Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@nepenthze

Instagram: Nepenthze

 

 

 

 

 

 

 

Yıllarımı harcadığım kitapta bana yön, ilham, motivasyon olan canım arkadaşım Cemre'ye çok teşekkür ediyorum. Çoğu yeri sayesinde ilerletecek cesareti buldum.

 

.

 

 

 

-

 

"Buldum seni sonunda!"

 

Elimdeki kitapları duyduğum sesle birlikte olduğundan daha fazla bedenime bastırmıştım. Kitabı kavrayan elimi sıkılaştırıp, dolan gözlerimi hiçe saymaya çalışıyordum. Arkamda duran kişiye dönersem ne kadar boşluğa düşeceğimi biliyordum. Bir şey hissetmeyi unuttuğumu bilerek her gece yatsam da bir diğer bildiğim şey de ben kendime hep yalan söylediğim.

Yalandan nefret ederim lakin bir kere bile kendime yalan söylemekten çekinmemiştim. Arkamdaki ses babaanneme aitti ve bunu bilmek canımı yakıyordu. O beni terk etmişti, şimdi beni bulduğunu iddia edip canımı yakıyordu. Gözlerim daha fazla dayanamamış, göz pınarımda akmaya hazır duran göz yaşları kendini serbest bırakmıştı. Babaannem bunu anlamış gibi geriye doğru attığı bir adım sesi kulağıma dolmuştu.

 

"Bana kızabilirsin güzel torunum ama unutma ben seni hep korumak istedim."

 

Duyduklarımı şu an sindirmek çok zordu. Hayır babaanne, sen kaçtın. Neyden kaçtın? Geçmişten mi? Beni bilmediğim neye terk ettin, hala bulamadım ama bulmak istemiyordum. Öldürdüğünüz çocukluğum bana geleceğimi bahşetti. Bana, bilinçli bir genç kız sundu. Şimdi okul yolunda bana yalanlarını sıralıyor, unutmaya yüz tutan yaralarımı kanatmaya çalışıyordun. Başımı yere eğip, ardı arkası kesilmeyen göz yaşlarımı seyretmeye başladım.

 

Babaannem derin nefes aldığında sanki o da bazı şeylerden sıkılmış gibiydi. "O geliyor Zemheri."

 

Dediğiyle kaşlarımı çatmıştım. Göz yaşlarım artarken ağzımdan bir hıçkırık kaçmış, yine kendimi onun karşısında güçlü bulamamıştım. Babaannem bir adım daha gerilediğinde, sesi sanki içine kaçmış gibi çıkıyordu. "O geliyor, her şeyin intikamını istiyor."

 

Ağır ağır başım yukarı kalkarken o da zorlukla kurduğu cümleyi tamamladı. "Zemheri onunla baş edemezsin. Senin peşinde, kızım dik-"

 

Babaannem güçlü bir çığlık attığında hızlıca başımı arkama çevirdim. Gördüklerim tüylerimi anında diken diken etmişti. Ağlamam şiddetlenirken elimdeki kitaplar yere düşmüştü. Bu öyle bir şeydi ki, bütün zerrem titriyor bir şekilde babaanneme bakıyordum. Gördüklerim ve mantığım arasındaki savaşın kılıçları tekrardan çekilmişti. Yeniden taraflar kurulmuş, bir seçim yapmam gerekiyordu. Gördüklerimin peşinden mi, hayatımın mı peşinden gidecektim? Belki de hayatım gördüklerimden ibaretti, içinde sıkıştığım bu savaş yeni değildi. Çığlık atmak istiyordum ama sesim sanki bana ait değil gibi, onu faaliyete geçiremiyordum. Şu an bütün hücrelerim, bütün düşüncelerim beni terk etmişti.

 

 

 

Babaannemin yüzü yoktu, sadece bedeni vardı ama yüzü yoktu. Deli gibi çığlık atıyor, yüzünü tutuyordu. Bir oraya, bir bu tarafa sallanıyordu. Korku tüm bedenimde gezerken sadece görüntüyü aklıma kazımak ister gibi şaşkınlıkla bakıyordum. Babaannem bir anda yerinde durduğunda bakışlarım bir an bile olsun ondan ayrılmıyordu. Ne zaman çıkmaya başladığını anlamadığım arkadan gri dumanlar, gökyüzüne doğru bir yol almaya başlamıştı. Gözlerimi iki saniyeliğine dumanlara dikip, tekrardan babaanneme çevirdim. Aramızdaki sessizliği bozan onun bana attığı bir adım sesi olmuştu. Onunla aynı anda benimde ayağım arkaya gitmişti.

 

 

 

Babaannem bana bir adım daha attığında ben de arkaya adım attım ama yere düşen kitaplardan birine takılmıştım. Çığlık atarak arkama düştüğümde, ellerimden destek alarak arkaya gitmek istedim ama nafile. Yerdeki camlar teker teker elime batmıştı. Babaannem bir an bana koşmaya başladığında gözlerim sonuna kadar açılmıştı. Ellerini önüne doğru açmış, bel fıtığı olmasına rağmen dik bir şekilde büyük bir açlıkla bana koşuyordu. Kendimi bağırmaya zorlasam da olmuyordu. En sonunda boğazımı zorlayıp, olabildiğince yüksek bir çığlık atmaya çalıştım ama sadece canım yanmıştı. Acıyan ellerimi takmadan elimle geriye gitmeye çalışıyordum. Yer öyle kaygandı ki, düşmemek için zor tutuyordum kendimi. Babaannem bana yaklaştığında bir koku burnuma doldu. Kokuyu çözemiyordum ama buna zaten fırsatım yoktu. Babaannem çoktan bana ulaşmış, avucuyla yüzümü kavradı.

İçimdeki korku, kalbimin hızlı atışıyla birleşmişti.

 

~

Başımdaki derin bir ağrıyla yüzümü buruşturdum. Birkaç gündür bu şekilde sabahları başım ağrıyordu ve bu iğrençti. Migrenim olduğunu biliyordum ama artık ağrı kesiciler de zonklayan başıma iyi gelmiyordu.

 

Sıcacık yatağımda bir o yana, bir bu yana dönüp yorganı daha çok kendime çektim. Tam yastığa biraz daha sinip uyuyacağım hayallerini kurarken aklıma gelen şeyle hızla gözlerimi açtım. Benim okulum vardı? Alarm çalmamıştı?

"Hayır ya ağlayacağım."

 

Hemen telefonumu yastığımın altından alıp, saate baktım. Gördüğüm rakamlarla gözlerim büyüdü. 08.50

 

Tam tamına dersin başlamasının üstünden yarım saat geçmişti. Sızlanmayı sonraya bırakıp, hemen yataktan çıktım. Geç kalmaktan nefret ediyordum. Dersin ortasında girdiğinde bütün gözler size dönüyordu ve bu çok can sıkıcıydı.

 

Dolabımdan formamı çıkarttığımda bir yandan da anlıma yapışan terli saçlarımı çekmeye çalışıyordum. Kabus gördüğümden terlemem normaldi ama şu an ne gördüğüm kabusu düşünecek, ne de bunlarla uğraşacak vaktim vardı.

 

Pijamalarımı çıkartıp, elimdeki formayı hemen üstüme geçirdim. Altıma da siyah bir pantolon giyip, çıkardığım pijamaları öylesine bir şekilde dolaba attım. Şimdi onları kim katlayacak canım. Çekmeceden çorabımı alıp, yatağıma oturarak onları da giydim. Edebiyat dersini kaçırmak en son isteyeceğim şeydi.

 

Çantamı akşamdan hazırlamama içimden şükürler ederken hemen aynalı masama geldim. Birbirine girmiş saçlarımı masanın üstündeki tarakla taradım. Kahverengi uzun saçlarım normaldi ama perçemlerim terden ıslanmıştı ve yüzüm normalinden daha beyazdı.

 

 

 

Normal tabii. Her gün babaannemi yüzü kaybolmuş bir şekilde, imalı konuşurken karşımda bulmuyordum ne de olsa. Bunun düşüncesi içimin ürpermesini sağlamıştı. Benimle uğraşan kimse lütfen sesimi duyabilir mi? Ben küçükken aksiyona doydum, 18 yaşım yenisine ihtiyaç duymuyor lütfen.

 

Saçlarımla işim bitince çantamı alıp, odamdan çıktım. Lavaboya gidip, yüzümü gelişi güzel yıkayarak hemen çıktım. Ayakkabılarımı ve montumu da hızlıca giyip dışarı çıktım. Dışarıda kar olmamasına rağmen kışın soğukluğu bedenimi sarıyordu.

 

Adımlarımı hızlı tutmaya çalışıyordum. Okul uzak değildi bu yüzden yürüyerek yaklaşık 15 dakikaya oraya varırdım. Bu yolları tek başıma yürümeyi sevmiyordum ama geç kalmanın bedelini böyle ödüyordum işte.

 

Dün gece gördüğüm rüyayı hatırlayıp, üstünde düşünmek tercihim değildi. Eğer çok kafama takılırsa ki sanmıyorum Alçin'e anlatabilirdim. Onunla da bunları konuşmayalı baya olmuştu. Babaannem yine bazen rüyama giriyordu ama Alçin'e anlatmamı gerektirecek kadar korkmuyordum. Bugün bardağı taşıran son damla olmuştu. Babaannemin sözleri beynimde bazen dolanıyordu ama bunlarla zihnimi meşgul etmek yerine unutmak istiyordum. Aklıma gelen şeyler yutkunmamı sağlamıştı. Adımlarımı hızlandırıp, bugünün tarihinin korkusunu içime gömdüm.

 

Bugün 7 Şubat.

 

Midemi bulandıran bu düşünceyi ardı etmek zor olsa da derin nefes alıp, ağzımdan çıkan soğuk dumanların gökyüzüne süzülmesiyle korkularımın da onunla birlikte havaya karıştığına inandım.

 

Nefes nefese okula vardığımda içimde bir huzursuzluk vardı. Bugüne başlar başlamaz bu hisler bir hayli canımı sıkıyordu. Okulun içine girdiğimdeki sessizlikten derste olduklarını anlamam zor olmadı. Büyük ihtimalle 2. derse çoktan giriş yapmışlardı. Merdivenlerden hızlıca çıkıp, 3. kata geldiğimde koridora girdim. İçimdeki huzursuzluk her attığım adımla git gide artıyordu. Bunu merak etmemek için büyük uğraşlar veriyordum resmen. Huzursuzluk iki göğsümün ortasına bir çukur açmış, bedenimi delerek benden kurtulmak istiyordu.

 

Sınıf kapısının önüne geldiğimde kapıya derin nefes alarak vurdum. Elimi çekerken titrediğini fark etmiştim ama hızdan dolayı olduğunu düşünüyorum. İçeriden ses gelmediğinde kaşlarımı çatıp, kapıyı açtım. Sınıfa göz gezdirdiğimde herkes telefonuna gömülmüş, bazıları da arkadaşlarıyla fısıltılar halinde sohbet ediyordu. Çok fazla kişi yoktu. Ders boş muydu yani?

 

Rahatlıkla derin nefes alıp, sınıfa girdim. Geç kalacak günü iyi tutturmuşum, devamsızlığım gitmeyecekti. Birkaç kişinin bakışının bana döndüğünü hissetsem de onlara bakmadan sırama oturdum. Sırtımı yakan iki çift göz hissediyordum ve olduğumdan daha fazla terlemeye başlamıştım. Bugün bu kadar aksiyon yeterli bence. Montumu yavaşça çıkartıp, sıramın üstüne koydum. Hala bir kişinin gözünü üstümde hissediyordum, bu çok siniri bozucu bir hal almaya başlamıştı.

 

Takmamayı seçerek başımı sıraya koyup, montumun üstüne yattım. Gözlerimi kapatmamın ardından sıktığım düşünceleri serbest bıraktım. Babaannem 10 yaşımdan sonra hayatımdan çıkmıştı. Kendisi gittiği bir gezide kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmişti. O zamanlar öldüğünü öğrendiğimde kendimi toparlamam zor olmuştu. Ben annemin değil, babaannemin kollarında büyümüştüm. Annem ve babam çalıştığı için beni hep babaannem ve dedeme bırakırdı. Çoğu zaman ikisi de gece mesaisine kaldığı için tüm çocukluğum babaannemin yanında geçmişti. Dedemi söylemiyorum çünkü babaannem bana kimsenin el sürmesini istemezdi. Kendi annemden bile, bu benim kızım diyerek geceleri ateşlendiğimde beni kendi evine getirirdi.

 

Bunları hatırlamak dudağımda bir tebessümü oluştursa da babaannemin gerçek yüzünü 13 yaşımda görmüştüm. Onun öldüğünü hiçbir zaman kabullenemedim ama bu birinin ölümünü kabullenememek değildi. Bunu küçükken de biliyordum, 13 yaşımda da emin oldum. Babaannem ölmemiş, sadece kaçmıştı. 13 yaşımı hatırlamak şu an son isteyeceğim şeydi. Hayatımın mahvolduğu anları hatırlamak canımı geçtim, benliğimi acıtıyordu. Bana ait olan her şeyi acıtıyordu.

 

Babaannem öldükten aradan 3 aylık bir vakitten sonra babam annemle anlaşmalı boşanıp bizi terk etmişti. Bizi terk ettikten sonra bir kere bile aramamıştı. Anneme ne zaman sorsam yüzüme kırgınlıkla bakıyordu ama sanki bu kırgınlık banaydı, babama değil. Bir kaç ay önce öğrendiğime göre şu an dünyalar güzeli benden 2 yaş küçük kızları, karısına ait de 20 yaşında oğlu vardı.

 

Yanımdan iki üç kişinin geçtiğini duyunca gözlerimi araladım. İki kız sınıftan çıkıyordu. Kapıdan çıkışlarının ardından kapatışlarını izledikten sonra sınıf biraz önceye kadar daha sessizdi. Sınıfta kimsenin olmadığına kalıbımı basabilirim. Benim hala sinirlenip, nefeslerimi sıkılaştıran şey arkamda tüm sırtımı uyuşturacak kadar acıtan bir bakış hissetmem. Kafamı yavaşça montumdan kaldırıp, olabilecek bütün ihtimalleri içimden geçirdim. En fazla hala rüyadayımdır canım.

Daha fazla dayanamayıp, başımı tam hissettiğim o arkaya köşeye ağır ağır çevirdim.

Bir gün bu merakım başıma bela açacak...

Gördüğüm iki çift göze kitlenmem kısa sürmedi. Gri gözleri doğrudan kalbimi hedef alıyor gibi yavaş yavaş kalbimde bir enerji hissediyordum. Canımı yakan şey gözlerinden ziyade başka bir şeydi sanki. Öyle hırsla, öyle nefretle bakıyordu ki. Gözleri bir sıcak okyanus gibiydi, ben içinde yanıyordum. Kaynar bir suda boğulmak değildi, her hücrene, her duyguna kadar cayır cayır yanmaktı. Gözleri bir ölümü anlatıyordu, benim tabutum onun grilerine gömülmüş gibiydi. Kalbimdeki basınç artarken daha fazla dayanamayıp elimi kalbimin üstüne götürdüm. Yüzümü sabit tutmak için uğraştığım savaş sonunda sona ermiş gibiydi. Kalbimde çok büyük bir ağrı vardı. Hayır, bu asla hoşlantı gibi değildi. Ne olduğunu anlamıyordum. Grileri ruhumu ele geçirmek istiyordu; başarısız olmak önce beni, sonra onu alevlendiriyordu.

Ağzımdan bir inilti çıktığında o da başını ağır ağır yana yatırdı. Hareketleri bir o kadar tanıdık olsa da bir o kadar da yabancıydı. Sanki sahip olduğum her şey elimden alınmıştı. Bu his gözlerimin dolmasına sebep olmuştu. Gözlerimin dolmasına karşılık gözlerini kıstığında daha fazla dayanmayıp kendimi bu hipnozdan kurtarmak adına bakışlarımı zorlukla başka yere çevirdim.

Gözlerimi hareket ettirir ettirmez nefes nefese kalmıştım. Kalbimde ki o iğrenç melodi yavaş yavaş kayboluyordu. Bu da neyin nesiydi şimdi?

Kalbimdeki ağrı kaybolduğunda ciddi anlamda nefes nefese kalmıştım ve düzene sokmak bir o kadar zordu. Gözleri düşüncelerimi bile dondurmuştu resmen! İrademi ellerimden çekip sanki kendisine almıştı. Hırsla tekrar ona döndüğümde o da önceki şekilde bana bakıyordu.

Bu sefer bir şey hissetmemiştim. Gözlerimle hızlıca etrafı taradım. Kimsenin olmaması rahatlatırken sinirle elimi kalbimden çekip ayağı kalktım.

"Kimsin sen?"

Duruşundan taviz vermezken başını iki yana sallayıp, alayla bana baktı.

 

"Gerçekten, ilk soracağın soru bu kadar saçma mı?"

Sinirden deli gibi titrediğimi hissediyordum. Bu da kimdi şimdi? Nasıl olur da bana böyle hissettirebilirdi gözleri? Destek almak adına elimi sıramın köşesine getirip, sıktım.

"Kimsin dedim."

 

Gözlerimin doluluğu gitmemişti. Bu sefer olmaz, bu sefer güçsüz düşemem. Ağlamak güçsüzlük değildi ama beni az bir sürede mahvettiğini görmemeliydi.

 

 

 

Gözlerindeki alay geçmemişti ama gülmüyordu. Yavaşça beni baştan aşağı süzdüğünde yüzündeki alay daha çok artıyordu ama ciddi tavrından asla ödün vermiyordu.

 

 

 

"Kim olduğumu öğrenmemek için eğer varsa Tanrıya yalvaracaksın Aden."

 

 

 

Sırada biraz daha yayılıp, başını arkasındaki duvara yasladı.

 

 

 

"Ya da kim bilir, kim olduğumu öğrenmek için çırpınırsın ben de izlerim."

 

 

 

Söyledikleri midemi bulandırıyordu. Evet, öyle midemi bulandırıyordu ki birazdan kusabilirdim. Yüzündeki rahatlık, grinin en koyu tonundaki gözleri, dik duruşu bana birini anımsatıyordu. Şu an düşünecek durumda değildim. Tüylerim diken diken olmuş, etrafımdaki bütün renkler gözleri yüzünden solmuştu sanki.

 

 

 

Doğrudan gözlerime bakıyordu. Benden bir cevap bekliyor muydu emin değilim ama ağzımı açıp da konuşacak gücü kendimde bulamıyordum. Gözlerimi kapatıp, kendime zaman tanımam gerektiğini düşündüm.

 

13 yaşım ve ben bir toplantı içerisine girmiştik. Küçük kız bana "Bu o, bu o korkumuz ona boyun eğme!" diyordu. Benim takıldığım şey ise, sonunda karşıma çıkmışlar mıydı? Hayır, sakin olmalıyım hayır.

 

 

Titremelerim çoğalıyordu. Düşüncelerimi bölen zil ile derin nefes alıp, gözlerimi açmadan sırama oturdum. Şu an beni nasıl görüyor bilmiyordum ama sanki her hareketimden düşündüğümü beynimden okuyordu. Onun tavırları ne kadar bana tanıdıksa, onaysa kendi kaleminden çıkmış bir kitap gibiydim.

 

 

 

Sınıfa yavaş yavaş insanlar dolarken Reha ve Kerem'in sesini duymuştum. Her zamanki gibi atışıyorlardı. Bu duruma gülümseyip, onları görmek için gözlerimi açtım.

 

 

 

Kerem "Ben bugün sizdeyim ya."

 

 

 

Reha ona yandan bir bakış attı. "Oğlum benden gittiğin gün mü var?"

 

 

 

Kerem "Ders çalışırız iki taktik gösterirsin."

 

 

 

Reha "Sen bunlarla beni değil, babanı inandırırsan gel."

 

 

 

Kerem güldüğünde ikisi de bana döndü. İkisi de beni gördüğünde gülümsemesini olabildiğince genişletti.

 

Reha'nın bir şey anlamış olduğunu bakışlarından çözsem de sonraya ertelemiş gibiydi. Kerem hemen elini önce anlıma, sonra yanaklarıma koyup geri çekti.

 

"Kız bu ne hal? Ateşin de yok, kalk elini yüzünü yıkayalım. Öcü görmüş gibi bembeyaz olmuşsun."

 

Bu dediğiyle yüzümdeki gülümseme donmuştu. Bir anlığına gözlerim onun sırasına kaydığında onun da pür dikkat bizi izlediğini gördüm.

 

Boğazımı temizleyip, ayağı kalktım. Kerem'e ve Reha'ya gülümseyip, sorun olduğunu anlamamaları konuştum.

 

"İyiyim, geç uyandım bugün. Alçin ve İnci yok mu?"

 

Kerem dediğimle yüzünü buruşturdu. "Son dakika okulu astılar. Kız kıza birlikte gezecekmiş hanım efendiler. Seni de aradılar da bir türlü ulaşamadılar, biz de geldik kapına. Ne ağır uykun varmış."

Duyduklarımla başımı ağır ağır salladım. Aslında dünden düşünüyorlardı, biliyordum.

"İyi o zaman, dışarı çıkalım mı?"

 

Reha "Biz seni tuvalete kadar bırakalım, müdür yardımcısının yanına inmemiz gerek. Sen geldin mi diye bakalım dedik."

 

Başımı tamam anlamında sallayıp, son kez ona baktım. Hala bizi izliyordu ama bu sefer sıkılmış gibiydi biraz. Ona baktıkça içimdeki korku yerini alıyordu.

 

Gözlerimi çektiğimde Reha ve Kerem'le sınıftan çıktık. Koridorda yürürken Kerem'i gören herkes selam verip duruyordu. Kerem de onlara sahte bir çapkınlıkla karşılık veriyordu. Bu halleri hem beni, hem de Reha'yı bazen kahkahalara boğuyordu. Babası okulun sahibi olduğundan herkesin, daha çok kızların göz bebeğiydi.

 

Kızlar tuvaletinin biraz uzağına geldiğimizde onlarla vedalaşıp tuvalete girdim. Hızlıca çeşmeyi açıp, soğuk suyun ellerime dolmasına izin verdim. Avucumdaki suları hızla yüzüme çarpıp, bakışlarımı aynaya çevirdim. Normalde beyaz olan tenim daha da beyazlaşmıştı.

 

Olanları idrak etmek çok zordu. Kendimi onunla konuşacak kadar hazır hissetmesem de güçs

üz düşmemeliydim. Bir gün bu günlerin geleceğini zaten biliyordum.

 

Kendimi hep çok kolay kandırmışımdır.

Musluğu kapatıp son kez aynadan kendime

bir bakış atarak tuvaletten çıktım. Çıkar çıkmaz duvara yaslı olan gri gözlü, kalbimi ve ruhumu parçalayan o adamla göz göze geldim.

 

 

 

"Dışarı çıkalım."

 

 

 

Loading...
0%