıyordu. Kurtulmayı her deneğinde annesinin ve babasının sevgi ve güven dolu sözlerine tutunmaya çalıştığında o pençeler onu daha çok yaralıyordu.

Duygusal ve gönül yorgunluğu ile dolu, zorlu geçen bir gecenin ardından, Süreyya, o sabah hastaneden taburcu olmuş ailesi ile birlikte evine gitmişti.

Birinci Hafta

Mahir, eve döndükten sonra Esma' ya olan biten her şeyi anlatmıştı. Aynı şekilde Serra da olanları Ahmet' ten dinlemişti. Herkes Süreyya adına üzgündü ve yanında olmak istiyorlardı. Ama Süreyya' nın ruh hali sevdiği insanlarla bile bir araya gelecek kadar iyi değildi.

Gelen tüm teklifleri kibarca reddetmek zorunda kalmıştı. Bunu yapmak onun için de zordu ama yaşadığı bu yeni durumu, öncelikle kendisinin anlayıp sindirmesi gerekiyordu. Bilmediği şey ise bu durumun ne kadar vakit alacağıydı.

Evine gelmişti ama evinde gibi hissetmiyordu. Canından çok sevdiği ailesi yanındaydı ama kendini yalnızlığın tarif edilemeyeceği bir boyutunda hissediyordu.

Varmış gibiydi ama yoktu. Uzanıp kendine dokunsa bile aslında orada olduğuna kendini ikna edemiyordu. Sanki bir anda şeffaflaşmış, ruhu bedenini terk etmiş, uzaktan alıcı bir kuş edasıyla onun en ufacık bir hareketini bile izliyor ama dokunamıyordu.

Hissettiği tek şey adını koyamadığı büyük karanlık bir boşluk, evsizlik, vatansızlık, yoksunluktu. Çocukken en çok sevdiği değer verdiği arkadaşını kaybettiğinde hissettiği kayıp hissi ile neredeyse benzer bir his ve acıydı içindeki sustukça boğan, nefessiz bırakan, konuşursa yok olacakmış, unutacakmış gibi vicdan gibi ağır bir yük.

Gökbey' in gidişi Süreyya da bir kırılma noktasıydı. Bunun olacağını hep bildiği, ama hiç gelmesini istemediği bir kırılma. Gökbey' in mecburi firarı, Süreyya' nın ekseninin kaymasına neden olmuştu.

Artık her gün onun için birbirini tekrarlayan birer rakamdan ibaretti. Gökbey gideli 24 saat olmuştu ve Süreyya hastaneden döndükten sonra ne bir şey yemiş ne de ailesi ile konuşmuştu. Gömüldüğü sessizliğin herkesi endişelendirdiğinin farkındaydı. Ama en çok da kendisini endişelendiriyordu. Günün çoğunu odasında, yatağında bazen de terasında geçirdi. Ailesi onun bu sessizliğine henüz çok yeni olduğu için pek bir şey söylemiyor onu zorlamıyordu. Tepki verdiği tek şey telefonuna gelen bildirim sesleriydi. Annesi, babası, kardeşleri arkadaşları gün içinde onu görmek için gelmişlerdi. Nafile çabalarını takdir etse de tek tük kelimelerle ya da küçük zoraki bir tebessümle içinden daha fazlasını yapmak gelmiyordu. Herkes ona karşı anlayışlı olmaya çabalıyordu.

Saat gece yarısını çoktan geçtiğinde, Süreyya' yı hala odasında ki terasta otururken bulan annesi endişe dolu sesini ve üzüntüsünü saklayamadan kızını içeriye aldı.

"Süreyya hava serin üşüteceksin. Kızım biliyorum canın yanıyor. Ama buna zamanla alışacaksın. Lütfen böyle yaparak kendini de bizi de tüketme. O geri gelecek canım ve tüm bu yaşadığın hüznü unutacaksın." dedi ve bekledi, Süreyya' dan tek kelime bir cevap bile duyamadı. Derin bir iç çekişle aldığı nefesle birlikte, kızını yatağa yatırıp üzerini örttü. Eliyle saçlarını okşadı ve yanağından öptü. "İyi uykular kızım, yarın daha iyi olacaksın." diyerek odadan çıktı.

Annesinin ardından Süreyya telefonunu eline aldı, Gökbey' den gelen son mesajı tekrar tekrar okudu. "Süreyya, sevgilim. Bir gün bu anı yaşayacağımızı biliyordum. Sana söylemek istediklerimi söylemeye vaktimin olamayacağını da bildiğimden sana bir mektup bıraktım. Mektubu atölyende sakladığın gizli kasanın içinde bulacaksın. Seni seviyorum, seni sen yapan her şeyi seviyorum. Kalbim de ruhum da senin. Kendine benim için çok iyi bak. En yakın zamanda kavuşacağız. Seni dünyanın sonuna kadar izleyeceğim." Konuşmak istediği tek kişi Gökbey' di ve o yanında değil hatta ondan fersah fersah uzaktaydı.

Göz pınarlarındaki damlalar, bal rengi gözlerinde gülle misali her an dışarıya düşecekmiş gibi hazır olda bekliyordu. Yaşlar akmaya başladığında buğulanan gözlerini ekrandan bir anlığına çekip eliyle gözyaşlarını sildi. Ardından da Gökbey' e mesaj yazmaya karar verdi. Ne demişti Doktoru ona yazabilirsin. Hem Gökbey' de yaz demişti. Bir anda içini tatlı ama buruk bir heyecan sardı. Belki de mesajını görecekti. Kendini yatakta oturur konuma getirerek akan yaşlara aldırmadan yazmaya başladı.

Birinci Gün (İLK MESAJ)

"Sensiz ilk günüm sevgilim. Seni gittiğin andan itibaren çok ama çok özledim. Kolay bir gün geçirmiyorum ama idare ediyorum. Lütfen mümkün olan en kısa sürede bana dön. Nasılsın? Neredesin? Ne yapıyorsun? Her şeyi ama her şeyini merak ediyorum. Seni Seviyorum. Allah' a emanet ol." yazdıktan sonra titreyen ellerine baktı ve kendine kızdı. "Alt tarafı bir mesaj Süreyya bu kadar abartılacak ne var gönder gitsin." dedi, kendi kendine ama titreyen sadece elleri değildi yüreği de titriyordu. Kendini zorlayarak gönder tuşuna bastı. Bekledi, bekledi, bekledi ama iletildiğine dair bildirim ne o gece ne de sonra ki günlerde gelecekti.

Süreyya, başını yastığa koyduğunda, umut dolu kalbiyle geceye "Tamam" gibi kısacık bir sözcükle teslim olarak uykuya daldı. Her gün bir eşik daha atlamaya çalışarak, bazen başarılı oluyordu, bazen de eksiliyordu. Fakat umutlarını hiç yitirmeden, yarın yeniden çoğalacağına inanarak.

Ancak, düzlük sandığı yerde bazen yeniden eksilebiliyordu. Yine de yorgun ve yenik düşmüş kabullenişlerine ve kendine rağmen dünyalar kadar umutla, her gece başını tekrar yastığa koyuyordu. Günler onun için kafasının içinde hiç bilmediği uğultulu sisli sahiplerini tanımadığı seslerin ona söylediği umut kırıcı, kalp kırıcı ve aldatıcı sözlerle mücadele içinde geçmeye devam ediyordu.

Her gece annesi tarafından yatağına yatırılıyordu. Annesinin ardından artık istemsizce akan gözyaşlarına dahi engel olmadan Gökbey' e yazdığı kısa mesajların okunmamış olduğunun çarpıcı gerçekliği ile yüzleşerek uykuya dalıyordu.

Hikmet ve Münevver kızlarının durumunun farkındaydı. Sadece Gökbey' in göreve gidişini bu derece sarsıcı bir şekilde karşılamasını beklemiyorlardı. İkisi de akşamın eşref saatinde, karşılıklı Türk kahvesi eşliğinde hasbihal ederken Süreyya' ya karşı nasıl davranmaları gerektiği konusunda endişeli ve biraz da acemi iki ebeveyn gibi birbirlerine derin düşüncelerle baktılar. Söze ilk başlayan Münevver olmuştu.

"Kızımız evinde, evimizde Hikmet ama sanki burada değilmiş gibi bu konu fena halde canımı sıkıyor ve annesi olarak onun için kendimi yetersizmiş gibi hissetmeden duramıyorum. Neredeyse bütün gün odasından çıkmadı. Ne söylediysem kar etmedi onu biraz kendi haline bırakmayı denedim ama sanırım bu yol doğru bir yol değil. Çok üzülüyorum"

"Biliyorum Münevver, inan bana bu durum benim de canımı çok sıkıyor. Ondan haber alamadığımızda yaşadığım endişeyi hala üzerimden atamamışken şimdi onun bu hali beni çok üzüyor. Gökbey ilk defa ondan gitti. Ondan haber alamayacak olması da cabası, Süreyya' yı anlıyorum ama onu anlıyor olmam bu halde olmasına izin vereceğim anlamına gelmiyor."

"Ne yapacağız peki? Onu eski haline nasıl döndüreceğiz? Kızımı bu halde görmeye dayanamıyorum. Ayrıca Gökbey' in ne zaman döneceği belli değilken, onu bu çıkmaz sokakta tek başına bırakamayız."

"Dur bakalım Münevver, henüz her şey çok taze biraz daha zaman tanıyalım en azından bugünlük onu kendi haline bırakalım. İzin ver bu duygusal boşluğu hazmetsin kolay değil biliyorum. Hiçbirimiz için kolay değil. Gökbey için bende endişeleniyorum. Ama bu duruma alışmamız lazım bu hepimiz için yeni bir olay."

"Haklısın, eminim Gökbey için de onu bırakıp gitmek zor olmuştur. Kim bilir nerede, ne durumda onun için de ayrıca endişeleniyorum. Anne baba olmak demek her daim evlatları için endişelenmek demek sanırım bu bizimde sınavımız Hikmet ne diyorsun?"

"Öyle Hanım, yüreğim hop oturup hop kalkıyor. İçimde tuhaf garip bir sancı var yeni tanıştığım bir duygu, elle tutacakmışım gibi var olan ama dokunsam sanki sisin içinde kaybolmuş var olmayan bir sancı gibi öyle içimi sıkan burkan bir sancı."

"Bir tarafta Süreyya, diğer tarafta Gökbey, nasıl olmasın. Umarım bu sis bir an önce dağılır. Bugünlük seni dinleyeceğim ama sonrası için söz veremem. Kızımı kendine getirmek için ne gerekiyorsa yapacağım. Geç oldu biz de yatalım artık ama önce ben Süreyya' ya bakayım." dedikten sonra Süreyya' yı kontrol etmek için odasına gitti.

Süreyya' nın Tutulan Zamanı

Süreyya, tıpkı ay gibi tutulmuştu içinde bulunduğu zamanda! Ne dışında, ne de içindeydi. Sanki tüm vakitler, özlemek kelimesinin içinde hapsolmuş, sıkışmış kalmıştı. Saatin anlamı, artık onun için her baktığında gördüğü yalnızca Gökbey' in gittiği andan ibaretti.

Bir haftanın sonuna gelmişti. Gökbey, olmadan koskoca bir hafta geçirmişti. Nasıl geçtiğinden habersiz sadece her güne ondan alacağı küçücük bir haber, mesaj ya da sesini duyabilme umuduyla onu aldatmasına izin vererek gözlerini açıyordu.

Sabah uyandığında ilk işi telefonuna bakmak ardından da Gökbey' e mesaj yazmaktı. "Biliyorum bana kızıyorsun, benden hayatı yaşamamı istedin biliyorum ama sensiz ben yaşayamıyorum. Gökbey, elimde değil her geçen gün daha da karanlığa çekiliyorum. Karanlığın içinde tutunduğum tek dalımsın. Aslında yokken bile varsın." Aynı rutini gece yatmadan önce de yapıyordu. Tıpkı şu anda yaptığı gibi,

"Hadi bakalım, Süreyya' nın en sevdiği şeyleri yapalım. Onu bugün kahvaltıya indireceğim. Sen devam et. Ben gidip uyanmış mı bakayım."

"Tabii Münevver Hanım."

Süreyya hala yataktayken kapısı çalındı. İçten içe kimin geldiğini biliyordu. Annesi de babası da onu her gece ve sabah kontrol ediyorlardı. Bu durumun onlarında canını sıktığını ve üzdüğünü biliyordu. Elinde değildi her güne farklı uyanmak istese de her gece aynı kabusla uyandığında durum değişmiyordu.

Münevver her zaman ki gibi önce kapısını tıklatıyor ardında da içeriye girip ona sarılıyor, öpüyor ve "Günaydın, benim canım kızım uyanmış mı?" Diyerek, her gün aslında birbirinin tekrarı olan aynı cümleleri kuruyordu. Süreyya ise ne zaman pes edeceğini merak ederek annesine sarılıyordu. Çünkü kendisi bile bu halinden bıkmış usanmıştı. Annesinin ona karşı olan sabrı onda hayranlık uyandırıyordu.

"Günaydın anne." dedi, annesinin sıcak kucaklaşmasına karşılık minnet dolu bir kalple ona sarılırken.

"Hadi bakalım, şimdi hemen yataktan çıkıp hazırlanıyorsun ve kahvaltıya geliyorsun. Senin için en sevdiğin şeyleri hazırladık." dedi, kızının itiraz hamlesini önceden görerek, "Sakın bana yemeyeceğim deme, asla itiraz kabul etmiyorum. Tam bir hafta oldu ve senin boğazından doğru düzgün bir şey geçmedi. Beni daha fazla üzme kızım olur mu?" dedi hüzünlü bir sesle saçlarını okşayarak, "Seni tam burada bekliyorum." dedi neredeyse emreder bir ses tonu ile kızının gözlerinin içine bakarak konuşuyordu. Ses tonunda emir olsa bile bakışları bunun tam tersiydi.

"Pekâlâ, kahvaltıya ineceğim. Burada beklemene gerek yok anne."

"Hayır, var." dedi, ciddi olduğunu göstermek istercesine yatağa daha da bir yerleşerek "Acele etsen iyi olur. Kızımla kahvaltı edip, ardından şöyle güzel bir kahve içmek istiyorum. Hem biraz sohbet ederiz olmaz mı? Seni özledim Süreyya."

"Çok inatçısın biliyorsun değil mi?" dedi, tebessüm ederek. İlk defa tebessüm etmişti. Bunu gören annesinin yüreğinde umut kırıntıları karıncalanmıştı.

"Senin kadar değilim." dedi, karşılığında o da kızının tebessümüne hasret bir gülüşle.

"Bu durumda kim kime çekmiş oluyor Münevver Sultan?"

"Aaa sorduğun soruya bak, ilahi tabii ki sen bana çektin kızım. İyi ki öyle olmuş." dedi, gururlu bir sesle.

"Anne?" dedi, Süreyya tam banyoya girmek üzereyken,

"Efendim kızım?"

"Teşekkür ederim." dedi dolan gözlerini gizlemeye çalışmadı. Annesi de sevgi dolu gözlerinin dolmasına engel olamadı.

"Her neyse, sen in ben de hazırlanıp geleceğim."

"Peki, o halde her şey hazır mı gidip bakayım. Çok oyalanma ama epey acıktım."

"Tamam anne."

Münevver aşağıya inerken, Süreyya da kendini banyoda buldu. Aynada gördüğü kişi ona tamamen yabancıydı. Kendisini, içi boş bez bir bebek gibi hissetti. Bu his onu rahatsız etti. Günlerdir ilk defa kendi yansımasına bakıyordu. Gördüğü şeyin her ayrıntısı ürkmesine sebep olmuştu.

"Tamam, bu kadar yeter. Süreyya sen bu musun gerçekten? Bu hissettiğin şey asla ama asla doğru değil. Kendine bunu yapmamalısın! Bunu sen de çok iyi biliyorsun. O da bunu istemezdi." dedi içindeki ses. Daha fazla aynaya bakamadı ve duşa girdi. Ardından zor da olsa hazırlanıp aşağıya indi.

Babasını masada oturmuş onu bekleyen umut dolu bakışlarla ona bakarken bulduğunda içi acıdı. Ailesine bunu yapmaya hakkı olmadığını biliyor onları üzdüğü için ayrıca kendine kızıyor ve üzülüyordu.

"Günaydın kızım." dedi, Hikmet neşeli bir ses tonu ile konuşmaya devam etti. "Yanıma gelip otursana, seni özledim."

"Günaydın baba, ben de seni özledim." dedi, Süreyya babasının yanına giderek onu öptü ve yanına oturdu.

"Hadi o zaman, her şey tamam olduğuna göre kahvaltımızı yapabiliriz." dedi Münevver, kızında ki canlılığın sönmesine izin vermeden.

"Kahvaltıdan sonra bir planın var mı? Benimle vakfa gelmek ister misin?"

"Baba, henüz dışarıya çıkmak istediğimden emin değilim."

"Anlıyorum kızım, peki zorlamak yok ama kendin için bir şeyler yapman gerek biliyorum senin canını sıkmak istemiyorum ama en azından ufak ufak bir şeyler denemeye çalışır mısın? Benim ve annen için?"

"Baban haklı kızım, aslında aklıma gelen bir şey var. Birkaç gündür aklımda açıkçası ama nasıl bir tepki vereceğini bilemediğimden söyleyemedim."

"Nedir o anne, söyle lütfen?"

"Doktorunla görüşmek ister misin? Sadece bir öneri yani yapmak zorunda değilsin ama sanki profesyonel birisinden yardım almak daha doğru olabilir."

"Bu konu hakkında sen ne düşünüyorsun baba?"

"Aslında bu konuyu daha önce annenle konuşmamıştık. Buna ihtiyacın olup olmadığına sen karar verebilirsin kızım. Ama bence bugün bu masaya gelerek güzel bir adım attın kendin aşabilirsin. Denemeden bilemezsin. Sadece dene kızım biz yanındayız."

"Aslında Esma ve Güniz her gün aradılar. Seni çok merak ediyorlar." dedi, annesi sanki ona yol gösterir gibiydi. "Denemeye belki oradan başlamak istersin. Ya da Leyla, Ahmet, Serra ve yeğenlerinden, Mahiri de unutmamalıyım. Herkes seni özledi Süreyya."

Süreyya derin bir iç çekti. Annesi haklıydı. Esma da Güniz de onu her gün aramış yanına gelmişlerdi. Ama Süreyya onları görmek istememişti. Kardeşleri de aynı şekilde bu son bir hafta içinde hep yanına gelmişler fakat Süreyya herkesi kendinden uzaklaştırmıştı.

"Biliyor musun anne haklı olabilirsin. Sanırım ailemi ve arkadaşlarımı görebilirim."

"Bu harika bir haber ama benim teklifimde hala geçerli." dedi, Hikmet kızına gülümseyerek.

"Kesinlikle öyle, şimdi keyfim biraz yerine geldi." dedi, Münevver.

Kahvaltıdan sonra Hikmet içi bir nebze daha rahatlamış olarak vakfa gitmişti. Süreyya ve annesi de planladıkları kahveyi içmek üzere bahçeye çıktılar. Sonbaharın başlangıcının içinde gizli kalan, son güneş kırıntılarının olduğu tertemiz bir hava eşlik etti kahve ile harman olan sohbetlerine. Bulutların güneş gibi doğan sohbetlerine gölge düşürmesine engel olamasa da Münevver kızının bu halinden şimdilik memnuniyet ve minnet duyuyordu. O sırada çalan kapı ile ikisi de sohbetlerine ara verdiler. Annesi Süreyya' nın yüzünde anlık dolaşan karanlığı hissetse de sesine fazladan bir neşeli ton ekleyerek,

"Allah allah, kim acaba belki Leyladır. Kardeşin kaç gündür seni görmek için can atıyor. Süreyya onu daha fazla engelleyemem kızım ne dersin belki benimle yaptığın gibi onunla da sohbet edersiniz olmaz mı canım?" dedi, biraz tedirgin bir ses tonu ile kızının hala zamana ihtiyacı olduğunu biliyordu ama aynı zamanda ailesine de ihtiyacı olduğunun Süreyya her ne kadar farkında olmasa da annesi biliyordu.

Süreyya ise derin bir nefes alıp verdikten sonra, "Sanırım artık ona engel olmak hiç kolay olmayacaktır. Bana bu kadar süre tanıması bile mucize anne sonuçta Leyla' dan bahsediyoruz." dedi, bu sözleri annesini de kendisini de bir nebze gülümsetmişti. Münevver masadan kalkmış bahçeden içeriye doğru neredeyse koşar adım ilerlerken içeriden aynı anda Leyla' nın serzenişleriyle beraber capcanlı ama biraz da gergin sesi geliyordu.

"Yeter arrtık! Kimse kusura bakmasın ama artık Süreyya' yı görmeme kimse engel olamaz. Ne bu canım sanki tecritte! Nerede o? Odasında mı? Süreyya? Neredesin sen kaçak? Hiç mızmızlanma bu defa seni görmeden gitmeyeceğim. Süreyya?" diye, bağırırken annesi ile karşılaştı.

"Anne, nerede kardeşim? Bak sakın bana itiraz etmeye başlama! Onu görmem lazım, çok özledim lütfen odasında mı?"

"Kızım dur bir sakin ol. Tamam göreceksin. Süreyya bahçede, birlikte kahve içiyorduk. Hadi gel o da seni özledi." dedi, sakin ama neşeli bir sesle. Bu Süreyya için yeni bir adım olacaktı.

Leyla, onun odasından çıktığına sevinerek, "Sen ciddi misin? Bu çok güzel bir haber ama ben de kahve istiyorum. Bensiz nasıl içinize sindi." diyerek serzenişine devam etti. Aynı zamanda da bahçeye geçmek için üzerindekileri çıkartıp koltuğun üzerine acele ile bıraktı.

"Sen geç kızım ben de kahveni hazırlatıp hemen geliyorum. Bu arada çok üzerine gitme olur mu Leyla'm?" dedi, onu yanağından öperken.

"Tamam, anne, merak etme." dedikten sonra Münevver mutfağa, Leyla da bahçeye çıktı. Süreyya masadan kalkmış Leyla' nın içeriye girmesini bekliyordu. Leyla ise hızlı adımlarla ona doğru giderek,

"Canım, nasılsın?" diyerek, kız kardeşine sımsıkı sarıldı. Süreyya da aynı şekilde karşılık vererek ona sarmalanmış olan kollardaki sıcaklığı ve sevgiyi kabul edercesine kardeşine sarıldı. Aynı zamanda da kulağına "Daha iyiyim, galiba..." diye fısıldadı. Tebessümünün ardına gizlenen, o hiç kaybolmayacakmış gibi duran gölge, hep peşinde olmasına rağmen ona inat bu cümleyi kurabilmek Süreyya için önemliydi. Birbirlerinden ayrıldıklarında Leyla, " Sana bir bakayım, biraz zayıflamış, süzülmüşsün sanki ama hiç önemli değil. Biliyorsun ki Zeynep' le bir gün geçirmeye bakar. Tatlıyı ne kadar çok sevdiğini ve bir günde ne kadar çok çeşit tatlı yediğini hatırlatmama gerek yok diye düşünüyorum." dedi imalı ve samimi ses tonu ile kardeşine tekrar sarıldı. "Seni gerçekten çok ama çok özledim."

"Biliyorum ve ben de seni, sizi çok özledim. Özür dilerim, ben... Ben böyle olmasını istemedim... Ama biliyorsun işte elimde değil..."

"Hey, özür dilenecek bir şey yapmadın. Sakın yaşadıkların için özür dileme. Seni seviyorum ve anlamaya çalışıyorum. Aşıksın, onu seviyor ve çok değer veriyorsun. Gökbey' in sendeki yerini biliyorum. O yüzden onu özlediğin ve onsuz biraz fazla perişan olduğun için özür dileme. Her şey düzelecek bunu biliyorsun değil mi?"

"Bildiğim tek şey, onsuzken yarım kaldığım, hiçbir şeyin umurumda olmadığı, mutsuz ve umutsuz olduğum. Sanki benim dünyamı almışlar ve yerine sadece Gökbey' i koymuşlar. O ortadan kaybolunca, aydınlık olan tüm dünyam karanlığa ve sessizliğe bürünmüş gibi. Suyun altında haddinden fazla kalırsın ya hani boğulma hissine yakındır ama boğulmazsın da, işte onsuz geçen her günümde bunu ve fazlasını yaşıyorum. Böyle hissetmek berbat! Her güne böyle uyanmak, her geceye böyle uyumak beni kahrediyor." dedi, ses tonu üzüntünün ötesinde bir durum yaşadığını ortaya koymak istercesine kederliydi.

"İnan bana bunu görebiliyorum. Hepimiz görüyoruz. Seni anlıyoruz. Tüm bunların dışında aslında ondan haber alamamak seni bu denli üzüyor. Ama sabırlı olmalısın Süreyya, sana döneceğini söyledi ve dönecek. Bu hayatta en zor şeylerden birisi beklemek biliyorum. Sen ve o ikinizde bu zorlu süreci atlatacaksınız. Ben buna tüm kalbimle inanıyorum. Hem unutma ki onu özleyen bu zorluğu yaşayan sadece sen değilsin. Eminim Gökbey de seni çok özlüyor ve bu duruma içerliyordur. Sen en azından evindesin, ailenle, sevdiklerinle tanıdığın bildiğin bir yerdesin. Peki ya Gökbey? O nerede ne yapıyor kimlerle nasıl? Ne durumda? Bunları seni endişelendirmek için söylemiyorum kardeşim, sadece yalnız olmadığını ve şartlarının onunkinden daha iyi olduğunu anlayabilmen için söylüyorum. Yani, belki bir faydası olur. Küçükte olsa" dedi, birbirlerine bakarken Leyla gülümsedi. Süreyya da gölgelerini kovalayarak kardeşine o tatlı tebessümünü gösterdi. "Sen ne ara bu kadar olgun oldun? Benim bu kulaklarım neler duyuyor böyle ve sen kimsin Leyla' ya ne yaptın çabuk söyle?" dedi, ardından ikisi de kıkırdayarak onlara doğru gelen annelerine baktılar. Münevver ise gördüğü manzaraya inanamayarak ama aynı zamanda çok ta mutlu olarak elinde taze demlenmiş çay ve kahve ile yanlarına gelip oturdu. Tepsiyi masaya bıraktı. Dolan gözlerine aldırış etmeden konuşmaya başladı.

"Sizi hep böyle gülerken görmek istiyorum. İçimi ısıtan gülüşlerinizi asla kaybetmeyin canım kızlarım benim." dedi ve gözyaşlarının akmasına engel olmadı.

Süreyya ve Leyla aynı anda annelerine seslendi. "Anne, lütfen ağlama."

"Sevinçten kızım, başka ne olacak. Kaç gün sonra gülen yüzünü gördüm ya daha artık ölsem de gam yemem."

"Anne, böyle konuşma ama bizi üzüyorsun."

"Tamam sustum. Hadi beni boş verin. Çay taze, yanında kurabiye de getirdim en sevdiğinizden." dedi, kızlarına göz kırparak,

Süreyya ve Leyla aynı anda "Tahinli kurabiye!" dediler, neşeli sesleri baharı karşılayan kuşların cıvıltısını andırıyordu. Canlı, heyecanlı, meraklı...

Süreyya için gün Leyla' nın gelişi ile öncekilere göre daha çekilebilir olmuştu. Leyla gittikten sonra odasına çekilmişti. Odasına adım attığı an aynı karanlık karşılamıştı. Tanıdık, ama rahatsız edici o hisle boğuşmak yerine telefonunu eline aldı. Cevabını alamayacağını bildiği halde Gökbey' e yazdı.

"Sevgilim, gizemli diyarların çorak topraklarında, kuruyup çatlamış eski kalıntılar, solgun bir varoluşa teslim olmadan önce ruhların anlattığı hikâyeleri saklıyor. İmkânsızlıklara rağmen mümkün kılınan mucizeler, her bir inancın ve umudun yıkıldığı yerde bile, rüzgârların uğultusunda kayboluyor. Tıpkı denizin ortasında rüzgârsız bir yelken gibi, her koşulda ayakta kalmaya çalışıyorum. Ancak geçmişi hatırlayan bir ruh olarak, mazinin derinliklerinde kaybolup gidiyorum."

İkinci Hafta 8. gün

Ertesi sabah üzerine beton dökülmüş gibi hissederek uyandı. Uyanır uyanmaz da he yaptığı gibi telefonuna uzandı. Arkadaşlarından, abisinden gelen mesajları gördü mesajların içeriğini okumadı ve ekranı kaydırarak Gökbey yazısına tıkladı.

"Günaydın sevgilim, örümcek ağları gibi ruhumda nakış gibi işlenmiş nazik kokunun, her bir ayrıntısı, anılarla dolup taşıyor, zihnimde fırtınalar koparıyor. Nefes nefese kaldığımda, seni haykırdığım kâbuslarım tekrar baş gösterdi. Ama endişelenme sen iyi ol. Ben de senin için iyi olmaya çalışıyorum."

Mesaj gönderildi ibaresine bir süre baktıktan sonra yataktan kalkabilmek için önce üzerindeki beton parçalarını kaldırıp atması gerekti. Daha sonra duşa girdi ve hazırlandı. Leyla' nın söyledikleri bomboş zihninin içinde sanki oradan oraya çarparak dolaşıyordu. "Ya Gökbey? O ne yapsın? Kim bilir nerede? Nasıl? Kimlerle?" Bunların cevabını yalnızca Gökbey' in biliyor olması ironisi kalbini kırıyordu.

Aşağıdan gelen seslere önce aldırış etmedi. Ama sonra annesinin her zaman yaptığı gibi odasına gelmediğini fark etti. Ya da o uyurken mi gelmişti bilemiyordu. Seslerle beraber yukarıya gelen kokular dikkatini çekti. Annesinin neden gelmediği anlaşılıyordu. Belli ki büyük bir kahvaltı operasyonu ile meşguldü.

Gülümsedi, o sırada karnının guruldadığını fark etti. Önce gülümsediği için kızdı kendine sonra da açlık duygusuna. Alenen rahatsız hissetti. Gayet insani olan şeyler ona şu an rahatsız hissettiriyordu ve bu durum ciddiydi. Farkına varması ile dehşete kapıldı.

Kalbinin hızlanmaya başladığını hissediyordu. Bunun olması demek panik atağının geleceğinin habercisi demekti. En çok korktuğu bir diğer şey de tekrar panik atak geçirmekti. Koşarak banyoya gitti. Çeşmeyi açtı ve titreyen ellerini suya tuttu. Soğuk su tenine değdiğinde irkildi. Bakışlarını aynada ki yansımasına çevirdi. Gördüğü şeyden hoşlanmadığını anladı. Hemen avuçlarını suyla doldurarak yüzünü yıkamaya başladı. Bir kere, iki kere, üç kere derken buna devam etti. Aynı zamanda yüzünü her ıslattığında saymaya da devam ediyordu. Bir süre yani ne kadar süre geçtiğinden emin olmadığı o süre boyunca bunu yapmaya devam etti. Ta ki annesinin gelip banyo kapısına vurma sesini duyana kadar...

Aynaya baktığında yüzünün soğuk sudan kızardığını gördü. Artık daha sakindi, kalbi hızlı atmıyor, nefesi daralmıyordu. Bunları düşünmeye o kadar odaklanmıştı ki banyo kapısının vurulduğunu unutmuştu.

Annesi ise kapıya vurmasına rağmen Süreyya' dan ses çıkmayınca birazcık paniklemişti ama suyun sesini duyunca rahatlamış duş alıyor olabileceğini düşünüp ona seslendi, "Süreyya, kahvaltı hazır kızım hem sana bir sürprizim de var duşunu aldıktan sonra oyalanmadan aşağıya gel tamam mı?" dedikten sonra vereceği cevabı dinlemeden odasından çıkıp aşağıya inmişti. Süreyya' dan habersiz Esma ve Mahir'i kahvaltıya davet etmişti. Leyla' yı gördükten sonra kızında ki iyi yönde olan değişimi fark edince artık sevdiklerinden uzak kalmaması gerektiğine kanaat getirmişti. Eşine de bu durumdan bahsetmiş, fikrini ve onayını almış ortak bir kararla bu planı yapmışlardı. Aşağıya tekrar indiğinde,

"Süreyya gelmiyor mu Münevver?" dedi, Hikmet biraz telaşlı bir ses tonu ile konuşmuştu.

"Gelecek, telaşlanma duşa girmiş birazdan yanımıza iner." dedi, gülümseyerek ardından da "Ee hadi biz masaya geçelim." dedi Esma ve Mahir'e bakarak acıkmadınız mı?"

"Acıkmaz olur muyum Münevver teyzem çok açım her şey çok güzel kokuyor." dedi, Mahir gülümseyerek.

"Buyurun o zaman, ben çaya bakayım." dediğinde, Esma araya girerek "Ben getiririm Münevver teyze sen otur lütfen."

"Eh iyi madem oturuyorum." dedi gülümsedi.

Esma mutfağa demliği almaya giderken, merdivenlerden inen Süreyya ile karşılaşınca bir an duraksayarak arkadaşının nasıl tepki vereceğini bilmediğinden ona bakakaldı. Süreyya da duraksamıştı ama gülümsüyordu. Esma' nın beklediği işaret tam da buydu. İkisi de aynı anda harekete geçti ve birbirlerine sarıldılar. İlk konuşan Esma oldu.

"Süreyya, seni özledim. Canım benim daha iyi görünüyorsun. Seni bugün de göremeyeceğimi sandım."

"Ben de özledim canım hem de çok. Evet, kendimi daha iyi hissediyorum. Hatta seni gördüğüm için şu an daha da iyiyim." diyerek, arkadaşına sıcacık bir gülümseme daha gönderdi.

"Mahir de burada mı? Yoksa sadece sen mi geldin?"

"Burada elbette, o da seni görmeyi uzun zamandır bekliyordu. Biliyorsun daha önce de uğradık ama seni göremeden gitmek zorunda kaldık." dedi, kırgın bir ses tonu ile,

"Biliyorum. Üzgünüm Esma, size bunu yapmamalıydım." dedi, mahcup bir ses tonu ile

"Sana kızgınım, yalan yok. Hem de çok. Ama anlıyorum da Süreyya, merak etme zamana ihtiyacın vardı. Senin için artık daha kolay olacağını umuyorum."

"Umarım Esma, umarım öyle olur." dediğinde içeriden annesinin sesi geldi.

"Esma, nerede kaldın kızım? Yardım lazım mı alt tarafı bir demlik." dediğinde ikisi de kıkırdayarak birbirlerine baktılar.

"Münevver teyze her zaman ki gibi işte söyleniyor." dedi Esma, "Kesinlikle, annem işte bildiğimiz gibi hadi çileden çıkıp buraya gelmeden gidelim." dedi Süreyya.

"Sen geç, demliği alıp geliyorum."

"Tamam canım."

Esma mutfağa, Süreyya da salona geçti.

"Anneciğim, bana bundan bahsetmemiştin? Misafirlerimiz varmış."

"Kızım, bak sakın itiraz edeyim deme hem çok ayıp bak Mahir de Esma da senin için buradalar."

"Anne, tamam sorun yok. Hem iyi ki buradalar. İkisini de çok özlemiştim." dedi Mahir'e doğru adım atarken, Mahir de kollarını açarak onu karşıladı. "Ben de seni çok özledim canım." Süreyya da ona sarılarak "Bende teşekkür ederim. İyi ki geldiniz." dedi.

Esma da mutfaktan gelmiş, çayları doldurmaya başlamıştı. Ardından herkes masada ki yerini alırken konuşmadan sadece olanları izleyen Hikmet gülümsemekle yetinmişti.

Kahvaltıdan sonra kahveler eşliğinde sohbetleri devam etmişti. Bir süre sonra Hikmet ve Mahir çıkmış. Münevver de Esma kaldığı için birkaç işini halletmek üzere dışarıya çıkmıştı.

Esma arkadaşında ki değişimi fark etse de ara ara dalıp gitmesi ve hüzünlenmesi gözünden kaçmamıştı. Onu neşelendirmek aynı zamanda dikkatini de üzerine çekebileceği bir konuyu açmanın vaktinin geldiğini düşünerek konuşmaya başladı.

"Süreyya, atölyene ne zaman gitmeyi planlıyorsun? Biliyorsun bana bir söz verdin."

"Bilmiyorum, henüz emin değilim. Söz?"

"Aşk olsun! Hey nasıl unutursun. Bana bir gelinlik tasarlaman gerekiyor. Şimdi hatırladın mı?"

"Ah evet, üzgünüm Esma, tüm bu olup bitenler yüzünden aklım karmakarışık! Elbette unutmadım sözümde duracağım canım."

"E o zaman artık başlasan iyi edersin. Mahir' le daha fazla beklemek istemiyoruz. Gelinliğim benim için çok önemli biliyorsun. Senden başkasına asla güvenemem."

"Demek erkene aldınız. Bu şahane bir haber Esma, sizin adınıza çok mutlu oldum." dedi, arkadaşına tekrar sarıldı.

"Teşekkür ederim canım ama biliyorsun ki gelinlik için sürem azalıyor. Yani bu da senin için zaman daralıyor demek bir an önce başlaman gerekiyor. Ay Süreyya, nasıl bir şey tasarlayacaksın çok merak ediyorum." dedi, heyecanlı ve neşeli sesi Süreyya' ya da bulaşmıştı.

"Bir dakika evet daha gelinliğini tasarlayacağım. Henüz aklımda hiçbir şey yok. Ama paniğe gerek yok. Halledeceğim bana güven."

"Sana güveniyorum canım. Senden başkası beni anlayamaz zaten. O yüzden artık harekete geçmen gerek." dedi, gayet ciddi bir sesle aynı zamanda bir an düşünceye dalan Süreyya' yı incelemeye devam etti. İşe yaradığından emin olmak istiyordu. Mahir le evlenecekti elbette ama aslında daha erkene alınan bir tarih yoktu. Süreyya' nın Gökbey' den başka odaklanabileceği ama aynı zamanda da severek ve isteyerek yapabileceği bir şeye ihtiyacı vardı. Gelinlik ilk aklına gelen çözümdü.

Süreyya ise, kendisini şüpheli bakışlarla inceleyen Esma' ya bakarak, "Neden bana öyle emin olmak istercesine bakıyorsun?"

"Çünkü emin olmak istiyorum. Hala dalgınsın. Senin daha çok heyecanlı olman gerekiyordu. Yani kısaca şöyle söyleyeyim, tamamen bana odaklanmanı istiyorum. En azından bir süre bunu yapamaz mısın?"

"Pekala, Esma Hanım, bunu sen istedin. Her gün provaya çağırdığımda sakın bana itiraz etme. Ne dersem onu yapacaksın. Anlaştık mı?"

"Harika anlaştık." dedi cıvıl cıvıl ses tonu ile.

"Ee çizimlere ne zaman başlayacaksın? Bugün beraber atölyeye gidebiliriz istersen?" Esma şansını zorladığının farkındaydı. Ama onu zorlamak istiyordu. Eğer bu eşiği atlatabilirse gerisinin de geleceğine inanıyordu.

Süreyya ise bir dakikaya yakın düşündükten sonra "Neden olmasın, atölyemi de özledim hem uzun zaman oldu. Gidip neler olduğuna bir baksam iyi olur." dedi o da kendini zorlayarak konuşuyordu. Esma' nın ne yapmaya çalıştığının farındaydı ve bu onun için çok anlamlıydı. Esma ona bu kadar değer verip çabalarken Süreyya' da kendisi ve onun için çabalaması gerektiğini hissetti.

Esma, çocuklar gibi bir anda ayağa fırlayarak ellerini birbirine çarptı. "Yaşasın, o halde sen hazırlan hemen çıkalım."

Süreyya, arkadaşına gülümseyerek cevap verdi. "Tamam, 10 Dakikaya ihtiyacım var. Hemen geliyorum."

Süreyya hazırlanmak için yukarıya çıktığında Esma zafer kazanmış gibi bir eda ile hemen Münevver' i arayarak ona olanlardan bahsetti. Bu durum Münevver' i de mutlu etmişti. Kendince sürpriz planlarına devam etmeyi de aklının bir köşesine yazdı.

Süreyya hazırlanırken, atölyesinde yaşadığı o kötü günü aklına getirmemeye çalışıyordu. "Esma için bunu yapmalıyım." diye, kendisini telkin ederek hazırlanıp arkadaşıyla birlikte evden çıktı. Tek duası atölyeye gittiğinde o ana geri dönmemekti.

... devam edecek!

MUHTELİF ZAMAN YILDIZI SÜREYYA' YI SEVECEĞİNİZİ UMUYORUM. BENİM İÇİN MUHTELİF ZAMAN YILDIZI SÜREYYA' YI SEVEREK OKUMANIZ HER ŞEYDEN ÖNEMLİ ELBETTE AMA YILDIZLARINIZ ⭐️ VE SATIR ARASI YORUMLARINIZA DA TALİBİM... 🌟 YORUMLARDA BULUŞALIM. 🪐 MZYS ' ya OLAN DESTEĞİNİZİ GÖRMEK BENİ HEP MUTLU AYRICA MOTİVE EDECEKTİR.

Okuduğunuz için teşekkürler.

 

Loading...
0%