@nurperi287
|
Doğruyu söylemek bazen cesaret isterdi. Çoğu zaman en yakınlarımızla bile paylaşmadığımız anılarımız vardır. Öyle şeyler yaşarız ki onları anlatmak bile güç gelir. Hatırlamak istemediğimizden değildir zira hiç aklımızdan çıkaramamışızdır. Anlatamadığımız yaşanmışlıklar çoğunlukla unutamadıklarımızdır. Anlattığımızda hafızamız tazelenip yaşadığımız ana geri dönmekten korkarız. Atlattığımızı zannederken tek bir kıvılcımla bizi bir kara delik gibi çeken karanlığın içinde kaybolmak korkutur bizi. Unutmak için girdiğiniz savaşı kaybetmişken tekrar yaşamaya cesaret edebilir miydiniz? Bu yüzden acı çekerdiniz. Anlatamadığınız için atlatamazdınız. Gerçi bazı yaşanmışlıkları sadece hafifletebilirdik. Yarası derinse insanın hiçbir yara bandı çare olmazdı fakat üstünü kapatırdık, derinlere gömerdik. Arada bir hatırlardık ama hayatımız boyunca üstünde ince bir örtüyle yaşardık. Bizim birbirimize anlatamadığımız olaylar varsa bu muhakkak zihnimizi bulacağımız yere duyduğumuz korkudandır. Bu bizi birbirimize karşı yalancı yapar mıydı bilmiyorum. Bildiğim şu ki biz korkaktık ve bu kötü bir şey değildi. Herkes korkardı. En cesur olduğuna inandığımız kişi bile. Nitekim Efarit'in bu korkaklar toplantısının başlangıcını yapacak kişi olarak Ulaş'ı seçmesi de söylediğime bir kanıt niteliğindeydi. Ulaş daha sonra hiçbir şey söylemeyip önündeki kutudan bir adet kağıt çekti. Çok olağan bir iş yapıyormuş gibi davranıyordu. Elinde tuttuğu kağıtla kaşlarını çatmıştı. ''Sorum Doğu'ya 2 yıl önce yaşadığın hazin olay neydi?'' diye sorduğunda ilk başta yapısal olarak kulağa çok basit bir soru gibi geliyordu. Süslü bir cümle yoktu ama sorunun muhatabına döndüğünüzde pek de öyle olmadığını görebiliyordunuz. Doğu anlatmadan Yansı araya girip kısa bir açılama yaptı. ''Arkadaşlar soruyu cevaplamama gibi bir lüksümüz yok. En önemlisi yalan da söyleyemeyiz. Bunları kendisi söylememiş olabilir fakat yalan söylediğimizi anladığında bizi cezalandırmaktan geri durmayacaktır. Kısaca ne olursa olsun doğruyu söyleyin.'' Mert soruyu duyduğunda rahatsızca yerinden kımıldanıp Doğu'ya bakmıştı. Sanırım Ulaş ile ikisi olayı biliyordu. Hepimizin bir dönem ayrı kaldığı bir altı yıl geçirmiştik. Benim bile uzun bir süre kızlarla görüşmediğim bir dönem olmuştu ve bu süreçte her birimiz ne yaşayıp anlatmadıysak bu gece hepsini ortaya dökmeye karar vermişti. Efarit'in amacı birbirimiz hakkında bilmediğimiz şeyleri öğrenmemizi sağlamaktı çünkü kendisi ne olduğunu biliyordu zaten. ''Evet.'' dedi Doğu biz merakla ona bakarken soluğunu verip zaten bunu eninde sonunda yapacağını bildiği için anlatmaya başladı. Derin bir nefes aldığında bakışlarını yerden kaldırmadı. O anlattıkça şaşkınlığımızı gizleyemedik başından sonuna kadar dinlediklerimiz beni ve kızları şaşırttığı gibi büyük bir üzüntüye boğmuştu. Kurduğu her cümlede yüreğindeki yangını görürdünüz. ''Mesleğe ilk başladığım yıl kadın bir meslektaşımı daha önce bir sürü suç kaydı bulunan biri gözümün önünde şehit etmişti. Ben müdahale etmek istemiş ama yetişememiştim. Cenazesinde eşinin omzumda döktüğü gözyaşlarını unutamıyorum. Belki o it dışarda olmasaydı benim meslektaşım şehit olmayacaktı. O günden sonra ben sorumlu aramayı bıraktım artık bu işin ucundan kıyısından kim varsa benim için faildi.'' Bu olay bizim görüşmediğimiz zamanda olmuş olmalıydı ve Doğu yanında olmak isteyeceğimizi bildiği için üzülmememiz adına bizi aramamıştı. Hepimizin yaptığını yapmıştı yani. Düşünceli bir şekilde yere bakmayı sürdürdüğünde sanki o anı tekrar yaşıyormuşçasına devam etti.'' Düşünsenize eşinizle birlikte çıktığınız evden yalnız dönüyorsunuz. Biraz konuşuluyor sonra herkes unutuyor. Siz ise evinize yalnız dönmeye devam ediyorsunuz. Unutulmak ve unutmak sandığımız kadar güzel değildir. Kaç şehit unutuldu bu memlekette? Bu güzel mi şimdi?'' dediğinde sözlerinin geçmişinde takılı kalmış olan benim gibi birine iyi gelmese de onun unutturmak istemediği kişi için yerli yerinde olduğuna inanıyordum. Ne diyeceğimizi bilemediğimiz bir andaydık. Bizim sesimiz çıkmazken Doğu burnunu çekip elinin tersiyle kızarmış gözlerini sildikten sonra yanındaki kutudan kağıt çekmişti. Yutkunup titremesine mani olamadığı sesiyle konuşmaya başladı. ''Sorum Yansı'ya suçluluk duyduğun olay neydi?'' dedi. Yansı'nın az önceki duyduklarından dolan gözleri şimdi sadece yere bakıyordu o zamanda kaybolmuştu. ''Çok sevdiğim bir arkadaşım vardı ve ona takıntılı olan deli hastanesine girip çıkmış bir çocuk sürekli peşindeydi. Bir gün arkadaşımı büyük ısrarlarla bir kafeye götürmüştüm. Oradan çıkmış eve doğru giderken yine peşindeki çocuk çıktı karşımıza bir süre tartıştık sonra-'' Gözlerini kapatıp yutkundu. ''Sonrasını anlatmaya dilim gitmez. Arkadaşım vahşi bir şekilde öldürüldü sıra bana gelecekti ama ona verilen zaman yetmedi intihar etti. Yaşasaydı benden mutlu olurdu, ben yine yaşattıklarıyla savaşıyor olurdum, arkadaşım aynı yerde olurdu.'' Dudağının bir köşesi acıyla kıvrıldı. '' Hikayenin yaşayanı olsaydı en mutlusu katili olacaktı en büyük gerçeğimiz bu.'' Kafasını kaldırıp yukarıya baktığında göz yaşlarını geri göndermeye çalışıyordu. ''Belki ben ısrar etmeseydim arkadaşım bugün yanımda olacaktı. Tek başına dışarıya çıkmıyordu birlikte çıkarsak problem olmaz diye düşündüm ama onu koruyamadım. Biraz güçlü olsaydım karşı koyabilseydim belki de arkadaşım bugün burada olacaktı.'' Adeta donup kalmış sadece acı bir sesle "Yansı... " demiş devamı olan ama getiremediğimiz bir cümlenin başındaydık. Göz yaşları arasında son cümlelerini kurmuştu. ''Sorunumuz ne biliyor musunuz? Her acıya bir bahanemiz var. Bir ülkede savaş mı çıktı? Onların acısı bizi ilgilendirmez! Irkını bırak inandığı dinden bile yargılarız. Gülünç ki yıllardır zulme uğrayan aynı ırktan olduğumuz kardeşlerimize de çıkmaz sesimiz. Onları ancak başka yerde çıkan savaşta hatırlarız. Hele savaş çıkan yer orta doğu ülkesiyse yandınız. Burnumuzun ucunda bir katliam olur yanından geçip gideriz çünkü dokunursak bizim de başımız yanar deriz. Sonra böyle klavye delikanlısı oluruz. Birkaç gün sosyal medyada uyuyamayanları görürsünüz sonra gündem değişir ekmeğe zam gelir. Mesele millettin karnına geldiğinde herkes köşesinde mesaj atmaya devam eder ama siz ölmüşsünüzdür. Öldüğümüzle kalmak çok zor.'' dedikten sonra yavaşça elinde tuttuğu kağıtları açtı. Biz alışmış ve kabullenmişiz anlatırken çok durmuyoruz üzerinde fakat gözlerimiz bizi ele veriyor hüngür hüngür ağlamak istiyoruz köşemizde ama erteliyoruz şimdilik. Acıyı biz yaşamıyoruz yine de yüreğimiz kanıyor gördüklerimizden. ''Sorum Ulaş'a...''dedi Yansı. Soruyu gördüğünde az önce anlattıklarının üstüne darmaduman olmuş Ulaş'a baktı. "Ona neden veda edemedin?" Biz kimden bahsettiğini anlamazken Ulaş hiçbir tepki vermedi. Anlatmak için itiraz etmememizin sebebi artık bu yaşanılanların bilinmesinin fark etmeyeceğini biliyorduk. Üstümüzde yaşandığı an ki yıkılışımızı dostlarımızın görüp üzülemeyeceğini bilmenin rahatlığı vardı. ''Bir yardım kuruluşunda gönüllü halamla çalışıyordum. Kendisi yabancı dil bildiği için yurt dışına da çıkıyordu. Yine gönüllü olarak yurt dışına çıktığında bu sefer gidişi diğerlerinden farklıydı. Tuhaf hissetmiştim, halama sımsıkı sarılmıştım. Hiç evlenmedi, çocuğu yoktu ama beni oğlu gibi severdi. Biliyorsunuz gittiği yer karışık. Gün ortasında bir haber geldi, paramparça olmuş. İnsan başına gelene kadar acıyı yok sayıyor oysa nerede olduğu fark etmez orada da burada da acı aynı acı.Ona bir türlü veda edemiyorum çünkü ona hala bir borcum var. Halamın yerini ben alana kadar ona veda edemeyeceğim.'' Dolunay ona baktığında yanına gidip sarılmak istediğini görebiliyordunuz. Birbirimizden ayrıldığımızda hayatın bir köşesinde bırakmıştık kendimizi ve anılar içerisinde kaybolmuştuk. "Sorum Dolunay'a Kolyenin sırrı ne?'' Biz anlamsızlıkla Dolunay'a baktık. Hangi kolyeden bahsediyordu? Elini boynuna götürüp ucunda bir tane mavi boncuk olan ince kolyesini bize gösterdi. Yüzünde daha önce hiç görmediğim huzurlu bir tebessüm vardı. Anlattıkça tebessümü yerini hüzne bırakmıştı.
''Ertesi gün kaybolduğu haberini aldık. Girmedik dağ taş tepe bırakmadık. Ondan hiçbir iz yoktu. Ailesiyle birlikte ayaklarımızda derman kalmayana kadar aradık onu. Mavi gözlü kuşumuz bir günde ortadan kaybolmuştu. Annesi çıktığımız yerde yorgunluktan ağlayarak olduğu yere çökmüş ona destek olmak için yanına gittiğimde göz yaşları omzumu ıslatmış acı çığlıkları kulağımdan gitmemişti. Küçücük boncuk gözlü yeğenim bir anda gözden kaybolmuştu. Nereye baksak bulamamıştık. Ona söz vermiştim bana yaptığı gibi boncukları ipe dizip ona da kolye yapacaktım ama-'' Konuşmasını yarıda kesmek zorunda kaldı kolyesini sımsıkı tuttuğunda biz geri kalanı anlamıştık zaten. Sürekli yan yana olsak bile birbirimiz hakkında birbirimize gösterdiğimizden daha fazlasını bilmiyorduk. ''Sorum Deniz'e kendini olmayan birinin yerine koyulmuş gibi hissettin mi?'' Beni nereden vuracağını biliyordum hiç şaşırmadım. Dolunay'ın söylediklerinin üzerine hepimize sessizlik için bir süre vermek istedim çünkü anlatacaklarım üstüne tuz biber olacaktı. ''Annemin bir çocuğu daha olacaktı fakat doğum yaptığı hastanede kardeşimi yoğun bakıma almışlardı. Annemin günleri kovaladığını hatırlıyorum. Gözünün feri gitmişti babamı ise hiç o kadar çökmüş görmemiştim. Olanları anlayacak kadar büyük olmasam da unutamayacak kadar büyüktüm. Kardeşimin geleceğini düşünüyordum çünkü o annemin karnındaydı onu hissetmiştim. Sonra bir gün eve bir karanlık çöktü kardeşime merhaba diyemeden hoşça kal demiştim ama anlayamamıştım. Annem uzun bir süre toparlanamadı, gösterdiğinin aksine çok yorgundu. Bir zaman sonra öğrendiklerimiz bir nebze toparlanan annemin yarasını tekrar deşmişti. Öğrendik ki kardeşim ölmemiş öldürülmüş. Hastane devletten para alabilmek için benim küçücük kalbi atan kardeşimin canına kıymıştı. Annem ve babam evlatlarını bir kez daha kaybetti bende kardeşimi bir kez daha kaybettim. Evdeki kasvet uzun bir zaman gitmedi. Kimseye söylemedik çünkü annem istemedi. Sonra daha sıkı bağlandı bana çünkü artık onun gözünde tek evladı değil ikinci evladıydım da. Kimse hissettirmedi ama ben biliyordum üzerimde kayıp bir evladın ve kardeşin tozu vardı.'' Ben kağıdı çekmeden önce Efarit araya girdi. ''Birbirinizden saklamak için kırk takla attığınız anıları şimdi bir bir ortaya dökmek nasıl hissettiriyor?'' Gülen sesine karşı Yansı bütün darmadağınıklığına inat omuzlarını dikleştirip kelimelerin üstüne basarak ona cevap verdi. ''Sana sözüm olsun bir gün seni de en büyük gerçeğinle yüzleştireceğim. Bakalım yine bu kadar keyifli olabilecek misin?'' Ardından onun sesi tahminim üzerine dün Yansı'nın ona söylediklerini bugün ödettiği için çok keyifliydi. ''Gördüğün rüyayı bana da anlatırsın Yansı. Sizin ne kadar eğlendiğinizi gördüğümden bende ufakta olsa oyuna dahil olmak istedim. Bana sormak istediğiniz herhangi bir soruyu sorabilirsiniz fakat dikkatli düşünün ki sorunuz boşa gitmesin sizin aksinize ben soruyu cevaplamama hakkına sahibim.'' Hepimiz farklı bir zamanda kaybolmuştuk. Bir umut Yansı'ya baktık ama anlamsızca bize bakıp omuz silkti. ''Ne sorarsanız sorun! Onu bulmamızı sağlayacak bir soruya cevap vermeyecektir.'' Yarım saat önce olsa Yansı gözleri parlayarak bize bakar aklından Efarit'i işkillendirmeyecek bir soru sormanın peşine düşerdi ama şimdi büyük bir boş vermişlik içindeydi. Kimsenin bir soru sorma mecali olmadığını anladığımda herkesin onayını alıp merak ettiğim soruyu sordum. ''Neden 1 Haziran?'' Ağzından kaçan ''Ha!'' nidasını duymamak elde değildi. ''Kuradan çıktı.'' Yansı alaycı bir gülümsemeyle ''Neden şaşırmadım acaba?'' dedi. Dolunay sessizliğin üzerine soru sorma sırasının kendisine geldiğini fark edip kutusundan bir kağıt çekti. ''Sorum Mert'e sevgi de öldürür mü insanı?'' Mert'in yüzünde buruk bir tebessümle bana baktı. ''Deniz hatırlıyor musun? Sana daha önce derdimizin küçüklüğünü ne zaman anlayacağız diye sormuştum. Ben bugün bir kez daha emin oldum.'' dedikten sonra ben içimden ona hak verirken anlatmaya başladı. ''Sekiz yaşındayken annemin balkondan kendini attığını gördüm ama kimse benim gördüğümü bilmiyordu kimse annemin gördüğünü de bilmiyordu annem babamın sevgisini kaybettiğini zannettiğinde hayatı buna bağlıymışçasına kendini aşağıya bırakmıştı. Bense geride kalıp onu izlemiştim. Zaman geçti ben büyüdüm ve annemin hayatında ki yerimi sorgulamaya başladım. Annem hayatımdaki en önemli kişiydi ama aynı zamanda aşkı uğruna çocuğunu geri de bırakacak kadar bencildi. Sonra ben hep annemin yanındaydım zamanla yaptığı hatayı anlayıp Allah'tan af dileyip benden özür dilemişti. Sanırım sürekli onun yanında durmam vicdanıyla girdiği savaşta ya da bir türlü bakamadığı aynalarda kendisine yardımcı olmuyordu. O kadar zaman geçti ama ben hâlâ geceleri atlamadan önceki bomboş bakışları kabuslarımda görüyorum. Bir insan nasıl hiçbir duygu barındırmayan gözlerle bakabilir? Ben sekiz yaşında bir ölünün gözlerini görmüştüm. Hala annesinin geride bıraktığı çocuk gibi hissediyorum. Bu yüzden çocuklar kimseyi ölecek kadar sevmeyin sizin acınızı başkası çeker.'' Bunları anlatırken büyük bir sakinlik içerisindeydi. Kendisine kaç kere söylediyse sesi bile titrememişti. O gün sekiz yaşındaki çocuğa annesinin sandalyeye bağlı kaldığını öğrendiğinde acıyarak bakan herkes küçük çocuğun daha büyük bir savaş verdiğinin farkında değildi. Annesinin sandalyeye bağlı kalmasından çok daha büyük bir problemi vardı. Kimse soru sormadı ben yıllardır içimi kemirip duran sırrını öğrenmiş olmanın verdiği rahatlıktan çok bir rahatsızlık içerisindeydim. Mert zaten bana bütün bunları parça parça anlatmıştı. Annesini sürekli sakınmasını şimdi daha iyi anlıyordum. Önce sırrını saklamak için bir söz vermiştim. Yüksek yerlere çıktığımda her ne kadar umursamaz görünse de beni tutmak için hep oradaydı. Canımı yakmamak için sürekli çaba sarf etmişti fakat aramızdaki sınırları çizmeyi de iyi bilmişti. Mert beni hep sevdi ama hiçbir zaman benim onu uğruna ölecek kadar sevmeme izin vermedi. Geçen gün ölecek kadar sevmiyorum demesinin sebebi buydu. Belki de bana karşı kızgınlık duymamasının sebebi de budur. Ona zarar vermiş olmam onu onun istediği kadar sevdiğimi gösterirdi. Mert son kağıdı çektiğinde ne gördü bilmiyorum ama kaşları çatıldı. ''Sorum hepimize!'' Mert böyle söylediğinde elimizde olmayarak gerilmiştik. Az önceki anlattıklarımızın üstüne şimdi nasıl bir soru gelirdi kim bilir? Kağıdı yere atıp hiddete ''Böyle saçma bir soru soramam.'' dedi Yansı ise üzerinden attığı ölü toprağıyla uyarır bir tonda ''Mert!'' dese bile Mert onu dinlemedi. Biz buraya kadar geldikten sonra kağıtta canımızı yakacak ne yazarsa yazsın okuyup bu saçma oyunu bitirmeye karar verdim. Bir hışım yere attığı kağıdı aldığımda onun beni uyaran sesini duymazlıktan geldim. İçinde yazan soruyla afallamış ve istemsizce ağzımdan dökülenlere mani olamamıştım. ''Daha önce birini öldürdünüz mü?" İlk şoku atlatan Yansı'ydı "Sen delirmişsin! Önceden bir tahmindi ama şimdi emin oldum sen gerçekten de Kaya'yı öldürdüğümüzü düşünüp başımıza bu çorapları örüyorsun!" Yansı'nın söyledikleri es geçip onun yüksek çıkan sesine karşın Efarit'te ilk defa bize bağırmıştı. ''Cevap verin!'' Bu sefer ben dayanamayıp aynı öfkeyle karşılık vermiştim ''Biz sen değiliz kimseyi öldürmeyiz. Arkadaşımız deyip birlikte eğlendiğimiz birine ortada hiç sebep yokken nasıl böyle canice bir harekette bulunuruz?'' ''Kaya bizim kardeşimiz gibiydi.'' dedi Doğu'da fakat ne söylesek nafile olacakmış gibi duruyordu çünkü kendini bu yalana öyle bir indirmiş ki bizi buraya kadar sürüklemişti. Mert ''Biz kimseye zarar vermedik Efarit bu saçma oyunundan vazgeçmelisin yanlış bir yolda kendini inandırdığın bir senaryoyla hepimizi saçma bir oyuna zorluyorsun.'' diye ikna etmeye çalışsa da benim hiç umudum yoktu. Başkasının söylediği yalandan vazgeçmek kolay olurdu ama kendi söylediğimiz yalanlardan vazgeçmek hep daha zordur. Ulaş'ta sinirden yerinde duramıyordu. Bu kadar tepki vermemizin sebebi sabrımızın sınırlarında olmamızdandı. Az önce anlattıklarımızın üstüne sevdiğimiz bir arkadaşımızı alenen öldürmekle suçlanmak sınırlarımızı zorluyordu. ''Efarit yanlış kişilerle uğraşıyorsun Kaya'yı biz öldürmek biz kimseyi öldürmedik Ka-'' Ulaş'ın lafını kesen onun buz gibi sesinin ardından yüzümüze kapanan telefondu. ''Yalan söylediniz bedelini ödeyeceksiniz!'' --------------------------------------- GEÇMİŞ ZAMAN ''Ekip toplanmış yine. Bu sefer kimin kuyusunu kazıyorsunuz? İnşallah benim değildir.'' Yıldız bahçeden içeri girip hamakta uzanmış Ulaş'ın kafasının altındaki yastığı çektiğinde yerinde doğrulmasını sağlamıştı. Yanına oturduğu sırada onun delici bakışlarını hiç görmüyor gibiydi. Ulaşların bahçesinde oturuyorduk. Hepimiz annemizden kaçıp soluğu onun yanında almıştık. Kendisinin kaçacağı bir anne terliği olmadığı için rahat rahat oturuyordu. Annesinin biricik oğluşu olduğu için keyfini çıkarıyor. ''Mert cam kırmışsın yine! Abi bir sal mahallenin camlarını. Sayende buraya camcı açtılar herif ikinci evini alıyor zengin ettin lan adamı! Mahalle düşman oldu sana.'' Yıldız'ın söyledikleri üzerine Ulaş hemen devreye girip ona kızdı ''Yıldız düzgün konuş büyüklerinle.'' ''Kuzen aramızdaki iki üç yaşı fazla büyütmüyor musun?'' ''Sen fazla hafife almıyor musun?'' ''Hayır.'' Doğu ise bu tartışmanın arasında çok daha farklı bir noktaya değinmişti. ''Yıldız haklı! Eşek kadar herif oldun hala cam kırıyorsun.'' ''Yanlışlıkla oldu. Çocuklarla top oynuyorduk biraz sert şut çekmişim herkesin başına gelebilir.'' ''Tabi canım herkesin başına gelebilir.'' ''Yansı sen ne yapıyorsun?'' diye sordu Yıldız. Yansı yazmaya devam ederken cevap verdi. ''Periyodik cetveli inceliyorum.'' Bunun üzerine göz devirip üsten bakışlarla hepimize baktıktan sonra neyimizi beğenmediğini anlamayarak Dolunay'ın yanına oturmuştu. Hava soğuduğu için kolumu ovuşturduğumda yukarıdan üzerime atılan ceketle neye uğradığımı şaşırdım. Görüş açımı kapattığı için ceketi elime alıp yukarıya baktığımda yer yokmuş gibi ağacın dalına oturan Mert'e baktım. ''Sağ ol ya! Baykuş gibi tünemişsin ağaca. Aşağı mahalleden saldırırlar diye etrafı mı gözlüyorsun?'' dediğimde bana bakıp ''Rica ederim Deniz ayrıca ben seviyorum ağaçta oturmayı şimdiden bir ton hesap soruyorsan işimiz var.'' demişti. Ama sen insansın kuş değil neden ağaçta oturmayı sevesin ki? Arda ile olan mesele yüzünde hala birbirimize karşı mesafeliydik. Ne olacaktı şu ceketi insan gibi verip barışmaya çalışsaydı? Kendisinin haklı olduğunu düşündüğü için illa geri adım atmayacaktı. Yine de verdiği ceketi üstüme geçirdim. Vallahi aramız soğuk diye bedenimi dondurma yapacak halim yoktu hava buz gibi. Doğu bizim duymadığımızı zannederek Yansı'ya kısık bir sesle ''Bunlar niye birbirine mırlayan kedilere dönmüş?'' diye sorduğunda Yansı başını kaldırmayıp cevap verdi ''Yine ergence problemleri vardır. Baksana biri bu soğukta ağaca çıkmış havalı çocuk havası verecek diye bir tarafları donacak.'' Özellikle son söylediğine gülmeden edememiştim. Kızıyoruz saçmalıyor diyoruz ama bir insan bu kadar haklı olmamalı. Biraz sonra karnım da acıkmıştı zira etrafta olmayan yiyeceklerin kokusu burnuma gelmeye başlamıştı. Gözlerimi kapatıp havayı koklarken ''Sanırım canım kestane çekti.'' dediğimde Babam bahçe kapısından içeri bir anda girmişti hepimiz kendimize çeki düzen verirken Mert oturduğu ağaç dalından aşağıya atlayıp Doğu'nun yanına oturdu. ''Sizi bulmanın zor olduğunu söylesem yalan olur gençler zira hepinizi bulmam için birinizi bulmam yetiyor. Yine bir suç işlediğiniz belli.'' sözlerinin altındaki imayı anlamak zor değildi. Anlımızda mı yazıyor? ''Ben bunun için gelmedim hazır biz bizeyken Fuat'ın doğum günü için geldim. Ona bu yıl doğum günü kutlaması yapmak istiyordum.'' Fuat amca Yıldız'ın babasıydı. ''Vallahi benim bile aklıma gelmemişti Orhan amca. hayırsız evlat gibi hissettirdin ama geçti merak etme.'' Babam Yıldız'a kısa bir bakış atıp bize döndü. ''Ben mekanı ayarladım süsleme işini size, Fuat'ı oraya getirme işini de iyi bir evlat olmak için can atan Yıldız'a bıraktım.'' dediğinde Yıldız bir elini sol göğsüne koyup başını eğerek selam verdi. Gerçekten can atıyor! ''Orhan Amca bu sıralar şirkette işler kötü mü?'' diye sordu Doğu babamın buraya gelmesini bekliyordu herhalde. ''Hayır neden sordun?'' ''Babamla çok sık yüz göz olmaya başladık olmuyor böyle rica etsem babama biraz toplantı filan ayarlar mısın? Ben onu tanımaya hazır değilim annemle idare ediyorduk biz.'' ''Anneni daha kolay kandırıyorum demiyorsun. Neyse hadi kızım eve gidelim artık. Siz de gidin isterseniz soğuk filan dinlemeyip birbirinizin yanından ayrılmıyorsunuz. Bu kadar konuşacak ne buluyorsunuz?'' Babam böyle söylediğinde Doğu hemen söze girdi. ''Adam haklı benden iyi olmayacak ama biraz farklı arkadaşlarla takılın lütfen.'' Kendisi babasından kaçıp diğer arkadaşlarını es geçip soluğu bizim yanımızda alan şahıstı. ''Benim de az önce farklı arkadaşlarla takılın diyen şahıs acil deyip hepimizi buraya toplamadan önce yaptığım ödev vardı gidip onu tamamlayayım.'' Ulaş'ın laf sokması üzerine Yansı yanından geçerken laf dokundurmuştu. ''Kötü çocuklar ne zamandan beri ders çalışır oldu?'' Onun bu söylemlerinden sıkıldığım için bir laf edecekken Mert benden önce davranmıştı. ''Hocalar notları -5'ten başlattığından beri Yansı. Artık şu soruları sormaktan vazgeç bu dünya bir kitap olamayacak kadar acımasız bir gerçeklikle çevirili.'' Aldın mı cevabını diye ona baktığımda oralı olmamıştı. Babam beni kolunun altına aldığında yavaş adımlarla ilerlemeye başladık. Bu çok güzeldi. Ben çok şanslıydım çünkü benim babam hep yanımdaydı. Beni sadece kötü olaylardan korumakla kalmıyor onlarla nasıl baş edebileceğimi de öğretiyordu. Düştüğüm zaman beni kaldırdığında tek başıma nasıl kalacağımı da öğretmişti, ağladığımda göz yaşımı sildiği gibi kendimin nasıl sileceğini de göstermişti... Hep yanımdaydı ama tek başıma kaldığımda ne yapacağımı da göstermişti onu çok seviyordum. Başımı kaldırıp ona baktığımda bunu hissedip gülümseyerek ''Ne oldu?'' diye sordu ona daha sıkı sarıldığımda cevap verdim ''Hiçbir şey, sadece benim babam olduğun için değil başkalarının hayatında da iyi bir insan olmaya çalıştığın için seni çok seviyorum baba.'' ''Fuat pek çok kişiden fazla yer gezip görmüş biri. Hayatı yollarda geçmiş pek çok emekçi gibi. Eğer birini mutlu etmek için bir yol bulduysan onu mutlaka dene kızım. Fuat'ın büyüdüğü yerde böyle kutlamalar hiç olmamış sonra da çalıştığı için vakti olmamış ama şimdi ailesiyle güzel bir anısı olsun istiyorum.'' Fuat Amca üniversite okumamıştı. Babamların şirketinde şoförlük yapıyordu. Babam onu bu işe ikna edene kadar canı çıkmış çünkü kendisi arkadaş oldukları için ona ayrıcalıklı davrandığını düşünerek zor durumda bile olsa kabul etmek istememişti. Babam inat edip kabul ettirdiğinde onların yanında çalışmaya başlamıştı. Eve geldiğimizde akşam yemeğini yiyip çayımı aldıktan sonra odama geçmiştim. Ödevimi bitirdiğimde çay bardağımı götürüp makineye koyduktan sonra bizimkilere iyi geceler dileyip odama çekilmiştim. Masa lambasını açmış kitap okumaya hazırlanırken camdan gelen sesle adımlarım oraya döndü. Camdan aşağıya baktığımda gördüğüm kişiyle şaşırmadan edemedim. ''Mert ne yapıyorsun bu saatte?'' Cebinden diğer kese kağıdını çıkarıp duvara yaslandı. "Birlikte yiyelim diye aldık hoş.'' ''Ama beni suçlu hissettirdin şu an!'' dediğimde başını kaldırıp soru soran gözlerle bana baktı. Mahcup bir edayla'' Ben sana ceketi kafama attığında içimden çok kızmıştım.'' diye devam ettim. ''Biliyorum.'' deyip önüne döndüğünde telaş yaptım ''Yoksa dışımdan mı kızdım?'' ''Hayır, gözlerinden biliyorum.'' Verdiği cevaba gülmeden edemedim beni bu kadar iyi tanımak zorunda değildi. Aklıma gelenle sesli gülmeme engel olamadım. ''Ne oldu?'' diye sorduğunda anlatmaya başladım. ''Sen eski zamana döndük deyince aklıma okuduğum bir kitap geldi.'' Mert bütün bu anlattıklarıma karşılık olarak sadece sitem etti. Ellerini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırıp '' Tamam kadın dayanışmasında boynum kıldan incedir.'' dediğinde ikimizde bu hareketine gülümseyip kestanelerimize dalıp gittik. ''Mert!'' İkimiz aynı anda birbirimize seslendiğimizde önceliği ona verdim. ''Sen ne diyecektin?'' diye merakla sorduğunda kıkırdamama engel olamadım. ''Kestanenin çöpünü yere atma!'' Bunun üzerine tekrardan gülüşürken soğuk havada kendini daha çok belli eder olmuştu. ---------------------------------------------------------------- Bölüm sonu yok arkadaşlar çünkü bu acıların bir sonu yok. Biliyorum buraya kafa dağıtmak veya kendi sorunlarınızdan uzaklaşmak için geliyorsunuz. Ben bu zamana kadar bazı olayları elimden geldiğince sizi rahatız etmeyecek şekilde ve sizi güldürerek anlatmaya çalışıyordum. Kitabı kimsenin takip etmediğinin de farkındayım fakat olur da bir gün biri okur diye yazıyorum bunları. Son yaşananlar hepimizi dehşete düşürdü. Küçük dokundurmalarla bahsetmek istemedim çünkü unutulsun istemiyorum. İtiraf etmek gerekirse bölümü yazana kadar ülkede sayamayacağım kadar çok olay oldu ve ben yetişemedim. Her birine yer vermek istesem de kalemim bu kadarına yetti. Benim alelade yazılarımı boş verin gelecekte dilerim ki bizden çok daha iyi nesiller olur fakat o nesillerin bizleri böyle tanımasını mı istiyoruz gerçekten? Diyorum ya bunun bir sonu yok o nedenle tek yazabildiğim bunlar. Geceleri sokaklarda rahat yürümenizi dilerim iyi günler. Şehitlerimiz için Allah'tan rahmet, ailelerine sabır diliyorum. Başımız sağ olsun! Bu ülke için çalışan sonuna kadar pes etmeyen işin hakkıyla yapan herkese teşekkürler. #tusaş YAZIM VE NOKTALAMA HATALARI İÇİN ÜZGÜNÜM! |
0% |