Yeni Üyelik
3.
Bölüm

1.Bölüm"İzmir'in Denizi"

@nurperi287

''Kurumuş güllerim vardı.

Anahtarı saklı kafesim

Dili kesilmiş bülbülüm

Belki bir gün bulursun diye

Diktiğim fidan vardı.''

Peki ya sonra ne oldu? İşte bu hikayenin sonrasıydı. Esas hikaye mutsuz bitmişti zaten. O zamanların üstünden çok geçti ve biz büyüdük. İnsan büyüdüğünü küçüldükçe anlıyormuş. İnsanlar gerçeğe gelene kadar hep bir yalancıymış kendimizi kandırışlarımız da bitti. Hava kasvetli değil aslında. Bende de öyle aman aman bir dert yok. Yorgunluk var, özlem var ,keşke var... Her şeyden biraz var ama o yok. Yokluğunu hak ettim o ayrı ama yokluğunu hak etmediğim de yok.

Biz ölüm uçurumunda yürüyen iki kişiydik birimiz iterken diğerimiz düşecekti. Yağan yağmurun sesi kulaklarıma ulaşıyordu ben yaz yağmurunun tadını çıkarırken yağmurdan kaçan insanları izliyor sessizliğin tadını çıkarıyordum. Sokak lambasının loş ışığı etrafı aydınlatıyor olsa da çöken karanlık ve kasvetli hava galip gelecek gibiydi. Öğlen saatleri olmasına rağmen hava akşamı andırıyordu fakat çok güzeldi. Dünyanın en güzel anlarından birini yaşıyordum. Dışarda yağmur sesi, önümde çay, sıcak bir yer, arkada hafif bir müzik...

Gözlerimi kapatıp başımı cama yasladım. Sonsuza kadar bu an da kapalı kalmak isterdim. O zaman bu dünyayla da bağımı koparırdım. Uykuyla uyanıklık arasında gidip geliyordum sonunda bir ses kulağıma çalınıp beni çeken karanlığın ucundan almıştı.

''Deniz!'' İsmim birinin ağzından dökülüyordu onun sesi gibi.

''Deniz!'' Tekrar aynı sesi duydum bu sefer ısrarcı ve biraz rahatsız ediciydi. Uzaktan geliyordu sanki oysa birkaç adım öteden ,ondan gelmeyen bir sesti. Hayal kırıklığıydı. Aklımın bir yerinde bu gerçeği biliyordum yine de kendimi kandırmak hoşuma gidiyordu. Bazen o kadar kanıyorum ki ayırt edemiyorum. Sanırım kendimi kandırdığıma inanarak çocukluğuma dönmeye çalışıyorum.

''Deniz!''

Şimdi daha endişeliydi çünkü yumuşak bir temasa kaymıştı. Deniz dedim tekrar ederken içimden İzmir'in denizi....onun denizi... Usulca bir mavilik gözümden geçti .Bu İzmir'in deniziydi çocukluğumun deniziydi ayırt etmem kolaydı. Sonra onun gözünün gördüğü yer bu da onun deniziydi ruhumu ezen bakışları gibi. Öyle bakmaması için neler vermezdim.

''Efendim?'' Sesim duyuluyor muydu? Emin değildim fakat bir kelime ettiğimi biliyordum. Gözlerim açıktı ama ben hala o bakışlarda kalmıştım.

''Sonunda!''

Bilincim yerindeydi en azından nerede olduğumu, kim olduğumu ,neler yaptığımı ve en önemlisi pişmanlığımı hatırlıyordum ama ruhum hala o bir bakıştaydı. Aklım hala o bakışı düşünüyor o yüzü kafamdan atamıyordu.

''Üzgünüm.'' dedim. Bunu kime söyledim acaba rüyamdakine mi? En yakın arkadaşıma mı?

''Ay yok canım o kadar dürtmeye uyanmayınca endişelendik. Yani daha çok ben endişelendim, Dolunay tokat atmak için kolunu sıvazladı sadece.''

Gülümsedim sonunda ona baktığımda onun gözü bende değildi. Dediği gibi kollarını sıvayıp beline koyan Dolunay'a kaşlarını çatmış bakıyordu. Buna karşın aldığı cevap bir omuz silkme ve mutfağa giden ayak sesleriydi.

''Beni rahatımdan etmenin tek sebebinin Dolunay'ın beni tokatlama isteği olamaz öyle değil mi?'' Yoksa olabilir miydi?

''Tabi ki de değil yani tek sebep o değil zaten Dolunay seni hep tokatlamak ister. Durum öyle olsaydı işimiz yaştı.''

Ağzımı açmışken ne diyeceğimi bilemeyip geri kapattım ve birkaç saniye düşündüm.

''Sanırım haklısın!''

Dediğimde gülmeye başladık.

''Hey sizi duyabiliyorum!''

Mutfaktan gelen cevaba aynı tonda karşılık verdim.

''Duy diye söylüyoruz zaten! Artık anla Dolunay beni tokatlama isteğinden vazgeç!''

Elinde bir tepsi üzerinde üç çayla gelip orta sehpaya koyarken ikimize de ters bakıyordu.

''Bir gün uykunuzda sizin yüzünüzü boyayacağım ama uygun zamanı bekliyorum.''

Şarkı hala açıktı. Konuşacak gibi durmadıklarından sessizlikten sıkılmıştım. Bacaklarımı kendime toplayıp eski pozisyonuma döndüm kafamı tekrar cama yasladım. Gözlerimi kapattım. Anlamıştım. O zaman, bu zamandı demek.Kaçmanın bir işe yaramadığını en çok hissedeceğimi bildiğim an, gerçekten kaybettiğim zaman gelmişti. Hep aradığım ama bir türlü bulamadığım yerdeydim. Derin bir soluk aldıktan sonra dudaklarım aralandı.

''Ne olduğunu söylemeyecekseniz en huzurlu saatlerimi rahat bırakın?'' dedim sabırsız bir edayla.

Gerginliği gözüm kapalı bile olsa hissetmiştim. ikisi şu an birbirine kaçamak bakışlar atıyor olmalı hala kimin söyleyeceğini kararlaştırmamışlardı. Eğer onlar için önemini bilmesem bağırır benim için fark etmeyeceğini ve birisinin söylemesi gerektiğini söylerdim. Bazen insanları fazla tanımak rahatsız edici oluyordu. Bu durumlarda keşke onları daha az tanısaydım ya da daha az vakit geçirseydim diyorum. Ufak bir hareketlenme sesi kulağıma geldi kimin söyleyeceğini biliyordum .

''O burada.'' dediğinde birkaç saniye daha durduğum pozisyonda beklerken yavaşça gözlerimi açtım. Parmağımı kaldıracak halim yoktu kendimi zorlayıp kafamı kaldırdım. Göz göze geldiğimizde ikisi de parmaklarıyla oynayıp gergin bir ifadeyle beni süzerken gözlerinde merak kıvılcımlarıyla vereceğim tepkiyi bekliyorlardı. Kendilerini her türlü fırtınaya hazırlamış olsalar da o fırtına geldiğinde iki ayakları bir pabuca girerdi. Akıllarından bin bir türlü seçeneğin geçtiğinden emindim. Hıçkırarak ağlayabilirdim, sinir krizi geçirebilir etrafı dağıtabilirdim, dışarıya çıkıp bağırabilirdim ve daha bunlar gibi niceleri ama en azıdan bir tepki verirdim ne olursa bu gülme krizi bile olabilirdi fakat ben sanırım en kötüsünü yaptım belki de en beklemediklerini.

Omuz silktim umursamıyormuşum gibi ama umursuyordum hatta belki en çok ben umursuyordum bunu onlarda biliyordu ama fiziksel bir tepki veremiyordum ya da nasıl bir tepki göstermem gerektiğini bilmiyorum demek daha doğru olur. İnsan paramparça ettiği biriyle tekrardan karşılaşacağını söyleyen birine ne tepki verebilir ki? Belki benim gibi yapar sadece bir ''Hoş gelmiş.'' der ve dışarıyı izler.

''Bu kadar mı?'' Yansı'nın şüpheli sesi kulaklarımı doldurdu.

Oda da bizim dışımızda sadece şarkının sesi vardı. Biraz Şarkıyı mırıldandım. Bunu şimdi açmak zorunda değildiler.

''Deniz.''Dolunay ısrarla adımı söylüyordu

''Efendim?'' dedim bende sabırsızca.

''Karşılaşırsan-''Diye başlayan cümlenin devamı belliydi o yüzden lafını böldüm.

''Dolunay o benim düşmanım değil hiçbirimizin değil öyle değil mi? O hep en değerlilerimizden biriydi keza hala öyle.''

''Tabi ki!'' İkisinin bu haline ufak bir tebessüm etmiştim. Onu özlemişlerdi. Onunla eskisi gibi olmayı hepimizi bir arada bulmayı özlemişlerdi işte. Onlara hak veriyorum ben de çok özlemiştim. O zamandan beri görüştüler mi bilmiyorum görüştülerse bana çok güzel bir şekilde hissettirmemişlerdi. Tabi eskisi gibi olmaması onları üzüyor olmalıydı.

Yansı arkasına yaslandı iki elini koltuğun kollarına koyup karşıya baktı.

Başımı bu sefer cama dönük dizlerime yasladım. Yağmurun şiddetinden bir şey eksilmemişti lakin benim içim alev almaya başlamıştı. İç çektim. Gözlerim doldu. Sanırım ben bağırıp çağırmak yerine sessiz ve arada kaçan hıçkırıklarla ağlayacaktım. Bir süre sonra yalnız kaldığımda ise hıçkırıklarımın sesi yükselecekti.

''Çocukluk yıllarıma dönmek isterdim Yansı. O yıllar en güzel yıllardı çünkü biz son güzel çocuklardık. Güzel yılların güzel çocukları. İnsanlar bile güzeldi. Yağmur bile daha güzel yağıyordu. Güzel yıllara geri dönmek isterdim.''

Dolunay'ın yüzünün yansımasını gördüm. Onu tanımasam ağlamamak için direndiğini düşünürdüm. O sadece beni bu şekilde görmek istemiyordu hepimizin hiçbirimiz bu şekilde görmek istememesi gibi.

'' Daha başlamadan yoruldum. Beni bırakıp devam etseniz olmaz mı? Ben hayatı bir köşeden izlemek istiyorum ben hep o zamanlarda kalmak istedim ama ite kaka bu ana getirildim.''

''Üzgünüm Deniz keşke dileğini yerine getirebilseydik fakat hayat istesen de istemesen de muhakkak seni içine katmanın bir yolunu buluyor.''

Yansı burnunu çekti. Biraz muzip bir tavır takınmaya çalışsa da çatallaşan sesi onu başarısız kılıyordu.

''Hocanın, size ödev verdiği zamanı hatırlıyor musun?''

Gülümsedim.

''Çok acımasızsın Yansı beni canevimden vuruyorsun hem de yağmur yağarken.''

Gülen sesini duydum.

''Hayat acımasız Deniz biliyorsun.''

İkimizde yine sustuk radyoda Yansı' ya hak verir gibi yeni bir şarkı çalmıştı.

''O da bu şarkıyı dinlemiş midir ?''

Derin bir iç çektim hatıralarıma dalmadan duymayacağımı sanarak devamını getiremediği tek bir kelime mırıldandı. Bu sefer gerçekten sadece şarkının sesi kalmıştı.

''Belki...''

GEÇMİŞ ZAMAN (İZMİR)

''İtalya deyince aklınıza ne geliyor?''

''Makarna''

''Pizza''

Hocamız gülümseyip masasını arkasına yaslanırken kollarını birbirine doladı.

''Karnınız mı acıktı?''

Dalga geçercesine sorduğu soruya gülümsedim.

''Refah düzeyi yüksek ,rahat bir hayat.''

Sanırım sosyal açıdan verilmiş tek cevap orta sıradaki Meltem'den gelmişti

''Mafya!''

Sanırım son da olacaktı.

''Kanka o Rus'tu!''

''İtalya'nın da meşhur ya!''

''Doğru! Hangisi daha fena acaba?''

''Bilmem hiç tanışmadım deneyimlerini bizle paylaşmak istersen buyur.''

''Çok komik''

Konuşmalar bağımsız ilerlediğinden herkes bir yorum yapmaya başlamıştı. Kimin ne söylediğini kaçırıyordum artık.

Hocamız da diyaloğa daldığında kendini toparlayıp boğazını temizlerken kaşlarını çattı.

''Çocuklar cıvımayın hemen. Hadi devam edelim.''

Elimi kaldırdım. Kaşlarıyla beni işaret edip söz hakkı vermişti.

''Libya!''

Dediğimde gözlerini kısıp hafif bir tebessüm dudaklarında peyda oldu sanırım istediği cevabın bir kısmını almıştı .Bir kısmı diyorum çünkü sorduğu diğer soru ulaşmak istediği yeri gösteriyordu.

''Peki Libya deyince...''

Güldüm. Başımı kaldırdım. Tam cevap verecekken arkadan onun sesini duydum

''Ömer Muhtar''

Gözleri ikimiz üzerinde kısa bir an gidip geldi yaslandığı masadan kolunu iki yana koyup destek alarak kalktığında gülümseyerek ''Güzel.'' dedi.

''Bu soruyu sormamın nedeni konumuz Trablusgarp Savaşı arkadaşlar .Arkadaşınızın söylediği isim ise Libya kahramanı ya da nam-ı değer Çöl Aslanı olarak bildiğimiz kişi. Şimdi biliyorsunuz her hafta bir kahramanı araştırıp rehberlik derslerinde burada sunum yapmanızı istiyorum. Haftaya hakkında sunum yapacağınız kişi Ömer Muhtar ödevi yapacak kişiler ise Deniz ve Mert iyi bir iş çıkarın çocuklar arkadaşınız Doğu ve Ulaş'ın aksine.''

Hocanın ikisine bakarak söylediğine tüm sınıf kıkırdamış onlara bakıyordu.

''Haklısınız hocam, Ulaş'ın kütüphaneden kavga edip bizi attırdığını ve onun üzerine gittiğimiz her kütüphanede aynı şeyi yaparak artık tüm şehirdeki kütüphanelerde resmimizin üzerine koyulan çarpıyla içeri girmemizi yasaklattığını düşünürsek ki sayesinde önümüzdeki bir ay hiçbir kütüphaneye giremeyeceğiz evet mümkünse bizim aksimize güzel bir ödev yapsınlar. ''

''Ben o kısmı hala anlamadım o kadar kütüphaneciyle nasıl tartıştın?''

''Hiç sorma Burhan. Bir ihtimal kavga etmez diye şehrin öteki ucundaki kütüphaneye gittik. Herif orda bile kavga etti. Vallahi bende anlamadım ,sen kavga edecek o kadar sebebi nereden buluyorsun da kavga ediyorsun? Hayır bir insan kütüphaneciyle ne gibi sebeplerden kavga edebilir ?''

Ulaş'ta kendini savunma hakkını kullanmayı ihmal etmeyerek lafa girdi.

''Evet ,açıkçası benimde bazı konularda çok fazla şaşırdığım oldu. Mesela sen adamın hayatıyla ilgili her okuduğun kelimeye nasıl göz yaşı dökebildin ? Sonra tabi önündeki çayı döktüğünü de düşünürsek bizimkinden daha iyi bir ödev çıkarırlar.''

''Öyle deme Ulaş çok acıklıydı.''

''Tabi ki de Doğu, adamın hayatını ben yazdım sonuçta. Senden iyi bildiğime eminim.''

''Duygusuzsun Ulaş!''

''Sadece senin kadar abartamadığım için üzgünüm Doğucum.''

Hoca araya girmese akşama kadar sürecek olan konu yarıda kesilmişti.

''Peki çocuklar tüm sınıf olarak sizin iyi bir ikili olmadığınızı anlamış bulunduk sağolun.''

''Rica ederiz hocam.'' diye cevap veren Doğu'nun omzunu Ulaş hafif bir itelemişti.

Selda hoca bir şey daha söyleyecekken zil çalmıştı.

''Peki, gençler çıkabilirsiniz haftaya görüşürüz.''

Selda hoca sınıftan çıktıktan sonra arkama dönüp Mert'e baktım kafasını masaya gömüştü bile. Oflayıp bende aynı şekilde kafamı masaya koyacakken arkamda ceketimin kapüşonumu tutan el buna engel oldu.

''Arada bir konuşma denilen o lanet eylemi kullanmanız gerek Deniz, çok işe yarıyor biliyor musun?''

Yansı'nın iğneleyici sesini duyduğumda elini tutup kapüşonumdan çektim.

''Senin de arada bir iğnelemeden konuşmayı denemen gerek. Öyle konuşmayınca ilişkiler daha sağlıklı oluyor biliyor musun?'' dedim onu taklit ederek

Kendi aramızda gülüşürken arkamızdaki konuşmalarla dikkatimizi oraya verdik.

''Sayende ödevi bir daha yapmam gerekiyor Doğu. Bir kere ciddi olsan ölürsün değil mi?''

''Ben ne yaptım Ulaş? İki ağladık diye hemen ciddiyetsiz olduk!''

Ulaş Doğu'ya haklı olarak hala sinirliydi. Doğu her zamanki gibi şakacı mizacından ödün vermeyerek arkadaşını kanser ediyordu. İkisinin zıt kişilikleri olsa da yine de birbirlerinden ayrılmıyorlardı.

''Mert ,abi kaldır şu kafanı! Tamam şu lanet sıralarda evimizde çekmediğimiz uykuyu çekiyoruz. Acaba sırf eğitim almayalım diye bu sıralara büyü yaptıklarını bana bile düşündürtecek kadar uyku getiriyor ama yine de kalk bir etrafa bak! Hem Deniz ile ödevinizi var bir kızla konuş azıcık. Siz hala konuşmuyor musunuz?''

Mert başını zar zor kaldırıp gözleri Ulaş ve Doğu arasında gidip geldi.

''Ulaş kurbanın olayım Doğu ile birkaç gün konuşma. Şu bir hafta sana hiç iyi gelmemiş. Doğu seni de kendisine benzetmeye başlamış büyü filan diyorsun. Mümkünse kendini düzeltmeden bir süre konuşmayalım. Bana bir tane Doğu yeter sen yakında kurşun da dökersin.''

Doğu pis pis sırıtıp kendini göstererek Ulaş'a döndü.

''Fark ettiysen sen ben olsan bile yine de beni seçeceğini söyledi.''

''Herif bana hakaret etti sen ona mı takıldın?''

''Evet Ulaş tam olarak ona takıldım. Herkes kendisini ilgilendiren kısma takılıyor işte.''

Mert ikisinin arasından çekip benim yanıma doğru gelmeye başladığında sertçe yutkundum. Canım arkadaşım Dolunay'ın beni dürtüp'' Geliyor yine felaket üçlü.'' deyişi gülme isteği uyandırmıştı.

Sanki biz muhteşem üçlüymüşüz gibi onlara felaket demesi komikti.

''Aman ha, çete gibi dolaşalım hiç ayrılmayalım olur mu?.''

O kadar dalmışım ki o ikisinin ne ara kavgayı kesip Mert'in arkasında bittiğini ya da Mert'in bana bakarak konuşmaya başladığını bile fark etmem zaman almıştı.

''Ne münasebet? Ben kantine iniyordum.'' dedi Doğu

Ulaş'ta Mert'in omzuna kolunu attı.

''Ben de sahaya gidiyordum. Çete mete sen hayırdır!'' diyerek başını iki yan sallayıp göz kırptı.

Mert ise ikisine bakıp göz devirdi.

''Hafta sonu hallederiz değil mi? Benim evim müsait.'' diye sordu bana ithafen.

Önce bir algılayamayıp ''Ha?'' dediğimde Dolunay'ın saf bu kız dediğini duymuştum

Ne kadar sessizlik oldu bilmiyorum sorduğu soruyu idrak etmiştim de dilime kelimeler gelmiyordu sonunda Yansı beni çimdiklediğinde kafamı olumlu anlamda sallayabilmiştim.

''Evet olur. Benim de evim müsait bu arada''

''Peki, sen haber verirsin.''

''Tamam.''

Garip bir sessizlik çöktüğünde ikimiz arasında gidip gelen bakışlardan rahatsız olmuştum.

''Bu kadar mı?'' diye sordu Dolunay hayal kırıklığıyla

''Ne bu kadar mı?'' dedim.

''İşte hani Mert geçen sizin müştemilatı boyarken üstüne kırmızı boya döktü sizde konuşmuyorsunuz. Laf dalaşına girmeyecek misiniz, intikam naraları atmayacak mısınız? Ne sıkıcı insanlarsınız ya! Ben olsam boya kutusunu ne zaman kafasına döksem diye plan yapardım.''

''Sen direkt o an uygulardın Dolunay kendimden biliyorum.'' Ulaş kınayarak ona bakarken Dolunay omuzlarını dikleştirip gururlu bakışlarla ona bakıyordu.

İkisi de dediğim dedik çaldığım düdük kafasında olduklarından hep karşı karşıya geliyorlardı. Bu zamana kadar mantıklı bir şey için kavga ettiklerini görmemiştim. Bir keresinde ağacın çok yüksek bir dalında kalan topu kim alabilir diye yarışa girmiş ,ikisi birden ayağını burkmuş ve birkaç hafta yatalak kalmışlardı. Onlara göre en büyük ceza bu değil ,ailelerinin bu kavgayı bitirmek için ikisini yan yana yatırıp onların deyimiyle işkence çektirmesiydi. Hala ne zaman ikisi yan yana gelse biri birine laf dokunduruyor ya da sadece ters ters birbirine bakıyordu. Bu kavganın özel bir nedeni olup olmadığını bilmiyorum. Eğer biri bana o ikisinin bebekken bile sırf yan yana geldikleri için ortalığı ayağa kaldırdığını söyleseydi inanırdım.

''Eni- yani Mert uzatmasanız mı? Hayır Deniz ne olmuş yani Mert başından aşağı boya döktüyse ben de Doğu'nun üzerine pis su dökmüştüm. Ulaş, Dolunay kendine başka arkadaşlar edinip onlarla buluşacağı gün en sevdiği beyaz elbisesinin üzerine yanlışlıkla(!) vişne suyu dökmüştü. '' Yanlışlıkla kelimesinin üstüne basıp Ulaş'a hiçbirimiz inanamadık diye bakıyordu.

Yansı önünden geçip giden Mert'e sitem ederken o çoktan sınıftan çıkmış bende sırama gömülmüştüm.

''Yansı şu olayı bana hatırlatma diye kaç kere diyeceğim. Bekle Ulaş ben senden onun rövanşını alacağım!''

---------------------------------------------------------------------

''Biz aşağı iniyoruz Deniz gelecek misin?''

Önümdeki ders kitabını kapatıp ayağa kalktım.

''Ben dışarı çıkacağım ,siz önden gidin.''

Tamam deyip dışarı çıktılarında bende okuduğum kitabı alıp dışarı çıktım.

Arka tarafa doğru giderken her zamanki gibi etrafta bir spor şenliği vardı.

Önde ve arkada voleybol oynayanlar ,basketbol sahasında top sektirenler ve futbol sahası da tabi ki boş değildi.

Top oynamalarında bir sakınca yoktu hatta destekliyorum sonuçta bu zamanlar istedikleri gibi eğlenmeleri içindi fakat herkesin şu bahçeye top oynamak için gelmediğini ve biraz hava almak için gezinenlerin olduğunu da düşünseler pek fena olmazdı. Nitekim sürekli oradan oraya uçuşan toplardan kaçtığımız için dışarda doğru düzgün yürünmüyordu. Bazen oturduğunuz banka bile top sıçradığı olurdu. O yüzden temiz havanın altında hafif bir esintide kitap okumak ya da sadece bir şeyler atıştırmak işkence gibi gelirdi. Gerçi çoğunluk bu durumdan memnunsa tabi ki yapılacak bir şey yoktu sadece arada bir katlanılmaz olduğu su götürmez bir gerçek.

Boş bir bank bulmak için dua ederken içimden kendime sövüyordum niye üşengeçlik edip koşarak gelmemiştim ki. Tahmin edildiği gibi her yer doluydu. Hayal kırıklığıyla geri dönerken önünden geçtiğim banktan tanıdık bir ses geldi.

''Deniz gel gel kıyamam sana yetim gibi duruyorsun?''

Mert'in sesiyle kafamı çevirip yanına baktım Allah Allah dedim içimden ,o kadar kalabalık kimse yanına oturmamış mı? Diye sorgulamaya başlamıştım ama itiraz etmedim önce gözlerimi kısmış ona bakıp sonra hiç ses etmeyip aramızda boşluk kalacak şekilde yanına oturdum.

Naçizane küslük sürdürülür, kuyruğu dik tut kızım!

''Özellikle bu havalarda yakıcı bir güneş yok ama bizi alıkoyduğunu düşündüğümüz yağmurda yok. Hafif bir esinti ,ılık bir rüzgar, Yağmurun habercisi olan hava bazen kasvetli gibi duruyor ama bence öyle değil.''

Bunların hepsini zaten biliyorum hem de daha fazlasını diyemedim sadece cümlesini bitirdiğinde gözleri irice açılmış çenesini tutup bana doğru çevirdiği şaşkın suratına baktım.

''Kusura bakma çok konuştum sen kitabını oku ben de öyle!''

Onun gibi kitabıma döndüğümde gülümsedim.

''Önemli değil.'' dedim.

Zil çalana kadar öyle kitap okuduk, belki dışarıdan gören birine göre fazla tuhaf duruyorduk. Etraftaki o gürültü ve hengamenin içinde başka dünyalarda gezinmek zor oluyordu ama dalıp gittiğinde gürültü geride kalıyordu. Bir ara kafamı kaldırıp ona baktım.

Mert ,babamın iş ortağı, en yakın arkadaşı, kardeşim dediği, benimde küçüklüğümden beri tanıdığım Savaş Amca'nın oğluydu. Mert ile birbirimizi çocukluktan beri tanırdık. Doğu ile Ulaş'la biraz daha geç tanışmıştık onlar daha sonra İzmir'e taşınmışlardı. Mert ve ben her şeyi birlikte yaptık desek yalan olmaz hatta Dolunay ve Yansı ile bile onunla geçirdiğim kadar vakit geçirdiğimi sanmıyorum. İlkokulda onlarla farklı sınıflardayken ben ve Mert aynı sınıftaydık. Ortaokulda bile öyleydi. Liseye aynı yerde gitmemiz bir tarafa aynı sınıfa düşmüştük. Ortaokuldayken bu durumdan rahatsız olup sınıfımı bile değiştirmeyi düşündüm. Bu Mert'ten rahatsız olduğumdan değildi aksine onu çok severim. Sadece durum çok tuhaftı tesadüf olamayacak kadar fazla bir şekilde hep aynı yerlere sürükleniyorduk.

Ayağa kalkıp ilerlerken benim aklımda hala aynı cümle dolaşıyordu kaderimizin bizi hep aynı yere sürüklemesi. Bir yerde bizim seçimlerimizde etkiliydi ya birimiz ayrılığı seçerse dedim o vakit yine buluşabilir miydik? Biz de bir gün ayrılacaktık ama nasıl ? Düşüncelere dalmıştım. Bir şeyleri çözmeye çalışıyordum

Mert, bir nebze içine kapanıktı. Aslında çok konuşurdu, sadece bazen o kadar suskun olurdu ki bana bir daha hiç konuşmayacak gibi gelirdi. Sanırım o konuşarak susanlardandı.

''Deniz, gelmiyor musun? Yoksa hala küs müyüz?''

Söylediğine aldırmadım sadece ona bakmaya devam ettim.

Bir şey söylemesine fırsat vermeden ben atıldım.

''Bazen...'' dedim bir nefeste. Biraz durdum söyleyip söylememek arasında gidip gelirken söylemeye karar verdim.

''...Bazen senin farklı bir kişiliğin olduğunu düşünüyorum, farklı bir tarafın ,bize göstermediğin sakladığın bir sırrın var ve onu saklamak için profesyonel bir çabaya giriyorsun ama Mert bilerek gardını indirdiğin zamanlar oluyor ve bakışların sanki tüm çıplaklığıyla bana bakıyor, bir şeyler anlatıyor fakat ben anlamıyorum anlamak için uğraşıyorum ama anlayamıyorum ve sen sanki anlamam için elinden geleni yapıyorsun fakat her seferinde hayal kırıklığına uğruyormuşsun gibime geliyor. Senin yanındayken her zaman bunu düşünüyorum. Hep böyleydi çocukluğumuzda ilk tanıştığımız zamandan beri sende bir şeylerin eksik olduğu hissiyatı vardı. Sadece ben bir türlü bunu çözemiyordum.''

Bakışlarımı tam karşımda duran okulun duvarına resim öğretmenimizle çizdiğimiz denize çevirdim. Kenarında siyah renk ve büyük harflerle yazılmış ''İzmir'in denizi ,bizim denizimiz!''yazısına bakarken son bir cümle çıktı dudaklarımdan.

''Öyle bir bakıyorsun ki tarifsiz bir acının izlerini görür gibi oluyorum. Öyle bir bakış yakalıyorum ki sende bir türlü tam bir şekilde tarif edemiyorum.''

''Herkesin bir sırrı vardır Deniz ve herkes bir yerde o sırrı açığa vurur fakat iyi sır saklayan birinin açığını sadece onu gerçekten çok iyi tanıyan biri anlar. Her neyse bir gün anlarsan sırrımı saklar mısın? ''

Onun sesini duyduğumda başımı ona çevirdim, o da artık İzmir'in denizine bakıyordu.

Elini bana uzattığında gülümsedim başımı aşağı yukarı sallarken uzattığı elini tutup ayağa kalktım.

''Saklarım.'' dedim onunla yürümeye başlarken bir ömür onun her sırrını saklamaya hazırmışım gibi bir cevaptı. Alınan karşılıksa bu cevabı bilen bir tebessümdü.

--------------------------------------------------------

''Göremediğim petunyam kaldı

Açılmış kafesim.

Kaçmış bülbülüm

Belki bir gün bulursun diye kırılan dalım kaldı''

BÖLÜM SONU

YORUMLARINIZI BEKLİYORUM İLK BÖLÜM BİRAZ SIKICI OLDU FARKINDAYIM AMA YAVAŞ YAVAŞ AÇILACAĞIZ.

 

 

Loading...
0%