Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm

@niss.a

“Hayat, bazen zor olabiliyordu ama neden yaşamaya değmesindi ki?”

 

2. Bölüm

 

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde aslında pek de eski olmayan zamanın birinde küçük bir kız, annesi ve babasıyla küçük ve eski bir evde yaşarmış.

 

 

Bir gün babası onlara tatil için bir otele gideceklerini söylemiş. Kadın hayret etmiş çünkü otele gidecek parayı bırakın aç karınlarını doyuracak bir parça ekmekleri bile yokmuş. Ama kadın kocasına güvenmeyi seçmiş onu sorgulamamış. Çünkü başka bir şansı yokmuş.

 

Her şey hazırmış. Adam arkadaşından arabasını ödünç almış ve çıkmışlar yola...

 

Gökyüzünde yıldızlar sayılarını arttırmışlar, kara bulutlar gökyüzünü esir almış, fırtına çıkmış ama tek damla yağmur bile yağmıyormuş. Küçük kız buna sevinmiş çünkü yağmur suları evlerinin içine giriyormuş ve küçük kızın çıplak ayakları çok üşüyormuş. Yanağını serin cama yaslamış ve camda oluşan buğuya bir çöp adam çizmiş. Bunu babasına göstermek istemiş çünkü babası onu ‘senden hiçbir şey olmaz, daha bir çöp adam bile çizemiyorsun!’ diye dövmüş bir keresinde ama o çöp adam çizebiliyormuş. Demek ki babası ona şaka yapmış. Çünkü eğer o çöp adam bile çizemiyorsa cama nasıl bu kadar güzel çizebilirdi ki?

 

Uzun bir yolculuktan sonra ormanın en derinliklerinde ağaçlarla saklanmış bir evin önüne gelmişler. Kız bu evden çok korkmuş öyle çok korkmuş ki annesinin elini bunun son tutuşu olduğunu bilmeden sımsıkı tutmuş.

   

Evi oluşturan tahtalar eskimiş ve küflenmiş gözüküyormuş. Kadın böyle bir evde ne işleri olduğunu sormaya çekinmiş. Çünkü alacağı cevabı biliyormuş. Daha iyi bir ev için daha çok para lazımış.

 

Birkaç ahşap merdiveni çıkıp sessizce eve girmişler. Eve girerken gelen karga sesleri korkusunu arttırmış küçük kızın.

   

Ama içinden bir ses babasına güvenmesini söylüyormuş ve o da öyle yapmış. Kız kendini yorgunluktan zar zor koltuğa atmış. Çok geçmeden de uykuya dalmış...

 

Kız, gözlerini gecenin iki buçuğun da açmış ve bir de ne görsün annesi ve babası hararetli bir tartışmanın içindelermiş. Kız uyku sersemi olan gözlerini tekrar yummuş. Babası ile annesi hep kavga ediyorlarmış zaten. Bu onun için alışıldık bir manzaraymış.

 

Çok geçmeden kız gözlerini tekrar açmış. Bu sefer devrilen bir masa, kırılan tabaklar, fırlatılan sandalyeler ve ağza bile alınamayacak kadar kötü sözler söylüyormuş babası annesine.

 

Kız yine aldırış etmeden uykusuna devam etmeye karar vermiş. Bu da onun için pek de şaşılacak bir durum değilmiş.

 

Kız yine uyuyamamış. Gözleri, yine alışık olduğu bir durumu görmeyi beklerken gözleri fal taşı gibi açılmış. Yummak istemiş onları ama gözlerini yummayı unutmuş sanki.

 

Biricik annesi yerde kanlar içinde yatıyor ve kan akan dudaklarından acılı inlemeler dökülüyormuş. Kan kokusu evin içini doldurmuş. Babası şaşkınlıkla annesine bakarken elindeki içki şişesini farkında olmadan kızına fırlatmış. Kırılan cam parçaları kızın şakaklarından çenesine doğru ufak kesikler bırakırken arkasından kanlar akıyormuş. Şaşkınlıktan ağzı aralanan kız sadece kanı görmüyor, koklamıyor kanın o mide bulandırıcı tadını ağzının içinde hissediyormuş. O an en sevdiği renk kırmızı olan kız kırmızıdan ilk defa nefret etmiş. Çünkü; babası ne derse desin annesi konuşmuyormuş. Kırmızı annesini elinden alıp götürüyormuş. Kız o an kendisine ileride tutmayacağını bilmeden bir söz vermiş:’bir daha kırmızıyı sevmeyecekmiş...’

 

‘Anne,uyan!’ diye bağırmış kız gözyaşlarının eşliğinde. ‘Anne, uyuma!’ demiş bu kez. ‘Hani bana masal anlatacaktın!” diye ufak bir sitem etmiş kendisini asla uyanmayacağı bir uykunun kollarına bırakan annesine. ‘Bak,anne. Ay var!” git gide sessiz gözyaşları durduramadığı hıçkırıklara dönüşüyormuş.

 

Kız camdan bir kez daha baktığında hilal evresindeki ay ile göz göze gelmiş. Annesi ona küçüklükten beri ayın bu evresinde masal anlatıyormuş. Bir gün neden diye sorduğunda annesi ona ‘Beni unutma diye’ cevap verdiğinde kız annesinin bacaklarına sarılarak ‘seni asla unutmam ki ben anneciğim ‘ demiş. ‘Hayır’ demiş annesi ‘beni de unutursun o masalları da, sen sadece kendini unutmazsın kızım.’ Kız o zaman bu sözleri anlamamış ama şimdi her şeyi anlıyormuş.

 

O, annesinin başında ağlarken babası gelmiş yanlarına.Küçük kızı kolundan çekerek uzaklaştırmış. Karısının bedeninden ayrılmış yüzüne son kez bakmış. Sonra halının ucuna kadar karısının cesedini elindeki sopa ile iteklemiş. Evet, karısının cesedini halıya sarmaya çalışıyormu. Halıyı içindeki karısı ile beraber yuvarlamış. Ama kan durmak bilmiyormuş. Sanki karısı ölmemiş hâlâ yaşıyormuş gibi kanı etrafa akıyormuş. Adam halıyı sürüyerek dışarıya çıkarmış. Halının içinden karısının kestiği parmağı düşmüş adam kadının cesedini sürüklerken ama adam bunu görmemiş.

 

Küçük kız ilerlemiş ve annesinin yere düşen parmağı almak için yere eğildi. Parmağı avucunun içinde sımsıkı tuttu ve öptü. Sonuçta bu annesinden ona kalan tek parça, son hatıraydı. Ona iyi bakması gerekiyordu. Annesinin parmağını beyaz geceliğinin cebine soktu. Babası halıyı sürükledikçe kanlar onu takip ediyordu. Kız bu yerdeki kanları takip ederek koridora çıktı. Birkaç adım attıktan sonra kanlar çoğalmıştı. Kız ayağıyla bu çokça biriken kanların üzerine çöp adam çizdi. Ve yoluna devam etti. Etraf kararmaya başlamıştı. Ama onun boyu ışığı açmaya yetmiyordu. Geriye dönmek ile gitmek arasında kararsız kaldı. Arkasına baktı artık ayın ışığı da görünmüyordu. Dış kapıya doğru ilerledi. Açıp kapıdan dışarıya çıktı. Kan izlerini takip ederek evin arkasına geldi. Babası yere bir çukur açıyordu ve ağlıyordu. Demek ki bu iş babasını çok yormuştu ve o da yorgunluktan ağlıyordu. Kız babasının yanına gitti ve yere çöküp babasına yardım etmeye başladı. Babası kürekle çukuru kazarken o da elleriyle kazarak babasına yardım ediyordu. Çukur büyüdükçe büyüdü ve en sonunda babası kazmayı bırakınca o da bıraktı.

 

Elindeki küreği kenara bıraktı önce babası. Sonra karısının cesedinin bulunduğu halıyı çukurun içine itti. Halı tok bir ses çıkararak çukura düştü. Ve çukuru toprakla kapatmaya başladılar. Çukuru kapattıkları zaman üzerini düzlediler. Sanki orada bir ceset yatmıyormuş gibi...

 

Küçük kız ellerindeki çamurlu toprağı geceliğine sildi. Çünkü elleri pis gezmeye asla katlanamazdı.

 

Ama bir sorun vardı. Babası hala ağlıyordu. Adam gözyaşlarının arasından kızına baktı. Kızı çukura bakarak gülüyordu. Birden kız konuşmaya başladı; ‘kan izleri hâlâ var,baba. Onları da yok etmeliyiz’ adam kızına büyük bir şaşkınlıkla baktı. Bu ondan duymayı bekleyeceği cümleler değildi. Ama bozuntuya vermeden ‘Haklısın’ dedi. Kız küçümseyici bir gülüşle ‘Ben her zaman haklıyım’ diyince adam iyice şaşırdı. Bu küçücük kızdan duymayı bekleyeceği cümleler asla bunlar değildi.

 

Kızın dediğini yapmak için içeri girdiler. Adam banyoya giderek bir kovaya su doldurdu. İçine biraz sabun kattı ve banyodan çıktı. Koridordaki kan lekelerine ilerledi. Kızının verdiği bez ile yerleri silmeye başladı. Kızı ‘Bir bez alayım da bende sana yardım edeyim’ diyerek içeriye gitti. Birkaç saniye içinde elinde bir bez ile geldi. O bezle yerdeki kan izlerini silmeye başladı. Koridoru temizleyince salona geçtiler. Orayı da bir güzel sildikten sonra rahat bir nefes verdi kız. Pencereden dışarıya bakarken ‘Dışarıda hâlâ kan lekeleri var’ dedi. Babası da pencereye yaklaştı. Dışarıya bir göz attıktan sonra hak verircesine başını salladı. Toprağa karışmış kanı nasıl sileceklerini düşünürken kız ‘Bunu biz yapamayız, ama onlar yapar’ dedi ve koşarak dışarıya çıktı. Babası kızının arkasından ilerledi.

 

Kızı toprakların üstünde diz çöktü. Ellerini havaya kaldırdı ve gözlerini yumarak başını hafifçe geriye yatırdı. Babasının anlamadığı dilde bir şeyler söyledikten sonra ‘Mum ve tebeşir getir çabuk’ dedi. Adam kızını ikiletmeden dediklerini yaptı. Kız ayağa kalkarak yere kocaman bir çember çizdi. Ortasına da küçük bir yuvarlak. O yuvarlağa gelen dört çizgi çizdi büyük çemberin kenarlarından. O çizgilerin herbirinin ortasına da bir çember daha. O çemberlerin içine dört mumu yerleştirdi. Ortaya çizdiği yuvarlağın etrafına kalan sekiz mumu koydu. Sonra da boş kalan yerlere anlamı olmayan sayılar, bilinmeyen diller de yazılar ve anlamsız işaretler çizdi. Babası merakla kızına bakarken kızı mumları teker teker yaktı. Ortadaki yuvarlağın içine bağdaş kurarak oturdu.

 

Ellerini dua edercesine açtı ve dizlerine koydu. Kız bağırarak bir şeyler söyledi arkasından kızın sesine benzemeyen tuhaf mırıltılar duyuldu. Kız sesini daha da arttırdı. Saçları havaya kalktı önce sonra kendisi yükseldi. Beyaz tebeşirle çizdiği her şey parlak bir sarıya dönüştü.

 

Ve bir şimşek çaktı. Mumlar aniden söndü. Çizgiler eski rengine döndü. Saçları havada uçuşmayı bırakarak sırtına döküldü. Kız çemberin ortasında ayakta durdu. Ve bir şimşek daha çaktı.

 

Sonraysa yağmurlar yağdı. Yağmur tebeşir izlerini yok etti. Mumlar eriyerek paramparça oldu. Kan izleri toprağın derinliklerine gömüldü.

 

Babası korkarak geriye adımladı. Sırtı evin kapısına çarptı. Kız o an dönüp babasına baktı. Babası kafasını kaldırıp baktığında kızının kıpkırmızı gözleriyle karşılaştı...

 

•••

 

Kız,annesinin bir melek olduğunu düşünüyormuş...

 

•••

 

‘Nereye gidiyoruz,baba?’ O evden alelacele dönmüşlerdi. Adam kızının elinden tutarak onu bir yere zorla götürüyordu. Kız istemediğini söylüyordu ama sanki adam onu duymuyordu

 

Kızı ne sorsa da dönüp bir cevap vermiyordu babası.

 

Kızı eskimiş,beyaz boyaları dökülmüş kocaman bir binaya getirmişti. Buranın büsbüyük bahçesinde çocuklar koşuşup oynuyorlardı. Kız bu kadar çocuğu görünce kendini tebessüm etmekten alamadı. O çocuklar ona kendi çocukluğunu hatırlatıyordu. Sanki şu an bir çocuk değilmiş gibi...

 

Babası bahçeden içeriye girdi. Merdivenlerde yaşlı, yüzü kırışmaya başlamış ve ayakta zor duran bir kadın vardı. Adam iyice yaklaştı o yaşlı kadına. Kız bu kadından korkmaya başladı. Yüzünü tiksintiyle buruşturdu. ‘Baba, bizim burada ne işimiz var?’ Diye sordu kız.

Adam eğilerek kızının ellerini avuçlarının arasına aldı ve ‘Benim biraz işim var. Ben onu hallederken sen burada kalacaksın. Hem arkadaşların da olacak. İşim bitince ben seni alacağım buradan.’ Kız daha bir cevap vermeden kadın kolundan onu zorla çekerek babasından uzaklaştırdı. Babası kaçarcasına dış kapıya koştu. Adam kapıya geldiklerinde son bir kez arkasına dönerek kızına baktı.

Kızının gözleri öfkeyle kıpkırmızı bir şekilde ona bakıyordu. Tehlikeli bir şekilde güldü kız ve sonra önüne dönerek kadının onu zorla bir yere götürmesine izin verdi.

 

Kız, birkaç gün sonra anlamıştı ki babası onu terk etmişti. O an kız intikam yemini etmişti.

 

Kız, artık annesininin de onu terk ettiğini düşünmeye başlamıştı. Ve en çok da buna üzülüyordu.

 

O artık tek başınaymış. Yalnızlığa alışması gerekiyormuş...

 

Çünkü; artık ne bir annesi ne de bir babası varmış...

 

•✴️••✴️•••

 

En sevdiğimiz şey bazen bizim korkularımız olabilirdi. Bir şeyi sevip ondan korkmak imkansız değildi. Sadece korktuğun ve sevdiğin şeyden emin olmak gerekirdi.

 

 

İnsan karşısındakinden mi korkardı yoksa karşısındaki kişinin yanında olursa olacaklardan mı?

 

 

Bir kişi karanlığı sevip karanlıktan korkamaz mıydı ki? Korkardı ama bu korkunun sebebi karanlık olmazdı. Karanlığı severdi evet ama karanlıktan değil de karanlıkta karşılaşacağı şeyden korkardı. Benim çocukluğum gibi...

 

 

Çocukken karanlıktan korkardım ama sevdiğimi fark ettiğimde kafam karışmıştı. O zaman buna anlam veremiyordum. Demek ki benim sevgim yalan dedim. Şimdi fark ettim ki ben karanlığı seviyormuşum ondan korkmuyormuşum. Benim korkum karanlıkta olacak olaylarmış. Korku filminde olan karekterler veya hayal gücümün geleceğini sandığı tuhaf varlıklar ben onlardan korkuyordum.

 

 

Bu korkuya bir çare de bulamadım.

 

 

Korkumun üzerine gidersem geçer sandım gözüm açık olduğu sürece geçiyordu.

 

 

Kapıyı örtersem geçer sandım. Odamın eski kolu da camı da olmayan o kapıdan bir medet ummamam gerektiğini geç anladım. Zaten bu sefer de kapı deliği içinden gelir sandım ve yine korktum.

 

 

Kapıyı örtünce olmuyorsa belki açınca olur dedim. Kapıyı sonuna kadar açtım. Ama bu sefer de korktum. Büyük canavarlar gelirse büyük olduğu için geçemez dedim ama ya küçük olsa ne yapardım? Yorganın içine daha çok sinip saklanırdım.

 

 

Daha sonra yalnızlıktan korkmaya başladığımı fark ettim. O an kendime korkak! Dedim sen bir korkaksın her şeyden korkuyorsun! Ve ben korkağın tekiyim diye ağladım.

 

 

Ağlarken de fark ettim ki ben her şeye ağlıyordum. Ağlama dedim kendime. Ağlamak güçsüzlüktür. Ama bu dediğimi ben bile duymadım. Ben güçsüzüm dedim en sonunda her şeyden vazgeçerek.

 

 

O zaman güçsüzlük diye tanımladığım ağlamak şimdi benim için bir ihtiyaçtı. Ağlamak istiyordum. Ağlayayım ki rahatlayayım istiyordum ama hayat bana bunu da çok gördü. Acıları verdi bana. Tercihleri verdi. Ve karşılığında ağlamamı yasakladı. Acıyı iliklerime kadar çektirdi ve sonra o acıyı çekmemi yasakladı.

 

 

Ruhumla dalga geçti sanki. Al bu acıları dedi önce, sonra da bu acıları aldın ama acı çektiğini göstermeyeceksin dedi. Sen acıları aldın bende ağlamanı alıyorum senin dedi bana sonrasında. Hayat bile dalga geçti resmen benimle.

 

 

Acı çektim,acımı yaşayamadım. Sevindim, sevincimi yarıda bıraktı. Sevdim, ama sevgimi gösteremedim. Korktum, ama ağlayamadım. Büyüdüm, ama ben hep o çocuk olarak kaldım.

 

 

Ben her şeyi yarım yaşadım. Acıyı da, mutluluğu da, özlemi de...

 

 

Şuanda bunları düşünüyordum. Karşımdaki uçsuz bucaksız gibi görünen ama bir sonunun olduğunu bildiğim denize bakarken.

 

 

Melis’lerin yanından ayrılıp sahile gelmiştim. Boş bir banka oturmuş. Hayatımı sorguluyordum. Sanki yaşayacak bir hayatım olmuş gibi!

 

 

Tam şuan insanları denize benzetmeye başlamıştım. İnsanın ömrü de sanki sonsuz, uzun gibi gelirdi ama onunda bir sonu olurdu. Denizde uçsuz bucaksız gözükse de onunda bir sonu vardı.

 

 

Her şeyin bir sonu vardı madem. Benim sonum ne zaman gelecekti? İşte o zamanı iple bekliyordum ben. Sonumu bekliyordum ben. Ve sadece sonumun hâlâ gelmemesinden pişmanım ben...

 

 

Çalan telefonumla beraber irkildim. İrkildiğim zaman havanın soğukluğun farkına yeni varıyordum. Hemen telefonumu çantamdan çıkararak açacaktım ki telefon kapandı. Baktığım zaman binlerce cevapsız çağrı ve görmediğim mesaj vardı.

 

 

Hemen bir mesajı açarak okumaya başladım.

 

Gönderen: Miray

Azra, neredesin acaba. Endişelenmeye başladık hepimiz. Eğer cevap vermezsen polisi arayacağız. Umarım gerçek bir açıklaman vardır. Öptüm...

 

Bıkkın bir nefes verdikten sonra hemen iyi olduğumu ve gelince açıklayacağımı anlatan kısa bir mesaj gönderdim. Çantamı hemen koluma taktım ve arkadaki otobüs durağına ilerledim. Otobüs gelince akbilimi basarak otobüse bindim. En arkadaki bir koltuğa oturarak eve varmayı bekledim.

 

 

•✴️••✴️•••

 

 

 

“Azra sen neredesin kızım? Seni arıyoruz her yerde.”

 

 

“Yoksa sevgilin var da bize mi söylemiyorsun? Erkek kardeşi de var mı?” Bunu diyen tabi ki de Miray’dı.

 

 

“Miray, saçmalama dur bi. Neredeydin bakalım Azra Hanım?” Melis hala sanki annem gibi beni geç geldim diye azarlarken bıkkın bir nefes verdim. Bir kurtuluş bulmak için etrafta gezinen gözlerim Ahsen’in yeşilliklerine denk geldi.

 

 

“Kızın çok üstüne gitmiyor musunuz? Kapıda kaldı hem.” Evet, eve geldiğim zaman kapı açılmıştı hemen ve direkt beni sorguya çekmişlerdi. Yarım saattir böyle ayakta bekliyordum ama beni dinleyen yoktu.

 

 

“Hay, ağzında bin yaşa Ahsen’im benim. Çekilin de bir eve gireyim. Oturup konuşuruz öyle.” Diyerek dış kapıdan içeriye bir adım attım.

 

 

Herkes önce birbirine baktı ve sonra geri çekilerek bana yol verdiler. Ayakkabılarımı çıkararak eve girdim. Montumu askıya astıktan sonra banyoya gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra salona geçtim. Herkes salonun bir köşesine dağılmış beni bekliyordu. Neden sorguya çekildiğime dair en ufak bir fikrim bile yoktu.

 

 

Herkesin gözü üstümdeyken bir sandalyeyi çekerek oturdum. İlk soru Melis’ten geldi.

“Neredesin kızım sen? Merak ettirdin bizi.”

 

 

“Sahildeydim. Biraz yürüyüşe çıkmıştım.” Evet, bunların hepsi doğruydu.

 

 

“Peki, neden mesajlara cevap vermedin?”

 

 

“Duymadım.” Evet, gerçekten de öyle bir dalmıştım ki telefona gelen bildirim seslerini bile duymamıştım.

 

 

Can boğazını temizleyerek dikkatlerin ona dönmesini sağladı. “Nasıl duymadın acaba?” Bilmem dercesine omuz silktim. Melis çıldırıyormuş gibi bir hareket yaptı.

 

 

Gözlerim karşı koltukta oturan Miray’a kaydığında elindeki tarakla saçını taradıgını gördüm ama bütün dikkatinin bizim üzerimizde olduğunun farkındaydım. O da dönüp bana baktığında sanki trip atıyormuşcasına bakışlarını kaçırdı.

 

 

“Küs müyüz yoksa?” diye sordum. Ama içten içe de biliyordum bana küs olmadığını. Neden trip attığını öğrenmek için sormuştum bu soruyu.

 

 

Sanki çok önemli bir konudan bahsedecekmiş gibi bir ciddiyetle “Sevgilin vardı ve bana söylemedin. İnsan bir söyler haber verir ya! Madem utandın sevgilim var diyemedin. Sevgilinin bir kardeşi,bir arkadaşı yok muydu? Onu ayarlar insan arkadaşına bir.” Diyince şaşkınlıkla ona baktım.

 

Gerçekten bu kızın kafası çok başka yerlerdeydi. Biz ne konuşuyorduk o ne anlatıyordu.

 

“Sevgilim falan yok” dedim. Bunu belki Miray’a bininci deyişimdi. Fakat o bana inanmamayı seçiyordu. Zaten trip attığı konu sevgilim olup olmadığını söylemem değil onun bir arkadaşını Miray’a ayarlamamamdı. Bu kız neden bu kadar bir sevgilisi olmasını istiyor kaç senedir anlamış değildim.

 

“Zaten benim moralim çok bozuk. Bir de bununla uğraşamam ben.” Biz daha ne olduğunu sormadan anlatmaya başladı. “Biz Yusuf’la ayrıldık” dedi. Hepimiz şaşkınlıkla ona bakarken Yusuf “Nee? Biz seninle sevgili değiliz ki.” Dedi.

 

Miray ona küçümseyici bir ifadeyle bakarak “Salak, ben zaten seninle sevgili olmam. Karşı apartmandaki çocuktan bahsediyorum ben. Daha önce de anlatmıştım ya size. Altıncı kez ayrıldık onunla.”

 

Melis şaşkınlıkla “Bu sefer ne oldu ki?” diye sordu. Miray sanki anlatmak istemiyor gibi gözükmeye çalışarak “Geçen giydiğim cropa karışmıştı. Ondan sonra da ona aldığım hediyeyi kaybetti diye ayrılmıştık. Bu sefer de ben ona biz sevgiliyiz kol kola gezelim dedim. Beyfendi dağ ayısı olduğu için yok olmaz dedi. Bunun için ayrıldık. Mahallenin kekosu sanki. Bir kol kola gezsek dalga geçecekler onunla. Yok lan dur bu beşinciydi.” Anlaşılan artık neden ayrıldığını kendi de hatırlamıyordu.

 

“Bak bu sefer şöyle oldu. Çocuğun kuzeni var işte Hilal. Bu onunla birleşti bana sevgili olursak Yusuf’a nasıl bakarım diye test yaptılar. Neymiş Yusuf’a bir şey olursa ben ne tepki verirmişim.” Kusar gibi bir ses çıkararak devam etti. “Tamam, dedim salaklar. Geçen gün işim vardı dedim sonra konuşalım bana ses kaydı attı işte o zaman. Bir de utanmadan şöyle diyor.” Sesini kalınlaştırarak devam etti. “Miray, kolum kırıldı benim. Abimin motosikletinden düştüm. Hastanedeyiz şu an. Bir de öksürüyor numaradan. Malın teki ya.”

 

Hepimiz buna gülmeye başlarken Miray devam etti. Galiba bu konuşmanın sonu hiçbir zaman gelmeyecekti. Ama en azından farkında olmadan beni sorgudan kurtardığı için ona minnettardım.

 

“Ben anladım numara yaptığını ama bir şey demedim. Sonra ertesi gün Hilal bunun kuzeni dedi bana. Gel dışarı çıkalım gezelim biraz aşağıda bekliyorum ben. Tamam dedim. Kızın tek arkadaşı da benim galiba. Çünkü dakkada bir bana yazıp yazıp duruyor. İşte sonra bekliyor mu diye bir baktım camdan. Çocuk orada duruyor. Kolunda sargı filan da yok. Bende ondan ayrıldım. Ama onun haberi yok. Söylemedim ona. Hala sevgiliyiz sanıyor.”

 

“Neler çekmişsin de haberimiz yokmuş be” Diye dalga geçmeye başladı Yaman. Miray onu kale almadan Melis’in sorusunu yanıtladı.

 

“Eee, başkasını bul o zaman.” Melis ciddi ciddi bunu mu sordu diye dönüp ona baktım. Gayet ciddi görünüyordu.

 

“Başkasını da bulamıyorum ki. Baktım etrafa daha yakışıklısı da yok. Mecbur onunla takılıyorum."

 

“Bana bakacak başka bir enayi yokta o yüzden o çocukla takılıyorum deme de.” Miray bunun üzerine hiddetle Yaman’a döndü. Ve koltuğun kenarındaki yastığı ona fırlattı. Yaman hızla eğilince yastık yere düştü. Bunun üzerine Miray hiddetle bağırmaya başladı.

 

“Önce o kendi tipsizliğine baksın. Ben olmasam başka kimse ona bakmaz. O da bana mecbur."

 

Yaman göz devirerek söze başladı. “Birinci olarak o çocuk yakışıklı filan değil. İkinci bu dünyadaki en yakışıklı benim."

 

Miray kahkahalar içinde gülmeye başladı. “Sen mi yakışıklısın?” Yaman bu sorunun üzerine sırıtarak başını salladı. “Güldürme lütfen beni. Bu kadar şaka yeter Yamancım seni biraz benim gibi ciddileşmeye davet ediyorum."

 

“Hep aynı çocukla bir ayrılıp bir barışan sen mi ciddisin?” Miray koltuğun kenarındaki yastığı Yaman’a tekrar fırlatırken “En azından senin gibi her gün başka bir kızla gezmiyorum.” Diyince Yaman elini dizine vurarak”Tüh, be. İyi yerden vurdu şerefsiz. Hemen dediklerini yazıp nefes almayı unuttum diye ekliyorum parantez içine ve akıma ben de katılıyorum.” Diyerek gülmeye başladı.

 

Artık daha fazla aşk muhabbeti kaldıramayacağım için konuyu değiştirmeye çalıştım. “Başka bir okula başvuru yapacak mısın?” Bu sorum Melis’e yönelikti. Kendisi fen bilimleri öğretmeniydi ama bir türlü atanamadığı için okullara gidip müdürleri ikna etmeye çalışıyordu.

 

“Evet, birkaç kişiyle daha görüştüm. Allah’ın izni peygamberin kabliyle haftasonu iş bulacağım inşallah.”

 

Evde çalışma hevesi olan tek kişi Melis’ti. Diğerlerinin tam bir mesleği yoktu. Yaman zaten çalışmıyor. Ahsen bazen garsonluk yapıyor. Yusuf ve Can da iş ilanlarına bakıyordu. Miray da geçen ay bir güzellik merkezinde işe başlamıştı. Herkes hevesli olmasa da bir iş bulamya çalışıyordu. Anlaşılan bir iş bulmayan ben kalmıştım.

 

Tam başka bir soru soracağım zaman zil çaldı. Hemen kalkıp kapıyı açtım. Karşımda genç bir kuryeciyi gördüm. Elinde bir pizza kutusu vardı. “Miray, çabuk gel “ Diye bağırdığım an Miray acele ile yanıma geldi.

 

Kapıda bekleyen kişi Miray’ın eski sevgilisi Mahir’di. Çocuk kurye olduğu için Miray o zamanlar hep pizza siparişi veriyordu. Şimdi de galiba dalgınlığına gelerek o firmadan sipariş vermişti o çocuğun orada olduğunu unutarak.

 

“Mahir.” Dedi çocuğu görünce “Senin burada ne işin var?"

 

Çocuk hem şaşkın hem utanmış bir şekilde bizim dışımızda her yere bakarken “Pizza sipariş vermişsiniz.” Dedi ve Miray’a baktı. Miray liseli aşıklar gibi hemen bakışlarını kaçırdı ve yanakları al al oldu. Utanmış gibi duruyordu. Gözüne baktığınız zaman sanki Mahir’e aşık olduğunu sanardınız ama ben Miray’ı iyi tanıyordum. Çocukla düpedüz oynuyordu.

 

Miray,Mahir’i onu aldatırken yakalamıştı. Ve bunu nasıl yaparsın ben seni çok sevmiştim diyerek ayrıldı. İşin enteresan tarafıysa Miray’ın Mahir’le sevgiliyken bile iki farklı çocukla da sevgili olmasıydı.

 

Miray durumun farkına yeni varıyormuş gibi yapıp pizza kutusunu aldı. Bana verip “Sen geç ben geliyorum.” Dedi. Daha fazla aşk muhabbeti dinlemeyeceğim derken iki eski sevgilinin aylar sonra karşılaşmasına denk gelmiştim. Çok iyiydi gerçekten. Teşekkürler hayat.

 

İçeriye geçince pizza kutusunu masaya bıraktım. Ahsen ile Melis bardakları ve içecekleri getirmişti. Daha sofrayı hazırlayacaktık ki Yaman füze gibi yanımıza gelerek kutuyu kaptı. Kutuyu açarak pizzaları yemeye başladı.

 

“Pislik yapmasana yaa! Hep beraber yiyecektik zaten.” Ahsen sinirle Yaman’a bağırırken Yusuf göğsünü kabartarak “Onun hakkından ben gelirim.” Dedi ve Yaman’ın üzerine atıldı. Yaman pizza kutusunu masaya bırakıp Yusuf’a karşılık vermeye başladı. Ve bir anda salonun ortasında güreşmeye başladılar.

 

Can sinirle “Çocuk musunuz lan siz kendinize gelin bi.” Diye bağırsa da kimse onu kale almıyordu.

 

Melis sandalyenin üzerine çıkarak “Bahisleri alalım bakalım.” Diye bağırdı. Miray kapıyı kapatarak içeriye gelince o da sandalyenin üzerine çıkarak “Oyumu Yaman’a veriyorum.” Dedi.

 

Herkes Yaman diye bağırırken Yusuf omzunun üzerinden bize dönerek “Hadi ama kimse beni tutmayacak mı?” diye sordu. Hepimiz hayır dercesine kafamızı salladığımız zaman “O kadar da kötü dövüşüyor olamam değil mi?” diye sorunca Ahsen “Kötü bile değilsin. Berbatsın.” Dediği an Yusuf kırılmışcasına dudaklarını büktü.

 

Yaman önce Yusuf’u boyun kilidine aldı ve sonra yere yatırdı. Onu ciddi bir şekilde yumrulamaya başlarken Can araya girdi.

 

Can ayırmasa kavga devam edecek gibiydi ama Allah’tan ayırmıştı. Hep beraber az önce onlar güreşmemişcesine oturup pizzamızı yedik. Pizzalar bitince sofrayı topladık ve bir çay suyu koyduk.

 

Çayımızı doldurarak bir film izlemeye karar verdik. “Dövüş ve aksiyon filmi açıyoruz.” Dedi Yusuf. Can ve Yaman ona katılırcasına başlarını sallarken Miray “Hayır.” Diye bağırdı. “Romantik bir aşk filmi açıyoruz.” Melis ve Ahsen Miray’ı desteklediklerini belli etmek için tezahüratlar yaparken Ahsen “Üçe üç, oylar eşit ne izleyeceğiz o zaman?” dedikten hemen sonra tüm gözler bana çevrildi.

 

“Azroş tabii ki de bizden. Kadın dayanışması yaparız hem. Kadınların gücünü herkese gösterelim.” Diyen Melis’e bunun güçle ilgili bir şey olduğunu söylemek istesem de bozuntuya vermeden “Kadınlar her zaman yener!” diyerek tarafımı belli ettim.

 

On dakika sonra bir aşk filmi açmış hem filmi izlerken hem de çaylarımızı yudumluyorduk.

 

Film iki kavuşamayan kişinin aşkını anlatıyordu. Miray, Melis, Ahsen ve ben hüngür hüngür ağlarken Yaman,Can ve Yusuf kusar gibi sesler çıkarıyordu.

 

Filmin sonlarına yaklaşırken gözlerimi daha fazla açık tutamadım ve kendimi uykunun kollarına bıraktım...

 

•✴️••✴️•••

 

Kızın o yetimhanedeki ilk günüydü. Yaşlı kadın onu bir odaya götürmüştü. İlk sorduğu soru ‘Adın ne?” olmuştu. Küçük kız adını bilmiyordu. Babası ona bir şey demezdi annesi de sadece kızım derdi. Bilmiyorum dercesine omuz silkti kız.

 

‘Nasıl’ dedi yaşlı kadın ‘Sen adını bilmiyor musun?’ evet anlamında başını salladı küçük kız. ‘O zaman benim sana bir isim vermemi ister misin?’ Küçük kızın bir ada ihtiyacı yoktu. Bir isme gerek olmadığını düşünüyordu ama kadının ne diyeceğini merak ettiği için başını salladı. Kadın bir süre düşündükten sonra ‘Alya’ya ne dersin?’ Diye sordu.

 

Hayır anlamında başını salladı kız kadın yeni bir isim düşündü. ‘Peki ya Ahu?” Kız yine başını salladı.

 

Kadın merakla ‘Hiçbir ismi beğenmedin peki sen hangi ismi istersin?’ diye sorunca kız ‘Hilal.’ Dedi. Kadın ‘Neden Hilal?’ diye sordu. ‘Annemin ismiydi.’ Dedi kız çok kısa bir an düşünerek. Kadın başını sallayarak ‘Memnun oldum Hilal. Bende Aybüke’ dedi ve onu elinden tutarak yetimhanedeki çocukların kaldığı yatakhaneye götürdü.

 

Küçük kızı öne çıkarak ‘Çocuklar’ dedi adının Aybüke olduğunu söyleyen kadın. ‘Bu yeni arkadaşınız Hilal. Onu çok seveceğinize eminim.’ Dedi ve gitti.

 

Hilal ilk defa bu kadar çok çocuk görüyordu. Tedirginlikle kaç çocuk olduğunu saymaya başladı. Yirmi sekiz. Tam yirmi sekiz çocuk vardı orada.

 

İçlerinden bir kız öne çıktı. Hilal bu kızı pamuk prensese benzetti. Çünkü kızın prenseslere benzer bir elbisesi, kısa siyah saçları, kıpkırmızı dudakları, masmavi gözleri ve bembeyaz bir teni vardı. Kendisine göre çok güzeldi ve bu kızı kıskandı.

 

Kız ona biraz daha yaklaşarak elini öne doğru uzattı. Ve tek bir cümle kurdu. ‘Hoşgeldin Yirmi Dokuzuncu’...

Loading...
0%