Yeni Üyelik
7.
Bölüm

BÖLÜM 5(Süreyya Geçmiş)

@nefelicalliope

Üniversite birinci sınıftaydım. Daha çok genç, tecrübesiz ve çok heyecanlıydım. İstediğim bölümü, istediğim okulda kazanmıştım ve bu yüzden kendimi çok şanslı hissediyordum.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi, benim için söylemesi bile şiir okur gibiydi. Her şey güzel başlamıştı. Klasik üniversiteydi. İlk zamanlar çok arkadaşım yoktu. Zamanla çevrem genişledi. Arkadaşlarım çoğaldı. Arkadaş çevremizin içinde her bölümden birileri mutlaka oldu. Kendi halimdeydim. Hatta uzaktan baktığınızda, soğuk denebilecek bir yapım vardı. Ama tanışıp biraz sohbet ettikten sonra sıcak, samimi bir insan olduğumu görüp anlayabilirdiniz. Yapım böyleydi bu pek elimde olan bir şey değildi.

Esma, "Tam olarak burcunun hakkını veren birisi varsa tanıdığım, tanımadığım herkesin içinde o kesinlikle sensin.'' derdi. Burçlara biraz takıntılıydı. Öyle fal gibi değil de karakteristik özelliklerimizi kesinlikle yansıttığına inanır. İnsanları burçlar üzerinden yorumlamaya bayılırdı. "En önemli ve en keskin özelliğin hislerinin çok kuvvetli olması." derdi. Buna ben de inanırdım çünkü öyleydi. Bir kez hariç!

Hilerim beni bir kere büyük yanıltmıştı. O da cahilliğimden miydi? Salaklığımdan mı? Yoksa kör olmamdan mıydı? Belirsiz. Sınıftan samimi olduğum bir arkadaşım vardı. Tiyatro sevdalısıydı. Her fırsatta tiyatro bölümüne gider provalarını bile izlerdi. Ee, çoğu zaman beni de peşinde süreklerdi. Sonra anladık tabii tiyatro aşkının dışında, tiyatro bölümünden bir çocuğa aşık olduğunu. Zaten hep ''Her bölümden arkadaşımız var. Neden tiyatro bölümünden yok?'' diye, hayıflanırdı. Hatta çoğu zaman bu durum, bunaltıcı bir hal alırdı.

Sonra bir baktık bizim kız yani Özge, tiyatro aşkıyla yanıp tutuşuyor. Her şeyi izliyor. Hayır işin kötü yanı aşık olduğu çocuğun adını da bilmiyor safoz. Ama sorun neyi çok iyi biliyor? Çocuğun oynadığı bütün karakterlerin adını. Evet çünkü her rolüne aşık olup yanımıza gelirdi sonra bütün gün onu dinlerdik. Şöyle iyi aman böyle güzel rol yapıyor. Sonunda izlesek daha iyi diye karar verip Özge' nin peşinden sürüklene sürüklene bizde olduk mu tiyatro aşığı.

Bir gün gittik bir oyun sahneleniyor. Sakin sakin izliyoruz. Bu bizim tayfa için geçerli tabii Özge' de sakinlik ne arar. Heyecandan ellerini yiyor. Eline mi vursam, oyunu mu izlesem, arada kala kala oyun bitiyordu. Neyse, dağılıyorum yine toparla kızım Süreyya, tabii bizden başka seyircilerde var. Ee, millet yorum da yapıyor doğal olarak, Özge kim olumsuz yorum yapsa hepsine tek tek cevap vermeye başlıyordu. Ters ters hem de. Ee, toparlamak da bana düşüyordu. Niyeyse üzerime böyle de bir sorumluluk almıştım. Allah' ım ya ne çekmiştim. Oyundan çıkıyoruz tam günlük tiyatro dozumuzu aldık. Bitti derken pat diye konuştu.

''Süreyya, ben daha fazla dayanamayacağım.''

Tövbe bismillah, geliyor ama ne? "Hayırdır canım neye dayanamıyorsun? Ölmezsin aşkından merak etme, kızım sen kendini fazla kaptırdın. O Mecnun değil sen de Leyla.'' diye, takılıyordum ki bana öyle buz gibi bir bakış attı ki.

''Ben gayet ciddiyim. Arkadaşım olarak artık şunun farkına var." der, gibi neye uğradığımı şaşırdım. Gülmeyi bıçak gibi keserek, sessizce ''Tamam.'' diyebildim.

''Ee, ne yapıyoruz o zaman? Aşkını mı ilan edeceksin?"

Gülmemeye çalışarak sordum ama beklediğim şey ile duyduğum şey arasında kalakaldım. Yüzü tamamen bana dönüktü. Gayet ciddi bir ifadesi vardı. Aslında haline de üzülüyordum. Ne olursa olsun hiçbir aşk karşılıksız kalmamalıydı. O sırada ellerimi de tutmuştu.

''Bana yardım edecek misin?"

Aha! İçimden, kız delirdi dedim. Valla çılgınca bir şeyler yapacak, diye korkmaya başladım. Gerçekten ciddileşme vaktimin geldiğini anladım.

''Tamam canım, elbette yardım ederim de, gözlerindeki bakıştan şu an hiç hoşlanmıyorum. Bilgin olsun." Bir çırpıda söyledim.

O ciddi, üzgün kız, bir anda gitti. Yerini kahkahayla gülen bir Özge aldı. Daha ne oluyor sana? diyemeden,

''Hadi!''

''Eyvah şimdi sıçtık! Özge tamam hadi de neye hadi?''

Ben söylenirken o beni kolumdan çekiştirmeye başlamıştı.

''Bir dur sakin ol. O fıldır fıldır gözlerinden anlayamıyorum Özge' ciğim kusura bakma ama akıl okuyamıyorum bir zahmet bana da ne yapacağımızı anlatır mısın?" Olduğum yerde zank diye durdum.

Bir an öylece bana baktı sonra,

''Haaaa.'' Yüksek sesle, ''Doğru ya sana, daha söylemedim değil mi?" Yeni dank etmişti o güzelim minik kafasına.

''Evet söylemedin. Sen önce dökül bakalım. Ondan sonrasına bakarız.''

Yine kendimi tutamayıp, hafifçe utanarak ağzımdan bir kahkaha kaçırdım. O da benimle beraber güldü.

Gidip çimenlere yayılmadan önce, kahvelerimizi aldık. Malum konu mühimdi ve tek dayanağım canım kahvemdi.

''İlan yaptıracağım.''

Hayda pat diye nerden çıktı bu şimdi? Ben güneşin tadını çıkartırken, kahvemi ağzıma götürmüş henüz ilk yudumumu aldığımda.

''Lan manyak! Bula bula bunu mu buldun?'' Sayesinde kahve boğazıma kaçmıştı. Öksürüyordum.

''Ne yapayım?'' Sırtıma vurdu. ''Aklıma bu geldi.''

Sanırım, aynı zamanda ciğerlerimi sökmek de aklındaydı. Küt küt sırtıma yapıştırıyordu. Bir yandan öksürerek, bir yandan da elini çekmesini sağlamaya çalışarak cebelleştim.

''Allah aşkına Özge, ne olur vurma. Canımı acıttın be öldürecek misin kızım beni ? Bak ben kötü yorumda yapmadım, hem ne olur.'' Sonunda durmasını sağladım.

''Ay özür dilerim. Ben Ne yaptığımı biliyor muyum? Aklım başımda değil ki Süreyya, ne olur bana yardım et.''

Naif naif konuşuyordu. Sanki az önce ciğerlerimi sökmeye çalışan o değilmiş gibi. O tatlı yüzüne sert sert baktım.

''Tamam hadi yapalım şu işi.''

Madem o manyaktı, ben de o manyağın arkadaşı olarak ona destek olacaktım. Tek görevim artık buydu.

''O tiyatrocuyu bulacağız.'' Özge' yi bir gaza getirdim. Zaten hazır hanımefendi anında havalara uçtu.

''Tamam. Yani şimdi ne yapıyoruz?''

Resmen yüzüme aval aval bakıyordu. Kendimi gülmemek için tuttum.

''Ee, işte ilan dedin ya onu yaparız. Çocuğun takıldığı yerlere bakarız. Olmadı çevresinden sorar soruştururuz. Bir şekilde ulaşırız. FBI ajanı değil ya! Alt tarafı tiyatro oyuncusu. Ne kadar zor olabilir?'' diye de cümlemin sonuna ekledim. Eklemez olaydım. O cümleyi kurmayacaktın Süreyya! Kendi kendini çıkmaza sokan biri varsa o da bendim, işte tam kaşınızda. Neyse, bizim günler rutin ilerlerken, Özge ile birlikte gizli araştırmamızın başlamasıyla artık rutinin dışına çıkıyordu. Bulamıyorduk. Yok oğlu yoktu!

''Özge çcuk ismini çok iyi saklamış.'' Oyunların çoğu, prova olduğu için afiş mafiş yok. Sorduklarımızdan da cevap alamadık. Öyle el ele, koyun koyuna kaldık mı? Hayır kızda vazgeçmek diye de bir şey yok. İlla bulacak. Sonunda o ilanı bastırdık. Evet yaptık. Valla kaç tane yaptık tam hatırlamıyorum ama ilana Özge' nin mail adresini de yazdırdık. Fakültede yapıştırmadığımız yer kalmadı. Ayaklarımıza kara sular indi, tabirini yaşıyorduk. "Bir günde yaparız hepsini değil mi?" diye, başıma tünediği andan beri geziyorduk.

Afişte ne mi vardı? Hiç sormayın derdim hiç hem de ama anlatmazsam da olmaz tabii şimdi, Özge, bildiğiniz takmıştı bu çocuğa fotoğraflarını da çekmişti. Afişe birkaç resmini bastırıp, altına döşedik. O kısımda ben devreden çıktım. Çünkü inceden bu yaptığımız tacize girer mi? Diye de tırsmıyor değildim. ''Sen yaz içinden ne geçiyorsa.''

O da yazdı tabii durur mu? Adama anlatıyor bizim ki; şöyle olacak, fotoğraf şu kısımda dursun, öbürü burada falan gayet ciddi bir şekilde adam tabii zor tutuyor kendini birazdan siz ne ayaksınız diye kovalayacak bizi Özge' nin haberi yok. Hala anlatıyor. Adam, bana bakıp duruyor gülmeyle gülmemek arasında, kızmakla kızmamak arasında, gelip giden bakışlara maruz kalıyorum.

Tabii en son ikna ettik. Duruma el koyup olayı, masumca anlattım. Neyse, yani onu da öyle atlatmış olduk. Ama bence adam bizi o dükkana daha da almaz. Bizim ki tabii bir mutlu, bir sevinçli, ''Oldu bu iş.'' diyor, kendi kendine.

İki hafta bekledik tam iki hafta! Biri bir mail atsın diye. Bu azabı size nasıl anlatayım? Allah aşkına söyleyin? Bizim diğer arkadaşlar görüyor tabii eziyetimi, herkese de dalga konusu olduk. Özge hanım sayesinde bilmeyen kalmadı şükür. Ben ümidimi kesmiştim artık zaten ama benim inatçı arkadaşıma bu durumu nasıl idrak ettireceğimi düşündüğüm zamanların birinde, kahvemi almış ders arasında otururken uçarak üzerime geleceğini nereden bilebilirdim...

Evet resmen çığlıklar atarak, eli kolu nerede tam olarak göremediğim bir görüntüyle üstüme atladı. Alık Özge, manyak Özge! ''Kızım yaktın beni, yaktın!'' Diye bağırıyorum, ama hiççç kime söylüyorum. Üzerimden attığım gibi koşarak lavaboya gittim. Üstüm başım berbat olmuştu olsundu sonuçta aşıklar kavuşacaktı. Ben kimdim, yanmışım, batmışım, kimin umurundaydım ki? Diye hayıflanırken bizimki peşimden tuvalete girdi mahcup mahcup özür... Derken kestim lafını ters ters bakarak bir şey daha demesine tahammülüm yoktu.

''Yeter artık Özge!'' Cıyakladım bir anda ama sesimin o kadar sert çıkmasını istememiştim. Tamam kızgındım ve artık bu sevdadan vazgeçmesini söylemek istiyordum. Amacım onun kalbini kırmak değildi. Ben kimsenin kalbini kıramazdım. İstemeden kırsam bile en çok üzülen yine ben olurdum. Vicdan var ya, vicdan! Ah o vicdan, bendeki uzay kadar falandı sanırım. Melül melül yüzüme baktı. Elinde tuttuğu eşyalarımla hem de... Derin bir "Of!" çektim. "Tamam geçti." Onun beni teselli etmesi gerekirken, ben onu teselli ediyordum. Arkadaş hayret bir şey ya ben ne ara bu duruma düşmüştüm. İç çekiyordum ki bir anda karşımdan gelen sesle irkildim.

''Buldum.''

''Neyi buldun? Ne diyorsun Allah aşkına, ıslak kurbağaya döndüm. Halime baksana? Bana bir tişört falan mı buldun yoksa?''

O anın şaşkınlığıyla algılayamıyordum tabii...

''Buluşacağız.''

Pırıl pırıl gözlerini bana dikerek, ''Buluşacağız.'' diyordu.

''Ne? Nasıl? Sen ciddi misin?" Bağırmaya başladım. "Kimmiş, adı neymiş, ay gerçekten mi?''

Koşar adım yanına gittim. Aşırı mutluydu.

''Özür dilerim. Kahveyi görmedim." Konuşmaya devam ediyordu. Ama şimdi özürün sırası değildi.

''Aman ne özrü, ne kahvesi, ay ne diyorsun sen! Dur saçmalama.''

Az önce başıma gelenleri unutup. "Resmen bulduk kızım, yaşasın!" Havaya zıplamaya başladım. Sevincim 5 yaşındaki çocuklar gibiydi dışarıdan nasıl görünüyordum umurumda değildi... Hiçbir emek, boşa değilmiş diyenlere teşekkür ede ede Özge' nin de elinden tutarak paldır küldür lavabodan çıktık. Özge kahkahalarla gülüyordu ben de öyle. Bize bakanlara aldırış etmeden ıslak kurbağa halimle dışarıya çıktık. "Derse girmeden anlat hemen neymiş adı?" Israrla sordum. O sırada ne cevap versin, bir anda; ''Söylemem.'' demesiyle olduğum yere yapıştım.

''Ne demek söylemem be! Manyak mısın sen? Söylesene, çatlıyorum burada.''

"Söylemeyeceğim.'' İnatla...

''Şaka yapıyor olmalısın? O kadar uğraş didin, bir sürü salak saçma şeye maruz kal, sonra da söylemeyeceğim mi? Bir dakika sen şu an ne yapıyorsun?''

Biraz tepem atmış olabilirdi, zira aşırı doluydum. Tam patlamak üzereydim ki.

''Gülmeyeceksin ama söz ver?''

''Neye?''

Hemen havada olan kızgın elimi indirdim.

''İsmine.''

''Haydaaaa!! Ama kızım, denmez ki böyle. Şimdi ben neden güleyim ki?''

Bunu söylemesi bile hafiften gülümsemeye başlamama sebep oldu.

''O zaman söylemem.''

Bir anda eşyalarımı elime tutuşturdu ve benden uzaklaşmaya başladı. Arkasından bağırdım.

''Tamam. Söz gülmeyeceğim.'' Ama bana hiç güvenmiyordu. Bakışlarında bunu görebiliyordum. Tekrar yakınıma geldi.

''Neden sana güvenemiyorum acaba, yemin et!''

''Tamam diyorum işte söyle artık!''

Kısık gözlerini üzerime dikti. Bir süre böyle bakmaya devam etti. Sabrımı sınıyordu. Cidden çileden çıkmama su kadarcık kalmıştı ki...

''Bak söz verdin ama!'' O uzun parmağını yüzüme doğru salladı.

''Eh tamam.'' Pes ettim.

''Murtaza.''

''Ney, ne?'' Dişlerimi sıktım. İyi de nasıl gülmeyeyim yahu ''Murtaza ne?'' Son derece kendime hakim olmaya çalışarak ama ne mümkün ''Baya işte, Murtaza.'' ciddi ciddi söyledi.

Ben, o sırada geri geri yavaşça adım atmaya başlamıştım ki, ''Sakın.'' Keskin gözleri durumu hemen anlamıştı. Kaçacaktım başka çaresi yoktu. Ya kaçacak ya da dayak yiyecektim kesin! Ben aynı anda hem kahkahamı hem de ayaklarımı serbest bırakmayı başardım. Ama nasıl gülüyorum bir de kovalıyor beni mübarek sanki maratonda koşuyor. Kovalanmakla ilgili iginç bir fobim vardı.

''Kız sen ne ara koşu takımına katıldın? Aaa ne ayıp, niçin banada haber vermiyorsun?" Bir yandan koşup bir yandan da bağırıyordum. Ama artık pes etmem gerekecekti. Daha fazla dayanamadım.

''Tamam be of! Yeter! Gel döveceksen döv.''

O sırada kendimi çaresizce çimenlere attım. Hala hunharca gülüyordum. Bir aydır peşinde koştuğumuz çocuk Murtaza çıkmıştı.

''Murtaza ne yaaa? Valla vurma acıyoo.'' Nefes nefese kalmıştım. Özge resmen tepemde son derece kızmış bir ifadeyle bana bakıyordu. O da gülmek istiyordu bence, ama benim yanımda gülmüyordu. Tam saçıma doğru uzanırken,

''Aaa dur. '' Eli havada kaldı. Ters ters, ''Ne var?''

''Sen de güldün değil mi? Kesin benim yanıma gelmeden önce iyice güldün. Rahatladın sonra geldin. Bu haksızlık!''

Yine etraftakilerin bakışlarını umursamayarak baya eğleniyordum şu an ahaaa işte o bakış, mahcup bakış yakaladım!

''Öyle yaptın değil mi? Biliyordum, bak ben nasıl hissediyorum!" Üste çıkmaya çalıştım. O da zaten yelkenleri indirdi. ''Söz vermiştin.''

''İyi de Murtaza' ya nasıl söz vereyim?''

Bir kahkaha daha patlattım. ''Aman.'' Benimle gülerken en sonunda pes etti. Ta ki,

''Ben Murtaza' ya aşık oldum Süreyya.'' diyene, kadar her şey yavaş yavaş, normale dönmeye başlamıştı. Şimdi ne diye söylemişti bunu ya! Tutamadım tabii kendimi tut çeneni dimi Süreyya. "O ne öyle tavuk ismi gibi der... '' demez olaydım bir daha sinirlendi. Benim canım Özge' m patlayana kadar güldük. ''Tavuk ne ya?'' En son gözümüzden yaş geliyordu...

İşte böyle aşık oldu Özgecik. İyi tamam da benimle ne ilgisi olabilirdi yani aşık olan oydu Murtaza ile tövbe yarabbim! Görüşen de oydu. Ay ismini mümkün olduğunca es geçmeye çalışıyordum. Zira karnıma giren kramplar hala oradaydı. Birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı. Bir süre sonra illa, "Seni de tanıştıracağım." Murtaza kabusum bitmiyordu.

Ertelemekten ben bıkmıştım ama Özge çok istikrarlıydı. Maşallah öyle ki bu istikrarını derslerde gösterseydi kesin ilk 3' e girerdi. Bir gün yenik düştüm. Savaşı kaybetmiştim. Mağlup bir şekilde, ''Tamam tanıştır bizi, artık bu çile bitsin." Ama ne desem tersi oluyordu onu da demeseydim keşke dedim içimden, artık çok geçti. Özge pis pis sırıttı. "Abartma istersen." Tabii o memnun halinden Murtaza' sına kavuşmuştu. Yani öyle gibiydiler.

''Süreyya?''

Bir anda adımı söylemişti. Ses tonu daha farklıydı. Bu sefer ne olacak dedim içimden, tedirgin bir bakış attım Özge' ye, '' Efendim.''

''Niye öyle bakıyorsun kızım ya? Korkma aklıma gelen çılgın bir fikir değil.''

Demez mi? Girişe bak girişe, cümleye nasıl giriyor. Gel de tedirgin olma ama şimdi değil mi? Bir de bana kınayıcı bakışlarla bakıyor. O bana bakıyor, yani ben ona değil. Çıldırmamak elde değil...

''Efendim, yine ne oldu Özge' ciğim? Neymiş o çok çılgın olmayan fikir acaba!" Kaşlarım elimde olmadan çatıldı.

''Asma be suratını hemen! Şu abi vardı ya hani afişi yapan?''

''Ee, ne olmuş ona?''

Ne gelecek acaba ardından diye merakla kaşlarımı havaya diktim. ''Teşekküre gidelim ona bir ara.'' Demez mi! İşte hiç çılgın olmayan bir fikir.

''Özge, sen rahatsız mısın? Allah aşkına adamı bir sal ya, yüzümüze nasıl baktığını daha dün gibi hatırlıyorum. Ne gerek var şimdi?" Dedim dedim ama ikna edemedim.

''Onun sayesinde buldum, banane!''

Çocuklar gibi sızlanıp beynimi yedi bitirdi. Ben hayır olmaz dedikçe, ama ben niye çırpınıyordum ki! Sonunda hep onu kıramayıp, her dediğine tamam demiyor muydum? Zaten o yüzden mücadele etmeyi bıraktım.

Özge sanki bir Yeşilçam filminin içinde yaşıyordu. Ne yapayım ben de bozmamaya karar verdim. Çok aşıktı, kendileri çünkü. Kendi halime güldüm o an daha başımıza neler gelecek acaba diye iç geçirdim.

Yine bir gün ders çıkışında, Özge, ''Hadi hemen gidiyoruz.''

''Tamam ama nereye?'' Eşyalarımı topladım.

''Gel hadi soru sorma?''

''Olmaz.'' hareket etmeyi bıraktım. ''Nereye? Söylemeden olmaz.''

''Aman ya ne gıcıksın.'' Yüzüme doğru çıkıştı.

''Allah Allah, kızım nereye?''

Sadece "Abartma istersen, Murtaza' ya!'' Demez mi? Ay tabii ben durur muyum? Yine gülmeye başladım.

''Gülme!" diye, kızmaya başladı hemen.

''Ama ya Özge, böyle olmuyor ki lakap bulalım şu çocuğa, valla ben de bu yüzden seninle dalaşmaktan bıktım." İnceden kahkahamı devam ettirdim.

''Lakapmış!!'' Ona da sinirlendi cimcime.

''Tamam be kızma, bak ciddiyim. Bir lakap olsa inan bu kadar gülmem. Sorunu da çözmüş oluruz fena mı?'' Yine önerimi ısrarla savunmaya çalıştım.

''Bakarız hadi yürü." Gözlerini devirip koluma girdi.

Gittiğimizde kim Murtaza, kim değil anlayamadım. Bir grup vardı. Sanırım on kişiye yakındılar. Hepsi tiyatro bölümündendi. Bazıları sanki tanıdık simalardı. Özge, hevesli hevesli sesiyle, kuş cıvıltısı gibi bir edayla konuştu. ''Merhaba.''

Hepsinin başı bize döndü. Ne ara hepsiyle tanıştı bu kız? Bu durum neyse ki benim de işime geldi. Keza, Murtaza' nın suratına doğru haykırarak gülmeyi ben de tercih etmiyordum. Herkes selam verdi. Karışık bir gruptu, hepsi değişik tiplerdi ve eğlenceli görünüyorlardı.

''Ne ara tanıdın bu kadar insanı? Beni bunlarla mı aldatıyordun sen?'' Sessiz ve hızlıca yandan bir bakış attı sadece sonra beni yanına çekti. Grubun yarısı ayaklanmıştı

''Merhaba ben Murtaza.'' Elimi sıkarken kendini tanıttı.

''Ben de Süreyya.'' Kendimi sıktım. Asla gülemezdim. Özge bu defa beni öldürürdü. Kontrol bendeydi, sakindim ve gülmedim. Çocuk isminin aksine çok ciddi duruyordu. İstesem de gülemezdim herhalde. İşte böyle başladı Özge' nin aşkıyla karışık benim aşk hikayem...

Arkadaş Desteği

Ceren'le sonradan arkadaş olmuştuk ama Güniz ve Esma benim çocukluğumdu. Güniz bizim gibi Trabzon' luydu. Bizim arkadaşlığımız orada başlamıştı. İlk okul 1. Sınıfta da beraber okumuştuk. Ailelerimiz çok yakın arkadaştılar. İstanbul' a da beraber taşınmış sayılırdık. Esma' yı da İstanbul' da bulmuştuk. Sağlam, güzel üç iyi küçük arkadaş olmuştuk. O zamanlar ve şu ana kadar da arkadaşlığımız devam ediyordu.

Birlikte büyümüştük işte üçümüz bir araya geldiğimiz zaman yaramazlık konusunda fena coşardık. Artık o yaşlarda nasıl gaza getirmekse birbirimizi şu an o cesaret var mı ki her birimizde... Yeri geldi yara aldık, yeri geldi biz yaralandık. Ama ne yaptıysak birlikte yaptık. Azarı da birlikte işitiyorduk övgüyü de.

Ben masallara inanmazdım. Küçükken, beni hep rahatsız eden bir şey vardı. Bütün prenseslerin mutsuzluğu mu? Yoksa prenslerin tahmin edilebilir egoları mı? Hangisiydi bilmiyorum ya da tüm bunlardan bağımsız başka bir şeydi. Esma ise bayılırdı. Bu yüzden küçüklüğümüzden beri atışırdık. Güniz aradaydı sanki, en sonunda ''Aman yettiniz be yine mi masal.'' der, konuyu kestirip atardı.

Güniz, sonu gelmez atışmalarımızın, malum sonuydu. Esma, Yıldız' lara, Ay' a ve Güneş' e takıntılıydı. Güniz yine umursamazdı. Esma, bir gün bana "Senin ismini araştırdım." diyerek gelmişti. "Süreyya' nın anlamı, bir yıldız kümesiymiş. Ülker yıldızı da derlermiş." diyerek, heyecanla anlatmaya başlamıştı. "Aa, bir de Feray da Ay ışığı demek. Biliyor muydun?" diye, sorardı. Ben pek oralı olmayınca da kızıyordu.

&&

Yemek yaparken, müzik dinlemeyi severdim. Yemek yapmayı da sevdiğim için ikisi bir arada olunca lezzetli şeyler ortaya çıkardı. Farklı lezzetler denemeyi de severdim. Kardeşlerimin aksine, annem ''Sen kime çektin? Damak tadın ilginç!'' derdi, imalı imalı. Kötü sonuçlanan denemelerim de olmuyor değildi tabii ama genelde elim lezzetliydi.

Makarna, bildiğiniz makarnaydı işte ama Esma, içine hazırladığım sosa bayılıyordu. ''Ya cidden Süreyya, ne var içinde bilmiyorum ama çok lezzetli olmuş.'' Ağzı doluyken konuşmaya başladı. Ben salatamdan yemeye devam ederken gülümsedim. ''Söyleyemem.'' Hep aynı şeyi yapıyorduk. Ben söylemezdim o ısrarla sorup dururdu.

Suyunu içerken, ''Güniz' le hiç konuştun mu daha önce? '' Lafını pat diye ortaya bıraktı.

İç çektim. ''Hayır henüz fırsatım olmadı. Yani bu akşama kadar konuştuk tabii daha önce ama bu konudan hiç bahsetmedik.''

''Hazır mısın curcunaya peki?'' Çocukken de bu kelimeyi kullanırdı.

''Hiç hazır değilim Esma." Bir çırpıda söyledim. "İnan hiç hazır değilim. Acaba konuyu açmasak mı hım? Ne dersin?''

''Olmaz. Daha çok kızar. Sanki Güniz' i bilmiyorsun." Kanatları varmış da çırpınıyormuş gibi söyledi bunu biraz da imalı imalı.

''Ne yapalım ama yine de kızacak.'' Hafiften inledim.

''Haklı ama." Anında zaten bildiğim cevabı yapıştırdı. "Esma Hanım, aman gecikme. Hemen yüzüme vur.'' Kocaman sırıtışıyla yüzüme baktı. Bir yandan makarnasına gömülmüştü. ''Biraz daha var mı?'' Tabağını bana uzattı.

''Var tabii, olmaz mı? Hemen gidip getiriyorum.'' Ben mutfağa giderken, o sırada arkamdan bir tık yüksek sesle konuşmaya devam etti. "Şu yemek olayını bitirelim de kahvelerimizi içerken ararız. Şimdi ararsak gözü kalacak. Kıskanacak bir de ona söylenecek vallahi bu güzel yemeğin üstüne Güniz' in çemkirmesine değil de tatlıya yer olur ancak.'' Beni de kendisiyle beraber gülmeye mahkum etti.

''Ama haksızlık." Sızlanmaya başladım. "Bak sen de şu an arkasından konuşuyorsun ama gecenin sonunda bana kızacak.'' Elimde tabakla dönüp masaya gelince söyledim. Esma yine sırıtıyordu. "Yani?" Bir minik düşünmeyle beraber, "Şimdi yemek olayı mı? Arkasından konuşmam mı? Yoksa Yavuz Selim Cebesoy' mu? Hatta ve hatta bıçaklanıp hastanelik olman mı?" Sıralamayı bitirdiğinde, "Tamam kafi." Araya girdim. O durum epey canını sıkacaktı biliyordum. "Hadi o zaman bu konuyu artık halledelim."

Esma kahveleri yaptı ve masaya kurulduk. Güniz' i aradık, birbirimizi gördüğümüz anda onu ne kadar özlediğimizi anladık. Gülüşmeler, tatlı tatlı laf sokmalar, ne haber nasılsınlar, iş güç, nasıl gidiyor her şey, derken günlük konuşmalara noktayı ben cümleme başlayarak koydum. Yüzüme bir tık daha ciddi bir ifade takındım.

''Canım sana bir şey söylemem gerek.'' Güniz' in suratı da aynı anda değişti.

''Neler oluyor, Sen iyi misin?'' ifadesi yumuşacıktı ama aynı zamanda dikkatliydi de. Ben de anlatamaya başladım. Defile gecesinden başlayıp olan biten her şeyi Yavuz Selim' i, her şeyi uzun bir özet olarak geçtim. Tabii bu arada Güniz' in sürekli değişen ifadesine, ruh haline, tepkilerine maruz kaldım. Dinledi, dinledi. Arada sinirlendi. Arada üzüldü, şaşırdı, sorular sordu. Doğal olarak hepsine sakince cevap verdim.

Durdu, düşündü ve Esma' ya, ''Sen ne düşünüyorsun?'' Esma da düşüncelerini söyledi. Esma olaya hala biraz şüpheci bakıyordu. Ee haksız da sayılmazdı. Uzun zamandır hayatıma kimseyi almamıştım. Sebebini onlardan daha iyi bilen yoktu.

"Henüz erken. Yani her şey için çok erken ama görüyorum ki seni etkilemeyi başarmış. Sorun aslında etkilenmiş olman da değil. Çok normal zaten artık hayatına da birileri girmeliydi." Çok dikkatli konuşuyordu. Biliyordum. Beni üzmek istemeyerek ne kadar açık olabilirse öyle yapıyordu.

"Senden tek bir isteğim olabilir Süreyya?" Konuşmaya devam etti. "Sadece ağırdan al. Yani kendini kaptırma lütfen. Yaşamak istediğini elbette yaşa ama kaptırma canım." Üzerine basa basa söylediği şeyi çok iyi anladım.

İşte, beklediğim şeyi söylemişti. Ben de bunu söyleyeceğini biliyordum. Esma da aynısını söylemişti. Kolay kolay sevemezdim ben ama sevdiğim zaman da çok severdim. Ortası yoktu böyle şeylerin ben de, ya severdim ya da sevmez. Ya inanırdım ya da inanmaz. Hep böyleydi. Zamanında kendim gibi zannedip inandığım olmuştu. İnsanlara kolay güvenirdim. Zor yoldan öğrenmiştim güvenmemem gerektiğini...

Bana göre insan içinden geldiği gibi yaşamalıydı. Benim dünyamda entrikalara, oyunlara, saçma sapan hareketlere yer yoktu. Hiçbir ilişkimde yapmazdım. Ailem, dostlarım, sevdiğim kişi kim olursa olsun. Dürüstlükten birinin anıtı yapılsa o ben olurdum öyle söylerdi kızlar, biraz da serzenişte bulunarak her zaman bir yere varılmıyordu. Dürüst, açık, samimi, şeffaf olmak herkesin harcı değildi. Bana göre çok basit doğal olan şeylerdi ama çoğu kişi anlayamıyordu. Bu yüzden de herkes gibi benim de yaralarım vardı.

Bu yüzden, arkadaş kazığı da yemiştim. Aşk acısı da çekmiştim. Her zaman yanımda olan arkadaşlarım her şeyi çok iyi bildiklerinden, benim iyiliğim için kaptırma diyorlardı. Sanki o da benim elimdeymiş gibi çok kolay söylüyorlardı. Kolay olmadığını onlar da biliyordu. Ben bunları düşünürken yanımda Esma' nın, bana seslenmesiyle düşüncelerimden sıyrılıp ana döndüm. ''Heyyy, Süreyya, nereye gittin? Bak yine daldın!''

''Tamam bu kadar ciddiyet yeter. Çık oralardan bakayım.'' Güniz de aynı anda konuştu.

"Kızlar hatırlıyor musunuz? Hani küçükken bana anlattığınız bisiklet olayı vardı ya?" Esma hemen ortamı yumuşatmaya başlamıştı bile. "Hımmm." Esma' ya döndüm.

Güniz de ekrandan, "Hangisi kızım? Bizim olayımız çok.." Kıkırdıyordu. Ben de gülümseyerek, "Hangisi acaba?" Hepimiz gülümsüyorduk.

"Ay dur ya bir dakika hatırlıyorum. Süreyya neredeyse çocuğun burnunu kırıyordu." Kahkahası sıcacıktı.

"Ay, o mu ya of ama çocuktum!" Güldüm. Kendimi savunmaya geçtim.

"Tabii ya çocuktuk işte o yüzden nasıl kırıyordun o halinle çocuğun burnunu hiç anlayamamıştım. Kızım etin ne butun ne senin? O zaman minnacıktık be."

"Ya keşke ben de o zaman orada olsaydım."

"Ne yapacaktın? Sende mi çakacaktın bir tane?" Hala o olaya gülüyorduk.

Trabzonda' yız küçüğüz tabi 5 falan yaşımız. Evin orada oynuyoruz. Benim bir bisikletim var. Beyaz küçük 4 tekerli olandan, bir de komşunun oğlu var adı Ali, "Çakır Ali derlerdi değil mi Güniz? Gözleri çakmak yeşiliydi."

"Ooo Süreyya Hanım, hafızanıza bir kere daha hayran kaldım." Pis pis sırıttı.

"Aman, hadi oradan be o bir kere seni seviyordu." Lafı yapıştırdım.

"Hiç de bile uyuz kene gibi yapışkandı." Kahkahalar havada uçuyordu.

"Ama bu, çocuğun burnuna taşla vurmanı gerektiren bir konuya benzemiyordu değil mi Süreyya?" Esma araya girip illa beni rezil edecekti.

"Öyleydi değil mi?" Mahcup mahcup babamdan yediğim ilk büyük azarı içim titreyerek hatırladım.

"Hikmet amca ne kadar gürlemişti ya zaten kocaman adamdı. Kızım o zaman çok korkmuştum." Korkunç surat ifadesi yapmaya çalıştı.

"Ee, devam et." Ona sırıtarak pis kız, kötü kız bakışımı attım ve devam ettim.

"Ee' si ne? Biz bisiklete binerken o da hemn kendi bisikletini alıp geldi. Biz ne yapsak o da aynısını yapıyordu. Koca burun! Üzerime sürmeseydi o da onun yüzünden tepeden yuvarlandım. Sen de şimdi hiç beni suçlama. Sen sanki bir şey yapmadın."

"Sırf sana hava atacak diye, Güniz Hanım." Gayet şirrret bir ifadeyle baktım. Esma kıkır kıkır gülüyordu. Bu hikayemize hep gülerdi. Ardından da "Bende orada olmalıydım." derdi. "Ben de panik olmuştum. Ee malum düştüm. Oradan canım acıya acıya yanına gitmiş, giderken de pis pis sırıtan o suratına atayım diye elime taş almıştım. Sonra her şey bir anda oluvermişti. Aslında kafasına vuracaktım ama elimden kaçtı." Ürkek ürkek anlattım.

"O koca burnuyla katıla katıla gülüyordu. Odun! Burun deliklerini öyle açılmış görünce bende burnuna vurdum." Cümlemi bir nefeste bitirmiştim. "Sonrası kaos, sonrası zarar, ziyan, isyan, ağlama zırlama, bağırma nasıl koşmuştu ama anneeee diye ağlayarak. Haa bu arada senin de boş durmadığını hatırlamıyorum sanki Güniz Hanım. Çocuğun bacaklarını da ben mi tekmeledim." Artık kahkahalarla gülüyorduk.

Güniz' le buna benzer anılarımız çoktu. Bir aradayken rahat durduğumuz pek söylenemezdi. Annelerimiz "Böyle yaparsanız sizi ayıracağız." diye, o zaman bize kızıyorlardı. Ne sözler, ne yeminler, ediyorduk. Bir daha yapamayacağız diye ama nerde."

"Sorma. Ne eğlenirdik ama Süreyya değil mi? Tabii vukuatsız günümüz mü vardı. Ne yapıyor acaba o koca burun?"

"Belki benim sayemde burnu küçülmüştür de o da beni iyi anıyordur." dediğim an, yine kahkahayı patlattık. Bu söylediğime ben bile inanmıyordum...

 

Loading...
0%