Yeni Üyelik
52.
Bölüm

BÖLÜM 50(Sevda mı? Efsane mi? )

@nefelicalliope

Selam biraz gecikmeli de olsa yeni bölümle geldim nazar bonjuklarım:)) Beklediğinizi biliyorum. Anlayışınız için teşekkür ederim...

Buraya instagram sayfamızı bırakıyorum.

https://www.instagram.com/sureyyaferay?igsh=MW8weXliYTA5bmN2eA%3D%3D&utm_source=qr

Medyadaki şarkı; Çağan Şengül & Cem Adrian - Ben Sana Veda Edemem.

Size bol nazar değmeli bir bölümle geldim. Nazar boncuklarınızı bırakın da nazar değmesin:) Yıldızımız her daim parlasın:))

Yorumlarda buluşmak dileği ile keyifle okuyunuz:)

Sevda mı? Efsane mi?

Süreyya' dan;

"Terk edilmiş bir bebeğin, arayışının çağrısı ile unutulmuş sevdaydım ben senin kalbinin evreninde. Yörüngelerimiz tekrar birleştiğinde, ani bir rüzgarla kalbimin penceresinden girdin. Ben senin beni bekleyişine vuruldum. Sen hiç gelmeyeceğini bildiğin beni beklerken, ben geleceğini bildiğim seni bekledim."

"Zorsa sevda olur, ondan ötesi efsane... Bizimkisi sevda."

Ahmet Süreyya' ya sarıldı. Bir eliyle sırtını okşayarak onu sakinleştirmeye çalıştı.

"Götüreceğim canım, inşallah Gökbey de iyi olacak. Ağlama artık ne olur. Sen ağladıkça benim içim de paramparça oluyor. Ben sana hiç kıyabilir miyim, o akıttığın gözyaşlarına kıyabilir miyim? Sen benim canımın bir parçasısın. Bunu biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum abi, üzgünüm ama Gökbey olmazsa ben yaşayamam." dedi, boğazından bir hıçkırık daha koptu.

"Onu çok seviyorsun değil mi?"

"Çok, abi canımdan çok seviyorum." dediğinde, Ahmet onu kendinden birkaç santim uzaklaştırıp, gözyaşlarını silmeye başladı.

"Tamam, işte şimdi bu sevgini onun iyileşmesi için dua ederek kullanacaksın." Elini Süreyya' nın kalbinin üzerine koyarak, "Seni hissedecek Süreyya, ona olan sevgini hissedecek. O burada. O yüzden sakın kendini bırakma. Gökbey ' in iyileşip tekrar aramıza döneceğine inan kardeşim. Bana söz ver?"

"Söz abi, söz veriyorum. İnşaallah abi, inşallah dediğin gibi olur. Aksini düşünmek bile istemiyorum."

"Düşünme, düşünmeyeceğiz. Hadi şimdi seni ona götürelim. Dualarımıza ve yanında olduğumuzu hissetmeye ihtiyacı var." dedi ve kardeşinin elinden tutarak onu salonun çıkışına yönlendirdi.

Giderken annesi babası eşi ve diğer herkesle göz göze geldi. Hepsi Ahmet' in kardeşine olan bağından ve sevgisinden etkilenmişti. Duydukları bu kötü haber karşısında hepsi şok içinde ve perişandı ancak abisi sağlam durmayı başarabilmiş, her zaman olduğu gibi küçük kız kardeşine olan desteğini tam manasıyla göstermişti.

Süreyya ve Ahmet'in ardından diğer herkes de salonun çıkışına yönelmişti. Hastaneye gitmek üzere oradan ayrıldılar.

Kimseden çıt çıkmıyordu. Hikmet, kızının dağılışını izlemek zorunda kalmıştı. Hem de ikinci defa. Münevver Gökbey' in gidişiyle bile üzüntüden bambaşka birine dönüşen kızının kendini daha yeni yeni toparlamasına sevinirken, az önce aldıkları haberle Süreyya' nın tekrar kendini kaybetmesine şahit olmuştu. Aniden gelen üzüntü ile önce kızlarını düşünüyor gibi görünseler de hem Münevver hem de Hikmet, Gökbey için derin bir üzüntü içindeydiler. Az önce gülüp oynadıkları, neşe saçtıkları yerden büyük bir göçüğün altında kalarak çıkıyorlardı. Hikmet karısına baktı. Sadece bakışarak bile yıllarca anlaşmışlardı. Bu gece de aynısı oluyordu. Birbirlerine olan bakışlarında her şey vardı. Hikmet karısının elinden tuttu. Sonra da onu kendine çekerek sarıldı.

"Bunu da atatacağız. Biz birlikte olduktan sonra her şeyi atlatırız evelallah değil mi Münevver?" dedi, usulca kulağına karısından güç almak istiyordu. Onun desteğine ihtiyacı vardı.

"Allah' ın izni ile Hikmet atlatacağız. Çocuklarımız yine birlikte ve mutlu olacaklar."

"Olacaklar. Olmayı çok hak ediyorlar." dedi, Hikmet abisinin koluna girmiş salondan çıkan Süreyya' ya bakarken gözleri doldu.

Hastanenin önüne geldiklerinde, Süreyya aracın tam durmasını bekleyemedi. Tam olarak ne yaptığının da farkında değildi. Sadece bir an önce Gökbey' in yanına gitmek istiyordu. Kapıyı açtığı anda abisinin sesiyle irkildi.

"Süreyya ne yapıyorsun?" dedi, aynı anda aniden ve sert bir şekilde frene asılarak.

Süreyya abisinin tedirgin yüzüne baktı.

"Üzgünüm, ben durdun sandım." dediğinde, abisinin bakışları yumuşadı.

"Daha dikkatli olmalısın."

Cılız bir sesle "Tamam." dedi, Süreyya "Haklısın, üzgünüm."

"Hadi şimdi inebilirsin, ben de hemen peşinden geliyorum." dedi, onun ardı sıra diğer arabalar da hastanenin önüne dizildi. Aile bireyleri, arkadaşları, her biri birer birer acele ile arabalarından indiler.

Esma, gelinliğini çıkarmaya bile fırsat bulamamıştı.

Serra, çocuklarla beraber Leyla' ların aracındaydı. Onları da kucaklayıp araçtan indiler.

Hikmet şoförüne arabadan inerken, "Tüm arabaları uygun bir yere aldır." diyerek indi.

Hastaneye girdiklerinde onları kapıda güvenlikler karşıladı.

Süreyya, kendini siyah kamuflajlı, ellerinde silah olan adamların arasında buldu. Nereye baksa onlardan vardı. Kime ne soracağını şaşırmış bir halde sağa sola baktı.

Panik ve telaş içindeydi. Eli ayağı sarmaşıklar gibi birbirine dolandı. Korumalardan birisi Süreyya' ya yaklaştı.

Bu sırada Ahmet, öne çıkarak kardeşinin elinden tuttu. "Sakin ol. Ben buradayım. Herkes burada canım yalnız değilsin." dedi, Süreyya, onlara yaklaşan korumaya dönerek "Gökbey?" dedi.

"Siz, Süreyya Hanım olmalısınız?"

"Evet." dedi, Süreyya bir çırpıda.

"Tamam, sizi bekliyorduk. Beşinci kata, ameliyathanenin olduğu yere çıkacaksınız." dediğinde, Süreyya yönünü asansörlere çevirdi.

Süreyya artık yürümüyor, koşuyordu. Uçuşan etekleri, topuklu ayakkabısının çıkardığı sesler, hastanede sanki sadece o varmış gibi yankılanıyordu. Süreyya önden, abisi ve diğerleri peşinden asansörlerin olduğu yere gitti.

Bir dakika boyunca asansörün gelmesini bekledi. Beklemek kalbine de ruhuna da artık zulüm geliyordu. Bir saniye bile bekleyecek hali yoktu. Ayakta nasıl durduğundan bile habersizdi. Asansörün kapıları açılırken, tek düşündüğü Gökbey' di. Gökbey' in gülen gözleri, yuva gibi hissettiren gamzesi, huzur ve güven veren tok sesi, adını söyleyişi, kalbinin atışı, gülümsemesi, büyüleyici kokusu. O sırada Gökbey' in her detayında boğulurken kimse onu duymuyordu. Onu duyacak, hissedecek olan tek kişiye ihtiyacı vardı Gökbey' e! Yalnızca ona!

Süreyya için onunla olmak, taze temiz, nefes almak gibiydi, gözlerine bakmak denizin engin huzurlu mavilerine bakmak gibiydi. Kalbinin her atışında olmak canlı olduğunu ona her defasında hissettirmek gibiydi.

Asansör 5. kata geldiğinde, kapı açılırken Süreyya dengesini kaybedecek gibi oldu. Abisi hemen Süreyya' nın boşta olan elini tuttu.

"Süreyya, iyi misin?" dedi, gözlerinin içine bakarak.

Süreyya sadece başını küçük bir hareketle "Evet." anlamında salladı. İyi falan değildi. Hem de hiç değildi. Gökbey ameliyathanede canı için mücadele ederken, ona iyi olmak haramdı. Asansörün kapısı bile sanki Süreyya' nın Gökbey' e gitmesine engel oluyormuş gibi yavaş açılıyordu. Bir türlü açılmıyor hissi ile kapıya odaklanan Süreyya, "Hadi açıl artık!" diye, bağırdı ve bir anda abisinin elinden kurtularak tam açılmayan kapının arasından kendisini dışarıya resmen fırlattı. Gerçek gelmiyordu. Tüm bu yaşadıkları aldığı haber hala ona gerçek değilmiş gibi geliyordu. Sanki kapı açılınca Gökbey karşısına çıkıp o muhteşem gülümsemesi ile onu karşılayacakmış gibi hissediyordu.

Arkasından, abisi, annesi, babası, Güniz ve Aybars da çıktı. Aynı zamanda Ahmet, kardeşine seslendi.

"Süreyya bekle!"

"Kızım, sakin ol. Bizi bekle." dedi, Hikmet.

Yavrum, dikkat et. Düşeceksin." dedi, annesi Süreyya' nın elbisesinin ayaklarına dolandığını görüp ama Süreyya kimseyi duymuyordu.

Asansörden fırladığında, orada bekleyen Mit görevlilerini es geçerken de kimseyi görmemişti. Etrafında, neredeyse tadını alabileceği yoğunlukta bir duman vardı. Sanki o duman, gözlerine sis perdesi indirmiş gibiydi. Her şey bulanıktı. Tek bir şey hariç. Gökbey hariç!

Titreyen vücudu alarm veriyordu ama onun umurunda değildi. O hızla ilerlerken, ailesi de ardından geliyordu. İkinci asansörde gelmiş oradan da Leyla, Ahmet, Serra, çocuklar, Esma ve Mahir inmişti.

Süreyya, koridoru hızla aşıp sağa döndüğünde, geniş bir fuayeye çıktı. Gözündeki sisde gölgeler oluşmaya başlamıştı. Gölgelere bir bir odaklanmaya başladı. Tanıdık olan ve olmayan yüzleri algılamaya başladı.

Alanda onu ilk gören Zekeriya ve Yasin olmuştu. Karşılarında dağılmış bir ruh ve paramparça olmuş bir kalple gece gibi siyah uzun elbisesi içinde, akan makyajına ve dağınık saçlarına rağmen hala güzel olan fakat kafası karışık bir Süreyya vardı.

Süreyya, Yasin' e odaklandı. Gözlerini kırpıştırdı, ardından ona yönelerek "Yasin!" dedi, buruk, üzgün ama hala ümit dolu titrek sesiyle.

Yasin, ani bir refleksle ona baktı. Süreyya, sanki ayakkabıları yere çivi ile zapt edilmişçesine donup kalmış, hareket edemiyordu. Karşı tarafta bekleyen Başkan ve ekibin kalanları da Süreyya' nın sesiyle çaresiz bakışlarını ona çevirmişlerdi.

Süreyya, kendisine dönen bakışlarda, sanki sevdiği adamın yüzünü görüyordu. O an orada değildi. Kalbi ve aklı arasında kalmış, ikisinin mücadelesinde, o bembeyaz duvarların içinde kaybolmuş gibi hissetti.

Canı yanıyordu. Etinden, et kopartılıyordu. İçinde kendisi ile kavga ediyordu. Bir yanı yürümeye devam et diyordu. Diğer yanı ise onu durması için uyarıyordu. Bir insanın bütün dünyası başına yıkılır mıydı? Süreyya' nın bildiği dünyası Gökbey' di ve o orada değildi. Canlı kanlı karşısında bulmayı ümit ettiği dünyası orada değildi. O ana kadar inanamadığı olay tüm gerçekliği ile yüzüne ve ruhuna çarparak onun başına yıkıldı.

Bu sırada ailesi ve arkadaşları da neler olduğunu anlamaya çalışarak bir kaç adım arkasında bekliyordu. Hepsi endişeliydi. Birbirlerine bakarak anlamaya çalıştılar. O sırada Esma, o muhteşem gelinliği ile fuayede ışıl ışıl parıldıyordu. Bunca üzgün ve perişan insanın içinde onun varlığı, sanki umut ışığı gibi hastanenin kasvetli havasının içine dolmuştu. Kimse Esma' nın o halini sorgulamadı.

Süreyya, bir elini kalbine götürdü. Nefes alamayacakmış gibi hissetti. "Yine oluyor!" dedi, içinden, "İşte yine, o el, o karanlık el!" dedi. "Karabasan gibi üzerime çöküyor." dedi. Sonra derin bir nefes aldı. Bu defa olmasına izin vermeyecekti. "Şu anda olmaz!" dedi, kendine, "Şu an güçlü olması gereken sensin!" dedi, "Sevdiğim adamın, bana ihtiyacı var." dedi, teskinler çaresizdi ama dayanacaktı. Dayanmak zorundaydı. "Gökbey için." dedi, "Aşkımız için." Yıkılan dünyasını da kendisi ile beraber son bir gayret kaldırdı.

Nefes almak istedi, almak istediği nefes bile Gökbey' siz nefes almasına isyan eder gibiydi. Boğazında düğümlendi. Ağzından bir hıçkırık koptu. "Nefes!" dedi, "Nefes alamıyorum." Eliyle kalbine vurmaya başladı. Sendeledi ama düşmedi. Sendelediğini gören Yasin hızlı adımlarla arlarındaki mesafeyi kat edip Süreyya' nın yanına koştu.

"Süreyya! Sakın, kendini bırakma, şimdi değil!" dedi, gözlerinin içine bakarak.

Arkasından ailesi, karşı taraftan ise Mustafa ve Zekeriya da ona doğru koştular.

"Süreyya, canım." dedi, Ahmet kardeşini belinden tutarken.

Süreyya, sicim gibi akan gözyaşlarının ardından onu tutan Yasin' i gördüğünde, "Lütfen." dedi, "Lütfen, beni Gökbey' e götür. Ben onsuz hiç kimseyim, yaşayamam Yasin, nefesim bile bana itiraz ediyor. Onsuz nefes alamıyorum. Yalvarırım beni ona götür." dediğinde,

Yasin, bu sözler karşısında şaşkınlığını gizleyemez bir halde ona baktı. Hemen kendini toparlayarak,

"Süreyya, o ameliyatta, bu benden istediğin mümkün değil. Keşke elimden bir şey gelse ama Gökbey, çıkana kadar beklemek zorundayız. Üzgünüm."

"Bekleyemem! Onu görmem lazım, bana ihtiyacı var. Benim de ona ihtiyacım var. Ne olur biriniz bir şey yapın." dedi, yalvarıyordu.

Herkes bu manzara ve buz sözler karşısında sus pus olmuştu.

Yasin kırılgan bir şekilde baktı. Kendi kalbinin yanı sıra, Süreyya' nın kalbinin çatırtısını da hissediyordu.

Elini kalbine vurmaya devam ederken, "Gök-kbey, buradayım canımın içi, geldim. Artık yanındayım, özür dilerim sevgilim, geç kaldım. Sana yetişemeyen her şeyime öfkeliyim. En çok da zamana!" dedi. Bu kelimeler onun dudaklarından acı kayıplarla dolu bir şiirin sözleri gibi dökülmüştü.

Yasin, kendini tutmayı bıraktı. İlk defa gözlerinden akmak için can atan yaşlara engel olmadı. Usulca izin verdi Süreyya' nın gözyaşlarına eşlik edip, ona destek olmasına.

Annesi de, arkadaşları da ağlıyordu. Teselli edecek tek bir kelime dahi bulamıyorlardı. Çünkü bunun tek tesellisi, Gökbey' in iyileşip ona dönmesi olacaktı.

Süreyya, tam olarak Gökbey' in arkadaşlarının ortasında duruyordu. Küçük küçük adım atmaya başladı. Panik atağının ortaya çıkmasına tekrar izin vermeyecekti ve herkesin yüzüne tek tek tekrar bakmaya çalıştı.

Sonra Mustafa' ya yöneldi. "Ona bunu yapan hala nefes alıyor mu?" dedi, Mustafa başını yerden aniden kaldırıp, net bir şekilde, sert ve korkutucu sesi ile "Hayır!" dedi.

"Peki, neden?" dedi, Mustafa' nın birkaç adım gerisinde duran Nihat' a bakarak, "Nasıl vuruldu?" Nihat başını yerden bir anlığına kaldırıp, Süreyya ile göz göze geldiğinde.

Aziz müdahale etti. Süreyya, Nihat' ın ne olduğunu tam anlayamadığı ama içine şüphe düşüren o anlık bakışındaki hezeyanı gördü.

"Süreyya!" diyerek, onun dikkatini kendi üzerine çekti. Süreyya bakışlarını hızla ona çevirdi. Zar zor ayakta duruyor, kelimeleri tek tek zorla ağzından çıkartıyordu. Ekibin kalanı ise o sırada Nihat' a anlık bakışlar attı.

"Çok canı yandı mı? Şu an benim canımın yandığı kadar mı yandı? Söylesenize?" dediğinde, Başkan artık duruma müdahale etme gereği duyarak,

"Süreyya kızım." dedi, Başkan geriden yükselen sesiyle, aynı zamanda Süreyya'nın yanına yaklaştı ve tam karşısına geçti.

"Biraz oturmak ister misin? Seninle biraz konuşalım."

"Sen kimsin? Söyleyeceğin hangi söz Gökbey' in başına geleni düzeltebilir ki? Neyi konuşacağız?"

Süreyya'nın tepkisine ve acısına olgunlukla karşılık veren Başkan,

"Gökbey, benim evladım sayılır kızım seni..." dediğinde, Süreyya Başkanın sözüni keserek neredeyse fısıltıyla,

"Evladınızı koruyamadınız. Bir baba evladını korurdu!" dedi, öfkeliydi, kırgındı, yorgundu, sevdiği adam içeride can çekişirken, hiçbir teselli ve hiç kimse gönlünün acısını engelleyemeyecekti.

"Gökbey' in, sana neden aşık olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum." dedi, Başkan.

Bakışlarını bir an olsun ondan ayırmayarak. "Bir dakika önce bayılacak gibi olan, naif ve kırılgan haldeki bir kadından, bir dakika sonra güçlü, Gökbey için ayakta durmaya kararlı, onu korumak için her şeyi yapabilecek bir kadına dönüştüğün için." dedi. Herkesin, nutku tutulmuştu.

Başkan, hüzünlü bir şekilde tebessüm ederek, "Haklısın evladımı koruyamadım." dedi, il defa kendi üzüntüsünü belki de Süreyya' nın sayesinde dile getirdi.

"Haklı olmam neyi değiştirir." dedi, Süreyya, yine fısıltıyla konuşuyordu. Sanki konuşan dili değil de, ağlayan kalbiydi.

Başkan, ona bakmaya devam ediyordu.

"Kimsiniz bilmiyorum ama lütfen, yalvarırım beni onun yanına içeriye gönderin. Yanında olmama ihtiyacı var. Biliyorum size saçma gelebilir belki bunu isteyerek bütün kuralları çiğniyor olabilirim ama lütfen beni içeriye alsınlar. Gökbey' in yanına girmem lazım, orada olmam lazım. Sevdiğim adam, canımın yarısı orada canıyla mücadele ederken ben burada duramam. Ondan ayrı, uzak kalmaya dayanamıyorum."

Zekeriya, "Ama bu pek mümkün değ—" diyecekken, Başkan bir elini havaya kaldırdığında Zekeriya bu işaretle sustu.

Süreyya, buğulu gözlerini Başkanın yüzünde umutla gezdiriyordu. Bir saniye bile ayırmadan ona bakmaya devam etmişti. Başkan da aynı şekilde ona bakarken durumu tartıp biçiyordu. Süreyya' nın İçindeki umut kıpırtıları, güneşin ilk ışıkları gibi parıldamaya can atıyordu.

Başkan, Süreyya' ya daha da yaklaştı. Boyu ondan uzun ve iri bir yapısı vardı. Süreyya' nın yüzüne daha da yaklaşarak, "Gerçekten de bunu istiyor musun?" dediğinde, Süreyya, ilk defa tek seferde ve net bir şekilde "Evet!" dedi. Başkan yüzüne bakmaya devam etti.

"Sana bir soru daha soracağım. Sorduğum soruya cevap verirsen isteğini yerine getiririm."

Herkes bu konuşmaya şahit oluyordu. Süreyya' nın hemen ardında olan Hikmet' in bakışları da tüm dikkati de bu konuşmadaydı. Onun müsteşar olduğunu ilk bakışta anlamıştı ama kızının bunu anladığından emin değildi. Her halükarda yavrusunu korumaya hazır bir asla gibi bekliyordu.

Süreyya, kararlı bir şekilde başını salladı.

"Gökbey, o ameliyat masasından sağ çıkamayabilir. Bunu kaldırabilecek yüreğe sahip misin?" dediğinde,

Süreyya' nın içinde aniden bir fırtına koptu. İçi gökyüzü gibi kararmış, şimşekler çakmaya başlamıştı. Gök gürlüyor, bir yandan aniden oluşan hortum üzerine gelirken, bir yandan da iri dolu taneleri ruhunu acıtıp kamçılıyordu. Bu süreçte gözünü bile kırpmamıştı. Gözle görülür derecede derin bir nefes aldı.

"Gökbey, o ameliyathaneden sağa salim çıkacak! Benimle birlikte." dedi. "İnancım sadece Allah tarafından sınanabilir. Sizin tarafınızdan değil. Şimdi ben içeriye giriyorum ve kimse buna engel olmayacak." dedi, ardından da bayılmamak için tüm gücünü kullanarak, Başkanın karşısından ameliyathanenin kapısına doğru gitti. Kapının önüne geldiğinde, Başkan "Kapıları açın ve onu içeriye alın!" emrini verdi.

Hikmet, kızıyla gurur duyuyordu. Tam olarak ondan beklediği gibi davranmıştı. Hafif belli belirsiz bir tebessümle baktı arkasından.

Nihat şok içinde ilk defa bakışlarını yerden kaldırmıştı. Olanları izlerken bir babanın evladından duyduğu gururla, Süreyya' ya bir kere daha hayran olmuştu. Onu operasyon sırasında da çok sevmiş, hep koruyup kollamak için uğraşmıştı. Onu her zaman dişli bir kız çocuğu olarak görmüştü. Yanılmadığını bir kere daha anladı. Yaşadıkları hiç kolay değildi. Tüm olanlara rağmen aşkı eninde sonunda bulmayı başarmış hatta bulmakla kalmamış aşkına sahip çıkmış, hakkıyla da yaşamıştı. Şu an Süreyya' nın Gökbey' e olan aşkını, Gökbey' in ona olan aşkını görüyordu. Birbirlerine olan bağlılıklarını, iliklerine kadar hissetmişti. Hisseden sadece o da değildi. Başkan da hissetmişti.

Süreyya, ameliyathanenin kapısından girerken, dönüp ardına bakmadı. Kendini bambaşka bir boyuta geçiyormuş gibi hissetti. Çünkü o boyutta sevdiği, ömrü olan adam vardı.

Münevver, can havliyle "Hikmet, durdur onu, bunun altından nasıl kalkacak. Olmaz kızım, Süreyya beni bekle." diye, arkasından konuşmaya ve ona doğru gitmeye başlamıştı ama artık çok geçti. Süreyya içeriye girmişti.

Hikmet, karısına sarılarak, "Bırak Münevver gitsin. Bırak." dedi, karısı ona inanamaz gözlerle baktığında, "Sen olsan durur muydun?" dedi,

Münevver, gözünden akan yaşlara engel olamadı. "Durmazdım Bey." dedi, "Duramazdım!"

"Dua edelim, onun için buradayız. Gökbey' e ancak dualarımızla destek olabiliriz. Süreyya, içeride başının çaresine bakmayı bilir. O benim kızım. Bizim kızımız!" dedi. Son söylediğini özellikle Başkanın gözünün içine bakarak söylemişti.

Nihat, Hikmet' in tavrına da hayretle baktı ama onu anlıyordu. İnsan yetiştirdiği evladını bilirdi. Kendinden de tohumlar ekerek büyüttüğü çocuğun, bir gün bir babanın aynası olacağını çok iyi biliyordu. Hikmet esaslı adamdı ona göre o yüzden de onu çok iyi anlıyordu.

Kimsenin itiraz edecek vakti olmamıştı. Süreyya' nın içeriye girmesinin ardından herkes yine kendi köşesine çekilip beklemeye başladı.

Başkan, Nihat' ın yanına giderek, "Esaslı kız değil mi?" dediğinde, Nihat soru karşısında hiç şaşırmadı. "Öyledir." dedi. Kısa bir anlığına tebessüm ederek. "Bizim hergele de az değil ama esaslı kızı kaptı. Yakında düğünümüz var Nihat, çok yakında." dediğinde, Nihat kaşlarını havaya kaldırarak belli belirsiz kaçak bir tebessüm eden Başkana baktı.

Süreyya' yı içeride bir hemşire karşıladı ve ameliyathane için onu hazırladı. Süreyya, hemşire ne derse ikiletmedi hepsini yaptı. Ardından yine sonsuzluk kadar uzun gelen bir süreden sonra ameliyathanenin iç kapısı aralanmaya başladı. Kapı açıldığında ve onu yatarken gördüğünde, ciğerlerine ilk defa temiz hava aldığını hissetti. Bu hava ile birlikte Gökbey' in devasa varlığı ile içi dolmuştu. Buz gibi ameliyathanenin soğuğu, Gökbey' in anıları ile dolu olan zihnini delip geçememişti. Hemşire onu durması gerektiği yere kadar götürdü.

"Süreyya Hanım, buradan daha fazla yaklaşmamalısınız. Beni anlıyor musunuz?" dediğinde, Süreyya sadece başını evet anlamında eğdi.

Ameliyat devam ederken, Gökbey için dua edip yalvardı.

"Allah' ım onu bana bağışla. Bizi birbirimize bağışla. Onu çok seviyorum. Benim canımdan al ona can kat, ruhumdan al ruhuna ruh kat. Yeter ki Gökbey iyileşsin, bana sağlıklı bir halde geri dönsün."

Doktorlar, ellerinden geleni büyük bir titizlikle yaparken, Süreyya orada öylece beklemeye devam etti. Yerinden bir santim bile hareket etmemişti. Gökbey' in cihazlara bağlı hali, onu perişan etse de, kalbi kan ağlasa da onun için dayanıyordu. O ameliyat masasında nasıl dayanıyorsa, aynı güç Süreyya' nın da dayanmasını sağlıyordu. Ellerine baktı. Sonra kendi eline baktı. Ayrı olan elleri içini sızlattı. O eller dile gelse, "Elimi tutmak için ne bekliyorsun?" diyecek, gibiydi. Kalp atışlarını duyuyordu. Süreyya' nın kalbi, içeriye girdiği andan itibaren Gökbey' in kalbinin ritmine ayak uydurmuştu.

"Elimin yeri, avucunun içi." dedi, içinden. "Tıpkı kalbimin içinin senin kalbinle dolu olduğu gibi." dedi ve ona doğru kendiliğinden adım atmaya başladı.

Ona bakan hemşireyi görmezden geldi. Hemşire adını seslendi.

"Süreyya Hanım, olduğunuz yerde kalmalısınız. Bu konuda anlaşmıştık."

"Üzgünüm." dedi, fısıltıyla "Sadece elini tutacağım. Söz veriyorum." dedi, yürümeye devam etti.

"Süreyya Hanım, bu pek mümkün değil." dediğinde, doktorlardan biri "Bırakın." dedi, Süreyya usulca yaklaştı. Önce ömrü boyunca bakacağı yüze özlemle baktı.

"Buradayım sevgilim, yanındayım. Seninleyim, iyi olacaksın." dedi, bir elini onun eline götürdü. Canı acıyacakmış gibi narin bir şekilde tuttu.

"Seni seviyorum Gökbey, seni çok seviyorum. Bana döneceksin biliyorum." dedi, gözlerinden yaşlar akarken.

"Beni hissettiğini biliyorum." dedi, elini avucunun içine alıp, eğilerek öptü. "Her şey düzelecek sevgilim. Bana inan. Ben yanındayım. Hep yanında olacağım. Buradan sensiz gitmeyeceğim." dedi, elini hala tutarken. Bırakmaya hiç niyeti yoktu.

Süreyya içerideyken, Hikmet Mehmet' in yanına gitti.

"Oğlum, çocuklar burada perişan oldular. Böyle olmaz." dedi, uyuyan torunlarına bakarak.

"Ama baba Süreyya' yı bırakıp gidemeyiz." dedi, eşinin yerine cevap veren Leyla' ydı.

"Biliyorum kızım, bir oda ayarlayalım en azından çocuklar, düzgün bir yatakta yatsınlar diyecektim."

"Haklısın baba, ben gidip bir oda ayarlayacağım. Leyla ben hemen dönerim diyerek, Zeynep' i Leyla' nın kucağına bıraktı.

"Süreyya." dedi, Leyla babasına, babası Mehmet' in kalktığı yere oturdu.

"O çok cesur baba, ben olsam içeriye giremezdim. Yapamazdım aslında o hep öyleydi değil mi?"

"Öyleydi." dedi, Hikmet. "Bir gün bir çocuk seni okulda kızdırıyormuş hatırlıyor musun? Hep saçlarını çekiyormuş."

Leyla biraz düşündükten sonra,

"A evet, çok sinir bozucuydu. Sen bu olayı nasıl hatırlıyorsun?"

"Süreyya anlatmıştı. Çocuk seninle çok uğraştığı için ona ne yaptığını da hatırlıyor musun?"

"Tam emin değilim ama beni koruduğunu hatırlıyorum. Kim bilir ne yaptı." dedi, Leyla gülümseyerek.

Hikmet de gülümsedi. "Yaptığı şeyden dolayı okuldan telefon almıştım."

"O çocuk iri yarı bir çocuktu. Ondan hep korkardım. Süreyya' da korktuğum için bana hem kızar, hem de sakinleştirirdi. Ama çocuğa ne yaptığını unuttum."

"Ben unutmadım." dedi, Hikmet. "Dün gibi aklımda kızım, sizinle ilgili her şey burada." dedi, eliyle kafasını işaret ederek.

"Baba..." dedi, Leyla hüzünle.

"Öyle..."

"Ee, ne yapmıştı?"

"Yapıştırıcı almış. Nereden bulduysa, hadi onu geçtim. Nereden aklına geldiyse, sen git çocuk teneffüste uyurken saçlarının her yerine sür."

"Aa, doğru adı o olaydan sonra kel Ayaz kalmıştı. Bak şimdi hatırladım." dedi, gülümseyerek "E, ama cidden böyle şeyler de hep onun aklına gelirdi."

"Ee onun yaptığı nasıl anlaşılmıştı ki?" dedi, Leyla.

"Nasıl olacak; Ayaz' ın saçına yapıştırıcıyı sürerken, kendi saçına da bulaştırmıştı. Öğretmeni saçını kesip ayırmak zorunda kalmıştı." dediğinde ikisi de gülmemek için kendini tutmak zorunda kaldı.

"Baba, bu hikayeyi neden şimdi anlatıyorsun? Kendimi tutamıyorum zaten sinirlerim çok bozuk ve gerginim, mutsuzum, çok üzgünüm, bağıra bağıra ağlamakla gülmek arasındayım."

"Süreyya, her zaman cesurdu kızım, kendi saçından olduğunda bile ki ne kadar severdi biliyorsun. Burnunun dikine dikine konuşurdu. O an tepesi attı mı da aklına gelen ilk şeyi yapardı. Ama en çok da sevdikleri için her şeyi yapardı."

"Esas, beni içeriye girmeyi istemeseydi şaşırtırdı. O yüzden şaşırmadım. Ben kızıma güveniyorum. Kendini bırakmayacak hatta oradan daha da güçlü çıkacak."

"Evet, haklısın baba. O hep en güçlümüz en soğukkanlımızdı. Ama biz bunu unuttuk değil mi?"

"Unutmadık Leyla' m, canım kızım. Her birinizin ayrı ayrı özellikleri burada." dedi, yine kafasını göstererek.

Tam o sırada Mehmet geldi.

"Odayı ayarladım. Leyla, çocukları götürebiliriz."

"Tamam, oğlum eline sağlık. Hadi bende yardım edeyim." dedi, Serra' dan Göktuğ' u aldı.

"Çocukları odaya götüreceğiz. Göktuğ' u bana ver kızım. Burada perişan oldular."

"Baba çok iyi düşünmüşsün." dedi, Serra da Göktuğ' u ona verirken, onlarla birlikte o da gitmek için kalktı.

Münevver, daldığı derin düşüncelerden sıyrılarak, "Kızım nereye gidiyorsunuz?"

"Mehmet, çocuklara oda ayarlamış anne onları yatıracağız." dedi, Serra.

"Aslında eve gitseniz daha iyi olmaz mı? Daha ne kadar sürecek belli değil. Çocuklar da perişan olmasın."

"Anne, Süreyya' yı ve Gökbey' i bırakıp gidemeyiz. Ameliyattan hayırlısı ile bir çıksın da, sonra bakarız. Zaten gitsek de aklımız onlarda kalacak. En iyisi burada yanlarında olmak.

"Doğru diyorsun kızım. Gökbey oğlum da, Süreyya da içeride iyilerdir inşallah." dedi, Münevver.

"Ters bir durum olsa anlaşılırdı anne merak etme, ikisi de iyi olacak." dedi, Serra.

"İnşallah, kızım inşallah."

Mehmet, Leyla, Hikmet ve Serra, çocukları odaya götürürken, Esma, Mahir, Güniz, Aybars ve Ahmet de bir aradaydı.

"Gökbey, sağlamdır. Dayanacaktır. Ben inanıyorum siz de inanın." dedi, Mahir Esma tam yanındaydı ona sarılmıştı. Birbirlerinden güç alıyorlardı.

"iyi olacağına inanıyorum. Acaba Süreyya, ne durumda? Yaptığı şey büyük cesaret istiyor. Ben olsam ne yapardım hiç bilemiyorum." dedi, Esma üzgün ve birazcık şaşkındı.

"Süreyya güçlüdür. Son zamanlarda yaşadıkları onu sarstı evet ama yıkılmadı. Gökbey' le kendini yeniden buldu. Çok talihsiz ve son derece üzücü bir olay yaşıyorlar ama Gökbey' de Süreyya' da bunun altından da kalkacaklar." dedi, Güniz.

Ahmet, ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. "Kendini tekrar kaybedecek diye çok korktum. Evet, farkındayım durum çok kötü, Gökbey için çok üzgünüm. İyi olması için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım ama elimden duadan başka bir şey gelmiyor. İkisi adına da çok üzgünüm." dediğinde, Mahir,

"İkisi de iyi olacak. Bu mücadeleden sağ çıkacaklar. Onlar birbirini çok seviyor. Süreyya' nın yerinde olsam ben de içeriye girerdim. Onu takdir ediyorum."

"İnşaallah, hayırlı haberle çıkacaklar." dedi, Ahmet "Tüm beklentim ve inancım bu yönde."

"Amin." dedi, Esma. "İnşallah ama beklemek en zoru."

"Zorsa sevda olur Esma' m, ondan ötesi de efsane... Onlarınki sevda." dedi, Mahir sımsıcak gözleri ile Esma ile göz göze geldiğinde.

Diğer yanda ekip için de beklemek zordu.

"Neden bu kadar uzun sürdü. İçeriden bir haber de gelmiyor." dedi, Nihat canı sıkkın bir şekilde. Yüreğinde ki sabırsızlık diline yansıdı.

"Abi sakin ol, uzun sürmesi normal. Zor bir operasyon geçiriyor." dedi, ruh hali ondan farklı olmayan Yasin.

"Haklısın ama yine de sanki zaman durdu." dedi, Mustafa. "Süreyya' da helal olsun. Bu kadarını beklemiyordum. Açıkçası bir an yığılıp kalacak zannettim."

"Öyleydi." dedi, Zekeriya. "Ama son anda kendini topladı. Tahminimden daha da dayanıklı görünüyor. İçinde ne fırtınalar kopuyor kim bilir? Onun için üzülüyorum."

"Üzülme Zekeriya. Süreyya Gökbey için dünyayı yakmaya hazırdı. Görmedin mi?" dedi, Yasin. "Onların arasındaki bağa bir kere daha hayret ettim ve çok imrendim. Gökbey, durdu durdu turnayı gözünden vurdu."

"ikisine de bu yakışırdı." dedi, Mustafa.

"Ben, Başkanın izin vermesine şaşırdım." dedi, Zekeriya.

"Orasına ben de şaşırdım." dedi, Nihat. "Süreyya' nın gözlerinde bir şey gördü bence Başkan onun inatçılığını hissetti. Vazgeçmeyeceğini anladı. Süreyya, çaresizce oturup bekleyecek bir kadın değil. İtalya' da kendini nasıl savunduğunu hatırlamıyor musunuz?"

"Kendini namlunun ucuna dayadı abi, savunmayı bırak." dedi, Yasin.

"Aynen öyle çok çekti o itten, ona hala hırsım geçmedi." dedi, Nihat.

"Sen birde bana sor! Elime verseler dalağını sökecektim de neyse ki Gökbey onun üzerinden geçti de biraz içim soğudu." dedi, Mustafa.

"Neyse, bunu düşünmeyelim. Sinirim tepeme çıkıyor." dedi, Yasin.

"Evet, geçti bitti. Şu an tek düşündüğüm şey Gökbey' in ameliyatının başarılı geçmesi. Biliyorum benim hatam değil ama eğer ona bir şey olursa kendimi asla affetmem." dedi, Nihat.

"Abi böyle konuşma ona bir şey olmayacak."

"İnşaallah, Zekeriya inşaallah."

Başkan oturduğu yerden herkesi tek tek inceledi. Ardından da ayağa kalkıp volta atmaya başladı. Çocukların yanına gittiğinde, hepsi ayağa kalktı.

"Başkanım bir emriniz mi var?" dedi, Zekeriya.

"Zaman, insanın en büyük düşmanıdır Zekeriya, hele o zamanın içinde bir mengenenin içindeymiş gibi sıkışıp kaldıysan, daha da zordur." dedi. "Gökbey, şimdi o mengenenin içinde ve ben bir şey yapamıyorum. Bu çaresizlik işte. Boyun eğdiğimiz tek şey çaresizlik! Allah onu bize bağışlasın."

"Amin." dediler, hep birlikte fısıltıyla.

Tam bu sırada Hikmet, geri döndü. Başkanla göz göze geldiler. Bir süre bakışlarını birbirlerinden ayırmadılar.

İlk adımı atan hangisiydi emin değillerdi ama birbirlerine doğru yürümeye başladıklarında, ekip ve Hikmet' in ailesi onları izledi.

İlk konuşan Başkan olmuştu.

"Güzel bir ailen var. Büyük bir nimet."

"Senin de güzel bir ailen var."

"Öyle." dedi, Başkan.

"Ailem, en başından daha da güzel olacaktı." dedi, Hikmet. Kısık, sert ama yılların tecrübesi ile dolu kendinden emin bakışları ile.

Başkan, neyi ima ettiğini havada kapmıştı.

"Yine de her şeye rağmen tevafuk' la bir araya geldiniz."

"Onu benden almasaydınız eğer bambaşka bir hayatı olacaktı." dedi Hikmet.

"Yine de bambaşka bir hayatı oldu."

"Neden? Hep merak ettim neden o?"

"Bana bir soru sordu."

"Ne dedi?"

"Eve mi gidiyoruz amca dedi." Başkanın gözleri cıva gibiydi. Devam etti,

"Gökbey orada yaşayacak bir çocuk değildi."

"Zaten orada yaşamayacaktı. Sizin sayenizde ellerimden kayıp gitti."

"Her şeyi biliyoruz Hikmet Enver."

"Ondan şüphem yok! Gerçek ailesini de biliyor musunuz?"

Başkan, Hikmet' i ölçüp tarttı. "Ben bilseydim o da bilirdi."

"Benimle kalsaydı belki ailesi onu bulacaktı. Siz onun ikinci şansı değildiniz. Onun ikinci şansı bendim. Siz onu benden aldınız. Kusura bakmayın ama bu konuda farklı düşünemiyorum."

"Haklısınız Hikmet Bey, onun şansı sizdiniz ama ben de onu evladım gibi sevdim, seviyorum. O orada yatarken içimi dağlıyorlar, tıpkı seninkinin dağlandığı gibi. Gökbey benim elimi tuttuğu an benimde evladım olmuştu. Ondan vazgeçemezdim."

"Eyvallah." dedi, Hikmet "Ama eğer ondan gerçek ailesini saklıyorsanız büyük yanılgı içindesiniz."

"Saklamıyorum. Ben yalan konuşmam! Beni neyle itham ettiğinize dikkat ederseniz memnun olurum. Acınızı anlıyorum ama bunu kabul etmem mümkün değil!"

"İtham değildi Sayın Müsteşar, ben haddimi de hududu mu da bilirim ama Gökbey' in hududu yoktur onu da bilirim!"

"Eyvallah Hikmet Bey." dediğinde, ameliyathanenin kapısında bir hareket oldu. Herkes hareketlenerek ayağa kalktı ve kapıya yöneldi.

Başkan ve Hikmet öndeydi. Diğerleri de onların çevresini sardı. Doktor çıkmıştı. Herkes yüreği ağzında, açıklama bekliyordu.

"Ameliyat başarılı geçti. Ama zor bir operasyondu." dediğinde, herkes derin bir soluk verdi.

Ardından da yüksek sesle bağırarak sevinçlerini dile getirip birbirlerine sarılmaya başladılar. Bu sırada,

Nihat, sevincinden ağlamaya başladı ve olduğu yere yüzünü elleriyle yüzünü kapatarak çöktüğünde, Mustafa, Yasin, Zekeriya, Aziz, Yaman ve ekipteki diğer arkadaşları onun yanına gidip sarıldılar. Onu ayağa kaldırdılar. Herkes birbirine sarılıyordu. Gözyaşlarını şu ana kadar tutan ekip ağlıyordu.

"Çok şükür!" dedi, Başkan.

"Çok şükür." dedi, Hikmet.

Ardından pür dikkat Doktoru dinlemeye devam ettiler.

"Henüz tehlikeyi atlatmış değil ama Gökbey direndi. Kurşun sol kaburgasından kalbine çok yakın bir noktaya girmiş. Kalbinde zedelenmeye yol açmış. İç kanaması vardı. Öncelikle onu durdurmak için büyük çaba sarf ettik. İyileşme süreci biraz zaman alabilir. Onu yoğun bakım ünitesine alıp durumunu sürekli kontrol edeceğiz. Herhangi bir sıkıntı olmasını beklemiyoruz ama yine de tedbirli olmalıyız. 48 saat uyutacağız. Sonrasında uyanacaktır. Herhangi bir terslik olmazsa eğer, sağlam bir vücudu var spor yapıyor olması, sağlıklı beslenmesi, kendine iyi bakması onun ve bizim için avantaj oldu. Bundan sonraki süreç önemli. Şimdi izninizle benim gitmem gerekiyor. Gökbey, birazdan çıkacak onu yoğun bakıma götürecekler."

"Bu arada, karısı içeride ondan daha büyük bir mücadele verdi. Onunla da ilgilenilmesi gerek. Böyle bir ameliyatı hayatımda ilk defa gerçekleştirdim. Bütün kuraların dışına çıktık. Ameliyat boyunca elini bırakmadı."

"Süreyya, kızım." dedi, Hikmet.

"Henüz evli değiller." dedi, Başkan "Ama düğünümüz yakın görünüyor." dedi, Hikmet' e gözleri dolu dolu bakarken, Hikmet' te aynı şekilde ona baktı. Her ikisinin de dudaklarından küçük birer tebessüm kaçtı.

"Anladım." dedi, Doktor.

"Teşekkür ederiz Doktor Bey." dedi, Hikmet.

"Teşekkür ederiz." dedi, Başkan.

"Biz görevimizi yaptık." dedi, Doktor ardından da çıktı.

Bir süre sonra Gökbey' i çıkarttılar. Yanı başında Süreyya vardı. Hala elini tutuyordu.

Hikmet, Münevver ve herkes bir anda onlara yöneldi.

"Gökbey. Oğlum." dedi, Hikmet.

"Baba." dedi, Süreyya Gökkbey' den bakışlarını zor bela ayırarak. Sanki gözünü ayırdığı an yok olacakmış gibi hissediyordu.

Ameliyatı iyi geçti. O iyi olacak baba." dedi, ağlayarak konuşuyordu.

Biliyorum kızım, iyi olacak. İkiniz de iyisiniz. Çok şükür daha iyi olacaksınız." dedi, Gökbey' i asansöre doğru taşırlarken, Süreyya bir an olsun yanından ayrılmadı. Onunla olan temasını kestiği an, kirpiklerinin ucu bile sızlıyordu.

Devam edecek...

Yeni bölümde görüşmek üzere kendinize iyi davranın:)

Yeni bölümde görüşmek üzere kendinize iyi davranın:)

Loading...
0%