
PALTO MESELESİ
Hatırlıyor musun? Yağmur yağıyordu
Senin palton onun üstündeydi.
Ben üşüyordum ama sebebi yağmur değildi.
GEÇMİŞ ZAMAN
''Allah seni ne yapmasın Doğu!'' Bugün kaçıncı defa kulağımın dibinde balon patlattığını bilmediğim Doğu ile yine sonu olmayan bir kovalamacaya girmiştik ve bu sefer onu yakalayıp haşat etmeye çok kararlıydım.
''Ulaş yardım et bana! Gözünü kan bürümüş yengemin.'' Elindeki süslemeyi asan Ulaş'ın arkasına sığında Ulaş bizi umursamayarak işine devam ediyordu.
''Bu sefer karışmıyorum. Kaç defadır aynısını yapıyorsun. Bırak Deniz seni dövsün sen de bir daha yapmazsın biz de biraz rahat ederiz.''
Doğu dudağını büzüp üzgün bir ifadeyle Ulaş'a bakarken ''Eyvallah be kardeşim!'' demişti.
Boş bulduğum an bir atak yapıp Ulaş'ın sağ tarafından geçtiğimde bunu fark edip koşmaya başlamıştı.
''Yenge ben biraz gülelim diye şey etmiştim. Hindistan'da Buda'ya sahte para sunmuşum gibi beni kovalamasan mı?'' Arkasını dönüp bana laf yetiştirmeye çalışırken elinde vişne suyu ve beyaz elbisesiyle arkasında duran Dolunay'a çarpana kadar onun orada olduğundan bihaberdi.
İkisi yere düştüğünde Dolunay'ın üstüne dökülen vişne suyu ile ben Doğu'yu Dolunay'a havale etmiştim. Bu saatten sonra Doğu'nun eti de kemiği de onundu. Dolunay'ın bakışları mahvolmuş elbisesi ve az öne benden kaçmaya çalıştığı için kullandığı yolu geri geri adımlayıp bana doğru yaklaşan Doğu arasında gidip geliyordu. Kararan gözleriyle bir hışım yerden kalkıp arkama sığınana Doğu'ya baktı.
''Doğu şimdi sana burada bir güzel dayak atsam kimse çıkıp sormaz niye dövüyorsun diye?''
Doğu korkmasına rağmen bir parmağını izin ister gibi kaldırıp esprili cevap vermekten kaçınmamıştı. Kafasını sakladığı yerden çıkarıp lafını bitirince kendini yine sakladığını sanıyordu. ''Senin saldırgan tutumun göz önünde bulundurulunca normal.'' Dolunay korkunç bir gülümseme takınırken Doğu geri geri gitmeye devam ediyor omuzlarımdan tuttuğu için beni de kendisiyle birlikte sürüklüyordu. Şu an bu sahne için bir belgesel çekiliyor olsaydı Dolunay avına saldırmayı bekleyen aslan, Doğu onun yemeği olan tavşan, bende tavşanın kurban seçtiği ceylan olurdum. Kulağımda sadece bir aslanın avına yaklaşırken çıkardığı mırıltılar vardı. Yavaş yavaş bize doğru yaklaşıyordu. Tam saldırmak için atak yapacağı sırada bu garip atmosferi araya reklam gibi giren Yıldız'ın paspası sertçe yere bırakması bozmuştu.
Geldiğimizden bu yana paspasla batırdığımız yerleri peşi sıra temizlemeyi kendine görev edinmişti. ''Ben dedim bir organizasyon şirketiyle anlaşalım bunlar her yeri batırır diye. Doğu cimrisi başımda dır dır edip durdu. Üstüne uslu dururum dedi. Yanlış anlamayın zerre inanmadım.'' kendisi hiçbir zaman aksaklık çıkarmıyormuşçasına sabahtan beri bizi azarlamaktan geri durmuyordu. Bazen kimin büyük olduğunu karıştırabilirdiniz.
Ben pek batan bir yer görmüyordum çünkü bütün vişne suları Dolunay'ın üstüne dökülmüştü. Buradaki tek eksiklik vişne suyumuzun olmamasıydı. Onu da Dolunay'ın kıyafetini sıkarak halledebilirdik.
''Babamın doğum gününde onunla gece yarısına kadar dans edip sonra büyüsü bozulan külkedisi olduğuma inanamıyorum. Bu masalda tercihim kesinlikle ona yardım eden peri olurdu. Ne güzel kadın peri olmuş. Masalda hayranlık duyulması gereken karakter periydi.''
Ulaş kafasını yaptığı işten kaldırıp tuhaf bakışlarla ona baktı.
''Yıldız ne alaka?''
''Ne bileyim kuzen? Sizinle bu gün çok vakit geçirdim yan etki yaptınız herhalde.''
''Evet bugünkü bütün kırma parçalama kovalamaca patlatmaca haklarınızı kullandığınızı varsayacak olursak artık babanı arayabilirsin Yıldız.'' Yıldız şüpheli bakışlarını bizim üzerimizde gezdirirken babama ''Emin miyiz Orhan amca? Bunların kıracak tabak çanağı kalmıştır kesin. Daha mekan ayakları üzerinde duruyor.'' dediğinde babamda bize bakıp kararsızlıkla ''Eminim canım ara sen!'' dedi.
Yıldız az sonra babasını aradığında biz onu nasıl bir bahaneyle buraya getireceğini merak ediyorduk. Tabi bize sergileyeceği gösteriden habersizdik.
Bir anda hepimizi yerinden sıçratan bir çığlık attığında neye uğradığımızı şaşırmıştık.
''Baba kaçırdılar beni gel al çabuk bunların elinden!'' Söylediği yalanla gözlerimiz fal taşı olmuş bir halde birbirimize baktık.
Yerinde durmadan zıplıyor ve akmayan göz yaşlarını siler gibi yaparak acıklı sesiyle konuşmaya devam ediyordu.
''Babacım ne olur kurtar beni. Sakın polise gitme babacım bunlar da beni öldürecek göz var filmlerdeki gibi değiller.'' Karşımızda sürekli serseri misali gezen dosta güven düşmana korku salan geçen Doğu arkasından sinsice yaklaştı diye neredeyse elini kıracak olan mahalledeki her türlü kavgada birinin kafasına kuzeni gibi sandalye atmadan rahat etmeyen kendi aramızda semtin küçük mafyası olarak adlandırdığımız kız değil de babasına ilkokul birinci sınıfta yanına sevmediği biri oturdu diye ortalığı velveleye verip şikayet eden bir kız çocuğu duruyordu.
Sergilediği performansı babası görmediği halde görsel olarak destekleyip iyicene role girmek için saçını çekip canı acıyormuşçasına bağırmaya ve üstüne kendisine tokat atmaya başlamıştı. O bütün bunları yaparken benim aklımdan tek bir cümle geçiyordu. Harbiden herkes manyak!
''Babacım ne istiyorlarsa yap! Kurtar beni! Daha fazla vurmayın! Lütfen babacım sana mesaj atacaklar, lütfen yardım et sakın polise gitme! Biricik kızının belki de son isteği budur, senin de başın yanmasın lütfen vurmayın ah-''
Acı nidalarını yarıda kesip telefonu kapatırken bir anda yüz ifadesi normale dönmüş bizim üzerinde duran şaşkın bakışlardan bihaber az önce çekiştirdiği saçlarını düzeltirken muhtemelen babasına mesaj atıyordu. İşi bittiğinde bakışlarımızı umursamayıp yanımızdan geçip giderken ''Birazdan burada olur.'' demişti.
Biz az önce gördüklerimizin etkisinden dolayı ağzımız açık kalmıştı. Sonunda Doğu zar zor '' Ben artık sadece Allah'a inanıyorum.'' dediğine artık insanlara inanmadığını kast ediyor.
''Kız gözümün önünde rol kesti ama ben bile bir an kendimi sorguladım kızı gerçekten kaçırdık mı diye etrafa bakıyorum.'' diye devam etti.
Ulaş arkasını dönerek Yıldız'a ''Ne gerek vardı lan?'' diye sorduğunda hayretler içindeydi
Yıldız baygın bakışlarla ona bakarken omuz silkip ''Bende azıcık eğlenmeyeyim mi?'' diye cevapladı.
''Adamın doğum gününü kutlayalım derken Allah korusun ölüm gününü kutlatacaksın.''
''Baban inandı mı şimdi buna?'' diye saf saf soran Mert 'e bakarken Doğu arkasında belirip bizim yerimize konuştu.
''Ben az önce kendimi sorguladım diyorum sen baban inanmış mıdır diyorsun. Kız telefondaki babasına yalan uydurmak için kendisini görmediği halde görsel şov yaptı zavallı adam inanmayacak kim inanacak?''
''Doğu kusura bakma ama kızım beni arayıp baba beni kaçırdılar ne isterlerse yap dedikleri yere git derse bir an sorgularım.''
''Benim babam sorgulamaz kıyamaz o bana.''
''Ama ben kıyarım.'' Yıldız bir anda duyduğu sesle sertçe yutkunup az önceki rahat pozisyonundan eser bırakmayarak kendine çeki düzen vermişti.
''Demek beni ve babanı sürekli böyle kandırıyorsun. Benim bir tanecik kocamda senin bu melek suratına iki tatlı sesine aldanıp hemen kanıveriyor.'' Bunları söyleyen kişi Yıldız'ın annesi Petek Teyzeydi.
Yıldız annesinin söylediklerine karşılık hemen kendini savunmaya geçmişti.
''Senin kocan olduğu kadar benim de babam hatırlatayım.''
''Şuna bak bir kere senin yaşın kadar kocamla yaşanmışlığım var benim.''
''Benden daha uzun süre babamla vakit geçirmiş olman benim onun en sevdiği kızı olduğum gerçeğini değiştirmez.''
''Çünkü başka kızı yok.'' diye araya girmek istesem de geri tepmiş beni duymamışlardı bile.
''Senin babandan çok benim kocam.''
''Ay bu kadın da tutturmuş kocam da kocam diye. Canım babacığım eller de ziyan oluyor.''
''Bunu az önce onu ayakta uyutan minik alev topu mu söylüyor?''
''Anneciğim minik demesek. ''
''Doğru, yaptıkların göz önüne alındığında hafif kaçar. Sen bekle bundan sonra hiçbir yalanına bizi inandıramazsın.'' dediğine Yıldız inanmamalarının mümkün olmadığını belli eden bir gülümseme takınmıştı.
Babam bu tartışmanın son bulmayacağını tahmin edip araya girdi ''Kavganızı bölüyoruz fakat biraz daha oyalanırsak Yıldız'ın üstün oyunculuk performansıyla taçlandırdığı sürprizimiz Fuat'ın biz daha süslemeleri tamamlamadan buraya gelmesiyle bozulacak. Siz kavga edeceksiniz diye akşamı ettik.''
Kızgın konuşmasını duymamızın ardından hepimiz süt dökmüş kedi misali hemen görev yerlerimize geri dönmüştük. Tabi birbirimize ters ters bakmayı da ihmal etmiyorduk. Hepimizin ailesi gelmişti. Annemin yanında duran Yasemin Teyze gülümseyerek etrafa bakarken takdir dolu bir ifadeyle bakışları bize dönmüştü.
"Ne kadar güzel süslemişsiniz ellerinize sağlık. "
Yasemin Teyze'nin bizi övmesiyle gülümseyerek birbirimize baktığımızda pek iç açıcı bir görüntü görmüyorduk. Hepimiz kir içinde kalmıştık
"Sağ ol Yasemin Teyze çoluk çocukla ancak bu kadar oldu" Kızgın bakışlarımızı Ulaş'a dikmiştik. Kendisi Yansı ile kavga edip bütün balonları patlatmamış gibi konuşuyordu. En başından tekrar şişirmek zorunda kalmıştık.
''Mert oğlum senin yüzüne ne oldu?''
Anlamayarak Mert'e baktığımda yüzünün her tarafının sarı boya içinde olduğunu görmemle diğerleri ile birlikte kahkahayı patlatmam bir olmuştu. Yasemin Teyze sorana kadar Mert'in kafasının sarı boya içine batırıldığını görmediğimize inanamıyorum.
''Ne oldu lan sana? Marsupilami çizgi filmine dönmüşsün.'' Ulaş'ın gülerek söyledikleriyle kahkahalarımız büyürken ben de ona katıldım.'' Böyle düşünürsek Dolunay'da pembe panter oluyor herhalde.'' Yaptığımız güzel benzetmelerle yumruğumuzu tokuşturup gülmeye devam ettik.
''Yansı Hanım telefonuna gelen bildirim yüzünden tuttuğu merdiveni bırakmasaydı ben de düşüp kafamı boya kovasının içine sokmazdım.''
Hepimiz Yansı'ya baktığımız da ellerini önünde birleştirip yaramazlık yapan bir çocuk edasında başını yere eğmişti.
''Şey...Yeni bir galaksi bulunmuşta.'' Fazla suçsuz görünüyordu. Öte yandan Mert'in galaksi uğruna sarı bir civcive döndüğünü düşünürsek pekte ufak bir sebep değilmiş. Birbirimize baktığımızda ne tepki vereceğimizi bilemeyip dudaklarımızı ısırıyorduk Mert'in kalan süslemeler için tekrara merdivene yönelmeden düşünceli bir sesle ''Kendimi bulunan bir galaksiden daha değerli hissetmem normal mi acaba?'' diye sorguladığını duymamızla hepimiz gülümseyip kalan işleri halletmek için dağılmıştık.
Yıldız'ın derdi ise bambaşkaydı ''Babam gelmeden beni sandalyeye mi bağlasaydık? İnandırıcı olurdu.'' İlk itiraz bu kadarını da beklemeyen Ulaş'tan gelmişti. ''Yıldız babanı kaçırıldığına inandırmak istemiyoruz onu buraya getirmek istemiyoruz. Sende kendini iyice kaptırdın he!'' Yıldız burnunu buruşturup çevresine bakarken gözü sandalyeleri yerleştiren Burhan ve Kaya'ya kaydı.
''Affedersiniz lafım size değil bütün okulu getireydin kuzen!'' Hakikaten ikisinin ne kadar az sosyal biri olduğunu düşündüğümüzde burada olmaları tuhaftı.
''İkinizin burada olduğunuz kısma şaşıramadık kusura bakmayın.'' dedim.
Burhan gözlüklerini silip tekrar takarken gözleri Ulaş'ın üstündeydi ''Önemli değil. Ulaş, Mert ve Doğu sabahın köründe kapımıza dikildiler. Özellikle Ulaş tişörtümüzün yakasından tuttuğu gibi biz daha ağzımı bırak gözümüzü açamadan buraya getirdi.'' yaptığı şikayetle Ulaş'a baktık.
''Biz kavga ederken buraları hazırlayacak adam lazımdı ne yapsaydım? Ayrıca Burhan sözlerinin altındaki imayı anlamadım sanma! Annen güle oynaya seni bana verdi. Kadına desem ki oğlunuzu dövüşe götüreceğim ona bile altın tepside verir. Bıkmış senin bu asosyalliğinden geçen halı sahaya çağırdığımda da gözleri parlamıştı. Annenin senden sonra en sevdiği evladı ben olabilirim.''
'' Kaya'yı da mı böyle getirdin?'' Çocuk zaten çekingendi üstüne birde Ulaş'a maruz kalması daha kötüydü. Kaya ondan önce cevap verdi. ''Ulaş'ın insanları yakasından tutma huyu olduğunu bildiğim için telefon eder etmez yanına geldim.'' Doğu Kaya'nın söyledikleri üzerine elini omzuna koyup ona destek vermek isteyen bir edada başını sallamış ve ''Seni o kadar iyi anlıyorum ki.'' demişti.
"Madem birlikteydiniz niye dizginlemediniz? " Ben Mert'i paylarken olayın nasıl kendine patladığına anlam veremiyordu. "Ulaş beni de öyle getirmişken ne yapabilirdim? Normalde kabak hep Doğu'nun başına patlardı bugün ne oldu bana patladı?" Kınayan bakışlarımı üzerinde gezdirirken benim yerime Doğu cevap verdi ''Bence ahım tutuyor.'' Mert yapmacık gülümseyip kafasına eline gelen ilk eşyayı attığında ondan sıyrılmayı başarmıştı.
İtişe kakışa süslemeleri bitirmemizin ardından babam Yıldız'ın planına güvenemeyip Fuat Amca'yı aramış ve onunla buluşarak buraya herhangi bir problem olmadan getirmeye uğraşıyordu. Mesela Yıldız'ın babacığının kendisine olan sevgisine güvenerek polisi arama ihtimalini göz ardı ettiğini düşünürsek iyi yapmıştı. Babamdan mesaj geldiğinde ışıkları kapatıp saklanmaya başladık. Özellikle Fuat Amca endişeli bir halde mekanın ortasına kadar gelmiş arkasında ise babam duruyordu. Heyecanla Yıldız'dan gelecek işareti beklerken sonunda saklandığımız yerden çıkabilmiştik.
Işıkların açılmasıyla alkışlar arasında hep bir ağızdan ''Sürpriz!'' dediğimizde konfetilerde bizimle patlamıştı. Fuat Amca'nın şaşkınlığı görülmeye değerdi Yıldız koşarak yanına gidip sarıldığında hala olayı idrak edememişti.
Petek Teyze'de yanlarına geldiğinde harika bir aile tablosu karşımızda duruyordu. Doğum günü pastası geldiğinde babamla göz gelmiştik. Hemen yanına gidip yanağından öptükten sonra ona sarıldığımda annemde babamın diğer koluna girip Fuat Amca'nın ailesiyle birlikte olan mutluluğunu izliyorduk. Doğu kamerayı bize çevirdiğinde gülümseyerek ona poz verirken yıllar sonra bu fotoğrafın bende mutluluk göz yaşlarının yanı sıra kalbimde ince bir sızı oluşturacağından da bihaberdim.
-------------------------------------------------
"Sen yanmazsan
ben yanmazsam
biz yanmazsak
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa? "
Edebiyat dersindeydik. Konumuz Nazım Hikmet'ti genel bilgileri öğrenmemizin ardından son olarak hocamız kitaptaki şiiri Burhan'dan okumasını rica etmişti. Burhan şiiri bitirdiğinde hocamız elindeki ders kitabını kapatıp masanın üstüne koyduktan sonra bize döndü. "Peki şiirle ilgili düşünceleriniz neler? Biraz da siz de uyandırdığı duygulardan bahsedelim. Rica ediyorum susmayıp yorum yapın yoksa yine listeden seçerim ve bu sefer konuşmadığınız için sözlünüzden de kırarım. Bunu sizin iyiliğiniz için yapıyorum. Emin olun sizi zorla konuşturmak benim de hoşuma gitmiyor ama sizi düşünmeye teşvik etmek istiyorum. Kendi fikirlerinizi oluşturmak ve bunu doğru bir üslupla ifade etmeniz için yardımcı olmak adına yapıyorum o yüzden lütfen konuşun. Burada fikrinizi sordum yanlış bir laf ederim korkusu yaşamanıza gerek yok."
Kısa bir sessizliğin ardından Dolunay el kaldırdığından hocamız gülümseyip ona söz hakkı verdi. Birinin konuşmaya başlaması diğerlerinin de önünü açıyordu.
''Hocam şiir güzel. Teknik açıdan baktığınızda ya da kelimelerin birbiriyle oluşturduğu ahenkte kulağa hoş geliyor. Şiirin vermek istediği mesajda doğru. Ben de bu konuyla ilgili aynı şekilde düşünüyorum. Aydınlığa ancak karanlık yollarda yürüyerek ulaşabiliriz fakat bugün kimsenin yanmaya cesareti yok. Ben pek edebiyat sevmem ama değil bu şiir bundan çok daha uzun yıllar önce yazılmış yazıların bugünde bazı olayların değişmediğini bize gösteren yönünü takdir ediyorum. İnsanı düşünmeye itiyor o zamanda yanmaya razı olmayanlar varmış bugünde var. Hatta bugün daha çok var. İnsan bir milim bile gitmedik mi diye düşünüyor. Bu şiirde onlardan biri. Okuyunca güzel geliyor ama kimse yanmaya yanaşmıyor. Sonra aydınlıkları arzuluyoruz. Karınca yuva yapmazsa ayağımızın altında ezilir biz hem yuva yapmak için uğraşmıyoruz hem de kimse bizi ezmesin diyoruz.''
Orta sıradan Meltem elini kaldırıp söz hakkı istediğinde bu sefer hocamız ona izin verdi.
''Hocam ben arkadaşa katılıyorum. Biz güzelce derdimizi anlatsak doğru olan bu desek bile artık insanlara etki etmiyor. Herkes yanlış olsa bile benim yanlışım olsun diye düşünüyor. Kimse elini taşın altına koyup işleri düzeltmenin peşinde değil. Herkes kendi teknesini kurtarmak için uğraşıyor. Bunu yaparken önlerinden geçip giden kocaman vapuru görmüyorlar. Halbuki birlik olsalar zorlanacaklar belki ama daha rahat bir yolculuk yapabilirler fakat kendi teknelerinden başını kaldırmıyorlar. Herkesin canı tatlı olmuş.''
Bu sefer arka sıralardan Ece konuşmaya başlamıştı.
''Ne yapsın hocam insanlar? Durum belli fırtına çıktıysa bunun sorumluları da vardı. İnsanları buna itiyorlar ayrıca dünyaya bir kez geliyoruz. Kimse hayatın ceremesini çekmek istemez. Ekonomik durumu kötü olanlara azıcık yemek veririsiniz kırk yıl köleniz olur. Aşı olan da niye sesini çıkarıp ağrımayan başını ağrıtsın ki? Çekilir köşesine hayatın eğlencesine bakar. Çalışınca da burada bir yere varılmıyor. Niye kendimizi yoralım? Paranız varsa her kapı size açılır hocam. Hani arkadaşlar sesinizi çıkarın diyor ya parayı versen yananı bile söndürürsün. Üzgünüm ama gerçekler bunlar.''
Burhan elini kaldırdığında hocamız ona söz verdi.
''İnsanlar bıkmış diyorsun haklısın. İnsanlar bu tabakalı düzenden bıktılar. Az çalışıp çok kazananlardan, hak yiyip ceza ödemeyenlerden yoruldular. İnsanlar böyle olayları gördükçe zihinsel olarak da çöküyor. Böyle bir durumda aman bizim aşımız var sesimizi çıkarmayalım denebilir mi? Bu duygularla ve insani değerlerle bağımızı koparmaktır. Doğru, hepimiz kendi içimizde değerliyiz, insan kendini sevmeli fakat biz zamanla bu durumu çok yanlış yerlere götürdük. Artık sadece kendimizi düşünüyoruz, kendimizi seviyoruz. Bu durum bizi yavaş yavaş toplum olma bilincini kaybetmeye götürüyor. Mühendis kendini düşünüyor yıkılan binalar yapıyor, doktor kendini düşünüyor bebekleri öldürüyor, öğretmen kendini düşünüyor çocuğa nitelikli eğitim vermiyor, para için hukuk okuyan insanların peşinden adaletsiz bir düzen geliyor. Sonuç olarak senin dediğin düzen ortaya çıkıyor. Bunu yıkmamız lazım ki bu döngüden çıkalım. Bu da ancak hepimizin birlik olmasıyla mümkün olabilir.''
Ece buna alayla gülümseyip tek bir cümle kurdu.
''Hepimizin birlik olması ise mümkün değil.''
Evet senin gibi insanlar varken pek mümkün değil diyemedim çünkü hoca buradaydı ve olayı kişiselleştirmek istemedim.
Bu sefer Ulaş konuşmak istemişti.
''Artık kimsenin böyle işlere girecek ortak bir hedefi yok. Biz sadece bir grup zümreyi öne sürüp onlardan herkesi kurtarmasını isteyemeyiz. Çoğunluk her zaman kazanır. En azından çoğumuz bir tepki gösterir ve bunu anlık duygularla değil belirli bir süreklilik içinde yürütürse bu düzen değişebilir. Kağıt üstünde bu şekilde olsa bile gerçekte özellikle bugün bunu yapmamız mümkün değil çünkü artık insanları harekete geçirmenin kolay olduğu gibi onları dizginlemekte kolay. Siz bir grup insanı tek bir mesajla ayağa kaldırabildiğiniz gibi yerlerine sinmesini de sağlayabilirsiniz çünkü bizim gündemimiz sosyal medyanın etrafında dönüyor değiştiremediklerimizi normalleştiriyoruz. Popülerliğini kaybediyor ve biz bu dünyada yaşamıyormuş gibi yeni bir gündeme yöneliyoruz çünkü bir önceki problem gündemden düştüğünde onu çözmüş olduğumuzu düşünüyoruz. İnsanlara cesaret verecek kaynaklarımızı kaybediyoruz.''
Şiirle ilgili yorumlar peşi sıra geliyordu. En sonunda şaşırtıcı olmayarak sınıfa bir gürültü hakim olmuştu. Hocamız son olarak konuyu toparladı.
''Öncellikle düşüncelerinizi paylaştığınız ve aynı düşünmeseniz bile bunu güzel bir dil ile ifade ettiğiniz için teşekkür ederim. Fikirlerinize katılıp katılmamak alakalı herhangi bir yorum yapmayacağım çünkü bunlar sizin düşünceniz ve zaman içinde buna bende dahilim düşüncelerimiz gelişir. Bugünlük dersimiz bu kadardı. Zil çaldığında çıkabilirsiniz.'' Zil çalana kadar biz kendi aramızda fikirlerimizi tartışmaya devam ediyorduk.
Bugün Mert okula gelmemişti annesinin hastane randevusu vardı. Son ders olduğu için eşyalarımı toplarken Doğu'nun Kaya ile olan konuşmasını duydum.
''Kayacığım matematik notumu biliyorsun. Malum arkadaşlarımız mahcup olmasın diye birkaç soruyu boş bırakınca pek iyi bir not alamadım.''
Aynısını hocaya da söyledi. Bu yüzsüzlük ve özgüven başka bir seviyede.
''Önümüzdeki sınav için bir çalışma arkadaşı arıyordum. Benimle çalışır mısın?''
Kaya'nın matematiği iyi olduğu için onun kendisini çalıştırmasını istediğini söylemeye çalışıyordu. Kaya durumu anladığı halde Doğu'yu bildiği için gülümseyerek ''Tabi Doğu istediğin zaman çalışabiliriz.'' dedi.
Ulaş yanlarına gelip sohbete dahil oldu.
''Kaya emin misin? Doğu ile çalışmak kendini bir yerden atmakla eş değer.'' Tarih dersinden tecrübeliydi.
''Sen bakma ona Kaya. Onun yüzünden kütüphanelerden yasaklı bir maddeymişiz gibi engel yedik. Görevliler bizi gördüğünde virüs görmüş gibi kaçıyorlar. Hadi ondan kaçmalarını anlayabilirim ama benim gibi tatlı birinin neresi korkunç?'' Bundan sonra kendine bitmek bilmeyen övgüler dizmeye başlamıştı. Dolunay yavaşça kolumdan tutup Yansı ile birlikte beni dışarıya sürüklerken '' Bırakalım kendini övüp dursun biz kaçalım.'' dedi.
Ondan kaçalım derken yağmura tutulmuştuk. Hiçbirimizin yanında şemsiye yoktu yağmurun biraz da olsa dinmesini bekleyebilirdik.
Yansı kendine kızdı. ''Şemsiyemi unutacak zamanı buldum.''
''Durur birazdan.'' dediğimde Yansı'nın arkasından Doğu belirip onun elinden tutmuştu.
''Yazar bir bölüm yağmur yağdırmasa içinde kalıyor. Kitaplarımızın vazgeçilmez hava durumu. Meteoroloji bizim yazarlara çalışıyor. Madem öyle biz de bir yağmurda ıslanmayalım mı?''
Yansı'nın bir laf etmesine izin vermeden onu çekiştirip koşmaya başlamışlardı. Neye uğradığını şaşırıp ufak bir çığlık atan Yansı şimdi Doğu ile birlikte gülümseyerek koşuyordu. Dayanamayıp arkalarından bağırdım.
''Hasta olunca göreceğim ben sizi!'' İkisi de bana doğru dönüp geri geri yürümeye başlarken hala el ele tutuşuyor boşta kalan ellerini de havaya kaldırmış bana veda ediyorlardı. Bu çocukça hallerine güldüğüm sırada Dolunay'a dönüp ''Şunlara bak-'' diyecekken yüzünde gördüğüm ifade lafımı yarıda kesmişti. Dolunay'ın hüzünlü bakışlarını takip ettiğimde gördüğüm manzarayla onun gözlerindeki buhranı anlamam uzun sürmemişti.
Ulaş, diğer sınıfta okuyan Gülce'ye paltosunu uzatırken aralarında mesafeden dolayı duyamadığımız bir konuşma geçmişti. Sonunda ne oldu bilmiyorum ama Ulaş paltosunu başının üstüne koyarken Gülce'de yanına yaklaşmış ve birlikte koşarak uzaklaşmışlardı. Tıpkı Yansı ve Doğu gibi... Bu benzetme ister istemez beni üzmüştü. Dolunay'a bakmak için kafamı çevirdiğimde az önceki yerinde değildi. Bizi yağmurdan koruyan tek bir adımı atmıştı. Biliyordum, Dolunay yağmura eşlik ediyordu.
Hiçbir söz etmeden yağmurda yavaş yavaş yürümeye başladığında bende onun peşinden gittim. Ne sesimi çıkardım ne de yanında yürüdüm arkasından sessizce onu takip ettim. Sadece sırtıyla yüz yüzeydim. Yüzüne bakmak istemedim istese bana bakardı. Islanan saçlarını gördüm, yavaş yavaş attığı adımları yağmura daha çok eşlik etmek istediğini haykırıyordu. İçinin nasıl yandığını canının nasıl acıdığını göremedim. Uzatılan bir paltonun onun yüreğinde nasıl yaralar açtığını anlayamadım. Üşüdüğünü düşündüm. Ruhunu iyileştiremezdim ama bedeninin hasta olmasını önleyebilirdim. Montumu ona verdikten sonra aramıza az önceki kadar mesafe koydum.
İlerde ne olur bilmem ama Dolunay güllerin korunduğu yağmurda manolyasının boynunun bükük kaldığını unutmazdı.
ŞİMDİKİ ZAMAN
Yansı'nın aklına uymuştuk. Saçma bir durumda olduğumuz için kendisi de duruma uygun absürt planlar yapıyordu. Saat sabahın yedisinde Melike için uyanmıştım. Sekizde başlayan dersim için bu saatte uyanmaya üşenip lisede saçını başını yolduğum Melike'yi takip etmek adına ayaklandığıma inanamıyorum. Umarım Efarit'i bulabiliriz her zamankinden daha kinliyim.
Mert aşağıda beni bekliyordu. Sessiz adımlarla evden çıkmaya uğraşıyordum çünkü annem yakalarsa bu saatte nereye gidiyorum diye soru yağmura tutardı. Yaşımın kaç olduğu önemsiz annem beni sorguya çekmeyi asla kaçırmıyordu. Ayakkabılıktan ayakkabılarımı elime alıp dışardaki terlikleri giyip yavaşça kapıyı kapattım. Şimdi spor ayakkabılarımı giyebilirdim.
''Günaydın Deniz Hanım.'' Arabaya bindiğimde Mert'in beni selamlarken ki ses tonu fazla iğneleyiciydi. Beni almaya geldiğinde daha uyanmamıştım bile. Hazırlanmam ve sessiz olmak için gösterdiğim çaba onun neredeyse bir saat beklemesine sebep olmuştu. Suçlu olduğumu bildiğimin için sadece gözlerimi kaçırıp gülümsemekle yetindiğimde hiçbir söz etmeyip arabayı sürmeye başlamıştı.
Radyoda haberler açıktı Mert duyduklarına daha fazla dayanamayıp bir çırpıda radyoyu kapattı. Direksiyonu sıkan eline baktığımda sinirlendiğini anlamak zor değildi konuyu dağıtmak için konuşmaya başladım.
''Melike'nin evine mi gideceğiz?''
''Evet Yansı adresi gönderdi. Bu kız özel hayat gizliliğinin içinden geçiyor. Biz olsak kırk kere Doğu bizi tutuklardı.''
Güldüm, haklıydı.
''Arka koltuktaki eşyaları alır mısın?'' Anlamayarak kaşlarımı çatıp arka koltuğa baktım. Elime aldıklarımı incelerken Mert'e döndüm.
''Bunlar ne?''
''Yansı'nın işleri. Bunları takınca tanınmayacağımızı düşünüyor. Kimin aklıyla kuyuya iniyoruz.''
Elime duran gözlük ve şapkayla uzun bir bakışma gerçekleştirmiştim. Öyle ki artık onların da bana baktığını hissediyordum.
Aramızdaki bu tuhaf çekime bir son verip mavi dosyanın kapağını açıp okumaya başladığımda Mert kısa bir açıklama yaptı. ''İçinde Melike'nin bugüne kadar iş yaptığı insanlar hakkında kısa bilgiler var.'' Başımı anladım manasında sallayıp okumaya devam ettim.
Melike modayla hep ilgiliydi. Hakkını vermek lazım her ay moda dergilerini takip ettiğini sınıfta bilmeyen yoktu. Pek çok defileyi de asla kaçırmazdı. Ailesinin durumu gayet iyiydi bizim okula gelmeden önce hep özel okulda okumuş. Bir süre sonra ailesi kızının haşarılıklarına dayanamayıp onu devlet okuluna vermişti. Sanırım kızlarının artık kurallar ve düzenle tanıştırmak istiyorlardı. Yaptığı her işin bir sonucu olduğunu bilmeliydi. Kendilerinin disipline edemediği çocukları okulun ve öğretmenlerin disipline etmesini beklemelerine söyleyecek söz yoktu.
Bugün buluşacağı kişi Nalan isimli bir kadındı. Kendisi tekstil sektörünün bilinen şirketlerinden birinin sahibiymiş. yirmilerin sonunda kahverengi gözlere sahipti. Elimdeki fotoğrafta bembeyaz kalem bir elbise giymiş, elinde krem rengi paltosunu tutuyordu. Açık kumrala boyadığı saçlarının üstüne gözlüklerini yerleştirmişti. Kalkık açık kahve kaşları yapılı burnuna eşlik ediyordu. Kadının estetikten önceki halini gördüğümüz için ve günümüzün yanlış estetiklerini bildiğimizden doğru estetikle güzelliği yakalaması yönünden onu övmüştük. Dudaklarında herhangi bir işlem yoktu ince dudakları gülümserken yanağındaki gamze kendini belli etmişti.
Göz ucuyla Mert'e baktım bazen onu anlayamıyordum özellikler erkekler bu kadar dış görünüme önem verirken onun yalan söylemeyip cidden onun için en güzel kadın olduğumu bilmek kendimi tuhaf hissetmeme sebep olmuştu.
''Ne oldu? Benim gözümdeki değerini mi sorguluyorsun?'' Gözlerimi kocaman açmış ona bakıyordum. Ben dışımdan mı konuşuyorum? Herkes aklımdan ne geçerse şak diye yüzüme vuruyor. ''Özel hayatta kalmamış.'' diye yakındığımda direksiyonu çevirirken gülmeye devam ediyordu. ''Bakma bana öyle bakma, kayboluyorum, bulamıyorsun sonra. '' cidden seni seviyorum demeyi bilmiyordu. Hep başka yollardan hislerini açık edip beni dumura uğratıyordu.
Arabayı durduğunda geldiğimizi anlamıştım. Kemerini çözdükten sonra az önce benim arkada görüp almadığım poşet eline alıp içinden iki tane karton bardak çıkarıp birini bana uzattı.
''Kahvaltı etmediğini biliyorum.'' dedikten sonra bu seferde bir kutu uzatmıştı bana. Aklıma gelenle şaşkınlığıma mani olamadım.
''Yok artık sabahın köründe kalkıp kahvaltı mı hazırladın bana?'' aceleyle kutuyu açtığımda gülümsedim. Cidden yapmıştı.
''Teşekkür ederim.'' diyebildim.
''Kahvaltı yapmadığın için başının ağrımasını istemeyiz.'' bazen beni benden daha çok düşünmesine sinir oluyordum. Melike'nin evden çıkmasını beklerken hazırladığı kahvaltıyı yemeye başlamıştım. Onun kadar düşünceli olamadığım için utana sıkıla yiyordum. Bir anda ''Borcun olsun.'' dediğinde yine aklımdan geçenleri anlamıştı. ''Borçlarım kabarıyor Mert.'' Ekmeklerden birinin üstüne kahvaltılıklardan koyup yemesi için ona uzattım.
Melike evden çıktığında henüz kahvaltımızı bitirmiştik. Arabasına binip adresini bildiğimiz butiğine gitti. İçerde ne yaptığını bilmiyorduk ama saatler geçtikçe bizim canımız sıkılmaya başlamıştı. Her türlü konuda konuşup işin sonunda kavga ediyorduk. Bir ara ondan da sıkılıp örgü modellerine bakmıştık. Kendimi hiç bu kadar işsiz hissetmemiştim. Biz popüler kitaplar hakkında çetrefilli bir tartışmanın ortasındayken Melike dışarıya çıkmıştı.
Yansı'nın neden Melike'yi bize verdiğini anlamıştım. Dolunay ile Ulaş bu kadar zaman bir arada durup sohbet etmeye dayanamaz ve burayı terk ederlerdi.
Bir bankaya geldiğine bunaldığımdan bende arabadan inmiştim.
''Şimdi bu gıcık niye bankaya girdi?'' sıcaktan dilim damağım kuruduğu için aldığımız sulardan birini içtim.
''Çıkınca anlayacağız.'' Mert'i onaylarken yarım saat sonra Melike dışarıya çıkmıştı. Tekrar arabaya bindik. Bir restoranın önünde durduğunda biraz uzağına arabayı park ederken içeri girmişti. Girişe geldiğimizde birbirimize dönüp ''Hazır mısın?'' diye sorarken ikimizde Yansı'nın verdiği şapka ve gözlükleri takmıştık.
Niye böyle yaptığımızı bilmiyorum. Bugünkü pek çok davranışımıza anlam veremediğimi fark ettim. Biz niye bu kadar ciddiyiz onu da bilmiyorum.
İçeri girdiğimizde gözümüze hemen Melike'yi kestirip ona yakın olabileceğimiz aynı zamanda bizi göremeyeceği bir yere oturduk. Garson yanına geldiğinde siparişini verirken biri de bizim yanımıza geldi. İki kahve istediğimizi söyleyip savuşturduğumuzda gözlerimizi ondan ayırmıyorduk. Sonunda Nalan Hanım geldiğinde ayağa kalkıp onu karşılamıştı. Melike çantasından çıkardığı birkaç dosyayı gösteriyordu.
''Melike Nalan denilen bu kadınla işleri büyütmek için görüşüyor değil mi? Buraya kadar normal bir iş görüşmesi nezdinde ilerliyor ama canımı sıkan kısım Nalan Karlı şirketinin başında üst düzey bir isim neden yeni kurulmuş bir şirketle kimse olmadan toplantı yapmak istesin? Adamların pek çok işletmeyle bağlantısı vardır hepsiyle birebir görüşmeye gittiğini sanmıyorum.''
''Belki de bir angaryanın üzerini örtmek için iş süsü vermeye çalışıyorlardır. Melike'nin şirketi sadece bir ay önce kurulmuş. Biz İzmir'e gelmeden önce...''
Konuşmamızı telefonumun çalması bölmüştü. Arayan Yansı'ydı açıp kulağıma götürdüm.
"Söylemem gereken önemli bir mevzu var. " Direkt konuya girmişti.
"Nedir? "
"Size verdiğim şapkayla gözlüğü takıyorsunuz değil mi? "Bunu sorarken sesi zaten taktığımızı bildiğini belli ediyordu.
"Önemli dediğin bu muydu? "
"Biliyorum takıyorsunuz bir fotoğraf atsanıza."
"Kapatıyorum Yansı. "
"Tamam kapatma! Sıkıcı insanlar. Saatlerce aynı arabada baş başa kalmanıza rağmen bir arpa boyu yol kat etmediğinize eminim. Kesin örgü modeli konuşup canınız sıkıldı diye kavga etmişsinizdir. Bak bir cümlede özetledim. Milletinde zamanını çalıyorsunuz. Neyse asıl mevzuya geliyorum.'' Derin bir nefes aldığında söyleyeceklerinin beni sinirlendirecek olduğunu anlamam çok uzun sürmemişti.
''Melike'nin görüştüğü kişinin şu an sahip olduğu şirketin bir ortağı varmış.'' dosyada şirketin tek sahibinin Nalan Karlı olduğu yazıyordu. Duyacağım isim için kendimi hazırlamaya karar verdim.
''Ortaklardan biri Vedat Çiğil'in ama işin şaşırtıcı kısmı Can'ın çalıştığı fabrikanın da sahibi olması. Efarit'in bu adamla alıp veremediği var. Yüksek ihtimal Melike ondan haberdar.''
Telefonu kulağımdan çekip merakla beni izleyen Mert'e açıklama yaptım.
''Sakın küfür etme Vedat Nalan'ın şirketinin ortağıymış.'' Bunu nereden öğrendiğini sonradan soracaktım. Mert arkasına yaslandığında onun da aklına az önce söylediklerimiz gelmişti. Taşlar yerine oturuyordu.
''Takımlara ayrılıp lades tutuştuk da benim mi haberim yok? Herkes birbirini uyarıyor. Bırakın da küfretsinler. Hadi sen kıyamıyorsun Dolunay'a ne oluyor bırak adam küfretsin. Gıcık olmuyor musun sen bu adama? Ne diye savunuyorsun?'' Yansı kulağımın dibinde söylenmeye devam ederken ben hala olaya anlam veremiyordum.
Ben şu an hiçbir olaya anlam veremiyordum. Kimdi bu adam? Efarit'in ne alıp veremediği var? En önemlisi Can ve Melike'nin bu adamla bağlantılı yerlere çalışması tesadüf olamazdı.
Mert kolumu dürttüğünde Melike'yi işaret etmişti. Oraya baktığımda Melike'nin Nalan Hanımdan bir paket aldığını gördüm. Melike paketi alırken fazla gergin görünüyordu. Sürekli çevresine bakıyorken tam o sırada gözü bizim olduğumuz tarafa takıldığında masaya koyduğum menüyü tekrar elime aldım.
''Yansı sanırım Melike bizi gördü.''
''Aynı sahneleri tekrar yaşıyoruz. Birinizde yakalanmayın be! Hadi Dolunay ve Ulaş'ın yakalanacakları başından belliydi. Siz nasıl yakalandınız?''
Yaptığı imayla yüzümü buruşturdum.
''Nasıl bir fesatsın sen!''
''Sizin bakış açınız fesat biriniz de cümleleri istediğiniz yere çekmeyin.''
''Bizi azarlaman bittiyse konuşmama izin ver. Melike Nalan'dan bir paket aldı ama fazla endişeli görünüyordu.''
''Paket kalın mı görünüyordu?''
''Evet.''
''İçinde para yoksa bana da Yansı demesinler bal peteği desinler.''
''Ona niye para versin?''
''Ben nedenini tahmin edebiliyorum da dur bakalım itiraf edecek mi? Siz devam edin eğer gördüyse yanınıza gelecektir o bir atak yapana kadar siz hareket etmeyin.''
''Tamam görüşürüz.''
Telefonu kapattıktan sonra Mert'e baktım.
''Görmüş müdür?''
''Restoranın içinde güneş gözlüğü takan iki manyak herkesin dikkatini çeker Deniz.'' söyleyene kadar gözlük ve şapkanın hala durduğunu unutmuştum. Hemen çıkarıp tekrar Melike'ye baktığımda sohbet etmeye devam ediyordu. Bizi görmediğini düşünüp rahatlarken gözlerimiz buluştuğundan yanıldığımı anlamam uzun sürmemişti. Onu görmezden gelip Mert ile konuşmaya başladık. Onunla tesadüfen karşılaşmışız gibi davranmaya karar verdik.
Bu çok uzun sürmedi konuşmaları bitip vedalaştıklarında Nalan giderken Melike geride kalmıştı.
Mert'in sadece benim duyabileceğim bir seste ''Bir kerede Melikelik yapmayıp defolup gitse olmaz.'' dediğinde hemen başımla onu onayladım.
''Ne işiniz var burada?''
''Hoş gelmedin Melike.'' Mert'in arkasına yaslanıp onu terslemesine kıkırdamadan edemedim.
''Beni mi takip ediyorsunuz?''
''Birini takip edecek olsak seni mi takip ederiz?'' Kızla kavga eden ben olmama rağmen herkesin benden daha çok laf sokması normal değildi.
Mert'le birbirimize bakıp onay verdiğimizde ayaklandık .''Gördüğün gibi Melike burası halka açık bir yer. Emin ol seninle karşılaşmış olmak senden daha çok bizim hoşumuza gitmedi. Bence daha fazla uzatmadan ayrılalım.'' Arkamızı dönüp uzaklaşacağımız sırada aklıma gelen fikirle geriye döndüm. Yansı bu yaptığıma kızabilirdi. Melike'nin daha dikkatli davranmasını sağladığımı ve planı mahvettiğimi söyleyebilirdi yine de yapmak istedim. Yanına geldiğimde yüzümü yaklaştırıp kulağına fısıldadım.
''Bu arada Efarit'i biliyoruz. Hoşça kalma Melike!'' Yüzünde gördüğüm ifade Yansı'nın haklı olduğunu gösterirken beni memnun etmişti. Bir yem atmıştım ve balık yemi havada yakalamıştı geriye oltayı çekmek kalmıştı.
Geriye doğru döndüğümde oltayı çekmenin zor olduğunun farkındaydım. Saymaya başlarken adımlarım fazla kendinden emindi.
1...2...3...
''Bekle!'' Hiç şaşmaz!
Ona baktım ''Oturup konuşalım.'' dedi.
Bunu söylerken bile kendinden taviz vermeyen bir havası vardı. Karşısına oturduğumuzda yanımızdan geçen garsondan bir bardak su istedi. Mert ile kollarımızı birbirine dolamış aynı pozisyonda yargılayıcı bakışlarla baştan aşağı onu süzüyorduk. Rahatsızca yerinden kıpırdandığında birbirimize kaçamak bakışlar atarken üzerinde istediğimiz etkiyi yaratmanın keyfi vardı. Suyu geldiğinde mutlulukla karşılayıp birkaç yudum almasının ardından yakasını çekiştirmeye başladığında nihayet dudakları aralandı.
''Ne bilmek istiyorsunuz?''
''Efarit'i nereden tanıdığını?'' Mert devam etti. ''Az önce Nalan'dan neden para aldığını?''
Derin bir nefes alıp anlatmaya başladı. Sandığımızdan daha kolay olmuştu. Takip etmemize bile gerek yoktu bence. Direkt gidip sorsak anlatacakmış gibi bir duruşu vardı.
''İşlerde bazı problemler çıktı. Babam kızmasın diye kendi başıma halletmeye çalışıyordum ama Efarit çıkıp babama anlatmakla tehdit edince el mecbur istediğini yapmak zorunda kaldım. Bana Nalan Hanım'ın şirketiyle bağlantılı kurup kendi işlerimi düzeltirken babama bu zamana kadar ondan sakladığım suçlarımı ortaya çıkarmayacağını söyledi. Kabul ettim. Bunu neden istediğini bilmiyorum. Böyle bir şirketin beni kabul etmeyeceğini söylesem de yanıldım. İşin arka planı sonradan ortaya çıktı kendimi daha büyük bir suçun ortasında bulacağımı tahmin etmemiştim.''
Tekrar suyundan bir yudum alıp siyah saç tutamlarını geriye doğru itti. Gözlerini kaçırışından olayın çok daha pis yerlere gittiğini anlamıştık.
''Zaman geçtikçe onun eline daha fazla koz verdiğimin farkında değildim. Gün geçtikçe tehditleri artmaya devam etti. En son benden kendisinin göndereceği paralar için yeni bir banka hesabı açmamı istedi. Bazı işlemler yürütülecekti. Diğer hesaplarımdan bunu yapamazlarmış.''
''Peki onu hiç gördün mü?''
''Hayır benimle sadece bir kere birebir diyebileceğimiz bir temasa geçti. O da attığı bir mesajdan ibaret sonra hep başkaları üzerinden iletişimini sağladı. Başka soru yoksa ben kalkacağım daha fazla durmak istemiyorum.''
Onu zor kullanarak oturtacak bir ortamda olmadığımız için suyunu bitirip bir hışım yanımızdan ayrılmasına mani olamamıştık. Madem bu kadar hızlı yanımızdan ayrılabiliyordu neden konuşmamızı bekledi? Hakkında ne kadar bilgimiz olduğunu öğrenmek mi istedi? Neden zaten en başından söyleyeceklerini söylemiş gibi duruyordu? Üstelik suçtan kastı neydi?
Aklıma takılan sorularla Mert ile göz göze geldiğimde o da benim gibi şüpheli bir halde giden Melike'nin arkasından bakıyordu. Bir dümenler döndüğü belliydi ama gerçekler ne zaman ortaya çıkardı orası meçhuldü.
----------------------------
Saat geç olmuştu. Melike ile konuştuktan sonra yanımızdan ayrılmasına müsaade etmiştik. Mert ile anlattıkları üzerinde tartışırken Yansı'yı aradığımızda telefonumuza çıkmamıştı. Doğu'ya da ulaşamıyorduk. Belki telefonlarını sessize almışlardır diye biraz sonra tekrar aramaya karar verdik. Melike'nin anlattıkları bizim için şaşırtıcıydı. Suçlu diye takip ettiğimiz kadın zannettiğimiz kadar suçlu değildi ya da bize öyle inandırmak istiyordu.
''Melike ile olan sürtüşmelerimizi bir tarafa bırakarak değerlendiriyorum. Olayları üstü kapalı anlatıyor. Babasına söyleyemeyecek kadar büyük nasıl bir işe bulaşmış olabilir? Anlattıklarında bir tuhaflık var yalan söylediği girdiği hallerden belli. Sanki kendisini suçlu göstermemek için çabalıyordu. Hatta anlattıklarını ezberlemiş gibiydi.''
''Keşke konuşmalarımızı diğerleri de duysaydı belki hep birlikte bir ipucu yakalayabilirdik.'' Üzülerek Mert'e baktığımda bana bakıp gülümsüyordu. Aklıma gelen düşünceyle bir anda yerimde doğruldum.
''Yoksa?'' Telefonunu çıkartıp gösterdiğinde tüm konuşmalarımızı kaydettiğini anladım.
''Teknolojinin gözünü seveyim.''
Kahkaha atmama engel olamamıştım. Gerçekten teknoloji çok işimize yaramıştı.
''Melike'nin kulağına fısıldayıp geri çekildiğim zaman yüz ifadesini gördün mü? Gülmemek için kendimi çok zor tuttum.''
''Gördüm, mosmor oldu kız. Oradan belli yalan söylediği.'' Gülümseyerek ona baktığımda göz göze geldik. Garip bir sessizlik olduğunda boğazımı temizleyip bakışlarımı ondan çekerek yola baktım. Bu ortam hoşuma gitmediği için canımın daha çok sıkılacağını bilerek radyoyu açtım.
''Deniz ölüm bu denli yakınken bu mesafe neden? Ruhundan bahsediyorum bedeninden değil. Biz yan yan yanayken ruhlarımız gözlerimizde birleşip dans ederdi ama şimdi sen kaçıyorsun.''
Başımı cama çevirip iç çektim.
''Affetmiyorsun ki Mert.''
''Affettim Deniz. Geçen konuştuk hatırlamıyor musun? Sen neden affettiğimi sordun ben sana içimden ne geçiyorsa söyledim.'' Mert kendini kandırıyordu. Biz birbirimiz bu denli iyi anlıyorken vicdanım bu kadar rahatsızsa beni affetmediği içindi. Beni neden affettin diye sorduğumda bana beni üzemediği için affettiğini söylemişti. Aramızdaki bu bağ onun bana karşı duyduğu öfkesine bir engeldi.
Gözlerine baktım biliyordum işte affetmemişti. Seven bilirdi ve seven inkar ederdi. Mert seviyordu kıyamıyordu bu yüzden de affedemediğini kabullenmiyordu. Farkında değildi artık aynı müziği duymuyorduk. Hiçbir söz etmedik ben sadece radyodaki kanalı değiştirdim. Selda Bağcan'ın sevdiğim bir türküsü çıktı. Gözlerim kapalıyken sessizlikten istifade edip sözlerini kafamda tartıyordum. Bir andan aklımdan geçenleri söyleme isteğime engel olamadım.
''Mert dünya niye böyle? Bizden bahsetmiyorum biz önemli değiliz şimdi.'' Sözleri düşündükçe boğazım karıncalanıyordu. Sesimin titremesine engel olamazken gözümün önüne gelen sahnelere üzülmeden edemedim.
''Ah Deniz! Öyle bir yerdeyiz ki? Bir yanımız yaprak dökerken bir yanımız bahar bahçe.''
''Neden peki? Neden bir tarafımız güllük gülistanlıkken bir yanımız kapkara bir çalı... Bu ne beter çizgidir böyle!'' İsyan ediyordum. Biz bu kahrolası beladan kurtulabilirdik de dünya bu zulümden nasıl kurtulacaktı?
''Ne elimizi uzatabiliyoruz ne de elini uzatanların ellerini kırabiliyoruz ama hep böyleydi be Deniz! Keşke bulsak çözümünü de bitirsek bu yıkımı.''
Telefonumuz çalana kadar ikimizin de mırıldandığını fark etmemiştim. Uykum gelmişti gözlerimi kırpıştırıp arayan kişiye baktığıma ekranda Doğu yazıyordu. Açmamla onu paylamam bir oldu.
''Neredesiniz siz? Yansı'da açmıyor. Biz yapsak Yansı Hanım demediğini bırakmazdı.'' Yansı ile birlikte olduğundan adım kadar emindim onlar ayrı kalmaya dayanamazdı. Daha doğrusu Doğu dayanamaz onu yanına gitmek için muhakkak bir bahane bulurdu.
Ben karşıdan Doğu'nun şakacı sesini duymayı beklerken buz gibi sesinden duyduklarım beni perişan etmişti. Anlık şokla telefon elimden kaydığında Mert'in soruları kulağıma gelirken ben Doğu'nun verdiği kara haberin etkisinden çıkamamıştım.
Efarit hepimize ağır bir bedel ödetmişti.
---------------------------------------------------------------
BÖLÜM SONU
YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!
YAZIM VE NOKTALAMA HATALARI İÇİN ÜZGÜNÜM.
Bu bölüm normalden fazla saçmaladığımı hissediyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 109 Okunma |
54 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |