@nisaxwn
|
Ruhunda belki hala beyaz kalan yerler vardı. Ama hepsi de benim ulaşamayacağım kadar uzak yerlerdeydi. Ulaşabilmem için en derinlerinde bir yere sahip olmam gerekiyordu. Işıklarının yandığı tek yere değinecek kadar değerli olmam gerekiyordu. Peki o zaman da izin verir miydi gitmeme. O zaman bırakabilir miydi? Vazgeçebilir miydi merhametten yoksun kalbine merhamet koyacak kadar çok değer verdiği bu kadından.
❄️
İlk defa birinin kalbinde yer edindiğimi düşünmüştüm. çünkü birinin benide sevdiğine inanmıştım. en mutsuzken bile' bak o seni seviyor' diyerek kendim için yalancı bir bahane bulmuştum. ama şimdi görüyorum ki temelsiz duygularım benim gibi yetim kalmıştı.
ışığım yanlış ellerdeydi. eğer öyle olmasaydı bugün yolumu kaybetmetmezdim.
Bir adım gerilerken. Gözlerimi ceren'den çekip umut'un hala eğik olan başına çevirdim. İçim acıya acıya. "Hani beni çok sevdiğini söylemiştin ya." Başımı iki yana sallayıp. "Bence sevgi dediğin şey ilk önce sadakatle tanışmalı. Yoksa ayakta dikilemez. Yıkılır..." Son sözümü fısıldayarak söylemiştim. Parmağımda ağırlık yapan yüzüğe buruk bir tebesümle bakıp. "Belki de bu yüzük benim hakkım olmadığı için parmağıma ağırlık yapıyor. Belkide bu yüzük asıl sevginin sembolünü taşımadığı çin kalbimde agırlık yapıyor." Parmağımda ki yüzüğü titreyen parmaklarımla çıkarttığımda. Umut hızla öne atılarak. "Hayır lütfen bunu yapma aşin Bir hataydı sadece." Dedi bana yalvararak baktığında. Bakışlarım donuklaştı. Kalbimde bir soğukluk hissettim. İçimin buz tuttuğunu hissettim. Yaşlı gözlerim artık bir uçuruma bakar gibi umut'a bakıyordu.
"Biliyor musun. Benim parmağıma zaten hiç yakışmamıştı." Buruk sesim. Bakışlarımın tam terseydi. Yüzüğü onun avucuna koymak yerine. Yanında duran arkadaşımın avucuna bıraktım. Ve son sözümü ikisine bakarak söyledim. "Ama bence senin parmağına çok yakışacak." Bu söylediklerimle ikiside afallarken umut kilitlenmiş gibi ceren'in avucunda ki yüzüğe baktı. Kendi çizdiği mutsuz son aşk masallının sonunu izledi. Umut'un yanından geçip gitmeden önce. Gözlerim meltemin ellerinde ki pastaya kaydı. Acıyla gülümseyip. "O pastayı senin için yapmıştım. Doğum günün kutlu olsun." Son sözlerim onda bir enkaz yaratırken ben o enkazın altında boğuldum.
Nasıl bir hızla evden ayrıldığımı bile bilmiyorum. Tek bildiğim bir ara burkulan bileklerim yüzünden az daha merdivenlerden düşecek gibi olmam. Kendimi eski model arabamın içine atıp derin derin nefesler alarak ağlamaya başladım. sonbaharın ilk yağmurundan kopan bir damla arabamın camına düştü.
Arka kapının açılmasıyla gözyaşlarımı ellerimin tersiyle sildim."neden geldin?" Dedim. Hüznüm sesime de yansımıştı. Mehil burnundan soluyarak. " Ben sana demiştim. Onu gözüm tutmadı! diye" söyledikleri tekrar bana umut hatırlatırken. Ellerimi direksiyona koyup. " İn arabadan mehil." Sesim son derecede sert çıkmıştı. Normalde de mehil ile sık sık kavga ederdik ama ilk defa onunla böyle sert konuşuyordum. Çünkü şuan yanlız kalmaya ihtiyacım vardı. Mehil omuz silkip. "Seni böyle bir günde boğazıma bıçak dayasan bile yanlız bırakmam teyze" dedi itiraz ederek. Sinirle direksiyona bir yumruk atıp. " Yeter! Anlıyor musun yeter. Bırak peşimi! Sana git diyorum. Git yanlız bırak beni mehil!" Arabanın içinde yankılanan yüksek sesim Mehil'i zerre etkilememişti. Derin bir nefes alıp sakinleşmek adına gözlerimi yumduğum sırada. Mehil arka koltukta."neden beni hep gözden çıkarıyorsun. " Dedi omuz silkerek.
Bu söyledikleri yalandı. Onu gözden çıkarttığım falan yoktu. Sadece annesi benden hazetmediği için onu kendimden uzak tutuyordum. Gözlerimi açıp dikiz aynasından mehil'e baktım. uzun kumral saçlarını sertçe arkaya iteledi. " Neden beni sevmiyorsun. Ben her mutlu anında en zor gününde yanındayken sen neden beni sürekli itiyorsun." Bu konuyu daha önce hiç açmamıştı. Anlaşılan baya dolmuştu. Ve patlamak için bugünu beklemişti. Sesli bir nefes verip.
"Mehil gider misin lütfen kalbini kırmak istemiyorum. Kötü bir zaman geçiriyorum yanlız kalmak istiyorum sen meltemin arabasıyla eve git ." Sesimin sakın çıkmasına gayret ederek elimle kapıyı işaret ettim. " Hayır hiç bir yere gitmiyorum. Sen nereye ben oraya."diye inat etmeye başladı. daha fazla onunla inatlaşmanın bir anlamı yoktu. titreyen parmaklarımla direksiyonu kavradığımda. göz kapaklarımı zorlayan göşyaşlarımı derine çektim. onları bir süre ertelemek zorundaydım. göreceklerim beni korkutuyordu buna hazır değildim.
arabayı hızla sürerek evin yoluna düştüğümde düşünceler kafamın içinde çıkmak için yol arıyordu. hüzünle yolu izliyen gözlerimi ağlamak için zorlasamda. göşyaşlarım beni dinlemiyordu. kısa süren yolculukta ne ben konuştum nede mehil. sesizlik yol boyunca sürdü. hoş konuşacak ne kalmıştı ki. herşey yarım yamalaktı bizim için. yarım olan bir hikayenin konuşulacak bir yanı var mıydı ki? başlığı hatalıydı ve sonu kimsenin göremeyeceği kadar bulanık.
belkide yanlış yazılmıştı. o yüzden bir son görünmüyordu.
Gözlerimi dışarıyı seyderken. yeşil harelerim ruhsuzca yağmurların döküldüğü ıslak caddeleri izliyordu. yağmuru herkes severdi. ama ben sevmezdim. nedensizce korkuyordum yağmur yağınca sanki bir felaket olacak mış gibi bir hisse kapılıyordum. nedensiz bir korku sarıyordu ruhumu. o yüzden yağmur yağınca hep evde olurdum. derin bir nefes verdim. efkarlı havanın ılık yağan yağmurları bir sona yaklaşrcasına yağarken. dikildiğim yerde kaç saattir durduğumu bile bilmiyordum.
yaklaşık bir saatten fazladır mehil'in odasına ait balkonda oturuyordum. bedenim buz gibi olmuş ayaklarım uyuşmuştu soğuktan. sonbaharın ilk ayında olduğumuza rağmen hava kışı çağırıştırıyordu. kışın hefesi bütün mevsimlerin ilklerini çalmıştı. çünkü evren bile ihanetle büyütüyordu içindekilerini. ihanet içimde büyük bir iklim yaratmıştı. zamanımda ukte bırakmıştı. bütün düşüncelerimin içine kadar sızmıştı. ve ben bir çırpıda bu lanet gecenin etkisinden çıkamıyordum. oysa ki yılların bana karşı olan acımasızlığına alıştığımı sanmıştım. meyerse kendimi kandırmışım onca zaman. sadece güçlü olmak için acılarımı görmezden gelmiştim.
Bu geceyi bütün zihnimden sileceğim. öyle ki senin bana bıraktığın bu geceyi en kötü anılarımda bile yer almayacak umut ekin!
burnumu çekerek oturduğum yerden doğrulduğumda ayağa kalkarak. balkondan çıktım. balkonun kapısını kilitleyerek yatağıma doğru küçük adımlarla ilerlediğimde gözlerim gece lambanın aydınlattığı saate takıldı. saat gecenin yarısını geçmişti. mehil her zaman ki erkenden uyumuştu. ablam ise televizyonun başında uyuya kalmıştı. mehili zorlukla ona birşey söylememesi için ikna etmiştim. birde ablamın çekemezdim.
eniştem ise gece çalıştığı için sabah saatlerinde geliyordu. hoş sırf bizi görmemek için adam gece gündüz çalışıyordu. ruhsuz bir evin içinde cansız bedenler gibi dolanıyorduk. tabi normal bir insanın korkacağı bir izlenim bırakıyorduk haliyle. birbirimizden başka herkese güler konuşurduk. ama söz konusu birbirimiz olunca birer düşman sayılırdık. bu yüzden bu mahalenin çoğu bizden korkup kaçardı. bazen hepimizin bir piskoloğa ihtiyacı olduğunu düşünsemde sonra onunda bir işe yaramayacağını bize bakınca anlıyordum. zira bizim ruhumuzda ki hastalık kronikti.
Hoş daha önce ablam benim için daha önce bir kaç falcıyla konuşmuştu. ama her seferinde ona sayfamın kayıp olduğuna dair saçmalıklar anlatmışlardı. bunlara inanmıyordum. onların dediğine göre benim yıldızım bu dünya üzerinde yokmuş. sanki herkesin bir yıldızı vardı bu evrende. bu başlı başına bir saçmalıktı bana göre.
Ama ablama göre ben bir ucubeydim o benim aksime o yalancılara inanıyordu. buda yetmezmiş gibi annemizi ve babamızı benim öldürdüğümü düşünüyordü. halbuki onlar beni kurtarmak için denize girince dev dalgalar tarafından denizin içine sürüklenmiştiler. bu acıyla zamanla hislerim bile çürümüştü. onların ölümüne sebep olmuştum. ama doğa üstü güçlere sahip olduğum için değil. henüz yedi yaşındayken denizin derinliğini merak edip o dalgalara yaklaşmamdı en büyük hatam. bu yüzden değil miydi zaten hep denizden kaçmam yağmuru sevmemem fırtınalar dan korkmam. sırf bu yüzden değil miydi denizin kıyısında yaşarken bile bir kere bile dönüp bakmamam. çünkü denizden nefret ediyordum! o benden ailemi almıştı onu nasıl sevebilirim ki? benim gözlerimde denize ait renkler bile siyahtan oluşuyordu.
Çünkü onun asıl rengi güzel bir mavi olmamamalıydı aksine siyah olmalıydı. mavi gökyüzüne ait kalmalıydı. çünkü deniz bir canavardı. ve cesetleri süsleyen o canavar güzel olamazdı!
Onun yüzünden acının rengi bile kaybolmuştu tenimde. onun yüzünden ablam benden nefret ediyordu. bunun için haklıydı. onun annesinin babasının katiline bakmak zorunda kalmıştı yıllarca. o nefret etmesi için bir bahanesi vardı. peki benim bir sebebim var mıydı? insanın sevdikleri ölürken bile geride bedenleri kalırdı. benim ailemin ne bedenleri nede mezarları vardı. geride parça parça umutlar kaldı onların bıraktığı hatıraların arasından. on sekiz yıl geçti hala umutlarla bekliyorum onları belki bir gün olur çıkıp gelirler diye. yıllarca ablamın aksine ben hiç yas tutmadım. "belki bir gün kapı çalar ve gelirler"diye geceleri geç yatardım bunun için.
Yağmur şiddetini artında o an korkuyla önüme döndüm. gecenin yarısı geçmişti. ve göklerden gelen yırtıcı sesler hiç normal sesler değildi. nedensizce bir korku hissediyorum. elim yavaşça gözlerime giderken. gözlerimde ıslak sular tenimi ıslatmıştı. yutkundum. bu demek oluyordu ki tehlike etrafımda pusudaydı. bir ses işittim kalbim kasıldı o sesle.
o an ne oldu bilmiyorum ansızın adımlarım dış kapıya doğru bilinçsizce ilerlemeye başladı. kalbimin sesi yavaşladı.ne ara dış kapının yanına yaklaştığı mı bile bilmeden yürümeye başladım. birinin ardımda ki bağırışını duydum lakin sesler ve hareketler benden çok uzaktı.
Düşünme yetkimi kaybetmiştim. sanki yürümüyor adımlarım kayboluyordu. dışarı çıktığım an yüzüme düşen yağmur damlaları bedenimde ki bütün acıları alıp kendileriyle dağıtırken. herşey öylece gözlerimin önünde yok oldu. bedenim kıskıvrak yakalandı onalara ve ruhum sonuna kadar itat ederek onların istediği yere götürdü beni. yıllar önce olduğu gibi ailemin olduğu yerdeydim. kusursuz bir lacivetti denizin saf rengi. on sekiz yıl ondan kaçmıştım Ama bugün annemin ve babamın kaybolduğu o denizin kıyısındaydım. beni gören deniz dalgaları hoyratça yükselirken. Karanlık gece ışık gibi buluşuyordu kuyu lacivert dalgalara. ilk defa uzun uzun baktım. ne yaptığımı bilmeden.
yavaşça yaklaştım. sanki beni cağırıyorlardı. bir ses sen oraya aitsin diyordu. ve bir güç bedenimi denizin içine itiyordu. ben Denize yaklaştıkça sular daha hırçınca coşmaya başladı. ayaklarım suya girdiği an o soğukluğu hissetmedim aksine buz tutmuş ayaklarım ısındı. içimde ki ses daha derine batman için beni tetikliyordu ve ben ona itat ederek suyun en derinine iniyordum.
biri peşimden ağlıyordu onu anlayamıyordum. benliğim öyle kapılmıştı ki içimde ki sese. bana ölümü bile sevdiriyordu o ses!
"Reva dur sakın gitme oraya!"ağlamaklı bir sesin haykırışı çınladı kulaklarıma. zihnimde yankı yaptı. durmak istedim ama kendime engel olamıyordum. duramıyordum! lanet olsun bana ne oluyordu! ölüm öyle çok yaklaşmıştı ki beni korkutan o canavarın gerçek yüzü bile kaybolmuştu gözlerimin önünde. lakin o an ne oldu bilmiyorum ama bedenimden bir güç çekildi.ve zihnim aydındı. kirpiklerim titredi. gördüğüm tek şey karanlıktı ve evde değildim. allah kahretsin neredeyim ben korkuyla yutkunarak nerde olduğuma baktım.
"Teyze lütfen geri gel"mehil'in sesini duyunca bir kaç saniye olduğum şoktan çıkmaya çalıştım. donmuştu gözlerim dizlerimin üstüne kadar yükselen suya baktığımda. küçük çaplı bir şok geçirdim.
"Be- ben buraya nasıl geldim" Kelimeleri yuttum korkudan gözlerim doldu. dizlerim titriyordu.
"Sakin ol teyze korkacak birşey yok sadece uyur gezersin eğer bana yardım etmek istiyorsun olduğun yerde dikilme bana doğru gel"dedi. anlamıyordu beni. ne desem de gelecekti. buna izin veremezdim. suya bakmadan yavasta hareket etmeye çalışarak bedenimi mehile doğru çevirdim. dudaklarım titriyordu nedense su az önceye göre daha derinleşmişti. yada ben öyle görüyordum hayır suya bakma reva o sadece seni korkutmaya çalışıyor! bakışlarımı sudan çekerek dümdüz önüme baktığımda. o sırada mehil'in ardında ki ki dev dalgayı görmemle gözlerim dehşetle genişledi. kalbim göğsümün içinde acıyla sıkıştığında ellerim boşluğa düştü. gözlerim önce mehile sonra ise korkunç manzaraya arasında gel git ederken. üst üste yutkundum.
"Olamaz"diye mırındandım. geriye doğru düştü adımlarım. dev bir dalga üstümüze doğru geliyordu. denizlerin suyu bu tarafa doğru çekiliyordu. ve hırçın dalgalar yerden göğe yükseliyordu. korkunç bir manzaraydı. korkunç bir sahneydi. delicesine titriyordum. ne yapacağımı bilmeden hemen hareketlenerek. mehil'in elini daha sıkı tuttumğumda.
"Kahretsin mehil neden geldin! sana gelme dedim beni neden dinlemedin!" diyerek suyun içinde hızla hareket ederek ilerlemeye çalıştım. mehili kendimle çekiştirdim lakin o an benim gördüğüm manzarayı görmüş olacak ki. kaskatı kesildi. "Teyze ne oluyor"diye korkuyla konuşurken. "Sus mehil ve arkana bakmadan ilerle"derken o sudan kurtulamayacağızı bile bile çırpındım. çünkü birinin ölümüne daha sebep olamazdım. yeğenime bu kötülüğü yapamazdım. ablam haklıydı ben acınası biriydim.
Gözlerimden bir yaş tenimde yol çizip aralıklı dudaklarımın içine sızdığında. Nefesimi tutmuştum. öyle hızlı ilerliyorduk ki kıyıya yaklaşmak üzereydik. suların korkunç sesleri kulaklarıma ağıt gibi dökülüyordu. öyle hızlı gidiyordum ki mehil'in sesini duymuyordum. ancak o sırada birden bire suyun sesi kesilince aniden durdum. derin bir sesizlik oluştu. mehil'in elini sıkıca tuttum. korku ruhlarımızı kafesine hapsetti. o sırada ne oldu bilmiyorum. zifir bir karanlık sardığında. gök bir defa gürledi.
Sular bizi yutmadan önce. son defa"elimi sakın bırakma mehil"diye fısıldadığımda. saniyeler içinde denizin yüksek dalgaları bedenimizi kensisiyle birlikte savurdu. bir çığlık koptu. ama bana ait değildi. mehile aitti. uğultu gibi sesler kulaklarımda çınlamaya başladı. suyun basıncı duyularımı kapatıyordu. öyle sert bedenim suyun içine girdi ki mehil'in eli elimden kayıp gitti. ellerimi uzattım bağırmak istedim ama sesim çıkmadı. Su bizi en dibe çekiyordu. bir boşluk sahiplendi ruhumu. garip bir şekilde boğulmuyordum ama nefeste almıyordum. mehil bedeni gözlerimin önünden uzaklaştı. evrenin toplarları artık çok uzaktı. istesemde ulaşamayacaktım.
Gözlerime önce bir ışık vurdu ardından ise. evrenin kuytu karanlığı aldı. bilincimi tamamen kaybederken. son gördüğüm bir çemberin içinde dönmemdi. herşey bir anda olup bitti belkide saniyeler içinde bedenim ruhumdan ayrıldı.
Biz ölmüştük
❄️
Bilmezdim uyku ölümün acısızıydı. eğer bunu bilseydim. gecelerin karanlığı ruhumu kabul edene kadar uyanmazdım.
Bazı sesler işitiyordu kulağım. tam
Ellerimi yerde yoklatıp elime gelen gözlüklerimle rahat bir nefes koyverdim Gözlüklerimi yerden alıp doğruldum. Aceleyle gözlüklerimi gözlerime taktığımda.neyi görmeyi bekliyordum bilmiyorum ama kesinlikle böyle bir manzarayla karşılaşmayı planlamıyordum. Tüm ihtişamıyla görkemli duruşuyla mükemmelin ötesindeydi. Koca bir şehirin görüntüsü gözlerimin önündeydi. Ve bu şehir bana ben diğer sıradan şehirlerden değilim diyordu. Gri lüks binalar yan yana eşit bir boyda dizilmiş hava kararmaya yakın olduğu için loş ışıklar şehrin dört bir yanını süslüyordu. Fakat dikkatimi çeken bu değildi. Asıl dikkatimi çeken binaların ortasından göğe yükselen kırmızı ve lacivert dumanlardı. Bir uğultuyu andıran sesler kulaklarımı dolduruyordu. Ama sesin nerden geldiğini çıkartmak zordu.
Şehrin güzel manzarasının öyle büyülenerek kapılmıştım ki. Nerde olduğum aklımdan uçup gitmişti. Anlıma vurup bakışlarımı şehirden çekip etrafımı kolaçan ettiğimde. Bir yolun üstünde olduğumu gördüm. Ayaklarımın altında ezilen çakır taşlara şaşkınca baktım. Nerdeydim ben? Kafam allak bullaktı. Zihnimi biraz zorladığımda zihnimde son yaşanan anılar oynadığında. Gözlerim dehşetle irice açıldı. Şaşkınlıkla aralanan dudaklarımdan sadece tek bir isim döküldü. "Mehil" gözlerimi hızla etrafta gezdirip yolun üstünde ne tarafa gideceğimi bilmez halde etrafımda çaresizce dolandım.
"Mehil!!" Sesim etrafta yankı yapıp tekrar kulaklarımı doldurdu. Ne yapaçağımı bilmez bir haldeydim. Ellerimi sinirle saçlarımın arasından geçirip. "Nerdesin. Allah kahretsin mehil nerdesin! Seni nerde bulacağım." En son yaşadığımız şeyler aklımda canlanıp korkumu git gide büyütüyordu. Mehil'e bir şey olursa kendimi asla affetmem.
Kalbim korkuyla sıkışıp miğdem kasıldı. Nefesimi düzene koyup git gide yükselen seslere odaklandım. Sanırım birileri kavga ediyordu. Yoksa bu mesafeden seslerin bu kadar yüksek çıkmasının mantıklı bir oluru yoktu. İçimde belli belirsiz bir korku yene aynı yere konulduğunda. Şehire doğru gidip kalmak arasında sıkışıp kalmıştım. İçimde bir his. Sanki o şehirin içine girsem bir daha çıkamayacakmışım gibi bir hise kapılıyordu. bir tarafta ise mehil'in olmamayışı. o sırada gökyüzünde şimşekler çaktı. bakışlarımı gögyüzüne çevirdiğimde yüzüme düşen yağmur damlalarıyla gözlerimi yumuldu. derince soluklar aldığım sanki bundan sonra herşeyin zorlasacağı gibi ve ben o zorluğun içinden nefes alamayacakmışım gibi.
o an hiç düşünmeden gözlerimi çektiğim gibi seslerin geldiği yöne doğru koşmaya başladığım. yağmur şidetle yağıyordu üstümde ki elbise bedenime yapışmıştı. daha önce görmediğim farklı sokaklarda koşarken. gördüğüm gariplik aklı dengemi sarsmıştı. nasıl bir yerdi böyle? üstelik zemin buzdan oluşuyordu.
adımlarım soluklarımla birlikte ansızın dururken yüzüme vuran yoğun ışıkla bakışlarımı kaldırıp nefes nefese ışığın geldiği yere baktım. telaşla kaşlarım çatıldı. binlerce insanın toplandığı bir alana gelmiştim. onlardan önce gözlerime ilk takılan şey insanların üstünde ki farklı kostümlerdi. pelerinli şapkalarla yüzleri gözleri kapalıydı. adımlarım korkuyla aralarına karışırken. gözlerimi bir türlü tuhaf kıyafetlerinden alamıyordum. o sırada suzkunluk yeniden bölümünde aniden kulaklarıma dolan seslerle irkildim. insanlar sahne gibi bir yerin etrafında çullanmıştı. ve
Dumanlar havada süzülüp göğe yükselirken yerine yeniler alıyordu. İnsanların sesleri kulaklarıma uğultu gibi geliyordu. Hepsinin elleri havada yumruk şeklini almış tezahürat ederek sürekli aynı bu ismi zikrediyorlardı. Gözlerim sislerin arasında ki silüetleri bulunca yutkundum. Görüntü yavaş yavaş netleşirken. Gözlerimin hedefine ilk değen anlına yapışmış kıvrak saçları buldu. daha sonra Gözlerim şaçlarının gölge düşürdüğü Öfkeyle harlanan hazel gözleri buldu. Öyle büyük bir kinle parıldıyordu ki. Bu kinin kime ait olduğunu sorguladım. Sonra onun baktığı yere baktım.
Dumanlar iki yana dağıldı. Herkesin sesi bıçak gibi kesilirken. Buna benim nefesim de eşlik etti. Gözlerimi kıstım. Gri dumanlara hükmetmek ister gibi. Ellerini iki yana açtı. Dumanlar ona yol vererek iki yana açıldı. Ve gizlenen bedeni gün yüzüne çıktı. Herkes put kesilmiş onun zeminle buluşan azametli adımlarını bir melodi dinler gibi dinliyordu. Gözlerim ayak uçlarından tırmanarak yüzüne çıktığında boğazım kurudu. Yutkundum.
Koca bir yıkımı gördüğüm kehribar gözleri gözlerimin hapsine aldım. Gözlerim o parlak kehribarlara bakarken yanıyormuş gibi hissediyordum. Sanki orda harladığı bir ateş varmışcasına. Nefesimi tutup. Attığı her adımda iri vücuduna yapışan siyah kostumina ait söktüğü düğmelerini izledim. Gözleri dümdüz o hazel gözlü çocuğun üstündeydi. Üstün bakışlarına dudağının kıvrılışıda eşlik etti. Açtığı her düğmede pürüzsüz göğsü giriyordu görüş açıma. Hayatımda ilk defa bir erkeği bu kadar uzun inceliyordum. Ama nedense gözlerimi ondan çekmek istemiyordum. Uzun kemikli parmakları düğmeleri acele etmeden her attığı adımına bedel ediyormuş gibi her adımda birini kopartıyordu. Gözlerinde ki avına yaklaşan bir aslan yatıyordu. Ona öyle dikkatle bakıyordum. Tek bir hareketini bile kaçırmak istemez gibi.
Şuan yüzüm okkalı bir tokat yapıştırmak istiyordum. Ama sonra bunu yapardım. Şimdi biraz daha bekleyebilirdi.
Adımları çocuğun tam önünde durduğunda. Genç çocuk öfkeyle bakıyordu ama öfkenin yanı sıra saşkınlık ve bilinmezlikti ifadesi. Ama diğerinin bakışları tam tersiydi. Sanki birşeylerin öcünü ondan almak ister gibi ona kibirle bakıyordu. Ellerini adlandıramadığım kostmunun yakalarına çıkartıp üstünden çıkarınca. Kalabalıktaki tüm kadınlardan bir çığlık koptu. Başka zaman olsaydı. 'ne var yane alt tarafı çıplak' derdim. Ama şuan dudaklarımı birbirine bastırmasaydım benden de bir çığlık kopardı. Adamın kehribarları memnuyetle kalabalığın üstünde gezindiğinde. Gözleri beni bulunca tedirginlikle yerimde kıpırdandım.
Açık kehribarlar kalabalığın arasında gezinerek tekrardan karşısında ki hazel gözlü çocuğu hedefine aldı. o sırada elini hızlıca havaya kaldırınca. Tezehuratlar eden insanların sesi aniden duruldu. dünya sessizliğe tekrardan kavuştu. resmen o sesler kulaklarımda çınlamıştı. bu adam her kimse bu insanların gözünde değerli biriydi. zira giyimi ve asil duruşu bunu gösteriyordu. herkes pür dikkat onları izliyordu. bu durumdan zevk alırcasına dudağının kenarı memnunca kıvırıldı.
öyle düşmancıl bakıyordu ki. doğrusu o sert bakışların hedefinde olmak hiç istemezdim. İkiliyin birbirine olan bakışları buzdan daha soğuk , cehennemden daha yakıcı olacak kadar tehlikeliydi. Uzun bir mesafe oldukça zararlı Bir samimiyetsizlik vardı aralarında. Gözlerinde ise saf bir nefretin acı merhametsizliği vardı.
Gözlerine altının tozlarının serpişildiği kehribarların sahibi. Usulca bakışlarını indirdi. Ve o zehirli bakışlarını karsısında ona geçmişinin yüzüne vurduğu yansımasıyla bakan hazel gözlu çoçuğun bedenini süzdü. O kibirle bedenini süzen kehribarlar. Bunu yaparken ifadesine bu üstünlüğü kondurmaktan hiç kaçınmıyordu.
Bundan zevk alıyordu.
Acı çektirmekten zevk alıyordu.
Belkide yaşadıklarının onda bıraktığı tecrübenin dokunuşlarıydı.
Gözleri tekrar ona o hazellerin ardında gizlediği umutlar ve çaresizlikle bakan çoçuğun yüzünü bu bulduğunda. Hazel gözlü çocuk. alaycıl bir ifade takınıp keyifle gülümsedi."Buraya kadar benimle dövüşmek için mi geldin"dediğinde. kehribar gözlü adam Dudağının tek köşesi tehlikeli bir biçimde usulca kıvrarak Ağır ve baskın bir tonda. "Senin gibi ağzı süt kokan veletlerle uğraşacak kadar işsiz bir adam değilim." dedi Bu sözlerin anlamı bir çok şeydi. Ama en belirgini. Senin gibilerle vaktimi ayırmayacak kadar değerli biriyim.
Boğuk ve karmakarışık düşüncelerimin arasında o kadar çok sıkışmıştım ki. Ansızın o sıkışık duvarların arasından süzülüp kulaklarıma yetişen aşina olduğum sesle. Gözlerimi kırpmadan üstünde tuttuğum kalabalıktan ve ikiliden ayırıp. O tanıdık yüzün silüetini insan kalabalığın arasından seçmeye çalıştım.
Mehil'in sesini duymuştum. Bundan emindim. Tanrım! İnanamıyorum. Resmen onu bulma ihtimali şimdi elimde vardı. O burdaydı. Yüzümde belli belirsiz bir tebesüm yerleşince. Etrafımda dolanmaya başladım. Fakat aradığım sesi bu sefer arkamda işitince neşeyle o yöne döndüm.
"Allah hepinizin belasını versin emi!"
Bu ses ona aitti. Allah'ım inanamıyorum
"Mehil! İnanamıyorum burdasın. Seni hiç bulamayacağımı sanmıştım." Mehil sesimi duymayı beklemiyor olacak ki. Tıpkı az önce ki ben gibi pür dikkat kesildiği ikiliden gözlerini kocaman açarak benim bulunduğum alana çevirdi. Kızarmış yanaklarında birkaç dakika silinmiş yaşların izleri duruyordu. Altın sarısı saçlarının bir kısmı omzunda dağınık bir şekilde dağılmışken bir kısmı sırtına serpilmişti. Mavi gözlerinde ki o endişenin ve paniğin yerini anında bir rahatlama aldığında. Benim onun için endişelendiğim gibi. Kendisi de benim için endişelenmişti.
Sanırım bu benim donuk kalbimde bir sarsıntı yaratmıştı. Son aldığım ihanetin ağır darbesiyle kendimi yeterince değersiz ucuz hissetmenin ardından. Hala biri tarafından önemsenmek kalbimi sızlatmıştı. Üzerimizde ki o derin ve yoğun bakışların sahibine dönme gereği duymadan yanlızca bakıslarımın hapisinde ki kişiye ulaşmak için tüm dikkatimi ona verdim. Ortam o kadar kalabalık ve doluydu ki. İnsanlardan aniden yükselen isyanlar birbirine girip bir uğultu gibi kulağımı doldurmuştu.
Yene ne için birbirine girdi bunlar? İçimden bu soruyu sormadan edemedim.
Kalabalığı iteleyerek mehil'e çabuk yetişmek ve onu koruma hissiyle hareketlerini hızlandırdım. İçimde garip bir korku yerleşmişti. Ve buna insanların delici bakışları da eşlik ediyordu. Mehil'in bakışları korkuyla ona onu az sonra öldürecek gibi bakan kalabalığın üstünde gezindiğinde. Bakışarı hemen sonra yaptığı hatayı farketmişcesine bana döndü. Aramızda bir adım mesafe kaldığında. Hala gülümsüyordum. Onu bulmuştum neticesinde. Kollarımı acıp tam vücuduna dolayacaktım ki. Ansızın bedenimin küvetli bir beden tarafından kolaylıkla itilip kenara savrulmasıyla ellerim iki yanıma düştü. Dengemi kaybedip tökezlerken. Son anda dengemi koruyup ayakta durmayı başaraabildim. Gözlerim şaşkınlıkla irileşti.
Az önce ne olmuştu öyle? İşte tamda bu saniyede kulaklarımı mehil'in tiz çığlığı doldurdu. Silkelenerek kendime geldiğimde olayın ne derece tehlikeli bir boyuta yetiştiğini yeni yeni kavrayabilmiştim. Gözlerim etrafımda Mehil'i ararken gördüğüm manzarayla şaşkınlıkla ağzım aralandı. Tanımadığım esmer bir adam Mehil'i dirseğinden sertçe tutmuş. Ve sanki bunun için emir almış gibi aldığı emiri yerine getirmek için harekete geçmişti. Daha fazla bu duruma seyirci kalmadan ileri atılarak. Adama müdahale etmeye çalıştım.
"Hey ne yapmaya çalışıyorsun sen! Dağ başımı burası. Derhal o ellerini çek yeğenimin üstünden!" Adam yüzüne çemkirmemden zerre etkilenmeden Mehil'i tuttuğu dirseğinden ileriye iterek dizlerinin üstüne düşürmeyi başardığında. O an bedenimde kaynayan öfkeyle. Hiç düşünmeden Adamın yakasını tuttuğum gibi kendime çekerek. Bacak arasına sert bir tekme geçirdim. Bu darbem oldukça acı vermiş olacak ki. Adam mahrem yerini tutup yüz kızartıcı küfurler ederek iki büklüm oldu.
Onu umursamadan yerde dizleri üzerine tıpkı bir suçluymuş gibi diz çöktürülen yeğenime acıyla baktım. Tam elimi uzatıp onu kaldırmaya niyetlenmiştim ki. Bu niyetimi saniyeler içerisinde bozan bir şeytan gibi. Kulağıma yabancısı olmayan o ses dolduğunda. Başımı usulca kaldırıp. onu gördüm.
BÖLÜM SONU....
Evet bu bölümü nasıl buldunuz?
bence çok güzel bir bölüm oldu. doğrusu yazarken tekrardan yazdığım bölümleri büyük bir heyecanla okuyorum. eminim ki sizin de benim gibi soluksuz bir heycan'la okuyorsunuzdur. eh bu parmaklarının emekleri için sizde güzel güzel yorumlar yapıp güzel güzel oylar atarsınız artık.
Şimdilik gelecek bölümde görüşmek üzere kendinize dikkat edin Allah'a emanetsin'niz canlar...
|
0% |