Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@niss.a

 

“Bir kız vardı derler;karanlıktan korkardı, sonra da derler ki, bu kız şimdi karanlığa gömüldü...”

 

1. Bölüm

 

Güneş batmıştı. Bir haftadır görünmeyen ay hilal şeklinde gökyüzünde yerini almıştı. Göğün en güzel yerinden bana gülümsediğini hayal edebiliyordum. Belki de gerçekten görebiliyordum.

 

 

Yarın için çok mutluydum. Çünkü; ay gökyüzündeydi bu gece. Çünkü; ay vardı. Çünkü; ay ben demekti. Çünkü; ay bana her zaman uğurlu gelirdi.

Gözlerimi kapatıp bir dilek dilerdim. Ardından başımı gökyüzüne çevirip aya bakardım -eğer varsa tabi-. Eğer oradan görebilirsem ayı istediğimin gerçekleşeceğini düşünürdüm gerçekleşirdi de. Görmezsem de o dileğimin gerçekleşmeyeceğini anlar ve boşuna umutlanmazdım.

Bugün yine ayı görebilmek için çıkmıştım cama. Camı açmamla içeri soğuk ve keskin bir rüzgarın girmesi de bir olmuştu. Her gece bunu yapardım. Camı açar, pür dikkat gökyüzünü izlerdim orada ayı arardım. İçimden ona “İyi geceler Ay Dede, Ay dede sana tatlı rüyalar versin” derdim. Korktuğumda ise “Sen bana yardım et Ay Dede” derdim. Böylece hiç korkmadım diyemem sadece korkum azalırdı ve ben kendimi daha güvende hissederdim. Sanki beni koruyan biri varmış gibi...

Ay, benim için çok özeldir. Bir şey istediğimde ondan diler, korktuğumda ona sığınırdım. Kimileri günbatımını veya gündoğumunu izlemeyi sever yani genellikle böyledir ama ben en çok geceyi izlemeyi severim. Geceleri parıldayan ayı severim ben. Karanlıkta eşyaları izlemek, aydınlıkta izlemekten daha keyiflidir benim için.

Çünkü; karanlıkta tek renk siyahtır. Her şeyi siyah görürüz. Ama aydınlık olduğunda etraf, bir şeyin ilk rengi çeker dikkatimizi. Renklerine göre yargılarız. Biz insanlar da böyle değil miyiz? Dış görünüşlerimize göre yargılamıyor muyuz birbirimizi? Asıl olanın dış güzellik değil de iç güzellik olduğuna bir türlü kendimizi ikna edemiyoruz. İşte bende bu yüzden severim karanlığı. Her şeyin dışı aynıdır. Hepsi tek bir renktir. Siyahtır...

Ve bu kadar siyahlık arasında onları ayıran tek şey hayatımızı nasıl kolaylaştırdıkları ve ne işe yaradıklarıdır...

Ayı izlemek için açtığım camda hilal evresini görünce ufak bir tebessüm ettim. Gözlerimi kapattım ve içimden dileğimi tekrar ettim “gidenler geri dönsün...”

 

8 saat sonra...

 

Kilitli kapılar, odadan gelen kan kokusu, bir çocuğun ağlama sesi, yerde durmadan akan kanın sahibi... Zaman tekrar ediyordu. Ellerimi öne uzattım. O çocuğu oradan alıp çıkarmak istedim. Ben ona koştukça aradaki mesafe kısalmak yerine daha fazla arttı, çocuğun haykırış sesleri azaldı ve karanlık gitgide arttı.

 

O çocuk karanlığa gömüldü. O kan kokulu karanlık evde bir çocuk gerçekten de en büyük korkusuna, karanlığa gömüldü. Evin içini aydınlatan ay ışığı yok oldu. Kanlar artmaya başladı. Tam karşımda bir kapı belirdi. Kapının ardında aydınlık vardı ama bu aydınlığa giden yol kapkaranlıktı. Kapı zaman geçtikçe kapanmaya başladı. Yetişmem gerekiyordu yoksa ben de ölecektim. Var olan gücümle kapıya doğru koştum. Yetiştiğim anda kapı kapandı. Kapının camının ardında o sekiz silüet belirdi. Ve en önde de çocukluğum. Gözlerimin tam içime bakıp kafasını bir kez iki yana salladı. Hayır! Demek istedim. Ben bir şey yapmadım! Ama bağırmaya gücüm yetmedi. Bedenim beni taşıyamaz oldu.

 

Yere dizlerimin üzerine çöktüm. Bedenimi kan kapladı. Ayağa kalkmak için ellerimi destek için yere koydum. Ellerim kana daha çok gömüldü. Başımı son kez kaldırdım. Ve o camdan baktım.

 

Çocukluğum kanlar içinde yerde yatarken o sekiz silüetin boynunda bir ip bağlandı. Başları öne düştü, ayakları havada sallandı, gözlerinden kanlar aktı. İçlerinden sadece biri bana baktı. Bu bakışın anlamı sanki “Bunu bize nasıl yaptın yirmi dördüncü?” der gibiydi...

 

✴️.✴️..✴️...

 

Gözlerimi büyük bir çığlık sesiyle açacakken yüzüme çarpan buz gibi suyla yataktan fırlamam bir oldu. Ben daha gözlerimi açarken kahkahalar eşliğinde Miray’ın sesini duydum.

 

 

“Yaaa! Olamaz makyajım bozuldu.”

Ardından “Tek derdin makyaj mı ya? Baksana bir benim halime.” Diyen Ahsen’in sesi ona eşlik etti.

Uyku sersemliğiyle afallayarak herkesin yüzüne bakarken odanın kapısı sert bir şekilde açıldı. İçeriye giren Miray Yusuf’un elindeki kovayı alıp kafasına geçirmeye çalışırken Melis’te elindeki kepçe ile kovaya vuruyordu. Ne yapıyor bunlar? Adlı bakışlarım ile onlara bakmaya çalışırken hala üzerimdeki uyku sersemliğini de gördüğüm rüyanın etkisini de anlatabilmiş değildim pek.

“İmdat, yardım etsenize lan! Hep bereber yapmadık mı cezasını niye ben çekiyorum?” diyen Yusuf’u Can kurtarmaya çalışırken sıranın ona geleceğini anlayan Yaman direkt elindeki telefonu cebine atarak kaçmaya başladı.

İçeriye giren Ahsen’in yüzüne bakarken anlaşılacağı üzere onu da oyuna getirmişlerdi. Çünkü bu ifadenin bambaşka bir nedeni olamazdı.

“Hani biz ekip olarak Melis’i ve Miray’ı ıslatacaktık Azra’nın suçu neydi bu arada? Ayrıca beni neden ıslattınız ki siz? Bir daha ki sefere size inanmayacağım!” Ahsen’in isyanları aklımdan geçenleri doğrular nitelikteydi. Aslında doğrulamasına da gerek yoktu. Bu evde bir gün bile yaşayan kişi ne olduğunu pek âlâ hemen anlayabilirdi.

“Ortaklığınıza başlatmayın şimdi. Benim akan farımın parasını kim verecek. Hem sizin yüzünüzden eyelinerı da yanlış çektim! Kesin geç kalacağım bugün. Makyajımın içine ettiğinizi yetmiyor gibi bembeyaz harika gömleğime de ruj sürdünüz. Sizin o rujun fiyatından haberiniz var mı acaba!” diyen Miray’ı Yusuf ağzını kapatarak susturdu. Çünkü yine bu evde bir gün yaşamayı bırakın Miray ile bir saat kalsanız bir başlasa asla susmayacağını bilirdiniz.

“Çok şükür Allah’ıma. En çok Miray konuşuyor diyorum ama inanan kim.” Yusuf konuyu değiştirmeye çalışırken gözler Miray’ı videoya çeken Yaman’a çevrildiği an Miray’ın çığlığı Yusuf’un ağzına kapattığı eli olmasına rağmen tekrardan odayı doldurmaya yetmişti. Hatta odayı bırakın ev de yankılanmıştı sesi.

“Hayır, hayır. Böyle bir şey olamaz. Sakın o videoyu paylaşacağım deme makyajım aktı tekrar çekeriz. Şimdi kesin kötü çıkmışımdır” Kulağının dibinde bağıran bir Miray olduğu için Yusuf ellerini direkt kulaklarına kapatmıştı. Ve bu sayede Miray konuşma özgürlüğünü tekrar ele geçirmişti. “Taliplerimin önünü kesmeye çalışmak için boşa uğraşma ben bu halimle bile çok güzelim. Sil o videoyu çabuk Yaman!” diye bağırdı bu kez Miray.

Yaman’ın Miray’a attığı sinsi gülüş ile paylaşacağını anlayan Miray “Seni öldürürüm!” diye bağırarak Yaman’ın üstüne atılırken arkadan Can’ın sesi duyuldu.

“Nereye öldürüyorsun 1.10 boyun anca var senin.” Sen misin bunu diyen. Miray bunu duyar duymaz çevik bir hareketle ayağındaki terliğin birini Can’ın kafasına fırlatırken diğerini de Yaman’a fırlattı. Ancak ikisi de ıska geçmişti. Sadece Can’a fırlattığı terlik Yusuf’un bacağına çarpmıştı.

“Üff! Şu evde bir düzgün günümüz olmayacak mı yaa?” diye oflayan Melis odadan çıktı. Birkaç saniye sonra tekrardan sesi duyuldu. “Gelin, gelin. Enayinin biri kahvaltıyı da hazırlamış.” Melis’in sesini duyan herkes kavgayı bırakıp içeri koştu.

Kahvaltıyı Ahsen’in hazırladığı belliydi çünkü ev işleri ondan sorulurdu...

“Ben yemeğimi yer yatarım ona göre beyler.” Diyerek ilk odadan Yusuf çıktı. Diğerleri de bir şeyler konuşarak çıktılar odadan. Bakışlarım odada son kalan kişiyi buldu.

Can’ı...

Bana beni anlamak ister gibi baktı. Tam da gözlerimin içine... Bir an bakışları en derinlerime inecek ve aklımdan geçen her şeyi öğrenecek, zihnimi okuyacak diye düşünsem de o, buruk bir tebessüm ederek çıktı odadan.

Arkalarından kapıyı kapatıp gördüğüm rüyayı düşündüm. İçimi saran ve beni huzursuz eden o hissi tanımlamaya çalıştım. Çünkü Can’ı düşünmemek için başka şeyler düşünmem gerekiyordu. Ve ben de öyle yaptım. Gördüğüm rüyayı hatırlamaya çalıştım. Zaten her gece gördüğüm ve her ayrıntısını ezbere bildiğim bir rüyayı unutmak imkansızdı...

Bu hissin adı korku olabilir miydi? Bu rüyanın gerçeklik payı kaçtı? Yirmi dördüncü de ne alaka şimdi? Geçmişi aklıma getirip bu ismi hatırlayıp hatırlamadığıma baktım. Öyle bir isim duymamıştım. Gözümden akan bir yaşı sildikten sonra gereksiz korkuma değil de guruldayan karnıma kulak verdim. Islanan kıyafetlerimi çıkartıp ay desenli siyah kazağımı giydim. Odamın kapısının kolunu tutarken son bir kez derin bir nefes aldım. Aklımda olan konuyu son kez düşünerek unutmaya çalıştım.

Bu kötü bir kabustan ibaretti. Sonuçta benim adım Azra. Azra’ydı bir kere benim adım...

Aslında pek iştahım yoktu gördüğüm rüyadan sonra ancak ölmemek için de olsa birkaç şey yedim. Daha sonra kalkıp ellerimi ve yüzümü yıkadım tekrardan. Tam salona gidecektim ki Melis’i ve Yaman’ı kapıdan çıkarken yakalamıştım. Ben de peşlerine takılarak kapıdan çıktım. Ve uzun süreli yolculuğumuza başlamış olduk...

•✴️••✴️•••

 

Bağırışlar, konuşmalar, kavgalar ve fısıldamalar... Anlayacağınız kimse tek değil. Bir kişi hariç. O zaten alışık bunlara. Yalnızım, evet yalnızım. Çünkü; onlar gibi bencil değilim. Onlar gibi bencil olmak için neler vermezdim...

   

Bu halime gülmek yerine ağlamak istiyorum ama olmuyor. Gözlerim kurumuş artık gözlerimden yaş akmıyor... Bağırmak istiyorum. Kurumuş dudaklarımın arasından bağırmak istiyorum. Niye hep ben yalnızım! Kimse neden beni düşünmüyor! Demek istiyorum ama yapamıyorum. Kaderime razı gelip susuyorum. İmrenerek diğerlerini izliyorum.

 

Bu okul bana o günleri hatırlatıyordu... Eski, geçmiş ve bir daha geri gelmeyecek o günleri...

 

Tik tak,tik tak saat ilerliyordu ama zaman sanki hiç geçmiyordu. Okul kantininde oturmuş Melis’in gelmesini bekliyordum. Saatte ki gözlerim zilin çalacağı saatin gelmesini beklerken bir zil sesinin kantini doldurmasını beklerken kendimi melodiyi tekrar ederken buldum. Ama bu sadece bir melodi değil bir şarkının notalarıydı.

 

Bir okulun teneffüs zil sesi olarak sarı çizmeli Mehmet Ağa mı çalardı? Sözleri söylenmeyen şarkı melodisinden kolaylıkla ayırt edilebiliyordu.

 

Birkaç dakika sonra içeriye kızgın bir şekilde giren Melis’e ne olduğunu soramadan arkasından Yaman kahkahalar eşliğinde girdi. Derin bir iç çektim. Melis bulunduğum masanın yanına gelince sandalyeyi sert bir şekilde çekerek oturdu. Kızgın bakan mavi harelerin de bulunduğu yeşil gözlerini masanın bir noktasına dikti. Ve uzun bir süre boyunca sadece oraya baktı, kafasını kaldırmadı.

 

Yaman’a ne oluyor derecesine bakarken Yaman’ın gülmesi azalmıştı. Ta ki arkasındaki çocuk onu itinceye kadar. Onu iten çocuk sinirli bir şekilde giderken Yaman gülmeye yine başladı. Anlaşılan Yaman yine birilerini sinir etmişti.

   

Birden oflayarak söze başlayan Melis’e verdim dikkatimi ve olacakları merakla dinledim.

 

“Vallahi ben bu çocuğu öldürürüm! Gelmiş belgelerimin sahte olduğunu söylüyor her zaman. Biz de biliyoruz herhalde sahte olduğunu . Öğretmen olmak için başka bir yolum var sanki de ben bu işlere bulaşmayı tercih ediyorum.” Melis çocukluğundan beri harika bir öğretmen hayali ile tutuşuyordu ama hayat onun okumasına izin vermemişti. Bu yüzden sahte belgeler ile okullara başvurmuştu teker teker. “Bir de belgeye ‘Harika,kaslı, yakışıklı Yaman Aksu tarafından onaylanmıştır’ yazmış birde. Bu salak yüzünden bir öğretmen olamadım gitti...”

 

“Yakışıklı olduğum kısım doğru. İsyanına yolda devam et yoksa biraz daha beklersek peşimizde polisler eşliğinde çıkacağız buradan.” Yaman’ın uyarısıyla hemen oturduğumuz sandalyelerden kalktık. Etrafa son kez göz gezdirdikten sonra kantinin çıkışına doğru ilerledik.

 

Kantinin sıkışık duvarlarındansa dışarısının ferah havası iyi gelmişti. Her şey çocukluğumda ki gibiydi. Banklar, bankaların arkasındaki yemyeşil ağaçlar ve çalılıklar, o ağır demir okul kapısı, okulun bahçesinde olan yavru kediler ve o duvardaki kan izi...

 

Nereye baktığımı gören Melis hafifçe sırtımı sıvazlayarak bakışlarımı başka yöne çevirdi. Buruk bir tebessümle gülümseyip başımı gökyüzüne çevirdim. Yüzüme düşen yağmur damlaları ile annemin yağmur yağdığı zaman bana okuduğu hikayeyi mırıldandım içimden...

 

Küçük bir kız yaşarmış, bulutların ardında...

Bir gün çok sıkılmış küçük kız, üç günlüğüne inmiş yeryüzüne.

 

İlk gün koşmuş, koşmuş tüm ormanlıklarda asla durmamış.

İkinci gün yüzmüş,yüzmüş tüm maviliklerde asla durmamış.

Üçüncü gün durmuş, durmuş tüm insanların içinde asla yorulmamış.

 

Dördüncü gün tam çıkacakken göğe,

Bir yıldırım patlamış, şimşekler çakmış.

Bulutlar başlamışlar ağlamaya,

Gözyaşları onu ıslatmış.

Anlamış ki küçük kız, o artık burada yaşayacakmış.

 

Yağmur damlaları yüzüne akmış ve o ağlamış.

Şimşekler çakmış ve o çığlıklar atmış.

Yıldırımlar patlamış ve onun ruhu paramparça olmuş...

Loading...
0%