@niss.a
|
“Daha yaptığının anlamını bilmiyordu ama sevmişti bunu...”
4. Bölüm
Merza... Merza... Merza...
Kaç gündür bunu düşünüyordu küçük kız. Yetimhane müdiresi ona en son bunu söylemişti çünkü. “Merza’sın sen!” Demişti ona ama bir türlü söylememişti bu kelimenin anlamını.
Bu yüzden öğrenmek ona düşüyordu.
Kaç gündür müdire ablası onun yüzüne bakmamıştı bile. Neden böyle olduğunu düşününce tek bir cevaba ulaşabilmişti. Utandığı için...
Müdire ablası ondan neden utanmıştı ki?
Hilal ona asla kızmazdı. Anlardı onu. Niye yaptın bile demezdi ona. Çünkü müdire ablası çok sinirlenmişti. Aynı babası ile annesi kavga ederken babasının sinirlenip annesini öldürmesi gibi... O zaman da babasına kızmamıştı hâlen daha kızmıyordu. Çünkü anlıyordu babasını. Sinirliydi. Müdire ablası da sinirliydi. Bu iki durum arasında pek bir fark yoktu işte. Bu yüzden ikisine de kızmamalıydı her ne olursa olsun...
Ama belki bir özür bekliyordu içten içe küçük yaralı kalbi her ikisinden de...
O gün canı çok acımıştı. Bir ara acıdan öleceğini sanmıştı ama ölmemişti, yaşıyordu. Her ne kadar acı çekerse çeksin insanın asla ölmeyip yaşamaya devam edeceğini de işte o zaman anlamıştı...
O günden beri kaçıyordu o da müdireden. Ve de herkesten... Çünkü artık herkes ona düşman gibi bakmaya başlamıştı. O da onlara kendini sevdirmeye çalışmamıştı asla. Onların arkadaşlığına ihtiyacı yoktu onun. Tek başına,sadece kendinin varlığı ile yaşamak onun için daha iyiydi. Öğrenmişti artık birini ona bağlanacak kadar sevmemesi gerektiğini. Şimdi de bunu yapıyordu. Kimseyle arkadaş olmuyordu. Çünkü arkadaş olurlarsa onları sevmesi gerekirdi. Ve o kimseyi sevmek istemiyordu. Sevdiği herkes gidiyordu ondan. Bunu annesini kaybettiği gün öğrenmişti...
O uyurken babası öldürmüştü annesini. Ve o buna engel olamamıştı. İki kere... İki kere uyanmıştı babası annesi ile kavga ederken. Tanrı annesini kurtarması için ona iki kere şans vermişti ama o bu şansları kullanmayı bilememişti.
Uyanmıştı... Annesinin ve babasının kavga ettiğini görmüştü... Ve sonra uyumaya karar vermişti...
İkinci kez açmıştı gözlerini... Annesi ve babası daha çok kavga ediyorlardı... Ve o uyumak için gözlerini yummuştu...
Üçüncü kez açmıştı gözlerini... Annesi ve babasını kavga ederken görmeyi beklemişti ama annesi kanlar içinde yerde yatıyordu...
Ve o bu sefer gözlerini yummamıştı, tüm uykusu kaçmıştı artık...
Çekirge ve uğur böceği bir gün ormanda dolaşırken devasa bir kuş onların yanına gelir. Gözü çekirgenin üzerindedir. Çekirge onu yemek isteyen kuştan kaçmak için bir sıçrar,iki sıçrar, üçüncü de kuş onu midesine indirir. Arkadaşı kuşa yem olurken uğur böceği sadece buna bakınmakla yetinir...
Annesi buradaki çekirge idi. Azrail ise kuştu. Oysa uğur böceğiydi.
Engelleyecek fırsatı olmuştu ama o uyumayı seçmişti. Bu onu bencil biri yapar mıydı? Hayır, tabi ki de yapmazdı! O asla bencil olduğunu düşünmüyordu. Çünkü o daha altı buçuk yaşındaydı. Küçücüktü. Anlayamamıştı babasının böyle bir şey yapacağını. Daha önce de hep kavga ederlerdi. Hatta bir seferinde babası annesini bıçaklamıştı ama annesi ölmemişti. Yine öyle olur sanmıştı. Ta ki annesinin bir daha açılmamak üzere kapanan gözlerine ve hareketsiz bedenine bakana kadar...
Oysa o annesini kurtarabilirdi. Tanrı ona bu şansı iki defa vermişti. Ama o annesini kurtarmaktansa uyumayı seçmişti. Ve bu onun en büyük hatası,bu hayatta ki tek suçuydu. Evet, annesinin ölümünde gördüğü tek suçlu kendisiydi. Annesini öldüren babasından çok kendini suçluyordu.
Onu terk edip annesini öldüren adamın yerine kendini suçluyordu.
Evet, annesi öldükten sonra babası onu buraya bırakmıştı. Bir yetimhaneye. Geri geleceğim demişti ama gelmemişti.
Annesini sevmişti ve annesi gözlerinin önünde ölmüştü. Babasını sevmişti ve babası onu bir yalanla terk edip uzaklara gitmişti.
Biliyordu. Yine kimi severse o hayatından bir sebeple yok olup gidecekti. Ya ölüm ayıracaktı onları ya da bir yalan...
Yetimhanenin bahçesinde oynayan çocukları işte bu yüzden sadece izlemekle yetiniyordu. Kimi sevse bir anda gidiyordu hayatından. Ve ona acı çekmek kalıyordu. Acı çekmemek için kimseyi sevmek istemiyordu. Acı çekmemek için kimse ile arkadaş olmuyordu.
Bahçeye açılan kapının merdivenlerinin tam ortasındaki merdivene oturmuştu yine. Babasının onu buraya bırakıp kaçtığı o gün saymıştı tüm basamakları. 15... Tam 15 tane merdiven vardı. Sekizinci merdiven de ise o oturmuş bahçede oynayan diğer çocukları izliyordu. Voleybol, yakantop,futbol,seksek, saklambaç ve daha adını bilmediği oyunları oynuyorlardı. Tüm çocuklar birlikte oyun oynarken o tek başına merdivenlere oturmuştu. Canı her ne kadar oyun oynamak istese daha çok kaçıyordu bu düşünceden. İstemiyordu arkadaşı olmasını. Çünkü arkadaş demek bağlılık demekti. Bağlılık demek ise son ve sonsuzluk demekti. Giden kişinin sonu olacaktı bu arkadaşlık,kalan kişi için ise sonsuzluğa uzanan bir acı kalacaktı geriye. Ve asla gitmeyecekti...
Oyun oynamak istiyordu... Ama herkesten de kaçıyordu. Tek başına da bir şey oynayamazdı. Ne yapacaktı o şimdi?
Aklındaki düşüncelerden kurtulması gerekiyordu. Gözlerini karşısında oynayan çocuklardan ayırıp gökyüzüne kaldırdı. Herkesin uçsuz bucaksız diye bahsettiği gökyüzüne baktı. Ama ona göre gökyüzünün de bir sonu vardı. Her insanın da bir sonu olduğu gibi...
O yeni düşüncelere dalmışken birden birisinin ona sarıldığını hissetti. Dudaklarının arasından tiz bir çığlık dökülürken gökyüzündeki bakışlarını aşağıya indirdi. Ama önünde ona sarılan bir beden varken bir şey görmesi imkansıza yakındı. Birkaç saniye geçmeden bir şey önündeki bedene çarparak onu ona daha çok yaklaştırdı. Sonra bir şey yere düşerek tok bir ses çıkardı. Top diye düşündü. Biri ona top atmıştı ve ona sarılan beden onu toptan korumuştu. Ama şimdi ona neden sarılmıştı ki? Uyarsa yeterdi. Ya da topa da vurabilirdi. En kötü itseydi ya onu. Ne gerek vardı bu kadar gösterişe...
Gözlerinin dolduğunu hissetti. Çünkü birisi ilk defa onu koruyordu. Boğazında bir düğüm oluşurken ona sımsıkı sarılmış beden kollarını gevşetti. Ve yavaşça ondan ayrıldı. Keşke ayrılmasaydı diye düşündü. En son annesine sarılmıştı ve şuan birine sarılmaya ne çok ihtiyacı vardı...
Bakışlarını tekrar yukarıya çıkardığı zaman zaten ona bakmakta olan açık kahve gözlerle buluştu gözleri. O çocuğa şaşkınlıkla bakmaya devam ederken çocuk hemen bakışlarını kaçırdı. Yanakları utançla kızarırken bir eliyle ensesini kaşıyordu. Küçük kız ona bu kadar rahat bakarken karşısındaki çocuk daha da panik yapıyor resmen utanç krizine giriyordu. En sonunda dayanamayıp gözlerini kızdan çekti. O hariç her yere bakarken kızın ondan bir açıklama yapmasını beklediğini anlayarak ne diyeceğini düşündü.
Ona sarılmadan yani onu toptan kurtarmadan önce ne diyeceğini biliyordu. Aklından söyleyebileceği milyonlarca şey geçmişti hatta hiçbir şey söylemeden soğukkanlı bir şekilde çekip giderim de demişti kendi kendisine. Ama... Şimdi neden böyle olmuştu ki? Dili diline dolanmıştı sanki. Bir dakika diye düşündü. Bu söz böyle değildi. Aklı karışmış hatta başından uçup gitmişti resmen. Boğazı da düğümlenmişti şimdi. Ne yapacaktı? Kaçıp da gidemiyordu. Ayaklarını yere yapıştırmışlardı sanki. Ayaklarını bırak tüm vücudunu bile hissedemiyordu. Neden böyle olmuştu ki şimdi? Onu bu dertten kurtaracak bir şey ararken gözleri, en sonunda ağzının içinde bir şeyler gevelemeye başladı.
“Eee...” Evet, ağzında gevelediği tek sözler bunlardı. “Ben-“ diye söze başlayacakken kızın aralanmış dudaklarını görünce sustu. Ama çocuğun kafasına şiddetle çarpan top yüzünden kızın da dudakları geri kapanmıştı. Çocuk yüzüne yandan gelen top ile yere düştü. Küçük kızın refleks ile kolunu tutması bu duruma engel olamamıştı.
Kızın gözleri topu atan kişiyi ararken onlara yaklaşan simsiyah saçlı çocuğu gördü. Çocuk zaten onlara yakındı ama şimdi daha da yaklaşıyordu. Merdivenlerden sekerek düşen top tam ayağının önüne düştü. Eğilip bir eliyle topu yakaladı. Sonra yere düşen çocuğu kaldırmak için ona doğru ilerledi. Kız bu çocuğu tanımıştı. Bu beşinciydi...
“Birinci, kaç saattir sana topu at diyorum atmazsan olacakları da söyledim ama sen beni dinlemedin.” Beşinci yere düşen birinciye uzattı boşta kalan elini. Ama birinci ona ters bir bakış attıktan sonra yerden destek alarak tek başına kalktı ayağa. Lakin beşinci bu durumu yadırgamamıştı. Havada asılı kalan elini aşağıya indirdi. Diğer elindeki topu arkasında ki bahçeye fırlattı. Ve kollarını göğsünde bağladı. Kız olanlara şok olmuş bir şekilde bakıyordu. Daha doğru düzgün bir açıklama bile alamamıştı bile.
Birincinin üzerindeki gözleri bu sefer kıza değdi. Kızı tabi ki de tanımıştı. Sanki ona iftara atan o değilmiş gibi aklı sıra espiri yaptı. “Ağzını kapa da sinek kaçmasın.” Bahçedeki çocuklar oyunu bırakmış ve olacakları izliyorlardı. Beşincinin bu dediğine herkes tabi ki de gülmüştü. Küçük kız ağzını inadına daha çok açmak istiyordu ama şimdi kimse ile de uğraşmak istemiyordu. Açık kalan ağzını kapattı ve gözleri nedense tekrar birinciyi buldu.
Birinci, beşinciye nefret ile bakıyordu. Bunun nedenini düşünürken buldu kız kendini. Bu duruma sevinmişti. Kendi dışında düşünebileceği bir konu adeta ona cenneti vadediyordu.
“Yoksa kızı etkilemeye mi çalışıyordun?” Beşincinin dudaklarının arasından dökülen bu sözler kızın ondan tiksinmesine neden oldu. Birinci bu söz üzerine çileden çıkmış gibi gözüküyordu. Aşağıda sallanan elleri yumruk biçimini almıştı. Yüzü bu sefer utançtan değil sinirden kızarırken soluk alış verişi de hızlanmıştı. Gözleri öfkeyle dolarken dişlerini birbirine kitlemişti. O kadar çok dişlerini sıkıyordu ki kız başının ağrımaya başladığından gökyüzünün varlığı kadar emindi.
“Ahh bee.” Dedi. “Tüm planlarım suya düştü. Tüm karizmamı da yok ettiğine göre şimdi ben ne yapacağım yaa?” Bunları öyle bir sakinlikle söylemişti ki kız neredeyse sinirlenmediğine ikna olacaktı birincinin. Ama o şuan neden ona sarıldığını düşünüyordu.
Beşinci onunla dalga geçilmesine sinirlenmiş olmalıydı ki göğsünde bağladığı kollarını çözdü. Kız sadece bununla yetineceğini sanarken o ellerini aşağıya indirmek yerine yumruk yaparak karşısındaki birincinin burnuna doğru savurdu. Birincinin yüzü aşağıya doğru eğilirken bahçede kahkaha sesleri yankılandı.
Yine yanında duran birine bir şey olmuştu ve o kişi yine zarar görmüştü... Oysa yine o kişiyi kurtaramamıştı...
Birinci ise son derece sakindi. Sanki yüzüne yumruk yiyen o değil gibi. Sağ elini kaldırdı ve az önce yumruk yediği burnuna götürdü. Burnunu sildikten sonra elini tekrar aşağıya indirdi. Kız çocuğun elindeki kanı görünce ürktü. Bir kavga çıkacağını düşünürken birinci elini ona doğru uzattı. Kız şaşkınlıkla ona uzatılan ele bakarken çocuk öfke taşan gözlerini ona çevirdi. Tutması için elini hava da sallarken bakışları nihayet elindeki kanı fark etti. Kızın bundan korkmuş olabileceğini düşünmüş olacaktı ki elini üzerindeki siyah tişörtüne sildi. Ve bu sefer elini uzatma gereksinimi duymadan eliyle direkt kızın ufak elini kavradı. Kızı elinden tutarak havaya kaldırdı. Ve sonra aceleyle merdivenlerden indi. Birinci koşar adımlarla önden ilerlerken küçük kız arkasından ona yetişmek için adete tüm gücüyle koşuyordu. Ama hiçbir itiraz da bulunmadı. Çünkü çocuk sinirliydi. Çünkü babası annesini öldürürken de sinirliydi. Çünkü müdire ablası ona bağırırken ve onun canını acıtırken de sinirliydi.
Ve şimdi karşısındaki çocuk da sinirliydi. Hatta çok fazla sinirliydi. Ama gülüyordu da. Hatta kahkahalar atıyordu. İşte o zaman anladı küçük kız insanın canı ne kadar yanarsa yansın,ruhu ne kadar acırsa acısın dışından kahkahalar atabileceğini...
En sonunda çocuk arka bahçeye gelince bir anda durdu. Küçük kız da bir anda önünde duran bedeni fark edemeyerek ona çarparak durdu. Kız başını kaldırıp alttan alttan sinirle ona bakan çocuğa baktı. Dayanamayarak “Sen ne yaptığını sanıyorsun?” Diye sordu. Geriye doğru bir adım attı karşısındaki çocuktan uzaklaşmak için ama çocuk gitmesine izin vermedi.
Kızın bu sorusuna karşı afallamış bir şekilde baktı. Sonra ne yaptığını yeni idrak etmiş olacak ki yıldırım çarpmışcasına kızdan uzaklaştı. Sanki yanına o çekmemiş gibi...
Boşta kalan kollarını göğsünde kavuşturarak dik dik bakmasını sürdürdü kız. Çocuk hala şaşkın ve olaylara anlam verebilmiş gibi durmuyordu. “Tamam, nereye gidersen git.” Dedi. Bunu öyle bir kısık sesle söylemişti ki kız duyduğundan emin olamadı. “Ne?” Dedi arkasını dönmüş ve çoktan uzaklaşmaya başlamış çocuğa bakarak.
Çocuk gittikçe uzaklaşıyordu ondan ama aklındaki sorular ondan bir türlü uzaklaşmak bilmiyordu. Hiç tereddüt etmeden çocuğun peşinden gitti. Daha nereye gittiğini bile bilmeden...
Çocuk kızın peşinden geldiğini duyduğu adım seslerinden anladı ve daha hızlı ilerledi. Kız ise adımlarını daha da hızlandırdı hatta yetmedi koştu çocuğun peşinden. En sonunda çocuk durup bakışlarını kıza çevirdi. Ve yine kızın bedeni çocuğun bedenine çarptı. Bu sefer çocuk bir adım geriye çıktı. “Ne var?” Dedi az önce peşinden koşan kıza. Kızın cevap vermesini beklemeden tekrar konuştu. “Ne diye peşimden koşuyorsun ki sen benim?”
Kız gerçekten şuan şok olmuştu. Bu soruyu onun sorması gerekiyordu. “Haa?” Dedi şaşkınlığını belli etmek için. Çocuk elleriyle yüzünü ovuşturduktan sonra yaptığı hatayı fark etti. “Ne soracaksan hemen sor.” Kızın duymayı istediği şey de buydu. Çocuğun kararını değiştirme ihtimalini azaltmak için direkt aklından geçen soruları sordu.
“Bir, neden beni buraya getirdin? İki, neden bana sarıld-“ Burada çocuk kızın sözünü “Sana sarılmadım.” Diyerek kesti. Ama ne dediği kızın umrunda değildi sorularına devam etti. “Üç, sen bana mı yürüyorsun? Dört, benimle ne işin var? Beş,o çocuk ile neden kavga ettiniz?”
Buraya geldiğinden beri aklına takılan tüm soruları da sormaya karar verdi kız. Çünkü başka zaman onu dinleyip sorularını cevaplayan birini bulamayabilirdi. “Neden burada herkes birbirine sayı ile sesleniyor? Ve burası tam olarak neresi? Babam ne zaman gelecek? Müdire abla kafayı mı yiyiyor bazen? Ayrıca senin gözün neden kahverengi değil?” Yine çocuk kızın sözünü kesmişti ama bu sefer kahkaha atarak. Kız sürekli sözlerinin kesilmesine ve onunla dalga geçilmesine sinirlendi. Tüm gücüyle çocuğu geriye itti ama çocuğun bir adım bile kıpıdamadığını görünce sinirden ayağını yere vurdu. Lakin bunlar çocuğu daha da güldürdü.
Birkaç dakika sonra içindeki gülme hissini bastırarak konuya giriş yaptı. “Allah’ın hakkı üçtür. Bu yüzden sadece istediğim üç soruna cevap vereceğim.” Kız tam itiraz için ağzını açacaktı ki ağzına kapatılan el yüzünden susmak zorunda kaldı. “İtiraz edersen hiçbirine cevap vermem.” Bu söz kızın susmasına yetmişti hatta artmıştı bile.
Çocuk elini kızın ağzından çekti. Ve ilerlemeye başladı. Kız ona cevap vermeyip kaçacağını tahmin ettiği için hemen koluna yapıştı. Ancak gücü karşısındaki çocuğa yetmiyordu. Onun attığı her adımda o da onun peşinden sürükleniyordu.
En sonunda arkadaki merdivenlerin orada durdu çocuk. En üst basamağa kadar tırmandılar ve çocuk merdivene oturdu. Kız tereddüt ile etrafa bakındıktan sonra oturdu zaten oturmuş ve ona bakmakta olan çocuğun tam yanına.
Kızın bir şey demesini beklemeden çocuk başladı söze. “En ufak itirazında bırakır giderim seni. Söz ver sadece beni dinleyeceksin.” Kızın uzatmaya niyeti yoktu. “Söz.” Dedi hiç düşünmeden.
“Gelelim ilk cevaplayacağım soruya... Onunla neden kavga ettiğimiz. Cevap veriyorum bu asla seni ilgilendirmez. İkinci cevaplayacağım soru ikinci sorun. Cevabım ise sana sarılmadım. Kafana top geliyordu ve ben bunu engelledim.” Kız ne söz verirse versin dayanamadı. Huyu buydu onun. Ne olursa olsun durmadan soru sormak. Şuan da söz vermişti bir şey demeyeceğine. Ve söz verdiği için daha çok soru sormak istiyordu. Annesi... O şimdi burada olsa hiç kızmadan cevaplardı onun sorduğu tüm soruları.
“Sarıldın bir kere!” Dedi bağırarak. Çocuğun kız hariç her yere bakan gözleri çınlayan kulağı yüzünden kıza döndü. Bir eli kulağını tutarken diğer eliyle kızı kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. “Bir git bee kızım. Girmişsin dibime. Cık cık bağırıp duruyorsun kulağımın dibimde!” Kız tam bağırmadığını haykıracaktı ki aklına gelen detay ile durdu. “Bir dakika. Konuyu değiştirme. Neden bana sarıldın?”
“Sarılmadım sana!”
“Sarıldın bana!”
Çocuk oflayarak elini yüzüne götürdü. Bu kız ile hiçbir şey doğru düzgün konuşulmuyordu. Durduk yere inada binip duruyordu. Yüzünü ovuşturduktan sonra elini dirseğine dayadı ve öyle bir süre durdu. Kıza verebileceği ve onu tatmin edebileceği bir cevap düşündü.
“Bak.” Diyerek başladı söze. “Ben sana sarılmadım. Kafana top geliyordu ve ben de bunu engelledim.” Ama kız bir kere inada binse bir türlü vazgeçmiyordu bundan. Şimdi de öyle olmuştu. “Hayır sarıldın!” Dedi sesini daha da yükselterek.
“Kızım sen de ne meraklıymışsın birinin sana sarılmasına. Her iki kelimenden biri sarılmak.” Burada gözleri kıza çevrilmişti. Tepki vermiyeceğini, dediklerini umursamayacağını düşünüyordu ama böyle olmamıştı. Bakışları kızın onu delmek ister gibi bakan bakışlarına rast geldi. Ve keşke hiç bakmasaydım diye düşündü. Ancak olan zaten olmuştu. Bir kere bakmıştı kızın gözlerine ve artık kaçış da yoktu bundan.
Durumu toparlamak için tekrar söze başladı. “Top sana gelecekti ve sen de düşüncelere dalmıştın bağırsam duymayacaktın bile.” Dedi. Kız bir müddet düşündü. Çocuk her ne kadar sorusuna cevap vermiş olsa da aklı bir önceki cümlesinde takılıydı.
Evet, ben birisine sarılmak istiyorum. Birine sarılayım ki ikimizin acıları da bir noktada buluşsun. Biz sarıldıkça acılarımız toplansın ve bizi daha da yaklaştırsın. Ve sonra biz ayrılalım birbirimizden. Her sarılmanın olduğu gibi bu sarılmanın da bir sonu olsun. İşte biz ayrıldığımız vakit tüm acılarımız da ayrılsın bizden. Biz bu sarılmanın duygusallığı ile sevinelim ve acılarımızı bir süre unutalım. Birine sarılayım ve acım yok olsun. Ama... Bu biri de annem olsun... Demek istese de sustu. Bu cümleyi umursamamış gibi yapmak istedi. Ve öyle de yaptı.
“Topu da uzaklaştırabilirdin.” Dedi aklından geçenin tersine.
“Canım istemedi.” Aldığı cevap ona göre çok saçmaydı.
“Neden?” Kız almak istediği cevabı almak için uğraşmaya devam etti.
“O an aklıma topa vurmak gelmedi çünkü.” Hayır,bu kızın sorusunun cevabı değildi.
“Neden canın istemedi diye sordum ben.” Dedi sorusunu yineleyerek.
“Ben ne bileyim canım istemedi işte!” Diye bağırınca kız ürktü. Ama inadı tutmuştu bir kere. Artık bu işten dönüş de yoktu. Bir şey sormak için dudaklarını araladı ama soracak bir soru gelmeyince aklına sustu.
Çocuk şuan bir an önce kızdan kurtulmak istiyordu. Bu yüzden cevaplamak için son bir soru seçti. Tabi ki de kızın son sorusuna cevap vermeye karar vermişti. “Son cevaplayacağım soru son sorduğun soru. Yani neden gözlerim kahverengi değil. Çok güzel bir soru bu.” Çocuk burada durup gülmeye başlayınca fark etti kız sorunun saçmalığını. Ama sormuştu bir kere. Ayrıca merak da ediyordu bunu.
“Gerçekten sen bu soruyu neden sordun?” Çocuğun gülerek söylediği bu sözler için kız ne cevap vereceğini bilemedi. Zaten ilk soruya cevap vermemişti. İkinci soruya ise istediği cevabı almamıştı. Üçüncü soru ise daha da saçmalıktı. Bunun cevabını duymasa da olurdu. Bu soruya ne cevap vereceğini de bilmiyordu. En iyisi kaçıp gitmekti. Tam ayağa kalkıp koşup kaçacaktı ki buradan bileğinden yakalayan el buna engel oldu. “Ben senin sorularını cevapladım sıra sende.” Dedi bileğini tutan kolun sahibi.
Kız düşündü. Gücünün ona yetmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden kalktığı yere geri oturdu. Ama bileğini tutan el hâlâ aynı yerdeydi. O da bunu dert etmemişti. Ne cevap vereceğini düşündü. Ve aklına gelen ilk şeyi söyledi.
“Yaa hani herkesin gözü kahverengi yaa.” Diyerek giriş yaptı konuşmasına. Ama devam edip etmemek de kararsızdı. Sonuçta önemli olan da başarmanın yarısı da başlamaktı. Eee, o da başlamıştı. Ona göre bu kadarı yeterdi. Ama yanındaki kişisinin duymayı beklediği cevabın bu olmadığını da biliyordu. Onun verebileceği bir cevap da yoktu. Ne diye sormuştu ki bu soruyu?
“Şimdi benim annemin ve babamın da, buradaki kişilerin çoğu hatta sokaktaki insanların da çoğunun gözleri kahverengi. Yani tüm insanların gözü kahverengi. Ama senin gözlerin kahverengi değil. Yani ya sen hastasın ya da sen insan değilsin.” Çocuk bu son sözler ile kendini daha fazla tutamayıp kahkahayı bastı. “Sen böyle her şeye gülersen olmaz haberin olsun.” Dedi kız. Neden bir insan hasta olduğunu veya insan olmadığını duyunca gülerdi ki? Bu çok saçmaydı.
Aynı ona gözlerinin neden bu renk olduğunu sorduğu gibi... Aynı şuan verdiği cevap gibi...
Çocuk kendini tutmaya çalıştıkça daha çok gülüyordu. Kız çocuğun susmasını bekledi. Ve o zaman devam etti konuşmasına. Ama her şeyi de anlatmıştı. Lakin konuşması gerekenin o olduğunu da hissediyordu. “Nesi komik bunun?” Dedi.
“Senin nerenden uydurduğun belli olmayan teoriler.” Diyerek cevap verdi. Eli hala kızın bileğini tutuyordu. Ne o elini çekiyordu ne de kız bileğini çekiyordu...
“Uydurmadım ben bir kere hiçbir şeyi. Aklımdan geçti ve söyledim.”
Hayır,dedi çocuk içinden. Gerçekten de dediklerimi ciddiye alıp da bunları söylemiş olma. Ama olan olmuştu. Kendi kulaklarıyla duymuştu. Kız onun dediklerini hem yanlış anlamış hem de ciddiye alıp cevap vermişti. Tekrar gülmek istiyordu ama bu sefer emindi kızın yanından kaçacağından. Bu yüzden tekrar tuttu gülme isteğini.
“Benim gözlerim de kahverengi.” Dedi konuyu tekrar değiştirerek.
“Hayır!” Dedi kız yine inatla. “Senin gözlerin kahverengi değil. Eğer öyle olsaydı benim gözlerim gibi olurdu. “ Dedi gözlerini açabildiği kadar açıp çocuğa bakarak. Çocuk önce kızın kocaman açtığı gözlerine baktı ve sonra durumu ona anlatmaya hatta gözlerinin kahverengi olduğunu kıza kanıtlamaya çalıştı.
“Senin gözlerin koyu bir kahverengi. Bunda hemfikiriz değil mi?” Kız onaylarcasına başını salladı. Onayı alınca açıklamaya devam etti. “Benim gözlerim ise açık kahverengi.” Kız yine başını aşağı yukarı salladı. Çocuğun yüzünde sonunda kızın inadını kırdığına sevinen bir zafer gülümsemesi oluştu. “İşte.” Diyerek bitirdi sözlerini. “İkimizin de gözleri kahverengi.” Bakışları tekrar kızın gözlerindeyken kız bu sefer başını sağa sola salladı. “Hayır yaa!” Diyerek itiraz etmeye başladı.
Yüzündeki zafer gülümsemesi anında solarken bıkkınlıkla dolu bir nefes verdi burnundan.
“Seninki yanlış kahverengi işte. Benim gibi olması lazım gözlerinin. Seninki kahverengi sayılmaz bir kere çok açık.” Çocuğa iyice yaklaştı. “Gözlerini açsana bir.” Dedi. Kendisine emir verilmesine sinirlendi ama belli etmedi.
“Ne?” Dedi anlamayarak.
“Benim gibi yapacaksın.” Dedi kız gözlerini tekrar kocaman açarak.
O da bozuntuya vermeden gözlerini kocaman açtı. Kız ona daha çok sokularak karşısındakinin gözlerine dikkatle baktı. “Seni gözün kahverengi değil işte. Sarı.” Dedi. Çocuk gülmek istiyordu. Kendini o kadar çok tutmuştu ki karnı ağrımaya başlamıştı. Hatta böbrekleri bile ağrımış olabilirdi. Kalbi de sıkışmıştı. Ama kendini de tutmak zorundaydı.
“Ne sarısı?” Diye sordu gülme isteğinin tersine.
“Normal sarı işte.” Dedi kız.
Kızın daha fazla açıklayamayacağının farkında olduğu için ne sarısı diye daha fazla üstelemedi. Ona göre daha renkleri bilmiyor, aklından atıyor bile olabilirdi.
Kız geriye çekildi. “Peki.” Dedi. “Sen renkleri daha bilmiyorsun anlaşıldı. Ama neden açık kahverengi de koyu kahverengi değil?” Evet, şimdi çocuk fena halde bataklığa batmıştı resmen. Hâlâ gülmek istiyordu ama bu sefer tutamamaya başlamıştı. Yüzünün kızardığına da adı kadar emindi. Ancak kendini daha fazla tutamadı ve dudaklarının arasından kahkaha sesleri dökülmeye başladı.
Birkaç dakika ama kıza bir asır kadar gelen bir süreden sonra çocuğun kahkahaları son buldu. Aslında gülmek istiyordu ama kızın ciddiyetle ona bakan asıl kahverengi gözlerini görünce susması gerektiğini anladı.Kızın hâlen daha ondan bir cevap beklediğini de biliyordu. Mecbur bir cevap vermek için araladı dudaklarını.
“Annem veya babamın ikisinden birinin gözleri böyle açık kahverengi. İkisinin de olabilir ama neyse. Konumuz bu değil. İşte bende onlardan birine çekmişim.” Kız bu sefer onaylamaz bir ses çıkardı. Çocuk yine ne yaptığını veya kızın kurduğu cümlelerin neresine takıldığını anlamadan duyduğu “Yaptığın gerçekten çok ayıp. Hayırsız bir evlatmışsın sen demek.” Diye başlayan sözlerle şok oldu.
O şimdi ne yapmıştı ki?
“İnsan anne ve babasının göz rengini bilmez mi hiç.” Diyince anladı. Bu kız tam bir ruh hastasıydı.
Bir an ne diyeceğini bilemedi çünkü o bu soruya nasıl cevap verebileceğini bir türlü bulamıyordu. Daha fazla düşünmek de istemedi. Bu kızın yanında olur olmadık tüm sorulara cevap vereceğini anladı. Ama ona göre bu kadar soru yeterdi.
“Yarın devam ederiz. Her gün üç sorunu cevaplarım. Olur biter.” Diyerek ayaklanacaktı ki hala kızın elinin sımsıkı kızın bileğini tuttuğunu fark etti. O daha elini çekememişken kız iki eliyle de çocuğun koluna yapıştı.
“Tamam.” Dedi ilk olarak. “Her gün üç soru cevaplarsın ama şimdi bana neden hayırsız evlat olduğunu da anlatman gerekiyor.”
“La havle...” Diyerek geri yerine çöktü. Ama kız yine kaçmaya çalışacağını tahmin ettiği için ellerini kolundan çekmemişti. Bu ufak temas nedense onun hoşuna gidiyordu. Bu yüzden hiçbir şey demedi buna.
“Ben...” Diye başladı. En büyük yarası olan o kişilerin neden gözlerinin rengini bilmediğini ve neden hayırsız bir evlat olduğunu anlatmak için. “Annemi ve babamı hiç görmedim. Beni doğduğum an terk edip gitmişler. Burada büyüdüm ben. Hatırladığım en eski an da buraya ait. Ne gerçek anne ve babamın yüzünü hatırlıyorum ne de göz renklerini.” Kız sorduğu soruya pişman olmuştu. Çünkü birisi ona annesini sorsa o da üzülürdü. Şimdi çocuğun da üzüldüğünü tahmin ediyordu ama artık yapacak bir şey de yoktu. İş işten geçmişti.
“Öldüler mi?” Diye sordu. Aklına annesi gelirken.
“Hayır.” Dedi. “Yani bilmiyorum. Kim olduklarını. Bu yüzden onların ölüp ölmediğini asla bilemem. Ama hiçbir şey beni terk ettikleri gerçeğini değiştirmez.” Kızın gözleri dolmaya başlamıştı.
“Benim de babam beni terk etti. Ve şuan ben de onun yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum.”dedi kız .Çocuk kıza bir bakış atmakla yetindi.
Kızın geldiği ilk gün o da buradaydı. Babasının elinden tutup kapıdan içeriye beraber girdiklerini hatırlıyordu. Adam ne kadar geleceğim dese de asla gelmeyeceğini adamın yüzünden anlamıştı. Bunu tahmin etmesi için adamın yüzüne bakmasına gerek bile yoktu. Buraya gelen hiçbir çocuğun ailesi geleceğim dese de hiçbir zaman geri gelmezdi. Yani hiç gelmezdi. Bu saatten sonra geleceğini de tahmin etmiyordu. Zaten gelseler bile hiçbir çocuğun burayı bırakıp onları terk edip asla ziyaretine gelmeyen ailesinin yanına geri gideceğini de tahmin etmiyordu.
“Senin baban hiç yanına geldi mi?” Diye sordu kız, çocuk susacağını sanarken. Çocuk başını iki yana sallamakla yetindi. “Benim babam da hiç gelmeyecek dimi?” Diye sordu bu kez de. Çocuk başını sallamadı bu sefer. Ne reddetti ne de onayladı onu. Sadece sustu ve kızın gözlerinin içine baktı.
Kız anladı ne demek istediğini. Onaylamasa da bildi babasının asla geri gelmeyeceğini. Sessizlik anlattı ona her şeyi. İşte o gün de bazen en ufak bir sessizliğin bile her şeyi bir sözden bile daha çok anlatabileceğini anladı.
“Babamı çok özledim. Madem onu artık asla görmeyeceğim ya yüzünü de unutursam o zaman ne olacak?” Hayır, babasını o kadar da özlememişti. Aklındaki soruyu değiştirerek sormuştu.
Annemi çok özledim. Madem onu artık asla görmeyeceğim ya yüzünü de unutursam o zaman ne olacak?
“Sen yine de şanslısın. Yüzünü unutursam diye de üzülme sakın. Neden seni bırakıp giden birini özleyeceksin ki? Ayrıca bana göre yüzünü unutman senin için daha iyi olur. Baban hakkında hiçbir şey hatırlamazsan daha az özlersin onu. Sana acı verecek şeyleri unutmalısın ki onları tekrar hatırlayarak sen acı çekme.” Çocuğun bu sözleri kızı düşündürdü.
Unutmak dedi içinden... Acı çekmek dedi içinden...
Acı çekiyordu ama unutmak da istemiyordu. Unutmasa ama acı çekmese de olmaz mıydı?
“Unutmak istemiyorum ama...” Diye mırıldandı aklından geçenleri sesli dile getirirken.
“Acı çekersin o zaman.” Dedi kızın iç sesini duymadan tekrar ederek.
“Ben yüzlerini unutur-“ kızın sinir olduğunu bilse bile kızın sözünü kesti. Aklına aniden gelen şey ile sözünü geri aldı. “Ya da unutma onları.” Dedi. “Hep aklında kalsınlar. Onları hatırladıkça onlardan nefret et. Yolda bir yerde kader sizi karşılaştıracak olursa kimin yüzüne tükürmen gerektiğini bilirsin.” Diyip sustu. Kız gene bir şey soracağı zaman büründüğü yüz ifadesine bürünmüştü. Kaşlarını çatmış, bir elini çenesine dayamış, aklından geçenleri söylemek için dudaklarını aralamış...
“Kader kim?” Güldü,yine ve yeniden güldü çocuk. Bu sefer de kader kim diye sormuştu. İsim sanmıştı onu.
“Hayat.” Dedi bu sefer de.
“Hayat kim?” Diye sordu kız yine.
Çocuk bir an kızın yüzüne baktı. Bunları dalga geçmek için veya onunla eğlenmek istediği için de sorabilirdi. Ama kızın yüzündeki merak dolu ifadeyi görünce gerçekten de onun, bir insandan bahsettiğini sandığını anladı.
“Tesadüfen yolda karşılaşırsanız yani.” Diyerek açıkladı kıza. Kız bu sefer anlamışcasına başını sallamakla yetindi.
“Peki sen olsan kader ve hayat sizi tesadüfen yolda karşılaştırsa onların yüzüne tükürür müydün?” Çocuk yine ufak bir kahkaha attı. Kız her ne kadar başını da sallasa dediklerinden hiçbir şey anlamamıştı. Bu yüzden dediği şeyleri aynı cümlede kullanmıştı hepsini birden.
Sonra aklına soruya vereceği cevap gelince gülümsemesi yüzünde soldu. “Ben ailemi hiç görmedim. Yolda görsem bile tanımam. Tanısam bile ağlarım belki. Her neyse. Hiç görmediğim biri için de ağlamam herhalde. Ama onlar beni terk ettiği için yüzlerine tükürmem gerekiyor. Ya da haykırmam. Onları tanımamazlıktan da gelebilirim.” Kaçamak bir cevap vermişti çocuk. Her kelimesi birbiri ile çelişmekteydi.
“Olabilecek her ihtimali saydın ama sen.” Buruk bir tebessüm etti çocuk.
“Ben onları hiç görmedim bu yüzden onlardan hiçbir şeyin intikamını alamam. Hiçbir şeyin hesabını soramam. Ama sen onları hatırlıyorsun ve bu senin için bir şans. En azından neden istenmediğini bilebileceksin. Benim aksime...” Aslında konuşmaya devam etmek istiyordu ancak ne diyeceğini bilmiyordu. Kızın üzerindeki bakışlarını göğe çıkardı. Kız da onun gibi yaparak göğe baktı.
Birkaç dakika sonra ikisi de aynı anda indirdi bakışlarını ve karşılarına baktılar. İkisi aynı anda birbirlerine çevirdiler gözlerini.
Açık kahve gözler ile koyu kahve gözler birbirlerine baktılar bir süre. Sonra ikisinden de aynı anda birer damla yaş düştü. Buruk bir tebessüm dudaklarında belirdi. Ve sonra birbirlerine ağlayarak bakan bu iki çift kahverengi göz aynı anda kaçırdılar bakışlarını birbirinden... |
0% |