Yeni Üyelik
51.
Bölüm

BÖLÜM 49(Karanlıkta Yeşeren Çiçek)

@nefelicalliope

Geldim ben nazar bonjuklarım. Vallahi azmettim bütün gün uğraştım hem yazdım hem de düzenledim. Neyse ki düzenlerken, manzaram denize ve palmiye ağaçlarına karşıydı. :))

Kısacası yettim bonjuklarr. Gece gece size yeni bölüm sürprizim olsun. Yarını bekleyemedim. Biraz heyecanlı bir bölüm, yazarken ben de gerilip heyecanlandım. Biraz da üzülmüş olabilirim. Umuyorum ki seveceksiniz:))

Şimdiden keyifli okumalar... Yıldızımızı parlatacağınızı biliyorum ve teşekkür ediyorum.

Yorumlarda buluşalım mı? Ben bekliyor olacağım. İyi geceler bonjuklar... Bu arada instagram hesabımızı da buraya bırakıyorum. Güzel editler, yeni bölüm tanıtımları için bakmak isterseniz; link burada dursun.

https://www.instagram.com/sureyyaferay?igsh=MW8weXliYTA5bmN2eA%3D%3D&utm_source=qr

Süreyya' dan

Akıl almaz bir tutkuyla bağlandığı zift karası yoksunluğun, yüzeyde belli belirsiz ışık huzmelerine dönüşmesine izin vermesi olanaksızdı. Buna aldandığı an ruhunun kuytusunda sakladığı, yalnızca karanlıkta yeşeren çiçeğinin solup, yok olacağını biliyordu.

 Suriye (Havada Bir Yerde)

... Suriye (Havada Bir Yerde)

Nihat' ın acısı havalanan helikopterin gürültüsüne karışmıştı. Sessiz çığlıklar atan kalbi, pervanelere çarpıp paramparça oluyordu. Hala kendinde değildi. Gökbey, nasıl, ne ara vurulmuştu. Buna nasıl engel olamamışlardı. Beynini kemiren bu düşüncelerden bir türlü sıyrılamıyor, içinden sadece dua ediyordu. Yaman, onu teselli etmeye çalışsa da bir işe yaramadığını, kaybolan bakışlarından anlayabiliyordu. Kaybolmuş ve suçluluk duygusu ile dolu bakışlardan kendini bir türlü alamıyordu. Gökbey için tüm ekip seferber olmuştu. İlk müdahaleden sonra hemen helikoptere bindirilmiş ve havalanmışlardı.

Aziz merkezle iletişime geçmek zorundaydı. Bunu biliyordu ama bir türlü sesini bulup kelimeleri bir araya getiremiyordu. Mustafa ve Yasin bir an olsun Gökbey' in başından ayrılmıyorlardı. İkisinin endişesi sanki her an patlayacak olan bir yanardağ gibi her birbirlerine baktıklarında birbirlerine çarpıp patlamaya hazır ama patlarsa dünyayı da yıkacağı için onu zapt etmeye çalışır bir haldeydi.

Mustafa, Aziz' e seslendi.

"Aziz, merkeze bilgi geç."

Aziz' den ses gelmeyince Mustafa, sert, gür, keskin ama bir o kadar da hüzünlü bakışlarını ona çevirerek tekrar bağırdı.

"Aziz, sana söylüyorum. Merkeze bilgi geç! Derhal!"

Mustafa' nın gür bir şelale gibi çağlayan sesini duyan Aziz kendine gelerek.

"Tamam." dedi, sadece kendisinin bile zor duyabildiği bir tondan. Boğulurken son bir hamle ile su yüzeyine çıkıp, imdat demeye çalışan birinin ses tonu sesi gibiydi.

Mustafa, onun anladığından emin olur olmaz Gökbey' e dönmüştü.

"Gökbey, bizi duyuyor musun? Bizimle kal Gökbey, iyi olacaksın! Lan var mı öyle çekip gitmek! Bizi bırakmak bu kadar kolay mı! Bizimle kal Gökbey!" diye bağırdı.

Yasin, Mustafa' ya dönerek, "Sakin ol Mustafa, ona bir şey olmayacak!"

"Ya olursa Yasin!"

"Olmayacak! Kes şunu söylemeyi! Bizi bırakıp gidemez! Biz birbirimize söz verdik! Birbirimizi koruyacağımıza and içtik! O bizi hep korudu şimdi de biz onu koruyacağız! O yüzden kendine gel! Sen böyle yaparsan diğerleri ne yapsın!"

"Kahretsin!" dedi, Mustafa hışımla ve öfkeyle konuşuyordu. "Böyle olmamalıydı! Herkesi temizlemiştik! Nasıl geride canlı bırakırız! Nasıl?" diye, kendine olan öfkesi dinmek bilmeyecek gibiydi.

"Bu her zaman ihtimaller arasında! Bunu biliyorsun. Kendine yüklenmeyi kes artık! Bunu sonra konuşacağız önceliğimiz Gökbey' i hastaneye yetiştirmek!"

"Aziz, merkezi aradın mı? Başkana bilgi vermemiz lazım! Hazırlık yapmaları için vakit gerekiyor. Hala ne duruyorsun!" diye, bu sefer Yasin bağırmıştı.

Yaman, göz ucuyla Aziz' e baktığında onun kendinde olmadığını anlayıp, telsizi aldı. "Ver şunu bana Aziz yeter ona bir şey olmayacak! Kendine gel. Gökbey güçlüdür!" diye, bağırdı.

Telsizden, merkezle bağlantıya geçti.

"Zekeriya?" dedi, pes, yorgun ve üzgün bir ses tonu ile.

"Evet, Yaman ne oluyor? Bu ses tonunun sebebi ne?"

"Gökbey." dedi, Yaman.

"Gökbey ne?" dedi, "Söylesene ne oluyor Yaman?" dediğinde, Yaman saatler süren bir yutkunma gibi gelen sürede sustu.

"Yaman konuşsana?"

"Zekeriya, Gökbey vuruldu. İlk müdahalesi yapıldı. Havadayız onu getiriyoruz. Başkana bilgi ver."

"Ne diyorsun sen Yaman? Nasıl? Vuruldu ne demek? Durumu nasıl?"

"Durumundan emin değiliz. Kurşun içeride, kanaması var. Bilinci kapalı."

"Anlaşıldı." dedi, Zekeriya sesi titreyerek. Çok ama çok üzüldü. "Ben başkana böyle bir şeyi nasıl söyleyeceğim. Onu buraya sağa salim getirmelisiniz. Yaman bu nasıl oldu?"

"Nihat abiyi korurken oldu. Kendini ona nişan alınmış merminin önüne attı."

"Anlıyorum, zaten başka türlüsü olmazdı."

"Tamam, biz her şeyi hazırlayacağız. Sizi bekliyoruz! Ben başkanla konuşmalıyım."

"Anlaşıldı." dedi, Yaman cılız bir sesle "Zekeriya ile konuştum. Başkana bilgi verecek. Durumu nasıl?"

"Bilinci hala kapalı, kan vermemiz gerekiyor iç kanama da olabilir."

"Verelim o zaman! Ne gerekiyorsa yapalım!" dedi, bağırarak.

"Sakin ol. Onu yetiştireceğiz." dedi, Yasin.

Derin bir sessizlik hakimdi. Sanki yer yarılmış da hepsi bilinmez bir kuytuya gömülmüş gibi ölüm sessizliğine bürünmüştü! Yürekleri dağlayan kasıp kavuran pervanelerin gürültüsünde üzüntüleri de her yere savruluyor gibiydi.

İstanbul Merkez

Zekeriya aldığı haber karşısında bir an sendelemiş, neye uğradığını şaşırmış, içi kocaman bir dağın altında ezilmiş gibi çaresiz hissediyordu. Başkan' ın odasına doğru giderken karmakarışık duygularının altında ezildi.

Başkanın sekreterine, "Acil durum! Başkan müsait mi?"

Sekreter, "Geldiğini haber vereyim. Bir toplantısı var." dedi ama Zekeriya ısrarlı bir halde, "Başkanın hemen bilmesi gerekiyor ara hemen!" dedi,

Sekreter odayı aradı ve haber verdi.

Zekeriya' ya dönüp, "Girebilirsin." dediğinde, Zekeriya adımlarını hızlandırarak kapıyı çaldı ve odaya girdi.

Başkan, ciddi duruşuyla ve tüm ihtişamı ile karşısında duruyordu. Sorgulayıcı keskin, kısık gözleri ile Zekeriya' yı süzdü. Bir şeylerin ters gittiğini o an anladı. Hemen ayağa kalktı.

"Neler oluyor Zekeriya? Bu halin ne?"

"Başkanım." dedi, Zekeriya sustu. Başını öne eğdi.

"Kaldır başını, bana ne olduğunu söyle."

"Efendim, Gökbey." dedi, yutkundu.

O sırada başkan, olduğu yerden hızlı adımlarla Zekeriya' nın tam karşına geçti.

"Ne olmuş Gökbey' e?" dedi, sessizce kükreyen bir aslan edası ile.

"Vurulmuş." dedi, Zekeriya sadece.

Başkan zihninde dönen tek bir kelime "Vurulmuş." ile yıkılmıştı. Elleriyle yüzünü sıvazlayarak, derin uzun bir nefes verdi. Verdiği nefesinden ne kadar üzüldüğü anlaşılıyordu. Az sonra duyacaklarına hazırlanmak istercesine yeniden bir nefes aldı.

"Durumu nasıl? Şu an neredeler? Olay nasıl gerçekleşmiş?"

"Anladığım kadarı ile durumu kritikmiş. Kan kaybetmiş, bilinci kapalı, yola çıkmışlar, havadalar buraya geliyorlar. Nihat abiyi hedef alan bir merminin önüne atlamış. Nihat abiyi korurken olmuş. Bildiklerim bu kadar başkanım emriniz?"

Başkan bir anda hareketlenmiş, başını sağa sola çevirerek, "Bu deli oğlan sonunda yaptı yapacağını! Gökbey güçlüdür. Dayanacaktır! Öyle kolay kolay teslim olmaz. Zekeriya üzülme evladım! O neler atlattı! Bunu da başaracak! Ben inanıyorum. Sen de inan!" dedi, Zekeriya' yı omuzlarından tutmuş gözlerinin içine bakarak konuşmuştu.

"Herkesi alarma geçir! Gerekli tüm birimlere haber ver. Tüm izinleri veriyorum. Onu kurtarmak için ne gerekiyorsa yapılsın! Git şimdi geldiklerinde beni de haberdar et."

"Emredersiniz başkanım!" diyerek, odadan hızla çıktı.

Başkanın talimatı ile gerekli tüm birimleri bıigilendirmişti. Pistte ambulans ve doktorlar hazır halde bekletilecekti. Gidecekleri hastane belliydi. Önceden haber verilmişti. Yollar helikopterlerin gelişine göre açık tutulacaktı. Ameliyat için tüm detaylar konuşuldu. Merkez tabiri yerindeyse teyakkuza geçmişti. Gökbey' in vurulduğu haberi merkeze de yayılmıştı.

Zekeriya bunca karmaşanın içinde bir anda aklına düşen Süreyya ile ne yapacağını bilememişti. Bunu da başkana sormalıydı. Tüm işlemleri hallettikten sonra Süreyya' nın nerde olduğuna baktı. istanbul' da yolda hareket halinde olduğunu gördü.

"Olanları duyunca yıkılacak." dedi, kendi kendine. Tekrar başkanın odasına doğru giderken sekretere "İçeriye girmem gerek." dedi.

Sekreter girmesi için onay verdi.

"Başkanım tüm emirleriniz yerine getirildi. Yaklaşık bir saat sonra ekip burada olacak." dedi.

"Anladım Zekeriya, başka bir şey var mı?"

"Aslında var efendim."

"Nedir? Gökbey' le mi ilgili? Durumunda bir değişiklik mi var yoksa?"

"Hayır, efendim henüz bir şey yok ama..." dedi, nasıl dese bilemedi bir an düşünmeye başladı.

Söyle Zekeriya, ne oluyor?" dediğinde,

"Efendim, Süreyya ona söyleyecek miyiz? Bilmeye hakkı var." dediğinde, başkan olduğu yerde dondu kaldı.

"Süreyya." dedi, tekrar ederek ardında da "Şimdilik bir şey söyleme. Önce Gökbey gelsin. Duruma göre bu konuyu tekrar konuşalım." dediğinde, Zekeriya anlık bir tereddütle harekete geçmeye başladı. İtiraz edecek gibi oldu. Ondaki tereddüttü gören başkan,

"Biliyorum Süreyya' nın bilmeye hakkı var. Şu an değil Zekeriya, şu an değil evlat." dedi, yatıştırıcı, yorgun ama kendinden emin tecrübeli sesiyle.

"Emredersiniz başkanım." diyerek, odadan çıktı.

Süreyya' nın konumunu takibe almıştı. Her an onunla konuşması gerekebilirdi. Aynı zamanda helikopterlerin konumunu da takip ediyordu. Sorunsuz merkeze ulaşmaları için tüm desteğini veriyor. Ekiple sürekli irtibatta kalıyordu.

Aradan bir saat geçmişti. Helikopterler iniş yaptığı sırada, başkan, Zekeriya, ambulans ve doktorlar pistte bekliyordu.

Gökbey' in olduğu helikopter önce indi. Sedye ile beraber, doktorlar hemen yanına gittiler. Gökbey' i dikkatli bir şekilde aldılar. Bu sırada doktorlar sorular sormaya başladılar. Diğer tarafa da caleb' ın olduğu helikopter iniş yaptı.

Tansiyonu kaç? Tam olarak neresinden vuruldu? Kaç saattir bu durumda?"

"Tansiyonu 8' e 5, nabız 70, yaklaşık bir buçuk saattir bu durumda. Göğüs kafesinden vuruldu ama kalbinden değil diye düşünüyoruz. Serum ve oksijen verdik. Bilinci kapalı, kan kaybını durdurmak için baskı uyguladık ama yine de çok kan kaybetti."

"Tamam, şu andan itibaren hastayı biz devralıyoruz. Hemen ambulansa bindirelim. Acil ameliyata almamız gerekecek. Durumu kritik, hayatı değerleri düşük. Hastaneyi arayıp bilgi verin ameliyat için gerekli hazırlıkları yapsınlar."

"Ne diyorsunuz doktor bey?" dedi, başkan.

"Efendim dediğim gibi onu acilen hastaneye götürmeliyiz."

"Anlıyorum." dedi, başkan sesinde ki yıkılmışlık, taşan nehirlerin coşkusu gibiydi.

"Tamam, hemen yola çıkın. Bizde peşinizden geleceğiz."

"Doktor?"

"Evet?"

"Onu kurtarın. Ne pahasına olursa olsun Gökbey' i kurtarın!" dediğinde, tüm ekibin gözleri dolmuştu. Hepsi pistte ayakta duruyor olanları izliyordu. Hala şoku atlatamamışlardı.

Mustafa, caleb' ı ensesinden sert bir şekilde tutarak başkanın yanına getirdi.

caleb, tam ağzını açmak üzereyken, Mustafa, "Kes lan sesisini! Tek kelime bile edeyim deme!" diye uyardığında caleb pis pis sırıtmaya başladı ve "Bence ondan ümidi kesin! Beni almanın elbet bedeli olacaktı. Bu daha başlangıç!" dediğinde, Yasin Mustafa' nın arkasından bir anda fırlayarak geldi ve caleb' ı yumrukladı.

"Şimdi sırıt bakalım lan! Pis sırtlan! Konuşsana lan!" diye bağırırken bir tane de midesine vurdu. Ağızından kan gelen caleb, acı içinde kıvranırken, Yasin, "Özür dilerim efendim." dedi.

Başkan ise, "Götürün bu soysuzu buradan. Hemen çıkıyoruz. Önceliğim Gökbey!" dedi. Ardından da kendisi için hazırlanan arabaya bindi.

Bu sırada ekip kendileri için hazırlanan araçlara yöneldi.

Mustafa caleb' ı merkezdekilere teslim edip, ekip için hazırlanan araca diğerlerinin yanına bindi.

Hastaneye giden yollar, merkez tarafından polis merkezi ile işbirliği yapılarak açık tutuluyordu. Ambulans trafiğe girmeden hastaneye ulaştı. Ardından başkanın aracı ve tüm ekibi getiren üç ayrı araçta hastaneye ulaşmıştı.

Ekip operasyondan döndükleri haliyle hiç mola vermeden kendini hastanede bulmuştu.

Gökbey, hemen ameliyata alındı. Başkan ve Zekeriya öncesinde hastanenin güvenliğini sağlamıştı. Her yere güvenlik ekibi görevlendirilmişti. Tüm giriş çıkışlar tutuluyordu. Başkan, "Benden habersiz burada kuş uçmayacak!" demişti.

Kamuflaj siyah kıyafetleri ve ellerinde silahlarıyla, ameliyathanenin önünde kimisi yere çökmüş beklerken, kimisi de ayakta duruyor. Kimisi de yerinde duramayıp volta atıyordu.

Zekeriya, Nihat' ın yanına gitmek için hamle yaptığında, başkan onu durdurdu. "İzin ver Zekeriya hala şokta. Ben konuşacağım." diyerek, Nihat' ın yanına gitti ve elini omzuna koydu.

Nihat, önce omzuna konan ele baktı. Ardından bakışlarını elin sahibine çevirdi. Gözleri kıpkırmızı olmuştu.

Başkan anlayışlı bakışlarıyla Nihat' ı süzdü.

"Senin suçun değildi. Nihat, kendine bunu yapmaktan vazgeçmelisin! Ayrıca aynısını sen de onun için yapardın. Bunu o da biliyordu."

Nihat tam ağzını açacak gibi olduğunda, Başkan araya girerek, "Biliyorum, çok zor. Anlıyorum ama Gökbey güçlüdür. Bunu atlatacak. Biliyorsun değil mi?"

"Başkanım, böyle olmamalıydı. O mermi beni hedef almıştı. Hiç düşünmedi bile bir salise bile düşünmeden hareket etti. Buna engel olabilirdim."

"Gökbey, ekibin başında. Sorumluluk onundu. Esas o senin vurulmana izin vermezdi. Vermedi de zaten! Bunu yaptığı için ona kızamıyorum bile Nihat, sen de kendine kızmamalısın. Bazen olacakların önüne geçemeyiz. Ben de çok üzgünüm hatta perişanım. O benim için evlatta öte biliyorsun. Canım yanıyor. Seni de anlıyorum ama artık olan oldu. Kendini suçlamayı bırakmalısın. Biliyorsun senin kendini suçladığını bilse delirir!"

Hiçbir teselli sözü Nihat' ı rahatlatmıyordu. Ancak başkanın söylediklerinin çoğu da doğruydu.

"Şimdi sadece onun için dua etmeliyiz. Şimdilik elimizden gelen bu. Bizde elimizden geleni yapacağız! Anlaşıldı mı?"

"Tüm dualarım onunla." dedi Nihat, usulca "Tüm kalbimle, iyileşmesi için dua ediyorum."

"Sağ ol Nihat, anlayışın için onun yanında olduğun için sağ ol."

"Hepiniz, sağ olun, var olun!" dedi Başkan diğerlerine de dönerek. Gözlerinden birkaç damla yaşın süzülmesine de izin vererek.

Onu böyle ilk defa gören ekip hem şaşkın hem de üzgündü.

Zekeriya, Yasin, Mustafa, Yaman ve Aziz' in yanına gitti. Hepsi perişan görünüyordu.

"İyi olacak. Gökbey aramıza dönecek. Buna inanıyorum. Sizde inanın!" dedi.

"Her şey o kadar hızlı ve ani oldu ki, böyle bir şey nasıl olabilir!" dedi Mustafa yumruk yaptığı elini duvara geçirdi.

"Yapma Mustafa, bunun kimseye faydası yok." dedi, Yasin o da ellerini yumruk yapmış sıkıyordu.

"Kahretsin! Biliyorum ama elimden bir şey gelmiyor ve bu beni delirtiyor."

"Hepimiz aynı durumdayız! Sadece sen değilsin. Dua edelim." dedi, Yaman.

"Zekeriya, Süreyya biliyor mu?" dedi, Mustafa bir anda aklına gelmişti.

Bunu söylediğinde diğerleri de bakışlarını Zekeriya' ya çevirmişti.

"Merkezdeyken Başkana söyledim. Ama henüz söylememi istemedi."

"Ama bilmesi gerek!" dedi Yasin.

"Evet, kesinlikle öyle bilmeli." dedi Mustafa.

"Biliyorum, bence de öyle." dedi Zekeriya tereddütle başkana baktı.

"Git tekrar söyle. Böyle olmaz." dedi, Mustafa.

"Peki, gidiyorum." dedi Zekeriya.

Gökbey, ameliyata gireli 1 saat olmuştu ve henüz içeriden bir bilgi gelmemişti.

Zekeriya başkanın yanına giderek, "Başkanım, Süreyya konusu? Yani ekip de bilmesi gerektiğini düşünüyor. Emriniz nedir?"

"Anlıyorum. Ben aslında ameliyattan çıktığında iyi haberini aldığımızda söylemek istiyordum."

"Efendim, belki haklısınız ama yine de bilmeli. Dilim varmıyor ama her şey olabilir."

"Tamam, Zekeriya anladım. Süreyya' yı arayabilirsin. Yanımda konuş."

"Peki, başkanım." dedi, Zekeriya arkadaşları ile göz göze geldiğinde, onların desteğine ihtiyacı olduğunu hissettirmişti. Hepsi Zekeriya' nın yanına geldi.

"Arıyorum." dedi, telefonunu çıkararak Süreyya' nın adının olduğu yere geldi ve derin bir nefes alarak arama tuşuna bastı.

Aramayı sonlandırdığında, herkes telefondan Süreyya' nın gelen sesini ve yaşadığı mahvolmuş halini anlayabiliyordu.

"Şoka girdi." dedi, Zekeriya.

"Başka ne olacaktı ki." dedi, Mustafa.

"Beni tam olarak anladığını sanmıyorum. Yani sadece Gökbey' in vurulduğu kısmı dinledi. Gerisini anladığını sanmıyorum." dedi, Zekeriya.

"Zaten, panik atağı vardı değil mi? Şu an kim bilir ne halde? Yalnız değildir umarım yanında birileri vardır." dedi Yasin. "Fazlası ile desteğe ihtiyacı olacak."

Başkan, "Yıkıldı kız, acaba yalnız mıydı? Hikmet Enver' i araman gerekebilir." dediğinde, Zekeriya' nın telefonu çaldı.

"Kim arıyor?" dedi, başkan.

"Süreyya arıyor." dedi ve hemen açtı.

"Efendim? Mahir Sen misin?" dedi ve ona hastane bilgilerini verdikten sonra telefonu kapattı.

"Arayan Mahirdi. Sanırım birlikteler. Gerekli her şeyi söyledim. Buraya geliyorlar." dediğinde, Başkan,

"Zekeriya güvenliklere bilgi ver. Hastane kapısında zorluk çıkarmasınlar. Hemen bu kata yönlendirsinler."

"Emredersiniz Başkanım." diyerek, güvenliklerle irtibat kurarak Süreyya' nın geleceği bilgisini verdi.

Ardından da beklemeye devam ettiler.

Düğün Günü İstanbul

 Düğün Günü İstanbul

Esma

Esma

Hayatta hayalini kurduğunuz bazı anlar vardır. Her şeyi en küçük detayına kadar zihninizde canlandırdığınız. Mesela renkleri görüp, sesleri gerçekten duyar gibi hayal ettiğiniz. İşte benim için de evliliğim öyleydi. O mükemmel an gelip çattığında, gerçeğinin hayalimde canlandırdığıma benzemesi için çok dua ettim. Şu an yaşadığım gerçeklik ise hayallerimin de ötesine geçmişti. Beylerbeyi sarayı, tüm ihtişamı ile büyüleyici bir güzellikte karşımdaydı. Geçmişimi ve geleceğimi yansıtıyordu. Eskiyi ve yeniyi. Kimsesizliği ve artık sahip olduğum kocaman ailemi. Henüz içeriye girerken hissettiğim dalga dalga, huzur ve mutluluğun beni içine almasına izin verdim.

Mahir, üzerine mükemmel oturmuş smokiniyle ve beni deli eden gülümsemesi ile elini uzatmış arabadan çıkmam için yardımcı oluyordu. O esnada kafesinden ilk kez özgür kalan kuşun, heyecanından uçamayacağı hissine kapılması gibiydi kalbimin ritmi.

"Şu an kalbimin ritmiyle oynuyorsun. Bilerek mi yapıyorsun?" dedim, titreyerek ona tutunurken.

"Amacım da bu. Başarıyorsam ne ala!" dedi, arsızca. Yüzünde hala o çapkın gülüş vardı.

"Böyle gülümsemeye devam edersen, birazdan yere yapışacağım. Sen o zaman başarıyı göreceksin!" dedim, sakin ve fısıltıyla. Ayrıca her şey yolundaymış sanki her an bayılmayacakmış gibi etrafa gülücükler saçıyordum.

"Senin, saf dürüstlüğüne aşığım sevgilim. Dilediğin zaman düşebilirsin. Ben her zaman seni tutmak için orada olacağım." dediğinde, erimemek için kendimi çok fazla telkin etmem gerekti. Bu arada, ne zaman nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde, o yolu yürümüş bizim için ayrılan ve hazırlanan odaya gelmiştik.

Her şey imkânsızlık derecesinde mükemmeldi. Mahir' le yaşadığım o eşsiz anların beni alt üst etmesine izin verdiğim an, bu hayalimin yalnızca onunla gerçekleşeceğini anlamıştım.

Mahir elini uzatıp yanağımı avucuna aldı. "Sakin ol tatlı Esma' m, biz birazdan evleneceğiz ve bir ömür birlikte olacağız. Ben artık sana aitim, kalbimi avuçlarına bırakıyorum. Onunla ne yapacağın konusunda özgürsün. İstersen, kanat takarsın birlikte uçarız, istersen de yamacından ayırmazsın ben hepsine kabulüm."

"Konuşmasana şöyle be adam, vallahi kalbim duracak!"

"O kalp bana lazım, benim için bile olsa asla durmasın! Hep kanatlarını çırpsın."

Esma dolan gözlerine hükmetmeye çalıştığı sırada içeriye Süreyya girdi.

"Cidden inanılmazsın Esma, sen ağlıyor musun?"

"Hayır." dedi, Esma kısa ve net cevap verdi.

"İki dakika yanından ayrıldım hemen çeşmeyi açmışsın. Sana da aşk olsun Mahir, neden ağlamasına izin veriyorsun! Makyajı bozulacak."

Mahir, tam cevap verecekken Esma araya girerek, "Onun suçu yok. Benim aşırı duygusallığım. Tamam, sustum ağlamıyorum."

"Tabii ki ağlamıyorsun. Seni söz dinlediğinde daha çok seviyorum." dedi, Süreyya gülümseyerek.

"Ben, her hali ile seviyorum." dedi, Mahir muzipçe gülümseyerek.

"Aman onu anladık ama yok ben illa dünyaya haykıracağım diyorsan o başka tabii." dedi, Süreyya.

"Haykıracağım tabii." dedi, Mahir. "Seni de biliyoruz Süreyya Hanım." dedi, gülümseyerek.

Süreyya' nın hüzünlü mahsun gülüşüne karşılık, ne diyeceğini bir an bilemese de bir anlık suskunluktan sonra konuşmaya başladı. Sebebini gayet iyi biliyordu.

"Gökbey' in burada olmasını, bu mutlu anıma şahitlik etmesini bende çok isterdim. Ama önemli değil. O iyi olduktan sonra daha çok birlikte güzel anılarımız olacak. O yüzden üzülme Süreyya." dedi, samimi bir şekilde gülümseyerek.

"Üzülmüyorum, yani üzülmek değil de üzerimde eksik, yarım olma, duygusu var. Yokluğu derin tahmin edilemez bir boşluk. Bende çok özledim."

Esma, daha fazla dayanamayıp Süreyya' ya doğru yaklaştı ve arkadaşına sarıldı.

"Teşekkür ederim Esma, bu çok iyi geldi."

"Çaktırma, benim de ihtiyacım vardı. Mahir beni mahvediyor. Birazdan düşüp bayılmaktan korkuyorum." dediğinde, ikisi de kıkırdayarak güldüler.

"Sen, hep gül canım benim."

"Sen de Süreyya sen de."

"Ben çıkıyorum. Ağlamak yok. Sanırım bir 10 dakika sonra sizi alacaklar. Orada görüşürüz. Mahir bayılmasına izin verme sakın." dedi ve ikisine de gülümseyerek odadan çıktı.

On dakika sonra Esma ve Mahir nikah için salona alındı. Uzun bir alkıştan sonra içeriye girerken, peri kızı gibi süzülen Esma' yı herkes hayranlıkla izledi.

Heyecandan, içten içe deli gibi titriyordu. Mahir' in koluna tutunuşundan Mahir de bunun farkındaydı. Aynı heyecanı o da yaşıyordu. Kısa bir yürüyüşün ardından nikah için hazırlanan masaya geldiler.

Nikah şahitleri de, gelinle damadın yanında yer aldı. Süreyya, Esma' nın, Hikmet' te Mahir' in nikah şahidiydi. Nikah memuru, nikah akdini başlattı.

"Çok kıymetli sevgili konuklar, bugün burada Esma ve Mahir' in nikahı için bulunuyoruz. Hoş geldiniz." dedi, ardından da alkış sesleri geldi. "Herkes hazırsa nikaha başlıyorum." dedi, gülümseyerek.

"Siz, Esma Günışık, hiç kimsenin tesiri altında kalmadan Sayın Mahir Akıncı ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"

Esma, yüreğindeki minik kuşun kalbinde atan nabzını, sakinleştirerek sesinin titremesine izin vermeden güçlü bir "Evet!" dedi, gülümseyerek. Gözleri ışıl ışıl parıldıyordu.

"Siz, Mahir Akıncı, hiç kimsenin tesiri altında kalmadan Sayın Esma Günışık'la evlenmeyi kabul ediyor musunuz?" dediğinde, Mahir, "Esma' nın gözlerine doymak bilmeyen bir açlıkla baktı. Tatlı tebessümü ile o da güçlü bir "Evet!" dedi.

Nikah memuru, "Şahitlerimizden Sayın Hikmet Enver, bu nikaha şahitlik eder misiniz?"

"Evet." dedi, gülümseyerek.

"Sayın, Süreyya Enver, bu nikaha şahitlik eder misiniz?"

"Evet." dedi, Süreyya gözleri dolu doluydu.

"Ben de bana verilen yetkiye dayanarak, sizleri birbirine eş ilan ediyorum." dediğinde, salondan büyük bir alkış sesi yükseldi. Nikahın yardımcısı nikah defterini imzalayan Esma ve Mahir' den sonra defteri imzalamaları için şahitlere uzattı. Onlarda imzaladıktan sonra nikah memuru evlilik cüzdanını Esma' ya verdi.

Ardında da "Tebrik ederim. Mutluluğunuz daim olsun. Gelini öpebilirsiniz." dedi.

Mahir, usulca Esma' ya döndü. Onu kendine çevirdi. O an sadece ikisi vardı. Esma' yı kendine daha da çekerek, onu kısa ama soluksuz bırakacak şekilde öptü. Bu sırada salonda alkışlar tekrar yükseldi.

Nikah memuru ile vedalaştıktan sonra Hikmet ve Süreyya, gelinle damadı ilk tebrik edenler oldu. Ardından da ilk dansları için salona verilen müzikle beraber Esma ve Mahir dans etmeye başladılar.

Hikmet ve Süreyya da, kendileri için ayrılmış olan masaya, ailelerinin yanına gittiler.

Münevver, Hikmet' e sarılarak, "Çok güzeller, Allah nazarlardan korusun evlatlarımızı Hikmet Bey." dedi. Gözlerinin içi gülüyordu.

"Öyleler Hanım, amin." dedi, gözleri dolu dolu ve gururluydu.

İlk dans, devam ederken sahneye Serra ve Ahmet, Hikmet ve Münevver, Leyla ve Mehmet, Güniz ve Aybars ve Mahir' in arkadaşları da eşleri ile çıkarak gelin ve damada eşlik ettiler.

Dans bittikten sonra sahneye, pasta geldi. Esma ve Mahir pastayı kesip tattıktan sonra yerlerine geçtiler. Bu sırada takı merasimi başladı.

Mahir, Esma' ya pırlanta bir set taktı. Ardından Hikmet ve Münevver hem Esma' ya hem de Mahir' e takılarını taktılar. Bu şekilde takı merasimi bir süre devam etti.

Takı merasiminden sonra sahne artık eğlence için hazırdı. Bu sırada ikramlıklar da ardı arkası kesilmeden devam ediyordu.

Süreyya, sakin bir şekilde tabağını kurcalarken, Leyla onda ki bu sessizliği fark ederek, "Canım sen iyi misin?"

"İyiyim, neden sordun?"

"Emin misin Süreyya, fazla sakinsin, enerjin de düşük. Sen de bir şey var?"

"Bilmiyorum Leyla, son bir saattir sanki görünmez bir el yüreğimi sıkıyor. Neredeyse canım acıyacak o derece bir sıkıntı var içimde."

"Tatlım, yapma böyle, anın keyfini çıkar. Sebebini tahmin ediyorum. Gökbey, burada olmadığı için böyle hissediyorsun."

"Hayır, aslında tam olarak öyle değil. Leyla bu başka bir şey, içimde bir sıkıntı var. Sebebini bilmediğim bir sıkıntı, beni huzursuz ediyor. Gökbey' in yokluğunun verdiği huzursuzluk değil bu farklı."

"Allah Allah, sen içini ferah tut benim canım kardeşim, her şey çok güzel olacak. İnşallah yakın zamanda, sizin de düğünüzü böyle yapacağız."

"Elimde değil Leyla, nefes alamıyormuş gibi hissediyorum. Yüreğimde ki elin gücü sanki katmer ketmer artıyor."

"Yapma böyle ama Süreyya, lütfen istersen terasa çıkalım biraz hava almak belki iyi gelir ne dersin?" dediğinde, Güniz yanlarına geldi.

"Neler oluyor burada? Kaç dakikadır fısır fısır, ne konuşuyorsunuz? Süreyya, senin yüzün neden asık kuzum?"

Süreyya yerine, Leyla cevap vermişti. "Pek, iyi hissetmiyor."

"Neden? Ne oldu canım?"

"Bilmiyorum. İçimde tarifsiz bir sıkıntı var." dediğinde, Güniz ve Leyla birbirlerine baktılar.

"Ben de sen gelmeden önce biraz hava almak ister misin? Diye soruyordum."

"Evet, iyi gelebilir. Belki kalabalık yüzündendir. Ya da belki Gökbey' i özlediğin için biraz duygusal davranıyorsundur. Hadi gel, biraz dışarıya çıkalım."

"Hayır, bu öyle bir şey değil. Onu çok özledim evet, ama bu başka bir şey nasıl anlatacağımı bilmiyorum. İçimde tuhaf ama son derece huzursuz edici bir duygu var ama bu özlem değil. Ya da onun yokluğundan olan bir şey değil. Bilmiyorum, söylemeye dilim varmıyor ama ya Gökbey' e bir şey olduysa, ya başına bir şey geldiyse ve ben burada her şeyden habersiz oturup eğleniyorsam."

"Yapma bunu kendine Süreyya, Allah korusun. Hem öyle bir şey olsa zaten haberini alırdık. Ama öyle bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sen de kendini bu tarz düşüncelere teslim etme. Bak renginde hiç iyi değil."

"Bence de." dedi, Güniz. "Kendini bırakma sakın. Panik atağın nüksedebilir, sen iyisin, sevdiklerin iyi, Gökbey de iyi, kendine bunu yapma."

Süreyya, derin bir nefes almak istediğinde, elini kalbine koydu. Şuram acıyor Güniz, nedenini bilmiyorum ama acıyor." dedi, hüzünlü bakışlarına eşlik eden ses tonu ile.

"Tamam, bu böyle olmayacak. Hadi, kalk dışarıya çıkıyoruz. Senin biraz temiz havaya ihtiyacın var." dedi, Süreyya' yı kaldırdı.

"Pekala, faydası olacaksa çıkalım." dedi, Süreyya pes ederek.

Leyla, "Ben de geliyorum." dedi.

"Sen kal Leyla, şimdi annemler ikimizi de göremeyip merak edecekler. Lütfen onlara bir şey söyleme. Şimdi durduk yere neşeleri kaçmasın."

"Peki, Süreyya söylemem."

Güniz ve Süreyya terasa çıktıklarında, Süreyya gökyüzüne baktı. Derin bir nefes daha aldı.

"Evet, işte böyle." dedi, Güniz. "Bir daha nefes al. Hatta al ver."

Süreyya, Güniz' i dinledi. Ama değişen bir şey yoktu.

"Bak ne diyeceğim, Esma bir şey söylemişti hatırlıyor musun?"

"Neden bahsediyorsun?"

"Gökbey gideli ne kadar oldu?"

"Bir ay oldu." dedi, kesik bir nefes vererek ama bunun konuyla ne ilgisi var?"

"Şimdi şöyle, istersen yarın seninle merkeze gideriz. Belki Gökbey' den haber alırız. Yani ne bileyim, en azından içini rahatlatırız. Esma daha önce söylediğinde saçma gelmişti ama seni böyle görünce sanki şansımızı denemeliyiz diye düşünüyorum."

"Gerçekten mi? Gider miyiz? Sence bu doğru olur mu? Ya da bana bilgi verirler mi?"

"Bırak şimdi doğrusunu, yanlışını önemli olan onunla ilgili bir haber alabilmek en azından iyi olduğunu öğreniriz. Ne dersin?"

"Bunları, beni sakinleştirmek için söylemiyorsun değil mi Güniz?"

"Hayır, tabii ki yani evet, bir bakıma öyle ama sonuçta denemekten bir şey kaybetmeyiz."

"Bilmiyorum, emin olamıyorum. Şu an hiç bir şeyden emin değilim. Kalbim patlamak üzere."

"Bana bak Süreyya, sakin ol. Tamam mı? Sakin olmalısın. Sen bu zamana kadar çok şey yaşadın ve hepsini atlattın. Artık iyisin, iyisiniz. Gökbey de iyi ve berabersiniz. Hayatının aşkını sonunda buldun. Bundan daha güzel ne olabilir. Sakın kendini bırakma. Az kaldı biraz daha sabret, yarına kadar yarın gidip öğrenmeye çalışırız. Anlaştık mı?" dediğinde, Süreyya biraz düşündükten sonra,

"Peki, canım anlaştık."

"Tamam, şimdi daha iyi misin?"

"Belki, biraz daha."

"İstersen biraz daha burada kalabiliriz. Hemen içeriye girmek zorunda değiliz."

"Şimdi merak etmeye başlarlar. Girelim."

"Peki, o zaman canım girelim." dedi, ona sarılarak "Bana söz ver? Kendini bırakmak yok. Her şey iyi olacak. Söz veriyorum."

"Belirsizlikler üzerine, söz vermemelisin Güniz."

"Ben veriyorum. Allah Allah, kim itiraz edecekmiş. Hadi gel girelim."

"İyi ki varsın Güniz." dedi, Süreyya Güniz' in elini tutarak.

"Sen de canım benim." dedi, gülümseyerek ama Süreyya' nın söylediği o söze aklı takılmıştı.

İçeriye girdiklerinde, Münevver "Kızım neredesiniz siz merak etmeye başlamıştım."

"Biraz hava almak için terasa çıkmıştık Münevver teyze." dedi, Güniz.

"Hım." dedi, Münevver kızını süzerken, bakışlarından şüphe seziliyordu.

"Sen iyi misin kızım? Bak bakayım bana, senin yüzün neden solgun?"

"Ben iyiyim anne, burası biraz havasız geldi. O yüzden temiz hava almak için çıktık. İyi geldi."

"Anladım, hasta değilsin dimi?"

"Gayet iyiyim." dedi, yüzüne zoraki bir gülümseme kondurarak.

"İyi bakalım. Hadi siz de arkadaşlarınıza katılın. Baksanıza herkes sahnede oynuyor."

"Evet." dedi, Güniz. Süreyya' nın elinden tutarak "Hadi Esma yalnız kalmasın." diye de ekledi.

Süreyya hiç havasında olmamasına rağmen annesini de daha fazla şüphelendirmek istemediğinden, "Tamam, gidelim." dediğinde, bir an da karşıdan koşarak gelen Zeynep, eteklerine yapıştı.

"Feyay teyceee, beni döndüyçene."

"Gel bakalım tatlım, dönmeye gidelim." dedi, onun elinden tutarak birlikte gittiler.

"Gök beni döndüymüyoy, sıkıymışş."

"Sen ona küsme tamam mı? Birazdan o da yapar." dedi, Zeynep' i kucağına alıp dans edenlerin yanına gittiler.

Herkes, gönlünce dans edip, eğleniyordu. Süreyya, Zeynep' in ellerinden tutmuş onu döndürürken, neşeli kahkahalar atmasına sebep oluyordu.

Zeynep, sürekli "Daha çok feyay teyçee, daha hıslı yuffen. Tütüm uççun." diye, konuşmaya devam ediyordu.

Bu sırada Göktuğ da halasının yanına gelmişti. "Biraz da beni döndür hala, hep Zeynep'i döndürdün." diye huysuzluk yapıyordu.

Süreyya, "Sen de gel tatlım benim, küsmek yok." diye onun da elinden tutmuştu.

Süreyya' nın neşesi anlık yerine gelse de, çocukların bu halleri gülümsemesine sebep olsa da, içindeki ruhunu ve kalbini sıkan el ona hala orada olduğunu hissettiriyordu. Görmezden gelmek yok olmasını sağlamamıştı. Aksine daha da katlanarak, tüm benliğine hücum ediyordu.

Esma, onların olduğu yere dans ederek geldiğinde, Zeynep hemen Esma' ya koşmuştu.

Esma, onu yolda karşılayıp kucağına aldığında, birlikte dans etmeye başladılar.

"Geyinyiğiinnn çoç cücellll Eçmaaa." dedi, gülerek.

"Senin de tütün çok güzel balım." dedi, Esma gülerek. Bu sırada, Mahir tarafından markaja alındıklarından habersizdiler. Mahir onlara uzaktan bakmayı bırakıp yanlarına gitti. Esma' nın kulağına eğilerek fısıldadı.

"Gerçekten de sana annelik çok yakışacak ve ben bir an önce bu hayalimin de gerçek olmasını diliyorum. Tıpkı senin gerçek olman gibi." dedi, Esma' nın kalbinde seken toplar Mahir' in kalesinde gol oluyordu.

"Yüreğime indirme konusunda seni geçemeyeceğim artık eminim." dedi, Esma gülümseyerek.

"Berabere diyelim o zaman. Sence bir mi? İki mi? Üç mü?" dedi, Mahir yine o çapkın gülümsemesini takınmıştı.

"Neymiş o?" dedi, Zeynep'i kucağından indirirken.

"Çocuk, aşkım ne olacak." dediğinde, Esma öksürmeye başladı. "Üç mü?" dedi.

"Ne o az mı buldun yoksa?" dedi, Mahir muzip ve çapkın bir gülüşle ardından "İyi misin sen?" dedi, yanakları kızaran Esma' ya bakarken.

"Sevgilim, nikahlanalı daha 2 saat oldu. Biraz acele etmiyor musun?"

"Ben seni görüyorum Esma. Kendini benim gözümden görsen, inan bana tereddüt yasamazdın. Tabii sen nasıl, ne zaman istersen öyle olacak. Hayırlısı ile tabii." dedi. "O yüzden şimdi artık sakin olabilirsin."

"Seni seviyorum. Seni olduğun gibi her şeyinle seviyorum. Seninle olacak her şeye varım." dediğinde, Mahir daha fazla dayanamayarak onu kendine çekti ve öptü.

Bu sırada tam yanlarında onları izleyen Zeynep, "Mahiyyyy Eçma' yı öyppttüüü." diye kıkırdayarak bağırmaya başladı.

Esma utanarak, tatlım bu aramızda kalsın olur mu? Sana tütü etek alacağım söz." derken, Mahir de "Aa çok ayıp. Sevgilim ona rüşvet mi vereceksin." dedi, gülerek Zeynep' i kucağına aldı ve öptü. Bu defa onları izleyen Esma' ydı.

Düğünün sonuna yaklaşmışlardı. Davetlilerin çoğu gitmiş. Yakın arkadaşları ve aileleri ise hala yanlarındaydı. Fotoğraf çekimleri başlamıştı. Herkes sıra ile gelin ve damadın yanında istedikleri pozları vererek anılarına yenisini ekliyordu.

Zeynep ve Göktuğ, uyuyakaldıkları için Süreyya onların yanında bekliyordu. İki uyuyan meleğe bakıp, içindeki sıkıntının geçmesi için dua ediyordu. Bir yandan da Esma ve Mahir' in mutluluğuna, şahitlik ediyordu. Geçmişe gitti, beraber yaşadıkları anılar birer birer gözünde canlanmaya devam ederken, çalan telefonun sesi ile irkildi. Çantasına uzandı. Elleri titremeye, kalbi deli gibi atmaya başlamıştı.

"Neden böyle oluyor. Ben neden böyleyim ki!" diye kendine kızarak, inatla açılmayan çantasının kapağını zorlamaya devam etti. Telefon ısrarla çalıyordu.

"Açıl artık!" dedi, çantasına son bir hamle daha yaparak. Telefonuna ulaştığında ses kesilmişti. Tam kim aramış diye bakacakken, tekrar çalmaya başladı. Arayan numarayı tanımıyordu. Elleri gibi sesi de titresin istemiyordu.

Bir anda ayağa kalktı. Kucağında ki çantası yere düştü. Yere düşen çantaya gözünün ucuyla baktı fakat yerden kaldırmadı. Telefon çalmaya devam ediyordu. Süreyya, açmakla açmamak arasında kalmıştı. Telefon elindeydi ama bir türlü açma tuşuna dokunamıyordu. Yüreği sızladı, bayılacakmış gibi oldu. "Neden?" dedi, içinden "Sakin ol Süreyya, sadece bir numara ne olabilir ki?" dedi ve kendini toparlayarak telefonu açtı.

"Efendim?" dedi, kararlı sakin bir tonla ama karşı taraftan ses gelmeyince, sakinliği de kararlığı da kuş tüyü gibi uçup gitti.

"Alo? Kimsiniz?"

"Merhaba Süreyya Hanım." dedi, tanıdık olmayan bir erkek sesi ama bu tanımadığı ses, neden onun kalbine camdan kesikler atıyormuş gibi hissettiriyordu. "Gökbey..." dedi, içinden. Sonrasında da, karşı taraftan ses gelmeyince, panik oldu.

"Gökbey mi?" dedi, aniden hiç tereddüt etmeden karşı taraf yine susmuştu.

"Cevap ver? Gökbey mi? Ona bir şey mi oldu?"

"Süreyya Hanım, bir saniye beni dinlerseniz eğer?"

"Hanım ne? Ne Hanım! Konuşsana, söyle o iyi mi? Nerede?" diye bağırmaya başladı. Sonrasında da daha yumuşak bir sesle "Lütfen söyleyin." dedi, sesindeki kararsızlık, çaresizliğe adım atmıştı.

"Evet, Gökbey." dedi, Zekeriya.

"Ben Zekeriya, daha önce tanışmıştık. Üzgünüm, sizinle böyle bir iletişim kurmak zorunda olduğum için..." dediğinde, Süreyya' dan acı bir hıçkırık koptu.

O an dünyası tersine döndü. Sanki etraf deli gibi dönüyordu. Midesi bulanıyordu. Gökbey, demişti, üzgünüm demişti. Zekeriya' ydı bu.

Kaybolan sesini içinde aradı. Aradı bulamadı. Yutkundu, olmadı. Öksürdü olmadı. Nefes almaya çalıştı. Aldığı nefes boğazına takılıp, yumru oldu. Gözyaşları, ne ara akmaya başlamıştı bilmiyordu. Yanaklarında ki ıslaklığın, ellerine damlamasını hissettiği an karşı tarafın söylediklerini de kulaklarında ki uğultunun içinden, seçmeye başladı.

"Süreyya Hanım iyi misiniz? Gökbey vuruldu, durumu iyi ama ameliyata alındı. Bilmeniz gerekiyordu. Şu an İstanbul' da hastanede. Beni duyuyor musunuz?"

"Ne oldu? Sen ne dedin? Vuruldu mu? Gökbey vuruldu mu?" diyebildi sadece ardından da olduğu yere yığıldı. Çığlık atmaya başladığının farında değildi.

Zeynep'le Göktuğ, korkarak uyanmış. Süreyya' nın yanına yere oturmuşlardı. Ona ne olduğunu anlamaya çalışan, iki küçük yürek ürkek bakışlarıyla onu izliyorlardı. Bu sırada Süreyya' nın, çığlık atmaya başladığını duyan herkes, koşarak onun yanına geldi. Telefon yerdeydi hala açıktı. Zekeriya, Süreyya' nın çığlığını duyuyor ama ona kendi sesini duyuramıyordu.

Hikmet, kızının yanına koşarak ilk gelendi. Kızına ne olduğunu anlamaya çalışıyor fakat şaşkın bir şekilde onu sakinleştirmeye çalışmaktan başka bir şey yapamıyordu. Münevver de "Su getirin, su verin kendinde değil. Bir şey olmuş kızıma, bir şey oldu." diye, bağırıyordu.

Ahmet, Serra, Leyla, Güniz, Güniz' in anne babası, Aybars, Esma, Mahir, Mehmet herkes oradaydı. Ama Süreyya kimseyi duymuyor görmüyordu.

Tek bildiği Gökbey' in, olmadığı her güne kalbine attığı çentikleri, şimdi onun kalbini tek tek paramparça edercesine kanatıyordu.

Leyla ve Mehmet çocukları aldılar. Çok kokmuşlardı ve ikisi de ağlıyordu. Onları sakinleştirmek için oradan biraz uzaklaştılar ama ikisinin de aklı Süreyya' daydı.

Münevver, gelen suyu kızının yüzüne çarptı. Yere yanına oturup onu kucağına aldı.

"Kızım, Süreyya neyin var? Ne oluyor?" dedi,

"Kendine gel kızım, yavrum." dedi, Hikmet. Esma da Süreyya' nın yanına eğilerek, "Süreyya canım?" dediğinde, Süreyya' nın, çığlığı bir anda kesildi.

"Esma." dedi, bir anda kendine gelerek, Mahir' de yanına geldi.

"Süreyya, ne oldu sana iyi misin kızım?" dedi, Münevver tekrar o sırada Süreyya.

"Çekilin, kalkın, çekilin yanımdan!" diye, bağırmaya başladı. Panikle etrafına bakınarak, etrafındaki herkesi itiyor. Uzaklaştırmaya çalışıyordu.

Herkes şok içindeydi. O kargaşada telefonu görememişlerdi.

"Çekilin diyorum! Telefonum? Abi telefonum?" dedi, abisine bakarak, "Onu bulmam lazım!" dedi, bağırarak.

Ahmet "Tamam, sakin ol. Bulacağım, bize ne olduğunu söyle Süreyya?"

"Abi, lütfen telefonum." dedi, yine ağlayarak.

O sırada Mahir, telefonu aramaya başladı.

"Nerede çantanda mı?" dedi, Ahmet yerdeki çantayı eline alarak.

"Hayır." diye, bağırdı. Süreyya öfkeyle, "Kahretsin! Telefonumu bulmam lazım!" dedi, kendinde değilmiş gibi tavırları herkesi korkutuyordu.

Güniz araya girdi. Süreyya' nın yaşadığı sıkıntı aklına geldi ve Gökbey' le ilgili bir durum olduğunu düşünerek, "Herkes yerden kalksın. Beni dinleyin. Kalkın şu telefonu bulalım."

"Bir şey oldu Süreyya değil mi? Bir şey oldu? Haber mi geldi?" dediğinde, herkes sus pus oldu. Münevver eliyle ağzını kapattı. "Eyvah!"

Süreyya yine donup kaldı ve bir süre susup sadece ağladı.

Hikmet, "Tamam, canım kızım benim, biraz sakinleş ne olur kızım? Neler olduğunu anlayalım." dedi,

Süreyya, ilk defa babasına bağırdı. "Anlayacak ne var? Gökbey vurulmuş!" dedi, hışımla ayağa kalkarken onu tutan kolları da savurarak itti.

"Gökbey vurulmuş!" dediğinde, sanki koca salonda sadece bu söz yankılanıp durdu.

O sırada herkes beyninden vurulmuşa döndü. Şok içinde birkaç dakikadır ne yaşadıklarına anlam veremeden, üzerine bir de bu haberi almak, duygusal anlamda herkesi yıkmıştı. Mahir bu arada telefonu bulmuştu. O sırada gelen aramaya geri döndü. Neler olduğunu tam anlamıyla öğrenmek istiyordu. Zekeriya bir süre Süreyya'ya ulaşmaya çalışmış ve oradaki sesleri dinlemişti ama sonrasında kapatmıştı.

Mahir, hemen arama tuşuna bastı. Telefon ilk çalışta açıldı. "Alo, ben Mahir Akıncı siz kimsiniz?"

"Ben Zekeriya."

"Gökbey nasıl, o iyi mi?"

"O ameliyatta, henüz çıkmadı."

"Nerede? Hangi hastanede?" dedi, ardından Zekeriya' dan gerekli bilgileri aldı ve telefonu kapattıktan sonra Süreyya' ya döndü.

"Süreyya?" dedi, ama o onu duymadı. Tekrar bağırdı. Sonra tam dibine girerek onu kendisine çevirip dikkatini tamamen ona vermesi için kollarından tuttu. "Süreyya telefonun burada, ben konuştum. Gökbey ameliyattaymış. Şimdi kendini toplama zamanı ona gitmelisin. Duydun mu beni? Ne dediğimi anlıyor musun Süreyya?" dedi, çok net ve kararlı bir ses tonu ile konuştu.

Süreyya tamamen Mahir' e odaklanarak, "Evet, evet benim ona gitmem lazım!" dedi, bir anda ne yapacağını bilemez bir şekilde hareketlendi ama abisi yanına geldi ve ona sarıldı.

"Beni dinle Süreyya, şimdi hep beraber ona gideceğiz. Önce biraz sakinleşmelisin. Tamam mı canım? Kendini kaybetmemelisin ona bu şekilde destek olamazsın. Anlıyorsun değil mi kardeşim?"

"Anlıyorum abi." dedi, cılız bir sesle. "Hiçbir boktan anladığım yok." dedi, içinden "Sadece ona gitmek istiyorum."

"Beni ona götür abi." dedi, sadece ve hep beraber toparlanıp Beylerbeyi Sarayından hastaneye gitmek üzere yola çıktılar.

 




Devam edecek...

Bölüm sonu yorumları alalım. Cidden çok merak ediyorum.

İnsafsızlık etmayun daaa yorum yapın:))) Karadeniz damarım çıktı bir anda ben de anlamadım. :)) O değil de hakikaten kurgu üzerine konuşmayı çok istiyorum. Gelin konuşalım. :)

Buraya instagram sayfamızı bırakıyorum.

https://www.instagram.com/sureyyaferay?igsh=MW8weXliYTA5bmN2eA%3D%3D&utm_source=qr

Yeni bölümde görüşmek üzere :)
28.02.2024 23:40 da yayımladım.

 

Loading...
0%