Yeni Üyelik
5.
Bölüm

3.Bölüm"Kusursuz (!) Plan"

@nurperi287

Damarlarımdan akıyordu özlem ama ona ulaşacak kollarımı ben kırmıştım, özledim diyecek dilimi ben yakmıştım, ona adım atacak ayaklarımı ben bağlamıştım kendimde özlemi gidermeye dair ne varsa ben yıkmıştım. Şaşkınlıkla ona bakarken elimdeki sopa yere düşmüştü. Kendime geldiğimde özlemi giderecek gözlerimi kör eden de bendim. Gözlerimi istemsiz ondan kaçırdığımda daha iyi anlamıştım ama onun gözlerinde gördüğüm o yumuşak bakış asla değişmemişti. Dağınık siyah saçları daha bir gürleşmişti kemikli yüzü zamanla daha bir oturmuştu ince dudaklarındaki o hafif tebessüm hala kendini koruyordu. Boyu sanki daha mı uzamıştı? Bilmiyorum, uzun zamandır görmediğim için bana öyle geliyor da olabilirdi. Kısa sürede bunları fark etmem bir tarafa daha şaşırtıcı olan koyu kahve gözlerindeki o bakıştı. Her şeyi bekliyordum öfke, nefret, kin, hırs... Birine hissedilecek tüm kötü duyguları o gözlerde görmeyi bekliyordum. Oysa bana o gün bile saydığım duygularla bakmamıştı yaşadıkları belki öyle bakmasına sebep olur diyordum ama o sanki benden hiç nefret etmiyor gibi bakıyordu. Aynı lise zamanlarımızda olduğu gibi bakıyordu. Ben o gün gözlerinde gördüğüm duyguyu bir daha görmemek adına ismini bile ağzıma almamak için çabalarken şimdi bana o günden daha beter bakmaması çok daha farklı bir acı hissettirmişti. Belki de ben öyle bakmasını , bana karşı öyle hissetmesini istediğim için böyle hissediyordum. Komik, kendi vicdanım için kendi canımı yakmaya hazırdım. Yine kendimi düşünüyordum . Yine de görmek istediğim son bakış bile özlem değilken gördüğüm ilk bakış özlemdi. Sanki niye bu kadar geç kaldık der gibiydi. Birlikte büyümüştük ayrılığımız huylarımızı unutturmamıştı.

Canımı en çok bunun acıtacağını düşünmemiştim.

''Merhaba.'' dedi ne diyeceğini bilemeyen sesi ve yüzünde alışık olduğum gülümsemeyle. Havadaki ellerimizi indirirken bileğimi tutan eli yeri orasıymış gibi hala duruyordu

''Mert!''

''Yenge!''

Yansı ve Doğu'nun sesini duyduğumuzda ikimizde aynı anda kafamızı kapıya çevirmiştik. Hemen arkasında duran Ulaş ve Dolunay'ı görmemle Yansı'nın niye bu kadar geciktiğini anlamıştım. Sanırım onları görünce kendini kaybetmiş ve Dolunay'a haber vermişti kısa bir hasret giderdikten sonra da soluğu burada almışlardı. Yansı ve Dolunay, Mert'in yanına gitmiş ; Doğu, ben ne olduğunu anlamadan bana sarılmıştı.

Şaşkınlığımı üzerimden attığımda bende kollarımı ona dolamıştım.

Aramızda kalsın en çok yenge deyişini özlemişim.

Kahvenin en açık tonuna sahip saçları yerli yerindeydi. Buğday teni koyulaşmıştı. Hafif sakalları vardı. Yüzünde hatırladığım o çocuksuluk kalmamıştı ama hala derinlerde o çocuğun varlığını hissettiriyordu. Gözleri, en çok gözleri ele veriyordu insanı çünkü her şey ne kadar değişirse değişsin gözler aynıydı bakışları ben yetişkinliğimin verdiği durgunlukla birlikte eski zamanlardan tanıdığın yaramaz çocuğum diyordu.

Çünkü gözler değişmezdi ve gözler yalan söylemezdi.

''Kızı boğdun Doğu çekil de azıcık biz sarılalım.''

Birbirimizden zar zor ayrıldığında benim sessizce akan göz yaşlarımla ıslanan gözlerim onun ıslak gözleriyle buluşmuştu. Burnunu çekip göz yaşımı sildiğinde eski Doğu'nun hala aramızda olduğuna emin olmuştum.

''Çok özledim yengeciğim.'' Küçük bir çocukmuş gibi çıkan sesine karşın başımı sallayıp ben de onun gözlerini sildim.

''Ben de çok özledim yengeci ben de.'' bir kez daha sarılıp ayrıldığımızda bu sefer arkada duran Ulaş'ı görmüştüm. Ulaş, aynı yaşta olmamıza rağmen bize karşı kendisini hep sorumlu hissetmişti. Kendisini abimiz yerine koyarak koruyup kollardı hep. Bugün de yine şaşırtmamıştı abiliğini yapıp önceliğini Doğu'ya vermiş ve herkes birbirine çoktan sarılmışken kendisini en sona bırakmıştı. Mert ve Doğu'nun aksine daha iri bir bedeni vardı önüne dökülen siyah saçlarının arkasında beyaz teninde parlayan iri koyu kahverengi gözleri dolu dolu olmuştu. Evet, Ulaş'ın beyaz bir teni vardı ve hep spora meraklı biriydi bu yüzden lise yıllarında da biraz iri kıyımdı. Ağlayacak gibi olsa da ağlamazdı. Ulaş sert bir adamdı en fazla gözleri dolardı yine de ağlamazdı.

İki yana açıp beni bekleyen kollarının arasına girdiğimde boylarımız yetişmediği için beni havaya kaldırıp etrafında bir tur döndürmüştü.

''Hayırsızsın Deniz hem de çok hayırsızsın.'' kulağıma fısıldadığı sitemine karşın gülmüştüm.

Beni yere bıraktığında işaret parmağını ağlamaktan kızardığını bildiğim burnuma dokundurmuştu.

''Ayrıca görüşmeyeli sulu göz olmuşsun önceden olsa yüzünü buruşturur abartma derdin.''

''Doğu kadar olmasa da.''

''Kimse onun kadar olamaz zaten o ağlamak konusunda kimseye meydanı bırakmıyor. Hala nasıl polis olduğunu anlamış değilim.''

''Ben buradayım. Hem tahminen ne zaman polis olduğuma inanacaksınız?'' diye araya karıştı Doğu.

''Hiçbir zaman.'' dedik hep bir ağızdan.

Bazı şeyler gerçekten değişmiyordu.

''Hadi bizim eve geçip çay içelim itiraz istemiyorum. Konuşacak şeylerimiz olduğunu biliyorsunuz.''

Hep birlikte bizim eve geçmiştik. Ben soluğu mutfakta almıştım. Çayları hazırladığımda içeride hoş bir sohbet vardı ama eskisinden çok farklıydı. Sanırım o eski zamanları aramaktan hiç vazgeçmeyeceğiz. Çayların yanına bisküvileri de koyup içeri geçtim. Mert benim daha dün oturup onun hayalini kurduğum yerde duruyordu. Kızlarla döşediğimiz pencere koltuğunda oturmuş dışarıyı seyrediyordu.

Bu çok tuhaftı işte.

''Deniz istersen bana ver.'' Dolunay konuşana kadar ayakta dikildiğimin farkında değildim.

Mert başını camdan çevirip bana dönerken ben elimdekileri sehpaya bırakıp herkese çayını ikram etmiştim. Geri oturmak için yer baktığımda arkamda duran pufa oturdum. Tam Mert'in karşısında duruyordum. Az öncekinin aksine ikimiz arasında gidip gelen bakışmaların eşlik ettiği bir sessizlik hakimdi. Ben sadece elimdeki çaya bakıyordum başımı kaldırırsam onunla göz göze gelmekten korkuyordum. Üzerimdeki bakışlarının farkındaydım. Yansı'nın Dolunay'ı dürtmesiyle birlikte gelen yalancı öksürükleri bizi sonunda rahatsız edici durumdan kurtarmıştı.

''Bilerek mi karşı binamızı tuttunuz ?'' diye sordu Dolunay şüpheli gözlerinin hedefi tabi ki Ulaş'tı.

Asla kavga etmeden iki dakika durmayın.

''Hayır, ben zaten Ankara'ya taşınmaya karar vermiştim. Tarih yaklaştığı için Mert'te buraya gelecekti. Biz de birlikte yaşarsak en azından şu lanet iş bitene kadar daha iyi olur dedik.''

Üç erkek aynı evde öğrenci evi gibi hayali bile kötüydü.

Ulaş, işletme bölümünü bitirir bitirmez kendine fıtness salonu açmıştı. Hayatı boyunca ailesinin üstünde kurduğu baskılarına boyun eğmemiş buna onların okumasını istediği bölümü tercih etmeyerek son noktayı koymuştu. Benim Ankara'ya geldiğim zamanlarda ailesi ile kötü bir tartışmaya girmişti ve işe girip evi terk etmişti. Bunun üstüne dedesi eğer üniversiteyi bitirirse ona hakkı olan parayı vereceğini tek şartının istediği bölümde üniversiteyi bitirmesi yönündeydi.

''İşin ne olacak?'' soruma karşın çayından bir yudum alıp cevap verdi.

'' Burada bir yer daha açmayı düşünüyordum zaten.''

''Sen ne kadar kazanıyorsun Allah aşkına?'' Dolunay içinde tutmaktan dayanamadığını belli ederek sorunca istemsiz gülmüştüm.

''Vallahi iyi kazanıyorum Ay.''

''Şöyle deme bana!''

''Neyi demeyeyim Ay?''

''Adım Dolunay.''

''Biliyorum Ay.''

''Bu adam verem edecek beni!'' Dolunay dayanamayıp isyan ettiğinde Yansı hemen konuyu değiştirmiş merak ettiğim kişiye yöneltmişti.

''Mert sen neler yapıyorsun? Aldık haberlerini ama uzun zaman oldu.''

Sonunda ona adam akıllı bakabilmiştim. Başını yavaşça Yansı'ya çevirdiğinde sakin bir şekilde cevap vermişti. Aradan geçen altı yıl onu fazlasıyla olgun biri yapmıştı tabi yaşanmışlıkların da etkisi büyüktü

'' Ne olsun, okul bitti özel bir okulda öğretmenlik yapıyordum.''

Öğretmen mi olmuştu? Ne öğretmeni olmuştu? Onu hiç soramamıştım ki bu zamana kadar.

Hem Manken gibi öğretmen mi olur ya?

"Nasıl iş buldun? Edebiyat öğretmenliği için zor olmuştur şimdi iş bulmak."

" Tanıdık bir yer vardı, sağ olsunlar kabul ettiler. Sorun maaştı ek işlere de gitmem gerekti."

"Neden ki? Kazandığın yetmiştir sana."

Yansı bazen Türkiye' de yaşamıyormuşuz gibi konuşuyor. Kimin kazandığı kime yetmiş?

'' Kenara para koymak gerekiyor ."

Bana bakarak konuştuğunda onu ilk gördüğüm zaman dışında ikinci kez göz göze gelmiştik.

Utanıp gözlerimi kaçırmıştım hemen.

''Doğu sen ne yaptın?''

Doğu dört yıldır Ankara İzmir arasında mekik dokuyordu. Buraya geldiğinde hemen dönmesi gerektiği için doğru düzgün görüşememiştik.

''Ben de polis oldum işte siz inanmasanız da.'' koltuğa sırtını dayayıp bir ayağını ötekinin üstüne atıp rahat bir pozisyona geçmişti.

''Onu demiyor Doğu malum herkes biliyor polis olduğunu. Bir televizyona çıkıp duyurmadığın kaldı.'' dedi Ulaş ayağına vurup yere indirmesini sağlarken.

''Bir kere annem ben polis olduğumda Mevlid okuttu.''

''O, sen polis olduğun için değil işsiz kalmadığın için Mevlit okuttu. Kadın ilk maaşını aldığında bile senin polis olduğuna inanmıyordu.'' Dolunay'ın dediği üzerine Doğu sitemle ona döndü.

''Sende mi yenge?''

''Sen yenge demeye devam edersen daha çok karşılaşırsın böyle manzaralarla.''

Oflayıp bu sefer ciddi bir şekilde konuşmaya başladı.

''Kıraç'la konuştuk yarın merkeze geleceksiniz sonunda başlayacağız.''

''Operasyon diyorsun.'' dedi Dolunay

''Biraz öyle olacak sanırım.''

Yarınki meseleyi de hallettiğimiz de ortama az önceki sessizlik çökmüştü ve bakışlar yine Mert ve benim aramda gidip geliyordu. Ben ellerimle oynuyor arada bir onlara bakıp gülümsüyordum. Konuşmaktan çaylarını da içememişler ki tazeleme bahanesiyle kaçayım. Dolunay'ın gözlerinin içine baktım dik kafana çayı diye ama aldığım karşılık çok sıcak manyak ateşin içine atmış getirmişsin önümüze cümlesinden öteye gitmemişti.

Evet sadece bakışarak bütün bunları konuşmuştuk.

"Fenalık geçireceğim şimdi. Ne gerildiniz öyle! Lisede böyle değildiniz baya arsız bir şeydiniz ne bu böyle utanmalar filan? " Dolunay gerçekten çok sabırsız biriydi bir anda parlamalarının tek sebebi buydu.

Ayrıca ben liseli olsam ona bakmaktan ders dinleyemezdim.

Yansı yine olayı toparlamak için bir hışım ayaklanmıştı.

''Dolunay kalk da Ulaş ve Doğu'ya evlerini gezdirelim.''

''Evin neresini gezdireceğiz burası gibi buraya baksınlar işte!'' dedi Dolunay bütün umursamazlığıyla.

Sonunda Yansı yanına gidip onu zorla ayağa kaldırmıştı.

''Ortamdaki havayı anla arada.''

O sırada Dolunay kolunu kurtarmaya çalışırken önce benimle göz göze gelmiş sonra da Mert'e bakmıştı

''Ha, anladım hadi gelin gidelim. Eksiklere de bakacaktık zaten değil mi?''

Hiç belli etmediler gerçekten!

Birbirlerini sürüye sürüye evden çıkıp bizi yalnız bıraktıklarında yerimde rahatsızca kıpırdandım. Ayrıca geçen hafta temizliği kim yapmıştı? Yere paspas sürme zahmetine bile girmemiş. Hayır iki saat bakmasak fark edemeyeceğiz sanki. Evet sürekli yere bakınca evin pis olduğunu anlamıştım.

Bir de az önce üç erkek aynı evde kalacak diye yadırgadım dön de önce bir kendi çöpüne bak.

"Nasılsın?"

Ben kendi içimde bin bir tane saçma çatışmaya girerken düşüncelerimin arasına her zamankinin aksine bu sefer gerçekten onun sesi karışmıştı. Önce bana sorduğunu anlamamış neredeyse kime sorduğunu anlamak için arkama bakacaktım.

O kadar dalgındım ki yerinden kalkıp yanımdaki koltuğa oturduğunu bile fark etmemiştim.

"İyiyim." dedim zar zor bulduğum sesimle.

Değilim

"Sen nasılsın?" Diye sordum

"Seni gördüm iyi oldum."

Cevabına karşı afalladım. Beni görünce kötü olması gerekiyordu iyi değil. Korktuğum gibi gitmiyordu ve ben bundan daha çok korkuyordum.

"Okula geç başlamışsın."

"Öyle oldu evet."

Biraz da sen geç başladığın için diyemedim.

Uzakta da olsak beraber geçirmiş gibi olsun diye seni bekledim.

''6 yıl. '' dudaklarının arasından çıkan o sayıya kendisi de inanamıyordu.

''Bir ömür gibi.'' diye devam ettim

''Neden üniversiteye geç başladın? ''

Omuz silktim.

''Sağlıklı düşünemiyordum.''

''Hangi bölümü okuyorsun?''

''Edebiyat''

Severiz dedim içimden

''Kitapçın varmış.''

Evet birlikte bakarız diye açtım diyemedim. Benim yüzümden geç kaldığın hayalini seninle yaşamak isteyecek kadar bencilim diyemedim.

''Ziyaret etmek isterim.''

Ne demek senin orası diyemedim. Diyemediklerim yüreğime battı.

''Deniz.''

''Mert.'' İkimizde aynı anda konuşmuştuk.

Gülümseyip önceliği bana verdi. Ben parmaklarımla oynarken merak ettiğim soruyu sormuştum.

''Kızmayacak mısın?''

''Hayır!''

''Neden?''

''Kızgın değilim?''

''Peki hiç mi kırılmadın?''

''Çok kırıldım.'' dedi gözlerini gözlerimden ayırmayıp bütün dürüstlüğüyle cevap vermişti.

''O zaman niye öyle bakıyorsun?''

''Nasıl bakıyorum?''

''Öyle gözlerinde sevgi ve özlemle.''

''Çünkü sana karşı sadece özlem ve sevgi duyuyorum.''

Dilimi ısırdım. Kanım kaynamaya içimde bir öfke yeşermeye başlamıştı.

''Neden diye sormayacak mısın?''

Arkasına yaslandı.

''Bir bildiğin vardır.''

Ne bildiğim olacak be adam! Hayatın kayıyordu neredeyse!

''Ya yoksa?''

Kısa bir an durdu tebessüm etti ve cevap verdi.

'' O zaman da bir bildiğin vardır.''

Dayanamayıp ayağa kalkmıştım.

'' Benden intikam alacağını söyle, bir şey yap kızgınca bak gittiğim günkü gibi bak, canımı yak, bir şey yap be adam, böyle durma! Biliyorum sen öyle şeyler yapmazsın ama bana yap ne olur yap!''

Yanıma gelip karşımda durduğunda aktığını bilmediğim göz yaşımı eliyle silmişti.

''Kıyamam ki.'' cevabıyla acı içinde kapattım gözlerimi.

Islak kirpiklerimin ardından vicdanımın yalvaran sesinin dilime yansıyışını duydum.

''Kıy bana, ne olur kıy ki vicdanım rahat etsin!''

Evet kendi vicdanımı düşünüyordum. Çok zordu, o yükü taşımak çok zordu.

''Böyle daha çok yakarsın canımı.''

''Öbür türlü de ben dayanamam.''

Ne yapacaktık o zaman biz?

O kıyamıyor o kıyamadıkça benim vicdanım bıçak gibi göğsümde batıp çıkıyor.

Alayla gülümseyip uzaklaştım ondan.

''Normal davranalım Mert, normal iki insan gibi ama sen derinlere sakladığın o öfkeni bana kusmadıkça ikimizde rahat edemeyeceğiz.''

Ben kollarımı göğsümün üzerinde bağlayıp onun ayaklarına bakarken o birkaç saniye bana bakmış. Saçıma dokunmak isteyen eli ona engel olan bir şey varmışçasına havada kalmıştı. Sonunda bir hışımla yanımdan çıkıp gittiğinde ben ancak kafamı kaldırıp arkasından bakmıştım. Kapıyı sertçe çarpıp çıkarken diğerlerinin bizi izlediğini yeni fark etmiştim. Ne zamandır oradaydılar bilmiyorum.

Bildiğim tek şey o eli havada bırakan şeyin onun içinde tuttuğu öfkesi olduğuydu. Sevgisini öfkesine siper etmeyi seçmişti.

---------------------------------------------

''O ne derse yapacaksınız biz de sizi takip ediyor olacağız. Biz de bir zayıflık bulup onu yakalayacağız.''

Karakolun toplantı odasında başımızdaki beladan kurtulmak için yapılan planı dinliyorduk. Pek iç açıcı bir planımız olduğu söylenemezdi.

''Şimdi ben doğru anlamış mıyım? Siz diyorsunuz ki bu psikopatı bulmanın en iyi yolu onun istediklerini harfiyen yerine getirmemiz . 4 yılın sonunda oluşturduğunuz plana saygı duyuyorum ama onun bunu düşünmediğini sanmıyorum.'' Dediğimde Kıraç sinirle bana bakmaya başlamıştı.

''Daha iyi bir fikrin var mı? Ayrıca yalnız olmayacaksınız Doğu'da sizin yanınızda bulunacak.''

Çileden çıkacak gibiydi. Kıraç fazla sabırsız bir kişiliğe sahip 28 yaşlarında sarışın mavi gözlü sinir bozucu herifin tekiydi. Dört yıldır tehdit mesajları alıyorduk. Bunu kimin yaptığı ise meçhuldü çünkü polis bile onu bulamamıştı. Tehlikeli biri olduğu apaçık ortadaydı. Kıraç, rütbeli bir devlet çalışanı olmasından şüpheleniyordu. Hepimiz bu konuda hem fikirdik ama öyle birinin bizim gibi insanlarla ne gibi bir derdi olabileceğini kestiremiyorduk. Son olarak 1 Haziran' nın her şeyin başlangıcı olacağı ve ne isterse yapmamız gerektiğine dair aldığımız son mesajla hepimiz bir araya gelmiştik.

''İyi bir fikrim yok çünkü zaten bu olayda yapabileceğimiz iyi bir plan yok. Siz daha kötü bir planın var mı diye sorarsanız daha makul olurdu.''

''Karşınızda polis var biliyorsunuz değil mi?''

Konumuzla ilgisi ne? Biraz sesimi yükseltmişsem ne olmuş yani?

''Biliyorum küstahlığımı mazur görün polise askere saygımız sonsuz fakat bizim de peşimizde ne yapabileceğini bilmediğimiz bir psikopat var. Siz de bizi anlayın.''

Yansı'nın dudaklarındaki belli belirsiz bir gülümseme görür gibi oldum.

''Ya suç işlememizi isterse?''

''Merak etmeyin bir şekilde sizi kurtarırız.'' Kıraç'ın kendinden emin cevabıyla hepimiz tereddüt içinde birbirimize bakmıştık.

Hepimiz şundan hem fikirdik berbat bir plandı.

''Ucu açık bir plan farkındasınız değil mi? Bizi nasıl işlememizi istediği suçtan koruyacaksınız?'' diye sordu Ulaş.

''Yansı'nın kafasındaki kitapta değiliz. Bize bir sıksa ölür gideriz. Üstelik sizin bile ulaşamadığınız birinden bahsediyoruz.''

Yansı kaşlarını çatıp Dolunay'a baktı.

''Emin ol kafamın içindeki kitap şu an içinde bulunduğumuz kitaptan daha korkunç.''

Yansı'nın sürekli bir kitapta olduğumuzu söylemesi kendimi sorgulamama sebep oluyordu. Bir kitap için fazla mantıklı insanlardık bence.

Hayır fantastik güçlerimiz filan da yok.

''Peki bu konuyu hallettiğimizi düşünüyorum.'' dedi Kıraç emin olmak istercesine hepimize bakarken.

Aldığı cevapsa konuyu bir tek kendisinin hallettiği yönündeydi . Biz halletmemiştik.

Pes etmişçesine nefesini üflerken iki elini masanın üstüne koyup gözlerini hepimizde gezdirerek üzerimizde baskı kurmaya çalışan bir havası vardı.

''Gelelim katilimizin kim olabileceğine hepinizle daha önce konuştum. Anlattıklarınız ve bizim bildiklerimiz dışında hiç mi hatırladığınız bir olay yok? Karıştığınız bir olaydan edinebileceğiniz bir düşman biliyor musunuz? Suça filan hiç mi bulaşmadınız?''

Duymamış gibi sessizce tavanı izlemeye dalmışken Doğu ıslık çalıp gözlerini kaçırıyor, Ulaş ve Mert masayı inceliyor, Dolunay ve Yansı ise ara ara birbirlerine laf atıyordu.

Bu duymamazlıktan gelme işini çok iyi yapıyorduk bence.

''Lan size diyorum!'' Kıraç Bir elini masaya vurup bağırdığında hepimiz yerimizden sıçramıştık.

Adam delirdi sonunda.

"Aa bize mi diyordun?" dedi Doğu yalancı bir şaşkınlıkla.

Hadi biz neyse de Doğucum adam senin kıdemlin hatırlatmak isterim. Biz gideriz sen kalırsın koçum yapma.

"Biz de öyle dalmışız!" diye destekledi onu Yansı.

"Atarım hepinizi içeri görürsünüz dalmayı. Şimdi anlatın bildiklerimiz dışında var mı bir vukuatınız? "

Hepimiz birbirimize bakarken bir suç görüyor hangisini anlatsak kararsız kalıyorduk.

En sonunda Ulaş sandalyesinde dikleşip dirseğini masaya dayadı.

"Şimdi suç olayına girersek çok parlak bir geçmişimiz yok mesela şu çipil çipil bakan ama özünde kenafir gözlü arkadaşın yaş on da bir yangın vukuatı var."

Dolunay'ı işaret ettiğinde kız gözlerini kapatıp ağzının içinden konuşmaya başlamış ellerini sıkıyordu. Neyse ki karakoldayız Ulaş'a saldıramaz.

"Allah'ım bir insan hiç mi değişmez? Ulaş bilerek olmadı diyorum yıllardır." Büyük bir sabır örneği gösteriyor bence.

"Şimdi iki mahalleyi birbirine kırdırmıştık o sayılır mı?''

Doğu'nun kulağına eğildim.

''Doğucum polissin sen. Burada oturup suçlarından mı konuşacaksın gerçekten? İstersen ortamı da sohbete uygun hale getirelim.''

''Doğru ya ben polistim. Karşılarında oturunca şahit filan sandım kendimi.''

Hadi biz unutuyoruz tamam da sen nasıl unuttun acaba?

''Ne güzel günlerdi be mahalle bizim ev kiraydı.'' Mert sen böyle dersen öğrencilerin neler der.

''Ev de bizimdi.'' dedi Ulaş.

''Mahalle hepten bizimdi en çok bizim hakkımız var orda.'' Doğucum mahalle de değil görev yaptığın karakoldayız ama sen bilirsin.

''İşte bu yüzden peşimizde bir katilin olması bana şaşırtıcı gelmiyor.'' Yansı sana ne şaşırtıcı geliyor ki?

''O değil de katil mahalleden biriyse adam haklı olabilir, biz de az mafya değildik şimdi.''

Ben dışımdan mı konuşmuştum? Evet, dışımdan konuşmuştum.

''İzmir'de de serseri olmazsın ya!'' dedi Dolunay gülerek. İzmir dışardan fazla mı elit görünüyor acaba?

Kendi aramızda konuşup gülüşürken birinin gür sesi aramıza karıştığında put gibi donup kalmıştık.

''Yunus, gel sen at hepsini içeri akılları başlarına anca öyle gelir!''

Bakışlarımız simasına alışkın olduğumuz ve bize doğru gülümseyerek gelen Yunus'a kaydığında aramızdan sadece Doğu sağ elini havaya kaldırıp konuşabilmişti.

''Ben polisim benim onlarla bir alakam yok. Onları ben götürebilir miyim?''

Yüzsüz!

----------------------------------------------------------------------------------

''18 yaş altı olduğumuzdan nezarethaneye düşmediğimiz suçlar için şimdi hapiste olduğumuza inanamıyorum.'' Dolunay bir o tarafa bir bu tarafa gidip gelirken nezarethaneden olmamızdan daha korkutucu olan tarafın kendisiyle nezarethanede olmamız olduğunu bize hatırlatıyordu.

Yakın zamanda birini dövecek hissediyorum ama kimi dövecek onu bir türlü bulamadım işte!

''O zamanki suçlarımızın kefaretini ödüyoruz.'' dedi Ulaş başını duvara yaslamış gözleri kapalı derin derin düşüncelere dalarken.

Ne ara o denli derin düşünecek kadar hapiste kaldık?

''Ne demeye anlatamayacağımız olaylara bulaşırız ki?'' Bunu diyen Dolunay'dı. Mahalledeki ilk büyük kavgamızı uğruna yaptığımız kız.

''Aşağı mahalledekilerle kavga edip diye ben mi dedim size?” Mert uzun zamandır görmediğim siniriyle ortama giriş yapmıştı.

''Oğlum ne kavgaydı be!'' Doğu sen orada mısın?

''Söyleyen de sütten çıkmış ak kaşık olsa...'' dediğimde Mert'in bakışları beni bulmuş ''Bunu söyleyen sen misin?'' demişti.

Az öncekinden daha düşük bir tonda cevap verdim.

'' Her güzelin bir kusuru vardır.'' diye cevap verdiğimde gülmüştü. Gülüşünü özlemişim. Biz böyle tatlı tatlı dururken Yansı araya girmişti.

İkimizde de kişilik bozukluğu olduğunu düşündüğüne eminim.

''Bırakın şimdi romantizmi. Dolunay sen değil miydin bana laf attılar diye gelen?''

''Sonra yürüdüler de dedin.'' Yansı'nın şıracısı olan Doğu'da görevini layığıyla yerine getirerek ona destek çıkmıştı.

''Hatta yürümek ne koştular dedin.'' diye düzelttim Doğu'yu

''Bana yürüdüler dedim diye neden bana yürüyene uçan tekme atıyorsunuz?''

''Haspama bak biz onun için tekme tokat dayak yiyelim o gelsin bize niye tokat atmadınız da uçan tekme attınız diye sorsun. Hepimizi sıraya dizip iyi dövüşenden kötü dövüşene doğru çikolata dağıtırken iyiydi.'' dediğim zaman Doğu o günü hatırlayıp ağlamaklı bir hal almıştı.

''En küçük çikolatayı da bana vermiştin.''

''Bizimle birlikte gazlanan da sendin.'' dedi Ulaş. Ona da Dolunay'a karşı bir koz olmasın zaten hemen biter orada. Dolunay konusunda bir taraftan sinirliydim ama kendi aralarındaki mevzuydu sonuçta.

''Ayrıca o gün adamın kafasını ısıran sendin diye hatırlıyorum.'' Yansı' da son kurşunu attığında Dolunay daha fazla dayanamamıştı.

''Tamam susun!''

Ya haklıyız diye sindiremedi ya da keşke kafasını kırsaydım diye düşündü. İkincisi daha büyük bir ihtimal.

Aklına ne geldiyse bir anda gözleri parlayıp Ulaş'a dönmüştü.

'' Tülay Teyze'nin evine hırsız gibi giren kimdi?''

Bütün kirli çamaşırları dökecek miyiz şimdi? Ne gerek var canım?

Ulaş kaşlarını çatıp yaslandığı duvardan kafasını kaldırmış ona sinsice gülümseyen Dolunay'a bakmıştı

''O zamanlar küçüktüm, topum kaçmıştı.''

''Lisedeyken de mi küçüktün?''

''Sen demedin mi kolyemi aldı vermedi diye yanıma gelen?''

Bak bu kısmı bilmiyordum. Demek o yüzden girmiş eve ben yıllarca yanlış anlamışım.

''Hadi kadının evine girdiniz , neden eşinin onu aldattığı anın videosunu çekip mahalleye yaydınız? Tüm mahalle sayenizde travma geçirdi.'' Mert'in konuşmasıyla o görüntüler gözümün önüne gelmiş yüzümü buruşturmuştum.

Cidden travmaydı.

Ulaş, Dolunay'ı işaret edip kendini savunmaya geçmişti.

''Hepsi onun yüzünden feminist feminist konuştu. Yok kadının bilmesi gerekiyormuş yok efendim aldatıldığını bilmek onun hakkıymış. Al öğrendi de ne oldu? Boşadı mı kocasını? Hayır. Senin yüzünden adım az kalsın röntgenci diye çıkacaktı .''

Dolunay'ın ağzından çıkan cümleleri onu taklit ederek söylemesine gülmeden edememiştik.

''Hadi tamam bizi geçtim bu ikisi neden kimya hocasının evine girdi? Bizim bu evlerle derdimiz nedir?'' Dolunay kendilerini çabuk es geçmişti. O da biliyor sonu olmadığını. İşin içinden çıkamadı hemen radarlarını Doğu ve Yansı'ya çevirdi. İşte şu kadar sinsi olacaksın.

''Yaptığımız onca deneylere, her derste ona o kadar yardım etmemize ve o okulun gelmiş geçmiş en iyi performans ödevini yapmamıza rağmen hak ettiğimiz notu vermemişti gıcık kadın.'' Yansıcım nasıl deneyler olduğunu ayrıntılarıyla anlatmak ister misin?

''Hatta şimdi okula bile sorun. Bizden güzel kimya performansı yapan çıkmış mı? Ne yapsaydık onca emeğimizin karşılığını yanına mı bıraksaydık?'' diye destek çıktı Doğu

Doğu, sen ve Yansı kimsenin yanına bir şey bırakmıyorsunuz ki size bulaşanı soyup soğana çeviriyorsunuz. Bunu sesli söylemedim tabi ki bu ikisi benim de yanıma bırakmaz.

''Bırakmadınız zaten kadın ertesi gün gördüğü herkese evimde cin var diye söylenerek gezindi. Sizin yüzünüzden evini değiştirdi!''

''Ne olmuş yani Dolunay evini değiştirene kadar ruh şakası yaptıysak? '' Bilmem en fazla kadın tedavi görmüştür.

''Peki millette Yansı ve Doğu'ya hak ettiği notları vermedi o yüzden cinler ona kızmış olabilir diye söylenti çıkaran kimdi?'' dediğimde birbirlerine bakıp bahane bulmaya çalışmışlardı.

''Sonuçta hakkımızı alınca bıraktık.''

''Kadın okul bitene kadar size tüm yıl laboratuvarın anahtarını verdi. En son Doğu kötü adam kahkahası atıp zehirli bitki yetiştiriyordu.''

''Zehirli bitki filan yetiştirmiyorduk Dolunay. Kaç defa söyledim sana!'' diye çıkıştı Doğu.

Bu olay okulun ilk yıllarında kimya dersi aldığımız zamanlar yaşanmıştı. Sonucu ise okul bitene kadar sürmüştü.

''Peki bu bitirim ikili hakkında niye hiç konuşmuyoruz?'' Yansı'nın okları Mert ve bize çevirmesiyle kıstığım gözlerimle ona baktım.

Sıkışan topu başkasına atıyordu.

''Aynen siz iki manyak neden okuldaki hocaların ilişkisi olduğunu mikrofondan bütün okula duyurdunuz?'' dedi Ulaş. Az önce birine attığı uçan tekme yüzünden yargılanmamış gibi bize hesap soruyordu.

''Mikrofonun açık olduğunu fark etmemiştik. Kendi aramızda bilgi alışverişi yapıyorduk.'' Olayı çok masum bir şeymiş gibi anlatınca bana da tatlı gelmişti.

Gerçekten tören sırasında sunuculuk yapıyorduk. Arka tarafta müdür yardımcısıyla ikisinin gülüştüğünü fark edince kuliste beklerken onlar hakkında konuşmaya başladık. Sonra bir baktık ki elimizdeki mikrofonlar açık. Allah'tan o kadar kötü laf etmedik yoksa zor kurtarırdık paçayı.

''Dedikodu yapasınız o an mı tuttu yani?'' Dolunay tatlılık filan dinlemeyip suçlamalara devam ediyordu.

Sanki sorgudayız herkes birbirine atıyor suçu

''Bakışıp gülüşüyorlardı çok belliydi zaten!'' dedi Mert benim suç ortağım olarak.

''O beden hocası sinirimi bozuyordu.'' dedim ben de. Gerçekten sinirimi bozuyordu sırf çok koşmaya hevesim yok diye sözlümü kırıp sınavda çoğu kişinin yaptığı hatadan kırmadığı notu bir tek benden kırmıştı. O da beni sevmiyordu.

''Kadın, bir dönem girdi girmedi derslere ne ara bozdu sinirini? Ne yaptı da bu denli bozmuş olabilir?'' dedi Dolunay.

Siz beden notlarını görmediniz tabi.

''Ben de müdür yardımcısını sevmiyordum.'' Mert böyle söylediğinde hepimiz ilk defa birinin bahanesine hak veren bakışlar atıyorduk.

''Dünyada Müdür yardımcılarını seven mi var? Çocuk haklı.'' Ulaş elini Mert'in omzuna koyup destek vermişti.

O kadar suç anlattık niye sıra bizimkine geldiğine tek suçlu ben çıktım?

''Müdürcüğümüzü de üzüyordu.'' dedi Doğu.

''Peki, Allah aşkına o duvarı niye yıktınız?'' Mert ise aldığı topu tekrar Dolunay ve Ulaş'a göndermişti.

''Yıkmadık duvar yıkılmış zaten!'' diye savunmaya geçti Dolunay.

''Koca inşaat çöktü sizin yüzünüzden.'' dedim

''Adamlar yıkacak yer arıyordu ben de o dönem aşağı mahalledekilere sinirliyim yıktırdım duvarı ne olmuş yani?''

Bizim bitmeyen aşağı mahalle çocukları çilemiz ya!

O zaman aşağı mahallenin çocuklarıyla duvar yazıları ile atışıyorduk. Bir onlar yazıyordu bir biz yazıyorduk sonunda çok sinirimize dokunan bir cevap verdiklerinde Ulaş o zaman gelen inşaatçıları asıl yıkılacak yer yerine yazıları yazdığımız duvara yönlendirmişti. Sonuç olarak biz de cevabımızı böyle vermiştik. Bir daha da bize cevap verememişlerdi zaten.

''Mert seninkini hala çözebilmiş değilim. Nasıl oluyor da bizim mahalle muhtarının evine attığın taşla kırdığın camın suçunu aşağı mahalleye atıp onlar yapmış gibi göstererek kavga çıkartabildin? Ufacık taşla nasıl bütün semti karakolluk ettiğini anlatsana.''

Mert kafasını yasladığı duvardan gururla omuzlarını dikleştirip yüzüne kondurduğu tebessümle Ulaş'a bakıp cevap vermişti.

''En afilisi de benimmiş yalnız.''

Aşağı mahallenin muhtarına yardıma ihtiyacı olan evleri söylediğimizde burun kıvırmıştı. Gelen yardımları sürekli kendi tanıdıklarına dağıtıyordu. Kendi mahalle muhtarımıza söylediğimizde de umursamayınca en sonunda Mert çocuk aklıyla dayanamamıştı. Aşağı mahalle muhtarının arada bizimkinin evinin önünden geçerek kendi mahallesine gittiğini bildiği için pusuya yatmış tam oradan geçerken de bizimkinin camını kırmış ve suçta ona kalmıştı. Sonuç olarak tüm mahalle birbirine girmiş iki muhtarda bir güzel birbirini dövmüştü. Biz de fırsattan istifade hiç sorgulamamış sinir olduğumuz çocuklara bir iki tane geçirip evlerin çatısının üstüne oturarak kavgayı izlemiştik.

Bu suçlamaların bir sonu olmayacağı için hepimiz pes edip olduğumuz yere çöktük

''Güzeldik.'' dedi Dolunay gülümseyen sesiyle

''Çok güzeldik.'' diye ekledim.

Bir süre sessizlik sonra Yansı'nın mırıltı gibi çıkan sesini duyduk

''Ah nerde bizdeki eski neşe.'' Bunu bir şarkı sözü gibi değil öylesine bir cümle olarak söylemişti.

Biz nezarethanede ancak bunu söyleyebilirdik.

''Bile bile daldık ateşe'' diye devam ettim

''Kimse tutmadı elimizden.'' dedi Mert

''Her bela geldi peş peşe .''

Son kısmı aynı anda söyledikten sonra kahkahamıza engel olamamış sonra da hepimiz şarkının bir ucundan tutup hatırladığımız kadarıyla söylemeye devam etmiştik.

GEÇMİŞ ZAMAN (İZMİR)

10.sınıf yılları

''Nereye?'' dedi Yansı. Elinden tutmuş sürüklüyordum onu.

''Okuldan kaçacağız.'' Doğu'nun cevabına karşın kafası karışmış bir halde tekrar soru sordu.

''Neden?''

''Canım istedi.'' Hayır, Fizik dersi vardı.

Şu alan seçme olayını niye 9. sınıftan yapmıyoruz? Diğerlerini bilmem ama benim aklım eriyor. Neyi sevmediğimi de gayet iyi biliyorum. 10. sınıfta okuldan kaçıyorsak tamamen Fizik dersi yüzündendi. Yakalanırsak en fazla öğretmenlerin zihninde on birinci sınıfta da okulu başımıza yıkar bunlar şeklinde bir düşünce belirirdi. Tamam canım o kadarını yapmayız. Cam bile kıramayız biz.

''Ben gelmiyorum.'' dedi Yansı elini çekerken.

''Neden?'' dedi Doğu sabırsızca. Dayak istiyor çünkü.

Omuz silkti

''Canım istemiyor.''

Yok ben de fiziği seviyorum.

Bunun üzerine ikisi meydan okuyan bakışlarla birbirlerine bakıyorlardı.

''Ya canınıza küfrederim şimdi sizin he! Okuldan kaçıyoruz bitti.'' dedim ikisinin arasına girerek.

Bu sefer kolundan tutup bizi bekleyen üçlünün yanına gidene kadar bırakmamıştım. Dövüşe dövüşe onların yanına gittiğimizde birbirimizin saçlarını çekmekten ve her fırsatta boş bulduğumuz yere vurmaktan harap haldeydik. Onun kolunu bıraktığında kolumda gördüğüm çiziklerle omzuna vurdum.

Dışardan gören birinin gözünde sanki ben kurban bayramında deve çekiyormuşum da o deve bir türlü gelmiyormuş ben de gelsin diye ona asılıyormuşum gibi durabilirdi.

Vurduğum yeri ovuştururken ''Ne zararı var da kaçıyoruz?'' dediğinde inanmayarak ona baktım.

Fizik diye bir ders koymuşlar bu hala ne zararı var diyor.

''Ders fizik, benim o hocaya tahammülüm Yunanlılara olan tahammülümden daha az. Bu kadın hasta da olmuyor nasıl bir bünyesi var ben anlamadım ki.''

''Duyduğuma göre 1 Mayıs'ta da gelmiş.'' dedi Dolunay

''Gelir o gelir. Kar tatili olduğunda bile gelmiş. Kadını iklim bile durduramıyor o kadar sayısalcı.''

''Ders fizik miydi?'' Hepimizi niye sadece kendimizle ilgileniyoruz?

''Bilsem o kadar uğraştırmazdım sizi. Ben güzel bir ders var sandım. Olsun yine de kaçmayalım kaçmak kötü kaçmak pis. Hem biz daha önce hiç kaçmadık ki ayrıca ne kadar kaçabiliriz fizikten.'' Böyle söylediğinde tam üstüne atlayacakken Mert önüme geçmiş ve meşhur kız kavgalarımızdan birini daha izlemek istemediğini belli etmişti.

Biz burada iki derste iki derstir girmeyelim yeter derdindeyiz kız bize neler diyor? Belki Fizik güzel bir derstir bilemem. Hiç doğru düzgün Fizik dersi alamadım. Çoğunlukla uyumakla ilgileniyordum. Bizim hocamız müfredat yetişsin diye fizik anlatmıyor sadece tahtaya yazı yazıyor. İnsan olarak iyi biriydi ama fizik hocası olarak kötüydü.

''Sen asıl neyden korkuyorsun Yansı?'' diye sordu Ulaş.

''Atlayacağımız duvardan.''

''Fizik dersi o duvardan daha korkunç emin ol. Duvardan düşüp kır bir yerini Fizik dersinden daha az yanar canın o derece söylüyorum.'' Bunları Dolunay'ın söylemesi ne kadar doğru bilmesem de kısa bir an düşünüp bize dönüş yapmıştı. Kızın içinde telefon hattı var sanırım. Bizim söylediklerimizden sonra önce kendini aklındaki kitaba bağlayıp soruyor. O tamam deyince de telefonu bize bağlıyor. Mantıksız ama güzel bir teori bence

''Tamam önce ben çıkayım.''

Korkulacak ne var anlamadım? Alt tarafı duvar en fazla ne kadar yüksek olabilir?

-----------------------------------------

''Ya ölürsek?''

Mert gülümsedi.

''Birimiz yaşayacaksak o sen olmalısın.''

Ancak bu kadar yüksek olabilirdi bizi hapse tıkmışlar da haberimiz yokmuş. Bu kadar yüksek duvar mı olur? Çıkmaya çıkıyorsun inmeye yürek bulamıyorsun.

Yansı ve Doğu bir süre sonra ayaklarını uzatarak yere oturmuş beni yükseklik korkum olduğuna dair şüpheye düşürecek duvara sırtlarını dayayarak saçma bir kimya muhabbeti döndürmeye başlamışlardı. Ulaş ve Dolunay yan yana bir ağaca yaslanmış kollarını da birbirine bağlayarak bizi izliyorlardı.

Aynı pozda durduklarını bildiklerini sanmıyorum.

''Duvar draması yapanı da gördü bu gözler.'' Dolunay yüzünü buruşturmuş bakışları ben ve Mert arasında gidip geliyordu.

''Oğlum ölçsek iki kişinin boyunu geçmez siz ciddi misiniz ?'' Ulaş'ta Dolunay'a katılınca sinirle ona bakmıştım.

Gel de şimdi okuldan kaçıyorlar diye bağırıp bütün okulu toplama başlarına.

''Yazılmış kitaplarla dalga geçiyorlar işte! Ben senin için ölürüm sen yaşamalısın falan diyenlerle...''

Yansı umursamazca elindeki kitaba bakarak konuştuğunda Doğu'da başını hafif eğmiş aynı sayfaya bakıyordu.

''Yansı sen duvardan atlamamak için Fizik dersine girmeyi bile göze almışken bu konu hakkında yorum yapma bence.'' Ulaş'ın lafına karşılık başını kaldırıp kaşlarını çatmıştı

''Ulaş bak bu sıralar Dolunay'la çok takılıyorsun sana da bulaştırmış uyuzluğunu.''

''Ben bu sıralar daha çok Doğu ile takılıyorum.''

''Tamam yılardır birbirimize fazla maruz kaldığımız için oluyor bunlar.'' dedi Dolunay

''Sen en son asilik edip başka arkadaşlar edineyim dediğinde başımıza gelenleri konuşmayalım istersen Ay.'' Ulaş asla Dolunay'a laf sokma fırsatını kaçırmıyordu asla!

'' İsmim Dolunay.''

''Biliyorum Ay.''

Dolunay sinirle soluduğunda kafasını bana çevirip öfkesini benden çıkartmıştı.

''Deniz atla artık! Rezilsiniz gerçekten.'' Ona dil çıkarttığımda hala korkuyla aşağıya bakıyordum.

''Mert tut tamam mı? Çok yüksek burası.''

'' Kızım atlayacaksan atla! Ders bitti.''

''Tamam be atlıyorum! Allah'ım sen günahlarımı affet.''

''Af dilemeyi okuldan kaçarken yapmak da ne bilim?''

''Sus sen!''

Dedikten sonra masum olduğuna inanmadığım bakışlarıma ona baktım

''Tutarsın değil mi?''

Allahım sen sabır ver! sen atara atar yapan kız değil misin? Karşıdan gelene bana bulaşırsanız sizi mahvederim havasında takılıyorsun. Bir duvardan atlayınca mı korku saldı?

''Bir yerlerimi kırarsan görürüsün.''

''Birine duvardan atlaması için neredeyse yalvaracağımı hiç düşünmemiştim.''

''Hayat işte Mertcim! Böyle yalvartırlar adamı.''

''Gidiyorum o zaman ben.'' Gitmek için hareketlendiğinde onu durdurdum.

''Saçmalama gel buraya!''

''Atla artık!'' Hepsi aynı anda söylediğinde sertçe yutkundum.

''Tamam canım kibarca söyleseydiniz de atlardım. Tut beni Mert!''

''Seni tutamazsam ben de düşerim?''

''Kendin düşmemek için beni tutacaksın yani.''

Gittikçe Yansı'nın bahsettiği kitaplardaki kızlara dönmüştüm duvarın tepesinde çocuğa trip atıyorum.

''Aynen Deniz aynen hadi atla be kızım!''

————-----------------------------------------------------------

İzmir'in sokaklarında oradan oraya sürüklemiştik kendimizi. Dostluğuyla düşmanlığıyla bu sokaklar bizimdi çünkü bizi her şeyimizle kabul etmişti biz de onu her şeyiyle kabul etmeliydik. Sonunda en sevdiğimiz yerden aldığımız kokoreçlerle bizim gibi pek çok öğrencinin uğrak yeri olan turşucuya gitmiştik.

Okuldan kaçıp turşucuda soluğu almamız tartışmaya kapalıydı.

''Abi sen ver bize en acısını bazılarının ifadesinin alınması gerekiyor.'' Ulaş böyle söyleyince Dolunay'da geri kalmamıştı.

''Aynen sen ver abi yalnız birileri ifade alayım derken kendisini sorgu masasında bulmasın.''

Kokoreçlerini birbirleriyle yarışmak için hızlıca bitirdiklerine eminim. Her konuda nasıl bu kadar yarışma heveslisi olup bunu yapmaktan yorulmuyorlardı anlamış değilim. Ben biriyle iki tur yarış yapsam bıkıyorum. Ulaş bize süre tutmamızı söylediğinde hepimizde dikkate almadığımızı belli eden onaylama mırıltıları çıkmıştı. Biz işin heyecanındaydık kimin kazandığıyla ilgilenmiyorduk sadece rekabetleri bizim için her zaman heyecanlı olmuştu. Biz işin izleme kısmını üstleniyorduk.

Peki, kim onları çok acı yerlerse midelerini bozabilecekleri konusunda uyaracak? Kimse tabi ki. Tek sebebi izlemenin zevkli olması değil onların bizi dinlemeyeceğini biliyor oluşumuzdu.

Soluksuz kalana kadar önlerinde duran buranın en acı biberlerini yemişlerdi. Harçlıklarımızı buna harcıyorduk. Evet, hayırsız evlatlardık. İkisinin de yüzü şişmiş, gözleri kıpkırmızı olmuştu. Sanırım bu zaman kadarki en kanlı yarışlarından biriydi çünkü bolca ten, kan ve gözyaşı vardı.

Fazla tuzlunun tansiyona olan zararını atlamışız. Neyse ya ölmezler!

Süre bitip onlar neredeyse ağızlarından duman çıkacak kadar nefes nefese kaldıklarında ortamda bir sükut hakimdi ve biz pür dikkat ikisini izliyorduk.

Bir ara Doğu'nun ayran içerken pipetinden çıkan ses sessizliği bozmuştu.

"Ee kim kazandı?" diye sordu Ulaş.

Acıdan devreleri yanmış hala kimin kazandığının derdindeler.

Biz sessizliğimiz korurken bu sefer Dolunay kızgınlıkla sordu.

''Saymadınız mı?''

Birbirimizi baktığımızda hiçbirimiz saymadığını anlamıştık. En sonunda sözü Doğu devraldı.

'' Dostluk kazandı.'' dediğinde ikisi de aynı anda bir küfür savurmuştu.

Gayet iyi anlaşıyorduk.

ŞİMDİKİ ZAMAN (ANKARA)

''Evet nasıl hissediyorsunuz?'' Kıraç'ın neşeli çıkan sesine karşılık hepimiz onu öldürmek ister gibi bakıyorduk.

Kendimizi yine toplantı odasında, bu sefer süt dökmüş kedi gibi aynı yerlere otururken bulmuştuk.

''Nezarethaneden yeni çıkmış gibi.'' dediğimde güldü.

''Olsun arada bir iyidir. İki saat girip çıkmak lazım. Evet, aklınız gelen bir şeyler var mı?''

Şu an aklımda seni bin parçaya bölüyorum. O yüzden aklımdan geçenleri bilmek istemezdi.

''Yok!'' dedik aynı anda.

''Peki, gidebilirsiniz . O zaman planı da kabul ettiğinizi varsayıyorum. 1 Haziran'dan itibaren Doğu bir arada olduğunuz zaman başınıza gelen en ufak şeyde bizi haberdar edecek.''

''Doğu'dan başka kimse olmayacak mı?''

Tam cevap verecekken Yansı ondan önce davranmıştı.

''Yüksek ihtimalle Doğu dışında başka bir polisin bizi takip etmesini istemeyecektir. Sanki polisle iş birliği içinde olduğumuzu bilmiyormuş gibi.''

Bu zamana kadar neden sustuğunu da çözememiştim çünkü Doğu ile birlikte muhakkak bir yorumları olurdu ama bugün ikisi de bu konu hakkında tuhaf bir sessizliğe bürünmüş anlaşmış gibi sadece dinlemekle yetinmişlerdi.

''Bakın çocuklar sizi anlıyorum ama onu bulmamızın başka bir yolu olsa emin olun onu denerdik. Takip edip bulduğumuz yerler hep boş çıkıyor. Ya içimizde bir hain var ve bizden önce haberi o uçuruyor ya da ta kendisi içimizde. Siz kilitsiniz sadece sizin üzerinizden onu bulabiliriz.''

Kafamızı salladığımızda sonunda merkezden ayrılmıştık. Akşam olmuştu bile uzun zaman içerde olunca insan dışarı çıktığında kendini tuhaf hissediyordu. Ilık bir esinti vücudumun titremesine sebep olsa da insana nefes aldırıyordu.

''Zeytin güzeli nereye gidiyorsun?''

Önde Yansı arkada Doğu yanıma doğru geliyorlardı. Yansı neredeyse Doğu hep oradaydı. O yüzden biz Doğu'yu arayacağımız zaman önce Yansı'yı arardık.

Yansı Doğu'nun sorgusundan bıkmışçasına bir anda arkasını dönmüştü.

'' Bir de bilmiyormuş gibi soruyorsun her yerde karşıma çıkma artık be adam! ''

'' Her yolu deniyoruz işte!''

''Deli misin? Geldiğin günden beri bırakmadın peşimi.''

'' Hayır, sevdalıyım.'' dediğinde hiç şaşırmadım bunu bilmeyen yoktu zaten.

Doğu her zamanki gibi ekmeğine bal sürmekle meşguldü.

Az önce bir psikopatın önüne bizi yem olarak attılar ama hiçbir şey olmamış gibi çıkışta yaptığımız muhabbet bana klişelerle dolu bir dünyada olduğuma inandırıyordu.

Allah'tan arada ekmeğe zam geliyor da gerçek dünyada olduğumu anlıyordum.

''Mert, ne zaman taşınıyorsunuz yardıma gelelim.'' dediğimde gözleri her fırsatta benim üzerimde olduğu için onu aramama gerek yoktu.

''Eğer Doğu ve Ulaş kavga etmeden durabilirlerse yarın taşınacağız. Sabah erkenden başlarız.''

''Tamam mesaj atarsınız.''

Başıyla onayladığında başka bir şey daha söylemek için hareketlendiğini fark ettiğim an kızları çağırmıştım.

''İyi akşamlar.'' Bir hışım yanından geçip giderken o arkamdan bağırmıştı.

''Sen varsın yanımda bir zahmet iyi geçsin akşamlar.''

Adımlarımı durdurup gülümsediğimde arkamı döndüm.

''Sana da iyi geceler.'' dediğinde başımı salladım.

''Sen varsın artık tabi ki iyi geçecek geceler!'' dediğimde o da gülmüştü.

Bu sefer daha yavaş adımlarla yürümeye başlayıp arabanın sürücü koltuğuna oturmuştum. Kızlar hala tartışmakla meşgulken dayanamayıp kornayı art arda çalmaya başladım.

Bir korna bir aşağı mahallenin çocukları bizden çok çekmişti.

Sonunda korna uyarılarımı dikkate alıp arabaya binmişlerdi. Onların binmesiyle arabayı sürmem bir olmuştu.

''Kim öldü Deniz? Bir hışımla gidiyorsun belki biz daha kokoreç yiyecektik?''

''Sonra yersiniz Yansı kokoreç kaçmıyor. Yarın taşınacaklarmış işleri vardır bir salalım birbirimizi. Yarın da erken kalkın yardım edelim çocuklara.''

''Birlikte de güzel ev taşırız tabi.'' Dolunay'a dikiz aynasından baktığımda tekrar bir araya gelmemizden içten içe nasıl memnun olduğunu görebiliyordum. Özellikle ne kadar itiraz ederse etsin Ulaş'ı nasıl özlediğini biliyordum. Kırgınlığı geçmemişti ama Ulaş'ı gördüğünde kırılan kalbini unutacak kadar onda kaybolduğunu biliyordum. Öte yandan ben Ulaş'ı gördüğümde yıllar öncekinden farklı bir hissi de içinde barındıran tutumu bana Dolunay'la aynı kaderi yaşamaya mahkum olacakmış gibi geliyordu. Dolunay gururlu biriydi ve sebebine bakmaksızın yaşadığını yaşatmadan duracağını düşünmüyorum.

Sonuç olarak ne olursa olsun hepimiz bir araya geldiğimiz için mutluyduk.

''Sizce sonunda ne olacak?'' dedim.

''Birimiz kaybedecek.'' diye cevap verdi Yansı.

Yansı tüm gün bu konularda sessiz kalarak yeterince tuhaf davranmıştı. Şimdi sorduğum soruya da kaçamak cevaplar veriyordu.

''Biz neyi kaybedeceğiz?''

''Bilmiyorum.''

''Biliyorsun söylemekten korkuyorsun.'' dediğimde kırmızı ışık yandığı için durdurmuştum arabayı.

''Bilmiyorum Deniz kahin değilim ben. Birimizi kaybedecek ama bizim kaybımızın ne getireceğini bilmiyorum tıpkı onun kaybının ondan ne götüreceğini bilmediğim gibi. Tek temennim sonunda umarım kaybetseydik demeyiz.''

Son söylediğinden sonra yeşil ışık yanmış ve arabayı sürmeye devam etmiştim.

'' Ne diyeyim? Yol kötü ama biz o yola inadına girdik. Sonu güzel olsun.''

-----------------------------------------------------------

BÖLÜM SONU

YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%