@niss.a
|
“Koştukça bacakları daha çok acıyordu ama koşmaya devam etmesi de gerekiyordu. Lakin her ne kadar koşmak istese de durdu ve o durunca her şey de onunla birlikte durdu...”
5. Bölüm
Sönmüş küller bedenimi yakmaya devam ediyordu...
Sönmüş küller beni el geçiriyordu ve ben buna engel olamıyordum...
Külleri sadece bedenimde değil vücudumun her bir parçasında hissediyordum. Küller her yanımdaydı. Küller her yerdeydi. Küller, vücudumda da damarlarımda da dolaşıyordu sanki.
Beni sönmüş küllerin üzerine yatırmışlardı. Sönmüş küller önce bedenimi yakıyor sonra derimde küçük boşluklar açarak içime işliyordu. En sonunda kemiklerim ile buluşuyor ve buluştuğu yeri yakıp kavuruyordu. İçimdeki bu ateş beni mahvediyordu. Ama ben içimde yanan bir ateş olmasına rağmen üşüyordum. Hatta donuyordum. En son sıcacık yorganlarımın altına kıvrılıp yatmıştım bunu hatırlıyordum. Ancak şimdi kendimi Antartika’daymış gibi hissediyordum. Ben kendi evimden yok olmuş ve buradaki iglolara sığınmıştım sanki. Üzerimde beni sıcak tutan yorganlar yoktu artık. Beni soğuktan öldürmek için adeta yemin etmiş ve her tarafımı sarmış karlar ve buzlar vardı sadece. Bir de içimi yakıp kavuran küller...
Bedenim üşüyordu, kar yığınların altında donuyordu... Ama aynı zamanda da sönmüş küller de alev alıyor, içten içe yanıyordu...
Titriyordum; çünkü bedenim artık buz tutmuştu... Yanıyordum; çünkü bedenim sıcaktan kavrulmuştu...
Terliyordum... Hem soğuktan hem de sıcaktan... Ecel terleri döküyordum yaşamak isteğim yüzünden.
Hayat, sanki bir yarış gibiydi. Başı ve sonu belli olmayan... Bu yarışmada kazananlar veya kaybedenler de yoktu. Sadece ölenler ve yaşayanlar vardı... Sadece devam edenler ve pes edenler vardı... Sadece hayatta kalanlar ve kalamayanlar vardı... Sadece vazgeçenler ve asla vazgeçmeyenler vardı... Sadece herkes tek başınaydı...
Herkesin karşısına aynı engeller çıkıyordu. Lakin farklı şekilde... Aynı engel birine yokuşu tırmanırken, başka birine de dümdüz bir yolda yürürken çıkıyordu. Ve siz engeli tamamlasanız bile o engelin enkazı size zarar veriyordu. Acı çekmeden o engeli tamamlamak imkansızdı.
Koşuyordum. Tam yirmi bir yıldır aynı yarışta koşuyordum. Ama bir türlü sona ulaşamıyordum. Çünkü bu yarışın asla bir sonu yoktu. Ben gittikçe engeller bazen zorlaşıyor bazen de kolaylaşıyordu. Ve ben her seferinde vazgeçmeyip koşmaya devam ediyordum. Koşuyordum, asla durmadan. Çünkü biliyordum bu yarış hayat demekti. Ve hayat karşınıza engel çıkarmak için asla sizin durup dinlenmenizi beklemezdi. Siz durup dinlenmek istediğiniz zaman karşınıza ya yepyeni bir engelle ya da daha önce karşılaştığınız engelin devamını çıkarırdı karşınıza. Hayat bir yarıştı ve bu yarışta sizin asla durmanızı istemezdi. Sizi pes ettirmek için elinden gelen her şeyi yapardı. Sizi mahvetmeye, bu hayattan vazgeçirmeye çalışırdı. Çünkü görevi buydu. Siz koşardınız o karşınıza yepyeni bir engel ile gelirdi. Asla beklemediğiniz bir anda...
Ve... Bir süreden sonra karşınıza engeller çıkarmayı bırakırdı hayat. İşte o zaman hayatın sizin asla pes etmeyeceğinizi anladığı an olurdu. Karşınıza engel çıkmazdı artık ama siz koşmaya devam ederdiniz. Çünkü yaşamak için koşmaya mecburdunuz.
Yorulurdunuz bir süreden sonra. Hem karşınıza çıkan engeller hem de ne olursa olsun koşmaya devam etmek yorardı sizi. Ve en sonunda bırakırdınız koşmayı...
Siz koşmayı bırakınca her şeyi de bırakmış olurdunuz... Siz koşmayı bırakınca hayatınızı da, yarışı da bitirirdiniz... Siz koşmayı bırakınca yaşamayı da bırakırdınız...
Bu yarış sizin hayatınız olurdu... Bu yarış bitince siz de biterdiniz... Ve geriye sadece kara toprak ile beyaz bir mermer kalırdı...
Siz onca zorluğu geçtikten sonra pes ederdiniz. Zorluğa,engellere alışmış bedeniniz karşınıza engel çıkmayı bırakınca bırakırdı yaşamayı. Çünkü yaşamak için hiçbir sebep bulamazdı artık.
Hayat, siz pes edip koşmayı bırakınca biterdi. Artık geriye ne adınız ne de sanınız kalırdı. Herkes unuturdu yüzünüzü. Her bir zerrenizi ezbere bilenler bile unuturdu sizi. Artık bir sesiniz kalmazdı. Sesiniz bu dünyada yankılanmayı bırakırdı. Fotoğraflarla anılmaya başlardınız artık...
Fotoğraflarda ki ve yaşarken ki yüzünüz, bedeniniz aynıydı ancak siz ölünce hiçte aynı olmuyordu. Siz yaşarken insana neşe veren o yüz siz öldükten sonra o fotoğraf karesine dönüşüyor ve geriye sadece acı bırakıyordu. Sesinizin ön planda olduğu video da siz ne kadar mutlu çıkmışsanız, o video siz yokken bir o kadar acı gelirdi geride kalanlara.
Geride kalmak zordu. Peki ya geri gelmeyecek olan için de zor muydu?
O nasıl hissederdi bu son yolculuğuna adım atarken?
Canı acır mıydı, çok mu acırdı canı?
Geride kalanın mı, yoksa gidenin mi canı daha çok yanardı?
Ölen kişi gerçekten de huzura kavuşur muydu? Yoksa kabusları o zamanda peşini bırakmazdı?
Galiba,bu soruyu ölmeden asla bilemeyeceğiz...
•••
Bıkkın bir nefes döküldü ağlamak için titreyip duran dudaklarımın arasından. Çoktan buğulanmaya başlayan gözlerim bir tezgaha dökülen çaya bir elimdeki çaydanlığa bakıp bakıp duruyordu. En sonunda pes ederek çaydanlığı ocağa geri bıraktım. “Olmuyor.” Dedim arkamı dönüp mutfağa dağılmış duran ev halkına bakarak. Bunu nasıl yapamıyorsun? Adlı bakışlarla bana ev halkının gözünde bir de acıma vardı. Elim titrediği için çay dolduramıyordum ve bunun için bana acıyorlardı. Bunun içinde insan arkadaşına acıyan gözlerle bakmazdı ki!
Ne varmış yani çay dolduramıyorsam? Benim daha harika yeteneklerim de var. Muhakkak vardır... Muhtemelen vardır... Ya da... Herkesin bir yeteneği var eminim benim de bir yeteneğim vardır. Yani olması gerek. Lütfen benim de bir yeteneğim olsun!
Elini mikrofon gibi yaparak Yusuf herkesin içinden geçenleri sanki bir haber muhabiri gibi anlatmaya başladı. “Evet sayın izleyiciler karşınızda dünyanın en beceriksiz insanı var. Neden mi bu kadar beceriksiz diye soracak olursanız kendisi daha bir çay bile dolduramıyor. Halk ondan şikayetçi. Yanımızda görgü tanığı Yaman var. Yaman bu keşfedilmemiş yetenek için ne diyeceksin?” Yusuf mikrofon yaptığı elini Yaman’a uzattı.
“Onun yüzünden daha bir bardak çay içemedik. Tezgah bile benden daha çok çay içti am-“ ağzıyla sansür sesi çıkararak Yusuf onu susturdu.
“Kardeşim lütfen küfür etme. RTÜK kanalı kapatır. İşsiz kalırız bizde. Ekmeğimizin peşindeyiz bizde yani.” O kadar mı kötüyüm adlı bakışımla ona baktım. Çünkü haber muhabiri olup da dalga geçilecek bir durum değildi bu.
“Çaydanlık çok ağır ama taşıyamıyorum ki...” Diye hemen söylenmeye başladım. Kendimi savunmak için kullanabileceğim en iyi bahanem buydu çünkü.
“Neyse yaa. İlla çay doldurmak zorunda değil. Başka bir iş buluruz ona.” Diyerek beni kısmen Melis bu olaydan kurtardı. Neşe ile ona sarılacaktım ki gözlerim Ahsen’in yaptığını görmese...
Gerçekten Ahsen bunu şuan mı yapman gerekiyordu?
Ahsen ocağın üzerindeki çaydanlığı almış bardakları dolduruyordu. Evet, benim ağır diye dolduramadığım çaydanlığı tek eliyle havaya kaldırmış içindeki çayı bardaklara boşaltıyordu. Herkes şok içinde bir bana bir Ahsen’e bakarken Ahsen hafiften kızarmaya başlamıştı bile. Ön planda olmayı sevmiyordu çünkü. Şimdi de tüm bakışlar onun üzerindeydi.
“Lan!” Diyerek yükseldi bir an da Yaman. Herkes kulağını kapatırken ben de yüzümü ekşittim. İlla bağırmak zorunda mıydı ki? “Ahsen bile kaldırabiliyorsa o çaydanlığın ağır olduğuna dünya ters dönse, vampirler gerçek olsa, kıyamet kopsa hatta Miray evlense bile inanmam.” Çok sağol Yaman’cığım kara listemin ikinci sırasına seni ekleyeceğim.
Miray haklı olarak “Ben ne alaka ya! Ayrıca benim evlenmem niye bu kadar imkansız? Bir de kıyametin kopmasını benim evlenmeden daha imkanlı buluyor gerizekalı!” Diyerek hiddetle bağırdı.
Ben çaydanlık meselesini unuttular diye sevinirken Yusuf “Dur ben bir bakayım.” Diyerek Ahsen’in yanına gitti. Kolaylıkla çaydanlığı havaya kaldırıp tekrar geri indirdi. Neresi ağır bunun? Adlı bakışları bana dönerken kendimi savunma ihtiyacı ile söze başladım.
“Ahsen çayları doldurduğu için boşaldı. Normalde ağırdı o!” Diyerek kendimi savunmaya çalıştım.
Yusuf çaydanlığı bıraktıktan sonra tekrar bağırdı.”Ahsen bile kaldırdı sen nasıl yapamıyorsun?”
Doğru,ben niye kaldıramıyorum?
Şuan gerçekten de yerin dibine girmek istiyordum. Tüm gözler çaydanlığın ağır olmadığı halde nasıl çay doldururken elimin titrediğini sorar bir biçimde bana bakıyordu. Yerin dibine girmek için birkaç saniye bekledim. Birkaç saatliğine bu dünyadan yok olsam ve herkes bu olayı unutunca ben geri gelsem olmaz mıydı?
Hiçbir şey olmamış gibi masadaki yerime geri döndüm. Ağzıma bir peynir atarken burada olduğumu çaktırmamak adına en iyi planımı yani sessiz olup beni unutmalarını bekledim. Ve içimden bana bir görev bulma fikrini söyleyeni ayrıca onlara uyup bir görev bulmayı kabul eden aklıma lanet edip bir küfür savurmadan da edemedim.
Sabah niye heyecanla gelip bana bunu yapmışlardı ki...
Bir buçuk saat öncesi
Gözlerim açılmamak için direnmeye çalışırken adımı haykıran hatta haykırmaktan da öte böğürmeye başlayan ya da insanların deprem mi oluyor acaba diyip de kaçacakları bir karmaşaya gözümü açtım.
Dün bir kova su, bugün ise bağırılarak uyandırılmak. Bakalım yarın ne olacak?Sabahın beşinde kalkan ve işe gitmek için otobüse binen ancak oturacak yer bulamayan tüm yolculuk boyunca ayakta giden kardeşim seni şuan çok net anlıyorum.
Ben uykum açılsın diye gözlerimi ovuşturmaya çalışırken herkesin benim odama toplandığını gördüm. Bakışlarım yatağımın kenarında oturan Melis’e kaydığında ona soran gözlerle baktım. Melis tam neden herkesin burada olduğunu açıklamak için dudaklarını aralamıştı ki Miray onu itti. Ve bakış açımı kendi yüzüyle doldurdu. “Ben varken bu fikri anlatmak sana düşmez.” Diye söylendi Melis’e.
Olanları anlatmasını bekliyordum ki Yusuf Miray’ı belinden tutup dolabımın ve odamın kapısının arasındaki yere Miray’ı fırlatana kadar. Evet, gerçekten de Miray’ı oraya fırlatmıştı. Kapıyı açarak da onu oraya sıkıştırmıştı. “Ben anlatırım.” Diyen Yusuf’a çevrildi gözlerim ama Yaman Yusuf’un ağzına yatağımın kenarındaki oyuncak ayıyı sokana kadar. İki gündür beni uyandırma yöntemleri ve şimdi olan bu karmaşaya neden burada olduklarını bir türlü öğrenememem eklenince sinirden delirmek üzereydim. İçimden Allah’tan bana sabır vermesini dilerken Yaman’ın Ahsen’e attığı bakış yüzünden Ahsen ağzına hayali bir fermuar çekti. Yaman’ın yüzünde bir sırıtış oluştu. Ahsen’in bana bir şey anlatmayacağını anlayıp bakışlarımı tekrar diğerlerinin üzerinde gezdirdim.
Yaman bir eliyle oyuncağı tutarken diğer eliyle de Miray’ın oradan çıkmasını engellemek için kapıyı itiyordu. Can ise camın kenarındaki açık pembe sandalyeme oturmuş olanları izliyordu. Gözlerim tekrar Melis’i buldu. Oysa zaten bana bakıyordu. Diğerleri ben anlatacağım diye kavga ederken o başlattı anlatmaya.
“Can dün konuştuklarınızdan bahsetti ve biz de senin için bir görev bulmaya karar verdik.” Diye bir çırpıda anlattı her şeyi. Diğerlerine baktığımda herkesin donmuş vaziyette durduğunu fark ettim.
Açıkçası bunu kahvaltı da veya daha sonra da söyleyebilirlerdi. Ne gerek vardı şimdi böyle uyandırmaya. Yusuf olayı abartarak yere eğilip diz çöktü. “Hayırrr!” Diye bağırıyordu ama ağzındaki oyuncak ayı yüzünden sesi boğuk çıkıyordu. Keşke onu ağzından çıkarsaydı önce. Yaman da “Seni Miray elemişti. Bir daha konuşma hakkın yoktu. Ahsen, Miray ve Yusuf’u elemiştim. Sen zaten elenmiştim. Can ise dünya yansa umrumda olmaz ne yaparsanız yapın diyordu. Bunu açıklamak benim hakkımdı!” Diye Melis’e bağırıyordu. Bunu fırsat bilen Miray onu kıstırdıkları yerden kalkmış gerçekten de Melis’e trip atmakla meşguldü.
Melis ise Yusuf’a “Bir de bayıl istersen Feriha.” Demekle yetindi. Ama tabi ki de Yaman ile Yusuf şakaya pek gelmiyordu. Kendilerini sanki bayılmış gibi yapıp yere sırt üstü uzandılar.
Yusuf yan gözle Yaman’a bakarken “Dilini içeri son lan!”dedi. Yaman ise “Bayılma numarası yaparken dil dışarıda olur mal asıl sen dilini dışarı çıkar.” Diye yanıtladı. İkisi de artık dil çıkarmış ve yerde sırtüstü yatmış bayılma numarası yapıyordu.
“Gerizekalılar ölme numarası o! Dilinizi içeri sokacaksınız.” Diye bağıran Miray ise onları tekmeliyordu bir yandan da. Onlar onu kapının arkasına sıkıştırdığı için o da onları tekmeleyerek intikam almaya çalışıyordu.
“Kahvaltı yapalım sofra zaten hazır.” Diye söylenen Can ise başka bir konudaydı.
“Makyajım akmış mı?” Diye Melis’e soran ve az önce ona trip atan Miray ise bambaşka bir konuya atlamıştı.
Ben ise daha da başka bir konu olan nasıl bir görev yapacağım konusunu düşünüyor ve herkesin bu konuda yoğunlaşmasını diliyordum.
“Gerçekten tımarhaneye benziyor şuan burası.” Diye bir anlığına Ahsen yükseldi. Canına tak etmiş olmalıydı. Çünkü o kolay kolay sinirlenmezdi. Herkes birbirine bakarken sonunda Yusuf ağzındaki oyuncak ayıyı çıkarıp olduğu yerden doğruldu. Ayıyı Yaman’ın suratına fırlattıktan sonra doğru mutfağa koşmuştu. Yaman “Ayıyı önce bir domestos, çamaşır suyu, tuz tuhu veya başka bir şey ile yıkamam gerekebilir. Eğer tabi virüs kapmak istemiyorsan.” Diyerek odadan çıktı. Arkasından “Domestos zaten çamaşır suyu.” Diye bağıran Melis’i duysa da cevap vermemişti.
En sonunda kalan hepimiz de odamdan çıkıp mutfağa varmıştık. Herkes kendi yerine oturduktan sonra nihayet konu aklımı kurcalayan o konuya gelmişti.
“Ne yapabilirsin sence?” Diyen Melis’in sorusuna omuz silkmekle yetindim. Melis düşünür gibi bir ses çıkarırken Can bir öneri sundu. Bitmiş bardağını işaret ederek “İşe çay doldurmakla başlayabilirsin bence.” Dedi. Ciddi mi yoksa benimle dalga mı geçiyor diye yüzüne aval aval bakıyordum ki masaya sertçe konulan bardak sesleri yüzünden bakışlarım ondan ayrıldı. Herkes eline bardağı almış içindeki çayı bitirmeye çalışıyordu. En sonunda herkes bitmiş bardağını masaya koydu.
Etrafı sessizlik kaplamışken herkese sen ciddi misin? Adlı bakışlarımı atıyordum. Bu sessizliği “Eee, çay doldursana.” Diyen Yusuf böldü. Herkes onu onaylarcasına baş sallıyordu.
“Şaka mı yapıyor-“ diye söze başlayacakken “Hadi doldursana.” Diyen Miray yüzünden sorum yarım kaldı. Can gülmeye başlarken mecburen boşalan bardakları alıp tezgaha yöneldim. Bardakları tezgaha bıraktıktan sonra kısa bir an ocaktaki çaydanlık ve tezgahtaki bardaklar ile bakıştım.
İçimden alt tarafı bir çay dolduracağım en fazla ne olabilir ki? Diyip kendimi motive ettim...
Keşke etmez olsaydım...
•••
Şimdi durup bir düşününce kendimi harika motive ettiğim ve bir çay bile dolduramadığım için kendimle gurur duyuyordum! Aklımda alkış efektleri çalarken bıkkın bir nefes daha döküldü dudaklarımın arasından.
Ahsen doldurduğu çayları masaya bırakırken tüm yemek zevkim de kaçmıştı. Ancak bugün için enerjiye ihtiyacım olacağı için mecbur biraz yemek zorundaydım. Önümdeki ekmekten bir parça ağzıma atarken Miray söze başladı.
“Azroş, hiç itiraz etmiyorsun ve benimle beraber dışarıya geliyorsun.” Ne yapacağız ki? Adlı bakışımla ona dönerken bir şey unutmuş gibi Miray tekrar söze başladı. “Hadi şanslısın kombinin benden.”
Hadi şanslısın kombinin benden... Kombinin benden...
Şuan bunun bir kabus olmasını diliyordum. Çay dolduramamak bile Miray’ın kombin yapmasından daha iyiydi. Herkes gene ne olacak acaba diye gülmeye başlarken Yusuf söze atıldı. “Niye sen yapıyormuşsun kombini? Hepimiz bir kombin yapalım. En çok hangisi beğenilirse onu giysin. Onaylayanlar el kaldırsın!” Miray hariç herkes el kaldırırken neden bana bu konu hakkındaki fikirlerim sorulmadı diye düşünmekle meşguldüm bende.
“Benim söz hakkım yok mu?” Diyerek onlara varlığımı hatırlatmak istedim ama bu planım ters tepmişti.
“Demokrasi yapıyoruz burada çoğunluk onayladığına göre yapacağız.” Diyerek hafiften kıvırcık olan saçlarını karıştırdı Yusuf.
Artık iş işten geçmişti ve benim bu işten kaçışım olamayacaktı. “Nasıl yapacağız peki?” Diye sorduğum an itiraz etmeyeceğimi anladı herkes. Bunun üzerine Melis “O zaman AVM’ye gidip tüm mağazaları geziyor ve herkes en iyi bulduğu kombini yapınca Azra hepsini deneyecek.” Diyerek bağırdı ve bir yandan da elini masaya vurdu. Diğer herkes onaylarcasına başını salladı. Mutfağı topladıktan sonra hepimiz hazırlanmak üzere odalarımıza dağıldık.
Beş saat sonunda nihayet hepimiz hazırlanmış ve alışveriş yapacağımız o mağazanın kapısının önüne gelmiştik. Beş saatte geldiğimizi vurguluyordum ve bu beş saat Miray’ın yüzündendi. Bir buçuk saat yola gitmişti. Kalan iki buçuk saat hepimizin hazırlanması için yeterliydi ama Miray makyajım olmadı diyip bizi bir saat beklettiği için anca evden çıkabilmiştik.
“Yarım saatimiz var. Herkes en iyi kombinini yapıyor ve deneme kabinlerinin orada buluşuyoruz.” Diyerek kısaca özet geçtikten sonra Ahsen önemli bir detayı da ekledi. “Unutmayın, dışarıda arkadaşlar ile cafe de buluşma, sevgili ile date ve parti kombini yapacağız.” Bu konuları arabadayken ayarlamışlardı.
Şuan kendimi bayramda zorla misafirlikten misafirliğe gezdirilen çocuk gibi hissetmem normal miydi?
“Üç...İki...Bir.... Başla!” Dedikten sonra herkes koşarak mağazaya girdi. Dışarıda kalan tek kişiyi buldu gözlerim. Şaşkın bakışlarım ona dönerken o sadece karşısına bakıyordu. Birkaç dakika ayakta bekledikten sonra sakin adımlar ile mağazanın içindeki koltuğa oturdu. Ben de burada boş boş beklememek için onun yanına gittim. Bakışlarımı onun üzerinde sabitledim. Can’ın...
Bir şey demek ihtiyacı ile yanıp tutuşurken “Sen neden gitmiyorsun?” Diye sordum. Oysa gözlerini ilerideki vitrine sabitlemiş bana bakmaktan özellikle kaçınıyordu. Buna bir anlam verememekle beraber benimle konuşmayacağına da kanaat getirmiştim. Buradan kalkmam gerektiğini düşünsem de bir şey bana engel oluyordu. Sanki bir büyü yapmışlardı bana ve bu büyü benim Can’dan uzaklaşmamı engelliyordu. Ve sanki aynı hiç Can’ın benden uzak durması için elinden geleni yapıyordu. O da bu güce karşı koymayıp kabulleniyordu. Ve ikimizi de esir alan derin bir sessizlik başladı...
Sessizlik; tüm bedenimi ele geçiriyordu sanki. Her bir hücremde onu hissediyordum. Sessizlik o an benim için soyut olmaktan çıkmış ve somut bir hâl almıştı sonra da havaya karışmıştı. Aldığım her nefeste içime işliyordu. İçime çektiğim hava da sessizlik vardı. Aldığım o nefes tüm bedenime yayılıyor ve vücudumun işleyişini bozuyordu. Kanım dolaşmayı, kalbim atmayı bırakıyordu. Her şeyin olduğu gibi bende bu derin sessizliğe gömülüyordum. Ben nefes almaya devam ettikçe aldığım nefes bana yetmemeye ve daha fazlasına ihtiyaç duymaya başlıyordum. Ve ben her nefeste darmadağın oluyordum.
Daha fazla bu sessizliğe katlanmak istemiyordum. Ama gitmek... Bu sessizlikte durmaktansa gitmeyi tercih ederdim. Ama ondan uzağa gitmek... Ne olursa olsun o benimle konuşmaktan kaçınıyor ve bakışlarını itina ile benden kaçırıyorsa buradan gitmek benim hakkımdı. Gitmek istiyordum. Hem belki diğerlerini bulur ve ne yaptıklarına da bakabilirdim.
Yavaşça oturduğum yerden ayaklandım ve mağazada ilerlemeye başladım. Vitrinlerin ve askılıkların arasından geçerken ne kadar bakmak istesem de arkama bakmadım. Çünkü az önce olanlar yüzünden az da olsa kendimi ona karşı kırgın hissediyordum.
Gözlerim etrafta o hariç her tarafı tararken sonunda tanıdık bir sima görmem ile ona doğru ilerledim. Yusuf elindeki tişörtü etrafında gördüğü pantolonların üstüne tutup hangisinin en güzel durduğuna karar vermeye çalışıyordu. Tam yanına varınca ne yaptığını bilmeme rağmen ona bunu sordum.
“Ne yapıyorsun acaba?” Yusuf’un bakışları bana dönünce oflayarak bir nefes verdi. “Hangisi sence?” Diyerek bana iki pantolonu gösterdi.
Birisi İspanyol paça uzun, yüksek bel ve koyu mavi bir pantolondu. Diğeri ise aynı modelin siyah versiyonuydu. Düşünmeme hiç gerek yoktu. Elimi havaya kaldırıp sağ eliyle tuttuğu siyah pantolonu gösterirken “Bu.” Diye mırıldandım. Yusuf ise beni şoke edecek bir şey yapıp siyah pantolonu rafa geri bıraktı ve “Tamam bu o zaman.” Diyerek diğer mavi pantolunu havaya kaldırdı. Sonra bana hiçbir şey demeden rafların, reyonların içinde kayboldu. Ben arkasından şaşkınlıkla bakmaya devam ederken sırtıma vurulan ve kulağımda çınlama etkisi yaratan bir ses ile irkilmem bir oldu. Hâlâ şok içinde olan ifademi düzeltme gereği duymadan arkamdaki kişiye baktım.
Miray, elinde koyu kırmızı mini bir elbise ile bana bakıyordu.”Nasıl?” Diyerek elbiseyi daha rahat görebilmem için havaya kaldırıp önüme tuttu. Birkaç dakika sonra elbiseyi giyinmiş ve giyinme kabininin önünde bekleyen Miray’ın karşısına çıkmıştım. Gözlerimi tam karşımdaki aynaya çevirip elbisenin üstümde nasıl durduğuna baktım.
Elbise dizlerimin bir karış üstündeydi. İnce askıları boynumun etrafında dolaşıyor ve belimde çarpraz bir şekilde birleşiyordu. Sırtımın bir kısmı açıkta kalırken elbise üzerime tam oturmuştu. Elbisenin uçları dalgalı gibi duruyordu. Elbisenin yakalarından çarpraz bir şekilde aşağıya doğru kat kat tüller iniyordu ve çok geçmeden göğüslerimin altında son buluyordu.
Bakışlarımı elbiseden çekip beni hayret ve kaygı karışımı bir ifade ile izleyen Miray’a çevirdim. “Çok kötü mü duruyorum?” Diye sorarken sesimin hafiften titremesine engel olamamıştım.
Miray aceleyle bana yaklaşıp “Hayır, hayır. Çok güzel görünüyorsun. Hatta o kadar güzel oldun ki benden sonra dünyanın en güzeli olabilirsin.” Dedi ve sonra ekledi. “Biz senin bu güzelliğinin neden daha önce farkına varamadık acaba?”
Yüzümde bir tebessümün oluştuğunu hissederken gözlerimi aynadaki görüntümden çekmek benim için zor olmaya başlamıştı. Aynada kendi yansımamın olduğunu bir türlü idrak edemiyordum, bu gerçeğe inanmak istemiyordum.
“Azra-“ Miray, Melis’in şaşkınlıktan attığı çığlığı görünce sustu. Melis, elindeki kıyafetleri yere düşürmüş hayrete düşmüş bir şekilde bana bakıyordu. Ona da nasıl olduğumu soracakken o benden de önce davrandı.
“Mükemmel olmuşsun.” Dedi ve daha fazla bir şey söylemeden dudakları kapandı. Ardından tekrar konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki hiçbir şey diyemeden geri kapadı. Büyük ihtimalle şaşkınlıktan bir şey söyleyemiyordu.
Elbiseyi çıkarmak için deneme kabinine geri gidiyordum ki Yaman’ın “Ne çığlık atıyorsunuz bee, böcek mi gördü-“ diye başlayan cümlesi beni görünce yarım kaldı. Ben de olduğum yerde dikilmeye devam ettim. Yaman inanamaz bir şekilde bakışlarını hepimizin üzerinde gezdirdi. En sonunda bakışları tekrar beni buldu.
“Bu kız Azra’ya çok benziyor ikizi filan mıymış?” Diye sordu. Bunun üzerine Miray kahkahalara boğulurken Melis’in de yüzünde bir gülümseme belirmişti.
“Hayır, Azra bu.” Diyerek bir elini bana doğru uzattı Melis. Diğer eliyle de Yaman’ı göstererek “Bu da Yaman. Azra,Yaman. Yaman,Azra” diyerek bizi tanıştırdı. Yaman’a bakmaya devam ederken gerçekten de beni başkası sanmış olduğunu anladım. Sanki benim olduğuma inanmak istemiyor gibiydi.
“Benim şaheserim. Ben ve yaptığım harika kombinler.” Diyen Miray tabi ki de kendini övme fırsatını kaçırmamıştı.
“Hayır Miray’ın böyle bir kombin yaptığına öldürseler inanmam.” Diyen Yaman ise hâlâ benim olduğuma ya inanmıyor ya da inanmak istemiyordu.
Bakışlarımı arkadaşlarımdan çekip etrafa çevirince Melis’in çığlığı yüzünden zaten tüm gözlerin bize döndüğünü fark ettim. Kanın yüzüme akın ettiğini hissederken panikle arkamı döndüm. Acele adımlarla hatta koşarcasına kabine girip kapıyı arkamdan kapattım. Kilidi çevirdikten sonra sırtımı kapıya yaslayıp tavana bakmaya başladım.
Onlarca insan beni bu halde görmüştü. Miray ve kombinleri diye düşündüm. Kaçınmam gereken bir şeydi kesinlikle.
Son kez aynaya baktığımda fazla iddialı dedim kendi kendime. Aslında elbisenin dekoltesi filan yoktu ama her gününü evde siyah tişörtü ve eşofmanı ile geçiren biri olarak bu elbise bana çok iddialı gibi geliyordu. Ya da elbise giymeyi kendime yakıştıramıyordum.
İçimde bir karanlık vardı sanki benim. Bu karanlık bana temas eden her şeye bulaşıyordu. Şimdi de üzerimdeki elbiseye bulaşmış gibiydi. Elbiseyi sevmiştim. Yani başka birisi giyse onun harika görüneceğine, bir yıldız gibi parlayacağına emindim. Ama işte benim içimdeki karanlık bu elbisenin güzelliğini de karartacak gibiydi. O karanlık beni beni mahvettiği gibi elbiseyi de mahvetmek istiyordu.
Bakışlarımı aynadan olabildiğince kaçırmaya dikkat ederek elbiseyi çıkarıp kendi kıyafetlerimi geri giydim. Aklımdaki düşünceleri uzaklaştırmak için derin bir nefes aldım. Kapıyı açıp kendimi dışarıya attım.
Bu elbiseyi bir daha asla giymeyeceğim...
•✴️••✴️•••
Bir insan kendine verdiği sözü bozması neden bu kadar kolay bir şeydi?
Sanki mağazada deneme kabininden az önce çıkan ben değilmişim gibi üstümde o kırmızı elbise ile salonun ortasında Yaman’ın nereden bulduğu henüz belirsiz olan kırmızı halının üstünde podyum yürüyüşü yapıyordum.
Bu saatten sonra en çok yapmayı istediğim şeyler listemin başında kendime verdiğim sözleri tutmak olacak...
Duyduğum ıslık sesiyle daldığım düşüncelerden ayrılmam bir oldu. Yaman ve Yusuf ıslık çalıyor, Miray ise onları taklit etmeye çalışıyor ama ıslık çalamadığı için sanki ıslık çalıyormuşcasına bağırıyordu.
“Böğürmesene kızım!” Diyerek yükseldi bunu fark eden Yusuf Miray’a.
“Böğürmüyorum. Islık çalıyorum ben bir kere.” Miray kendini savunmaya çalışırken bende oflayan ifademle Miray’ın bana gösterdiği şekilde yürümeye çalışıyordum. Ancak hayatı spor ayakkabı ve terlik giyerek geçmiş biri olarak topuklu ayakkabı ile yürümek gerçekten de çok zordu. Bunun ilk giyişim olduğu içinde bir türlü yürüyemiyordum. Ne kadar giymek istemiyorum dediysem de Miray zorla ayakkabıyı giydirmişti bana.
“Doğru yürü, Azra. Sana gösterdiğim gibi.” Diyen Miray’ın ardından ikinci bombayı da Yaman vurdu. “Kazık gibi yürüyor yaa bu! Sen ne gösterdin lan kıza? Penguen gibi paytak paytak yürüse de gene okey ama yeni yürümeye başlayan bebek bile böyle yürümeyi beceremiyor. Hatta zil zurna sarhoş bir Yusuf’u da geçti o bile böyle yürüyemez.” Yaman’ın dediklerine iyice bozulmuştum ancak bunu belli etmemeye çalıştım. Oysa hale kırdığı potun farkında bile değildi ve söylenmeye devam ediyordu. O sırada Miray “Ben ona şöyle gösterdim bak bir bana!” Diyerek podyumda yerini aldı.
Hepimiz koltuklara dağılmış onun holden içeriye nasıl da manken gibi yürüdüğüne bakıyorduk. “Böyle gösterdim işte ben ona.” Dedi Miray yanıma gelince. Tam başka bir şey söylemek için dudaklarını aralayacaktı ki duyduğu alkış sesi ile sustu. Yaman ve Yusuf alkışlamaya başlamışlardı. Arkasından herkes de alkış tutunca bende aralarına katıldım. Miray önümüzde eğilip reverans yaparken de alkış devam ediyordu.
En sonunda Melis “Gerçekten manken gibi yürüdün. Biz niye seni manken yapmadık ki?” Diyerek alkış törenini bitirdi.
Laf sokma şansını elde eden Yaman ise tabi ki de boş durmayıp Miray’dan önce konuştu. “Bu tiple kim alır lan onu? Adamlar bunun yüzünü görse manken olup podyumda yürür müsün değil de Dabbe’nin yeni filminde başrol olur musun derler. Öyle bir tip bundaki.”
Herkes Miray’ın cevap vermesini beklerken o bizi şaşırtarak masaya ilerledi. Kendine bir bardak su doldurduktan sonra doldurduğu suyu içti. Hepimiz hâlen daha ona aval aval bakmaya devam ettik. “Ne var?” Dedi Miray onun üstündeki bakışlarımızdan hiç rahatsız olmadan.
“Bağırmayacak mısın?” Diye sordu Yaman.
“Hayır.” Dedi Miray aynı sakinlikle.
“Saldırmayacak mısın?”
“Hayır.”
“Tehdit etmek filan...”
“Hayır, neden öyle bir şey yapayım ki?” Bu soru ile Yaman bir anlığına afalladı. Şuan bu konuşmayı yapmaktansa Miray’ın onun üstüne atlamasını ya da boş tehditler savurmasını tercih edeceği her halinden belliydi.
“Yani... Sana öyle dedim ya ondan. Ateşin filan mı var? Normalde bana dalman lazım da.” Diyerek Miray’ın yüzüne endişeli bir ifade ile baktı Yaman.
Ahsen ise gerçekten böyle bir şey olabilirmiş gibi elini Miray’ın alnına koyarak ateşi var mı diye kontrol etti. Daha sonra bize dönerek başını iki yana salladı.
“Beyin travması geçirdi galiba.” Diyerek bir başka tahmin sundu Yusuf.
“Yok lan ölürdü o zaman.” Diyen Yaman ise harika sağlık bilgisini konuşturma fırsatını kaçırmamıştı. Lakin herkes Miray’ın bu sakinliğinin altında yatan sebebi merak ederken kimse Yaman’a beyin kanaması geçirirse böyle olmayacağını ya da ölmeme ihtimali olduğunu söylemedi.
Miray ise hâlâ bardaktaki suyu içiyordu. Bu sakinliği hepimizi ürkütürken hiçbirimiz artık yorum yapmamaya başlamıştık. Yusuf’un ve Yaman’ın boş tahminleri bile son bulmuştu.
“Bana küfür filan etmeyeceğine, bağırıp çağırmayacağına eminsin değil mi?” Diye sordu Yaman zamanı geri alıp o söylediklerini geri alma isteği ile yanıp tutuştuğu yüzünden belli olan bir ifadeyle.
“Hayır bağırmayacağım.” Dedi Miray. Ve sonra ekledi. “Seni geberteceğim!” Bunu dedikten sonra Yaman’ın üstüne atlaması da bir olmuştu. Sonuç olarak ise Miray Yaman’ı gafil avlamıştı.
Miray Yaman’ın üzerine atılırken elindeki bardakta yere düşüp parçalara ayrılmıştı.
Birkaç saniye içinde Yaman yerde Miray ise onun üstünde yumruklarını ona doğru savuruyordu. Hepimiz şok içinde olanları incelerken şaşkınlık halinden ilk ayrılan eve geldiğimizden itibaren tek kelime etmeyen Can oldu.
Miray’ı kucaklayıp Yaman’ın üstünden almaya çalışırken Miray havada olmasına rağmen hala yumruklarını atmaya devam ediyordu. Buna ek olarak da tekmelerini savurmaya başlamıştı.
Yaman hâlâ olayın şokunda yerde yatmaya devam ediyordu. Can Miray’ı zar zor zapt ederek odasına götürdü.
İkinci olarak kendine gelen kişi olan Melis Yaman’ın yanında durup kısa bir hasar tespiti yaptı. Bende biraz onlara yaklaşarak Yaman’ın en çok darbe olduğu yere yüzüne bakmaya çalıştım.
Miray nasıl bir güç ile vurduysa burnu kanamış ve yüzünde yer yer morluğa dönebilecek olan kızarıklıklar vardı. Onun dışında çenesinin sol tarafından sol şakağına kadar olan bir tırnak izi de vardı. Aynı izden farklı boyutlarda başka tırnak izleri olduğunu görünce dudaklarımın arasından çıkan hayret nidasına engel olamadım.
“En çok kısa kızlardan korkacaksın kardeşim. Al bu da sana bir hayat dersi olsun. “ Dedi Yaman bir elini Yusuf’a doğru sallayarak. Biz yüzü hakkında yorum yapmasını beklerken o bambaşka bir konu hakkında konuşmuştu.
“Şokta galiba.” Diyerek Melis hepimizin aklından geçenleri sesli dile getirdi.
Ahsen “Ben sağlık çantasını getireyim.” Derken banyoya varmıştı bile. Birkaç saniye içinde elindeki çanta ile yanımıza geldi. Çantayı Melis’e uzattıktan sonra geri çekilerek ona alan yarattı. Melis çantayı açıp içinden pamuk ve diğer şeyleri çıkarırken Ahsen ona yardım etmeye karar vererek Yaman’ın baş ucunda dizlerinin üzerine çöktü. Ben de daha iyi görebilmek için koltuğun başlığına yaslandım. Bakışlarımı onlardan uzaklaştırıp Yusuf’a döndüğünde onu iğrenen bir ifadeyle Yaman hariç her yere baktığını gördüm.
“Gidiyorum ben yaa!” Dedi en sonunda. “Daha fazla kan görmeye dayanamayacağım.” Bakışlarını kaçırmaktan bıkmış olmalıydı. Çünkü ne kadar başka yerlere bakmaya çalışsa da en sonunda Yaman’a kayıyordu gözleri.
“Ne oldu? Kandan mı korkuyorsun yoksa?” Melis hem Yaman’ın yaraları ile ilgilenirken hem de Yusuf’a bunları söylemişti.
“Ne korkucağım kızım ben kandan. Sadece...” Yusuf’un adımları olduğu yerde dururken bir eliyle ensesini kaşıyordu. O son kelimesini tekrarlamaya devam ederken “Yalan makinesi yükleniyor.” Dedi Melis.
“Ne yalanı bee? Uykum geldi yatıyorum ben.” Diyerek hemen olayı geçiştirmeye çalıştı Yusuf ancak bu çabası boşunaydı.
“Gidiyorum ben kan görmeye daha fazla dayanamayacağım diye az önce sen dedin ama.” Diyen ise Ahsen olmuştu. Yusuf şok içinde Ahsen’e bakarken “Sen de mi be Brütüs.” Diye bağırdı.
“Her şeyi fazla dramatize etmesen olmaz mı?” Bende bunu diyerek onların sohbetine katılmış oldum.
“Sen de-“ diye yeni bir cümleye başlayan Yusuf Yaman’ın cümlesi yüzünden susmak zorunda kaldı. “Kandan korkulur mu lan? Kız mısın sen?”
Yusuf öfkeli gözlerini bir anlık dalgınlığı ile Yaman’a çevirirken buna pişman olması da aynı anda oldu. Hemen bakışlarını çekerken “Kanlı surat!” Diye bağırdı.
“Kandan korkan kız bebek.” Yaman kız derken öyle bir vurgu yapmıştı ki Yusuf bir an ileri atılacak gibi oldu ama kendini hemen toparladı.
“Seni bir güzel döverdim ama zaten Miray seni iyice bir benzetmiş.” Demekle yetindi.
“Ben bir şey yapmadım ona kız diye yoksa gebertirdim ben onu. O kim beni dövmek kim?” Diyen Yaman ise boyu 1.63 olan bir kızdan dayak yediği gerçeğini bir türlü kabullenmiyor, bunu gururuna yediremiyordu.
“Kızdan dayak yedin!” Dedi Yusuf sesini daha da arttırırken. “Hem de bizim Miray’dan. Tutmasak daha ne yapardı acaba sana?”
Onu biz değil Can tuttu. Hepimiz sadece izledik başka hiçbir şey yapmadık. O olmasaydı daha ne olurdu acaba? Demek istedim bir an ama sonra hemen bu fikrimden vazgeçerek susmaya devam ettim.
“Ben dayak yemedim!” Yaman hâlâ bunu kabullenmemekte ayak diritiyordu.
“Yedin!” Melis ve Yusuf bunu aynı anda söylemişti.
“Yemedim ben dayak filan!” Yusuf bunun üzerine gülmeye başlarken bunun keyiften değil sinirden olduğu çok belliydi.
Onun yerine Yaman’ı Melis yanıtladı. “Sana mı inanalım yoksa gözlerimize mi?” Yaman ise hiç düşünmeden yanıt verdi. “Bana.”
Melis bıkkınlıkla bir nefes verirken işini halletmiş ve çantayı kapatmakla meşguldü.
“Ebem dayak yedi ya zaten!” Yusuf bunu öyle bir gür sesle söylemişti ki olduğum yerde irkilmeden edemedim.
“Ben mi yedim o-“
“Yeter!” Diye bağıran Ahsen ikisinin de susmasını sağlamıştı. Bakışlarını ilk olarak Yaman’a çevirdi.”Sen Miray’dan dayak yedin!” Yusuf’a bakarak da “Sen de bebek gibi kandan korkuyorsun!” Dedi.
Herkes susmuş Ahsen’e bakarken o ne yaptığının farkına yeni varıyordu. Yanakları hızla alev alırken hemen odasına doğru koştu. Geriye ise derin bir sessizlik bırakmıştı.
Bir alkış sesi yükseldiğinde bakma gereği duymadan kimin olduğunu anladım. “İkinize de oh oldu.” Diyen Melis giderken alkış seslerini de beraberinde götürmüştü. En sonunda alkışlamayı bıraktı ve odasının kapısının çarpma sesi tüm evi doldurdu.
“Susuyor susuyor sonra bir kere bir şey söylüyor geriye söyleyecek söz de bırakmıyor.” Diyen Yaman’ı Yusuf’ta şöyle destekledi. “Bu kız az konuşuyor öz konuşuyor vallahi hayranım onun bu haline.” |
0% |