

Hiçliğin ortasında koybolduğumu derinlerimde hissediyorum. Kumdan yapılmış heykel gibi olan insanlar içlerinde tuttuğu tortuları nasıl kustuklarını görüyorum. Bir kum tanesiyle şekillenmiş heykeller bir okyanusta dağılmaya yüz tutmuşlardı. İçimde yaşattığım bu dünya benden ibaretti. Yalnızlığım bana arkadaş olmuş elimden tutmuştu. Göründüğümden daha güçlü müydüm bilemiyorum ama bende herkes gibi olmuştum. Vücuduma yapışan kumları hissediyordum.
Ben Nil Kaya. Bana bir isim verilmişti fakat ben, hayatıma hiç bir zaman isim koyamamıştım. Bir toz tanesi gibi kaderimin rüzgarinde savrulmaya mahkum olmuştum. Uzun zaman sonra, ellerimde tuttuğum kalem karşımda duran o tozlu deftere baktım. Çocukluğum en masum haliydi. Bunu bana Poyraz öğretmişti. 'Konuşamazsan içindekileri haykıramazsın, al bu defteri haykıramadıklarını buraya yaz' demişti.
Kaç dakika geçmişti, bilmiyorum. Uzun zaman sonra ilk defa kalemimin ucundan bir şeyler dökemiyordum. İçimde koca bir bataklık vardı. Her şeyim içine batmış bana ise sadece hiçlik kalmıştı. Derin bir nefes aldım. Ağlamak istemiyordum. Kalemi masaya bıraktım ve defterden rastgele bir sayfa açtım.
2004
Yaz mevsiminin bittiğini hatırlıyorum. Çok güzel bir bahçemiz vardı. Biliyor musun günlük? Benim bir kiraz ağacım vardı.
Ellerim yazıların üzerinde gezindi. Yamuk ve çirkin el yazıma baktım. Gözlerimden akan yaşları durdurmadım. Silmeye bile cesaretim olmadı. Bu yazıları yazdığım güne gittim ama asla yaşadığım ana gidemedim. Bunu yapamadım. Onu babamla ben ekmiştik. O zaman çok küçükmüşüm, pek hatırlamıyorum. Ama olsun benim boyumu bile geçmişti. Ve o çiçek açıyor, çok güzel çiçekleri var. Acaba büyümüşmüdür. Dayım onu kesmek istiyordu. Büyürse bahçeyi mahvedermiş. Onu hiç sevmiyorum. O gün yine dayım gelmişti. Ağacımın yanında oturmuş evcilik oynuyordum. Annem bana yeni bebekler almıştı. Babamla dayım çok yakınlardı ama o gün çok büyük bir kavga etmişlerdi. Annemin onları ayırmaya çalıştığını hatırlıyorum. Ağlamaya başladı. Anneler ağlamasın. Dayım belinden bir silah çıkardı, babama doğru tuttu. Çok korkmuştum. Hemen ağacımın arkasına saklandım. Onları görmediğimi sanıyorlardı ama hepsini görüyordum. Annemin çığlıkları bağırmaları hepsini duyuyordum. Ağlamaya başlamıştım. Büyük bir silah sesi duydum. Çok büyüktü. Cama sıçrayan kanları görüyordum. Babamın kafası parçalanmıştı. Gözlerimi, kulaklarımı kapattım. Sonra bir silah sesi daha gelmişti. Artık annem bağırmıyordu.
Daha fazla okuyamadım. Kalbimin sıkıştığını hissediyordum. O an fark etmiştim. Ben bu deftere hep kötü anılarımı yazıyordum. Çünkü hiç mutlu olamamıştım. Hayat bana mutlu olmayı yasaklamıştı. Defteri bavulumun içine attım tekrardan. Aren 1 saat sonra bahçeye in demişti. Üzrimdekilerden kurtulup bavulumdan pantolon ve kısa kollu bir body çıkardım. Daha sonra aynın karşısında kendime baktığıma pişman oldum. Solgun yüzüm, ağlamaktan şişen gözlerim, uykusuzluktan moraran göz altlarım aslında bu tam olarak bendim. Fakat artık bu kişi olmak istemiyordum. Yüzüme soğuk suyla yıkadım, kendime gelmem gerekiyordum. Banyodan çıkıp yatağımın üzerindeki çantamdan kullandığım makyaj malzemelerimden çıkardım.
Morarmış göz altlarımı özenle kapattım. Çok hafif bir rimel ve biraz da allık sürdüm. Daha sonra tekrardan aynaya baktım. Çok daha iyidi. Saçlarımda gezindi ellerim. Gelişi güzel bir at kuyruğu yapıp odadan çıktım.
Merdivenlerden ağır ağır inerken bahçeden gelen sesleri işittim.
''Ya Mert sen şimdi böyle ders videoları çekip, lise son öğrencilerini YKS ye mi hazırlıyorsun?'' burak'ın sesiydi bu. Mert öğretmen miydi?
''Evet Burak bu kırkıncı soruşun. İşin gücün yok mu sesin kardeşim.'' Mertin bıkmış sesi, ben merdivenlerden indikçe daha net gelmeye başladı.
''Mertim sen kimyager değil misin? Ne diye böyle işlerle uğraşıyorsun.?'' Burakta şunu fark etmiştim, bir şeyleri kurcalamayı çok seviyordu.
''şşş, Mert aşkın kodlarını da söylesene, olum çok yalnızım lan.'' Burak'ın ağlamaklı sesi ben bahçeye girdiğim an kesildi. Beni görünce bu kadar ciddiyete bürünmesini anlayamamıştım.
Burak'ın sessizleşmesiyle beraber herkesin yüzü bana dönmüştü. Köşede oturan Aren ile göz göze geldim. Yüzünde bir gülümseme vardı. Büyük ihtimalle Burak'dan dolayıyıdı. Bana bakan herkese tek tek gülümsedim, bir tek Lena bana gülümseyerek karşılık vermişti. Kendimi orada hiç olamdığı kadar yalnız hissetmiştim. Bu yanan canımı bir kez daha yakmıştı. Aren'in beni çağırdığını gördüm, bu duruma şaşırsamda belli etmedim.
Ufak adımlarla ona doğru yaklaştım. Oturmam için yanında duran dosyaları masaya bıraktı. Gözlerim yüzüne kaydığında bu sabah ki gibi bakmadığını fark etmiştim.
''Nasılsın Nil?'' gözleri bende değil kucağında duran bilgisayarındaydı.
''Sabah ve şu an arasında bir fark yok.'' sesim olduğundan daha kısık çıkmıştı.
''Güzel.'' dedi Aren. Bu kadar mıydı? Bunu meraktan değil sadece sormak için sorduğuna yemin edebilirdim. Gözlerimi devirdim.
Hiçbir şey söylemedim o da bir daha bir şey sormadı. Nasıl olduğumu sormak için mi çağırmıştı beni? İçimden ona küfürler yağdırdım.
Aradan kaç dakika geçti bilmiyordum, önüme bir kahve konuldu. Arenle aramızda ki tek ses klavyesinden gelen tuş sesleriydi. Etrafa baktım Lena, Mert, Burak gülerek aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Mutluydular, hayat ellerinde her şeyi alsa bile kalanlarla yaşamaya devam edebilirlerdi. İçimde tuhaf bir his oluştu, bu histen nefret etmiştim. Hayır kıskanılacak hiç bir şey yoktu.
''İşte buldum.'' gözlerim Arene kaydı. Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi.
''Adı Özgür Akar, gayet iyi birine benziyor.'' elinde tuttuğu bilgisayarını bana çevirdi o an benle konuştuğunu yeni idrak edebilmiştim. Anlamayan gözlerle ona baktım. Kaşlarımı çatmış ekrana bakıyordum. Bir adamın cv'siydi bu. Aren anlamadığımı fark edince. ''Senin için bir koruma. En azından gidene kadar, sabah bahsettiğim gibi.''
Ellerimi önümde bağlayıp karşıya baktım. ''Herhangi bir koruma istemiyorum, zaten bu evin içinde bir sürü koruma var. Bilmem farkında mısın ama burada zaten bir hapis hayatı yaşıyorum.'' bakışlarım ona kaydı. Beni dinlemiyordu bile, yine aynısı yapmıştı. ''Kime diyorum alo? Sen hep böyle misin?''
''Hayır.'' dedi ciddi bir sesle. Bu sefer o da bana baktı. ''Burada ki bütün korumalar beni ve ailemi korumak için var.'' dedi ve Lena, Mert ve Burak'a baktı. Yutkundum, hayır kırılmamıştım. Çünkü bu muammeleyi görmeye yeterince alışıktım. ''Her an olabilecek bir saldırıda güvende olabileceğinden emin olmalıyım.''
Alayla güldüm. ''Güvenliğimi istiyorsun ve bunu sadece bir koruma ile mi yapacağını düşünüyorsun.''
''Düşündüğümden daha zekiyisin.'' bana tepeden bakıyordu, bu durum hiç hoşuma gitmemişti. ''Tankut geldiğinde de lütfen aynı performansı sergile.''
''Pardon. Neyi ima ediyorsun. Bilmem farkında mısın?'' sesim git gide yükselmeye başlıyordu. Bize baktıklarını hissedebiliyordum. Yüzüne yaklaştım, ondan korkmuyordum. ''Şu an buradaysam eğer bu senin suçun. Peşimde ne olduğu belli olmayan tipler var ve bu da senin suçun. Ve can güvenliğim tehlikede bunu bile koruyamıyorsan bunca korumayan rağmen...'' ellerimle etrafı gösterdim. ''BU DA SENİN SUÇUN!'' burnumdan soluyordum.
O ise hayran olmuşçasına bana bakıyordu. Bir anda ayağa kalktım, gitmek için hamle yapacağım sırada. Bir yerden alkışlama sesi duymuştum. Bakışımlarım sesin geldiği yöne kaydı.
Tankut'un alkışlayarak bahçeye girdiğini gördüm. Onu görmem bile bedenimin titremesine neden olmuştu. Arenin ellerini kolumda hissettim. Tam arkamda duruyordu nefesini saçlarımda hissediyordum. Burnuma gelen parfüm kokusu bana çok tanıdık gelmişti. Bunu yeni fark ediyordum.
Burak, Lena ve Mertinde bizim olduğumuz tarafa doğru geldiğini gördüm.
''Mükemmel bir aile tartışması, abi kardeş ne kadar tatlıydılar değil mi Meliscim?'' Tankut arkasından gelen kıza kaydı gözlerim. Sarı saçlı, kısa boylu bir kızdı. Üzerine giydiği cırtlak pembe elbise ve pudra pembesi kürkü, aslında nasıl bir kız olduğunu söylüyordu.
''Evet abicim ne hoş, ne hoş.'' gözlerini devirdi. Fakat Areni görünce gözlerinin içi parladığına yemin edebilirdim.
Mert'in yanımza geldiğini koluma dokunduğu an fark ettim. ''Aren sen şu tarafa doğru geç. Nil bizim yanımızda zaten sıkıntı olmaz. Böyle durmanız biraz dikkat çekiyor.'' Mert beni mi korumak istemişti.
Aren sessiz kalarak Mertin söylediklerini yaptı. Nasıl görünüyorduk bilmiyorum ama Aren'in bir an da gelip bana dokunması, saçma bir şekilde güvende hissettirmişti.
''Hoşgeldin Tankut. Keşke haber verseydin bir şeyler hazırlatırdım.'' yanımdan geçip Tankuta doğru ilerledi. Yüzünde yapmacık bir gülümsemeyle ona sarıldı. Kaşlarım şaşkınlıkla hava kalktığında zihnim bir kaç gün öncesine gitmişti. Ne ara bu kadar samimi olabilirlerdi.
Lena yanımda durdu ve gözleriyle oturmam için işaret verdi. Acaba Tankut söylediklerimi duymuş olabilir miydi?
''Merhaba Melis.'' dedi Aren ve Melisin elini alıp bir öpücük kondurdu. Midemin bulandığını hissettim. Melis diğer eliyle ağzını kapatarak hafifçe gülümsedi.
''Çifte kumrular sizi.'' dedi gülerek Tankut. Çifte kumrular? Karşımda ki koltuğa oturduğumda gözleri benim üzerimdeydi. Gözlerimi kaçırdım, olduğum yerde kıpırdadım bakışları rahatsız ediciydi. Lenanın elini bacağımda hissettim.
Sessizce ''Sakin ol.'' demişti.
Aren ve Melis bir şeyler konuşuyorlardı, bu her neyse onlar için mutlu bir şeydi. Gülümseyerek bu tarafa doğru geldiler. Karşımda Tankut, yanımda Lena, sağ çaprazımda Burak ve Mert oturuyordu. Boş olan diğer koltuğa ise Aren ve Melis oturmuştu.
''Nasılsın bakalım Nil?'' yarım saat önce aynı soruyu Aren de sormuştu. Bakışlarım ona döndü, ben orada yokmuşum gibiydi. Melisle konuşmaya devam ediyordu.
''İyiyim.'' söyleyebildiğim tek şey bu olmuştu.
''Geçen gün için kusura bakma. Aren bana senden hiç bahsetmedi.'' arkasına yaslandı bacak bacak üstüne attı. Bakışları tehlike arz ediyordu. Ellerim titriyordu.
''Sorun değil.'' sesim çok kısık çıkıyordu.
''Noldu biraz önce bağırıyordun. Sessizleştin şimdi. Korkma benden sana zarar vermem.'' ufak bir kahkaha attı. Ona cevap vermeyeceğimi anladığı an. Bakışları Burak'a kaydı.
''Napıyorsun sarı kafa.'' resmen herkesle dalga geçiyordu.
Arene baktım. Melis gülümseyerek bir şeyler anlatıyordu fakat Aren onu dinlemiyordu. Gözleri bir noktaya sabit kalmıştı. Baktığı noktaya baktım. Titreyen ellerime bakıyordu.
Ellerimi yumruk yapıp açtım ve geçmesi için ellerimi bacağımın altına sakladım.
''Gençler sohbetiniz çok güzel bakıyorumda.'' Tankutun sesiyle Aren yapmacık gülümsemesini yüzüne yerleştirdi.
''Nil'cim biliyor musun bu güzel çiftimiz nişanlanıyor.''
O an kafamdan aşağıya kaynar sular aktı. Bakışlarım dondu. Gözlerim Arene kaydı. Melis elini onun üstüne koydu ve gülümseyerek Arene baktı. Aren ise bana bakıyordu. Gözler konuşmaz derdi birileri. Şimdi ise çığlık atıyordu.
Kendime gelmeye çalıştım. Lena'nın eli dizimdeydi destek vermek ister gibi. Diğerleri nasıl bir tepki vermişti bilmiyordum çünkü kimsenin yüzüne bakamıyordum.
''Yoksa sen bilmiyor muydun Nil? Aaaa insan kardeşinden saklar mı bunu Aren.'' yapmacık bir kızgınlıkla Arene baktı. ''Bende bu güzel çiftimize Sürpriz olarak balo düzenledim. Bu güzel birleşimi kutlamamız lazımdı. Bizzat gelip yüz ifadelerinizi görmek istedim.'' Melis koşarak Tankut'a sarıldı.
''Ya abi sen varya bitanesin.''
''Çok iyi düşünmüşsün Tankut.'' dedi Aren o kadar düz ve sabitti sözleri.
Onlar dışında bir daha kimse konuşmadı. Yaklaşık yarım saat boyunca düğünleri için plan yaptılar. Ben ise sadece dinledim.
''Neyse biz kalkalım artık. Yarın bekliyorum hepinizi. Özellikle de sen.'' dedi beni göstererek. Yutkundum.
🦋🕯️
Aradan saatler geçmişti. Aren ortalıkta yoktu. Nerede olduğuda bu saatten sonra beni ilgilendirmiyordu. Sabah yaşadığım korku, gerçeğe dönüşmüştü. Bahçede çimlerin üzerine oturmuş kararmaya başlayan gökyüzünü seyrediyordum. Benden başka kimse yoktu. Arenin karşısında ne kadar güçlüymüş gibi davransam da bunu beceremiyordum.
''Nefret ediyorum kendimden. Ne kadarda aptalım.'' içimde tuttuklarımı sesli bir şeklide dile getirmeliydim.
''Bence aptal gibi görünmüyorsun.'' tok bir ses hemen yanımdan geliyordu.
Uzun boylu tıpkı Mert gibi geniş omuzları olan biriydi bu. Tanıdık bir yüzü vardı.
''Pardon. Siz kimsiniz?''
ellerinde tutuğu kahve bardaklarından birini bana uzattı. ''Üzgünüm kendimi tanıtmadım. Ben Özgür. Birkaç günlüğüne size süpermen'lik yapacağım.'' gülümsedi. Anlamayan gözlerle ona baktım. ''Yani korumanız olacağım. Aren bey bahsetti sanıyordum.''
''Evet, bahsetti.'' tekrardan önüme döndüm. Bir korumamız eksikti.
Bir anda yanıma oturdu. Gözlerimi devirdim ve ona baktım. Hala elindeki kahveyi uzatıyordu. ''Almayacağım teşekkür ederim.''
''Bence almalısın.'' bu ne samimiyetti. Uzattığı kahveye baktım. Beyaz bir kupada normal bir kahveydi.
Daha sonra dikkatimi çeken başka bir şey oldu. Çatık olan kaşlarım havalandı ve zihnim yıllar öncesine kaydı. Bileğinde gördüğüm bileklik beni geçmişe çocukluğuma, Poyraza götürmüştü.
Bu onun bilekliğiydi. Poyrazındı o. Şaşkın gözlerle ona baktım.
''Nil, seni buldum sonunda. Küçükken bu kadar ters biri değildin daha kibardın.'' gülümsedi.
''Poyraz sen misin gerçekten?''
''Söz veriyorum seni asla bırakmayacağım.''
.
.
Bölüm sonu
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |