Yeni Üyelik
4.
Bölüm

2.Bölüm"Beklenen Karşılaşma"

@nurperi287

ŞİMDİKİ ZAMAN (ANKARA)

Geçmiş hiç geçmiyordu zaten. Geçecek diyorlardı ama yaranın derinliğinden haberleri yoktu. Akşama kadar kızlarla normal bir şekilde sohbet edince bunu fark etmiştim. Havadan sudan konuşmuştuk. Onlar da benim yok saymama ayak uydurmuşlardı. Kendimi kandırarak çocukluğuma özlemimi gidermeye çalıştığımdan bahsetmiştim daha önce. Gerçi pek başarılı değildim çünkü o zamanlar bu işi daha iyi yapıyordum. Dün pazar olduğu için hepimiz evdeydik ama bugün işbaşı yapmamız gerekiyordu. Gece yerimde dönüp dururken uykuya dalıvermiştim fakat şu anda başımın üstünde çalan düdük geç uyumamın sebep olduğu baş ağrımı arttırmıştı.

''Uyanın hadi geç kalacağız.''

Pikeyi kafama kadar çekip sesi engellemeye çalışarak nafile bir çabaya girmiştim.

''Yansı manyak mısın? Ne diye düdükle uyandırıyorsun?''

''Sizi sinir etmek için Deniz.''

''Başardın sağ ol.''

''Kalkın da kahvaltıyı hazırlayın.'' Annem gibi konuşmak zorunda değildi.

''Kahvaltı hazır değilse niye uyandırıyorsun?''

''Siz hazırlayın diye.''

Yatakta doğrulup elime aldığım ev pabuçlarımı kafasına atarken Dolunay'dan alışık olduğu bu hamleye karşın kapıyı kendine siper ederek kurtulmuştu.

Ağız tadıyla terlik de attırmıyorlar.

''Biz o evrelere alışığız Denizcim .''

Giderken bana göz kırpıp öpücük atmış düdüğünü de çalmaya devam etmişti. Doğrulduğum yatağa geri düşerken. İçinde kıvırılıp durmuş ve uyumaya devam edememiştim. Dayanamayıp savaş verdiğim pike top olup yere düştüğünde ben de yataktan kalkmıştım. Dolunay ise benim aksime bilmeme kaçıncı rüyasını görüyordu üstündeki pikeyi atmış yastığına sımsıkı sarılmıştı sanki elinden kaçıran var.

''Dolunay!'' Başına dikilmiş onu dürterken hala çalan düdükten etkilenmeyerek horul horul uyuyordu.

Nefesinde mi kesilmedi?

''Ne!''

''Ne, deme bana! Uyan hadi!''

''Kahvaltı hazır mı?''

''Değil!''

''Hazır olunca gelirim.''

Ayaktaki hazırlamıyor, uyuyan hazırlamıyor ben niye hazırlıyorum?

''Sen niye yardıma gelmiyorsun?''

''Kızım alt tarafı bir kahvaltı deveye girer gibi Tövbe Tövbe hazırlayın siz işte hem ben dün hizmet ettim size.''

''Her sabah aynı tartışmadan bıktım yemin ederim.''

Söylene söylene çıkacakken yere serilmiş pikeyle kısa bir an düşecekmiş gibi olsam da hemen kendimi toparlamıştım. Kapının kulpunu aşağıya çekmek için hareketlenen elimi durdurmuş aklıma gelen fikirle sinsice gülümseyip yavaşça kafamı Dolunay'a çevirmiştim.

Bugün de kötülüğümüz üstünde çok şükür!

Başına dikilip komodinin üstünde pencereden giren güneş yüzünden ısınan sürahiyi elime aldım. En nefret ettiği şeylerden birini yapacaktım. Birkaç saniye gülmekten yapamasam da sonunda başından aşağıya dökmemle odadan kaçmam bir olmuştu.

Kötülük yaparken bir şeytan bir ben bu kadar mutlu oluyoruzdur bence.

Banyoya girip elimi yüzümü yıkadığım sırada. Kapıyı yumruklanmıştı. Hepsi yabani bunların şakadan da anlamıyorlar.

''Deniz oradan çıkma tamam mı? Mümkünse kendini lavaboya at üstene de nasıl yapıyorsan sifonu çek beni de uğraştırma! Böyle bayat şakalar piyasada kaldı mı hala?'' Dolunay gerçekten ben yapmazsam kendisi yaparmış gibi konuşunca bir tırsmadım değil sonra oraya giremeyeceğim aklıma gelince rahatlamıştım.

''Oraları sen temizleyeceksin ben elimi bile sürmem eski halinde göreceğim orayı!''

O kadar çok bağırıyordu ki kulaklarımı tıkamak istedim bari sesi güzel olsaydı.

''Tamam, sen bağırma o bana yeter!'' Dişlerimi fırçalarken ona cevap vermek pek iyi bir fikir değildi.

''Ay Dolunay sana ne oldu? Rüyanda bir sıçanla mı kavga ettin? ''

Asla ben üstüne su dökmüş olamam Yansı.

''Hayır bir sıçanla kavga etmedim bir sıçan üstüme su attı ama şimdi o sıçanla gerçekten kavga edebilirim.''

''Aha, kız kavgası!''

Yansı bunu izlemeye dünden hevesliydi.

Sonunda dayanamayıp kapıyı açtığımda Dolunay yüzüne yapışan sarı saçları ve öfkeli mavi gözlerle bana bakarken Yansı gülmemek için zor duruyordu.

''Güzel sıçanmış.'' dediğinde dil çıkarıp yatak odasına gittim.

Kaç yaşına gelmişiz çocukça kavgalarımız bir türlü bitmiyordu

İşe koyulup zaten makineye atmamız gereken örtüleri kaldırıp kenara koydum. Perdeyi çekip camı açtığımda temiz hava yüzüme aksetmişti. Temiz örtüleri dolaptan çıkarıp serdikten sonra kendi yatağımı da toplamıştım. Kıyafetlerimi giyip odadan çıktığım an Dolunay'la karşı karşıya gelmiştik.

''Siz benim elime düşeceksiniz.'' Ters ters bana bakıp odaya geçmişti.

Bu kızların ikisi de birbirinden arızaydı gerçekten.

Mutfağa girdiğim zaman Yansı kahvaltılıkları hazırlamış geriye bir tek sofra kurmak kalmıştı.

''Prenses hazretleri sonunda mutfağımıza teşrif etmişler. Efendim eğer müsaade buyurursanız biçare köleniz odasına çekilip üstünü değiştirecek.''

''Aman aman bir iş yap bin laf et! Çekil odana köle seni!''

Yanımdan geçip yanağımı öptükten sonra mutfaktan çıkmıştı.

Huysuzlardı filan ama iyi kızlardı.

Çayı demleyip sofrayı kurmak için sofra bezini aradığımda bulamamıştım. Aklıma dün ikisini de makineye attığım geldi malum çocuk gibi sürekli döktükleri için sofra dayanmıyordu ben de el mecbur masayı kurmuştum. Çaylarını koymaya başlarken seslendim.

''Kahvaltı hazır.''

İçerden gelen televizyon sesine Dolunay'ın sesi karışmıştı.

''İnsan kalmadı be insafsızlar!''

Haberleri izlediğini anlamak çokta zor değildi.

Bir süre sonra ikisi aynı anda mutfağa girmişti.

''Masada mı yiyeceğiz?'' diye sordu Yansı yüzünü buruşturarak.

''Evet sofra bezleri kirli. İlk defa masada yiyormuşuz gibi de davranmaz mısın?''

''İyi iyi ben masada daha rahat ediyorum zaten'' diyen Dolunay'a karşın Yansı tuhaf bir şey söylemiş gibi bakıyordu.

''Masada nasıl daha rahat yiyorsun? Biz dökülenlere basmamak için üstün bir çaba sarf ediyoruz.''

''Eğer düzgün yersen dökmezsin.''

''Ben düzgün yiyorum.''

İkisi de düzgün yemiyordu.

''Ay Yansı senin gibi düşünen yaşlı insanlar bile kalmadı.'' Ben çaylarını uzatırken onlar atışmaya başlamışlardı bile.

''Olsun modernlikle pratiklik farklı şeyler. Sofra daha pratik silkele, katla, koy silmekle filan uğraşmıyorsun. Hem masa dediğin yerde kirli işler konuşulur, millettin kuyusu kazılır, kötü anlaşmalar yapılır yemek yenmez.''

Dolunay'da ona cevap vermek için hazırlanırken ben büyüyecek tartışmanın önüne geçtim.

Resmen kafamın içindeki eski ve yeni çatışmasının canlı örnekleriydiler. Bana kafamdakiler yetiyordu bir de onlarla uğraşamam.

''Kızlar bir kahvaltı edeceğiz abartmayın isteyen masada yer isteyen sofrada. Böyle saçma konuları tartışmak yerine daha önemli konulardan konuşabiliriz bence. Bırakalım kim nasıl rahat ettiğini düşünüyorsa onunla yaşasın.'' Yerime oturup tabağıma bir şeyler alırken devam ettim.

''Yansı telefonum içerde kalmış haberlerde ne vardı?''

Salık bıraktığı beline kadar gelen uzun kestane saçlarını geriye atıp beyaz teninde parlayan yeşil gözleriyle umursamaz bir bakış attı.

''Her zamanki şeyler var işte ekmeğe zam gelmiş milletvekilleri birbirini yemiş herkes koltuk sevdasında ama insanların hala bizi düşünüyor ya dedikleri de var. Tabi dünya gündemi de boş değil işte milletleri bir tarafa koyarak. Kendilerini yüz yıllık geç kalınmışlıklarının kefaretini ödemiş gibi gösterirken biz de onlara vay be bizden daha vefalılarmış deyip hayran oluyoruz. Zaten belayı onların açtıklarını unutarak yapıyoruz. Öte yandan başkaları zulüm görürken kimseden bunu bir din ya da ırk münasebetiymişçesine belleyerek sanki onlardan dindarlık bekliyormuşuz gibi davranmaları sinir bozucu. Kimseden dindar olmasını beklemiyoruz o seninle Allah arasında ama insan olmak hepimizin vazifesi zulme ses çıkarmayı dine indirgeyenlere sinir oluyorum.''

Biz alışmış olduğumuz için nefes almadan konuşmasına ya da bir paragrafla bütün gündemi özet geçmesine şaşırmıyorduk. Eline aldığı ekmeği ağzına atıp kollarını masanın üstünde birbirine dolayıp bize döndü.

''Bir de Konya Kelebek Vadisi var bir ara gidip görelim. Neyse insanlar uzaklaşmak için buraya geldi zaten. Ben doydum siz de acele edin biraz.''

Masadan kalkarken kendi tabağını makineye koymuştu.

Son söylediğini biz de anlamadık.

Etrafı Dolunay ile toparladıktan sonra ben makyaj yapmak için odaya geçmiştim. Koyu kahve saçlarımı tepeden toplayıp sadece kahve gözlerimi kumral tenimde belli edecek hafif bir makyaj yapmıştım. Aradan geçen on dakikadan sonra ikisi aşağıda arabanın kornasını çalmaya hevesli olduklarını belli eder bir havayla ardı ardına çalmaya başlamışlardı dayanamayıp camdan aşağıya baktım.

''Mahalleyi inlettiniz mahalleyi! Dursanıza millet uyuyor daha.''

Yansı kaportanın üstüne bağdaş kurmuş elindeki not defterine bakarken kulağındaki kulaklıktan korno sesini duymuyordu Dolunay ise kızgın boğaz misali oradan oraya giderken benim seslenmemle durup gözlüklerinin altında duran mavi gözlerinden çıkan ateşle bana bakıyordu.

''Hadi be kızım gelin mi çıkarıyoru?. Gerçi gelin çıksa çıkmıştı şimdiye.''

''Kız Duriye ne ediveriyonuz siz orada ya?'' buyurun cenaze namazına! Komşularımız cama tünemeye başladığına göre biz laf dalaşına karışmadan ayrılamazdık. İlk karşı binadan Nuriye çıkmıştı.

''Yahu Nuriye Abla adım Dolunay diye kaç kere diyeceğim?"

''Ne oluyor Nuriye yine sabahın köründe bir uyutmadınız.'' Bir alt kattan Nazmiye Teyze balkona çıkınca ona bakmıştım.

''Duriyeler bağırıveriyor aşağıda Nazmiye.''

''Adım Dolunay Nuriye Abla adım Do-lu-nay Duriye karşı binada oturuveriyor!''

Afallayıp onlar gibi konuşmasına kıkırdadım.

''Ay benimde kafam karıştı. Duriye Teyze karşı binada oturuyor işte.''

''Biri beni mi çağırdı.'' Hoppala Duriye'de çıktı bizim binadan. İki kat yukarıda Nükhet Teyze ile karşı karşıya oturuyorlardı.

''Yok yok çağırmadı kimse içeri gir üşütme sen Duriye Abla . Deniz sen de hadi kurbanın olayım çeyizini de mi topluyorsun?''

Bu kızın gelin çıkarmayla derdi neydi?

Geriye doğru çıkıp cama baktığında beni görmesiyle eline taş alıp atması bir olmuştu.

''Kız seni gebertirim biz burada hanımefendiyi bekliyoruz kendisi orada pişmiş kelle gibi sırıtıyor. Çabuk gelsene buraya!''

Attığı çakıl taşıyla hemen içeri girip kaç saattir aradığım gömleğimi buldum. Hemen giyerken aynı anda terliklerimi çıkarmaya çalışıyordum. Sırt çantamı da aldığımda ayakkabı dolabından spor ayakkabılarımı alıp apartmanın merdiveninde bağcıklarımı bağladığım sırada yukardan itişip kakışarak gelen iki bücürü fark ettim.

''Asmin hele bir çekil geç kaldık senin yüzünden.''

''Kocaman merdiven sen niye benim dibimden geliyorsun? Ayrıca dün yağan yağmur yüzünden yapamadığınız maçın benimle olan alakasızlığı gibi bu olayında benimle ilgisi yok.''

''Benimle çizgi film izlemek için nasıl dua ettiysen baharın ortasında yağmur yağdı.''

Beni duvarla yapıştırarak yanımdan koşarak geçtiklerinde ikisine ters ters bakıp bağırdım.

''Azıcık büyüklerinize saygı duyun ayakkabılarımızı bağlıyoruz burada! Şu merdivenlerden de yavaş inin düşüp kıracaksınız bir yerlerinizi.''

''Düşme konusunda sen ve saz arkadaşlarını geçebileceğimizi sanmıyorum Deniz abla.''

''Bana bak!'' dememe kalmadan ikisi de toz olmuştu bile.

Bir büyüseler de kurtulsak!

Asmin Pelin Abla ve Koray Abi'nin kızıydı. Ayaz ise Metin Abi ve Sevim Abla'nın oğluydu. Onlar da bir üst katımızda karşı karşıya oturuyorlardı.

Kapıyı arkamdan çekip sonunda dışarı çıktığımda Dolunay iki kolunu yana doğru açmış kızgınlıkla söyleniyordu.

''Ne zahmet ettiniz biz vinçi çıkartır indirirdik sizi aşağıya. Ayaklarınız yorulmuştur şimdi.''

''Bugün niye bu kadar sinir bozucusunuz anlamadım ki gelip gidip beni eziyorsunuz.''

''Sen ezilecek kız mısın Deniz?'' Arabaya binmeden Yansı' nın kulaklığını çekmişti.

''Uyan kız sende! Üsküdar'da sabah oldu kök saldın kaportaya.''

''Ben bu kızla aynı eve yaşıyorum bir de kurtarın beni a dostlar !'' Yansı mahallenin ortası dinlemeyip bağırınca onu zorla kaportadan aşağıya indirmiştik.

Arka koltuğa geçtiğimizde ikimizin de Dolunay'ın yanına oturacak cesareti yoktu.

''Şimdi kimi nereye bırakıyoruz?''

''Rica etsem beni işe bırakır mısınız?'' Yansı bütün kibarlığını konuşturuyordu. Neden çünkü Dolunay sinirlendiğinde arabayı nasıl kullandığını bir biz bir Allah biliyordu. Başka bir trafik cezasına ne biz ne de trafik şube hazır olmadığına göre de suyuna gitmek iyi bir fikirdi. Kız bütün ekonomimizi aldığı cezalarla çökeltmişti.

''Beni de okula bırakır mısın canım arkadaşım?'' dediğimde ne yapmaya çalıştığımızı anlamış s

''Bugün dersin mi vardı senin?''

''Evet Melisa'yı aradım o açacak kitapçıyı. Sen ne yapacaksın?''

''Benimde sabahtan dersim var öğleden sonra işe gideceğim.''

Dolunay Uluslararası ilişkiler okuyordu bir sene okulu dondurduğu ve bir sene de hazırlık okuduğu için bu sene benim gibi son senesiydi. Okuldan fırsat bulduğu vakitlerdeyse okulu dondurduğu yılda tamamladığı yabancı dil kursundan aldığı sertifikayla liseliler için özel öğretmenlik yapıyordu. Yansı ise psikoloji okumuştu fakat bir psikoloğun yanında cüzi bir miktarla asistanlık yapmayı tercih etmişti. İşine bizzat başlamak için kendini pek yeterli görmemişti ve uzman birinin yanında çalışma ihtiyacı duymuştu. Bana gelirsek Edebiyat okuyordum iki sene okula geç gitmiştim. O zaman psikolojim iyi değildi çalışmayı seçmiştim. Biraz para biriktirmiş ve annemin desteğiyle de küçük bir kitapçı açmıştım. Kendime çok acımasız davrandığım zamanlardı. Beni rahatlatan tek şeye sığınmıştım. O zamanlar sağlıklı düşünemiyordum sağlıklı kararlar da vermemiştim. Tek doğru kararım açtığım kitapçıydı. Bir dakika durup ciddi ciddi düşünsem kafayı yemekten korkuyordum. Kötü zamanlardı.

''Deniz, bu artık başlıyoruz demek biliyorsun değil mi?'' Dünden sonra ilk defa bu mevzu açılmıştı. Kaçmak bir çözüm yolu değildi eninde sonunda yüzleşmek gerekecekti.

''Biliyorum ve çok korkuyorum.''

''Vallahi ben de çok korkuyorum.'' diye atıldı Dolunay.

''Doğu ile konuştun mu sen Yansı?'' Soruma karşın başını salladı

Doğu polis olmuştu hala inanamadığımız bir husustu bu.

''Konuştum ama durum hala aynı.''

''Kim olabilir ki polis bile bulamıyor.''

''Yarın gidip konuşacağız işte.''

Yarın Mert ile de karşılaşacağım demekti bu.

''O zamandan beri onu yakalayamadılar ilk tehditte polise gittik ama sonu gelmedi .Şimdi onun dediği gibi hepimiz bir araya geldiğinde oyun başlayacak! Bu herif kim ki devletin polisinden bile kaçabiliyor? Kaç yıl oldu? 4 yıl 4 koca yıl.''

İzmir'den ayrılalı daha çok olmuştu.

Artık isyan ediyordum çünkü İzmir'den çıkıp Ankara'ya geldiğim an aldığım bir mesajla başlamıştı her şey yani hepimizin aynı anda aldığı mesajla.

''Deniz yine de biliyorsun polis olaydan haberdar bunu da bildireceğiz. Doğu'da elinden geleni yapıyor.''

''Ne olacak Yansı? O bunu da bilecek! Polise gittiğimizi , bunları bildireceğimizi aklına ne gelirse her şeyi biliyor. Ne işe yarayacak?''

Dolunay kısa bir an dikiz aynasından bize baktı.

''Yapabileceğimizi başka bir şey yok Deniz. Elimizden gelen tek şey bu.'' dedi Yansı' ya hak vererek.

''Deniz , eğer sadece bir mesaj olmasaydı iz sürebilirdik , araştırırdık ama biliyorsun elimizde sadece mesajlar var ve bizim onun bize daha fazla ipucu vermesine izin vermekten başka çaremiz yok!''

''Yani ona bulaşmadan onu bulamayız öyle mi?'' Umutsuzca Yansı' ya baktığımda bir şey söyleyecekken vazgeçmiş gibiydi.

Başımı koltuğa yasladım.

''Sadece yol çok hain yolun sonu hayır olsun kızlar.''

Dedikten sonra gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

''Dolunay radyoyu açsana.''

Bizi geçmişe bir tek şarkılar götürüyordu bir nevi zaman makinesi işlevi görüyordu .

--------------------------------------------

GEÇMİŞ ZAMAN (İZMİR)

Okuldan çıkıp eve geldiğimde tuhaf bir sessizlik hakimdi eve. Annem güne gitmiş olabilirdi bir de bensiz hain bu kadın. Neymiş ben evde beni aç bırakmışlar gibi yemek yiyormuşum millete ayıp oluyormuş. Ayıpsa da bana ayıp anne aç olan benim.

Mutfaktan bir sesler geliyordu babamın ayakkabısı dışardaydı. Bekle, babamın ayakkabısı dışardaysa otomatikman babam evde oluyordu annem evde olmadığına göre evden annemi çıkartıp babamı mutfağa eklersek. Aklıma gelen ihtimalle mutfağa koştuğumda kaçıncı kez olduğunu bilmediğim kırılma sesini duymuştum. Artık her şey için çok geçti. Kapının pervazına nefes nefese kalmış bir halde sırtımı dayayıp isyan bayraklarını çekmiştim.

Az önce yaşadığım aksiyonu ancak anne terliği yiyen Türk gençleri anlardı.

''Baba ne yaptın ya?''

''Kızım sen mi geldin?''

Yok baba karşı komşunun kızı geldi hal hatır sormaya. Babam da olsa erkekti işte!

''Hayır baba annemin iki boy küçüğü geldi . Mutfak ne hale gelmiş. Neyin yıldönümü vardı?''

''Tanışma yıldönümümüzdü de.'' Giydiği önlüğün püskülüyle uğraşırken mahzun ifadesine kanmamak için savaş veriyordum. Utandı mı o? Baba ben sizin ne kadar vıcık vıcık bir çift olduğunuzu biliyorum demedim tabi ki.

Kim kimin çocuğuydu belli değil. Onun bana kıyamaması gerekiyordu.

''Her yıldönümü geleneksel olarak şu mutfağa girip bir şeyler yapma ve mutfağı batırmanı takdir ediyorum baba gerçekten.''

Yerde duran kırılmış yumurtalar, ne renk olduğunu ayırt edemediğim küçük halı, mutfak dolaplarına sürülmüş puding kalıntıları her şeye tamamım da yerde duran ketçap şişesi nasıl parçalandı ya da cam nasıl o hale geldi bunun matematiğini çözememiştim.

''Ne yapacaktın da hem salça hem çikolata kullanma gereği duydun?''

'' Puding yapacaktım annen seviyor diye.'' baba seni çok üzerler demek istesem de sen o kısımları atlayıp annemle evlenmişsin zaten.

''Bana bir kere bile Zerde Tatlısı yapma ama anneme puding yap güzelmiş.''

Kollarımı önümde bağlayıp saçlarımı geriye attığımda elindekileri tezgaha koyduktan sonra yanıma gelmiş sımsıkı sarılıp başımın üstünden öpmüştü.

''Benim canım kızım annesini de mi kıskanırmış? Aramızda kalsın onu en çok seni doğurduğu için seviyorum.''

''Aramızda kalmaz baba ben söyleyeyim de.''

''Cadı.''

Ayrıldığımızda ellerimi birbirine vurmuştum.

''Hadi bakalım Orhan Bey madem valide Sultanımız Yaprak Hanıma tatlı yapılacak birlikte yapalım. Sonuçta benim gibi bir afeti devran doğurdu kadın hakkını vermek lazım.''

Bir adım atmıştım ki ayağıma takılan şeyle durmak zorunda kaldım. Ayağımı aldırıp takılan şeye baktığımda yumurta kabuğu olduğunu fark etmiştim.

''Önce mutfağı temizleyelim bence.''

Babam çocukluğunu konuşturarak bir dakika bekle demişti. Elinde paspasla döndüğünde artık ev sessiz değildi çünkü arkadan çok güzel bir Barış Manço şarkısı çalıyordu. İkimizin en sevdiği şarkıyı açmasına kahkaha attığımda bana eşlik ediyordu. Yerdeki cam kırıklarını toplarken süpürgeyi çalıştırmıştım. İşim bittiğinde şarkıyı tekrar açıp elimdeki paspası bir o taraf bir bu tarafa götürürken babam dolapları silerken bana eşlik etmişti sırayla söylemeye başlamıştık.

'' Geliyor bir ahu afet.'' kısmında beni gösterdiğinde sonraki kısımda ben de kendimi göstermiştim.

''Tepeden tırnağa zarafet.''

''Öldür bizi letafet, bizim sonumuz felaket...'' bundan sonraki kısımları birlikte söyleyerek devam ettik.

Yaklaşık bir saat sonra her şeyi eski haline getirdiğimizi umarak tatlı işine başlamıştık. Şimdi tatlı kaynıyordu ve biz babamla başında durmuş merakla ona bakıyorduk. Markette satılan hazır pudinglerden değildi her şeyini biz yapmıştık. İlk defa puding yapmıyordum ama daha önceki birkaç deneyimimde tencerenin dibi yandığı için biraz gerilmiş olabilirim. Babamın durumuysa malumunuzdu. Ocağın altını kapattığımda babam daha önce görmemiş gibi pudinge bakıyordu.

Vedalaş istersen baba ben üstüne ceviz kırıp yemeyi düşünüyorum çünkü.

''Oldu mu acaba kızım?''

''Olmuştur inşallah baba.''

''Dibi tutmamıştır umarım.''

''İnşallah tutmaz çünkü bu annemin en sevdiği tencere.''

Neden bunu kullandığımı hala sorguluyorum. Anne terliğinin çekici gelen bir yanı var herhalde. Bilinçaltım beni yönlendirerek uzun zamandır bana atılmayan terliği attırmaya çalışıyor. Bu ilk defa başıma gelmiyordu bazen ilginç bir şekilde doğrusunu bilerek elim yanlışa gidiyordu.

Bilinçaltım mazoşist olabilir mi?

''Peki niye bana annenin en sevdiği tenceresini verdiğini sorabilir miyim?''

Omuz silkip masum olduğuna inanmak istediğim bakışlarla babama baktım.

''Dalgınlık olmuş babacığım. Neyse ben kulpları çıkarayım da onlara koyarız.''

Yukardan çıkardığım kulplara tatlıları doldurduğumuzda dibinde gördüğümüz manzarayla korkuyla yutkunup birbirimize bakarken kapının kapanma sesini duyuşumuz suç gereçlerini örtecek fırsat bırakmamıştı.

''Ben geldim.''

Annemin neşeli sesinin biraz sonra kızgınlıkla dolacağını bilmek bana hiç iyi gelmiyordu. Son anda tencereyi makineye ancak atabilmiştim ki annem de mutfağa girmişti. Babamla ikimiz aynı anda mutfak tezgahına yaslıyken kapıya dönüp anneme gülümsemiştik.

''Ne oluyor burada? Baba kız günü yapıyorsanız ve bunun için mekan olarak mutfağı seçtiyseniz önceden bana haber verseydiniz de itfaiyeyi kapıda bekletseydim.''

''Ambulansı da arasaydın anne. Sen fenalaşırken kim sakinleştirecek seni?''

''Deniz!''

Uyaran ses tonuna karşılık yanına gidip yanağından öpmüştüm.

''Canım annem babamla sana sürpriz yaptık.''

''Mutfakta olup hayatta kalmanız bir sürpriz zaten.''

''Anne daha fazla gömmez misin lütfen?''

''Peki daha az gömerim.''

Kadın laf sokmak için doğmuş.

''Ben odama gidiyorum artık siz de azıcık baş başa kalın. Bu arada ben açım haberiniz olsun önce yemek yiyelim sonra ben tamamıyla odama çekilirim.''

Ne demek istediğimi idrak etmesinler diye kaçarcasına ayrılmıştım yanlarından.

-----------------------------------------------------

Dünkü felaketten sonra bugün okul yolundaydım kafamda Buradan Bir Atlı Geçti ve filmin o sahnesi dolanıyordu. Yalnızken herkes saçma şeyler düşünmüştür. Üstelik bisikletle giderken daha keyifli oluyordu. Her gün gitmesem de bisikletle okula gittiğim zamanları daha çok seviyordum rüzgarı hissetmek güzel oluyordu.

''İzmir'in Denizi n'aber.'' Yanımdan aniden gelen tanıdık sesle kafamı çevirdiğimde Ulaş'ı görmüştüm.

''İyiyim Ulaş senden n'aber?'' O cevap verecekken arkamızdan ne zaman geldiğini anlamadığım Doğu'nun sesin duymuştum.

''O iyi yenge. Ben kötüyüm.''

Neden demeye kalmadan Dolunay lafa karışmıştı.

Bu gün dünya bisiklet sürme günü filan mıydı? Herkes bir yerden fırlıyordu.

''Sen yengelerine devam edersen daha çok kötü olursun.''

''Yengelerim yüzünden kötü olacaksam değer be Dolunay yenge!''

Ona cevap vermek için arkamı dönecekken Yansı da aramıza katılmıştı.

Gören geliyor.

''Dün hoca ödevi bir daha yapacaksınız dediği andan beri Doğu pek iyi değil zaten.''

Sesini mahzunlaştırarak konuşmaya başladı.

''Ah Yansıcım! Benim üzgünlüğümün en büyük sebebi seninle bugün laboratuvara kalamayacak olmam!''

Benimde şaşkınlığımın sebebi eşit ağırlıkçı olduğunuz halde nasıl kimya laboratuvarında her gün deney yaptığınız? Bir de deney yapacak o kadar şeyi nereden bulduğunuz? Kimya hocasına çektirdikleriniz ise cabası.

''Siz de hocayı kızdırmasaydınız. O da ödevi yarına istemezdi.''

Yanımdan gelen ses Mert'indi güzel başka biri kalmadı diye hatırlıyorum biz bu kadardık.

Bu kadardık değil mi?

''Ya da ağlamasaydın.'' diye devam etmiştim.

''Yine olsa yine ağlardım.''

Bu sefer hepimiz aynı anda konuşmuştuk.

''Onu biliyoruz.''

Dolunay'ın yalancı öksürüğünü duyduğumda arkamı döndüm. Hınzırca gülümseyip gözleriyle Doğu'yu işaret etti. Yine ne hinlik peşindeydi acaba?

''Yansı dün sayısal B' de ki Mehmet sana bugün için birlikte çalışabilir miyiz? Diye sormuştu değil mi?''

Şu an şeytan ağzını kapatmalı çünkü bu kız her yengenin intikamını çatır çatır alıyor.

Doğu'nun yüzünü merak ettiğim için gülmemek için ısırdığım yanaklarımla ona baktım.

Yüzü dumura uğramış bir ifadeyle Yansı'ya bakıyordu.

Onun yüzü mora mı dönüyor yoksa bana mı öyle geliyor?

''Hangi Mehmet şu gözlüklü sırık mı?''

Sert bir giriş yaptı. O Mehmet iyi ki burada değil.

Yansı kaşlarını çatmış kınayarak Doğu'ya bakıyordu.

''Sırık niye diyorsun tanımadığın çocuğa?''

''Tanıyorum o sırığı da ondan.''

''Yine de diyemezsin!''

''Savunma elin oğlunu bana!''

''Savunmuyorum elin oğlunu sana!''

İki dakikada ortalığı karıştıran Dolunay kaostan beslenen çizgisini bozmadan ikisini izlerken sevinçle bana onları göstermişti.

Sülalenin eltisi gibi kız.

''Tamam sakin olun.'' diye araya girmeye çalışan garibim Ulaş'ı korkunç bakışlarıyla karşılamışlardı.

''Hadi yarış yapalım okula kadar.'' Bunu diyen ben anında söylediğim şeyden pişman olmuştum çünkü iki yarış sevdalısı gözleri parlayarak birbirine bakmaya başlamışlardı bile.

''Kokorecine.'' dedi Ulaş.

''Çiğ köftesine.'' diye karşılık vermişti Dolunay. Bari bunda anlaşsaydınız. İkisi de aynı anda başlarını salladıklarında süratle yanımızdan ayrılmaları bir olmuştu.

Mert ve ben hala arkada kavga eden ve önde rekabet edenlerin arasında kalmıştık.

Mert gülümseyerek kafasıyla yolu gösterirken.

''Biz de kendi yarışımızı yapalım bari. İçeceklerde bizden olsun.''

dediğinde kafamı sallamış ve aynı anda süratle sürmeye başlamıştık.

---------------------------------------------------

Ulaş sinirle solurken zafer gülüşünü atan Dolunay'a sinirle bakıyordu.

''Hile yaptın! Sollayarak geçtin beni''

dediğinde dolunay masumca konuşmaya başlamıştı

''Sollamak mı ?Ben ne bilmiyor sollamak!'' Gerçek yüzünü bilmesem inanacağım o ne bilmiyor sollamak diye ama biliyor ben o maskenin altındaki kişiyi.

''Yenge o poşette ne var?'' Doğu konudan bağımsız olarak gözlerini elimdeki poşete dikmişti Sen ne ara kestirdin gözüne onu?

''Börek!'' Poşeti Doğu dan uzaklaştırıp kendime bastırdım.

''Versene bir parça!''

''Hayır kızlarla yiyeceğiz bir parça deyip hepsini yersin sen!''

''Yenge yazık değil mi bu garibe?''

''Garip? Aramızda kalmayacak ama mahallenin en iyi börek yapanı senin annen.''

''Biliyorum çok iyi yapıyor canım anam.''

''Günaydın Halil abi!''

Hep bir ağızdan okulumuzun her işine koşturan medarı iftiharına olan Halil Abi'ye selam verip içeri geçmeye başlamıştık.

Ben hala börekleri Doğu'dan kaçırmaya çalışıyordum.

''Günaydın çocuklarda okula daha yeni geldiniz ama savaştan çıkmış gibisiniz.''

''Sorma abi bu Bizans tekfurları...'' deyip parmağımla Dolunay ve Ulaş'ı işaret ettim.

''...bize soluk aldırmıyor.''

İkisinin sinirle bana bakan bakışlarını görmezden geldim..

''İlk ders ne?'' diye sordu Ulaş.

''Matematik.'' dediğimizde yüzü parladı.

Ne cins bir gruptayım ben böyle!

Biri matematik aşığı diğer ikisi kimyacı ve aynı zamanda bunların hepsi eşit ağırlıkçı. Abi gidip sayısal okusanıza madem çok seviyorsunuz!

Tamam ben de edebiyat severdim ama aynı şey değil!

''Aynı şey kanka.'' Yanımdan gelen Yansı' nın sesiyle irkilmiştim.

''Dışımdan mı söyledim ben cümleyi?''

''Yo ben anladım. Hadi sıraya girip sırtımızda duran tuğla gibi çantayla bizi bekletmelerini ve her sivil giyineni nasıl kenara çekmediklerini izleyelim.''

Bir de manyağımız eksikti. Haklı bir manyak o ayrı tabi

"Yenge börek?"

Yengeni kovalasınlar Doğu diyeceğim ama o yenge benim.

"Yok börek!"

-------------------------------------------------------------------

Öğle arasıydı kızlarla okulun bahçesinde oturmuş yemek yiyorduk.

''Bütün evi getiren kız rolüne girmişsin Deniz.'' dedi Dolunay getirdiğim yemeklere bakarken beni takdir ediyordu. Sabah annem uyanmadan dolapta ne bulduysam koymuştum.

''Doğu Böreklerin yarısını yemeseydi daha çoktu.''

Allem etti kellem etti yedi börekten.

''Aç işte!''

Doğu, Mert ve Ulaş biraz ilerimizde futbol oynuyorlardı. Bilmem kaçıncı kez top bizim taraf geldiğinde artık dayanamayıp bağırmıştım

''Doğu, şu topu bu tarafa hep sen atıyorsun. Kafamıza gelecek ben o zaman göstereceğim sana!''

'' Yenge bu sefer oraya ben değil Ulaş attı. Hedef sen değildin aslında Dolunay yengeydi ama talihli sürekli sen oluyorsun.''

Dolunay kendi adı geçmesiyle anında kafasını kaldırıp kaşlarını çatıp Ulaş'a bakmıştı.

''Hele o top bir bana gelsin kim atsa senden bilirim basketbol topunu yersin kafana Ulaş.''

Beni talihli olarak nitelendirmesine mi gülsem bütün okulun önünde yenge demesine mi kızsam bilemediğim için hırsla börekten bir ısırık aldım.

''Bulaşma şunlara sinir etmek için yapıyorlar.''

''Sinir edecek beni bulmuşlar Dolunay.''

Tam o cevap verecekken kafamda hissettiğim sert darbeyle neye uğradığımı şaşırmıştım.

''Deniz şimdi defterimizi düzecek.'' Ulaş'ın korku dolu sesine Doğu'nun endişeli sesi eşlik etmişti.

''Allah'ım günahım varsa affet biliyorum çok melaike bir insandım ama yine de affet.''

''Bir insan tövbe ederken bile bu kadar kendini beğenmiş olabilir mi?''

''Oluyormuş işte Ulaşcım.''

Yavaş yavaş kendime geldiğimde bizimkiler iyi misin derken ben kaşlarımı çatmış kafamı kaldırıp etrafı tarayarak o canına susamışı aramaya koyulmuştum.

Tabi tam karşımda suçluluk bakışlarıyla bana bakan Mert ile göz göze geldiğimizde kimin işi olduğunu anlamışken o ufak ufak geriye gitmeye başlamıştı.

Bir anda ayaklanıp az önce kafama attıkları topu ayağımın ucuna koymuştum.

Mert'e doğru attığım top onun ani bir hamleyle yana çekilmesiyle camı kırıp içeri girmişti.

Sen o kadar top oynama attığın ilk top camı delip içeri geçsin!

Sertçe yutkunup kırılan cama korkuyla baktığımda etrafta bir curcuna başlamıştı bile. Tanımadığım insanlar çoktan olayı bütün okula yayıyorlardı.

''Biri camı kırdı.''

''Yine mi ya?''

''Müdür bu sefer fena patlayacak.''

''Bir de aynı cam kırıldı yine.''

''Her hafta kırılıyor müdürün suçu biliyor kıracağımızı yine de cam taktırıyor.''

''Saçmalama açık mı kalsın cam?''

Ve daha niceleri kulağımda çınlarken ben müdürün odasının camını kırdığımı yeni idrak etmiştim. Buna rağmen kimse istifini bozmadan ne yapıyorsa ona devam ediyordu.

Her gün biri bu camı kırdığı için alışmışlardı.

Yine de türlü türlü hınzırlığı yap kızım tamam da müdürün camını niye kırıyorsun?

''Yine kim attı bu cama bu topu? Dürüst olun derdiniz benimle mi, camla mı sizin?''

Beklediğimiz o ses geldiğinde ben kaçmak için etrafa bakmaya başlarken bunun için geç kaldığımı müdürle göz göze gelip mahcup bir gülümsemeyle ona baktığımda anlamıştım.

-----------------------------------------------

''Denizcim okulun camını kırmak okulca yeni hobiniz mi canım?''

''Yok hocam nereden çıkardınız onu?''

''Bilmem sanki camın üstünde her gün arabamın üstüne yazdığınız manidar sözlere benzer olarak 'kır beni ' yazıyormuş da her gün biri gelip aynı camı kırıyormuş gibi.''

Ay onu da mı biz yapmışız?

''Hocam camın kırılmasına değil de aynı camın kırılmasına mı takıldınız?''

Müdür beni odasına çağırdığı andan itibaren ellerim önümde bağdaş kurmuş, çoğu zaman yere bakıyor ve başımı kaldırdığım zamanlardaysa kendimi elimden geldiğince acındırmama yarayacak masum bir kedi gibi bakmaya zorluyordum.Gülümseyerek sorduğum soruya pes etmişçesine nefesini üfleyip ciddiyetle cevap verince bende hemen mahcup kız pozuma geri dönmüştüm.

''Artık camın kırılmasını okulun geleneği olarak kabul ettim.''

Güzel gelenekmiş. Dışardaki okullara karşı övünürsünüz işte hocam fena mı? Bizim çocuklar bir cam kırar hem de ne biçim filan diye.

''Canım müdürüm ya! Hocam el atmışken müdür yardımcılarımızın iletişimsizlik geleneğini bozabilir miyiz?''

''Siz camı kırmaktan vazgeçecek misiniz?''

''Hayır!'' Bence iyi gidiyorduk.

''Güzel , devam edelim.''

''Hocam haksızlık ama! Cam kırmızı çizgimiz.''

''Müdür yardımcısının suratsızlığı da benim kırmızı çizgim. İdare olarak birilerinin sevilmemesi gerekiyor ve o kişi ben olamayacağıma göre.''

Müdür yardımcısını kastediyordu. Müdür gibi müdür be!

Kabullenişle başımı salladım. Müdür yardımcısının problemli olduğunu koca okulda bilmeyen olmadığı için ve biz bunu müdüre her türlü yoldan anlattığımız için diğer okul müdürlerinin aksine rahat konuşuyordu. Kırklı yaşlarındaydı filan ama iyi anlardı öğrenci halinden.

Biz tam bu düşüncelerdeyken kapının hızlıca çalınıp açılması bir olmuştu. Müdürün ağzından belli belirsiz şu cümleleri duymuştum.

''Madem girin dememe gerek yok, ne demeye çalıyorsunuz anlamadım ki.''

Mert bir hışımla girdiği odada başını dik tutup ellerini benim gibi önünde birleştirip yanımda durmuştu. Ne bu özgüven koçum?

''Hayırdır koçum babanın okulu mu?'' Aklımdan geçenleri Müdürümüz İbrahim Bey söylediğinde kıkırdamadan edememiştim.

Mert az önce can havliyle odaya giren kendisi değilmiş gibi sertçe yutkunmuştu. Ne yaptığının yeni yeni farkına varıyordu sanırım.

Ne oldu koçum? Babanın okulu gibi girmiştin az önce.

''Hocam özür dilerim bir an hakim olamadım kendime.''

Omuzlarını dikleştirip devam etti. Nasıl bir kahramanlık yapacak merakla bekliyoruz.

"Hocam sadece Deniz'in suçu yok ben de hatalıyım üst üste bizi uyarmasına rağmen uzaklaşmadık. Sonuç olarak topu yanlışlıkla ben onun kafasına attım. O da haklı olarak sinirlendi ve topu bana atmak istedi ben geri çekilince de top cama denk geldi."

Böyle deyince komik gelmişti. Yine de müdürün odasına öyle girmeseydi artı bir puan kazanırdık. Bizi hep aceleciliğimiz mahvediyor.

''Yanlışlıkla hariç geri kalan cümleye katılıyorum.'' dediğimde Mert sitem etmişti

''Eyvallah ya! Biz burada delikanlılık yapıyoruz kız bizi iki savunmuyor iyi mi ?''

''Bu işler böyle Mertcim.Dökülen boyanın rengi çıkacaktı elbet!" dediğimde şok olmuşça bana bakıyordu.

"Siz üç şeytan birbirinize bu kadar benzemek zorunda mısınız ?"

Huyumuz kurusun

"Ağzınızın içinden kavga etmeyin! Tamam yeterli bu kadar çıkın ikiniz de ailelerinizi arayacağım."

"Hocam mevzu ne ara ailelere geldi biz en son pişmandık." dedim.

"Pişman mısınız?"

Hayır!

İkimiz aynı anda cevap verdik.

"Evet hocam çok pişmanız."

"Deniz'in ölüsünü öpeyim çok pişmanım Hocam."

Mert'in devamında verdiği cevaba sinirlenip kolunu çimdikledim.

"Ah!"

"Ne oldu evladım?" diye sordu müdür

"Arı soktu herhalde Hocam"

Bu çocuğu döverim ama ben!

"Arı mı?"

"Kelebekte olabilir."

"İyi de kelebek sokmaz ki oğlum."

"Belki ısırmıştır. Kelebek ısırır mı Hocam?"

Bu muhabbet çirkin yerlere gidiyor .

"Bilmem kelebeğe sormak lazım."

"Nasıl yani? Siz bilmiyor musunuz?"

"Her şeyi bilemem ya!"

"Hocam siz bir de bizim gözümüzden görseniz kendinizi böyle demezdiniz..."

Hocayı pohpohluyor vay... bu hikayede herkeste bir parça kötülük var.

Şeytan sen tatile çık biz buradayız.

Sonunda müdüre dizilen methiyelerle en az ceza alacağımızı garantileyerek dışarı çıkabilmiştik. Tabi çıkmamızla benim Mert'in ensesine vurmam bir olmuştu.

Zıplayarak ancak oraya yetişmiştim.

Ensesini ovuşturarak ''Niye vurdun şimdi ?'' diye sordu.

''Sen benim ölümü neden öpüyorsan bende sana o yüzden vurdum.''

''Dirini mi öpmemi tercih ederdin?''

''Öpmemeni tercih ederdim.''

''Senin sorunun.''

''Asıl benim tarafımdan öpülmemek senin sorunun.''

Hiç beklemediğim anda yanağımdan öpüp yanımdan koşarak gittiğinde ben yaptığını bir süre algılayamamış algıladığımda ise çığlık atıp peşinden koşmuştum tabi müdürde dayanamayıp odasından çıkarak arkamızdan bağırmıştı.

''Koridorda koşmayın!''

------------------------------------

ŞİMDİKİ ZAMAN (ANKARA)

''Alo Melisa bugün gelemeyeceğim. Sen erken kapat kitapçıyı.''

''Hayır canım, bir problem yok biraz yorgunum. Görüşrüz.''

Evin yolunu tutarken önce bir markete uğramam gerektiğini hatırladım çünkü evde hiçbir şey kalmamıştı. Market arabası alıp içeri geçtiğimde önce peynir reyonuna gittim.

Keşke pahalıdan ucuza gitseydim peynirle başlayınca alışveriş yapma hevesim kaçmıştı. En pahalı ucuzundan alıp sepete koymuştum. Zeytine baktığımda elveda demek istemiştim ama diyememiştim. Sayıyla domates salatalık alacakken abart Deniz diye düşünmüştüm. Tamam evimiz kira olabilir faturalar boyumuzu da aşabilir ama o kadar değil canım. O kadar mı? Kartımın bakiyesini kontrol ettiğimde kendi kendime konuşmuştum.

''O kadarmış.''

Ben elimdeki onuncu bibere ağlamaklı bakarken içimden ''En azından bir yemek çıksın be!'' diyordum.

Bu ay evdeki eşyaların son taksitini ödemiştik artık elimiz biraz rahat eder diye kendimi rahatlatma seanslarına başlamıştım.

''Tamam Doğu beynimde delik açtın alacağım istediğin çikolatadan.''

Arkamdan gelen sesle elimdeki biberin diğer biberlerin arasına karışması bir olmuştu.

Elim ayağım buz kesmişken ben olduğum yerde kalakalmıştım.

O buradaydı yokluğunu kendi kendime ceza olarak kestiğim, enim vicdanıma azap olan düşünmeden duramadığım, sevmelere doyamadığım, geçmişte yüreğimdeki adını koymaktan çekindiğime pişman olduğum, bütün keşkelerim en büyük günahım tam arkamdaydı. O da beni görmüş müydü?

Belki görmüştür de görmemezlikten gelmiştir hakkıdır. Onu attığım çukurda beni görmezlikten gelmekte onun hakkıdır. Bizden geriye yalnızca sitem bırakmışken o çukurda boğulmak da benim hakkımdı.

''Kızım iyi misin?''

Neyin şaşkınlığıydı bu? Sanırım bir anda karşılaşmamızı beklemiyordum.

''İyiyim teyze.''

Yanımdaki duran yaşlıca kadına zoraki gülümseyip kendime biraz olsun geldikten sonra hemen aldıklarımı tarttırıp kasaya geçmiştim.

Ne ara dışarı çıktığımın eve geldiğimin farkında bile değildim.

Titriyordum sonradan farkına varmıştım soğuk terler döküyordum. Fark etmemiştim ama sanırım ben çok korkuyordum. Göz yaşlarım akmaya başlamıştı keşke diyorum en azından suçum karşısında durabilecek kadar olsaydı. Vicdanımı bir el sıkıyor da bırakmıyordu yıllardır. Kimseye diyemiyorum da derdimi çünkü kimse sevmez kötüleri.

Çöktüğüm yerden zar zor ayaklanıp lavaboya gittim elimi yüzümü yıkayıp biraz daha kendimi toparlamıştım. Yere bıraktığım poşetleri alıp yerleştirmiştim hepsini. Yemek hazırlıklarına giriştiğimde kızlarda gelmişti birlikte yemekleri hazırlayıp sessizce yemiştik. Bahsetmedim onlara Mert'in sesini duyduğumu bahsetmek istemedim.

Sonunda pijamalarımı giyip televizyon karşısına geçmiş dalgınlıkla ekrana bakıyor bugünü düşünüyordum. Sesi değişmişti ama tanımıştım nasıl tanımazdım ki? Dolunay'ın sesi beni kendime getirmiş kumandaya basan parmaklarım durmuştu.

''Kanka dursana şu filmi izleyelim.''

Dolunay'ın söylediği kanalda durup ayaklarımı uzatmıştım ki çöp atmaya giden Yansı dönmüştü.

''Kızlar.''

Heyecanla bize seslenip salona girdiğinde merakla ona bakmıştım.

''Ne oldu?''

''Karşı daireye hırsız girmiş herhalde.''

''Karşı daire boş Yansı. Üstelik bu saatte ne hırsızı?''

''Ya bizim eve girmek istediyse?''

Güldüm.

''Emin ol karşı dairede bizim evdekinden daha çok çalacak şey bulur.''

Kısa bir an durup aydınlanma yaşamıştım kocaman açtığım gözlerimle tekrar Yansı'ya baktım.

''Hakikaten bir hırsız girse rezil olacağız acır para bile bırakır bize.'' dedikten sonra gülerek kafamı yastığa bırakmıştım.

''Dalga geçme Deniz gel gidip bakalım kimmiş? Zaten bir ergenin kitabına düşmüşüm gibi hissediyorum.''

O ergen sen olabilir misin acaba? Kız kafasının içindeki kitapla yaşıyor

''Kızım hırsız diyorsun sonra da gel gidip bakalım diyorsun. Ben ne yapabilirim hırsıza?''

''Konuşabilirsin.''

Dolunay kahkaha atmıştı.

''En azından dövebilirsin deseydin. Psikolog mu bu kız? Hatırlatırım psikolog olan sensin.''

İşaret parmağıyla önce kendini gösterip ''Ama ben korkağım...'' dedi. Sonra Dolunay'ı işaret edip ''...sen fevrisin.'' diye devam etti.

''Ben ortayım yani.'' diye karşılık verdim

''Evet.'' dedi hiç sekmeden.

''Belki Nükhet Teyzelere gelmiştir.''

''Nerede o günler?'' derken yastıklardan birini sırtına koymuştu Dolunay.

Güya hem ev sahiplerimiz hem komşumuz hem de uzaktan akrabalarımız olacaklar. Ankara'ya geldiğimizden beri bu evde kiracı olarak oturuyorduk. Kira zamanına kadar iyiydik ama iş zamma gelince tanıdık filan dinlemiyorlardı.

''Kusura bakma Yansı ama kafanın içindeki kurgu için hiç istifimi bozamam.''

Dediğimde ters ters bana bakmıştı.

''Demek gerçekten hırsız girmiş desem böyle davranacaktınız.''

Dolunay yattığı yerden kafasını kaldırıp bana baktı.

''Görüyor musun? Boş eve giren hırsız bir asalaktan bahsediyor ama kötü biz oluyoruz. ''

Onu onayladığımda Yansı tekrar konuşmaya başladı.

''Nükhet Teyzeler beni çöpü atarken gördü. Karşı daireye şehir dışından birileri taşınacakmış. Biz lambaları taktık ama pek anlamayız siz gidip bir bakın eksiği neyse tamamlayalım. Ben de el mecbur kabul ettim. Ev sahibimiz olunca hayır demek zor oluyor tabi. İnşallah zam zamanı bu iyiliğimi hatırlar amin.'' İki elini havaya kaldırıp dua ettikten sonra hızlıca yüzünde gezdirdi.

Nükhet Teyze'de ne hatırlar ya! En başından inanmadık zaten o hırsız olayına.

''Nükhet Teyzen zam zamanı hafıza kaybına uğruyor Yansı bilmiyor musun?''

Dolunay'da benim gibi düşünerek dalga geçtiğinde yumruklarımızı tokuşturmuştuk.

Yansı'nın pes etmeye niyeti olmadığı için ben ayaklanmıştım. Bunu gördüğü an elimden tuttuğu gibi beni dışarı sürüklemişti. Dolunay elini kaldırıp arkamdan salladığında hala filmini izliyordu.

Aynı evde yaşıyoruz peki bu deliyi niye bir tek ben çekiyorum?

Karşı daireye geldiğimizde anahtarı üzerinde duruyordu.

"Deniz sen önden gir bir kolaçan et etrafı seni boşuna yanımda getirmedim. Karanlık olabilir lamba taktık dediler fakat emin olamadım. Şunu da al!"

Uzattığı sopaya şok olmuşça bakıyordum

''Bunu ne ara aldın?''

''Ne olur ne olmaz diye...''

''Bunu gören de ne korkar ne korkar...''

''Of Deniz amma laf yaptın gir hadi içeri."

"Ay tamam Yansı tamam! Ne aksiyon triplerine girdin alt tarafı bakıp çıkacağız.''

Yavaşça kapıyı açıp içeri girdiğimde antrenin ışıklarını yakmayı denedim ama yanmıyordu.

Şaltel inmişti sanırım.

"Yansı sen şalteli kaldır aşağıdan. "

"Tamam sen girme bekle beni ."

"Abartma Yansı bir şey olmaz."

"Korkmaz mısın tek?"

"Sizinle yaşıyorum ben Yansı korkmam tabi. Sen korkaktın ama bugün bir ayrı korkaksın ne oldu böyle anlamadım ki."

"Neyimizi gördün acaba?"

"Söylenme de git hadi."

O tabi ki aksini yaparak söylene söylene giderken ben de yavaş adımlarla içeri girmiştim.

Adım attıkça onlarla yaşamanın korkmamak için yeterli olmadığını daha iyi anlıyordum. Evin bu kadar karanlık olduğunu düşünmemiştim.

Keşke telefonumu yanıma alsaydım. Birileri beni sürükleyerek götürdüğü için vaktim olmamıştı.

Bazen cesaret aptallık getiriyordu. Evi sadece sokak lambasının loş ışığı aydınlatıyordu. Eve gireli çok olmamıştı ama ben de hemen çıkma hissi uyandıracak korku hakimdi. Salon olduğunu zannettiğim odaya geldiğimde ortasında durmuş hızlıca geri dönme düşüncesi beynime hakimken olduğum yere çakılmıştım çünkü arkamdan gelen adım sesleriyle buz kesmiştim. Az önce Yansı'ya verdiği için kızdığım sopayı şimdi şükrederek sımsıkı tutuyordum.

Yansı olsa konuşmadan duramazdı. Başka biriydi.

Daha fazla dayanamayıp arkamı dönmüş çığlık atarak elimde tuttuğum sopayı havaya kaldırmamla birlikte bileğimin tutulması bir olmuştu. Tam o sırada ışıklar açılmıştı. Ben kısa bir an rahat bir nefes alsam da bileğimi tutan el hala orada duruyordu. Kimin olduğuna bakmak için kafamı çevirdiğimde gördüğüm yüzle neye uğradığını şaşırmıştım.

Beklenen karşılaşma sonunda bizi bulmuştu.

------------------------------------------------

BÖLÜM SONU

YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!

 

 

Loading...
0%