@neverbeganthobeit
|
Son kez çırpınışlarını gerçekleştiren bir çift göz, gökyüzüne uçmaya kalkışırken üzerine inen kılıç ile tekrar yere düşüyor. Kanadının teki kopmuş yürümeye çalışırken ayağının tekinin de kesildiğini fark etmeden yere basmaya çalışınca düşüyor, çaresiz bir şekilde önüne bakarak ölümünün son anlarına yaklaştığı vakti bekliyor. "İşe yaramaz, beş para etmezler sürüsü!" Karga, insanların sözlerini anlamasa da duyduğu derin uğultu ve karmaşık sesler zihninin son anlarını doldururken, hırıltıları değişmeye başladı. Çırpınan tek kanadı bir daha yerden kalkamayacağını ve orada öleceğini ona bildiriyor. Etrafındaki diğer tüm hayvanlar gibi kendisi de son kederli hırıltılarını çıkartmaya başlıyor. Aydınlık gecenin kararmaya başladığı anda gördüğü silüet, son boğuk bir ses ile asla anlayamacağı bir şeyler diyor. Kendi bilinci kapanırken, sönmeye başlayan gözlerinin birkaç adım ötesindeki insanlar, arkalarında beliren silüeti görmemelerine rağmen afallayarak etrafındaki tüm ölü hayvanların böğürtüsü kesilince birbirlerine bakıyor. "Bu gece daha da ürpertici olmasa mı artık?" Fakat karganın kapanan bilinci ve bir sis bulutu gibi ortamdan ayrılmaya başlamış az önce koşturan çocuğun arkasından onu takip etmeye giden silüet bir anda duruyor. 'Oh. Demek gücünü çoktan kullanmaya başladın.' Ağaçların dallarının ve yapraklarının sallanmasına karışan kıkırtısıyla süzülüp yok oluyor. Karga hiç bilincini kaybetmemiş gibi bir anda gözlerini hafifçe tekrar aralıyor, fakat artık insanların ne konuştuklarını anlayabilecek bir beyin, içinde olduğu inanılmaz acı ve yorgunluk sanki kendisininmiş gibi hissedebilecek duygular, ve etrafındaki kıyımın artıklarının yarattığı kokudan bir leş yiyicinin aksine içindekileri kusacak bir benlik ile. "Kraliyet ailesinden kimsenin büyü gücü yok. O nasıl bu... şeyleri çağırdı." Adam inanılmaz bir kuvvetle önündeki kargayı tekmeler. Öfkesini kontrol edemediği gibi önündeki toprağı eşelemeye başlıyor. Vücudunda kalan son kanların da akıp gitmesine sebep olan bu tekmeyle bu sefer karganın bir çift gözü etrafındaki 4 adama yöneliyor. Az önce içinde beliren ölümün eşiğindeki hayatta kalmak için çabalamasından doğan son isteklerinin aksine önüne düştüğü adamın asla anlamayacağı inanılmaz bir öfke ve nefretle gözlerini kısıyor. İçinde olduğu durumu anlıyor. Konuşmaya çalışıyor. "Gawk Gawk!" Tüm ölen hayvanların aksine çıkardığı sesin dikkatleri üzerine çekmesine sebep oluyor. Yerden onu eline alan tüylü şapkalı adam lafa giriyor. "Bir Sezgidoğan. Eğer benim oğlum olsaydı, bu ülkeyi gerçekten değiştirebilecek kişi o olabilirdi. Ama hayat çok gaddar. Belki de bir gün yaptıklarımı gerçekten anlar." Karganın gagasını tek hamlede kıran adam acıyla kıvrandığını görünce öleceğini varsayarak onu yere fırlattı. Eline bulaşan kanı ona söylenen adamın üzerine sildi. Karga, onu asla affetmeyeceğini söyleyerek bir hayvanın aksine göz yaşları dökmeye başladı. Ağzından bozuk hırıltılar çıkarken sinir ve öfkeden sesini kısarak çırpındı. "Lanet çocuk gerçekten de öyle..." Sesini alçalttı ve etrafına baktı. Lafını etmekten bile korktuğu varlığın dikkatini çekmek istemiyordu. "O şey ise onun ardından hemen gitmemiz gerekiyor. Estafaryalıların nasıl olduğunu biliyorsun Pelez. Yeni bir engizisyon bahanesiyle savaşla da uğraşmak zorunda kalmak şu anda en son uğraşmamız gereken şey olmalı." Şapkasının tüyünü kıran Pelez büyük bir alevle beliren kuşa döndü. Fakat huysuz ve bir o kadar da sinirleri herkesin kendisine çıkışmaya başlamaktan dolayı oynayan adama itaat etmeyen kuş sanki yerde kocaman bir leopar görmüş gibi acı bir çığlık atarak havalandı. 'Lanet kuş geri dön!' Efendisini dinlemeye çalışan fakat yaşadığı büyük dehşetten dolayı da ona yaklaşamasa da sonunda tekrar onun omzuna kondu. Efsanelerde var olan bir kuşun bile neden bu kadar korktuğunu anlayamayan hepsi Dük'e baktı. Huzursuz ve sessiz bakışların eşliğinde adam, elindeki pelerini kuşun üzerine fırlatıp anında harladıktan sonra alev almasına sebep oldu. "Bul onu. Sönmeyen alevinle hem onu hem de Karin'i tanınmayacak bir hale getir..." Alevle kaplı vücudu sahibine zarar vermeyen kuş kendisine verilen emri tam dinlemeden tekrar havalanmasına izin verildiğini hissettiği için ortalıktan bir anda kıvılcım gibi yok oldu. "Bu durumun ne kadar baş belası olabileceğinin farkındayım. Ancak şimdilik yapabileceğimin en iyisi bu. Dünya üzerindeki en iyi iz sürücü köpeklerden bile daha başarılı olacaktır." Kurmay yüzbaşının içinin rahatladığını görünce hala arkada inim inim inleyen adamı en başından beri görmezden gelerek konuşmasına devam etti. "Bir şey yapabilecek durumda da değil zaten. Muhtemelen sehirden bile cikamayacaktir. Şu an ayrıca daha önemli şeyler var. Bu iki haini anlaştığımız gibi Kumbatan kalesine geri götüreceğiz. Ben kalenin önünde belirip emrimdeki askerlerle kaleyi basacağım. Halk, gözünün önünde onları yakalayanın ben olduğumu anladiginda isyanin ilk aşamasını tamamlamış olacağız." Adam diğerlerine kesin emirler verdikten sonra kivranmakta olan ve tüm konuşması boyunca bağıran herifin yanina gitti. Eliyle sol gözünü tutan adamin kolunu çektiği gibi oyarak üzerinde parçalar olan gözü eline aldı. Öncesine kıyasla daha da büyük ciglik atan adamin yanindaki diğer ucluden birisi adamın ağzına bez sardı. Gozu elinde tutan tuylu sapkali adam ise, ağzı bağlı herifin yüzüne cebinden çıkarttığı cam şişenin içinden bir sıvıyı döktü. Adamın bağırması kesildi. "Mareşal! Kendinize gelin. Her şey yeni başlıyor. Ben bu ülke için abimi ve sevdiğim kadını veriyorum." Elindeki göze baktı. Ve rahatlamış adamın avcunu açıp eline tikistirdi. "Bir göz de senden olsun, kadim dostum." Mareşal diğerlerinin sıkı sıkıya tutmasına gerek kalmadan ayağa kalkabilecek güce erişmişti. Gozunu kaplayan kanama durmus ve yara ise yerini buyuk boş bir goz yuvasina bırakmıştı. Agzındaki bezi açtı. Bir şey demeden sadece küfür ederek adama baktı. "O çocuğun derisini canlı canlı yuzmezsem..." Her şeyin sırası var diyerek gecistirdi. Ayağı yerdeki vucuda takılınca kafasını yere çevirip bir küfür daha salladi. "Philip ne olacak?" Hepsi yerdeki ölü bir cesede baktı. "Büyüyü andirabilecek her şey ile birlikte yakin gitsin." Hepsi başını sallayarak ellerini sıvadılar. Fakat ağır iş yapmaktan ve kendini soylu görmekten memnun olan eski asker lafa girdi. "Buradaki her şeyi Fenix ile yakman daha mantıklı olmaz mıydı Pelez?" Diğer askerler ve elini asla kirtletmekten korkmayan Dük çoktan işe koyulmuştu, her türlü hayvan cesedini bir alanda toplamaya başlamışlardı. Mareşal yerdeki gaz lambasını alarak Pelez'e baktı.Duyduğu kahkaha her ne kadar sinirini bozsa da bozuntuya vermedi. "Aslında haklısın, asla sönmeye bir alevi, büyü gücü olmayan birisinin ömründen feda ederek kullanabildiği bir büyüyü, normal yolla yapabileceği bir şeyi yaparak ortadan kaldırması oldukça mantıklı olurdu." Mareşal ona hak vererek gülmesine eşlik etti. Dostunun bu uğurda aldığı riske hak vererek elindeki gaz lambasının kapağını açtı. "Bugün, burada kimse Sezgidogan ya da büyüsüne dair bir şey görmedi. Herkesin buna Şovalye yemini etmesini istiyorum." Hızlıca teker teker yemin ederek Philip'e son dualarını edip cesedi andıran vücudun basindan ayrıldılar. "Marki'nin durumu ne oldu?" Mareşal omuz silkti. "Kolayca ortadan kaldırılacaktır. Tahminen ertesi gün Felke ormanında Markez hanımefendisinin gönderdiği suikastçiler o çok sevdiği ve zarar gelmesini istemediği ormanlara gömerler." Pelez kraliyet ailesinin simgesi olan kılıcı alıp kınına soktu. Gönderilen adamlarına güvendiğini söyleyen mareşal daha fazla bir şey demeyerek yerdeki kesik eli alıp sanki kuyruğundan yakaladığı bir fareyi inceliyormuş gibi inceledi. Toprağı hepsi ayağıyla eşeledi ve sanki hiçbir şey olmamış gibi kara toprak eski olduğu haline döndü. "Güzel." Dört adam hızlıca yerdeki iki bedeni sürükleyerek kanalizasyon gecidine ilerledi. Mareşal ve Pelez giderken ellerindeki gaz lambasını yere koydu. Bir adet kibriti çaktı ve tüm cesetlerin toplandığı yere fırlattı. Diri diri yanmanın nasıl olduğunu ilk defa anlayan kuş vücudunda hiç kan olmadığı halde nasıl yandığını anlamlandıramadığı gibi alevler etrafını sardıkça hislerinin kaybolmaya başladığını fark etti. Sanki ikinci defa ölüyormuş gibi hissedince son kez adamlara baktı. Çoktan kaybolup giderlerken içinden geçirdi. "Her birinizin öldüğünden emin olana kadar asla ölmeyeceğim." Ruhunu ince bir iple çekmişler gibi karganın bedeninden ayrıldı. Kendisini onu asırlardır bekliyormuş gibi duran devasa bir kuzgunun önünde buldu. Kuzgun ona dikkat etmeden karanlık ortamda önündeki cesetlere bakıyordu. "İntikam oldukça kuvvetli bir his küçük Luliq." Bir insan olmamasına rağmen konuştuğu her kelimeyi anlamıştı. Luliq yanına geldi. Önünde onlarca cansız hayvan bedeni bulunuyordu. "Bir hayat için ona eş değer hayatlarla ödeme yaparsın. Hayatını kurtarmam için onlardan vazgeçtim." Bir anda kuzgun yanından kayboldu. Karanlık ortam aydınlanarak ruhunun derinliklerine her zaman hissettiği ve ayakkabılarına giren kumun kuru havasından süzülen yel doldu. Sanki aniden önünden koca bir kule yıkılmış gibi güneşsiz bir aydınlık belirdi. Etrafına bakındı. Önünde hayvanlar,insanlar, anlamlandıramadığı fakat bir zamanlar bir vücuda ait olduğunu sandığı ceset parçaları, bitkiler, ağaçlar, mühimmatlar ve silahlar, gülleler ve barut kokusu kısacası büyük bir savaş alanını andıran her türlü etmen ortalığa saçılmıştı ve uçsuz bucaksız gibi görünen çölün sıcağından oluşan serap ise ufuğu görmesinen engel oluyordu. Yanında bir kuzgunun bir insanı andırmayan sesinin aksine bu sefer hırlayarak konuşan bir sırtlan belirdi. Arkasından onun emrine tabiymiş gibi onlarca hayvan, insan ve doğal olmayan her türlü etmenin birleşmesiyle oluşan eskilerin efsanelerinde bile betimleyemeyecekleri kadar anlamlandırılamayan varlıklar belirdi. İlk gördükleri cesetleri parçalamaya başladılar. "Ailene bunu reva görenler, önünde eğilecek. Düşmanların ise gözlerinin önünde... cezalarını çekecek." Luliq gözlerini kapatarak kafasını çevirdi. Etrafındaki sırtlan sanki onu takip eden bir sis bulutuymuş gibi önüne geçti. "Ben... bunları istemiyorum. Hayatta kalmak istiyorum." Sırtlan, alçak bir hayvanı andırmayan asil bir hırıltıyla kıkırdadı. "Gözlerini aç prens." İnanılmaz bir baskıyla kendisine emredildiğini anlayan Luliq sanki kendi vücudunun kontrolünü kaybetmiş gibi kendisine söyleneni yaptı. "Aptal çocuk. Seni şu anki halinle bile kontrol edebilirim." Luliq olduğu yerde donakaldı. Tuhaf bir şekilde ona karşı hiçbir korku beslemiyordu. Kurnaz bir hayvan gibi söylediklerinde boşluklar olduğunu sezdi. Hareketlerini rahatlattı ve önündeki sırtlana gözlerini dikti. Sırtlan blöfünü yemeyen çocuğun umduğu kadar aptal olmadığını anlamıştı. Ancak kastettiğini de tam anlamıyla anlamadığını biliyordu. "Eğer gücünü kontrol etmeyi öğrenmezsen..." Etrafındaki cesetler teker teker tanıdığı insanların suretleriyle kaplandı. "Senden nefret ediyorum. Keşke hiç doğmasaydın!" Annesinin sözleri kulağını bir bıçak gibi kestiğinde Luliq içinde inanılmaz bir keder hissetti. "Ölmemize izin verdiğine inanamıyorum. Hiçbir işe yaramaz velet! Seni şimdi neden dinlemedim anlıyor musun? Hayatının sonuna kadar böyle güçsüz kalmaya devam edersen kimseyi kurtaramayacaksın." Önlerinde beliren kızgın halk son kez laflarını eden kral ve kraliçeyi astıktan sonra tüm şehirde sürükledi. Fakat kral ve kraliçe ölmek yerine sadece Luliq'e lanetler okumaya devam etti. Tüm yolculuğa maruz kalan Luliq daha fazla dayanamayarak yere çöktü. Göz yaşlarını tutamadı ve ağlamaya başladı. Seneler geçti, birçok süren işkencenin ardından yaşlanmaya başladı.İçinde kapatıldığı hapishanede açlıktan dolayı vefat ettiğindeyse son lafları "Özür dilerim" oldu. Ancak oyuncağını tam anlamıyla kıramadığını anlayan sırtlan dişlerini bileyerek yerde fetal pozisyonda duran çocuğa tekrar döndü. "Ailen, Luliq boşuna ölecekler. Bunu mu istiyorsun gerçekten? Vasalımın zeki birisi olduğunu sanardım. Fakat sadece bir çocukmuş." Kıs kıs güldü. " "Eldwin? Neden ağlıyorsun?" Yanağına akan yaşları silmeye çalışan çocuk kendisine seslenilmediğini söyleyemezdi. Ancak kafasını kaldırdığında Luna'nın kahküllü ve dağınık turuncu saçlarını gördü. "Ah! Karin ve biz hala güvendeyiz." Karin'i sakladığı bohçadan çıkartan Luna ona kardeşini gösterdi. Kendine umudu yerine gelen Luliq eliyle kardeşine uzanacağı sırada Luna'nın ani hareketiyle duraksadı. "Kraliyet ailesinin son iki varisi olduğunuzu bilmiyordum. Gregory sizden hep nefret ederdi." Arkasından çıkarttığı hançeri aniden Karin'in göğsüne sapladı. İnanılmaz bir acı çığlık atan çocuğun bohçası kızıla büründü. Üzerine akan kan sonrasında ise Luliq'in yüzüne sanki birer yaş tanesini andırırmış gibi şıp şıp damlamaya başladı. "Kral ve ailesine ölüm!" Sapladığı hançer ile ölmeye başladığını hisseden Luliq üzerinde dolaşan sırtlanı görüşü buğulaşırken tekrar gördü. Fakat görüşü öldüğü için kararmıyordu, aralarında seneler sonra anlık güven olan birisinin güvenini kaybettiği için yaşadığı şoktan dolayı hareketsizleşmeye başlamıştı. "Güvenebileceğin birileri yok, Luliq. Bu hayatta sadece güçlü ayakta kalır. Ve sen güçsüzsün. Hayatta kalmak istiyorsan..." Sırtlanın üzerine sinen tek kanatlı ve sanki bir asır önceymiş gibi hissettiği geçen zamandan sonra gelen karga ona baktı. "Gücünün neler yapabileceğinin sadece küçük bir kısmını gördün. Değersiz bir hayvanın gözünden. Kendini reddetme. Dünya bizim için bir oyun sahası. Eğer önümüzde kimse eğilmeyecekse..." Sırtlan Luna'nın üzerine atlayıp onu parçaladı. Dişlerinden akan kan ve et ile ona son kez baktı. "... Ben de dünyaya savaş açarım." "Hayır. Hayır. HAYIR!" Yüksek bir haykırmayla sırtlanın üzerine atlayan Luliq sırtlanın ağzını doğrudan tutarak yarmaya çalıştı. Önünde beliren canavarlar sinirine ve öfkesine sanki bir sele kapılmış gibi kapılarak sırtlanın derisini, ayaklarını, yüzünü, organlarını parçalamaya başladı. Sırtlanın ise yüzünde sadece sinsi bir gülümseme vardı. Ses telleri parçalanmadan önce sırtlan son kez ona seslendi. "Gücümü kullanmaktan çekinme vasa,l benliğimin bir parçası artık seninle." Tamamıyla parçalanan sırtlan hareket etmeyi bıraktı. "Ailemden ve benden uzak dur, seni şeytan!" Farkında olmadan çoktan güçlerini benliğine itaat ettiren Luliq bir anda tekrar kendisini koyu bir karanlıkta buldu. Fakat karanlık ve uçsuz bucaksız Narduk çöllerini andıran kumul tepenin üzerindeki tek bir kuzgun onu bir çift koyu kırmızı gözlerle izlemeye devam etti. Aralarındaki mesafeyi asla aşamayacağını anlayan Luliq ona kim olduğunu sorsa da cevap alamayınca beklemekten vazgeçti ve arkasını dönerek sanki en başından beri oradaymış gibi duran kapıya yöneldi. Sanki hiç vakit geçmemiş gibi hissetmesine rağmen yaşadığı bir ömre bedel acı tecrübeyi kalbine ve zihnine kazıyarak nereye açıldığını bilmediği kapıdan hiç olmadığı kadar derin bir kendine inanç ve kararlı bir tavırla geçmek için ilk adımı attı. *Sessizlik. Hiçbir şey duyamıyorum. Çok boğucu, zifiri bir karanlık. Hiçbir şey göremiyorum. Bağırıyorum fakat ağzımdan sesler çıkıyor mu? Ayakta mıyım yoksa emekliyor muyum? Yürüyorum fakat elimi bile göremiyorum. Uyanık mıyım? Bilmiyorum. Ne kadar süredir bu haldeyim? Bilmiyorum.* *Birden önümden ya da yanımdan belki de arkamdan gelen bir kıkırdama. Kim var orada diyor muyum? Emin değilim.* "Sizlere, tanrıların bile korktuğu güce erişmenin bir yolunu buldum!" Etrafında yüzlerce insanın içinde kendini bulan Luliq durumu anlamaya bile çalışmıyor. Önündeki panteonun merdivenlerinde duran adam elinde mızrak ve kalkan olan adamlara bağırıyor. "Yaşa Kızıl Kral, Kralların Kralı, nehrin baş düşmanı, tabiatın yer yüzündeki efendisi!" Luliq daha önce hiç duymadığı bu ismi merak etmiyor. Vücuduna büründüğü benlik inanılmaz bir itaat ile liderine bağlı olduğu için düşüncelerini bile kontrol edebiliyor. Sadece gözlemci konumunda olduğunu bildiğinden benliğini adamda panik yaratmamak için saklıyor. Herkes bir ağızdan mızrakları havaya kaldırıp bağırıyor ve bronz işleme kalkanlarına vuruyor. Kafasındaki miğferden dolayı sesleri boğuk olarak duysa da senkronize onayın yarattığı uzunlamasına naralar, saçları yüzüne esen meltemle sallanan adamın elini kaldırmasıyla verdiği işaret sonrası bir anda kesiliyor. Ortamın sessizliğinden ne konuştuğu anlaşılacağına inanan adam elini indiriyor. "Bugünden itibaren düşmanlarım önümde diz çökecek, siz halkım ise sadakatinizle nehrin zirvesindeki güce ilk erişecek insanlar olacaksınız." Gerçek bir liderin emrindekileri nasıl coşturduğunu gözlemleyen Luliq vücudunda hissettiği inanılmaz adrenalin patlamasını kontrol bile edemeyip bağırmaya başlıyor. Sözleri kalabalığın içinde kaybolup gidiyor. Fakat aynı şekilde etrafındaki kalabalık da bir anda kayboluyor. İnanılmaz derecede yüksek kalibrede öten savaş borazanlarının ve naraların yerini tekrar zifiri karanlık bıraktığında Luliq sadece önünde az önce konuşmanın yapıldığı panteonu görüyor. Adım atarak kudretli mermer sütunlarla dimdik tepenin üstünde duran mekana doğru ilerliyor. Bir zamanlar merdivenlerinde büyük tartışmalar döndüren filozoflar, din adamları, liderler ve serflerin görüntüleri gözünde canlanıyor. Fakat her merdiveni tırmandığında sanki hiçbir gelişme kaydetmiyormuş gibi hissetmeye başlıyor. Fakat üzerine düşen kar taneleri ve kaygan merdivenler fikrini değiştiriyor. Gökyüzü kararıyor yağmur yağıyor, güneş açıyor ve sıcak bir buhran etrafını sarıyor. Hala panteonun büyük yapısı sanki hiçbir zaman geçmemiş gibi hissettiriyor ancak etrafından geçip giden güneş, mevsimler ve zaman süre algısını da tamamıyla değiştiriyor. O kadar uzun zaman geçiyor ki en nihayetinde güneş doğmayı bırakıyor. Ve sadece kutup yıldızı ve uçsuz bucaksız uzaydaki yıldızların parıltısı kalıyor. Fakat güvendiği yıldızlar da teker teker sönüyor ve ona yol göstermeyi bırakıyor. İlk başta karanlıkta duyuları köreliyor fakat yine bir o kadar vakit geçince sanki tekrar yeni bir benlik edinmiş gibi beş duyusu da kuvvetleniyor. Ancak gözleri karanlığa asla alışamıyor, önündeki merdivenler zamanın alaşımına yenik düşüyor ve sadece çamur ve toprak kalıyor. Toprak yol göstericisi olan adam kendi benliğini bile unuttuğu için kim olduğunu hatırlayamayacak kadar yaşlandığını hissetse de bu süre içerisinde kendi düşünceleri köreldiği için hiçbir şey düşünememeye başlıyor. Bir zamanlar yolculuğu sırasında aşağıladığı bulutlardaki hayvan figürlerinden bile daha düşüncesiz adımlarıyla tırmanmaya devam ediyor. Fakat bir anda duyduğu akan suyun sesi ise onu kendine geri getiriyor. Suya doğru çekiliyor, yansımasını göremediği yüzünü suya gömüyor. Suda yıkanıyor ve ondan içiyor. Su kütlesinin oluştuğu yere bir yerden akan şelaleye kafasını çeviriyor. Nereden aktığını ise gördüğünde çoktan vardığını fark ediyor. Ancak yolculuğunun ne olduğunu, neden bu yolculuğa çıktığını bile hatırlayamayacak kadar zaman geçtiği için geriye kazandığı duyulardan gözleriyle suyun yansımasında kendine bakıyor. Suyu yüzüne çarpıyor, uzayan sakallarını kesiyor, kafasında kalmayan saçı ıslatarak kendini ferahlatıyor. Düşünceleri tekrar yerine gelmeye başladığında burada olmaması gerektiğini fark ediyor. Vücudunun başka bir yerde olduğunu anlıyor, çünkü kendine ait olmayan bu benlik, bu anılar Luliq'in ölmeye yakın bedenindeki kısa ömründe hiç görmediği şeyler. "Ah, zamansız bir ziyaretçi." Sesin geldiği yere dönen Luliq ortamın bir anda yalnız bir panteon ve göletten insan sesleriyle dolu bir şehre dönmesini gördüğünde rüyalarını kontrol edemediği anlardaki gibi hissediyor. Hala kendi kontrolünü kazanamadığının farkında. Elindeki gazetede dünün haberlerini okuyan ayak ayak üstüne atmış smokini ve bastonuyla asil baronları andıran yaşlı adam kravatını düzelterek ona bakıyor. Yanındaki boş sandalyeye davet edilmediği halde oturan Luliq lafa giriyor. "Neler oluyor? Ben az önce, ne, ha?" Kafası allak bullak olan çocuk adamın içtiği çaydan süzülen dumana bakıyor. İçine attığı nane ve limonun da yarattığı inanılmaz koku güçlenmiş duyularıyla ona daha bir cazip edici geliyor. "O seni keşfetmiş gibi duruyor, küçük Luliq." Kim olduğunu veya nasıl öğrendiğini merak etse de artık kendi vücudunda olduğunu üzerindeki kıyafetlerden ve misketin yarattığı büyük bir boşluktan anlayan çocuk büyük yarasının yavaş yavaş kapandığını ve üzerindeki kıyafetlere dolan kan koyusu rengin solmaya başladığını hissetti. Fakat karşısındaki adamın sessizliği onu iyice tedirgin etmeye başlamıştı. Lafa nasıl gireceğini bilemeyen yaşlı adam en sonunda masanın üzerindeki çiçeği düzeltmeyi bırakıp ona baktı. "Ömrüm boyunca vazifem gereği takip etmekle sorumlu olduğum Kalardor... tekrar uyandı. Sana daha önce ulaşamadığım için beni affet. Ancak gençliğimdeki kadar kuvvetli hislerim yok maalesef." Sandalyeye oturdu ve kendinden emin bir şekilde çayından bir yudum aldı. Az önceki kararsız duruşu ve kuvvetli hisleri sanki içtiği çayın yatıştırıcı özelliği varmış gibi onu rahatlattı. Belki de Luliq'in verdiği tepkinin aşırı olmayışı adamın da yaşı gereği kendisini toparlama hissiyatı yaratmıştır diye düşünmeden edemedi çocuk. "Fakat benden önce sana başka kimse ulaşamamış. Bu iyi bir şey. Ruhunu geçici olarak buraya hapsettiğim için kusura bakma. Kalardor şu anda ne kadar zayıf da olsa sen de diğer sana ulaşmaya çalışanlara karşı hayatta kalamayacağın kadar zayıfsın, bunu bilmeni istiyorum." Luliq başını onaylarmışcasına salladı. Sanki asırlardır işkence çekiyormuş ve benliği siliniyormuş gibi hissetmiyordu. Üzerindeki perde bir ilüzyoncunun tiyatro sahnesinde aniden kaybolması gibi kalkmıştı. Düşünceleri hiç olmadığı kadar berraktı ve kötü anıların yarattığı tatsız anılar bastırılmaya başlandı. "Zihnini daha fazla çürütemeden sana ulaştım. Sana nasıl bir işkence yaptı bilmiyorum fakat benliğini kazanana kadar güvendesin." Luliq adamın bahsettiklerini hızla kavramıştı. *Demek içimdeki güç Kalardor.* Ona dair hiçbir şey duymamıştı. Saray kütüphanesinde Dinler, büyü bilimi, politika ve dünya tarihini etik derslerinde önemle takip ederdi. Fakat hiçbirisinde bedenlere hapsolan ruhları duymamıştı. Hiçbir karşılığı olmadan büyü kullanabilen yaratıklara dair efsaneleri dadısından ve öğretmenlerinden dinlemişti fakat hiçbir zaman böyle şeylere çocuk aklı olduğu için dinlediğini varsayanların aksine inanmamıştı. "Kimsin? Bana neden yardım ediyorsun?" Adam siyah kadife ceketinin yere kadar değmesinden rahatsız olmalıydı ki eliyle kuyruk kısmını eliyle havaya fırlattı. Luliq bu hareketini bir rüya gibi dünyada yapmasını tuhaf bulsa da adamın cevap vermesini bekledi. İstediği gibi rahat edemeyen adam ceketini çıkarttı ve yeleğinin cebinden cep saatine baktı. Akrep ve yelkovanı dönüp duran saatte ne gördüğünü anlamayan Luliq sabırsızlanmaya başlamıştı. "Gizkatmanlardan dinleyen kimse yok. Güzel." Ceketini elinin tersiyle havaya attı ve havada alev alan ceket bir anda hiçliğe yok oldu. Bir sihirbaz gibi davranan adam önünde eğilerek kendini tanıttı. Gür beyaz bıyıkları vardı ve ifadesiz buruşuk yüzünde oldukça düzgün duruyordu. Neredeyse yaşına rağmen omzuna uzanan tel tel siyahlarla kaplı saçı da onunla birlikte öne düştü. "Adım Asar. Dredier kantonu lordunun baş danışmanı ve ayni zamanda hazine sorumlusuyum. Kiyamet alametlerinin gerçekleşmesini istemeyen onemsiz insanlar arasinda en basta gelen ve korkunun bir cocugun ruhu icine hapsolarak suret bulmuş Kalador'un varligindan haberdar olan bir avuc insandan birisiyim. Kendimize Ruhgezen deriz." Başını kaldırıp Luliq'e baktı." Onu tanımadığını söyledi çocuk ve ardindan sadece duydugu Ruhgezen ismini tekar etmekle yetindi. "Ruhgezen? Böyle bir şeyi hiç duymadım. Bu ne demek?" Adam karşısındaki meraklı çocuğa sadece gülümsedi. "Öğreneceksiniz Lord Luliq, fakat her şeyin bir zamanı var. Ve şu an zamanımız uzun açıklamalar için kısıtlı." Luliq kraliyet etiğine tabi kalarak her türlü baloda yaptığı gibi kendisini saygı çerçevesinde tanıtması gerektiğine inanarak elini dostane şekilde uzattı. "Kendimi tanitmama izin verin-" Yaşlı adamın suratındaki çizgiler gerindi. Gulumsemesini saklamiyordu. "Kim oldugunuzu zaten biliyorum Lord Luliq. Ancak içindeki duruma dair bir şey bilmiyorum." Yerine oturdu ve önündeki çayı karıştırmaya başladı. Çay karistikca Luliq üzerindeki kıyafetin eski haline ve kolundaki yaranın vurulduğu ana döndüğünü gozlemledi. Kolundaki boşluğa dokunan adam ne olduğunu anlamak için kaşığı koluna dokundurdu. Adamın büyü yapmaya kalkistigini anlayınca Luliq rahatsız olduğunu belli etmek için kolunu geri çekti. "Gerçek bedenin şu anda nasıl bir halde bilmiyorum ama bu yara ölümcül durmuyor. Ayrica olaylari genel hatlarıyla anladigimi soyleyebilirim. Sana yardımcı olması için birkaç ağrı kesici bağladım." Luliq rahatladigini hissetti. Kolunu hafifce salladı ve one doğru uzatti. Acısı yoktu ama olmayan acısının dindigini hissetti. Bu adama güvenebilir miydi bilmiyordu ancak sordu. "Neredeyiz? Benimle nasıl etkileşime geçtin?" Saatini ara ara kontrol eden Asar yelkovanın normal zaman diliminde hareket ettiğini gördüğünde vaktinin pek kalmadığını anlamıştı. O yüzden acele etmesi gerektiğini biliyordu. "Aklınizda çok soru var biliyorum Prens Luliq. Ancak size yardım etmek istiyorum. Eger hayatta kalmak istiyorsanız Kanton'a varmaya çalışın. Baskentten sadece 5 gün uzakta. Bunu nasıl yapacaksınız bilmiyorum ama şu anki halinizle hayatta kalamazsiniz. Gücünüzü oldukça kullanmaktan uzak durun." Luliq başını salladı. "Her şeyi gordugunu söyledin. Aklımı okuduysan o zaman ne yapacağımı da biliyorsundur." Asar kaslarini çattı. Masaya parmağını hafifce sık hareketlerle vurmaya basladi. "Üzerinize yerleştirilmiş bir ölüm lanetliyle görevlendirilen Anka kuşu var. Ayrica dayiniza gitmeyi planlıyorsunuz. Genel olarak nerede olduğuna dair de bir fikriniz yok. Ailenizi şu anki halinizle kurtarabilir misiniz emin değilsiniz." Luliq gerçekten de her şeyi bildiğini anlamıştı. Ruhunun en derinliklerine kolayca erişen adamın düşüncelerini görmesi canını sikmisti. Beceriksiz ve büyü bilgisi olmadığı için mi bunlar başına geliyordu? Zaten ne kadar buyu kullanmaya çalışırsa calissin hep eline bulaştırmisti. "Kalardorun hayatta kalmak için sizin büyü kapasitesinizi dogdugunuzdan beri kullandığını bilmenizi isterim. Şu anda uyanmasına sebep olacak kadar inanılmaz bir büyüye yatkınlığı kazanmış olmalı. Onu daha fazla besleyemezsiniz. Size zihninizi birileri benim gibi erismeye çalışırsa koyacağınız mental kalkanları nasil yerlestireceginizi öğreteceğim. Bu zihninizi çevreleyen bariyer sizi Anka kuşunun gözlerinden saklayacaktir. Ancak bu sizi ona karşı korumayacak. Tüm gucumu kullanarak bu alana benliginizi 1 haftalığına hapsettim. İşinizi bu sürede görün ve lütfen Kanton'a gelmeye çalışın." Sandalyeye daha da sinen Luliq ona güvenebilir miydi emin değildi. "Ya eğer...'Kalardor' yine zihnime koyduğu bir illüzyonsan? Benimle birden farkli sesle etkilesime gecebilmisti. Sana nasil guvenebilirim?" Aldığı cevap karşısında afallayan adam bir anda ince top sakalını kasimaya başladı. "Boyle bir cevabı beklemedigimi itiraf etmeliyim Lord Luliq." Vakit yavasliyordu. Güven meselesini hızla çözmesi gerektigine inanan adam önüne bir resim uzatti. Kisa tiknaz ve kıvırcık turuncu saçlı bir adam şömine önünde portresi cizilsin diye bekliyordu. Çizen adamın aynadan yansimasina bakarak kendisini resmetmesinden onun aslinda bu resmin ressam hakkinda oldugunu anlamisti. Siyah tek ve kalin kasi vardi ve geniş kare suratı ise tablonun ardindan bakarken oldukca komik duruyordu. Kafasindaki seyrelmis beyaz saclarla kibirli bakisi ise portredeki adamın üzerindeki detaylardan daha çok durduğu icin resimdeki asıl olay örtüsünü üzerine çekmişti. Resimde portresi cizilenin aksine ressama baktığını gören Asar detaya verdiği dikkati takdir etti. İşaret parmagiyla yüzüne bastırdı. "Joanuquin, batinin giz kalemi, baskentteki Kanton'un iç adamı. Normalde bu bilgiyi sizinle paylaşamam fakat güveniniz şu anda en önemli şey. Şanslısınız ki şehrin çıkmakta olduğunuzun kapinin hemen disinda buğday tarlalarinin otesindeki malikanede yaşıyor. Ona 'Selametin 13. Adamının tevazür ettiğini söyleyin. Anlayacaktır. Dayinizi sehre geri dondurmeniz icin bir ata ihtiyaciniz olacaktir. Ona ihtiyaciniz olan her seyi soyleyin." Luliq başıyla onayladı. Eğer yarasına ragmen hayatta kalırsa ilk önce oraya gidecekti. Bu meseleyi de cozdugune memnun olan adam iç çekti. "Gözlerini kapatmanı istiyorum Luliq. Su andan itibaren bana kisa süre de olsa kulak ver." Çocuk zaten başka bir şey yapamayacağını biliyordu. Sanki asrın yorgunluğu üzerine çökmüş gibi göz perdelerini araladı. "Sana uzun uzadıya bir sezgidoğan nedir ve nasıl buyuler kullanır anlatmak isterdim fakat ilk önce buyunun temelini anlaman lazım. İstediğin zaman büyü kullanıp Kalardor'a daha fazla güç bahsedemezsin." Luliq kraliyet ailesinin büyü öğrenmesi yasak olduğu için asla ogrenmediginden bahsetti. Sadece eşya bilimi ve alet edevatlarin kullanımında kullanılan temel teorik buyuleri öğretmenleri bahsedip geçmişti. O da fazla merak etmeyip üzerine düşmemişti. "Genel olarak Estafaryan askerlerine buyuyle savasmak harici de kimse ogrenemez zaten. Ancak Narduk son zamanlarda korkusuzca (adını unuttuğum imparatorluk)a ragmen oldukça cüretkar davranışlar sergiliyordu." Boğazını temizleyen adam acele etmeleri gerektiğini söyleyerek onu kesmemesini ve sadece soru sorduğunda cevap vermesini söyledi. Luliq başıyla onayladı. "Bazı sezgidoganlar ruhlarinin kapasitesini bir kapıyı ya da camı aralamaya daha dikkate önem çekenler ise üzerinde yürüdükleri parke taşlarına benzetiyor. Bir demirci vurduğu çekicin üstündeki pasını hayal ederken, bir doktor ise eşsiz bir ormandaki bitkileri görür. Senden zihninin derinlerine inmeni istiyorum. Doğal bir büyü kullanıcısı vücudunu kaplayan hisleri her daim çok iyi okur fakat zihninin derinliklerine inmek farklıdır. Yakın batılıların ogretilerine göre gözlerin kapalıyken dünyayı buyuyle temas ettigin anlari hayal ederek de cagirabiliyormussun. Onu da dene. Geleneksel ogretilerin yerine bunu denemek ise yarayabilir. Ne görüyorsun?" Luliq oldukça geniş ve dağınık tanimlamasina ragmen zihnini bosaltmasi ve büyüye dair ne olursa olsun odaklanması gerektigini düşündü. Aklına vücuduna hapsoldugu karga ve hisleri geldiğinde o karganın vucunda hissettiği anıları gözünde canlandırdı. Ölüm, hayatta kalma isteği ve...karanlık. Fakat ne bir kapı ne bir cam ne de bir seyler gordu. Kraliyet kılıcını düşündü, belki de ailesinde asırlardır süregeldiği ve sürekli üzerindeki paslar giderilmek için özel alaşımlarla kalaylandığı için büyülüydü. Onu düşündü. Oyuncakları, yemek masalarını, aklına gelip gelebilecek her türlü eşyayı hayal etti, önüne balolar serdi ve derslerinde tuttuğu notlardan çaldığı piyanoya kadar her türlü duyu organını kullanmaya kalkıştı. Fakat önünde sadece zifiri karanlık vardı. Bir seyler hissetmenin aksine gorme isteğine o kadar odaklanmisti ki karsisindaki adamin ona seslendikten sonra sarstigini anlamamıştı bile. Kendine geldi. "Hiçbir şey göremedim. Ya da hiçbir sey duymadım. Hatta zihnimdeki sessizlik icerisinde bir seyler aramaya çalışırken kaybolacagimi sanmıştım. Beni tekrar o karanlıktan kurtardığın için teşekkür ederim." Adam düşünceli bir şekilde rica etti. Anlaşılan beklediği cevap bu değildi. "Bu büyüye yatkın olmadığım anlamına geliyor olmalı değil mi?" Luliq sanki dünyası başına yıkılmış gibi utanarak sıkıldı. İçindeki inanılmaz gücü kullanamayacagi gerçeği onu korkutmustu. Şimdi ailesini kurtarmak için ne yapabilirdi ki? Duygularının karamsarligi yüzüne vurmuş olmalıydı ki adam çocuğu kendi düşüncelerinden çekip çıkardı. "İlk denemede bir seyler görememen tuhaf, doğru. Bu büyüye yatkınlığı olan herkesin kolayca yapabildiği bir şey, herhangi bir şey hissetmeye çalış. Belki küçük bir taş, ya da bilmiyorum bir kum tanesi, herhangi bir şey. Bilinçaltına erisemezsen, zihnini çevreleyen katmanlara da erişemezsin ve onu koruyamazsin. Ruhunun bu kapsül dışına tasmaya çalıştığını görebilseydin sasardin fakat zihninin nasıl bu kadar karanlık kalabildiğine şaşırıyorum. Ve bu Kalardor'un gücünün aksine oldukça saf bir ruhani güçle çevrilisin. O yuzden acele etmeni istemezdim ama buna mecburuz. Tekrar dene." Aslında Asar ona yalan söylemişti. Hiç kimse büyü gücünü ilk seferde uyandıramazdı çünkü bu neredeyse imkansızdı. Yatkınlığı olmadığı alet ve eşyaların da içinde bulunmadığı bir gerçeklikte zihni hapsolmuşken, zihnini dinlemeye çalışıp yatkın olduğu eşyalara dair bir şey de görememesi bu işi başaramayacağının işaretiydi. Fakat Asar onun bu gece yaşadığı şeylerden hissettiği duygularla kuvvetli bir Sezgi yakalayacağına da adı gibi emindi. Luliq kendine inanması gerektigini düşündü. Her şey buna bağlıydı. Zaman geçiyordu. Anka kuşunun ona kanat cirptigi her an bir o kadar yakinlastigi için başarmak zorundaydi. Bu sefer ailesinin yakalandığı anı düşündü. Çağırdığı suretleri gözünde canlandirdi. Ve gece boyu onu takip ettiğine inandığı o uzun ceketli siyah silueti hayal etti. Kafası yerinde olmayan o siluetin cagirdigi canlıların aksine onu neden kontrol edemediğini sorguladı. İtaatsizlik. Düşüncelerine emretmesi gerektiğini hissettiğinde içinde inanılmaz bir yanma hissetti fakat bu his ona acı hissettirmiyordu ya da vücudunu içten içe kavurmuyordu. Zihnini tekrar araladiginda bu sefer sadece tek bir yıldız gordu. Fakat bu yıldız ilk önce iki sonra on sonra katlanarak sayamayacagi kadar fazla sayıya çoğaldı. Tüm sahne bembeyaz olmuştu. Fakat o ilk parlayan ve tüm sahnenin ortasındaki yıldız en sonunda renk değiştirmiş ve beyaz yerde yıllanmış bir üzüm şarabı kadar kırmızı bir hal almıştı. Sanki galaksiyi çevreleyen bir güneş gibiydi. "Beyaz bir yıldız gördüm. Sonra ise zihnimde hiçbir karanlik nokta kalmayacak şekilde düşüncelerim aydınlandı. Ve o beyaz yıldız ise şu anda kıpkırmızı. Ah bazı alanlarda da renk değişimleri oluyor ara ara. Sanırım rastgele bir şekilde ortaya çıkıp arkaplandan farklı olmaya çalışıyorlar. Sanki dikkatimi çekmek istiyor gibiler. Ancak ilk yıldız gibi hiçbir renk kıpkırmızı olamadı. Bu buyu gucu ailemi kurtaracak kadar yeterli mi?" Asar sessizce çocuğu suzdu. Duyduklarına nasıl tepki verecegini bilemiyordu. Onun başarısız olacağını ve acilen Joanuquin'e gitmesi gerektiğini bahane edecekti fakat iç haznesine bu kadar kolay erişmesine şaşırmaya bile vakit bulamadan çocuğun gücünün sanki içine eriştiğinde kendisinden kaçınmak istiyormuş gibi bir anda yok olduğunu görünce irkildi. Ondan gelen amansız baskıyı artık hissedemiyordu, ruhunu besleyen sezgileri arttığı için aralarındaki bağlantı bir anda kuvvetlenmişti. Saatini kontrol etti, yelkovan hızlanmaya başlamıştı. Ona zihnini saklamayı öğretmesine gerek var mıydı emin değildi, çünkü eğer önünden kalkıp yürüyüp gitse onu anında kaybedebilirdi. Benliği silinen çocuk ona dik dik baktı. Bir büyü kullanıcısı sezgilerini çağırdığında sadece tek bir nesneyi görürdü. Ve o nesne genelde büyü kabiliyeti barındırabilen ya da kişinin seneler boyunca geliştirdiği yetenekleriyle yatkınlık kazandığı eşyalar üzerinden olurdu. Elli dört senelik ömründe metaforik bir gücü duymayan adam bıyığıyla düşünceli bir şekilde oynamaya başladı. Büyü gücünün değişmesi de pek olanaksizdi çünkü genelde büyüye yatkınlığı olmadığı için ancak günlük kullandığı aletler üzerinden küçük çaplı büyüleri aktifleştirebilecek kabiliyetie sahip olurdunuz. Doğduğunda ailenden ve atalarından gelme büyü gücünün üstüne bir şeyler ekleyemezdin, fakat sadece büyüyü kullandığın şekli kendince geliştirebilirdin. Bir asker silahına dair güç ve kuvvet elde edebilmeyi öğrenirken bir sifaci veya doktor ise şifalı otlara ve tedavilere göre büyü gücü uyandirabilirdi. Asar, Kalardor'un büyü gücünü mü hissediyor diye merak etti. Çocuğun çehrelediği ve erişilmesi zor haznesinden sezebildiği küçük büyü gücüne yakınlaştı ve onun gördüğü en berrak güçlerden birisi olduğunu yine onayladı. Bu kesinlikle Kalardor'un illüzyonu değildi. "Bana büyü gücümü nasıl saklayacağım ogretmeyecek misin?" En son sessizliğe dayanamayan Luliq ona rahatsız davranışlarla sordu. Adam kendine çeki düzen verdi ve dusuncelerini saklayarak konuşmaya başladı. "Tebrikler Efendi Luliq. Gücünüzün ne olduğunu öğrenmeyi çok isterdim ancak şimdilik vaktimizi kısalığı ve her an uyanma riskinizden dolayı sadece başkalarının hislerini sezmeyi ve kendi hislerinizi saklamayı size anlatacağım." Çocuğun kendi sezgilerini istemeden sakladığını görünce bunu nasıl yaptığını merak etse de sesini çıkarmadı. Sanki içinde ayrı bir kuvvet ona yardım ediyormuş gibiydi. Boğazını temizledi ve önündeki cay kaşığını kaldırdı. "Büyü en temelinde doğada olanlarla etkileşime geçmemizde yatar." Elindeki cay kaşığını hiçbir şey yapmadan büktü. "İnsanoğlu kullandığı eşyaları en temel halinde doğada bulunan elementlere sahip olduğu sürece kendi isteğine göre eğebilir." Luliq bundan etkilenmemişti. Çünkü bunu seyyar sirklerdeki en basit palyaçolar bile yapabiliyordu. Onu etkilemeye çalışmayan bir tavırla adam sandalyesinde doğruldu. "Fakat..." Demir cay kaşığını, bir papatyanın görüntüsüne eğriltti. Üstüne üstlük papatyanın yaprakları ve ortasındaki polen saçan bedeniyle, sapını da gerçek hayattaki renginde canlandırdı. Kaşığa dair her şey silinmiş demir islemelerin ise gerçek bir papatya yapraklarından farkı kalmamıştı. "İnsanoğlu zihnindeki her şeyi gerçeğe dökebilecek şekilde gelişmiştir." Luliq papatyanın sapını tuttu. Gerçekten de çiçeği andırıyordu eliyle sıktı ve papatyanın sapı bir demir kaşığını aksine azıcık uyguladığı kuvvetle büküldü. "Öncesinde yaptığın şeyler gibi bunu da algımı değiştirerek yapmadığımı nereden bileceğim?" Adam gülümsedi. Luliq, pervasızca davranan adamın tavrından dolayı istemsizce sinirlenmişti. Ancak sinirini bastırmakla yetindi. Cevap vermek yerine elini işaret etmesi üzerine tekrar eline baktı. Elinde demir bir kaşık vardı. "En başından beri sana hiçbir şey söylemedim. Kaşığı aldın, sıkmaya çalıştın ve cevap verdin. Bu deneyimlediğin ilk Zihinsel Tuzaktı." Zihninin en başından beri illüzyon içerisinde olduğunu bir anda öğrenen Luliq inanılmaz bir çekimserlikle cevap verdi. Böylesine kuvvetli bir büyünün tesiri altında kalmak...onu heyecanlandırdı. Bunu öğrenmeyi istedi. "Zihnini korumak için karşındakinin zihnine girmemesini engellemen ilk yapman gereken şey olacak." Luliq artık neyin gerçek olup neyin olmadığını anlamadığı halde sadece başıyla onayladı. Adam duygularını saklamak için kuvvetlendiren çocuktan hissettiği büyü güçlenmeye başladığını görünce çaydan bir yudum daha aldı. "Merak etmeyin Efendi Luliq daha fazla oyun yok." Luliq yine de hislerini sabit bir şekilde odakladı. Adam iç çekmekle yetindi. "Bilinçaltı eğitimi ve duygu kontrolü üzerine bilginiz olmadığı için kendinizi tam anlamıyla gizlemeniz, hele ki bir eşyasız imkansız olacaktır." Ayağa kalktı ve onu takip etmesini söyledi. Luliq tedirgin adımlarla arkasından yürümeye başladı. "Bir sandık gibi zihninize Sezgi Kilidi vurmamız gerekecek. Bunu ise şu anki halinizle tam anlamıyla yapabileceğinizi sanmıyorum. Anka kuşunun sizin varlığınıza yönlendirildiği anı gördüğünüz düşünceleri donduracağız sadece. Aklınızı ona kapatacağız ve size dair sezgileri körelecek." Luliq böyle bir şeyi istiyor muydu emin değildi. Çünkü aynı zamanda bu amcasının planladığı şeyleri de bir kilit arkasına atması demek oluyordu. Fakat şu anda hayatta kalması oldukça önemliydi. Sonsuza kadar yanan bir kuşun alevine kapılmak istediği en son şeydi. "Eğer... Joanuquin'e gidersem bu kilidi açabilir mi? Amcamın planlarını tamamıyla unutmak istemiyorum." Asar başını iki yana salladı. "Anılarınızı silmeyeceksiniz Efendi Luliq. Bu sizi ve hatta beni bile asabilecek bir büyü. Sezgi kilidi büyük ihtimal başarılı bile olamayacak. Şu anda fiziksel bir bedenle yanınızda değilim, siz ise kendi benliğiniz içerisindesiniz ve ana vücudunuz da büyüyü uyandığında yapabilecek kapasitede değil. Bu kilit, en fazla birkaç saat size kazandıracaktır. Geçici bir hafıza kaybı yasayacaksınız, o kadar." Luliq başıyla onayladı. Ancak bir şey kafasına oturmamıştı. "Eğer tüm anıları mühürleyeceksek, bu konuşmaları da mühürleyeceğiz. Bu demek oluyor ki, Joanuquin'e gitmem gerektiğini unutacağım." Adam bir hizmetçiye yakışmayan kahkahayla sanki asıl yüzünü ortaya çıkartmış gibi güldü. "Ben de ne zaman soracaksın diye düşünüyordum! Merak etme büyüyü sana anlatmaya başladıktan sonra elimden geleni yapacağım. Sezgi gölgelemesi ile hissettiğin her duyguyu sahtesiyle değiştirebileceğini biliyor muydun?" Luliq ona baktı. Çok fazla öğrenmesi gereken şey vardı. Adam sürekli Luliq'e göre sabit görünen saate bakıp duruyordu. "Seni sadece inanılmaz kuvvetli bir hisle onun yanına göndereceğim. Sen varana kadar her şeyden haberdar olacak. Emin ol. Oraya varana kadar hafızan yerine gelir, anıların geri biraz acı verici olabilir." Neden anıların geri döneceğini anlamayan çocuk sadece başıyla onayladı. "O zaman başlayalım. Size az önceki uyguladığım illüzyonun aksine doğrudan Sezgi şoku yüklemesi yapacağım. Bu hislerinizi savunmaya geçirecek ve benliğinizi içinize kısıtlayacak. Ancak bunu yaptığımda ise anında uyanacaksınız." Luliq başıyla onayladı. "Tamam başla-" Lafını bitirmesine bile izin vermeden adam çay kaşığını büyük bir kılıca çevirdi. Kılıcı direkt kalbine sapladı. Ve kaşığı orada bıraktı. Dünyadan aniden yok olan Luliq ile vedalaşmayan adam etrafındaki gerçeklik yıkılmaya başladığında çayından son bir yudum aldı ve uzun ceketini düzeltip doğruldu. "Umalım da çocuk sağ salim varsın. Çünkü hala ona ihtiyacımız var." Luliq'in zihnindeki bariyer yok olurken arkasında beliren kafasız bir siluet adama seslendiğinde adam arkasına hafifçe baktı ve sessizce onu dinledi. Fötr şapkasını başına geçirdi. Cep saatinin kurmasını tekrar ayarladı ve doğrudan akmaya başladığında ise o da dünyanın son sislerine kaybolmasıyla bir toz bulutu gibi ortadan kayboldu. |
0% |