Yeni Üyelik
59.
Bölüm

BÖLÜM 56(Sorgu)

@nefelicalliope

Ben geldim nazar bonjuklarım:) Evet daha sonra yayınlayacaktım ama bölüm hazır olunca dayanamadım:) Sabırsız yazarım ya ondan:)

Keyifli okumalar. Öpüldünüz:) Yıldızımızı parlatın olur mu?

75. Bölüm

"Sevgilim, aşkın büyülü dokunuşuyla, yüreğimdeki izin seninle şekillendi. Sevginin neşeli kuşları gibi, dallarıma sevginin kıvılcımlarını kondurdun. Beni susuzluğumdan kurtarmak için çiçekler sundun. Aşka olan özlemimle, bahar kuşları gibi dallarıma konan sensin. Kalplerimizin birbirini tamamladığına inanıyorum. Süreyya'm, senden başkasıyla olamazdım. Sensiz aşkım eksik kalırdı."

SORGU

"Senin geberdiğini düşünmüştüm."

Gökbey, dişlerini sıkarak. "Ben de senin gebereceğin günü iple çekiyorum ama işte hayat her zaman istediğimiz gibi olmuyor."

caleb'ın canı çok sıkkındı. Kaç haftadır buradaydı, şimdi sebebini anlamıştı, onu sorgulayacak kişiyi karşısında görünce. "Koskoca teşkilatınızda beni konuşturacak bir sen varsın, öyle mi?" dedi, dalga geçer gibi konuştu.

"Ne o, beni beklerken çok mu sıkıldın?" dedi Gökbey, kışkırtıcı sözleri ve tavırları caleb'ı gerçekten çileden çıkarıyordu.

"Beni bulacaklar ve bedelini ağır ödetecekler, bunu biliyorsun, değil mi?"

"Evet, evet, biliyoruz. Onların en değerlisisin, kıymetlisisin. Senden vazgeçemezler falan filan nedense hep aynı terane." dedi, bir eliyle bıkkın bir şekilde saçını kaşır gibi yaptı. caleb'ın gözleri kısıldı karşısındaki adamı dikkatle izliyordu.

"Ne o, canın mı sıkıldı? Senden öncekilerin senden farklı konuştuğunu mu sandın, ya da onların kurtarıldığını mı düşündün?" diye, üzerine giderek sordu.

"Kes sesini, hiçbir bok bildiğin yok. Bu siktiğimin yerinden bıktım artık." diye patladı.

"Doğru konuş!" dedi, Gökbey, ensesinden tutarak gözlerini ona dikip. Tam o sırada caleb, bakışlarını ona kaldıracak gibi oldu ama Gökbey başını masaya çarptı.

"Ne cüretle bana bakmaya çalışıyorsun lan göt herif! Göt korkusundan için titrerken, bana mı senin o cesaretin?" diye, sertçe konuştuğunda, caleb başını inleyerek masadan kaldırdı.

"O lağım gibi ağzın, yalnızca benim sorduklarıma cevap verecek bundan sonra, duydun mu beni?" dedi, saçlarını geriye çekerken.

"Kes şunu bırak beni bu insan haklarına aykırı." dediğinde, Gökbey kahkahalarla gülmeye başladı. Sarsılan vücudundan yayılan öfke dalga dalga caleb' a ulaşıp onu ürkütmeye başlamıştı.

Bu sırada yan odadan onları izleyen ekip güldü. "Şimdi boku yedi." dedi, Mustafa. Daha önceki sorgularında ufak tefek şeylerden bahsetmiş ama asla bilinmesi gerekenleri söylememişti. İyi direnmişti, bu zamana kadar psikolojisini bitirmekle uğraşmıştı.

Gökbey son yumruğu indirecek kişiydi. Masanın diğer ucundaki dosyayı eline aldı ve içinden resimleri tek tek çıkararak caleb' ın önüne koydu.

"Evliymişsin." dedi, karısının resmini gözünün önüne koyarken. "Çok uğraşmadık, karın Türkiye'ye gelmiş." dedi. İstanbul'da bir karesi vardı.

caleb irkildi. Gezi değildi ona bir görev vermişti, dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı.

Gökbey, bam teline basmıştı. Yanına geldi, eğildi. "Karının da misafirimiz olduğundan haberin yoktur herhalde. Bu güzel haberleri almak için beni beklemek zorunda kaldın, üzgünüm." dedi, dudağını yalandan büzerek.

"Yalancı!" diye bağırdı caleb. "Sana inanmıyorum, onu yakalamadınız!"

"Öyle mi?" dedi, Gökbey' in gözlerinden akan kendi güvenini görmüştü caleb.

"Sergimiz henüz bitmedi, sakın ol." dedi. Bir diğer fotoğrafı çıkarttı. caleb'ın karısının, teşkilatın elindeki fotoğrafıydı. Yaralıydı, hırpalanmıştı.

caleb bu şoku henüz atlamamışken Gökbey, "Zekeriya." diye, bağırınca aynada karısının sorgusuna ait bir görüntü dönmeye başladı.

Kadın yalvarıyordu, "Lütfen, bebeğime bir şey yapmayın, siz katil değilsiniz, siz yapmazsınız."

"Ama siz yaparsınız." diye, fısıldıyordu Mustafa'nın kalın sesi, tehditkâr ve hükmediciydi.

Kadın hıçkırmaya başlamıştı, korkuyordu ama kendisi için değildi korkusu.

"Ne yaptınız?" dedi, "Ona ne yaptınız? Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz? O çocukları!" dediğinde, Gökbey onu oturduğu yerden kaldırıp duvara fırlattı. caleb yere düşerken kaburgasından gelen ses sorgu odasında yankılandı.

"Senin o yılan dilini koparıp götüne sokarım lan! Ağzını kırdırtma bana!" dedi, yumruğunu midesine geçirirken.

caleb, yerde inlerken onu kaldırıp yerine oturttu. "İşimiz daha bitmedi, Caleb. Seninle işim bittiğinde sen de biteceksin, duydun mu beni!"

Sonra dosyaya uzandı, caleb inliyordu. İlk kararsızlığın damlası zihnine düşmüş gibi kıvranmaya başlamıştı.

"Herkesin zaafları vardır," dedi, Gökbey. "Senin bile." diyerek, önüne bir erkek çocuğu ve bir kız çocuğunun resmini bıraktı. Karede Selvi Yasin ve Yaman da vardı.

caleb beyninden vurulmuşa döndü. "Nasıl?" dedi fısıldayarak, "Bu imkânsız."

"Bizim için imkânsız diye bir şey yok, hâlâ bunu anlamadınız, ama anlamamanız işimize geliyor." dedi Gökbey.

"Şimdi seni dinliyorum, en başından bana her şeyi anlatacaksın. Yoksa... deme me gerek, olsun istemiyorsan?"

caleb kudurmuş köpek gibiydi, ağzından tükürükler saçarak ayağa fırladı. Kendini Gökbey' e savurduğu her an, Gökbey darbelerinden kaçınıyor, onun kendini yerden yere vurmasını zevkle izliyordu.

caleb yorulana, tükenene kadar vazgeçmeden devam etti.

Gökbey hastanedeyken ekibin çıktığı gizli görev buydu. caleb' ın kanındaki damarın bile nereden geldiğini öğrenmek için deli gibi uğraşmışlardı ve sonuçlar çok iyiydi.

Karısı Türkiye'ye kendi ayağıyla gelmişti, onun için gitmelerine gerek yoktu. Türkiye'de planladıkları bir teslimat için buradaydı. Kafese kolay girmişti. Ama çocukları, çocukları zor hedefti, kimse bilmiyordu, caleb' ın yularını tutanlar da bilmiyordu. Alaska'ya gitmek zorunda kalmışlardı. Gelirken de boş dönmemişlerdi, çocuklar da ellerindeydi.

Yaklaşık kırk dakika caleb kendini oradan oraya atmış, sonra da bayılmıştı.

"Aziz, Mustafa!" diye gürledi Gökbey, hemen içeriye girdiler. "Kaldırın şunu, ayıltın."

"Tamam," dedi, Mustafa huysuz huysuz, yerinden kaldırıp sandalyeye oturttu. "Aziz, su getir, bekleme, önemli işlerimiz var, hadi acele et."

Aziz başını geriye attıkları caleb'a buzlu bir kova suyu zevkle boşalttı.

caleb kendine geldiğinde başı hala dönüyordu.

"Ne istiyorsunuz benden?" dedi, "Çocuklarıma bir zarar gelirse eğer."

"Kes lan, sesini! Boş tehditlerle karnımız tok. Ne istediğimi biliyorsun. Ya, konuşursun ya da onları bir daha göremezsin. Onları öyle bir yere gömerim ki seni hayatta bırakırım. caleb, seni her gün ölüme mahkum ederim, duydun mu beni? Anlıyor musun? Eğer beni anlamaya başladıysan, o zaman konuşalım. Yoksa hala inat edeceksen seni siker atarım, nasıl olsa gerisini de buluruz sen yokken de anladın mı?"

caleb düşünüyordu, içerideki üç adama baktı. Mustafa diğer resimleri de gözünün önüne koyuyordu, tek tek hepsine bakarken yutkundu.

"Anlaşma olmadan olmaz." dedi, birden.

Gökbey tehlikeli bir tebessümle ona baktı. Dudağının kenarı yukarı kıvrılmıştı. "Lan siz ne şeref yoksunu, ne hayvansınız, ne boktan adamlarsınız. Bir de anlaşma diyor lan, senin o ağzını sikerim puşt, anlaşmaymış."

Lan siz akıllanamazsınız, ne zaman anlaşma yaptı Türk devleti teröristlerle! Söyle lan. Bir kere, ha bir kere şahit oldun mu amına koyduğum, seni. İlk sığındığınız bu sen, bizi size yaltaklık eden diğer medeni ülkelere karıştırdın." dedi, kafasını tutup masaya vurdu.

"Anlaşma yok, Caleb. Anlaşmanın asını edecek durumda değilsin," dedi, Gökbey diğer söylenmesi gerekenleri zaten Mustafa halletmişti. "Zaten bittin, sen de farkındasın. Neden gelmediler seni almaya, caleb? Ha, söyle bana, neden senin için bir şey yapmadılar?"

Onun üzerine gitmeye devam etti, "Çünkü sen onlar için bir çöpten farksızsın, değersizsin. Seni insan olarak gördüklerini mi sandın bunca zaman?"

" Ah yazık." dedi, Mustafa "Kıyamam!" Son kelimesinde kükremişti.

"Sana, ailene çoktan kıydılar, caleb. Yapabileceğin tek bir şey var, onlardan intikam almak mı istiyorsun? Onları yerle bir edeceğiz, katkın olsun ister misin? Biz zaten bunu yapacağız. İster konuş, ister konuşma." Damarına basıyordu.

"Karın suçlu aranan teröristler listesinde, onun çıkışı yok, caleb ama belki insan kalan bir yanın vardır?" dedi, masaya eğilip "Çocukların." dedi, fısıltıyla dişlerinin arasından konuşmuştu.

Hepsi sustu. caleb 4 saat susmuştu. Onu orada bırakıp çıktılar. Başkan bir ara onları görmek için gelmişti.

Gökbey'in ikna ediş tarzı hep farklıydı, onu ikna edecekti, biliyordu, o yüzden onu bu kadar bekletmişti.

"Abi neredeyse 4 saat olacak konuşmayacak bu it." dedi Aziz.

"Konuşacak." dedi, Gökbey.

Aziz sustu. Mustafa'ya baktı. Mustafa da başını salladı. "Aziz, sen bir kahve falan mı getirsen, ağzım burnum kurudu benim burada." dedi, Mustafa.

Aziz sessizce çıktı odadan, kapıda Nihat'la karşılaştı.

"Nedir durum?" diye sordu.

"Hala susuyor," dedi Nihat.

"Gökbey ne diyor?"

"Konuşacak diyor abi. Daha önce de konuşacak demişti. Biliyorum, başka terörist için konuşmuştu da, ama bir hafta sürmüştü de öyle konuşmuştu. Bir hafta odadan çıkmamıştık hatırlıyor musun?" dediğinde, Nihat güldü.

"Sakin ol, aslanım. Bu o kadar sürmez. Korkak bunlar, görmedin mi çocuklarının resmini görünce ne hale geldi?" dedi, Nihat.

"Abi, ben olsam saniyesinde öldürürdüm. Bunun çocuklarını düşündüğü falan yok." dedi Aziz.

"Haklısın be, Aziz'im. Sen, nereye gidiyordun?"

"Kahve alacağım. Mustafa, huysuzlanmaya başladı."

"Getir götüre, döndün yani?" dedi, gülerken.

"Abi, gülme ya. Mustafa' nın huysuzluğu çekilmiyor."

"Tamam, Aziz, hadi, kolay gelsin."

"Sen nereye?"

"Selvi' yle Yasin ve Yaman' ne durumda, onları kontrol edeceğim."

"Anladım abi."

"Abi çocuklar nasıl?"

"İyiler, iyi merak etme."

"Yazık abi, çok yazık."

"O çocuklar artık Türkiye devletinin korumasında Aziz, sen düşünme bunları."

"Haklısın abi."

Gökbey gözünü kırpmadan caleb'ı izlerken, Zekeriya ona dönüp,

"Gökbey, seninle biraz konuşmamız lazım. Operasyon merkezine geçelim mi?" dediğinde, Gökbey ilk defa gözlerini caleb'dan ayırdı.

"Sorun mu var, Zekeriya?" dedi.

Zekeriya yere bakarak, "Gidelim mi?" dedi.

Gökbey, "Tamam," dedi, ikisi de çıktılar.

"Ne oldu, Zekeriya, anlat," dedi.

"Bana verdiğin deliller." dedi, yutkundu.

"Buldun mu yoksa? Bir şey mi buldun? İpucu mu?" dedi, Gökbey heyecanla sesi de yükselmişti.

Gökbey, sakin ol." dedi, bir süre düşünen yüzünü incelerken. Nasıl söyleyecekti karşısında dağ gibi duran adama nasıl yaklaşacaktı bilemedi.

"Söyle, Zekeriya." dedi, onun halinden anlayan Gökbey, "Seni dinliyorum."

"Üzgünüm," dedi Zekeriya, sözlerine başlamadan önce. "Çok uğraştım, aylardır peşindeyim ama hiçbir şey bulamadım," dedi, öfkeli bir şekilde, kendine kızıyordu. Gökbey onun omzuna dokundu.

"Senin bir suçun varmış gibi konuşuyorsun, yapma Zekeriya." dedi.

"Ama." dedi, Zekeriya.

"Anladım, Zekeriya." dedi, sonra. "Beni merak etme, ben iyiyim, iyi olacağım. Geçmişimi de geleceğimi de Süreyya' yla buldum. Üzülme artık, peşlerini bırakıyorum." dedi, sıkıntılı bir nefes verdi.

Karşısında ezilip büzülen Zekeriya'ya kıyamadı, nasıl olsa öğrenecekti onun bu ruh halinden çıkması için şimdi söylemeye karar verdi.

"Ben evleniyorum, Zekeriya, biz Süreyya ile evlenmeye karar verdik." dediğinde, Zekeriya'nın ruh hali bir anda değişti.

"Sahi mi? gerçekten mi? Aslan Gökbey, be hey!" diye, bağırdı "Düğünümüz mü var?"

"Ulan, neden daha önce söylemedin?"

"Fırsat mı vardı oğlum." dedi, Zekeriya, ona sıkıca sarıldı.

"Hak ettin, hak ettiniz, tebrik ederim. Ne zaman?" dedi.

"Lan dur. Daha yeni teklif ettim işte istemeye gidilecek ona göre hazırlıkları yaparsınız." dedi, Gökbey.

"Gökbey, bu böyle mi söylenir? Ya senin adam gibi bir işin olmayacak mı normalinde? "

"Normalim bu koçum, bana kalırsa kaçırırdım biliyorsun." dedi gülerek.

Bilmez miyim?" dedi kahkaha atarak.

"Ekipten bilen yok şimdilik sadece sana söyledim. Zırlamayasın diye."

"Ne zırlaması alınıyorum ama ben zaten en başından sizin evleneceğinizi biliyordum." dedi sırıtarak.

"Nereden biliyordun lan zeki?"

"Biliyordum iste e sen mi söylersin, ben mi haberi yayayım?" dedi, hevesle yüzüne baktı yalvarır gibiydi.

" Ben şimdi uğraşamam, kimseyle sen hallediver." dedi, Gökbey.

"Allah!" dedi, Zekeriya odadan koşarak çıktı.

"Lan, manyak dur, ne yapıyorsun?"

"E, söyle dedin." dedi kapıdan çıkarken.

"Zekeriya!" diye kükredi Gökbey, ama Zekeriya çoktan gözden kaybolmuştu.

Gökbey derin bir nefes çekti içine. Evet, ailesini kendisi kuracaktı, kocaman bir aile istiyordu. Sevdiği kadınla bunu yapacaktı. Gerçi henüz bundan Süreyya' ya büyük bir aile kurmak istediğinden bahsetmemişti. Ama karşı çıkacağını düşünmüyordu. Hayalinde canlanan görüntü gülümsemesine sebep oldu. İçi biraz buruk olsa da kendini iyi hissediyordu.

Gökbey, Zekeriya'nın ardından çıktı. Zekeriya Mustafa'ya ve Aziz'e düğün haberini vermişti. Mustafa, hayvan gibi sırtına vurarak onu kendine çekip sarılmıştı. Gurur dolu kahkahası kulağına dolarken, "Kardeşim, hayırlısı olsun." dedi. "Lan, böyle haber söylenmez mi sabahtan beri beraberiz?"

"Sırasını bekliyordu, kardeşim," dedi Gökbey, ona sarılırken.

Sonra Aziz sarıldı, "Tebrik ederim, çok sevindim."

"Sağ ol, kardeşim," dedi Gökbey. "Mustafa, gel lan buraya," dedi, bir daha sarılacağım.

"Uzatma bukunu çıkarma Mustafa." dedi Gökbey.

"Biz istesek te sen çıkarttırmıyorsun zaten." dedi, gözlerini devirerek.

"Şu işi bir bitirelim de." dedi. caleb' ı işaret ederek. "Doyasıya konuşuruz."

O sırada caleb, "Hey. Konuşacağım."

"Lan, bu it ne kadar da dayanıksız çıktı." dedi Mustafa, "Bari şu kahvelerimizi bitireydik." Gökbey gülümsedi.

"Hadi bakalım, başlıyoruz." dedi Gökbey. İkisi de içeriye girmeden önce Zekeriya' dan başkana bilgi vermesini istedi Gökbey.

"Dinliyorum." dedi Gökbey.

"Nerden başlamalıyım, Türkiye ayağından mı, Suriye mi, Amerika mı?" dediğinde, Gökbey dişlerini sıkıp dudaklarını birbirine bastırdı.

"Şerefsiz laf ebeliği yapma bana." dedi.

"Yapmıyorum." dedi, caleb. "İçinizdeki hainleri duymak ağırına mı gitti?"

"Konuşmaya başla lan hemen, yoksa senin olmayan şerefini sikerim, konuş." dediğinde, caleb "Su verin, bir bardak su verin, anlatacağım her şeyi." dedi.

"Ama çocuklarım?"

"Çocukların senden daha emin ellerde, su getirin, şu ite?" dedi, gürledi.

Üç gün, koskoca üç gün sürmüştü sorgu. Bittiğinde Gökbey çıkarken caleb yine "Çocuklarım?" demişti.

"Onların yüzünü bir daha asla göremeyeceksin, ne sen ne de karın." dedi Gökbey. Üç gün boyunca duyduklarıyla tüm ekip dehşete düşmüştü.

caleb düşündüklerinden çok şey biliyordu. Gökbey ve ekibine bundan sonrası için çok daha büyük iş düşecekti. Raporlarını hazırlamak için odadan çıktı. Çok yorgundu, önce odasına gitti, duş aldı, hazırlandı. Yaklaşık iki saat dinlenmek için zaman ayırmışlardı. İki saat sonra operasyon merkezinde toplantı olacaktı.

Süreyya atölyesinde Mihre' nin gelinliği için sipariş ettiği kumaşlara bakıyordu. Hepsi çok güzeldi. Detaylıca inceledikten sonra tasarımına baktı ve tasarımı gerçeğe dönüştürmek için ilk adımını attı.

Gökbey "Birkaç gün olmayabilirim." diyerek, ayrılmıştı. Üç gündür yoktu, bugün üçüncü gündü. "İstanbul'da olacağım demişti." sadece merak etmesin diye ama yine de ediyordu. Hem merak ediyor hem de çok özlüyordu.

Kendini işine vermişti üç gün boyunca. Gelip onu evden kaçırması ve sonra yaşadıkları gözünün önünde sarmal olmuş, dönüp duruyordu. Kendi kendine gülmesine, heyecanlanmasına ve kızarmasına neden oluyordu.

Üç gündür gelinlikle uğraşıyordu. Mihre' yi prova için aramıştı ama ona ulaşamamıştı.

Mihre, o günden sonra kendine gelememişti. Birkaç gün geçtikten sonra ne yapması gerektiğiyle ilgili bir karar almıştı ama cesaret etmiyordu. Süreyya, onu aradığında da bilerek cevap vermemişti. Yaşadığı akıl karışıklığını düzeltmeden onunla bir araya gelmek istemiyordu. Saçmalıyordu belki de, emin değildi.

caleb'ın sorgusuna dair tüm raporlar hazırlanmıştı. Üç gündür merkezden ayrılmamıştı, üç gün boyunca Süreyya'sını görememişti. Müptelası olduğu kokusu burnunda tütüyordu. Nihat'ın sesiyle kendine geldi.

"Yoruldun." dedi.

"Biraz," dedi Gökbey, "Raporlama bitti sonunda."

"Bitti." dedi Nihat, "Zekeriya birazdan Başkana gidecek."

"Raporlama bitti ama operasyonların başlaması an meselesi değil mi abi?" dedi Aziz.

"Öyle Aziz, hangisinden başlayacağız bakalım? Hain o kadar çok ki, hele içimizdeki hainler, canımızı yakan da en çok bu değil mi?" diye sordu Gökbey.

Derin bir "Off." çekti Aziz.

"Biz işimizi yapacağız." dedi Gökbey, "Onlara nefes aldırmak yok. Aldıkları her nefes haram onlara."

"Zekeriya, sen raporları Başkana götür, hemen." dedi Gökbey.

"Tamam." dedi, bir duraksama yaşayarak.

"Gökbey?"

"Efendim?"

"Diğer meseleyi ne zaman konuşacağız?"

"Ne meselesi?" dedi Mustafa, "Bizim bilmediğimiz ne var ki?"

"Bilmediğiniz..." dedi, Zekeriya.

"Evlenme kararımızdan bahsediyor." dedi, Gökbey. "Sen şu dosyaları götür de gel önce."

"Ben gelmeden konuşmayın sakın."

"Lan oğlum, eskiden bizim mahallede bir teyze vardı dedikodu kaçıracağım diye aklı gider, milleti tehdit ederdi. Aynı böyle senin gibi." diye, ekledi kahkaha atarken.

Herkes güldü.

"Ne alakası var, ben sadece..."

"Sadece ne lan öylesin işte, meraklısın." dedi, Nihat da gülerken.

"Git Zekeriya sen." dedi. Zekeriya, arkasını dönüp giderken.

"Sen de mi abi?" dedi Zekeriya, gülerken.

"Ee, bir yandan da haklı, böyle şeyleri burada duymayız, yaşamayız nadiren olur, ben onu anlıyorum." dedi.

Mustafa'ya dönerek, "Uğraşma lan çocukla." dedi, ensesine vurarak.

"Ne dedim ki abi?" dedi, ensesini tutarken.

"Ee, Gökbey?" dedi, onu umursamadan "Ne yapıyoruz? Süreyya kızımızı ne zaman istiyoruz?"

"Ben de bilmiyorum yani, üç gündür Süreyya'dan haber alamadım. Bugün yanına gideceğim, buradan çıkar çıkmaz tarih belirlemek için."

"İyi bakalım Başkan biliyor mu?"

"Sence abi?" dedi, kapıya bakarak, Hepsi birden saymaya başladılar, "5, 4, 3, 2, 1," dediler, hepsi de Zekeriya içeriye girince kahkaha ile güldü.

Yüzünü buruşturan Zekeriya, "Konuştunuz değil mi?" dedi, huysuz huysuz, daha da çok gülerken.

"Bir şey kaçırmadın Zekeriya, Gökbey tarih belirlemek için Süreyya'yı görmeye gidecekmiş." dedi. Nihat.

"He o, atölyesinde çalışıyor." dedi, bir ağzından kaçırdığı lafa baktı bir de Gökbey' e. Gökbey ona gözlerini kızgın şişlerle oyacakmış gibi bakıyordu.

"Sen nereden biliyorsun lan onun nerede olduğunu?" dedi, Mustafa şüpheyle.

Nihat Gökbey' e bakıyordu, tahmin ettiği şeyi mi yapmıştı yoksa?

"Gökbey?" dedi, sessiz kalması şüphe uyandırdı iyice.

"Ulan Zekeriya, illa ağzını mı bağlamam lazım lan senin?" dedi, suçlu hissederek.

"Bilerek yapmadım." dedi, o da kendini suçlu hissetti.

"Neyi bilerek yapmadın lan, bize de desenize ne oluyor?"

"Bir şey olduğu yok." dedi Gökbey.

"Var var, belli?" ısrar etti.

Zekeriya. Kendini köşeye sıkışmış gibi hissetti. Bir ara kendini bile tokatlayabilirdi.

"Bir şey yok abi, önemli değil." dedi Gökbey. Yaptığının normal olmadığını biliyordu, nasıl deseydi bilemedi, utandı.

Zekeriya duramadı, çenesini de tutamadı, bir bok yedi bari o temizleseydi. "Süreyya' nın iyi olduğundan emin olmak için onu takip ettim." dedi birden.

Mustafa, Nihat, Aziz şaşırmıştı ama anlıyorlardı da.

"Gökbey dellenme hemen." dedi, onun gözlerindeki siniri görmüştü. "Bunda kızacak ne var? Haklısın. Ben olsam ben de yapardım," dedi Mustafa.

"Öyle değil işte." dedi Gökbey. "Benim için çok zordu."

"Anlıyorum seni, sorun yok." dedi Nihat, "Kapatın bu konuyu, iyi yapmışsın, devam etmende hiçbir sakınca yok. Biz asıl konumuza dönelim." dediğinde, Başkan odaya girdi, hepsi aynı anda ayağa kalkıp,

"Başkanım." dediler.

"Oturun, oturun."

"İyi iş çıkardınız, beklediğimize değdi çocuklar, elinize sağlık." dedi, Gökbey'e dönüp. "Sosyalleşmek için seni beklemiş, neyse önümüzde zorlu bir süreç olacak gibi çocuklar." dedi. "Evelallah, üstesinden geliriz. Benim sizin gibi bir ekibim olduktan sonra sırtım yere gelmez, Allah'ın izniyle."

"Estağfurullah, Başkanım, inşallah." dediler.

"Planınız nedir?" dedi, Gökbey.

Başkan, ona gülümsedi. "Planım ilk önce Süreyya'yı babasından istemek." dediğinde, herkes güldü. Gökbey mahcup olmuştu.

"Başkanım." dedi.

"Tamam, Gökbey biliyordum zaten, ama beni endişelendiren bir şey var." dedi.

"Hayır, olsun?" dedi, Nihat.

"Hikmet Bey, kızını hemen vermez. Kaç kere isteyeceğiz onu düşünüyorum." dediğinde, kahkaha ile güldüler.

"Gevşemeyin lan." diye, bağırdı Başkan, ama o da gülüyordu.

"Gökbey, sen hemen öğren ne zaman müsaitlermiş? Yoğunluğumuz başlamadan kızı alalım." dediğinde,

Nihat, "Helal be Başkanım." dedi.

"Bugün öğrenmeye çalışırım Başkanım." dedi, Gökbey. Zaten onun da amacı oydu.

"Tamam, Nihat sen de hanımına sor, böyle durumlarda ne yapılır, nasıl gidilir?"

"Sormaz mıyım Başkanım?" dedi, Nihat da.

"Eh, kolay değil oğlumu evlendireceğim. Heyecanını mazur görün." dedi, hepsinin gözlerine tek tek bakıp, Gökbey' de son buldu bakışları.

Gökbey eve gidip duş aldı, hazırlandı ve çıktı. Süreyya'sını çok özlemişti. Saat gece yarısını geçiyordu.

Süreyya bütün gün Mihre' nin gelinliğini dikmişti, çok yorgundu. Akşam olana kadar atölyeden çıkamamıştı. Gökbey' e mesaj atmıştı bu üç günde birkaç tane ama yanıt yoktu. Eve gidip yemek yedi, ailesiyle vakit geçirdikten sonra odasına çekildi. O kadar yorgundu ki kendini uykuya teslim etti.

Gökbey kendini gece ansızın Süreyya'nın evinin önünde buldu. Yarını bekleyemezdi, onu çok özlemişti. Sessiz ve hızlı bir şekilde hareket etti. Kendisini Süreyya'nın terasında buldu, haline güldü. Sevmişti bunu yapmayı, Süreyya'nın penceresine tüneyen kuş olmayı. Bu gece sevdiğini kaçırmayacaktı, bu gece onun kokusunu içine çekerek uyumayı planlıyordu.

Pencere açıktı, benim için mi açık bıraktı acaba diye içinden geçirmeden duramadı. İçeriye süzülürken kokusu vurdu burnuna, oradan da ciğerlerine, bahar havasını içine çekti. Ayakkabılarını ve ceketini çıkartıp attı. Pikeyi kaldırıp yatağın içine girdi. Süreyya ona dönüp sarıldığında sıcaklığıyla içini ısıttı, yüzünde oluşan tebessümün adı huzurdu.

"Sevgilim, sen mi geldin?" dedi, Süreyya mırıldanarak, kıpırdanarak yüzünü Gökbey' e dönmüştü.

"Benim sevgilim." dedi, yüzünü öptü gülümseyerek Gökbey. Süreyya'ya daha da yaklaştı, Gökbey saçlarına öpücük kondurdu.

"Uyu bir tanem." dedi, gözlerini hafifçe aralayan Süreyya'ya, "Bu gece kokunla uyumak istiyorum." Süreyya, uzanıp göğsüne buse kondurdu, ardından ona sarıldı.

 

Loading...
0%