@neverbeganthobeit
|
Nehrin akıntısıyla şehrin uzağına açılmışlardı fakat kıyı kendini göstermeye başladığında küreklerini hızlandırdılar. Her iki sandalda da sessizlik hakimdi. Surlar göründüğünde kumlarla ve çorak bitkileriyle kaplı tahta koya vardılar. Mary ve kayığındakiler çoktan inmeye başlamıştı. Yelkesen nehrinin sakinliği, sorunsuz bir şekilde batı kapısına varmalarını sağlamıştı. Koy duvarın ucunda olsa da batı kapısına oldukça yakındı. Kapının girişi oldukları yerden görünüyordu. Luliq kıyıya yaklaştıklarında kendini hazırladı. Kapıda, eşyalarını sırtlanmış giden adamlar, kardeşinin elini tutan kardeşler, bohçasını sırtına bağlamış anneleri gördü. Şehirden akın akın insanlar çıkıyordu. Diğer kapıların aksine burada hiçbir çatışmanın olmaması tuhafına gitse de Mary ve diğerlerine yetiştiklerinde bir iple kayığı kıyıya bağladı. Diğerlerinin inmesini beklemeye başladı. Kardeşi Karin'i kimsenin görmesini istemediğinden olduğu yerde oturmaya devam etti. Luna da oturduğu yerde karşısında bekliyordu. George ve Arthur indiğinde ikiliye döndü. Diğer kayıktakiler yanlarına gelmişlerdi. İkisinin de hareket etmeyip hala sandalda beklediğini gördüklerinde ne yapmaya çalıştıklarını anlayıp onlara baktılar. "Yolculuğumuz burada ayrılıyor. Gitmeyecek misin?" Luliq gemiden inmesini temenni ederek Luna'ya seslendi. Yüzünün dalgın düşüncelerle kaplı olduğunu gördüğünde onunla itleşmeye çalıştığını geçirdi aklından. Luliq de, kardeşini ve üzerindeki kraliyet amblemi bulunan kıyafetini hiçbirinin görmesini istemiyordu. Ayrıca sandala atlamadan önce bayıldığını düşünerek bir doktor bulması gerektiğini düşünmeye başladı. Ya çok duman yutmuş olmalıydı ya da yarası derindi. Kardeşinden kaçınmaya devam ettikçe durumunu bilemeyecekti fakat yarım yamalak yaptığı bandajını da değiştirmeliydi. Luna kollarını birleştirdi ve ona çıkıştı. "Geri döneceğim. O yüzden sen in." George ve Arthur itiraz etmeye kalkışsa da Luna bağırdı. "Ben, Gregory'i orada bırakmayacağım. Gerekirse onu arayıp getiririm." Mary tüm çocukları indirip sandaldan her şeyi aldığından emin olduktan sonra yanlarına geldi. Arthur inatçı küçük kızın laflarını söylediğinde Mary sadece iç çekti. "Bak Luna, o ayaklanmaya katılmaya karar verdi. Hem birkaç haftadır haber de alamıyoruz ondan. Onu tüm karmaşada bulmanın imka-" Luna sözünü keserek öncesinden daha da gür sesle bağırarak ayağa kalktı. Mary'nin yüzüne bile bakamayacak kadar kızgındı. Ya da buraya kadar gelip geri dönmeye çalıştığını söyleyebilecek kadar aptal olduğunu düşündüklerini yüzlerinde okumak istemiyordu. Birisinin bu aptal kıza gerçekleri söylemesi lazım. Sonsuza kadar onu bekleyemem. diye düşünerek Luliq de ayağa kalktı. "Eğer gitmek istiyorsan git." Kardeşini tüm hengame çıkıp gözler Luna'ya çevrildiğinde sandalın üstünde, pelerini altından aldı ve tekrar kavradı. Karin'in vücudu sandalın üzerinde kaldığı için soğuktu. Bir an kardeşinin öldüğünü aklından geçirdi ve başından kaynar sular aktı. Boştaki eliyle filintayı düzensizce donuna sokuşturmaya çalıştı ve tekrar dua ederek nefes alıp almadığını kontrol etti. Birkaç saniye hiçbir şey hissetmediğinde kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı fakat sonra çok cılız bir nefesin eline çarpmasıyla gözlerini kapatarak şükretti. Anne ve babasını kurtarabilecek zamanı vardı fakat kardeşinin nasıl olduğunu kontrol etmeye bile korktuğundan durumu hakkında sadece tahmin yürütmeye çalıştı. Ailesinin içinde bulunduğu durumun tüm sorumlusu Lunaymış gibi ona öfkeyle patladı. "Fakat orada büyük ihtimal onun cesediyle karşılaştığında hissedeceğin tek şey pişmanlık olacak. Tabi cesedini bile bulabilirsen. Onu aramak yerine bir yardım bulacağın umuduyla sonunda kaçmayı seçecek kadar korkaktın. Ölmüşse sırf senin yüzündendir ona göre!" Yüzüne inen bir tokatla öfke seansı bitti. Ne söylediğinin bile farkında değildi fakat karşısında duran Luna'ya baktığında ellerini ağzına götürüp ağlamaya başlayan bir kızı gördü. Sandaldan inerken başını çevirdi ve arkasında ağlayan kızı bırakarak tek elle tahta koya çıkamayacağını düşünerek sığ çamurlu suya bastı. Öyle demek istemedim... gerçekten diye düşünse de Luliq, Mary'nin Luna'yı sandaldan aldığını ve ona sarildigini gorunce içini karalar bastı. Güçsüz sol elinde tuttuğu kardeşiyle sığ olsa da gövdesine kadar gelen suda kıyıya çıkmaya zorlandığında ona kimse yardım etmeye çalışmadı. Diğerlerinin önüne geçti. Mary ve diğer çocukların sessizce ona baktığını gördüğünde ise içindeki suçluluk daha da artmıştı. Etrafındaki çocukların fısıltılarında ne kadar acımasız olduğunu duysa da kardeşine sarıldı ve onlara sırtını dönerek kapıya doğru yönelmeye başladı. Bir yandan söylediği sözler zihninde yankılanıp dursa da kendi kendini eleştirdiğinin farkına geç varmıştı. Fakat Luna ile arasında hiçbir fark olmadığını bildiğinde dönüp çocuklara baktı. Luna hala ağlıyordu fakat bu sefer diğer çocuklar da onu teselli etmek için etrafında toplanmıştı. Özür dilerim. Yüzüne karşı söyleyemeyecek olsam da umarım arkadaşın yaşar sadece iyi dileklerini aklından geçirerek önüne baktı. Luna'nın aksine kendi ailesini kurtarmak için, hala vaktinin olduğunu düşündü. Hiçbir şey bitmemişti. Zihninde yankılanıp duran sözleri bir kenara attı. Çamurlu pabuçlarını kuma sürte sürte kapıya vardığında bir hareketlilikle karşılaştı. Bunca karmaşaya rağmen bacasından duman tüten evin arkasına geldiğinde bir anda durakladı. Şehirden çıkanların oluşturduğu kuyruğun uzunluğu hafife alınacak gibi değildi. Kuyruğun etrafında bekleyen eli tüfekli ve palalı adamları gördü. Sayıları az da olsa silahsız halka karşı yarattıkları tehdit büyük duruyordu. Karanlık sokağı aydınlatan gaz lambalarının altındaki temiz ve cilalı palalar ise önceden çatışmanın çıkmadığının habercisiydi. Bunlar nereden çıktı? Nasıl geçeceğim şimdi? Önüne aşması gereken başka bir engel daha çıktığında sinirli bir şekilde elini sıktı. Gece bir türlü bitememişti ve huzurlu bir şekilde kaçmayı bile başaramamıştı. Yan kesiciler miydi? Ya da haydut? Kim olduklarının önemi yoktu. Belindeki filinta ve omzundaki barut dolu çantayı gördüklerinde rahat rahat geçmelerine izin vermeyeceklerinden emindi. Ayrıca, Mary'nin dolabından çaldığı saat de cebindeydi. Fakat silah ile barutu bırakmayı düşünse de fikrinden belki üzerini taramazlar diye umarak vazgeçti. Duvarın bitişiğindeki kapıya en yakın olan evin arkasına geçip olan biteni izlemeye başladı. Az sonra duman tüten, yolun karşısındaki başka eve omzunda tüfekli bir adam girdi ve tüfeksiz başka bir adam çıktı. Elinde tüfek olmayan adam sıradakine palasını doğrultarak "Geçiş ücretini hazırla!" diye bağırdı. Ellerindeki birkaç çuvala, gelen geçenin değerli mallarını bıraktırmaya zorluyorlardı. Sıradaki adam önce bohçasını korkarak açtı, sonra eşinin taşıdıklarını gösterdi. "Sizde gereğinden çok şey var tüm çuvalı bırak!" diye gülen hayduda adam karşı çıkacak gibi olsa da karısının etrafında dolaşan palalıya bakıp yutkunduktan sonra vazgeçti ve bohçaların ikisini de bırakarak elleri boş kapıdan geçtiler. Adam arkasindakine döndü. "Peynir ve sütümüz oldu. Bir de sucuk bulduk mu sabahın kahvaltısı hazır" dedi ve peyniri palasiyla incecik kesip ağzına bir lokma attı. Arkasındaki adama da ikram etti ve tekrar sırada bekleyen adama dönüp yagmalamaya devam etmeye karar verdi. Kalın bıyıklarını ve yüzlerini gizlemeye bile tenezzül etmiyorlardı. Kıyafetleri düzgün görünüyordu ve kafalarındaki kalpaklar ise askerlerin kullandığına benziyordu. Fakat bazılarının üzerinde çöl göçebelerinin giydigi beyaz; etekli, dar kol kivrimli, ince islemeli kiyafetler vardi. Ücretin tam anlamıyla ne olduğunu öğrenemeden, aniden birisinin karanlık yolda olduğu yere doğru lambasını tuttuğunu fark edince görüleceğini düşünerek eğildi. Saklanmak zorunda kaldığında haydutlara ne kadar yakın olduğunu zor yoldan anlamıştı. İstese on adım atar ve olduğu yere gelebilirdi. Tekrar ışığı başka yere çevirdiğindeyse, derin bir nefes alıp taş yolun üzerine çöktü. "O kapıdan geçmem şart. Geri dönemem." Kendi kendine söylenip aklında plan kurmaya çalıştı fakat zihni tamamıyla bomboştu. En az on kişi görse de kelle saymak için başını tekrar sokağa yöneltmeye cesaret edemedi. Uzaktan, Mary'nin çocukları bırakıp yanına geldiğini gördüğünde ayağa kalktı. Tekrar sıraya kafasını çevirip onu umursamıyormuş gibi davranmaya çalıştı. Düşüncelerini dinleyeceğini sanarak eliyle sessiz olmasını işaret etti ve kapıdakileri gösterdi. Mary, bir şey demeden Luliq'in neyi gösterdiğini merak edip kafasını ana yola çevirmişti. Fakat küçük çocuğun konuşmasına izin vermeden önce önüne geçerek bir yandan çocuklara bakıp bir yandan da onunla konuşmaya başladı. Söyleyeceklerini umursamayıp fırça çekeceğini düşünen Luliq az önceki yaptıkları hakkında konuşacaklarını tahmin ederek omuz silkti ve ona döndü. Anlaşılan Mary için, Luliq'in yaptığı yanlışın farkına varması ana yolda olan bitenden daha önemli olmalıydı o yüzden konuşulması gereken asıl mesele oydu. Luliq, daha fazla ikizleşmeye çalışmadı. Luna'nın geri gitmeyeceğinden o kadar emin olmalı ki onu diğer çocuklara emanet etmiş, gelmiş bana çatmayı kafasına koymuş. Daha önemli bir konu var! diye düşünerek lafı uzatmamasini içten içe diledi. "O kadar ciddi olmak zorunda değildin, Eldwin." Kısa kesmesini isteyip kafasında oluşmaya başlayan planı anlatacaktı ki tekrar takma ismini kullandığını fark etti. Bir kaşını kaldırarak ona baktı. "Kim olduğumu biliyorsun. Neden hala bana öyle sesleniyorsun?" Mary gülümsedi. Önlüğünü ve kafasındaki örtüyü çıkartarak eline aldı. "Sen kendini bana güvenmeyerek Eldwin olarak tanıttığın için." Kim olduğunu bildiği halde şu ana kadar hiçbir şekilde önünü kesmeye çalışmadığı için artık inadı bırakıp kimseye güvenmeyen çocuğu oynamaktan kısa süreliğine vazgeçmeye karar verdi. Onunla doğru düzgün konuşmazsa ve en azından onlardan yardım istemezse bir şey yapamayacağını biliyordu. İnatçı ve asil hiç kimseden yardım istemeyen şımarık çocuğu oynamayı bırakmanın vakti gelmişti. Fakat öfkeyle Luna'ya çıkışmıştı. Onları kendine düşman ettiğini hatırlayarak iç çekti ve kendine hakaret etti. Gururu ona yardım bulmayacaktı aksine öfkesi tüm gece boyunca konuşabildiği tek kişileri kendinden uzaklaştırmıştı. Dudağını sıktı. Kendine yediremese de gerekirse en azından kimliğini saklayarak Luna'nın ayaklarına kapanıp özür dilemeye bile kendini hazırlayabileceğini düşündü. Bu sırayı aşıp şehrin dışına çıkmayı bir yana bırak üzerindekilerle kapı önündeki adamların yanından elini kolunu sallaya sallaya bile geçemezdi. Fakat kapıdaki adamlarla çatışmadan da geçemeyeceği belliydi. Gordugune gore kadin erkek cocuk fark etmeksizin herkesin ustunu ariyorlardi. Fakat kimseyi ciplak bir sekilde soymadiklari icin belki bir sansi olabilirdi. Olabilir miydi? Pelerinini üzerinden cektiklerinde eşyalarını saklayabikecegi başka bir ekipmani yoktu. Dışarı çıktığında, orada kardeşine yardım bulup sonra da annesi ve babasını kurtarmak için dayısına gitmesi gerekiyordu. Bu günlerini alabilirdi. Silaha ve cantanin icinde bulduğu kucuk erzaga ihtiyaci vardi. Bir yerden müttefik kazanmaya başlamalıyım diye düşündü. Onlara katılırsa, erzagina el konulduğunda Mary ve diğerlerinin merhametine kalmayı istemiyordu. Ayağa kalkarak doğrudan ona dikkatle bakan Mary'e döndü. Kendisine ilk önce o yaklaşmisti ve hala düşmanca tavırlar sergilemedigi icin Mary'nin ona kızgın olmadığını varsaydi. Pelerinini yüzünden omzuna kadar indirip kim olduğunu tamamıyla gördüğünden emin olduktan sonra söze girdi. "O zaman sana güvenerek ve ayni zamanda senden ozur dileyerek kendimi tekrar tanıtacağım, Mary. Ben Nardus tahtının varisi, düşmüş toprak Kaşmir Adası'nın kağıt üstündeki baronu, şu anda ise ülkenin büyük ihtimal en çok aranan üçüncü kişisi prens Luliq Rainborne." Mary bir anda tedirginlikle elindeki örtüyü direkt çocuğun yüzüne örttü. Sonra arkasını baktı ve çocuklar gördü mü diye kontrol etti. Hala sandalın başında birçok çocuk Luna'ya konuşmaya çalışıyordu. Luliq, Luna'nin sandala atlamaya çalışmasını ve Arthur ile George'un onu tutmaya çabalarini görünce içinden numaraci diye düşündü. Aralarından bazıları ise Mary arkasını dönünce onlara doğru gelip neyi beklediklerini sordu. Mary çocuklara üstün körü cevap verip tekrar Luna'ya geri gönderince yüzündeki gülümse aniden silindi. "Kim olduğunu biliyorum, gösteriye gerek yok prens Luliq! Tanrıça Vilrya aşkına. Kral ve Kraliçeye ne oldu? Şehir dışında bir karavanla kaçabildiler mi? Sen ne arıyorsun bu arada?" Cocuk, cevap veremeden önce eliyle susmasını işaret etti. Ana yolda tekrar hareketlilik görünce lambalarının buraya yakın olduğunu anlayan Luliq sustu. Bir süre sonra "Sıradaki! Acele edin sersemler!" Diye bağıran adamı duyduğunda her ikisi de rahatlamıştı. Haydutlar hızlanmaya başlamıştı, alabildiklerini alıp kaçmayı isteseler de aç gözlülükleri hala gelen insanları gördükçe beklemelerine sebep oluyordu. Çöl sıcağından ve kumlarindan örtüsünün sarardigi at arabasının içi dolmuş fakat yine de orasına burasına bir seyler tikistiriyorlardi. Öndeki iki kahverengi beygirin o kadar yükü nasıl çekeceğini düşünen Luliq haydutlarin aptal olduğunu tahmin etti. "Ana yola çok yakınız kayıkların hemen önündeki eve çekilelim." Mary teklif etmeseydi Luliq önerecekti. İki defa görülme tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarından dolayı daha fazla riske atmaya gerek olmadığını düşündü. Hızlıca görünmeden gerideki evin arkasına geçtiler. Sorusuna cevap verebilecek kadar uzaklaştığında Luliq olan biteni yarım yamalak, büyü gücüne sahip olduğunu bahsetmeden anlatmaya başladı. Mary'e guvenecegini soylemisti fakat bu guven onun icin belki de kraliyet soyunu bastan asagi sarsabilecek bir bilgiyi soyleyebilecek kadar kapsamli degildi. Mary çok fazla soru sorduğu halde hepsinin tek bir cevabı vardı. "Amcam, Dük Pelez, bizi kaçarken yakaladı. Annem ve babam, hala baygın olmalılar. Her şeyin sorumlusu o, tüm olanlar onun yüzünden oldu. Onlar idam edilecek. Ve ben hiçbir şey yapamadım." Mary eğilerek bir elini omzuna bir elini çocuğun çenesine koydu. Luliq, gözlerindeki ışıltıdan ağlamaklı olduğunu anlamıştı. "Pelez demek ha?" diye kendi kendine söylendi. Düşüncelere daldığı için sadece ona bakıyordu. Luliq onun saraya kraliçenin isteğiyle girebilen tek hizmetçi olduğunu ilk duyduğunda bu onun tuhafına gitmişti. Annesi genellikle çoğu sosyetedeki kadınların degersiz bir baronun kizi oldugu halde kralicelige yukselebildigi icin ondan nefret ederdi. Kralice, kimseyle yakın arkadaşlık kuramayan bir kadındı. Fakat bir gün yine bahçelerinde, oğlunun dersi bittiği için onunla çay içerken yanına geldiğinde onları tanıştırmıştı. Yakın bir arkadaşının kızı olduğu için onu koruması altına aldığını söylemişti ve o yüzden pek de iş yapmasını istemiyordu. Hatta çayları ve tatlıları getirdiğini gördüğünde yanındaki baş hizmetçiye agiz payi vermisti. Fakat geldiği günden beri kendisini onlara borçlu hissettiğini söyleyerek alçak gönüllükle hizmetçilik yapmayı kabul ettiğini ve bunu öğrenmeyi istediğini söylemişti. Kraliçe Julia ısrarcı davrandığını gördüğünde ise istediğini yapmasına izin vermişti ancak yine de hicbir agir isi yapmamadi gerektigini digerlerine tembihletmisti. Luliq annesinin onu koruma altına aldığını duyduğunda ailesine ne olduğunu merak etmiş ve sorduğunda cevap alamayınca bozulup onu da tüm krallıktaki yozlaşmışları araştırırken kafasındaki gecmisine bakılacaklar kutusuna koymuştu. Fakat aylar geçtikçe ailesine sergilediği sadakatinden ötürü, onun hakkında öğrendiklerinden sonra oluşan önyargıyı kendince kırmış ve onu sadece basit bir hizmetçi olarak görmeye başlamıştı. Son aylarda neredeyse onu hiç görmediği bile olmuştu. "Özür dilerim, Luliq. Keşke ben sana yardım edebilseydim. Başını sakın eğme." Gözlerini eliyle sildikten sonra yüzüne ufak bir tebessüm kondurdu. Luliq, niye böyle tepki verdiğini anlayamamıştı. Ailelerimizin düştüğü durumların neredeyse aynı olmasından dolayı üzülmüş olmalı. Annem ona, annesi gibi davranmaya çalışıyordu. diye düşündü. Annesiyle sarayda konuşan tek kadının neredeyse o olduğunu bildiği için verdiği haberden dolayı üzüldüğüne yordu. Ama birilerinin ağlayacak gibi olması gözlerini de doldurmuştu. Zaten, içinden taşan duyguları gece boyunca bastırmanın verdiği duygusallıktan dolayı dokunsalar yıkılacak gibiydi. Aralarında bir bağ kurulduğunu hisseden Luliq, onu gözünde kısa bir süreliğine tanıştığı öksüz çocukların ona baktığı gibi, ablası olarak gördü. Annesi de zaten onu kızı gibi görüyordu. Kardeşlerin birbirine ne konuda olursa olsun yardım edeceğini düşündü. Tıpkı kendi kardeşine şu anda yardım etmeye çalıştığı gibi. Kardeşini daha fazla saklamanın bir anlamı olmadığını düşündü. En başından beri ona karşı ettiği güvensiz inadını sürdürdüğü için bile kardeşini göstermemişti. Karin'in yarasına yardım edebilir ona guvenmek zorundayim. diye iç geçirdi ve sonunda pelerinin altından elinde tuttuğu kardeşini dışarı çıkartarak ona doğru gösterdi. Gözlerinden akan yaşlar pelerinin üzerinden kardeşinin yüzüne aktığında bir kere daha ne kadar güçsüz olduğunun farkına varmıştı. Zaten şu vakte kadar ne yapıyordu ki? Kimseden yardım istemeyip herkesi kendinden iterek nereye kadar gidebileceğini sanıyordu? Yapabileceğim sadece ağlamak. Başkasından yardım istemeden hayatta kalamayacak sümüklü veledin tekiyim. "L-lütfen Mary, k-kar-kardeşime yardım et. Bacağı-" Mary, elinde tuttugu cocuga baktiginda yuzu eksidi. Hiç vakit kaybetmeden Karin'in üstünkörü sarmalanmis maskeden bandajını açtı. Luliq, çocuğun durumunun nasıl olduğunu merak etse de bakamıyordu. Midesinin kalktığını hissetti fakat ağzındaki kusmuk tadı hala taze olduğu için kendini tuttu, kusmaya çalışsa bile çıkartacak bir şeyi de yoktu. Karin'in kanaması durmamıştı hala devam ediyordu. Luliq, küçücük bedenini tutarken akan kanının avcuna damlamasıyla anne ve babasının bayıldığı görüntüleri tekrar yaşadı. Daha fazla dayanamayıp başını eğerek ona baktı. Acı çeken masum yüzünü gördüğünde Mary elindeki bezi yanında taşıdığı suya batırıp yarasına bastırıyordu. Ne... ne yapmam gerekiyor. titrek sesiyle ona sordu. Mary, onun elinden alıp çocuğun yarasını temizledikçe içi acıyordu. Tek eliyle yüzüne akan göz yaşlarını sildi. Bacağındaki derin kesiğe baktı. "Dikiş atmam gerekiyor. Ben dikişi atarken onu sabit tut. Şu bezi de ağzına tutuştur. Çığlık atmasın." "Yere koyalım. Tutamam, ya düşürürsem?" "Sızlanmayı kes, yerin pisliğini görmüyor musun? Hem yere eğilip bu karanlıkta küçük bacağını göremem. Ay'ın altına geç şöyle. Gölge yapma!" Luliq, farkına bile varmadan Mary önlüğünün küçük bir kısmını koparmış ve eline tutuşturmuştu. Daha fazla itiraz etmeye çalışmadı. Ve sessizce Mary'nin işini bitirmesi için bekledi. armış olmalıydı ki eğilip bacağına baktığımda bandajı yenilenmişti. Mary'nin soğuk, sinirli ve sessiz ifadesi, küçücük bir çocuğa el kaldıranlara yönelmiş düşüncelerle doluyken, Karin'in az önceki yüz ifadesinin yerini derin bir uykuya bırakmasıyla yumuşamıştı. "Bir şeyi yok. Ciddi bir yara değil. Kendini toparla. Abisinin ona ihtiyacı var." Ayağa kalktı hala Karin'i elinde tutup öylece duran Luliq sonunda ona bakabilecek cesareti kendinde toplamıştı. Mary'e hak verdi. Karin için güçlü olmalıyım. diye düşündü ve goz yaşlarını sildi. Kardeşini tekrar kolunun altından pelerinin içine sokacakti ki Mary ona bağırarak çocuğu elinden aldı. "Yarasını açmaya mi çalışıyorsun? Tanrıça aşkına, onu tüm gece tek elinde baş aşağı mı taşıdın yoksa?" Karin'in başını inceledi ve beynine kan gittiği için turp kadar kırmızı olduğunu açıkladı. "Onu nasıl tuttuğumu dikkat edecek vaktim mi var? Hem kolumun altından tutarsam dengem bozuluyor." "Seni sersem, dua et ki beyin kanaması geçirmemiş. Bir daha bacagindan onu tuttugunu gorursem onu oldurmeye calistigini dusunecegim." Çocuğu omzundaki bebeğin yanında, boşta duran bohcanin içine sokmaya çalışırken Luliq ne yaptığını gozlemledi. Aynı anda iki çocuk ve ağır gözüken çantasını taşımayacağını düşünerek elini uzattı. "Kardeşimi taşımama izin ver. Sana yük olmak istemiyorum. Nasıl taşıyacağım gösterirsen bir daha aynı hatayı tekrarlamam." Mary'nin sessiz bakışından onu ölçtüğünü anlayınca cevabını vermesini bekledi. Saçının uzun örgüsü çocuklardan birisinin hapşırmasına sebep olunca ikinci bir çocuğun ona yükleyeceği ağırlığı kaldıramayacağını fark etti. Fakat çocuğa da katılmadığını belli etmek için başını salladı. "Bana yük değilsiniz. Ancak..." Karin'i avcuna uzatıp tutmasını sağladı. Ve eline az önceki bağırmaması için ağzına tuttukları bohçayı tutuşturdu. "Saraydaki o meraklı ve şımarık çocuğun aksine şu anki sana bakmak beni hem kaygılandırıyor hem de üzüyor." Sırtındaki çocuğu indirip nasıl bohçayı onun etrafında çocuğu rahatsız etmeden bağlayabileceğini gösterdi. Luliq, pelerinini onun önünde belindeki ve omzundakini unutarak açtı. Onun gösterdiği bağlama çeşidine bakıp aynı adımları uygulamaya çalışsa da ömründe hiç yatağını bile toplamamış bir çocuk olduğundan birkaç defa hata yaptı ancak sonunda başarabildi. Mary belindeki filinta ve sırtındaki çantayı gördüğündeyse durdu. "O silah ve çantayı nereden buldun?" Kardeşini omzundaki çanta yüzünden sırtına bağlayamayacağını anlayan Luliq onu göğsüne bağlamıştı fakat pelerinini indirdiğini fark edince ona aldırış etmeden tekrar üzerine giymeye çalıştı. "Nehre gelirken ölü isyancılardan birinin üstünde gördüm." Mary silahı ona vermesini istedi fakat Luliq bunu reddetti. Filintaların normal misket tüfeklerinin aksine askerler ya da muhafızlar taşındığını herkes bilirdi. Soyluluğu temsil eden bu küçük tüfekler sadece belli başlı ailelerin yapıp aristokratlara sattığından dolayı çok fazla kişide yoktu. Mary'nin yalan söylediğini veya söyleyeceğini bile düşünmeden söze girdi. "Babamla avlanmaya gittim ve birkaç defa sıkmışlığım var. Kullanmayı biliyorum. Dua edelim de kullanmama gerek kalmasın." Mary'nin daha fazla ısrar edeceğini düşünse de bir şey demediğini gördüğünde ona güvendiğini anladı. Üzerine gitmeye çalışmadığı için içtenlikle teşekkür etti. "Kapıdan o silahla geçemeyiz. Ondan sıraya geçtiğimizde kurtulmanı istiyorum. Hayatta kalmak istiyorsan o silahı nehrin dibine at." Çantasını açıp göstermesini de istedi ve bir su matarası, bir tabak yemek ve iki barut torbasının olduğunu görünce barutlardan da kurtulmasını rica etti. Luliq başıyla onaylasa da böyle bir şeyi yapmamaya başından beri kararlıydı. Sadece ona uymuş gibi yaptı. Pelerini üzerine tekrar geçirirken, kırmızı ve bezeli [Batı Teknokrat İmparatorluğu] kıyafetlerine baktığında üstünün baştan sona kardeşinin kanıyla bezendiğini gördü. Kıyafetin kırmızı işlemelerine rağmen, daha koyu renkteki kan kurumuş ve belli başlı izler bırakmıştı. Üstünün bu kadar kanla bezendiğini gördüğünde Luliq şaşırdı. Mary, dikiş attığında dahi hafif hafif kanayan kardeşi aklında canlandı ve durumunu tekrar düşündü. Ciddi bir kanama geçiriyor olmalıydı fakat bandajında artık tek bir kan bile yoktu. Kanaması öylece durmuştu. Mary'nin başarılı bir hizmetçi olması ve dikiş nakış işlerinde iyi olduğu gerekçesiyle, kardeşinin yarasını iyileştirebildiğini çıkardı. Fakat yine de doktor olmasa dahi bu kadar başarılı bir dikiş ve pansuman sonucu hiç kanamanın devam etmemesi onu şüphelendirdi. Fakat en azından üzerinde kanamaya dair daha fazla ıslaklık hissetmeyeceği için mutluydu. Seslerin onlara yaklaşmasıyla üzerine bakmayı bıraktı ve pelerinini tekrar örttü. "Ben... gitmekten vazgeçtim." Diğer çocuklar onu ikna etmiş ve Luna'yı yanlarında getirmişti. Diğer çocukların yaklaştığını gördüğünde Luliq pişman ve sorun çıkartmak istemeyen bir tavırla onlardan uzaklaşarak aralarına mesafe koydu. Birbirlerine sarıldılar. Mary, onun başını okşayarak her şeyin geçeceğini ve Gregory'nin iyi olduğundan emin olduğunu söyledi. Küçük tatlı yalanları fısıldamaya devam ederken eski evin arkasında kuru gürültü arttı. Kapı girişindekilerin dikkatinin buraya çekileceğini sanan Luliq, Mary'i uyaracaktı ama gelen giden olmayınca karışmamaya karar verdi. Yanlarından ayrılıp kale surunun dibine çöktü. Onları kendine düşman ettikten sonra aralarında olmaya hakkının olmadığını varsaydı. Daha az önce onlardan ayrılmayı düşünüyorken tekrar onlara katılmıştı. Girişe baktı. Onu aşkın silahlı asker görünümlü izbandut gibi adamları geçip de, tek başına çıkamayacağı belliydi. Silahtan kurtulmayı kesinlikle istemiyordu ancak onlarla çatışmasının imkanı dahi yoktu. Bu sırayı dağıtıp güvenli bir şekilde kaçmak için ne yapabileceğine dair aklında bazı fikirler oluşmaya başladı. Aralarından en belirginini dindiremediğindeyse, silahın içine çantasından bir misket alıp yerleştirmeye çalıştı. Fakat aynı zamanda Mary'nin bir planının olması için de dua etti çünkü vereceği fikirleri tehlikeli bulup kabul etmeyecekti, emindi. Ayrıca diğerlerinin güvenini de yitirdiğini biliyordu o yüzden söyleyeceklerini dinlemeyeceklerini düşündüğünden iç çekerek onlara baktı. Mary, ona silahtan kurtulmasını söylemişti fakat düşündüğü şeyin çılgınca olduğunu bile kabul ederek her şeyi şansa bırakmaya gönlü razı gelmese de sıranın bittiği karanlık kısma baktı. O çocuklar olmadan aklındakilerin çoğunu tek başına yapamayacağını varsayarak elindeki tek plana odaklandı. Uzayıp giden kuyrukta hala haydutlar insanları soymaya devam ediyordu. Silaha koymaya çalıştığı misket topu elinden kayıp yere düştü. *Bu çılgınca! Ama başka şansım var mı?* diye düşündü ve misketi üfleyerek tekrar tüfeğe takmaya çalıştı. Beş yaşından beri çocukların bile kullanabileceği içi boş barutlu silahları her güzün geldiği dönemin şenlik kutlamalarında sıkardı. Fakat ilk defa içini tamamıyla kendisinin doldurduğu bir silahı tutuyordu. Yüzüne esen, havadaki yanık odun ve kum tozlarıyla kendini yargıladı. Daha önce hiç hayatında şansa bir şeyi bırakmamaya çalışıp her şeyi sonuna kadar düşünmeye çalışmıştı. Bir çocuk gibi kaygısız değil, paranoyak bir hiperaktif gibi her şeyi hesaplar dururdu. Kontrolün elinde olmadığı bir senaryonun başarısız olacağını düşündüğünde ise titredi. Fakat hala silahı bırakmak istemiyordu. Ateşe ateşle karşılık vermesi gerektiğini biliyordu. Planının başarılı olması için sadece dua etti. Anne ve babası amcası tarafından yakaladığından bu yana yaklaşık iki saate yakın bir süre geçmişti. En azından kardeşi için yardım bulmasına gerek kalmadığını düşünerek sorunlardan birisinin çözüldüğü için rahatladı ve gergin omuzlarını gevşetti. Mary, kardeşinin yarasını sarmaladığında kanamanın durduğuna emindi ancak bandajı tekrar o açana kadar ellememesini söylediğinden açmaya cesaret edemedi. Yıllarca kraliyet ailesinin altında çalışmak ona belli başlı yetenekler kazandırmış olmalıydı. Mary hakkında daha fazla düşünmenin anlamsız olduğunu varsaydı. Sonunda tekrar kendi düşüncelerine ve zihnine döndü. En başından beri, hala içindeki sese ulaşmaya çalışsa da bir türlü başka sesler duyamadığı için tedirgindi. Kendince canlandırdığı farklı seslerin ona hitap eden tonla zerre alakası yoktu, sadece kendi kendine düşünüp duruyordu. En ihtiyacı olduğu anda yardım eden şeyin ne olduğunu ve tekrar bu gücü nasıl kullanabileceğini düşünmek içini sıkmakla yetindirdi. Belki de o yardım eden sesi bir daha duyamayacaktı, o büyüyü andıran güce nasıl ulaştığını da bilmiyordu. Bir şartı olmalıydı değil mi? Asırlardır ailesinin büyüye karşı olduğunu biliyordu, dünya tarihi dersinde bunu defalarca kere dinlemişti. Dedesinin getirdiği politikalarla askeriyede kralın en yakın muhafızları olarak eğitilmeye başlanan büyücüler hakkındaki önyargılar ülkenin aristokrasisinde halka rağmen küçük oranda da olsa kırılabilmişti. Fakat hiçbir kraliyet üyesinin gücü olduğunu şu vakte kadar duymadığından içindeki gücün ne olabileceğini düşündü. *Belki de büyüye yatkın olan bir atam gizlemeyi tercih etmiştir ya da gerçekten de yoktu ve ben bir anomaliyim?* diye düşündü. Neye yatkınlığı olup olmadığını bile bilmeden, toprak büyücüsünün yaptığı gibi eline bir tutam kum aldı ve onu elinde sıkmaya çalıştı. Fakat hiçbir şey olmadığını gördüğündeyse, sadece gücünün toprak hakimliği üzerine olmadığını varsaydı. *Ne demişti amcam bana?* Gecenin karmaşasında, belki de kendisi hakkındaki en önemli bilgiyi unuttuğu için sinirli bir yüz ifadesiyle zihnini yokladı. Hatırlayamadığını anlayınca pes etti. Fakat ne olduğunu öğrenmek için birilerini bulmaya kararlıydı. "Sonuçta o güce her zamankinden çok ihtiyacım var, hem de çok..." *Dayıma gittiğimde ona sorabilirim. O bilir.* Gece vakti ne yapıp edeceğini düşünürken, dayısının bir ya da iki günlük yolculuk kadar uzağında olduğunu hatırladı. Luliq'in annesine ve babasına her daim çok düşkün olan Marki Farrington, Dük'ün yaptıklarından haberdar değildi ve olsa ona karşı hareket edebilirdi. Bunca süre, ondan yardım istemediğini fark eden Luliq, içinden sadece bir keşke çekmekle yetindi. Uzaktaki insanların sesleri hala geliyorken kendi kendine bir kere daha yakındı. Dük'e en yakın ikinci mareşalin kralın önünde ona saygısızca davranması ve açık açık tüm aristokrasinin önünde üstün konuşması bile babasını şüphelendirmemişti. Dostu diye adlandırdığı kişilerin çoğu Dük'ün şaklabanları ve destekçisiydi ancak Luliq artık bunun da bir önemi olmadığını düşündü. Marki'ye ulaşırsa en azından bir şeyler yapabileceğine kendini inandırdı. Geç kalınsa da umudunu kaybetmemişti. "Kalk ayağa." Sırayı derin düşünceler içerisinde izlerken önüne birisinin geçmesiyle başını ona çevirdi. Gelen Luna'ydı, kendinden emin bir şekilde önünde kollarını birleştirmiş ona bakıyordu. Tek başınaydı, diğer çocuklar Mary ile konuşuyordu. *Özür dilersem hala planımı kabul edebilirler.* diye düşündü ve kendine çeki düzen verdi. Az önceki tavırlarını değiştirdi ve kendini mahçup gibi gösterdi. Şehrin duvarları içinde daha fazla düşman edinmesine gerek olmadığına karar verdi. *Özür dile, bağışlamasa bile bağışlanmayı dile, arkadaşının hala hayatta olabileceği yalanını söyle ve sonra da Mary'e planını anlatıp kaçabilmeyi garantile! Kabul etmezlerse... o zaman başka bir şey düşünürüm. "Ben..." Ayağa kalkarken konuşacaktı ki Luna onu konuşturmadı. "Sen haklıydın. Ne kadar iğrenç bir yalancı ve kokuşuk veledin teki olsan da haklıydın. Özür dilerim. Gregory'i kurtarmamın bir yolu yok. O kendi yolunu seçti. Ben de kendi yolumu seçeceğim." Söyleyeceklerini ağzına tıktığı için istemsizce şaşkınlığını saklayamadı. Sadece susarak dinlemeye devam etti. Gözlerinin içine baktığı halde kız ondan bakışlarını kaçındırıyordu. Az önceki hırçın canavarın yerinde sanki bir köpek yavrusu vardı. "Ne var? Doğruyu söylüyorum." İçindeki şüpheyi bir türlü dillendiremeyen Luliq etrafındaki çocuklara baktı. Mary ile konuştukları ve onlara bakmadıkları halde arada bir kaçamak bakış atıp kafalarını hızlıca çeviriyorlardı. Luna ona cevap vermeyen ve gösterdiği alçakgönüllülük karşısında dahi kapüşonunu indirmediğini görünce sinirlendi. Arkasındaki çocuklara baktığını gördüğünde önüne geçti. Mary'nin üzerlerindeki otoritelerini görünce diğerlerinin ağzından çıkacak her şeyi Mary'e ileteceğini düşündü. Diğerlerinin göremeyeceği bir şekilde ona yaklaştı. "Mary, bunları söylemeye mi zorladı?" Ona doğru yaklaştığında kaskatı kesilse de yüzüne doğrudan baktığı için sadece başıyla hafifçe onayladı ve dil çıkardı. *Zor durumda olsa bile inadından vazgeçmeyen işte tanıdığım o hırçın kız!* diye düşündü ve sözlerinde hiç ama hiç samimi olmadığını bildiğini ancak sorun etmediğini söyleyerek hafifçe güldü. Kışkırtmasına karşılık elini yumruk yaptığını gördüğünde bir adım geriye gitti. Luna, yumruk atmamak için kendini zor tutuyordu. *Ancak bir yerden başlamamız gerekir değil mi Luna?* "Az önce sana söylediklerim için özür dilerim. Beni affetmek zorunda değilsin." Tonunu ve davranışlarını değiştirince bir anda aklındaki imajında sarsılma olduğunu ve ona kuşkuyla baktığını görünce durdu. Luliq *Belki de kelimeleri yanlış seçtim?* diye düşündü çünkü yine de karşısındaki kızın öfkesi dinmemişti. Tek kaşını kaldırıp sanki arkasındakiler ne yaptığını anlamayacakmış gibi onlara döndü ve Mary'e bakıp el salladıktan sonra sonra kapüşonu indirmemekte ısrar eden çocuğa fısıldadı. "Amacın ne senin? Benden ne istiyorsun? Özür diledim ya, dahasını kurcalama!" Alçak tonda haykırsa da biraz daha rahat konuşuyordu. *Eğer her biriyle anlaşmak istiyorsam onlara bana güvenmeleri için bir sebep vermeliyim. Her birimizin ortak paydada buluştuğu bir sebep...* Ne yapabileceğini bir düşündü ve pelerininin ön kısmını açtı. Bir anda pelerine el attığını gören Luna birkaç adım geriye gitse de içini görünce yaklaştı. "Hayatta kalmak istiyorum." Karşısındaki çocuğun üzerinin baştan sona kan olduğunu gördüğünde eliyle ağzını kapattı. Kanlı kıyafetlerin içerisinde bağlı duran bohçaya ve kardeşine yakından bakmak için bir adim daha geldi. Birbirlerine bir anne ve babanın yeni doğmuş çocuklarını şefkatle benimseyecek kadar yakınlardı. İşaret parmağını uzattığında Karin de ona karşılık vererek eliyle parmağını kavradı. Yüzündeki duygular, az önce huzurla derin bir uykuya yatan bebek kadar berraktı. Bir anda tüm davranışları değişmişti. "Adı Karin. Birlikte bu gece çok şey atlattık." Luliq ona zarar vermeyeceğini bilse de içindeki tedirginlikten, parmağını çekmesi için bir adim geriye gitti. Bir an elini çekince sanki elinden oyuncağı alınmış gibi kendisine çıkışıp tatlı bir şekilde kızdı. Kardeşini ya da genel olarak çocukları çok düşünüyor olmalıydı ancak onu yanlışlıkla uyandıracağını söyleyerek Luliq'e söylendiğinde istemeden de olsa Luliq gece boyunca birilerinin onu umursadığından gülümsedi. Onda nasıl bir izlenim yarattığını bilmese de, bakışlarının değiştiğini anlamıştı. "Şehirden çıkmak için planım var ancak siz ve Mary olmadan bunu başaramam. Mary'e de anlatacağım ancak kabul etmezse tek umudum sen olabilirsin." Karşı çıkmasına izin bile vermeden planlarını açıklamak için hiç vakit kaybetmedi ve söze girdi. Kapının önündeki yağmacılara kafasını çevirmeden bakmasını söylediğinde Luna dikkatlice adamlara baktı. Pantolonunun içine sıkıştırdığı çakmaklı tüfeği gösterdi ve işin ona düşen kısmını anlattı. Başta onaylamayıp karşı çıkmaya çalışsa da bu yoldan başka bir fikri varsa dinleyeceğini söylediğinde Luna bunun kesinlikle başarısız olacağını söyledi ve kendisi başka bir şey düşüneceğini kendinden emin olmayan bir şekilde iletti. "Sana hala güvenmiyorum. Başarısız olursan başına neler geleceğini biliyorsun değil mi? Mary'nin bir planı vardır, ben ona güvenmeyi yeğlerim." Başına neler gelebileceğini de Mary'nin planı olabileceğini de tahmin etmesi zor değildi fakat kendini Mary'e tam anlamıyla güvenerek bırakmak istemeyen Luliq işi şansa bağlamamayı yeğledi. Ayrıca Mary'nin, haydutları gördüğünde bile rahat davranması tuhaftı. Sanki onları bir tehdit olarak görmüyordu. Geçmişini düşündüğünde kapıdakilerle bağlantısı olabileceği gerçeğini göz önüne alarak kendini sağlama almak zorunda olduğu kanısına vardı. "Yetimhaneden çıkmadan önce..." Luliq, Mary'nin omzundaki çantayı başıyla işaret etti. Kız, oraya kısa bir süreliğine baktı ve ona ne olduğunu sordu. "Mary o çantanın içerisine bir şeyler doldurdu mu?" Evet diyerek niye bunu merak ettiğini sorsa da bu bilgi bile ona yetmişti. Mary o çantayı fidye olarak kullanmayı düşünüyor olmalıydı. Fakat eğer düşündüğü gibi içi o dolaptaki değerli eşyalarla doluysa herkesin hayatı tehlikedeydi, haydutlar üzerlerini aramaya çalışacak ve neleri var neleri yoksa hayatları pahasına da olsa alacaktı. Ancak Mary onlarla bağlantılıysa bir sorun da çıkmayabilirdi. Bunu tam anlamıyla öğrenmeden hareket etmenin daha tehlikeli olduğunu bildiğinden ona sormaya karar verdi. Daha kötüsü eğer Mary onları tanımıyorsa, hepsini savunmasız görüp kaçırmaya çalışabilirlerdi. Kafasında bin bir türlü senaryo bir anda dönmeye başlayınca sadece ana geri döndü. "Bana güvenmek zorunda değilsin. Ve sonuçta hayatını tehlikeye atmayı teklif eden benim. Sadece işareti verdiğimde yapmanı istediğim şeyi yap." Sen bilirsin diyerek geçiştirdi. Her şey hazırdı. Geriye sadece Mary'nin planını öğrenmek kalıyordu. Ona göre tutumunu değiştireceğini söylediğinde Luna son kez vazgeçmesini söylese de kararlı çocuk kabul etmedi. Kız, Mary'nin yanına gitmek için yöneldiğinde önünü kesti. "Karin'i bana ver. Benimle daha güvende olur. Senden nefret etsem de ona bir şey olmasın." Hiç böyle bir teklif yapacağını düşünmeyen Luliq de onunla Mary'den daha güvende olacağını ve planı başarısız olursa en azından onu emanet edebileceği birisi olması için ona verdi. Mary zaten gereğinden fazla çocuğa bakmaya çalıştığı için kapasitesine yaklaşmış olmalıydı. Şimdiye kadar kontrolü bunca çocuğa nasıl hala söz geçirebiliyordu Luliq bunu tahmin bile edemiyordu. *Belki de çocuklar gerçekten de onun her sözüne güveniyor?* diye düşündü. O da az önce kalbini kırdığı kızın ona karşı değiştiğini gördüğünde ona güvenmeye karar verdi. Karin'i istemeden de olsa ona verdi. Üstündeki kraliyet amblem işlemesini bohçanın iç kısmına sakladığından onu görmeyeceğini biliyordu. Mary'nin ona yaptığı tembihlemenin aynısını Luna'ya da iletti. Diğer çocuklar, ikili bu kadar uzun süre ne konuştu merak etmiş olmalıydı ki onlara yaklaşanlardan cevap bekleyen bir tavırla etraflarına doluştu. Belli bir süredir Luliq'in dediğini kara kara düşünen Luna diğerlerinin etrafında kaçamak davranışlar sergilediğinde Luliq sadece iç çekti. Beceriksiz bir yalancıyı andıran Luna dikkati daha çok üzerlerine çektiğinden hiç yardımcı olmuyordu ama yine de ağzını, tıpkı onun istediği gibi açmadı. Tam bir şeyler söyleyecek gibi olduğunda ise Mary girişin tekrar hareketlendiğini işaret ederek geldi. Gitme vakti gelmişti. "Eldwin, Luna. Barıştınız mı çocuklar?" Luliq'e bakmadan sadece Luna'nın omzuna elini atmış ve istediği cevabı alınca da ellerini kavuşturarak şu andan itibaren kardeş olduklarını ve birbirinin arkasını desteklemelerinin gerektiğini söyledi. Luna'nın, Karin'i taşıdığını gördüğündeyse aralarında bir güven bağı olduğunu düşünüp neşelendi. Diğer çocuklara kapıdaki adamları gösterdi. "Kapıdan çıkmak kolay olmayacak ancak sıraya girin. Bugün Narabad'ı, evimizi, olaylar yatışana kadar terk ediyoruz. Sakin olun ben her şeyi halledeceğim." Mary sırtındaki çocuğun yanına bir bohça daha koydu. Arthur şapkasını çıkartıp alnındaki teri sildikten sonra George ile birlikte diğer çocukları organize ederek sıraya soktu. Luna ise yanında birkaç kız ile birlikte erkeklerin geride bıraktığı hafif şeyleri aldılar. Bulundukları evin arkasından çıkıp gözleri üzerine fazla çekmeden çamurlu yoldan geçip sıraya girdiler. Mary'nin rahat tavrı içini yiyip bitiren Luliq daha fazla dayanamayıp sordu. "Mary planın ne?" Çantasını işaret etti. Eliyle çantayı sıkıca tutarak ona döndü. *Lütfen Mary, en azından haydutlarla bağlantılı olduğunu söyle...* "Dolabın içinden aldığınla ödemeni yaparsın. Sana ödünç verdiğim, anlarsın ya. Kaçış biletimiz onlar. Yanıma birkaç şey aldığım için şanslıyız değil mi? Rahat ol ve bana güven. Silahı attın değil mi?" Bir kahkaha atarak kendinden emin bir şekilde sırada ilerlemek için bir adım attı. Luliq o anda dona kalmıştı. Arkasından onu takip eden bir adamın kendisini hafifçe itmesiyle kendine geldi. *Kendi planımı uygulamak için başka bir sebebim kalmadı. Kahretsin.* diye düşündü ve sırada ilerlemeye başladı. Mary gerçekten de ahmakça herkesi geçireceklerine inanıyordu. Burada yetişkin olanın o olduğu için istemsizce sinirlendi. Ömründe ikinci defa bir yetişkinin kararının etrafındaki herkesin sonunu getireceğine tanık olacağından emindi. Kararını tekrar düşünmesi için ona ısrar etti. "Onları tanıyor musun?" Luliq, bir umut fikrini değiştirebileceğini düşünerek sıra ilerlerken Mary'nin yanına geçti ve konuşmaya başladı. Silahlı adamları başıyla işaret ettiğinde soruya kaş kaldıran kadın, sıra ilerken bir şey demese de kolunu çekiştiren ısrarcı çocuğa döndü. "Hayır tanımıyorum. Bunu nereden çıkardın bilmiyorum ama birkaç değerli cevheri görünce üzerimizdeki her şeyi verdiğimizi sanacaklardır." Bir süre sessizce bekledikten sonra ekledi. "Umuyorum." Luliq ona katılmadığını ve planının başarısız olacağını belirterek kendi planını anlatacaktı ki Mary'nin kendinden emin tavrına sinirlenerek vazgeçti. "Az önce geçen kadının boynundaki bileziğin değerli olduğunu düşündüklerinden içeri çektiler. Kadına bir şey yaptıklarını sanmıyorum ama çıktığında üzerinde sadece çamaşırları vardı. Ardından gelen adam tekmeyi bastığında elinde onlarca bilezik vardı." Mary'nin bahsettiğinden zerre etkilenmediğini gördüğünde niye bu kadar özgüvenli olduğunu sordu. "Seni aramayacaklarını mı sanıyorsun?" "Sen rahat ol. Karşında kim olduğunu bilmiyorsun. Öğrendiğinde ise şaşıracaksın. Ancak şimdi olmaz. Sırayı geçelim her şeyi açıklarım." Daha fazla konuşmamasını söyleyip sustu. Genç kadının bu vurdum duymaz tavırlarının ardından sadece tek bir şey düşündü. *Keşke onun yerinde olup her şey hakkında bu kadar rahat düşünebilseydim!* Kulak misafiri olan Luna konuşmanın gidişatının Luliq'in tam da söylediği gibi şekillendiğini görünce zekasını takdir etti ve ona baktı. Söylediklerinin bir bir gerçekleşebileceğinin farkına varmış olmalıydı ki sessizce aralarından ayrılan Luliq'i izlemeye başladı. Hareketlerini takip etmek için o da arkalara geçerek onu görebileceği bir yerde beklemeye başladı. Kuyruktakiler telaşlı ve korkulu görünüyorlardı. Bazıları kaçarken yaralanmıştı, bazıları ağlıyordu, bazıları dua ediyordu. Aralarından homurdanıp önüne bakanların ve neyin sırasını beklediklerini anlamayanların sayısı ise çoktu. Sıranın oluştuğu yere yaklaşan silah seslerinden dolayı girişteki soygunculardan birkaç tanesi aldıklarını beklemeden at arabasına aceleyle dolduruyorlardı. 2 tane silahlı adam kapıda at arabalarından birisinin dolduğunu söyleyerek diğerlerini uyardı. 3 tanesi ikinci at arabasına geçti ve yükleme yapmakla meşgul olmaya devam etti. Geri kalanlardan Luliq'in gözlemleyebildiği 5 tanesi ise sıra etrafında dolanıp çoğunluğun üzerini taramayı bırakmaya karar vermiş vaziyette ellerindeki çuvallar ile değerli şeyleri almaya çalışıyordu. *Belki de her şey yolunda gider ve sıra bize gelmeden at arabaları dolar, kim bilir?* İçten içe umsa da sıra onlara yaklaştığında riske atmaya gerek olmadığını düşündü. Bir simsara tüm o malzemeleri bozdursalar, beş bin kişilik orduyu bir ay doyuracak değerde işlenmiş maden ve işçilik ürünü vardı. Gözden çıkarmak onun zekasına hakaret olurdu. Fakat o arabalar dolsa bile, Mary'nin çantasını zorla almamak ve ateş etmemek için bir sebepleri yoktu. Çantayı gözleri önünde açtığında her şey bitecekti. *Planı uygulamaktan başka şansım yok.* Kendini son kez avuttu. Sıradan ayrılmadan önce Luna'ya baktı ve kafasını hafifçe salladı. Onu onaylamadığını belli edercesine o da son kez tersine kafasını salladı. Uyarısını dikkate almayan çocuk kesin bir tavırla sıranın en arkasından iki küçük ela göz onu takip etmeye devam ederken ayrıldı. Birden sıranın orta sonlarında itiş kakışların başlamasıyla durdu. Ne konuştuklarını anlamakta olduğu yerden zorlanıyordu fakat olaylar büyümeye başladığında aniden on-on beş kişinin karıştığı bir sözlü tartışmaya dönüştüğünü anlamıştı. "Paramı çaldı!" Duyabildiği tek şey yüzünde istemsizce bir tebessüm oluşturmuştu. İstemediği bir sonuç olmayacağını bildiği bir karmaşa, doğal bir şekilde oluşmuştu. Şartlar daha harika olamazdı. Mary ve etrafındaki çocuklar olaylara bakarken, Luna ona bakmaya devam ediyordu. *Güzel.* İçten içe mutluluk naraları atarak hızlıca ana yoldan bu sefer yolun karşı tarafına geçti. İki evin arkasında konuşlandı ve olaylar daha da büyüyecek mi diye beklemeye başladı. *İnanılır gibi değil, bugün her şeyin kötü gitmesine rağmen sonunda belli başlı iyi şeyler de olabiliyormuş. Uzunca beklememe gerek kalmayacak.* Çantasından çıkarttığı kağıttaki barutu dişiyle açtıktan sonra tüfeğe yerleştirerek, misket topunu koydu. İki eli silahın boyunu aşan kabzasını tutarken terlese de pür dikkat olayların büyümesini seyretti. Silahlı adamlar sorun çıkaranların yanına geldiğindeyse harekete geçmenin vakti gelmişti. Şu an için tek atış şansı vardı. İçine tekrar top yerleştirme ve ateş etmek için bekleyemeyeceğinden emindi. Karşısındaki evin camına tek gözünü kapayarak nişan aldı. Vurabileceğinden emin değildi, eli titriyordu ama başaracağına inancı tamdı. PAT! Herkes yüksek bir gürültüyle patlayan tüfeğin sesinin geldiği yöne doğru baktı. Kırılan camın yarattığı patırtı ise bazı kadınların bağırmalarına sebep olmuştu. Birden tartışmalar ve gürültü kesilmiş, büyük bir sessizlik olmuştu. Gözleri kalabalıkta Luna'yı aradı. *Hadi Luna! Lütfen yalvarıyorum!* "Askerler geliyor! Askerler geliyor!" Luna avazı çıktığı kadar bağırdı. Birden az önce tartışanların çoğu, askerlerin geldiğini duymalarıyla dikkatleri dağılan iki silahlı adamın üzerine atladı. Hazırlıksız yakalanan iki adam daha namluyu bile doğrultamadan kolayca etkisiz hale getirilince sıradan iki kişi tüfekleri kapıp koştu. Önlerindekiler duysun diye askerlerin geldiğini bağırmaya başlayan erkekler ellerine ne geçtiyse yakınlarındaki haydutlara fırlatmaya başladı. Kadınların çoğu, çocuklarını alıp sıradan kaçmaya çalışırken Mary de çocukları sırtlanıp onlara katılarak panik halinde uzaklaşmaya çalışıyordu. Çok az bir barutunun kaldığını anlayan Luliq, son misket topunu elinde sıkıca tutarak diğer eve doğru geçmeye karar verdi. "Askerler ileri!" diye yüksek sesle bağırdı ve daha da panik havası oluşturmaya çalıştı. İşe yaramıştı, sıradakiler eline kaptıklarıyla ellerinde pala ve tüfek olan beş adama doğru yürüdüler. Fakat beş adamın arasındaki iki tüfekli ateş etmesine rağmen bir kişiyi bile vuramadı. Sayıca üstün olan halk, adamları çember gibi sardığında aralarından azami kayıpla onları da etkisiz hale getirdi. Olduğu yerden, çatışmanın ortasında olanları görememeye başlayınca, kumla kaplı taş yoldaki kumları tekmeledikten sonra oluşan küçük toz bulutundan yararlanarak karşıya geçti. Karşı evde karışıklıktan yararlanarak yeniden barutu doldurup silahın namlusunu temizlemeyebileceğini varsayarak hemen işe koyuldu. Olan bitene bakamıyordu fakat ayak sesleri ve karmaşa dinmediği için en azından hala yapabileceği bir şeyler olmalıydı diye düşündü. Tekrar ateş açmaya hazırlanmak için olduğu yerde pozisyon aldı. Bir anda sıranın önünden gelen bir el ateşle gediğin girişine kafasını çevirdi. Halk önden kaçmaya çalıştığı için haydutlar ateş açmıştı ve bir kişi yere düşmüştü fakat üzerlerine gelen onlarca kişiyi durduramayacağını anlayan adamlar dar gedikten at arabalarına yöneldi. Kapıdan kaçmak için çıkan adamlardan bazıları etrafa dağılırken bazıları da atlıların düzgün ateş edememelerinden dolayı üzerine atladı. Karmaşa içerisinde derin bir nefes alan Luliq kazandığı kumarın yarattığı rahatlık hissiyle hava almak için kapüşonunu indirdi. "Yapabileceğimi yaptım." Yüzünde küçük bir tebessümle tüfeğe kafasını duvara sırtını yaslayıp oturduğunda Luna önceden bahsettiği gibi diğerlerini yanına getirdi. Kahkaha atarak ona baktı. "Sen delisin. İnanamıyorum. Başardın!" Luliq'e sarılıp yüzüne baktı. Heyecanı hareketlerinden okunuyordu. Kafasına hafifçe bir yumruk atıp George ve Arthur'un yanına gitti. Olayın ana kahramanı nidasıyla konuşmaya başladı. Mary elindeki tüfeği gördüğünde yüzü sarılık geçiren bir adam kadar bembeyazdı. Neler döndüğünü Luna'nın sözlerinden sonra anlaması uzun sürmedi. Luliq, ona güveneceğini söyledikten sonra böyle bir şey yapmaya kalkıştığı için yüzüne bakmaya çekiniyordu. Ancak artık bir önemi yoktu. Ayağa kalkıp tüfeği sırtlandı. "Şehirden çıkalım. Şans bu şans." Luna, Mary'nin kolundan tutup onu çekiştirdi bir süre sonra ise çocukları eliyle tutarak koşmaya başladı. Mary'nin gururu kırılmış gibiydi, bakışları hem öfke hem de korkuyla doluydu. Ara sokaklardan az önce kaçışan anne ve çocuklar olayların yatıştığını görünce ana yola geldi ve göz yaşlarıyla az önce yere düşen eş, çocuk ya da kardeşine baktı. Sevdiğiyle buluştu, ya da kardeşine mutluluk göz yaşlarıyla sarıldı. Bazıları ayrılamayan at arabalarına yağmalamaya ya da eşyalarını geri almaya gitti. Bu manzara içini burksa da bir şey demeyip kafasını dik tuttu ve yürümeye devam etti. Luna kahkaha atıp diğerlerine olan biteni en öne geçmiş, pervasızca anlatıp duruyordu. Sanki sandalda kanlı bıçaklı değillermiş gibi bir anda her şeyi unutmuştu. Bu halini görmek, yere düşenlerin başında ağıt yakanların manzarasını unutmasını çabucak sağladı. *Her şeyi Mary, Karin, o çocuklar ve kendin için yaptın Luliq. Hayattasın ve önemli olan bu* *Sen doğru olanı yaptın.* Birden sonunda dumanı tüten evden bir elinde tüfekle bir adam belirdi. Luna hala neşeli bir şekilde önüne bakmadan arkasına dönüp olan biteni anlatıyordu. O adamı içeriden birileri çıktığında kapı açılıp içerisini gözlemleme şansı olduğunda bile görmemişti. Bu kadar gür sakallı birisini görseydi elbette hatırlardı. İlk başta on kişi saymasına rağmen içeriden hiç çıkmamış birisi, on birinci kişi mi vardı? Daha fazla düşünmeden sırtından tüfeğe davrandığı gibi herkesin önünde nasıl bittiğini bilemeden en öne geçti. "Luna arkamda dur!" "Lanet olsun ne oluyor lan?" Etrafına bakındı, dostlarının düştüğünü gördüğünde elinde tek tüfek olan kişi en yakınlarda küçük bir çocuk olduğunu görünce ona baktı. Hıncını ondan çıkartırcasına tüfeğini doğrulttu ve gözünü karartarak ateş etti. Hiç beklemeden beynini tamamıyla kapatan Luliq adamın doğru düzgün nişan almasına izin vermeden ateş etti. Fakat iki el ateş sesi duyuldu. Önünde barutun yarattığı toz bulutu dağıldığında adamın göğsündeki büyük boşluk ortaya çıktı. Kısa bir süre sonra da adam yere çöktü. Luna, Mary ve diğer çocuklar çığlık attığı için onlara bir şey olduğunu sanan Luliq, hızla arkasına döndüğünde ayağını yere niyeyse düzgün basamadığını fark etti. Tüfeği tuttuğu sol elini hareket ettiremediğini de anlayınca kolunun olduğu yere baktı. Pelerinin bir kısmı kopmuştu ve tüfeğe doğru pelerinin altından akan kan gözüküyordu, sıcaktı. Tüfeği daha fazla tutamadı. "Ah." Ağzından başka bir şey çıkmadı. Luna ve Mary'nin farklı isimlerle ona uzaktan seslenmelerini duyduğunda ise en son gördüğü şey yerdeki tüfek ve az önce kanının pelerinden üzerine aktığı bir tutam kum parçasıydı. |
0% |