4. Bölüm
Nil / Kelebek Ve Mum / 4. Bölüm

4. Bölüm

Nil
nil_ss

12 Şubat 2007

 

Karın en fazla yağdığı yıldı. Etrafta koşuşturan onlarca çocuk, herkes o kadar mutluydu ki. İlk defa bende mutlu hissediyordum. Bazıları kardan adam yapıp evcilik oynuyorlardı, bazıları ise birbirine kar topu atıp kovalamaya çalışıyordu.

 

Elimde tuttuğum havuç ve zeytinlere baktım. Poyraz iki tane kardan adam yapıyordu. Beraber yapmak istemiştim ama o izin vermemişti.

 

“Hasta olursun Nil. Senin bünyen çok zayıf ben ikimize de yaparım. Sen bana havuç, zeytin ve dal bul olur mu?” Demişti.

 

O hep konuşurdu. Ben susam bile o konuşmaktan hiç vazgeçmemişti. İlk tanıştığımız gün umudu olmayan o küçük çocuk. Benim konuşacağıma dair içinde umut besliyordu.

 

“Bitti.” Dedi Poyraz. Yaptığı kardan adamlara baktım. Biri uzun biri de kısa boyluydu ikisi de yan yanaydı.

 

Yaptığı kardan adama yaklaştım. Gözlerine zeytin burnuna da havuç koydum ve onlara düğme yapmayı da ihmal etmedim. Bunları her ikisine de yaptım. Poyraz ise sadece beni izledi. Bunları yapmak benim görevimdi.

 

En sonunda yerdeki ince dal parçalarıyla kollarını yapmayı da ihmal etmedim. Dalları birbirine yakın tuttum sanki el ele tutuşuyormuş gibi gözüküyordu. Tekrardan baktım fakat bir şey eksikti. Boynumdaki pembe atkıyı kısa olan kardan adama taktım.

 

Poyraz şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Ona doğru gittim ve onun boynundaki mavi atkıyı alıp uzun boylu kardan adama bağladım. İşte şimdi olmuştu. Olduğum yerde zıplayım alkışlıyordum. Çünkü hayatım boyunca yaşadığım en güzel andı. Poyraza baktım ve ona hayatım boyunca gülmediğim kadar içten güldüm. Koşarak ona sarıldım. Ve o an anladım o benim tek ailemdi. O an bir şey oldu bu hayatım boyunca unutmayacağım bir an oldu.

 

“Teşekkür ederim.” dedim. Ona kurduğum ilk cümle buydu. Sadece bu değil uzun zaman sonra kurduğum ilk cümleydi. Poyraz hiç bir tepki veremedim. Çünkü dili tutulmuştu. Sesimi ilk defa duymuştu. Gülümseye devam ettim. Ama o sadece şok olmuş gözlerle bana baktı. Yanlış bir şey mi yapmıştım. Konuştum diye beni bırakacak mıydı?

 

Ondan uzaklaştım. Gözlerimde korkudan başka bir şey yoktu. Poyraz bi anda yanıma geldi ve bu sefer o bana sarıldı.

 

“Nil, konuştun. Başardın, sen bana umudun gerçek olduğunu gösterdin.” Gözlerime baktı. Ağlıyordu, evet gerçekten ağlıyordu. Hüzünden değildi, mutluluktandı bu göz yaşları.

 

Gülümsedim. Hayır beni bırakmayacaktı. Bunu biliyordum. O 14 yaşındaydı ben ise 8. Bana abilik yapıyordu. Herkes benden kaçarken o yanımda durup beni koruyordu.

 

Elinde kamera ile bize doğru gelen Büşra ablayı gördük. Buradaki herkesin fotoğrafını çekiyordu.

 

“Çocuklar buraya bakın.” Eliyle kameraya bakmamız söylüyordu. Poyraz elini omzuma attı ve bende ona belinden sarıldım. Hemen yanımızda ise yaptığımız kardan adamlar vardı.

 

Ardından bir flash patladı. O an ölümsüzleşmişti. Biz artık bir fotoğraf karesine hapsolmuştuk.

 

Günümüz…

Kıbrıs saat 12:56

 

Derin bir uykuya hapsetmiştim kendimi. Ta ki baş ucumda titreyen telefona kadar. Her kim arıyorsa uykumu bölmelerine izin vermeyecektim, susan telefon tekrar titremeye başladı. Bu sefer elime aldım ve kimin aradığına bakmadan açıp kulağıma yerleştirdim.

 

“Alo.” Sesim olduğundan çok daha uykuluydu.

 

“Nil inanmıyorum hala yatıyor musun?” Bağırmasıyla yüzümü buruşturmam bir olmuştu. Arayan kişi Oğuz’du. Şirketin bir elemanıydı.

 

“Noldu yine.” Çoğu zaman dedikodu için arardı.

 

“Kızım uyan artık. Yarın toplantın var, şirketin patronu da katılacak.” Gözlerimi açtım.

 

“Niye, neden katılıyor?” Ben bunu görmesemde Oğuz’un gözlerini devirdiğine adım gibi emindim.

 

“Paşamın keyfi öyle istemiş o yüzden şekerim. Kızım salak mısın sen, adımın şirketi ya hani.” Haklıydı. Sustum.

 

“Ondan değil ya normalde katılmazdı o yüzden sordum.” Daha önce patronu hiç görmemiştim. Zaten burada çalışmaya başlayalı 5 ay olacaktı. En fazla 3 toplantıya anca girmişimdir.

 

“Karşı firma sözleşmede değişiklik yapmışlar.” Uzandığım yatağımdan doğruldum ve Oğuz’u dinlemeye devam ettim. “Gün içinde bize sözleşmenin çevirilmiş bir taslağını yolla en azından bir fikir sahibi olalım. Yarına kadar da tamamen bitir. Patronda olacak ona göre.”

 

“Tamam tamam bugün halledeceğim. Merak etmeyin.” Elimle gözlerimi ovuşturdum.

 

“Şşş bana bak sen dün gece içtin mi yoksa? O yüzden mi bu kadar geç uyandın.” Gülüyordu. Dedikodu malzemesi arıyordu kendisine.

 

“Ya Oğuz ne saçmalıyorsun.” Gözlerimi devirdim. Yine saçmalıyordu.

 

“Bir şey diyeceğim. Yakışıklı mı?”

 

“Oha abart Oğuz hadi görüşürüz valla şu an senle uğraşamayacağım.”

 

“İyi tamam be bye!” Tripli bir şekilde telefonu kapattı.

 

Telefonu yatağa attım derin bir nefes aldım. Cama vuran güneş gözlerimi aldı. Bugün nedense canım hiç bir şey yapmak istemiyordu. Üzerimde anlamlandıramadığım bir yorgunluk vardı. Fakat yataktan kalkıp işlerimi halletmem lazımdı.

 

Oflayarak yataktan kalktım ve banyoya giderek elimi yüzümü yıkadım. Kendime gelmem gerekiyordu. Dışarısı düne göre çok güzeldi. Bavulumdan beyaz elbisemi çıkardım. Dizlerimin üstündeydi. Boyundan bağlamalı bir ipi vardı. Beni yazın giy diye bağırıyordu. Yüzüme bir güneş kremi sürdüm , bugün nedense hafif bir makyaj yapmak istedim. Dün olanlardan sonra anın tadını çıkarmayı ders edinmiştim.

 

Sandaletlerimi giyip, bavulumun yanında duran laptop çantamı ve telefonumu alıp odadan çıktım. Feci derecede acıkmıştım. Dün akşam da hiç bir şey yiyememiş, öylece uyumuştum. Otelin açık büfesi olduğunu söylemişlerdi ama hiç uğramadım. Kendimi dışarı attım.

 

Otelin yakınlarında bir restoran bulmuştum. Sakin bir ortamı vardı. Burada dosyalara rahat bir şekilde odaklana bilirdim. Kendime yiyecek bir şeyler sipariş ettikten sonra laptopumu açtım. Sözleşmenin yeni versiyonunu Oğuz bana mail olarak göndermişti. Dili Fransızcaydı, o yüzden beni çok zorlayacağını düşünmemiştim.

 

Garson verdiğim siparişleri getirip masama bıraktı. Bir şeyler atıştırıp hemen sözleşmeye odaklandım. Tuhaf bir sözleşmeydi, yer alan maddeleri tekrar tekrar okudum. Yanlış okuduğumu düşünüp tekrar okudum. Fakat yanlış çevirmiyordum. Bu bir evlilik sözleşmesiydi. Kafam daha çok karışmıştı. Telefonumu elime aldım ve Oğuz’u aradım, ikinci çalışında açtı.

 

“Alo.” Alo daki o’yu uzatmasa olmazdı.

 

“Oğuz bir şey sorcam sana.” Karşımda duran sözleşmeye bakıyordum.

 

“Sor şekerim.”

 

“Bu yeni gönderilen sözleşmeyle ilgili. Ben baktım maddelere falan da bu sözleşme tam olarak ne için yapılıyor.” Kaşlarım çatılmıştı.

 

“Ne bileyim kızım. Gönderdiler, bizde sana gönderdik. Bir şey söylenmedi. Niye ki, ne yazıyormuş.”

 

“Ya tuhaf tuhaf maddeler var evli-“ konuşurken yanıma garson yaklaştı.

 

“Efendim şuradaki beyefendi size buna ikram etmek istedi.” Gözlerim şaşkınlıkla bana uzatılan kokteyl’e kaydı.

 

“Oğuz ben seni sonra arayacağım.”

 

“Nil! Kim o? Ya gittin hemen kendine sevgili mi yaptın. Hiç söylemiyorsu-“ suratına kapattım.

 

“Anlamadım kim gönderdi bunu ve niçin?” Tüm dikkatim garsondaydı.

 

“Şurada ki beyefendi. Size ikram etti, tanışmak istiyormuş.” Elliyle gösterdiği masaya baktım. Elindeki kadehle selam veriyordu. Karakteristik bir yüzü vardı. Keldi ve kemikli bir yüzü vardı. Üzerindeki takım elbise, etrafındaki korumalar önemli biri olduğunu gösteriyordu. Garsona baktım. Elimin ucuyla kokteyl bardağını ittim.

 

“Beyefendiye söyleyin ilgilenmiyorum.” Lafı daha fazla uzatmak ve tartışma çıkarmak istemedim. Bir daha da dönüp masaya bakmadım. Garson ise bardağı almamıştı. Çokta takılmadım, içmeyecektim sonuçta.

 

Oğuz’u tekrar arayıp başıma iş alamazdım. Soracağı milyon tane soru vardı. Sözleşme ne kadar tuhafıma gitsede bana verilen görevi yerine getirdim. Az çok ne yazdığıyla ilgili bir taslak oluşturmuştum. Boynuma giren ağrı ile laptopun başından kafamı kaldırdım. Boynumu kütletmeye çalıştığım an gözlerim birine kaydı.

 

Aren restoranta girmişti ve gözleri direkt beni buldu. Gözlerimiz birbirini takip etti. Onunla tekrar karşılaşacağımı düşünmemiştim. Fakat içten içe karşılaşma umudu aklımı kemiriyordu. Şimdi ise karşımdaydı. Bana doğru yaklaştığını zannettiğim an masamın yanından geçti. Ve bana kokteyl ikram eden adamın masasına oturdu. Kel adamın gözleri sadece bana odaklandı. Yanağındaki sakalı okşuyordu. Bir şey düşünüyormuş gibiydi.

 

Anın etkisiyle önüme döndüm. Derin nefesler aldım, Areni tekrar görmek tuhaf hissettirmişti. Gözümün önüne dün yaşananlar geldi. Ona tekrar görüşeceğimizi düşünmediğimi söylemiştim. Fakat şimdi aynı ortamda, bir kaç masa ilerdeydi. Sırtı bana dönüktü bu yüzden yüzünü göremiyordum. Ne konuştuklarına dair hiç bir fikrim yoktu ve merakta etmiyordum, sonuçta Areni tanımıyordum bile. Fakat Burak aksine tam karşımda ve gözlerimin içine bakıyordu. Güven verircesine gülümsedi ama benim yapmak istediğim tek şey gitmekti.

 

Eşyalarımı toplamaya başladım burada daha fazla kalırsam başım yine belaya girecekti. Laptopum, dosyalarım her şeyi toparladıktan sonra hesabı istedim. Arenin oturduğu masada bir hareketlilik oldu. Ve Aren aniden kalktı. Önündeki düğmeleri ilikledi. Diğer adamın aksine Aren tam bir beyefendi gibi davranıyordu. Aren masadan uzaklaştı, gözleri tekrardan beni buldu. Kafasıyla selam verdi, bu sefer yanıma geleceğini düşünmüştüm ama o bir yabancı gibi çekip gitti. Evet aramızda bir samimilik yoktu. Nedense bir selam vermesini istemiştim. Belki sohbet ederdik. Kapıdan çıkıp gitti ve tek yaptığım arkasından bakmak oldu. Yanımda doğru yaklaşan garsona kaydı gözlerim.

 

“Hanımefendi hesabınız biraz önceki beyefendi tarafından ödendi.” Kaşlarım çatıldı.

 

“Kim ödedi?”

 

“Aren Bey.” Yediğim yemeğin parasını ödemek ona mı kalmıştı. İçimde dolup taşan sinirle beraber hızlıca restorantan çıktım. Etrafa baktığımda arabasına yaslamış ve sigarsını yakıyordu. Hızla yanına gittim.

 

“Sen neden benim hesabımı ödüyorsun. Sana mı kaldı.” Sesim olduğundan çok yüksek çıktı. Aren hiç bir tepki vermedi. Sigarsının ucu alevlendikten sonra gözleri bana kaydı.

 

“Öncelikle bana bağıramazsın. Bana yaptığın iyiliğinden dolayı yaptım.” Sesi buz gibiydi. Dünki Aren gitmiş başka biri gelmişti. Ne yapacağımı bilemedim. Öfkeyle burnumdan soludum, daha fazla onunla konuşarak vakit kaybetmek istemiyorumdum. Cevap vermeden arkamı döndüm ve oradan uzaklaştım.

 

Nereye gittiğimi bilmiyordum. Sadece yürümek ve oradan uzaklaşmak istedim. Ne kadar yürüdüm bilmiyordum. Kafamın içi patlamak üzereydi. Bir an önce buradaki işim bitsin istiyordum. Kafamın içindeki düşüncelere dalarken. Ara sokağa girdiğimin farkına bile varmamıştım.

 

Dar ara bir sokağa girmiştim. Önü arabalarla kapatılmıştı. Arkamı dönüp geldiğim yönden gideceğim sırada birinin bana seslendiğini duydum.

 

“Nil. Ne kadar güzel bir isim.” Ayaklarım kitlendi sesin geldiği yöne baktım. Bu restorantaki adamdı.

 

“Açıkçası ikramımı reddetmen beni üzdü. Neyse ki ben iyi kalpli bir insanım o yüzden sana bir fırsat daha vereceğim.” Konuşurken adımları bana doğru yaklaştı. Koşmaya başlayacağım sırada önümü kestiler. Allahım benim bu çektiklerim nedir böyle. Tam karşımda durdu.

 

“Sana tek bir soru soracağım.” Elindeki bıçakla oynuyordu gözleri bir bana birde bıçağa bakıyordu. Havaya kaldırdı ve yüzüme yaklaştırdı. Bıçağın soğukluğunu tüm vücudum hissetmişti.

 

“Eğer sorularıma doğru cevap verirsen bu bıçakla o güzel yüzünü çizmek zorunda kalmam. Yanlış cevap verirsen.” Sesi git gide daha korkutucu olmaya başlamıştı. “Bu güzel yüzün artık eskisi gibi olmayacak.” Kahkaha attı.

“Umarım bıçağa gerek kalmaz.” Diyerek cebine attı. “Şimdi anlat bakalım Arenle aranızda ne var?”

 

Yine o isim, Aren. Son bir kaç günde hayatımı her anlamda ele geçirmişti. Ben ondan kaçmaya çalışırken kader sanki inadına daha çok bir araya getiriyordu bizi. Yutkundum.

 

“Ben sadece onu..” konuşamadım.

 

“Evet söyle, devam et. Korkma sana bir şey yapar mıyım?” Kafasını yana yatırıp masum masum bakmaya çalışıyordu.

 

Elim ayağım titriyor nefes alamıyordum. Derin bir nefes aldım. Bi anda eli boynumu sardı. Bu sefer cidden nefes alamıyordum.

 

“Kızım söylesene hadi.”

 

“Ben sadece onu kurtarmaya çalışıyordum.” Sesim olduğundan o kadar çok kısık çıkmıştı ki.

 

“Anlamıyorum bağırsana.” Eli boynumu bıraktı. Nefes nefese kalmıştım. Ellerim boynuma gitti canım acıyordu.

 

Cebinden tekrar o bıçağı çıkardı. Gözlerimin önümde sallamaya başladı. Bıçağı yüzüme yaklaştırdı arkamda duran adamları ellerimi tutmuştu. Hiç bir şey yapamıyordum.

 

“O güzel yüzüne çok yazık olacak.” Bıçağın soğuklu yüzümle birleşti.

 

“Tankut!” Öyle bir bağırma sesiydi ki. Ben bile titremiştim.

 

Adı Tankut muydu? Gözlerini devirdi. Sonrasında yapmacık bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Sesin geldiği yöne doğru baktı.

 

“Ooo Aren hoşgeldin. Bizde tam senin adını götürüyorduk değil mi?” Gözleri beni buldu. Kendimi durduramadım yaşlar yanağıma süzüldü.

 

“Aaa niye ağlıyorsun şimdi, bak üzülürüm.” Yanağıma süzülen yaşları sildi.

 

“Derdini, derdin olan insanla çöz Tankut. Masum insanları pis işine bulaştırma. Bırak kızı.” Arenin sesi daha yakından geliyordu. Ellerimi tutan korumalar beni serbest bıraktı.

 

“Aren sende en çok nefret ettiğim özellik ne bilir musun? Sıkıcı olman.” Yanımdan uzaklaştı. Yerde duran çantamı aldım ve hızla Arenin arkasına geçtim. Tankut gülmeye başladı, kahkahası bütün sokağı inletti.

 

“Şunlarada bakın ne kadar şekerler.” Bir anda durdu kahkahası ve gözlerinden alevler sıçardı.

 

“Bizim bir anlaşmamız var Aren unutma. Şimdilik susuyorum ama bir sonrakinde aynısı olmaz.”

 

“Düşündüğün gibi bir şey yok ortada. Nil benim kardeşim.” Dedi Aren. Kardeş mi? Ne saçmalıyordu. Tankut tek kaşını hava kaldırdı, anlamaya çalıştı duyduklarını.

 

“Nil benim kardeşim gibi, çocukluğundan beri ben sahip çıktım ona. Aramızda kardeşlik dışında hiç bir ilişki yok. Anlaşma hala geçerli.” Aren bu adamdan korkuyordu belliydi.

 

Tankut bir an da gülmeye başladı. “Ya başta desene.” Yaklaşarak Arenin omzuna vurdu.

“Kusura bakma.” Gözleri beni buldu.

 

“En kısa sürede sözleşmeyi imzalayacağız merak etme.” Arenin eli elimi buldu. Bunu bizden başka hiç kimse görmüyordu. Güven vermeye çalışıyordu.

 

“Tamamdır.” Eliyle adamlarına işaret verdi ve hepsi bir anda kayboldu. Tankut arabasına doğru ilerledi. Son kez göz ucuyla bize baktı, sonrasında arabası gözlerden kayboldu.

 

Arenin elini bir hışımla bıraktım. Bana döndü. Arkamı dönüp gittiğimde kolumu tuttu.

“Nereye gidiyorsun?”

 

Yüzümden sinir akıyordu. “Senin olmadığın her hangi bir yere.”

 

“Böylece gidemezsin.”

 

“Nedenmiş o. Yoksa başka biri mi beni yakalar.” Kolumu ondan kurtardım. Gözlerimden akan yaşları durmadı. Ne kadar güçlü görünmeye çalışsam da yapamıyordum. Arkamı ona döndüm ve gitmeye yeltendim. Aren kolumu tutup duvara yasladı.

 

“Ne söyleyeceğimi dinlemeden bırakıp gitmekten vazgeç.” İki elini de duvara yasladı. Sıkışıp kalmıştım. Yüzü yüzüme çok yakındı.

 

“Bırak beni. Gitmek istiyorum artık.” Kendimi tutamadım hüngür hüngür ağladım. Geldiğim andan beri yaşadıklarım beni tüketiyordu.

 

“Bak özür dilerim. Benim yüzümden bu hale düştün ama onu söylemeye mecburdum. Yoksa seni rahat bırakmayacaktı.” Gözlerimin içine baktı.

 

“Gitmek istiyorum.” Sesi titriyordu.

 

“Gideceksin tamam ama benimle gelmek zorundasın şimdi.” Sakinleştirmeye çalışıyordu. Kafamı iki yana salladım.

 

“Gitmek istiyorum.” Aynı şeyi tekrar ediyordum.

 

“Nil, tamam gideceksin ama güve-“ sözünü kestim.

 

“Gitmek istiyorum.”

 

“NİL!” Bi anda bağırdı bütün sokak onun sesiyle inledi. Yüzüme daha çok yaklaştı. “SANA GİDİCEKSİN DİYORUM ANLAMIYOR MUSUN? HAH? GÜVENDE DEĞİLSİN ÖLMEK Mİ İSTİYORSUN.”

 

Sustum hiç bir şey diyemedim. Yutkundum, bam başka biri olmuştu. Aren derin bir nefes aldı kafasını eğdi, gözlerini yumdu. Ardından benden uzaklaştı. Gözlerimin içine baktı biraz önce yaptığı şeyden dolayı çok pişman olmuştu.

 

“Özür dilerim. Ben çok özür dilerim Nil.” Bana yaklaştı fakat ben geri çekildim. Ellerini kaldırdı sorun yok der gibi.

 

“Nil ben sadece seni koruma istiyorum. Lütfen izin ver yapayım. Lütfen.” Yalvarıyordu. O da ne gözleri mi dolmuştu. Ona doğru bir adım attım. O ise bir anda gelip bana sarıldı. Hiç bir şey yapamadım ellerimi kaldırıp bende ona sarılamadım. Çok tuhaf bir histi. Benden uzaklaştı.

 

“Söz veriyorum sadece bir kaç gün.”

Bölüm : 22.02.2025 20:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...