Yeni Üyelik
53.
Bölüm

BÖLÜM 51 (Ateşsiz Yananlar)

@nefelicalliope

Hayırlı geceler nazar bonjuklarım. Nasılsınız? Her şey yolundadır umarım. Allah gönlünüze göre versin.

Yeni bölüm düzenlemesini az önce bitirdim. Yarını bekleyemedim. Hopp burdayım:) Yazarın sabırsızlığı:) 7000 kelime fena değil ha?:))

Ben gecenin sürpriz bölümü ile geldim. Yeni bölümü buraya bırakıp sesszice kaçıyorum. :) Bölüm sonu yine can alıcı yetişkin sahneler mevcut... Okumak istemeyeni anlar saygı duyarım. Ama fena bir kavuşma gerçekleşti.

O halde neymiş pamuk eller yıldızımızı parlatacakmış.:)) İnstagrama da bekleriz efenim.

Süreyya;

"İçten içe taşıdığın o derin gizlerin, sanki bana aşikardı. Ruhundaki o çocuk, sanki benim içimde koşup oynuyordu. O ıssız hüznün, sanki benim gökyüzüme dağılan yıldızlardı."

Gökbey,

"Özlemimle, göğsümde sakladığım tüm sevgiyi sana aktarmak istiyorum. Ruhundaki çocuğun masumluğunu gülüşünde seyretmeyi seviyorum. Çiçeklere benzeyen utangaçlığını, çiçeklerden çok seviyorum."

Hastane

Süreyya, mahzun bir halde Gökbey' in yüzüne eğilerek onu öptü ve elinden tutarak fısıldadı; "Buradayım sevgilim, hiçbir yere gitmiyorum. Tekrar yanına geleceğim, bir an önce uyanmalısın. Senin için, bizim için uyanmalısın. Seni seviyorum, aşkım." dedikten sonra elini bırakmak zorunda kaldı.

Hemşireye dönerek, "Birazdan yanına geleceğim. Beni içeriye alacaksınız değil mi?" dediğinde,

"Normal şartlarda bu mümkün değildi ama sizin durumunuz farklı o yüzden evet, alacağız." dedi.

"Anlayışınız için teşekkür ederim."

Gökbey, üniteye alınırken, Süreyya da asansörle alt kata indi. Önce babasına, annesine sarıldı; bu dokunuşlar, onların desteğine ihtiyacı olduğunu hissettiği anlamına geliyordu.

Ailesine tek tek sarıldı, ardından Esma'ya, Mahir'e, Güniz'e, Aybars' a ve diğer herkese sarıldı. Gözyaşları dökülüyordu ama bu mutluluk gözyaşlarıydı. Sonra, Yasin'e döndü ve üzerindeki kıyafetlere aldırmadan sarıldı. "O iyi olacak, Yasin." dedi.

Süreyya, içindeki sevinci paylaşmak istiyordu. Babasına sevinçle "Baba, başardı baba!" dedi. Babasının gözleri doldu. Tebessüm etti.

Annesi de gülümseyerek, "Evet kızım, başardı. Çok şükür." dedi. İkisinin de gözleri mutluluktan dolmuştu.

Ardından arkadaşlarının yanına gitti ve onlara dönerek, "İyi ki varsınız ve yanımdasınız. Desteğiniz olmadan bunu başaramazdım. Sayenizde ayakta durabildim. Hepinize minnettarım." dedi.

Esma'ya dönerek, "Seni çok seviyorum, hep mutlu olmanı istiyorum. Üzgünüm, düğün gününde böyle korkunç bir olayın yaşanması büyük talihsizlikti," dedi.

Yüreği pır pır ediyordu. Esma, ona sıkıca sarılarak, "Hiçbiri önemli değil Süreyya, önemli olan tek şey Gökbey' in sağlığı ve o iyi. Artık rahat bir nefes alabiliriz. Ayrıca sen de iyi ki varsın, canım benim. Ben de seni çok seviyorum." dedi.

Mahir' de yanlarındaydı. Süreyya ona da sarıldı ve "Teşekkür ederim Mahir, her şey için." dedi.

Mahir ise, "Önemli olan Gökbey' in sağlığı. Teşekkür etme canım. Aferin sana, çok iyi idare ettin." diye cevapladı.

Abisine koştuğunda, Ahmet ona sarılarak, "Canım benim, çok şükür kardeşim. Bunu da atlattık. Merak etme, Gökbey çabucak iyileşecek, kalbi senin gibi güzel seven birine ait." dedi.

Süreyya, duygulanarak, "Abi." dedi.

"Aslan gibi kükredin düğün salonunda, biraz ortalığı dağıttın." diyerek, gülümsedi. Yaşanan tüm gerginliği ve hüznü birazcık da olsa dağıtmak adına. "Şimdi uyanmasını bekleyeceğiz. Sabırlı ol, tamam mı? Ona zaman tanı."

"Tamam, abi." dedi Süreyya. Ahmet,

"Seninle burada kalacağım. Serra' yı ve Göktuğ' u bırakıp yanına dönerim."

"Tamam." dedi, Süreyya "Sağ ol abi."

Esma ve Mahir de "Bizde kalabiliriz. Önce eve uğrayıp üzerimizdekileri çıkarmamız lazım, hem sana da kıyafet..." dediğinde, Esma, Süreyya onun lafını keserek,

"Abim onu halleder. Siz gidin dinlenin hepiniz çok yoruldunuz. Burada olmasanız da yanımızda olduğunuzu biliyoruz." dedi.

Ailesi ile vedalaştığında, annesi kalmak istemişti ancak Süreyya kimsenin kalmasını istememişti. Mecburen ona saygı duymaktan başka bir şey yapmadılar.

Güniz, Süreyya'ya sarılarak, "Biz de gidelim ama daha sonra tekrar geliriz." dedi.

"Düğününüze resmen bomba düştü. Sanırım herkesin biraz dinlenmeye ihtiyacı var. Gidin ve dinlenin. İhtiyacım olursa sizi ararım" dedi. Süreyya.

Esma itiraz edecek gibi oldu ama Süreyya onu susturdu. "Lütfen Esma, daha sonra şimdi gidin ve güzelce dinlenip kendinize gelin." dedi.

Süreyya, ailesiyle vedalaştıktan sonra, hastaneden ayrılmak için toparlanmaya başladılar.

Ardından, Nihat'a, Mustafa'ya, Aziz'e ve tüm ekibe sarıldı. Başka bir yere gitmeden önce, başkanın büyüyen gözleriyle ona bakmasını fırsat bilerek, "Bana izin verdiğiniz için teşekkür ederim. Gerçi vermeseydiniz de ben zaten oraya her türlü girerdim. Ama şimdi konumuz bu değil. Yoğun bakıma da girmek istiyorum," kararlı bir şekilde konuştu. Son olarak ekledi; "Yanında olmam için ne gerekirse, izin verin lütfen."

Başkan gülümsedi. "Bu saatten sonra hayır dememin bir anlamı olmayacak gibi görünüyor. Doktor müsaade ederse, gir kızım." dedi. Süreyya'nın yüzünde bir minnet gülümsemesi belirdi. Sevdiği adamın yanında olma arzusu, içindeki umudu ve gücü besliyordu. Artık Gökbey' in yanında olma zamanı gelmişti.

Gökbey, ameliyathaneden çıktıktan sonra yoğun bakıma alındı. 48 saat uyutulacağını söylemişlerdi. İki gün, koskoca iki gün nasıl dayanacaktım. Sesine hasrettim. Tenine, kokusuna, gülüşüne tüm bu varlığına hasrettim. Beklemek benim kaderimdi. Görev için gitmiş, aylar sonra ise dönüşü hiç beklenmedik bir şekilde olmuştu vurularak, ölümün kıyısından dönmüştü. Bana bu halde dönmüştü. Benim ne halde olduğumdan habersiz derin bir uykudaydı.

Ben mi yaşamıştım tüm bunları? Ben mi sabredip katlanabilmiştim. Kendime inanamıyordum. O haberi aldığım an, onun vurulduğu haberini dünyam başıma yıkılmıştı ve kendimi kaybetmiştim. Esma' nın düğün günüydü ve herkes son derece keyifli ve eğlenirken benim bir anda ortaya çıkan ve içimi kemiren o dayanılmaz huzursuzluk hissiyle mücadele etmeye başlamamla bir şeylerin ters gittiğini de anlamıştım. O his bana hiç bir zaman durduk yere gelmemişti. Lakin ona bir zarar gelmiş olabileceği düşüncesi aklımın ucundan bile geçsin istememiştim. İstemediğim her şeyle yüzleşmek zorunda kaldım. Ailem sevdiklerim arkadaşlarım babam annem hepsini o anki ruh halim ile kırmış üzmüştüm.

Gökbey, ameliyattan çıktıktan sonra ekibin yüzlerinde bir sevinç ve rahatlama ifadesi belirdi. Gökbey' in ameliyattan sağ salim çıktığını duymak, onları oldukça mutlu etmişti. Başkanın tebrikleriyle birlikte ve ekibin gururla başını kaldırmasıyla Nihat, ekibin başına geçmek üzere hazırlıklara başladı.

Başkan, ekibine dönerek, "Çocuklar, sizi operasyon adına tebrik edememiştim. Elinize, emeğinize ve kocaman yüreğinize sağlık aslanlarım," dedi.

"Şimdi merkeze dönebilirsiniz. Hazırlamanız gereken bir rapor var. Ayrıca Caleb, sorgu için bekliyor. Gökbey, olmadığına göre şimdilik tüm bunlardan Nihat, sen sorumlusun. Ekibinin başına geç ve ne yapılması gerekiyorsa yap. Burada birkaç koruma bırakacağım, Zekeriya sen ona göre ayarlamaları yaparsın." dedi.

Başkanın ardından, ekibin başına geçen Nihat, kararlı bir şekilde liderlik rolünü üstlendi. Zekeriya ise başkanın talimatları doğrultusunda korumaları organize etmeye başladı. Herkes görevinin başına dönmeye hazırdı. Başkan, "Önce Gökbey'i göreceğim. Sizde biraz dinlenin, sonrasında bir toplantı yaparız." dediğinde,

Ekip bir ağızdan "Emredersiniz başkanım!" diye cevapladı. Sonra herkes, merkeze kendi görevlerine dönmek üzere hastaneden ayrıldı.

Bu sırada Başkan, Gökbey'in yanına gitmeden önce Hikmet'in yanına uğradı. Hikmet, ailesinin yanındaydı ve Başkan ona yaklaştı.

"Hikmet Bey," dedi Başkan, elini uzatarak. Hikmet de karşılığında elini uzattı ve ikisi de sıkı bir el sıkışması gerçekleştirdiler.

"Hikmet Bey, sanırım yakın zamanda sizinle hayırlı bir iş için tekrar buluşacağız. O zamana kadar kendinize iyi bakın," dedi.

Hikmet, gülümseyerek yanıtladı: "Öyle görünüyor. Siz de kendinize iyi bakın." Sonra ikisi de birbirlerine gülümsediler ve vedalaştılar.

Başkan, Hikmet'in ailesine iyi dileklerini ileterek, Gökbey' i görmek için yanına doğru yola koyuldu.

Yoğum bakım katında çıktığında içeriye girmesi için hemşire Başkanı hazırladı.

İçeriye girerken derin kederli bir nefes aldı. Orada öylece kıpırtısız yatan Gökbey' e bakarken, onu ilk defa gördüğü anı sonrasında da onu yetimhaneden almaya gittiği günü ve o minik elini nasıl güçlü bir şekilde tuttuğunu hatırladığı anılarına gitti. Bunca zaman gözlerine hapsettiği bir damla yaşın akmasına izin verdi.

"Az kalsın bana bir can borcun olacaktı. Sana bir şey olsaydı eğer kendimi ömrüm boyunca affetmeyecek, her günü bir ceza olarak yaşamaya mahkum olacaktım. Ömrüm boyunca aldığım en büyük ve kaçınılmaz darbem olacaktın. O yüzden buradan sağlıklı ve güçlü bir şekilde çıkıp, her zaman ki gibi asi ruhunla karşıma dikilmelisin deli kan! Seni bekliyor olacağım evladım." dedi, ardından da eline küçük bir dokunuş bırakarak, oradan ayrıldı.

Abim, Yengemi ve Göktuğ' u evine bırakmak için gittiğinde, ben yalnız kalmıştım. Diğer herkes gittikten sonra tekrar Gökbey'in yanına gittim. İçeriye girmek istememe rağmen hemşire beni hemen almadı. Bu süreçte abim, annemin benim için ayarladığı kıyafetler ve diğer ihtiyaçlarımı getirmişti. Benim için hastanede bir oda ayarladı ve oraya gidip üzerimi değiştirdim. Kendime çeki düzen verip abimin yanına gittim.

Hastanenin kafesinde oturmuş beni bekliyordu. Yanına gittiğimde dalgın olduğunu gördüm. Gökbey' in ameliyatı boyunca ve sonrasında su dışında hiçbir şey yememiştim ve hala da aç değildim. Üzgün olduğumda yemek yememek gibi bir huyum vardı. "Abi, sen iyi misin?" dedim.

"İyiyim canım," dedi. Dalgın görünüyordu, hangi karanlık kuyuda olduğunu bilmiyordum ama sesimle kendine gelmişti. İyiyim, dedi ama ona inanmamıştım.

"Sen iyi misin?" diye sordu, gözleriyle içimi görmek ister gibi beni inceledi.

"Daha iyiyim, biraz da olsa rahatladım ama hala uyanmadı. Ancak Gökbey uyandığı zaman tam manasıyla iyi olacağım," dedim. Usulca başını aşağı yukarı salladı. Her zaman ki gibi anlayışlıydı. Onun gibi bir abim olduğu için şanslıydım.

"Ne içersin? Ya da yemek ister misin? Kaç saattir ağzına bir lokma bir şey sokmadın. Ayakta nasıl duruyorsun bilmiyorum," diye sordu.

"Aç değilim abi, bir süre daha bir şey yiyebileceğimi sanmıyorum ama iyi bir kahveye ihtiyacım var," dedim.

"Tahmin etmiştim. Küçükken de böyleydin, üzüldüğün zaman günlerce bir şey yemezdin," dedi.

"Evet, midem kabul etmiyor, biliyorsun. Zorla yedirdiklerinde neler olduğunu sen de biliyorsun. Sen de öylesin, ama Leyla farklı. O tam tersi, üzülünce daha çok yiyor," dedim ve ikimiz de gülümsedik.

"Peki, ısrar etmeyeceğim. Sana kahve alıp geliyorum. Beni biraz bekle," dedi ve çıkarken ekledi. "Hastanenin kahvesi sana göre değil."

Hastanenin kahvesini içebileceğimi sanmıyordum. "Teşekkür ederim abi," dedim ve beklemeye koyuldum. O gittikten sonra oturduğum yerde bir anda her şeyin yorgunluğu üstüme çöktü. Omuzlarım ağrıyordu ve kalbimin de ağrıdığını hissettim.

Abim gelene kadar sessizce bekledim. Beynim sanki uyuşmuş gibiydi. Ne kadar süre orada öylece oturdum bilmiyordum. Abimin varlığından önce taze kahvenin kokusu burnuma geldi.

"Al bakalım dedi, elinde kahveyi uzatarak Neye daldın bu kadar?"

"Hiç sadece düşünüyordum." Dedim, kahveden bir yudum aldım. Gerçekten de lezzetliydi. O da kendi kahvesinden içti.

"Tüm bu olanlara inanamıyorum. Her şey o kadar hızlı gelişti ki ben zaman kavramını yitirdim. Saat kaç abi?"

"Çok normal, sadece zaman kavramını mı yitirdin ki?" dedi, saatine bakarak neredeyse sabah olmak üzere saat:05: 30 dedi.

"Haklısın, kendimi feci kaybettim değil mi?"

"Süreyya, bizi çok korkuttun. Biliyorum durumunu anlıyorum. İnan bizde şok olduk ve çok üzüldük." "Gökbey..." dedi, sustu yutkundu. "Yani ona bir şey olsaydı ben bilmiyorum." dedi, üzgün bir halde cümlesini tamamlayamadı.

"Elimde değil abi, ben onsuz yaşayamazdım. Onu çok seviyorum. Benim için yaptığı her şey bir yana o benim hayatımın aşkı. Ben gerçek aşkı onunla tattım. Hani ilk gördüğünde anlarsın ya, bu adam benim kocam olacak, ömrüm olacak dersin ya, işte Gökbey benim için öyle ve daha fazlası."

"Biliyorum canım, inan biliyorum. Geçmişte yaşanan tüm o iyi kötü anlara hepimiz şahit olduk. Onun senin için yaptıklarına her zaman minnettarım. O olmasaydı eğer belki de sen..." dedi, yine cümlesini tamamlayamamıştı. Tamamlamasına gerek yoktu. Ne diyeceğini biliyordum. Onun yerine ben tamamladım.

"Belki de ben diye birisi olmayacaktı. Belki de çoktan ölmüştüm." dedim, ruhsuz ve buz gibi bir ses tonu ile.

"Söyleme!" dedi, bir anda "Sakın bir daha böyle söyleme!" dedi, deli fişek gözlerinden kıvılcımlar saçarak.

Sustum.

Sustu.

Konuyu değiştirmek için,

"Göktuğ uyanmış mıydı?"

"Uyanmadı. Sadece biraz mırıldanıp huysuzlandı." dedi gülümseyerek.

"Yoldayken annem aradı. Seni ve Gökbey' i merak etmiş. Sanırım telefonun kapalıydı. Ona da öyle söyledim."

"Evet, kapanmış. Az önce getirdiğin eşyaların içinde şarj cihazını bulup taktım. Bir ara acarım ama telefonum pek umurumda değil."

"Olsun, yine de açık kalsın. Bizimkiler merak eder. Hem habersiz bırakmayalım."

"Tamam, haklısın abi sağ ol."

Kahvelerimizi içtikten sonra "Biraz uyumaya ne dersin? Çok iyi görünmüyorsun."

"Biliyorum ama uykum yok. Sen de yorgun görünüyorsun. Odada dinlenebilirsin. Ben Gökbey' in yanına gireceğim."

"Uykum yok ama dinlenebilirim. Omuzlarıma tonlarca yük binmişti ve birden kalkınca kendimi biraz kötü hissetmeye başladım."

"Sen de bendensin yani."

Kahvelerimizi içtikten sonra ben Gökbey' in yanına çıktım. Abimde odaya gitti.

İçeriye girdiğimde, masum ve savunmasız bir halde yatan adama baktım. O an uyanıp bana gülümsemesi için dünyaları verirdim. Yanına gidip oturdum elini tutum. Sonsuza kadar onunla böyle kalabilirdim. Sadece kısa molalar için yanından ayrılıyordum. Bu durum iki gün boyunca devam etti.

Merkezden ekip arkadaşları da ara sıra geliyordu. Sadece selamlaşıyor kısa bir iki cümle ile konuşuyorduk. Doktorlarla görüşüp Gökbey' i uzaktan görüp gidiyorlardı.

Doktorunun söylediği gibi, 48 saat boyunca uyutulacaktı. İki gün boyunca sevdiği adamın kendinde olamayacak olması, onu derinden etkiliyordu. Sesine, tenine, kokusuna olan hasreti her geçen saniye daha da artıyordu.

Bu acı haberi aldığı sırada ne kadar korkmuş, endişelenmiş ve çaresiz hissetmiş olduğunu düşünüyordu. Ancak şimdi, sevdiği adamın bilincinin kapalı olmasıyla, kendi hissettikleriyle yüzleşiyordu.

Beklemek, onun kaderiydi artık. Yoğun bakım odasının kapısının önünde, Her geçen dakika, bir ömür gibi geliyordu. Ancak Süreyya, umudunu asla kaybetmedi. Sevdiği adamın sağlığına kavuşacağına inanıyordu.

Artık onun yanındaydı ve onun için yapabileceği her şeyi yapmaya hazırdı. Aşkı ve umuduyla, sevdiği adamın yanında olmaya devam edecekti. Her ne koşulda olursa olsun. Onun yanı başındayken, aklı düğün gününe gidiyordu sanki orada takılıp kalmış bir saatti.

Süreyya' nın içindeki karışık duygular, Esma'nın düğün gününde tüm ailenin ve dostların arasındayken gitgide büyümüştü. Düğünün neşesi ve coşkusu etrafını sarmışken, içindeki huzursuzluk gitgide artıyordu. Bir anda ortaya çıkan bu duygu, onu adeta kemirmiş ve içini sıkmıştı.

O haber geldiğinde, dünya başına yıkılmıştı. Sevdiği adamın vurulduğu haberi, tüm varlığını sarsmış ve kendisini kaybetmişti. Esma'nın mutlu gününde, içindeki bu karanlık duygularla yüzleşmek zorunda kalmak Süreyya için ayrı bir acıydı.

"Hayır, bu olamaz," diye düşündü hüzünlü bir şekilde. Sevdiği adamın zarar görmüş olabileceği düşüncesi, onu adeta deli ediyordu. Ancak aynı zamanda, sevdiklerini kırmış ve üzmüş olmanın da acısı içindeydi. Ailesi, dostları, babası, annesi... Hepsi onun o anki ruh halinden nasibini almıştı.

Süreyya, içindeki bu karmaşık duygularla başa çıkmaya çalışırken, sevdiği adamın yanında olma arzusuyla doluydu. Onun sağlığına kavuşması için dualar ediyor, umudunu asla kaybetmiyordu. Belki de bu zorlu süreç, Süreyya'nın güçlü yanını keşfetmesine ve sevdikleriyle olan bağlarını daha da güçlendirmesine yardımcı olacaktı.

Hayat, onu sevdikleriyle sınamaya devam ediyordu. Yıkılıp yıkılıp, yeniden kalkmayı artık huy edinmişti. Adeta üzerine yapışmıştı. Uzun zamandır görmediği Gökbey 'in uyanmasını özlemle bekliyordu. Tüm bunları düşünürken, doktorlar artık onun uyandırılma vaktinin geldiğini söylediklerinde, o da hazırdı.

48 saat uyutulduktan sonra doktorlar Gökbey' i uyandırırken oradaydım. Yanından bir an olsun bile ayrılmamıştım.

Gökbey sonunda gözlerini açmıştı. O deniz mavisi gözlerini açtığında, karanlık dünyama güneş yeniden doğmuştu. İçim baharın neşesini andıran bir mutlulukla dolmuştu.

Adını fısıldadım. "Gökbey, sevgilim buradayım." dediğimde, neler olduğunu anlamaya çalışarak etrafı incelemeye çalışan Gökbey, adını duyunca bakışlarını sesimin geldiği yöne bana çevirdi.

Bana tebessüm ederek "Süreyya." dedi. Kelimeleri ağzından büyük bir çaba göstererek çıkarmıştı.

Onun dudaklarından ismimi tekrar duymak içimde havai fişeklerin patlamasına neden olmuştu. Ne kadar umutlu olsam da uyanamayacağı hissinin meğer hep içimde çöreklenmiş sinsi bir yılan gibi kaldığını da o an anladım. "Kendini zorlama, iyisin çok şükür benimlesin." dedim, Süreyya' nın gözlerinden hem minnet hem de mutluluk yaşları aktı.

Doktor araya girerek durumunuz çok daha iyi, artık sizi odaya alabiliriz. Çok geçmiş olsun." dediğinde, Gökbey yine kendini zorlayarak, "Nihat abi?" dediğinde, ne dediğini anlamayarak ona baktım. Sonra "O iyi, buradaydı, hepsi buradaydı. Senin için hep geldiler." dediğimde, anlamadığım bir şekilde rahatlamış bir yüz ifadesi ile bana baktı.

Ardından, Doktor, "Sizi daha sonra tekrar kontrole geleceğim." dedi ve hemşirelere talimat vererek çıktı.

Ben ise ona sımsıkı sarılma arzusu içindeydim. Ama kendimi tutmam gerekti. Henüz buna hazır değildi. Sorgulayan bakışları ile beni süzüyordu.

"Her şey geçti, bitti sevgilim." dediğimde, sadece başını onaylarcasına kıpırdattı. Ardından gözlerini kapatarak tekrar uykuya daldı.

"Neler oluyor?" dedim, hemşireye "Neden yine uyuyor?" panikle göğüs kafesim daralıyordu.

"Süreyya Hanım, henüz yarası taze ameliyattan çıkalı iki gün oluyor. Dinlenmesi gerek. Bir kaç gün böyle geçecek. Endişelenmeyin." diyerek beni sakinleştirdi.

Ardından da "Şimdi müsaade edin. Odaya geçmesi için onu hazırlayalım."

"Peki." dedim, işlerini yapmalarına müsaade ederek dışarıya çıktım. Abim dışarıda bekliyordu. Koşarak ona sarıldım.

"Uyandı abi, uyandı. Adımı söyledi." dedim, sevinçle ağlayarak.

"Çok şükür güzelim, geçti. Hadi gel onu odaya alırlarken bizde bizimkilere uyandığının haberini verelim." diyerek, beni oradan uzaklaştırdı.

Haklıydı, herkes onun uyanması için dua ediyor, sabırla bu haberi bekliyordu.

Abimle benim için ayarladığı odaya gittik. O bizimkilere haber verirken ben de Zekeriya ile konuştum. Ama ona haber çoktan gitmişti. Ziyarete geleceklerini söyleyerek telefonu kapattı. Güvenlik için korumalar da hala hastaneydi. Daha sonra da Esma' yı ve Güniz' i aradım. Gökbey adına herkes çok mutlu olmuştu.

Merkez

Gökbey' in vurulmasının ve sonrasında gelişen olayların ardından 5 gün geçmişti.

Ameliyatının başarılı geçmiş olması büyük bir mucizeydi. Onun için ettikleri duaları kabul olmuştu. Hepsi minnet doluydu.

Ameliyattan çıktıktan sonra 48 saat uyutulacaktı. Başkanın emri ile ekibin başına Nihat geçmişti. Merkeze dönüp işleri yoluna koyma vaktiydi. O yüzden ekip hastaneden merkeze gitti. Başkan herkesten oradaki operasyona dair ve Gökbey' in vurulmasıyla ilgili iki ayrı rapor istemişti. Dinlenmeden önce bu raporları vermeleri gerekiyordu.

Bu süreçte herkes öncelikle raporları hazırlamakla ilgilendi. Fazlasıyla yorgun, bitkin, üzgün ve sessizdiler.

Nihat, herkesin raporunu kendi raporunun yanına koyarak, Zekeriya' ya başkana iletmesi için vermişti. Ayrıca caleb, sorgu için bekletiliyordu.

Başkan, ekibe 24 saat dinlenme izni vermiş, ardından da caleb' ın sorgusunu yapmalarını istemişti.

24 saat sonra Nihat Mustafa ve Yasin, sorgu için hazır bir şekilde merkezdeydi.

Sorgu devam ederken Gökbey' in uyandığı haberini almışlardı. Ardından da dönüşümlü olarak onu ziyarete gitmişlerdi.

Süreyya' nın bir an olsun yanından ayrılmadığını biliyorlardı. Gökbey emin ellerdeydi.

Yaşananlar kabus gibiydi, herkes sarsılmıştı. Ama caleb' ın sorgusu devam etmeliydi. Büyük bir balık yakalamışlardı. caleb çok önemli bir bütünün çözülmesi gereken en önemli düğümüydü.

Hastane

Aradan 5 gün geçmişti. Gökbey, artık kendine gelmişti.

Sonunda her şey yavaş yavaş düzelmeye başladı. Süreyya' nın sevdiği adam, can paresi yoğun bakımdan çıkmış, kendine gelmişti. Bir saniye bile yanından ayrılmamıştı. Uyandığında, ilk onu görsün istemişti. İlk onun sesini duysun, ilk onunla konuşsun istemişti. Öyle de olmuştu.

Ekip arkadaşları ve başkan ziyaretine gelmişti. Onlarla kısa kısa görüşmüştü. Bu süreçte de yanında kalmaya devam etmişti. Onu ne kadar çok sevip, saygı duyduklarını o zaman daha çok fark etmişti.

Ayrıca, Nihat' la olan görüşmesi sırasında gerçeği öğrenmişti. Gökbey, onu korumak için kurşunun önüne atlamıştı. Bu gerçekle yüzleşmek her ikisine de yoğun duygular yaşatmıştı. Süreyya ise hala o gerçeğin etkisi altındaydı. Bu kadar gözü kara ve cesur olmasından dolayı kendini nasıl hissedeceğini bilmiyordu. Yaptığı şeyi takdir etmediğinden değildi ama duyguları karmakarışıktı. Nihat'ın o ilk günkü mahcubiyetini şimdi anlıyordu.

Gökbey, ziyaretler sonrasında yorgun düsüp uyuyordu. Onun uykuya daldığı her an nefesini dinliyordum. Kalbini dinliyordum. Ancak böyle rahat hissediyordum. Capcanlı ve sıcaktı. Derin, sakin nefesleri benim huzurumdu. Kalbinin atışı ise benim hayattaki tutunduğum can simidimdi.

Günler daha yavaş ilerliyordu. Sanki buradayken zaman geçmek bilmiyor gibiydi. Ama onunla olduğum için şükrederek duruma razı geliyordum.

Onuncu günün akşamında, beklemediğim bir şey oldu. Gokbey, benden önce uyanmıştı. Gözlerimi açtığımda yatağında doğrulmuş beni izlediğini fark ettim. Hala sersem gibiydim. Kendime geldiğimde, yerimden kalktım.

Gözlerimizdeki sevgi ve özlemi yansıtan bir bakışla birbirimize doğru adım atmaya başladık. Hiçbir şeyin önemi yoktu artık, sadece birbirimize olan sevgimiz ve beraber geçireceğimiz anların heyecanıyla doluyduk. Odanın ortasında buluştuğumuzda ikimizin arasındaki mesafe anında kaybolmuştu. Birbirimize sarıldığımızda, duygularımızı ifade etmeye kelimeler yetmiyordu. Ellerimiz birbirine sıkıca kenetlenmişti.

Gökbey, uzun zamandır beklediği bu anın hayalini kurmuştu ve şimdi gerçekleştiği için mutluluktan ne yapacağını şaşırmıştı.

Sessizliği bozan bendim.

"Çok fazla ayakta kalmamalısın. Hadi yatağına geç sevgilim." dediğimde,

"Sen de yanıma gelirsen olur." dedi, Gökbey, gülümsedim.

"Elbette. Seve seve." dedim.

Birlikte yatağa geçtik.

İkimizde uzun bir ayrılığın ardından yeniden bir araya gelmenin mutluluğunu yaşarken, önünüzdeki maceralı ve aşk dolu günlerin keyfini çıkarmaya hazırdık. Ama beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Hem canımı sıkıyor hem de dikkatimi dağıtıyordu. Bu konuyu açmamın yeri ve zamanı değildi belki, belki de tam zamanıydı. Hayatta bazı şeyleri ertelemek için zamanımızın olmadığını anlamıştım. Gökbey, bendeki kararsızlığı görmüş olacak ki bana "Sen iyi misin? Neyin var?" dedi, elbette gözünden bir şey kaçmıyordu.

"İyiyim." dememe rağmen "Hayır, sen de bir tuhaflık var. Konuş benimle." dediğinde, ben de bir düşündükten sonra konuşmaya karar verdim.

"Biliyorum, belki şu an zamanı değil. Ama..." dediğimde,

"Tam zamanı sevgilim, benimle her an konuşabilirsin. Senı rahatsız eden neyse bilmek istiyorum." dedi.

"Emin misin?" dedim, aslında emin olmayan bendim.

"Süreyya, lütfen söyle." dedi.

"Peki."

"Bu aşamada artık sadece ilişkimizden konuşmalıyız."

"Anlamaya çalış Süreyya, bu benim konuşabileceğim bir konu değil. İşimden bahsediyoruz ve bu iş normal bir iş değil!"

Neden bahsettiğimi hemen anlamıştı. Öfkelenmeye başlamıştım. Biraz da olsa beni anladığını gösteren bir söze ya da her hangi bir şeye ihtiyacım vardı.

"Bence, önce biraz geri çekilmelisin ve beni anlamaya çalışmalısın." dediğimde, yerinden gram kıpırdamayarak,

"Önce senin, benim dediklerimi anladığını onaylanman gerek."

"Ben seni anlıyorum." dedi, Gökbey.

"Hayır anlamıyorsun!" Öfkeden başım patlayacakmış gibi hissettim.

"Süreyya, bana bak?"

"Baktım, ne var?" dedi, öfkeyle.

Ben gözlerimden kıvılcımlar saçarken o bana sert ifadesini bir kenara koyarak baktı. Bakışları yumuşadı o an beni anladığını anladım. Ama eksik bir şeyler vardı. Beni huzursuz eden ensemde sürekli bir karıncalanma hissi ile yaşamak istemiyordum. Ama bu onsuz olmak demekti. Ve ben çoktan onsuz yaşayamayacağımı kanıtlamıştım.

Başparmakları ile çenemi tuttu. Sonra da çenemin altından yüzümün yanlarına doğru kaydırdı. Sonra da yumuşak bir ses tonu ile "Kızdın ve kırıldın." dedi.

"Evet." dedim.

"Kızma." dedi, "Ama en önemlisi bana sakın kırılma." Emreder gibi konuşmuştu.

Tam öfkeli bakışlarımı geri getirecekken, "Bana kırılmana dayanamam." dedi.

"Yapma bunu..." dedim, kızgınlığım pamuk şeker gibi erimek üzereydi.

O bakışlara ve gamzeye hangi yürek dayanırdı ki?

"Neyi?" dedi, bilmiyormuş gibi.

"Gökbey, lütfen bu konuşmanın gidişatı hoşuma gitmiyor."

"Süreyya, bunun bir gidişatı zaten olamaz!" dediğinde,

"Cidden bana şu an bunu söylüyor olamazsın?"

"Söyledim. Söylüyorum. Ben her gittiğimde bu hale mi geleceksin? Bunun seni ne kadar yıpratacağının farkında mısın? Sanmıyorum, değilsin. Hem seni hem beni! Aklım sendeyken ne kadar sağlıklı düşünüp işimi yapabilirim? Aklım sendeyken ben de iyi olamam Süreyya. O yüzden de gerçeklerle yaşamayı öğrenmen lazım! Ben öğrendim Süreyya, hiç kolay olmadı ama ben öğendim. Eğer benimle bir ömür geçireceksen, sen de öğreneceksin. Mecbursun!" dediğinde, haklı olmasından nefret ederek ona bakakaldım.

"Bana öyle hayal kırıklığı ile bakma Süreyya, o güzel zalim bakışlarını hüzünle doldurma. Pırıltısını söndürme. Benim o pırıltıya her zaman ihtiyacım var. Her an, anlıyor musun beni? Lütfen beni anladığını söyle? Her anımız kıymetli, bunu anlamakta neden zorlanıyorsun?"

Söylediği şeyler son derece canımı yakıyordu. Aynı zamanda da içimi ürpertip hoplatıyor. Midemde küçük küçük düğümler oluşmasına neden oluyordu. Ama patlamak üzereydim! Kendimi tutmayı, onun karşısında özellikle de şimdi patlamayı hiç istemesem de kendimi tutamadım ve patladım!

"Anlamak istemediğimi düşündün mü hiç!" dediğimde, anlayışla yüzüme baktı. Ama ben susmayacak devam edecektim.

"Anlıyorum, tamam mı? Anlıyorum. Ve bu beni kahrediyor!" Hırçın ve öfkeli bir şekilde bağırmıştım.

"Biliyorum sevgilim, biliyorum. Şşşştt." dedi usulca ve beni kendine çekti.

Bu konuşmayı, şu an hastane odasında, o yaralıyken ve hala iyileşmemişken yapıyor olduğuma da kızgındım.

"Seni seviyorum. Süreyya, seni şimdi seviyorum. Seni dünde seviyordum, geçmişte de sevdim. Gelecekte de çok sevmeye devam edeceğim. Ömrüm yettiği sürece seveceğim. Sadece bunu bilsen yetmez mi sana?"

"Yetmez!" dedim, onun yaralı göğsüne, dayamış olduğum yüzümden akan yaşlara aldırış etmeden çıkan boğuk sesimle.

"Canımın içi, bir tanem." dedi, yüzünü yaralı göğsünden kaldırıp, yanaklarımdan çocuk şımarıklığı edası ile süzülen yaşları hiç acele etmeden nazikçe sildi.

"Ben hala buradayım. Sanırım beni görmüyorsun. Yokmuşum gibi davranıyorsun. Seni ne kadar çok özlediğimi, senin için nasıl yanıp tutuştuğumu, hiç aklımdan çıkmadığını söylememe bile fırsat vermedin. Farkında mısın?"

"Değilim! Aklımda, kalbimde bu korku ile gel gitler yaşıyorken nasıl farkında olabilirim."

"Alışacaksın Süreyya, hayat dediğimiz şeyin içinde birçok şey yalnızca alışkanlıklardan ibaret değil mi? Sende alışacaksın, tıpkı benim yaptığım gibi. Ama sen çok şanslısın biliyor musun?" dedi, kırgın bir tebessüm ederek.

"Alışmak istemiyorum. Ne şansı? Sen neden bahsediyorsun?"

"Şimdi şöyle ki," dedi, yatağına yanına çekerek, "Önce daha yakınımda olmalısın." dedi. Sesinin tonundaki bir şey beni sakinleştiriyordu.

Ben de uslu çocuklar gibi söz dinleyerek, yanına uzandım. Bir eliyle saçlarımı okşamaya başladı. Yaptığı bu hareket bana huzur veriyordu.

"Rahat mısın?" dedi, sesinin tınısından tebessüm ettiği anlaşılıyordu.

"Benim değil, senin rahat olman lazım. Canın yanmıyor değil mi?"

"Yanmıyor, sen yanımdayken benim canım hiç acımıyor." dediğinde, yüreğimdeki kuş yine kanatlarını heyecanla çırpmaya hatta taklacı güvercin gibi takla atmaya başlamıştı.

"Peki, tamam şimdi hazırsan söylüyorum."

"Dinliyorum." dedim, sakinleşmiştim.

"Sen şanslısın, çünkü seni buna ben alıştıracağım. Ben alışırken yanımda kimsem yoktu." dediğinde,

Kalbimin kırılma sesinin arşa dayandığından ben emindim. Kalbim onun için kırılıyordu. Az önce takla atmaya niyetlenen kuşumun kanadı da kırılmış kırıldığı yerden kanıyordu.

"Gökbey." dedim, titrek bir nefesle. "Üzgünüm, ben özür dilerim. Seni üzüyorum biliyorum." dedim, yanında kıpırdanarak, yüzünü görebileceğim bir pozisyona doğruldum.

Gökbey' le göz göze geldiğimizde, onun benim kırgın bakışlarımın altında, olgunlukla ve samimiyetle tebessüm ettiğini gördüm.

"Sevgilim, şanslı olduğun için özür dileme. Beni üzmüyorsun. Sen beni bu hayatta üzecek son kişi bile olmazsın." dediğinde bir elimle yanağındaki gamzeyi sevdim.

"Gamzelerini çok özledim. Böyle heybetli bir cüssenin içinde varlığını korumasını ve kaçak aşıklar gibi kendini göstermesini çok seviyorum. Seni çok seviyorum." dedim, elim farkında olmadan gamzesinden, dolgun ve kurumuş dudaklarına kaydı.

Daha fazla kendimi tutabileceğimi sanmıyordum. Onu o kadar özlemiştim ki, tüm heybeti ve kırılganlığı ile yanı başımdaki bu güçlü ve güzel adama aşıktım. Onu istiyordum. Onu, kalbiyle, ruhuyla, vücuduyla her şeyiyle istiyordum.

Gökbey benim hislerimi hiç yadırgamadan karşıladı. Artık sözler yoktu. Santim santim birbirine çekilen ruhumuzla beraber dudaklarımız vardı. Ona olan açlığım hiçbir zaman bitmeyecekti.

Önce kalbi selamladı beni, sonra gamzesi, ardından dudakları. Samimi sıcak ve güçlü, bir karşılamaydı. Sakin ve yavaş başlayan karşılama, karşılıklı dansa dönüştü. Yavaş ritimle başlayıp, soluksuz bırakacak, tenlerin ve dillerin birbirine nerede karışıp dolandığının anlamadım.

Fazlasına ihtiyacım vardı. Dahasını istiyordum. Onu bütünüyle istiyordum. Üzerindeki hastane önlüğünü yırtıp atmam an meselesiyken, nefes nefese ayrılan dudaklarımızın arasından ismimi fısıldadı.

"Süreyya."

"Sevgilim." dedim soluk soluğa.

"Ah Süreyya, beni çıldırtıyorsun. Bu kadar istekli olman beni mahvediyor. İnan bana ben de çok istiyorum. Şimdi, burada ve hemen ama az sonra söyleyecek olduğum şeye ben de inanamıyorum!" dediğinde, küçük minik bir inilti dudaklarımdan kaçtığında Gökbey,

"Hastanedeyiz! Ve sen bana işkence yaptığının farkında bile değilsin!" dedi, erkeksi bir sesle homurdanarak.

"Haklısın, üzgünüm." dedim, utanarak ama aynı anda ona işkence ettiğimi bilmek hoşuma da gitmişti.

Vücudumun her yeri yanıyordu. Bunca zaman onun özlemi ile yanıp tutuşan dudaklarım sonunda şişmiş, kızarmış yani olması gereken kıvama gelmişti. Bunun beni mutlu ediyor olmasına gülümsedim. Ama şimdi durmak zorundaydık. Onun dokunduğu her yer yanıyordu. Yanaklarımın da kızarmaya başladığını hissettim. Üzerimdeki her şey fazlalık geliyordu. Tenimin, tenine değmesine ihtiyacı vardı.

"Güzelim." dedi, Gökbey. Ben bunları düşünürken, sıcak güçlü ama naif elleriyle yanağıma dokundu.

Sonra bir anda, "Bu böyle olmaz. Olmayacak! Kalk gidiyoruz." dedi,

Benden ufak bir çığlık koptu.

"Ne? Nereye?" dedim, şaşkınlıkla.

"Eve, yeter artık! Kaç gündür buradayım sıkıldım!"

"Sıkıldın mı? Saçmalama Gökbey! Yat şuraya." dediğimde, yüzünü yüzüme yapıştırdı.

"Yatamam! Hadi dedim gidiyoruz." dediğinde, dudaklarımdan küçük bir kahkaha kaçtı.

"Sen ciddi misin?" dediğimde, başka yönde olan keskin, buz mavisine dönüşmüş bakışlarını bana öyle hızlı ve ani çevirmişti ki, "Ciddiyim! Demesine gerek kalmamıştı.

Gökbey, çıldırdın mı? Olmaz."

"Çıldırdım, beni en sonunda çıldırttın!"

"Gidiyoruz. Çantanı al. Ben de hemen şu kıyafetlerden kurtulacağım."

"Gökbey, hayatım sakin ol. Bak böyle olmaz ama aa sen vallahi delirdin. Tamam, benim hatam!" dediğimde, çoktan ayağa kalkmış beni de kaldırmıştı.

Tam karşıma dikilip, bana baktı. Bir anda susup kaldım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Şüpheyle baktım.

"Hata mı?" dedi, bir tık tehlikeli bir ses tonu ile konuşuyordu.

"Sen, buna hata mı diyorsun?" dedi, ben tam açıklama yapmak üzereyken, beni bir anda kendine çekip aramızdaki mesafeyi yok ederek öpmeye başladı. Bu hiçte beklediğim şey değildi.

Tek kelime ile olağanüstüydü. Ayaklarımı yerden kesmeyi başarmıştı. Havada süzülüyor gibiydim. O sıcak dilini boğazımdan aşağıya iterken, beni tüm varlığı ile sarsarak öpüyordu. Sanki bana olan tüm özlemini bu öpücüğe sığdırıyordu.

Beni bıraktığında, aşk sarhoşluğundan başım fena halde dönüyordu. O ise, "Buna hata diyemezsin!" dedi, Gamzesini de sergileyerek gururla güldü.

Ben henüz kendime gelememişken o üzerindeki kıyafeti çıkartıp yatağın üzerine fırlattı. Gördüğüm manzara ile ritmim yeniden kendini bulup canlandı.

Beni onu seyre dalmışken, Gökbey, dolaptan kotunu aldı.

"Gördüklerinin hoşuna gittiğini biliyorum ama alman gereken bir eşyan varsa hemen almanı tavsiye ederim. Yoksa sen hariç, her şey burada kalacak!" dedi, arkası dönük halde soluk renk kotunu gayet seksi bir biçimde üzerine giyerken.

"Ne dedin?" dedim, bir anda irkilip daldığım hülyadan çıktım.

"Çantanı al dedim. Gidiyoruz." dedi, elimden tuttu. Kendisi de çekmeceden silahını ve eşyalarını aldı.

"İyi de nasıl habersiz çıkacağız? Kimseye bir şey söylemeden olur mu?"

"Olur, olur!" dedi, hiç düşünmeden, "Araban burada mı?"

"Evet." dedim, beni sürüklemesine izin vererek. "Otoparkta, şey anahtar çantamda."

"Tamam, bana ver."

"Gökbey?"

"Aşkım."

"Ya yakalanırsak?" dedim, bir anda buradan bu şekilde ayrılma düşüncesi heyecanlanmama neden olmuştu.

"Bana güvenmiyor musun?" dedi, aniden hareket etmeyi bırakıp.

Bu soru, beni bir anlığına geçmişe götürse de bu defa orada çok kalmaya niyetim yoktu.

"Süreyya?"

Gökbey' in ismimi seslenmesi ile irkilerek ona baktım. Bir şeylerin ters gittiğini hemen anlamıştı. Çenesindeki seğiren kastan anlamıştım. Hemen kendimi toparlayıp, "Evet." dedim. "Evet, sana güveniyorum."

"Peki, o halde." dedi, elini can simidi gibi bana uzattı. Kim kimi kurtaracaktı orası meçhuldü.

Gülümseyerek, seve seve o eli tuttum. Neredeyse kahkaha atacaktım.

"Şimdi ne yapıyoruz?"

"Taburcu oluyoruz!" dedi, sırıtarak. Onun o zevkten dört köşe olmuş yüzüne bakarken, kahkahamı tutmakta ciddi ciddi zorlandım. Gökbey' in bu eğlenceli yanına şahit olmak beni aşırı heyecanlandırdı.

"Kendimi ajan gibi hissediyorum sayende ve nedense tırsıyorum." dedim.

"Ajanın sevgilisi olduğuna göre böyle hissedebilirsin. İzin veriyorum." dediğinde, kıkırdadım.

"Ama sen böyle kıkırdamaya devam edersen, yakalanacağız." dedi, o sırada dışarıdan bir ses geldi.

Gökbey beni hızla duvara yasladı. Kendisini de göz açıp kapayıncaya kadar bana yasladı. Aramızda hiç boşluk yoktu. Elini ağzıma götürüp kapattı. Sonra da "İlk kural." dedi, fısıltıyla konuştu. Kulağıma eğildi ve "Sessizlik!" dedi. Ardından boynuma kısa bir öpücük kondurdu. Bu hareketini aşırı seksi buldum ve boğazımdan tutamadığım küçük bir inleme yükseldi.

"Ama sen beni hiç dinlemiyorsun. Kuralları bozarsan ceza alırsın!" dedi, bir yandan da etrafı kontrol etti. Ardından tekrar bana dönüp, ateş parçası haliyle göz kırpmaz mı? Hem de çapkın bir gülüşle.

"Yüreğim dayanmayacak." dedim, fısıltıyla. "Senin derdin beni öldürmek mi? Eğer öyleyse, şimdi şuracıkta can verebilirim." dedim, tekrar yürümeye başlamıştık. Yine aniden ve son derece sessiz bir şekilde bana dönerek muzip, ateşli ve yaramaz bakışlarıyla beni süzerek,

"Bana canlı lazımsın sevgilim. O yüzden canlarına sahip çıksan iyi olur. Hemen şimdi buradan çıkıyoruz." dedikten sonra hızlı ve seri adımlara sessiz bir şekilde yangın kapısına doğru ilerledik. Etrafta kimse yoktu.

Gökbey, korumaları istememişti. Başkan ilk birkaç gün iki görevliyi bırakmıştı ama Gökbey kararlı bir şekilde onları da göndermişti.

"Korumalar olsaydı biraz zor kaçardın." dedim, aniden aklıma gelmişti.

"Emin misin? Bir daha düşün istersen. Sence o korumaları yetiştiren kim hayatım?" dedi sırıtarak.

"Sırıtma!" dedim, çantamla koluna vurarak.

"Dikkat et. Çantan zarar görmesin."

"Ukala! Sen ne ara böyle ukala oldun." dediğimde,

"Kızma, sevgilim seninle uğraşmak her zaman çok hoşuma gidiyor." dedi gülerek.

"İyi madem." Yangın merdivenlerinden inmeye başladık.

Bir anlığına durdum ve onu da kendimle beraber durdurdum. Şaşkın bir halde bana bakarken, göğsüne dokundum.

"Sen gerçekten de iyi misin? Yani, biz bilmiyorum. Doğru şeyi mi yapıyoruz?"

"Ben iyiyim, güzelim." dedi, tek nefeste. "Doğru şey derken? Hangisini sorduğuna bağlı?" dedi, yine tek kaşını havaya kaldırıp muzipçe gülüyordu.

"Kaçmaktan bahsediyorum seni aptal!"

"Kesinlikle, her ikisi içinde doğru şeyi yapıyoruz." dedi, benimle uğraşmaya devam ediyordu.

Mahcup olmuştum ama merdivenlerden inmeye devam ettik.

"Bayılıyorum senin şu mahcup hallerine, beni daha da çok..." derken, sözünü kestim.

"Susar mısın artık!" dediğimde, sesli gülmeye başladı.

"İlk kurala ne oldu?" dedim, imalı bir şekilde.

"O kural benim için geçerli değildi." dedi, gülerek. O sırada otoparka inmiştik.

"Görevleriniz arasında üçkâğıtçılık olduğunu bilmiyordum Akif Bey! Kandırıldım." dediğimde,

"Sana özel." dedi, gülümsedi. Ardından da "Araban nerede hayatım?" dediğinde, yerini tarif ederek o yöne doğru yürümeye başladım.

"Sonunda!" dedi, arabamın yanına gelince, beni yolcu koltuğuna oturttu. Kendisi de şoför koltuğuna oturdu.

Ona dönüp, sen ciddi misin? Arabayı sen mi kullanacaksın?" dediğimde, bana bakarak.

"Her konuda ciddiyim. Kemerini bağla." derken o da aynısını yaptı ve motoru çalıştırdı.

Her söylediği şey, her ima, midemin karıncalanıp düğümlenmesine, tüylerimin ürpermesine neden oluyordu. Bunu bilerek yapıyordu. " Alçak adam!" dedim, sessizce.

"Seni duyuyorum." dedi gülerek. Ardından da bana bakıp yine o çapkın haliyle göz kırptı.

Kalbim hop etti.

"Hazır mısın?" dedi, yandan.

"Seninleyken, her zaman." dedim ve gülümsedim.

Otoparktan çıktık.

Yola çıktığımızda, Gökbey, yüzündeki yaramazlık yapan çocukların gülümsemesi ile yola odaklanmışken, ben bu gülüşe takılmıştım. Kendimi ona bakmaktan alamıyordum aynı zamanda da yaralı olması beni endişelendiriyor bu halde araba kullanması canımı sıkıyordu. Diken üstündeydim ama o tam tersi eğleniyor gibiydi.

"Baktığın şey sana ait, o yüzden dilediğin kadar bakabilirsin sevgilim ama yüzündeki o endişe hoşuma gitmiyor." dediğinde irkilerek,

"Sen bunu nasıl gördün. Bana bakmadın bile."

"Sen bakmadığımı sanıyorsun." dedi, sırıtarak.

"Ama nasıl olur!" dedim, itiraz edercesine "Eminim, bana hiç bakmadın."

"Konumuz bu mu şimdi güzelim?" dedi, tek kaşını havaya kaldırarak.

"Bu evet, aman hayır, bu değil tabii kafamı karıştırıyorsun."

"Kafanı sadece karıştırmıyorum. Bundan emin oluyorum." dedi, muzipçe güldü.

Bu söylediği gülümsememe sebep olmuştu.

"İşte böyle." dedi, "Yüzünde sadece bu ifadeyi görmek istiyorum." Ardından bana yoğun bir şekilde bakarak "Şimdilik, yüzünde görmeyi sevdiğim başka bir ifade daha var." dedi ve bana göz kırptı.

Utanarak ne diyeceğimi şaşırmış bir halde panikleyerek, "Sen yola baksana."

Bu söylediğime içten samimi ve boğazından gelen gür bir kahkaha attı. Bu adam benim canıma okumaya ant içmişti. Ben bunları düşünürken o dikkatini yola verdi.

"Bu yaptığımız hiç doğru değil, Zekeriya'ya haber verelim bari."

"Şu an tek doğrum sensin. Seninle olmak. O yüzden sorgulamayı bırak. Gerisini ben düşünürüm." dedi, umarsızca onun bu hali ile ilk defa tanışıyordum. Afallamam normaldi.

"Benim de tek düşündüğüm sensin, yaran tam iyileşmedi. Beni endişelendirmek hoşuna mı gidiyor." diyerek, düşüncelerimi söylemeye devam edecekken, Gökbey birden arabayı sağa yanaştırmaya başladı ve müsait bir alan bulur bulmaz da arabayı durdurdu.

"Ne oldu? İyi misin? Bir yerin mi acıdı?" derken panikle, o kemerini hızla çıkartıp bana doğru yaklaştı ve eliyle yüzümü tuttu.

"Hayatta son isteyeceğim şey seni endişelendirmek Süreyya. Ben iyiyim." dedi, elimi alıp kalbine götürdü. Bak hissediyor musun? Kanlı canlı yanındayım. Artık bu olumsuz düşünceleri bir kenara bırak ve anın tadını çıkaralım olur mu canım."

Gözlerindeki istekli bakışlarının yoğunluğu ile ezilmeye başlayan ruhum ve karnımda oluşan kıpırtılar beni deli ediyordu.

"Tamam, sür şu arabayı, ne olacaksa olsun!"

"İşler sarpa saracak Süreyya biliyorsun değil mi?" dedi, çapkın bir şekilde o can alıcı gülüşünü sergilerken.

"Sarmasın mı?" dedim, gülümseyerek.

"Aksi olamazdı zaten." derken gülüşlerimiz birbirine değdi.

"Hadi ne bekliyorsun? Gidelim. Beni eve götür."

"İşte benim Süreyya'm." dedi, neşeyle dudaklarıma doğru eğildi ve beni öptü. Kısa ama sıcak samimi, etkileyici bir öpücüktü. Ardından da bir parmağını ortaya çıkan gamzemin üzerinde gezdirerek kendi tarafına geçti.

Yüreğimde yol boyunca çalan bir melodi ile beni baş başa bıraktı.

Evine gittiğimizde arabayı otoparka çektik. Arabadan indiğimizde elimi tuttu.

"Evimi özlemişim." dedi, asansöre giderken. "10 gündür hastaneydim. Çok sıkılmıştım. Rahat tavırları ile asansörün düğmesine bastı.

"Fark ettim. Bakıyorum da ağzın kulaklarında." dedim imalı bir şekilde. "Bakalım kaçtığını öğrendiklerinde bu şekilde gülecek misin?" dediğimde, beni aniden kendine çekti.

Aramızda mesafe bırakmamıştı. Vücudum şimdiden bu yakınlığa tepki vererek ısınmaya başlamıştı.

"Senin yüzünden." dedi, fısıltıyla ılık nefesi yüzümde gezindi.

"Ben bu duruma karşı çıktım." dedim, benimkisi o an sadece zayıf bir itirazdı.

Yüzüme düşen saçımı tuttu. Kulağımın arkasına iterken hiç acele etmiyor her anın tadını çıkarıyordu. Sonra birden eğilerek boynuma doğru geldi ve kokumu içine çekti.

"Bu koku yüzünden. Kaç gündür bana ne yaşattığından haberin yok senin, etrafımda hemşire gibi tatlı tatlı dönüp dururken, saçtığın bu mis kokun beni çileden çıkarttı." dedi, muzipçe gülerek. "Beni sen ayarttın Süreyya, farkına varsan iyi olur. Yani suç ortağımsın." dedi, boynumdan öperken inlememe sebep oldu. Sonrada geri çekildi.

Onun çekilmesiyle aramızda oluşan boşluk bir anda uçuruma dönüşmüştü. Yakınlığındaki sıcaklığı anında özledim.

Gökbey, bana ne yaptığının gayet farkında olarak beni süzüyor ve sırıtıyordu.

"Neden hala gelmedi bu asansör? Neden bu kadar yavaş!" dedim, heyecanla artık benim de tahammülüm kalmamıştı.

"Bu söylediğime sesli güldü ve elimden sıkça kavradı.

"Geldik." dedi, cebinden anahtarını çıkartarak, kapıyı açarken "Bu sabırsız haller sana çok yakışıyor." dedi, gülümseyerek.

"Konuşmayı bırak da, kapıyı aç." dedim. Çileden çıkmıştım artık sabır zincirlerim kopmuştu. Yine gülüyordu.

"Gülmesene be adam." dediğimde omuzları sarsılmaya başladı. Sırtına bir yumruk geçirdim. Tam o sırada kapı açıldı.

"Şiddete meyilli olduğunuzu bilmiyordum Süreyya Hanım, bu ilginç olabilir."

"Daha bilmediğin çok şey var." İçeriye girer girmez onu ardından kapattığı kapıya doğru itip yasladım.

Şok içinde yüzüme bakarken, bu defa gülümseyen bendim.

"Ne oldu canın mı acıdı?" dedim muzipçe ona doğru adım atarak.

Beni süzerken gözleri koyulaşıp cıva rengini almaya başladı.

Süreyya, Gökbey' e ilk defa onun varlığını tam manası ile kabul etmiş gibi bakıyordu.

"Acıyor. Sensiz kalan her yanım acıyor." dediğinde,

"İçten içe taşıdığın o derin gizlerin, sanki bana aşikardı. Ruhundaki o çocuk, sanki benim içimde koşup oynuyordu. O ıssız hüznün, sanki benim gökyüzüme dağılan yıldızlardı." dedim,

Süreyya, konuşurken gözyaşlarını tutamıyordu. Gökbey' e olan sevgisi ve özlemi, her harfle daha da derinleşiyordu. Onun yokluğunda duyduğu boşluğu, kelimelerle ifade etmek imkânsızdı. Ancak bir umutla devam etmişti.

Gökbey, duydukları karşısında kesik bir nefes aldı. "Özlemimle, göğsümde sakladığım tüm sevgiyi sana aktarmak istiyorum. Ruhundaki çocuğun masumluğunu gülüşünde seyretmeyi seviyorum. Çiçeklere benzeyen utangaçlığını, çiçeklerden çok seviyorum." dediğinde aralarında mesafe yoktu. Bakışları kilitlenmişti.

Gökbey devam etti, "Şimdi ben olmasam da, en çok da olmadığım yerlerde hasretim sana." dediğinde, daha fazla aralarında ki çekime dur diyemediler.

Aralarındaki bağ yeniden güçlendi ve onları bir araya getirdi.

Gökbey, elini suratıma götürüp beni kendine çekti ve dudaklarını dudaklarıma dayadı. Sanki bendeki tüm hayal kırıklığını almak istercesine öptü. O kendinden emin, güveni tam güçlü aynı zamanda zarif bir adamdı.

Boğazımdan bir inilti koptuğunda, onun da mırıldandığını sadece bir anlığına duydum. Çünkü o an hem midem burulmuş, hem de bacaklarımın arasında o güzel titreşimi hissetmiştim. Hiçbir çaba sarf etmeden kendiliğinden olan bu çekimin içinde ikimizde kayboluyor sonra yine birbirimizi buluyorduk.

Ondan bir saniyeliğine ayrıldığımda, gözlerinin ısındığını fark ettim.

"Bu kadar konuşma yeter." dedi, usulca gerdanıma eğilerek beni en zayıf noktamdan vurdu. O muhteşem dudakları silah görevini memnuniyetle üstlenmişti. Beni can evimden vurmakta ısrarcıydı. Onun daha birçok muhteşem özelliği olduğunu biliyordum ve bundan dolayı heyecanlıydım. Kan damarlarımda dışarı çıkmak istercesine pompalanırken ritmim yine hızlanmıştı.

Elimden tutarak beni yatak odasına götürdü. Silahını çıkartırken bundan daha çekici bir şey göreceğimi sanmıyordum. Silah komedinin üzerinde yerini alırken ben onun zarif hareketlerinde kaybolmuştum. Dudağımın kenarını ısırdığımda yanıma sokulup ısırdığım köşeyi öptü.

"Bu kadar istekli olmana bayılıyorum. Sen benimsin Süreyya, ben de seninim biz her şeyimizle birbirimize aitiz ve ben benim olanı almaya geldim." dedi. Beni de kendisiyle beraber hareket ettirerek yatağa sürüklerken,

Boynuna sardığım kollarımı yavaş hareketlerle indirdi. Bileğimin içini öptü. Bu kuş tüyü hafifliğindeki dokunuş titrememe neden oldu. Fark etmediğim bir şekilde yatağın yanına gelmiştik.

Artık üzerimizdeki kıyafetler beni sıkıyordu. Onlardan bir an önce kurtulmayı istiyordum. Daha fazla bu özlem ateşinde yanmak istemiyordum. Ben üzerimdekini çıkartırken yakıcı bakışlarını üzerimde gezdirdiğini biliyordum. Çünkü o nasıl bana bakmaya doyamıyorsa, ben de ona bakmaya doyamıyordum.

Bir an olsun bakışlarını benden ayırmadı. Sadece iç çamaşırlarımla kaldığımda, ona uzandım üzerindeki tişörtü kenarından tuttum ve nazik bir şekilde çıkartmaya başladım.

"Canım acımıyor. Ben iyiyim o yüzden kendini tutma." dedi, yarasına dokunmadan çıkartmaya çalıştığımı anlamıştı.

"Yine de, dikkatli olmalıyız." dedim, tişörtü yere atarken. Üzerinde sadece soluk blucini kalmıştı. Elim istemsizce yarasına gitti. Hala sargısı vardı. Bu haliyle bile inanılmaz çekici görünüyor ağzımın sulanmasına sebep oluyordu.

Ellerimi vücudunda gezdirirken sadece beni izliyor onu yeniden keşfetmeme müsaade ediyordu. Hala ayaktaydık. Yarasından başladığım keşif kasıklarında son buldu. Son dokunuşumla kafasını geriye attığında uzanıp boynundan öptüm. Bu yaptığım son damlayla taşan bir göl gibi hissettirdi. Beni yatağa bıraktı. Üzerime eğilerek,

"Fazlalıklardan kurtulalım." dedi, tebessümü can yakıcı derecede güzeldi.

Sutyenim onun sihirli parmaklarının dokunuşu ile bir saniye içinde çıkmıştı.

Göğüslerime doğru özlem dolu bir açlıkla eğilirken, bana istediğini yapmasına izin verdim. Ve buna çok pişman olacaktım. Çünkü dilinin ilk darbesi ile vücudum alev aldı. Bir eliyle diğer göğsümü avuçlarken, diğer elini elimin üzerine koydu.

Daha sonra elini aşağıya iç çamaşırıma indirdi. Tek hamlede sıyırıp yere fırlattı. Aç gözlerle beni izlerken bir yandan da kot pantolonunun düğmesini açıp çıkarttı.

Tekrar üzerime gelirken ben de onu doyasıya seyrettim.

"Fazla giyiniktik ve çok fazla ayrı kaldık." dedi,

"Evet." dedim fısıltıyla.

"Beni öperken tadına bayılıyorum." dedim.

İnledi. Bu söylediğim yüzünden bir elini hassas noktama götürdüğü an küçük bir çığlık dudaklarımın arasından kopup yalnızca ikimizin olduğu evrenimizde havaya karıştı.

Bir süre buna devam edip, beni çıldırtma noktasına getirdikten sonra kıvranıyordum.

Gördüğü manzara ile gözleri ışıldadı.

Adını fısıldadım. "Gökbey." dediğimde, dudaklarıma geri geldi ve beni nefessiz kalana dek öptü. Bir eli göğsümle oynamaya devam ederken diğer eli hassas noktamda gezindi.

"Hazırım." dedim, artık dayanamıyordum onu içimde istiyordum.

Hassas noktamı okşamaya devam ederken, diğer eliyle de göğsümü avuçlamaya devam ederken sert bir şekilde beni aşağıya çekip penisini içime itti. Suratı boynumdayken, inlemelerinin tüm bedenimde titrediğini hissettim. Bacaklarımın arasından elini çekip elimi tuttu.

O an bedenlerimiz bütünleşince yalnızca bize ait olan evrenimizde iki galaksinin çarpışması gibi hissettim. Boğazımdan bir inilti kopup Gökbey' in inlemesine karıştı. Tenlerimiz ve nefeslerimiz birbirini ablukaya almıştı.

İçimdeki duygular adeta bir sel gibi taştı. Uzun zamandır içimde taşıdığım derin duygularım artık susmak istemiyordu.

İçimde özgürce hareket ederken, yüzünü boynumdan kaldırıp başparmağı ile çenemi okşarken beni tekrar öptü.

O öpücüğe öylesine hazırdım ve hasrettim ki ben de ona karşı gelmeyip onu öptüm. Çok iyi öpüşüyor olması beni mahvediyordu. Çünkü ona asla karşı gelemiyordum. Ama zaten o aşamada bundan şikâyetçi de değildim. İçimden çıktığında büyük bir boşluk ve yoksunluk hissetim.

Sonra elleri kalçama indi. Dizlerimin ardına ulaşana dek beni kendisine çekti. Dizlerimi omuzlarına kaldırdı. Tek kolumla ona tutunuyor, diğer elimle başını kavrıyordum. Pürüzsüz omzuna bir öpücük kondurdum ve "Durma sakın!" dedim.

Gözleri alev alevdi, "Benim için hep hazırsın." dedi. Küstahça konuşmuştu ama onun bu halini o an sevdim. Haklıydı da üstelik.

"Bakalım seni ne kadar sürede getireceğim." dediğinde, bedenim titredi. Çünkü bunu ben de merak ediyordum.

Gökbey elini bacaklarımdan kadınlığıma indirdi.

Harika bir histi. Sırtım gerildi ve boğazımdan boğuk bir ses çıktı.

"Gökbey, sevgilim." dediğimde, o parmakları ile bacağımın arasındaki ıslaklığı okşadı. Talepkar bir şekilde buna devam etti.

Onun için kısa sürede ve şiddetli bir biçimde geleceğimi kanıtlıyordu adeta. Bacaklarımla onu tekrar içime girmesi için kendime çektim. Nefes nefese kalmıştım. Tatlı bir işkenceye dönmek üzereydi. Biraz daha bekleseydi. Ama o beklemedi ve bana istediğimi verdi. Yine sert bir şekilde içime girdi. Derinime daha da derinime girerek, beni tüm bedenimi ve ruhumu ele geçirdi.

Kalçalarımı yukarıya kaldırdım ve onun ritmine uyum sağlamaya çalışarak "Gökbey." diyerek, inledim. Çok güzeldi o kadar güzeldi ki orgazm anım. İçimde ve gözümün önünde yıldızlar kayıyordu.

Uzun hayret verici ve muhteşem bir orgazmı yaşarken o hareketlerini hızlandırarak bana yetişmeye çalışıyordu.

"Aynı anda güzelim!" dedi, "Aynı anda geliyoruz." derken, ikimizde hareketlerimizde bütünleşmiştik.

Doruk noktasına ulaştığımda, "Gökbey, sevgilim." diye inlerken onun da sarsıldığını hissettim. Hareketleri yavaşlamıştı. Hala içimden çıkmamıştı. Tüm varlığı ile onu her zerremde hissediyordum. Beni yakıp kavuran ve küle çeviren bir an yaşıyordum.

Tek kelime ile şahaneydi. Öncekilerden daha özeldi, ayrı kaldığımız her günün acısını çıkartıyorduk. Gözlerimin içine bakarak,

"Senden bir daha bu kadar uzun süre ayrı kalmak istemiyorum." dedi, nefes nefese. "Bunun mümkün olacağını artık hiç sanmıyorum."

Güçlükle nefes alarak, sesimi buldum. "Sanki mümkünmüş gibi." dedim.

Yaşadığım duygu seli ile gözlerim sulanmıştı. Gökbey, çok yakışıklıydı ama içimde oluşu, bana dokunması, beni yatağa iten ağırlığı şehvetle yanan suratı alev alev parlayan delici gözleriyle çok daha yakışıklıydı.

Üzerime eğilerek alnıma bir öpücük kondurdu ve içimden yavaşça çıktı. Gövdesini üzerimden zarif bir hareketle kaldırarak yanıma geçti. Beni kendisine çevirerek, bir elini belime, oradan göğsüme, oradan da boynuma götürdü. Dokunduğu her yerde adeta izini bırakıyor, beni yeniden ezberliyordu. Ben ise onun hareketlerini izledim. Onu izlemek bile bana inanılmaz keyif veriyordu. Beni böyle keşfetme arzusu içinde görmek, yeniden içimde kıpırtılar uyandırıyordu.

"Seni seviyorum Süreyya, hem de çok seviyorum. Senin her noktanı seviyorum. Her şeyine bayılıyorum. Sana doymak mümkün değil." dedi, dudağımdan öperken gülümsedim. Tüm bunları yaparken gözleri alev alev parıldıyor ve beni delip geçiyor sanki ruhumu görüyordu.

Sana aitim, tüm içtenliğimle her şeyimle seninim. Sadece senin." dedim, gülümseyerek beni kendine çekti. Aramızda mesafe bırakmadan belime sarıldı. Diğer eli ile üzerimizi örttü ve beni tekrar öptü.

"İyi uykular Süreyya' m."

"İyi uykular bir tanem." dedim, ona sokularak o kendine has kışkırtıcı kokusunu içime çekerken.

 

Devam edecek...

Gelecek bölümde görüşmek üzere...

Duygu, düşünce, eleştiri yorumlarınızı seve seve bekliyor olacağım.

 

Loading...
0%