@nurperi287
|
Kimseye hikayeni anlatma insanlar yüzüne vurmaya meyillidir. Ben bu eve ilk taşındığım zamanlar ev harabeydi. Öyle yıkık dökük bakımsız bir ev olduğundan değil aksine gayet ortalama bir evdi. Tahta parkelerine beyaz kapılar eşlik ediyordu. Biraz boyaya ihtiyacı olan beyaz duvarları vardı. Mutfağında öyle kırık dolapları filan da yoktu tam tersi temiz, krem renginde dolapları vardı. Banyosu biraz kirliydi ama zamanla adam olurdu. Evi harabe yapan içi dışı filan değildi bendim. Benim içim harabeydi. Eve uzun bir süre bir çöp bile almamıştım. Geldiğimde duran eski koltuğa kendimi bıraktığım gibi günlerce ağlamıştım. Ne elektriğinden ne suyundan ne de geri kalan şeylerinden haberim vardı. Annem ben gelmeden Nükhet Teyzelerle konuşmuş bana zaman vermesini söylemiş faturaları da kendi ödemişti. Ben haraptım ve ev de benim harabemdi. Bir süre sonra Yansı ve Dolunay gelmişti. Beni o koltukta iki büklüm halde gördüklerinde hiç şaşırmamalarından bu manzarayı beklediklerini anlamıştım. Kalkmamakta inat eden bedenimi zorla duşa sokup kendine getirdiklerinde ben hala bomboş etrafa bakıyordum. Birileri konuşuyordu ama ben sadece onların yüzüne bakıyordum. Tam o sırada yüzüme yediğim tokat sanki buna ihtiyacım varmış gibi beni kendime getirmişti. ''Kendine gel Deniz! Kalk ve yaptıklarınla yaşa!'' bunu söyleyen Yansı'ydı. Ben Dolunay'dan bu tepkiyi beklerdim ama sanırım Yansı böyle zamanlarda daha soğukkanlı oluyordu. ''Kendine verebileceğin en büyük ceza yaptıklarınla yaşamaktır. Böyle oturup ağlamak değil. Canını yakmak istiyorsan ayağa kalkmalı ve hayata karışmalısın.'' ''Canım acıyor.'' Hala ağlarken tuttuğu kolumu çektim ondan. ''Deniz gittin eyvallah ama o son lafı etmeseydin iyiydi.'' demişti Yansı. Ben de buna karşılık geride közü kalan sinirimi dizginleyememiştim. ''Çok öfkeliydim.'' Yükselen sesime karşı Yansı'da dayanamamış benim gibi diklenmişti. ''Mahşerde de mi aynı şeyi söyleyeceksin?'' Gözlerimi kabullenişle kapatıp olduğum yere bir kez daha çöktüm. Yansı bu halimi gördüğünde yüz ifadesi yumuşamış sesini dizginlemişti. Yanıma oturup ellerimi avucunun içine almıştı. Bir eliyle dağılan saçımın öndeki tutamını kulağımın arkasına atıp ıslanmış yüzümü silmişti. ''Deniz, öfke kırdığımız kalbin bahanesi değildir hele bir kalp kırmak Kâbe yıkmakla eş değerken.'' Biraz durup bana bakmış sonra konuşmaya devam etmişti. '' Öte yandan böyle hayatını da sürdüremezsin. Kendine ceza mı vermek istiyorsun? Bir insanın kendine verebileceği en büyük ceza kendini affedemeyeceği bir suç işlemektir. Kendine ceza vermek istiyorsan sana o suçu hatırlatıp canını yakacak olanlarla yüzleşmen gerek! Emin ol kendine bundan daha iyi bir ceza veremezsin. Günahınla her gün yüzleşmek kendine vereceğin en büyük cezadır. Sen böyle yaparak suçundan kaçıyorsun kendine ceza vermiyorsun ki.'' Son kez ağlamamıştım o gün ama Yansı'nın böyle olmamın asıl sebebini ben bile fark etmemişken yüzüme vurması kendimi sorgulamama sebep olmuştu. Neden böyleydim? Acı çekiyordum evet ama öte yandan içimden gelen ses çektiğim acının bir kefaret olduğunu söylüyordu fakat yeterli miydi? Yansı haklıydı, böyle canım yeterince yanmazdı. Canımı acıtmak istiyorsam bununla yaşamalı bana hayatta bunu hatırlatan şeylerle yüzleşmeliydim. Böyle durmam unutturmaya yarardı acı çekmeme değil. Ben ayaklandığımda ise ilk işimiz evi toparlamak olmuştu. Güzel bir temizlik yapmıştık, ailelerimiz maddi olarak çok fazla destek olmak istememişlerdi çünkü böyle yaşamayı öğrenmemiz gerektiğini düşünüyorlardı. Üç beş kuruş paramızla önce ikinci el eşyalar alıp evi döşemiştik. Yakın zamanda ise eşyalar artık yıprandıklarını belli ederek bozulmaya başlamışlardı biz de taksitle yenilerini almaya başlamıştık. En önemlisi ise evi ev yapan bizdik içindeki eşyalar sadece bir aracıydı. Bunu bu ev benim harabemken daha iyi anlamıştım. Bir süre sonra Yansı ve Dolunay'ın büyük baskıları sonucu profesyonel bir yardım almayı kabul etmiştim. Önceden kabuslarla uyanırken şimdi daha rahat uyuyordum. ''Eşyaların yarısını kırdılar Ulaş. Nasıl bir nakliyatla anlaştınız böyle?'' Dolunay elindeki büyük kutuyla zar zor merdivenleri çıkıyordu. ''Ne nakliyattı? Doğu cimrisi evi taşısınlar diye tanıdıklarını ayarlamış . Ben niye bu çocuğu hastanelik etmiyorum ki?'' Gerçekten niye biz bu çocuğu dövmüyorduk? ''Sürekli hatırlatınca insanlar tamam anladık diyecek ama ben yine hatırlatayım. Belki polis olduğum içindir.'' ''Aa doğru!'' dedik aynı anda. Cidden onu unutuyorduk. Son kolileri de çıkardığımızda hepimiz bir yere yığılmıştık. ''Ev taşımak zor iş. Bir dahakine yardıma filan gelmem, beni aramayın!'' demiştim yorgunlukla. Yardım ettiğime edeceğime bin pişman etmişlerdi beni! ''Öyle deme yenge heyecan oluyor.'' ''Ne heyecanı lan? Cimriliğinden belimiz koptu!'' benim yerime elindeki koliyi hırsla yere atan Mert cevap vermişti. ''Mert öyle deme bak öbür türlü çok pahalı olacaktı.'' dedi Doğu. ''Heriflerin kırmadığı eşya kalmamış bu diyor ki daha pahalı olacaktı. Matematik dersinde felsefe yaparsan bugün böyle olur.'' Mert'te sinirle onu gösterip söylenirken bulduğu yere yığılıp kalmıştı. ''O değil de adamlar eşyaları içeri atıp kaçtı bildiğin. Şu koltuğu istesek öyle dik koyamazlardı.'' Yansı'nın işaret ettiği koltuğa baktığımda haklı olduğunu anlamıştım. Adamlar yastık fırlatır gibi bırakıp gitmişlerdi. ''Para demişken siz ne kadara tuttunuz bu evi?'' diye merakla sordum. Doğu'nun verdiği cevap üstüne az kalsın tükürüğümde boğulacaktım. ''Biz bedavaya oturuyormuşuz.'' dedi Dolunay şaşkınlıkla. Uzun zamandır ev bakmayınca piyasadan da haberimiz yoktu. İyi ki de yoktu bu fiyatlar bizi kalpten götürürdü. ''O yüzden bu evden zor çıkartırlar beni.'' Yansı böyle söyleyince anında kafamı sallayıp onaylamıştım onu. ''İzmir' de mis gibi evlerimiz vardı. Denizi de duruyordu kenarda, kira derdi de yoktu. Bu devir insanın evi varsa zengin olduğu bir devir. Canım babam, bana iyi ki mirasından ev bırakıyor.'' ''Gören denize sıfır ev bıraktı sanır adam koca şirketten bir ev bıraktı bu da Yarabbi şükür diyor.'' Ulaş Doğu'ya kızmakta kendince haklıydı. Önceden üç kişilik aile şirketi altı yıl önce dağılmış herkes payına düşeni alıp yoluna devam ettiğinde kendi şirketlerine dönmüşlerdi. Bir süre sonra Doğu'nun babası Ekrem amca artık işlerden elini eteğini çekeceğini söyleyince kardeşler arasında miras savaşı başlamıştı. Doğu ise diğer kardeşlerinin aksine sadece bir ev isteyip geri çekilmiş onların miras kavgalarına dahil olmak istememişti. Bana kalırsa Doğu en iyisini yapmıştı. Babasının ve annesinin gönlünü de hoş tutmuştu böylece. Zaten ailesini en çok o sevindirirdi ama ailesinin içinden hep o üzülmüştü. ''Ulaşçım, sen dedene aldığın parayı geri ödemişken bana kızman ne kadar doğru?'' Doğu'nun söylediğine şaşırmıştım. Ulaş parayı geri mi ödemişti? Bunu bilmiyordum. ''Kimsenin sonradan lafını çekemem ben!'' ''Fazla gurur cebe zarar Ulaş!'' dediğimde ters ters baktı bana. İyi yapmıştı aslında sanki çok ihtiyaçları varmış gibi sonradan kesin laf ederlerdi. ''Aramızda bir tek Mert aile sorununu halledemedi. Baban ne güzel gel diyor geç şirketin başına sen diyorsun yok baba ben fakir kalmak istiyor. Bari adamdan bir ev alsaydın. Ev diyoruz, bu devirde diyoruz, zenginlik diyoruz ama kime diyoruz. Kutu kadar ev almışsın kendine, at koysan koşmaz orada!'' '' At mı yarıştıracağım evde? İstersem bir gün satar. Biraz büyüğünü alırım dert etme sen!'' ''En azından akıllılık edip buraya gelirken evi kiraya verdiğin için sağ ol Mert!'' Doğu Mert'i takdir ettiğinde o da elini sol göğsüne koyup başını eğerek selam vermişti. Bu muhabbetin biteceği yoktu o yüzden ben ayaklandım. ''Hadi kalkın, iş bölümü yapalım anca düzelir buralar sonra sohbet ederiz.'' dediğimde Doğu hariç hepsi ayaklanmıştı. ''Bari bir çay içseydik.'' Ulaş tişörtünün yakasından tuttuğu gibi Doğu'yu ayağa kaldırmıştı. ''Sen benle kalıyorsun. Bu koltuğu yere indireceğiz.'' Ulaş'ın korkutucu bakışlarına maruz kalan Doğu masum masum konuşmaya başlamıştı bile. ''Ama çok korkunç görünüyor. Ben mutfakla ilgilenmek istiyorum.'' ''Yok öyle yağma! Madem senin yüzünden bu halde sen düzelteceksin!'' Onları görmezden gelip sözü devraldım. '' Önce siz büyük eşyaları yerleştirin biz de kızlarla mutfağa girelim. Sonra gruplaşır eşyaları kolilerden çıkarırız.'' Hepsi söylediğimi onaylamış ve işe koyulmuştuk. ''Bu arada hocayla arandaki o diyaloğu hiç unutmuyorum Doğu.'' dediğimde hepimizin aklına gelen mazi bizi gülümsetmişti. GEÇMİŞ ZAMAN (İZMİR) ''Deniz, Mert telefonda seni soruyor ders çalışacakmışsınız.'' Elimdeki bezi suyun içine atarken konuştum. ''Senin hizmetçiliğini bitirdiğimde eğitim ve öğretim hayatıma döneceğim. Öyle söyle.'' dediğim an terliği kafama atarken telefonda bekleyen Mert'le konuştu. '' Sen gel bize oğlum. Birlikte çalışırsınız. Görüşürüz, annene de selam söyle.'' Bu konuşmanın tamamı bana tehdit içeriyordu aslında şöyle söylemişti: Mert oğlum ben Denize her yönden birer terlik atana kadar sen bize gelirsin. Telefonu kapatmasıyla benim odama uçmam bir olmuştu. ''Deniz, iyicene arsızlığı eline aldın. Dua et Mert gelecek yoksa ben bilirdim yapacağımı. Eşek kadar kız olmuş hala aynı eşek. Madem odana saklandın bari odanı topla!'' Anne o ne demek Allah aşkına? Deyimleri de karıştırdı kadın. Odamı toplamaya koyulurken annem hala söylenmeye devam ediyordu. Kırk yılın başı bir temizlik yapmışım ama onu da yarım yamalak yapmışım da geçen sefer de zaten en sevdiği tencereyi yakmışım geçmemişte falan da filan. Kadın her seferinde bütün sicilimi koyuyor önüme. Zil çaldığında ben ortalığı yeni toplamıştım. Arada bir az dağıtmam lazım şu odayı toplaması çok zor oluyor. ''Deniz gel kızım Mert geldi.'' Biraz sonra içeri girdiğimde annem çoktan Mert'i oturma odasına getirmişti. Oturduğu koltuğun karşısındaki koltuğa geçmiştim. ''Nasılsın Yaprak Teyze?'' Favori damat adayı modunu da açmış sinsi. ''İyiyim Mert oğlum sen nasılsın, annenler nasıl?'' ''Ben iyiyim onlar da iyiler.'' ''Maşallah sen de Deniz gibi göz açıp kapayana kadar büyüdün.'' ''Öyle oldu evet.'' '' Mert sen akıllı uslu çocuksun oğlum gibi severim seni geçen okuldan arayıp kızınız Mert'le camı kırmış dediğinde kızımdan çok sana şaşırdım.'' Mert omuzlarını dikleştirirken imayla bana bakıp gözleriyle annemi işaret etmişti. Annemin bana olan güveni takdire şayan gerçekten. Mert'i benden çok seviyor kadın. Mert benim için komşunun oğlu diye başlayan cümledeki komşunun oğluydu. Yani tam komaya sokmalık! Gerçekte her türlü ''çıkışa gel'' kavgasına karışan bir çocuk kendisi ama kimsenin haberi yok. Ne kaybettiysek kendimiz olduğumuz için kaybettik. ''Anne ayıp olmuyor mu azıcıkta beni öv!'' dediğimde sanki benim annem değilmiş gibi burun kıvırmıştı. Neyim ben? Oğluna almak için ölüp bittiğin aldığında da beğenmediğin gelin adayı mı? ''Onu da övmedim ki.'' Doğru anne sen daha çok beni gömmeyi seçtin. ''Neyse komşunun oğlu Mert! Gel de ödev yapalım.'' dedim komşunun oğluna baskı yaparak. ''Ben de Mert'in en sevdiği kurabiyeden yapmıştım. Kızım mutfaktaki masanın üstüne koymuştum alıver olur mu? Meyve suyu da koy yanına.'' Anne bu kadar benzerliğe rağmen DNA testi yaptırtma bana! İçimde ne fırtınalar yaşıyordum da dışarıya yansıtmıyorum. Allah'tan diğer komşuların kızlarına karşın beni övmelere doyamıyordu yoksa ben nasıl baş ederdim onca komşu kızıyla. Bir komşunun oğlu bana yetiyor zaten. ''Teşekkürler Yaprak Teyze. O kurabiyeleri senden güzel yapanı yok!'' Annen var ya hayırsız evlat! Neyse onun annesi de beni çok seviyor. Onun kabuslarındaki komşu kızı da bendim. Yaşasın intikam! Odaya geçtiğimizde ben çalışma masasının üstünü hazırlarken her geldiğinde yaptığı gibi kitaplığımı inceliyordu. ''Bunu evde mi okudun? Daha önce okulda elinde görmemiştim.'' Bilgisayarı açarken sorduğu soruyla ona doğru dönüp elinde tuttuğu kitaba baktım. ''Evet, evde okudum istersen alabilirsin.'' Kimseye kitap vermek adetim değildir ama ona verirdim. Yanına yapıştırdığı notları okumayı çok seviyordum. Kitabın bazı bölümlerinde aynı şeyleri düşünüyor olmamız çok hoşuma gidiyordu. ''Nasıl bir kitap peki? Yani konusu ne?'' Ufak bir tebessüm ettim. ''Kimseye okuyamayacağım kadar güzel bir kitap. Sen okumuş muydun?'' ''Evet.'' ''Nasıl bir kitap?'' diye sordum onun gibi. ''Kimseye anlatamayacağım kadar güzel bir kitap.'' dediğinde kitabı yerine koymuştu. Bana döndüğünde birbirimizi çoktan anlamıştık zaten. ''Sen sanki başka bir kahramanı almak istiyordun.'' soru sorar gibi çıkan sesime karşın kafasını kaldırdı. ''Evet, ben Fahrettin Paşa'yı almak istemiştim ama Yansı ve Dolunay onu benden önce aldılar sağ olsunlar.'' ''Biliyorlardı değil mi?'' diye sorduğumda alt dudağını ağzının içine alıp başını aşağı yukarı salladığında ben de bildiğimi belli ederek başımı sallamıştım. İyi arkadaşlardır kendileri! ''Artık idare edeceğiz. Başlayalım bakalım.'' -------------------------------------------------------- ''Deniz şunu şuraya yapıştır bitirelim bugünlük. Yarın devam ederiz.'' ''Burası boş kaldı buraya yapıştıralım!'' ''Bir yerde boş kalsın Deniz. Kurbanın olayım bir yerde boş kalsın. Siz kadınlar ne diye her yeri doldurma peşindesiniz? Ben anlayamıyorum.'' ''Sinirimi bozma! Dolunay gibi konuşurum görürsün. Siz kadınlarmış! Sana kalsa bir karton vereceksin hocaya.'' ''Aman, tamam ne istiyorsan öyle olsun. Belim koptu bunları yapıştıracağım diye.'' ''Ama çenen kopmamış Mert. Sabahtandır iyi cevap veriyorsun bana.'' O tam konuşacakken geldiğinden beri kapının önünden her türlü bahaneyle gelip geçen babam bir anda içeri girmişti. Kapıyı kapatmamıza da izin vermiyor! Hayır siz varken ne yapabiliriz tövbe tövbe. Mert sizin elinizde büyüdü nerdeyse. Bildiğin çevreye değil bize güvenmiyorlar bu da kanıtı! ''Bitirmediniz mi?'' Uyuşmuş ayağıma zar zor dayanıp ayaklandığımda rahatsız edici histen dolayı yüzümü buruşturdum. ''Bitmedi baba, yarın da devam edeceğiz.'' ''Yemek hazır gelin de yemek yiyin. Mert sen de gel oğlum babanları da çağırdık.'' Az önce narkotik şube gibi odama dalarken Mert oğlun değildi baba! Bunu ona söylemedim tabi ki. ''Bir tavla atarız artık. Sen babanı geçtin ondan iyi oynuyorsun.'' Yani baba bu koca aksiyonun tavla için olduğuna hepimiz inandık şu an. ''Olur Orhan amca sen istersin de oynamaz mıyız?'' Bu da yıllardır evdeki yerini sağlamlaştırmaya çalışıyor . İç güveysi mi gelecek acaba? Ben istemem öyle koca! İkisi beni arkalarında bırakıp odadan çıkarken Mert kafasını çevirip bana dil çıkardığında yastığı yüzüne atmamak için kendimi zor tuttum. Odayı tek ben dağıtmışım gibi toplamak bana kalmıştı. Benim kardeşim yok ama bir komşunun oğlu var kardeşim olsa bu kadar dövmek isterdim. Masaya son tabağı koyduğumda zil çalmıştı. Yasemin Teyze ve Savaş Amca gelmişti. Hemen koşup kapıyı açtığımda önce Savaş Amca'yı gördüm. Mahkeme duvarı gibi deriz ya! Aynen öyleydi surat ifadesi. Savaş Amca herkese, her şeye karşı böyleydi. Biz çocukken bile öyle çok güldüğünü hatırlamam. Yasemin Teyze ise onun aksine çok güler yüzlü pozitif bir kadındı. Eğilip yanağından öptüğümde başımı okşadı. ''Güzel kızım benim.'' Acaba çocukları mı değiştirdiler? ''Hoş geldiniz.'' dedi annem ve babam bir ağızdan. Savaş Amca, YaseminTeyze'ye yardım edecekken Mert önce davranmıştı. Evin içinde kullandığı sandalyeyi çıkarıp Yaprak Teyze'yi de oraya oturtturmuştu. Mert genelde annesinin yanındayken kendisi dışında kimsenin ona yardımcı olmasına izin vermezdi bu babası olsa bile. Babasıyla pek anlaştığı da söylenemez zaten. Gerçi babası Yaprak Teyze ile de anlaşamıyor gibiydi ama evin içinde olanı biz bilemezdik. Ben pek anlamasam da ikisi birbirlerine baktıklarında annem ve babama benzetiyordum. Onlar da gördüğüm sevgiyi görüyordum ama aralarında farklı bir şeyler de varmış gibiydi. Yasemin Teyze, Mert sekiz yaşlarındayken hazin bir kaza sonucu balkondan düşmüştü o zamandan beri maalesef yürüyemiyordu. O zamandan öncesini çok hatırlamasam da mutlu biriydi fakat şimdi akıllarda kazınacak kadar çok gülüyordu. Masaya geçtiğimizde Mert annesinin yanında yerini almıştı. Öyle çok anne kuzusu değildi ama bu durumda onu anlıyordum. ''Deniz, ne kadar aklı başında tatlı bir kız oldun. Daha dün küçücüktün, etrafımızda eteklerini tuta tuta koşan kız çocuğuydun şimdi Mert'te sen de kocaman oldunuz.'' ''Evet anne bir elinde eteğinin ucunu tutarken diğer elinde de bana atacağı taşla benim peşimden koşuyordu.'' Mert'in dediğiyle masanın altından ayağına vurdum. ''Sen de çok uslu bir çocuk değildin Mert?'' Yasemin Teyzem beni savunduğunda bende Mert'e ''Açalım mı eski mevzuları?'' diye gözlerimle tehdit ediyordum. ''Canım Yasemin Teyzem biraz daha barbunya alır mısın? Sen çok seversin diye özel olarak annemden rica ettim.'' Ben onun annesine o da benim anneme yaranmaya çalışıyordu. Biz neyin döngüsündeydik böyle? ''Alırım tabi kızım. Bu arada geçen okuldan Mert ve senin okulun camını kırdığınıza dair şikayet geldiğinde en çok senin adını duyduğumda şaşırdım. Biliyorsun benim oğlan mahallenin camlarıyla da pek anlaşamıyor.'' dediğinde gülmemek için yanaklarımı ısırmıştım. Mert ile göz göze geldiğimizde o da benim ayağıma vurmuştu. ''Anneciğim çokta girmesek mi o mevzulara?'' dedi Mert yalancı bir kızgınlıkla çıkan uyarıcı sesiyle. ''Çıkamayız diye korkuyorsun değil mi?'' Yasemin Teyze'nin cevabına karşın ben daha fazla dayanamamış ve kıkırdamıştım. Annemin beni dürtmesiyle zar zor kahkahamı dizginleyebildim. ----------------------------------------- Bugün pazartesiydi Mert ile hafta sonu ödevi bitirmiştik ama biz de bitmiştik. Kah ben onun saçını çekmiş kah o benim laflarımın altında kalmamıştı fakat yine de ödevi sapasağlam bitirmiştik. Vallahi zar zor okula geldim bana kalsa tarih dersine kadar uyumayı düşünüyordum. İlk iki ders beynim açılmadığı için konsantre olamamıştım. Sonraki ders Hoca yoklama alacağını söyleyince uyuduğum sıradan kafamı kaldırdım. İki ders uyumadım burada iki ders uyutmuyorlar öyle bir lüksümüz yoktu. Teneffüsten teneffüse anca uyurduk. Bir de arka sıradaysan belki bir istisna yaparlardı. Ulaş haklıydı ben yatağımda bu kadar rahat uyumuyordum. ''Çocuklar sessiz olun yoklamayı alıyorum.'' Sessizlik sağlandığında hocamız yoklamayı almaya başlamıştı. Bir yere kadar yoklama olağan akışında giderken sıra Doğu'ya geldiğinde iş bozulmuştu. ''Doğu!'' ''Burada!'' ''İlk iki ders yok muydun?'' diye sordu Matematik dersimize giren Aydan hoca. ''Vardım hocam.'' ''Yok yazılmışsın.'' Doğu başını öne doğru uzatıp gözlerini kocam açmıştı. ''Hocam ben yok muymuşum ?'' diye ciddi ciddi sormuştu ya da benim uykum hala açılmamış halüsinasyon görüyordum. ''Var mıymışsın?'' Hoca da onu taklit ederek öne doğru uzanıp konuştuğunda tüm sınıf kıkırdamıştık. ''İşte ben de onu soruyorum hocam ben var mıymışım?'' ''İşte ben de onu diyorum evladım var mıymışsın?'' hoca da afallayıp söylediğinin farkına vardığında kendini düzeltmek için tekrar konuştu. ''Evladım delirtmesene insanı! Yok yazılmışsın işte!'' ''Hocam ama vardım. Varken nasıl yok yazılmış olabilirim?'' Biraz durup korkuyla kendi üstünü kontrol etmişti. ''Yoksa yok muydum? Aman Allahım!'' dediğinde gerçekten bunu sorguluyordu ve biz şaşkınlıkla onu izliyorduk. Bu nesilden umudu olmayanın da hakkı var şimdi. Ben en çok hocaya üzülüyorum çünkü gözlerinde umutsuz bir vaka bakışı vardı. İçinden de ''Gel de bu çocuğa matematik anlat.'' dediğine emindim. Ben böyle düşünüp hocamıza üzülürken Doğu ağlamaklı halde yanında duran Ulaş'ı sarsmaya başlamıştı. ''Ulaş ben yokmuşum!'' ''Doğu saçmalama bırak yakamı!'' Ulaş kendini onun pençesinden kurtarmaya çalışırken zar zor yerinde durmasını sağlamıştı. '' Ben aslında yokmuşum sen bana ne diyorsun! Felsefeciyi çağırın çabuk, bu işi anca o çözer!'' Alt tarafı hoca yanlışlıkla beni yok yazmıştır diyeceğine mevzuyu nerelere getirdi. Yer yarılsaydı ben içine girerdim şu an. Hoca da gözlüklerinin altından bizim gibi ona bakarken konuştu. ''Evladım saçmalığın bir tarafa felsefeci sana ne yapabilir?'' ''Hocam var mıymışım? Yok muymuşum? Onu bulabilir. Varlığımı kanıtlamak için ona ihtiyacım var!'' Hay senin varlığına yokluğuna... Bize dönüp göz kırptığında dersi dağıtmak için bu kadar saçmaladığını anlamış ciddi olmadığı için rahat bir nefes almıştık. ''Otur oğlum sıfır. Yokluğuna inanmak istesem de varlığına ben inandım. Hocanız yanlış yazmıştır. İlk iki dersiniz neydi?'' Hepimiz birbirimize bakıp gülümserken aynı anda konuştuk. ''Felsefe!'' dediğimizde matematik hocamız da bizle birlikte gülmüştü ŞİMDİKİ ZAMAN (ANKARA) Koliyi açtığımda en üstte çizilmiş bir resim gördüm. Kara kalemle yapılmıştı yalnız başına bankta oturan bir adam vardı. Tekrar koliye baktığımda bir sürü çizilmiş resim duruyordu. Bir kaçını elime alıp incelediğimde çoğunda aynı bankta oturan bir adam vardı . ''Sensin.'' duyduğum sesle arkamı döndüm. ''Resimdeki o kadın sensin.'' dedi Mert. Resimler çizmişti. Bankta tek başına oturduğu resimler... Her resimde puslu bir figür vardı. Onlar benim hayaletimdi. O kadar yok olmuşum ki hayatından eli bile beni çizmeye gitmemişti. Sadece belli belirsiz gölgeler vardı. Yokluğumu hayaletimle örtmeye çalışmıştı. Bu benim altından kalkamayacağım bir sevgiydi. ''Şiirler de yazdım.'' dedi heyecanla. O gidişe ne şiirler düzmüştür? Dili varmadı tabi acımı şiirlere gömmeye çalıştım demeye. ''Sen şiir seversin.'' dediğinde gülümsedim. ''Severim.'' dedim. Hele o yazınca ayrı bir severdim. ''Bir gün sana yazdığım şiirleri okursun olur mu?'' ''Şimdi okuyamaz mıyım?'' ''Hayır, zamanı değil. Zamanı geldiğinde sana yazdığım şiirleri sen bana okuyacaksın. Benim o vakit nasıl mutlu olacağımı tahmin bile edemezsin.'' diye cevap verdi. Sanırım Yansı haklıydı böyleleri ancak bir kitap karakteri olabilirdi. ''Canımı yaktığın zaman okuyacağım şiirlerini Mert.'' ''Sonsuza kadar sesinden duyamayacağım desene.'' ''Hiç belli olmaz öfken elbet sevgine galip gelecektir.'' Cümlemi tamamladığımda içerden Dolunay'ın sesi geldi ''Deniz biz yemek yapmaya gidiyoruz.'' Kaybolduğum gözlerinden gözlerimi çekip seslendim. ''Beni de bekleyin geliyorum.'' Yanından geçip giderken neyin savaşına girdiğimizi bilmiyordum. Sadece ondan uzaklaşmak istiyordum ama o bu kadar yakınken bir taraftan da ona sımsıkı sarılma isteğime engel olamıyordum. Bir şeyler engelliyordu beni. Geçmişi bırakmıştım, öfkemi çocukluğuma vermiştim. Peki neydi bu aramızdaki duvar? Evimize geçtiğimizde düşüncelerimden kaçmak için kendimi mutfağa atmıştım. Buzdolabından malzemeleri çıkartırken bir taraftan konuşuyordum. ''Pilaki yapalım.'' dediğimde Dolunay ve Yansı birbirine bakıp haylazca gülümsedi. Göz ucuyla onlara baktığımda gülümseyip ''Ne oldu?'' diye sordum. Dolunay suyunu yudumlamadan bana cevap verdi. ''Yok canım ne olacak? Sadece birileri birilerinin en sevdiği yemeği yapıyor.'' ''Çok konuşmayın da pilav ve salata yapın. Hatta Dolunay en iyisi sen yoğurt çorbası yap. Sen çok iyi yaparsın onu.'' İmayla konuşurken önümdeki kapları onlara uzatıp pilakinin yapımına koyulmuştum. Dolunay içtiği suyu püskürttüğünde Yansı elindeki peçeteyi ona uzattı. ''Ne bilirim canım ben yoğurt çorbası filan? Geride kaldı unuttum ben yapmayı.'' Kendini açıklama çabasına gülerken bir şeylerin eski de kalmadığı çok belliydi. ''Sen bir başla yaptıkça hatırlarsın.'' dedi Yansı sebzeleri soyarken. ''O ne be öyle? Örgü mü bu yaptıkça hatırlayayım?'' Bunu diyen dolaptan yoğurt çıkartan Dolunay'dı bence bilinçdışı hareket ediyor şu an. '' Mis gibi mercimek yesinler.'' Dolaptan yumurta çıkardığında hala ne yaptığının farkında değildi. Mercimek niyetine yoğurt çorbası yapıp sonra ''Kafamı karıştırdınız sizin yüzünden yaptım.'' demezse ben de bir şey bilmiyorum. Bir süre sonra yemekler hazır olduğunda göz ucuyla Dolunay'a bakıp hazır olduğunu anladığımda Yansı'yı kolumla dürtüp onu işaret ettim. Ne demek istediğimi anlamamışken ben elimi gösterip üçten geriye doğru saymaya başlamıştım. Üç... İki...Bir... ''Sizin yüzünüzden kafam karıştı yoğurt çorbası yaptım. O kadar dır dır ederseniz olacağı buydu! Sakın benim yaptığımı söylemeyin bozuşuruz.'' Cümlesini bitirdiğinde. Yansı ne dediğimi anlamıştı kendi aramızda gülüşürken bizi bölen kapının alacaklı gibi çalmasıydı. Kimlerin geldiğini anlamak zor değil. Kapıyı açtığımda yorgunluktan bitap halde üç dev adam sıraya dizilmiş bekliyordu. Bir dokunsak hepsi birlikte düşecekti. ''Niye geldiniz? Biz getirirdik yemeklerinizi. Öyle üç genç, bekar, güzel çıtır kızların evine bu saate girmeniz uygun değil. Bilmiyor musunuz?'' ''Sana da aleykümselam yenge.'' Doğu beni hiç dinlemeyip ayakkabılarını çıkarıp içeri girmişti bile. Tam ağzımı açacakken bu sefer Ulaş engel oldu. ''Ben de iyiyim Deniz.'' göz devirdiğimde o da çoktan kendini içeri atmıştı. Geriye gözlerini zar zor açan Mert kalmış bana gülümsemişti. ''Asıl sen neler yapıyorsun iki gözüm?'' Hepsi sormadığım sorulara cevap vermeyi nasıl başarmışlardı? Ne kadar yoruldularsa benimle sohbet ettiklerine dair kafalarında hayal kuruyorlardı. Mert'te içeri geçtiğinde kendi evleriymişçesine buldukları yere yığılıvermişlerdi. Dolunay elindeki tabakları masaya dizerken sinirle Ulaş'a bakıyordu. ''Sinir oluyorum şu adama!'' yanımdan geçip tekrar mutfağa gittiğinde söyleniyordu. ''Hiçte sinir olmuyorsun yalan söyleme!'' dedim arkasından Masayı hazırladığımızda salondaki enkaz yerli yerindeydi. Dolunay'ın hiç acıması olmadığı için direkt Ulaş'ın yanına gidip eline bir yastık almış ayağıyla Ulaş'ı dürtmüştü. ''Kalkın lan! Evinizmiş gibi yığılıp kaldınız.'' Yastığı yüzüne atmayı ihmal etmemişti. ''Azıcık misafirperver ol Ay!'' Ulaş başını ovuştururken kıstığı gözlerinin arasından Dolunay'a bakıyordu. ''O hakkını geçen eve geldiğinde kullandın!'' Yansı' da Doğu'yu dürtüyordu ''Doğu kalk başımın belası.'' Yansı'nın bir sözüyle Doğu'nun gözlerini fal taşı gibi açması bir olmuştu. ''Tabi kalkarım. Sen iste dağlar dağlar! Yeter ki başımın tatlı belası de.'' Ne ara tatlı demişti? Ben hiç uğraşmayarak masaya oturmuştum. Mert tek gözünü açıp beni kontrol ettiğinde umursamadım. ''Dolunay'dan bile daha kaba olduğuna inanamıyorum Deniz.'' dediğinde Dolunay bir yastıkta onun kafasına atmıştı. ''Ben çok hanımefendi biriyim bir kere!'' ''Tabi Dolunay sen Avrupalısın.'' Mert konuşurken tam benim yanıma oturmayı tercih etmişti. Doğu'da fırsattan istifade Yansı'nın yanını tutarken Ulaş ve Dolunay'a masanın iki ucu denk gelmişti. İçten içe ikisinin üzüldüğüne eminim ama sevinmiş gibi yapmakta üstlerine yok. ''Yoğurt çorbasına yorum yapmama gerek var mı?'' dedi Ulaş imayla Dolunay'a bakarken. Dolunay ise hiç oralı olmayıp yemeğiyle ilgileniyordu. ''Ben de Pilaki hakkında hiç konuşmuyorum.'' dedi Mert Ulaş'a destek çıkarak. Ayağına vurduğumda ben gereken yorumu yapmıştım. Yemek atışmalarla geçerken sonunda çay faslına gelmiş ve asla gündemimizden düşmeyen konuya giriş yapılmıştı. ''Bütün bu olayların Kaya ile ilgili olduğunu düşünüyorum.'' Mert'in ağzından çıkan isimle diken üstünde oturuyormuş gibi hissetmiştim. Yerimde rahatsızca kıpırdandığımda diğerlerinin kaçamak bakışlarla bana baktığını biliyordum. Yıllar sonra ismini duymak üstelik Mert'in ağzından pek iyi gelmemişti. ''Deniz istersen elini yüzünü yıka? Düşüncesizlik ettim.'' Mert böyle söylediğinde tebessüm edip başımı sağa sola salladım. ''İyiyim ben.'' dediğimde bir süre bana bakıp iyi olduğuma emin olduktan sonra konuşmaya Yansı devam etmişti ''Biz de Doğu ile aynı fikirdeydik. İki kardeşlermiş zaten. Bir tane kız kardeşi varmış ama şu an bir klinikte tedavi görüyor. Onu hala takip ediyoruz fakat bir şey çıkmadı. Son olarak Kaya'nın Ankara'da bir evi olduğunu öğrendik. Yani ailesinin bir evi varmış arada bir gidip geliyorlarmış ama o olaydan çok önce buraya gelmeyi bırakmışlar. Oraya gidelim diyorum belki bir şey buluruz.'' ''Ev boş mu şu an?'' diye sordu Ulaş ''Evet boş.'' Doğu'nun cevabına Ulaş kafa salladı. ''Polisle gitmen daha mantıklı değil mi?'' Dolunay'ın sorusuyla Yansı ve Doğu sorarcasına birbirine baktı. Karar vermiş olacaklar ki Doğu sözü başlamıştı ''Arkadaşlar şu konuda bir anlaşalım birbirimizden başka doğru düzgün güvenecek kimsemiz yok buna polis de dahil. Dün Kıraç'ın dediği gibi adam yüksek ihtimal içimizden biri. Tek kişi olup olmadığını bile bilmiyoruz. Kaldı ki bizimle ne işi var hala onu da çözebilmiş değiliz. Bu olay her yönüyle bir saçmalık zaten. Elinizden geldiğince ağzınızı sıkı tutun! Birbirimizden habersiz adım atmak yok. Dediğim gibi kimseye güvenmek de yok herkes suçlu olabilir. O yüzden önce biz birlikte gidip bakalım. Herhangi bir ipucu bulursak önce onu bizim araştırmamız gerek.'' Yansı ve Doğu'ya şüpheyle bakarken sonunda sormaya karar vermiştim. ''Siz ikiniz ne karıştırıyorsunuz? Tuhaf bir şekilde sessizsiniz. Her konuşmadan önce birbirinize bakıp izin alıyorsunuz. Bizden bir şey mi saklıyorsunuz?'' diğerleri de benimle aynı fikirdeydi. ''Sizden bir şey saklıyoruz evet ama zamanı gelince anlatacağız. Bize güvendiğinizi biliyorum emin olun bu güveni boşa çıkarmayacağız. Şimdi önümüzde birkaç gün var ve biz her şeye hazırlıklı olmayız anlıyorsunuz değil mi? Aklınıza gelebilecek en kötü senaryolara hazırlayın kendinizi.'' Yansı konuşmayı sonlandırdığında aslında kendimizi fizikselden ziyade psikolojik bir savaşın içinde bulacağımızdan ve en çok buna hazırlıklı olmamız gerektiğinden habersizdik. Belki bedenimizle değil aklımızla oynayacak biriyle karşı karşıyaydık. ------------------------------------------- ''Nereye gidiyorsun?'' diye sordum elimdeki kitaptan başımı kaldırmayarak ''Kuaföre.'' dedi Yansı. Sonra yalancı bir şaşkınlıkla konuşmaya devam etti. ''Aa bak görüyor musun? Tam manşetlik haber kitap karakterlerinin de kaşlarını aldırması gerekiyormuş. Daha Komiği üzerimde de bildiğin dümdüz eşofman var ve değiştirmeyi reddediyorum. Gerçi kitap karakterlerinin kaşlarının geliyor olması daha şok edici bir haber sanki.'' Kendi kendine sorgulayınca Dolunay'la birbirimize yine ne diyor bu deli diye bakıyorduk. Yansı yanımızdan geçip gideceği sırada Dolunay'ın aklına bir şey gelmiş olacak ki onu durdurdu. ''Bekle ben de geliyorum.'' diye arkasından giderken Yansı saçma konuşmasını sürdürmüş Dudaklarını büzüp ellerini hafifçe birbirine vurmuştu ''Vay be! Demek asi kızlar da kuaföre ayak basıyormuş. Ben sizin kuaförü bildiğinizi bile bilmiyordum.'' ''Yansı, şu saçma muhabbetten vazgeç artık! Bir kitapta değiliz ve ben kuaförün ne olduğunu biliyorum. Benim bildiğimi sen de biliyorsun. Okuyuculara şov yapma!'' ''Bak, sende okuyucu dedin.'' Dolunay dayanamayıp kaşlarını çatıp Yansı'ya çıkışmıştı. ''Akıl mı koydun adamda?'' Yansı, Dolunay'ı umursamayıp omuz silktiğinde. Dolunay onun bu hareketine göz devirip bana baktı. ''Sen gelmiyor musun Deniz?'' Tam cevap verecekken Yansı benden önce atılmıştı. Aramızda duvar olduğu için yüzünü göremiyordum. ''O doğuştan tüysüz ya! Başrol olduğu için.'' Onun söylediğini göz ardı edip cevap verdim. ''Ben sonra giderim.'' dediğim anda duvarın ötesinden kafasını çıkartıp konuşmaya başladı. ''Aa bir şok daha -'' Dolunay Yansı'nın daha fazla konuşacağını bildiği için lafını tamamlamasına izin vermeden arkasında yürürken yakasından tuttuğu gibi çekiştirmişti. ''Oha oha yavaş hayvan!'' Diye hayıflanan Yansı ile uzun tartışmalar sonucu zar zor çıkmışlardı. Okuduğum kitabın son sayfasını kapattığımda öylesine aldığım bir kitaptan büyük bir zevk duymuştum. İkincisi de vardı bundan sonra onu okuyacağım. Diğer ülkelerin teşkilatlarını ülke üzerinde özünde hepimizin bildiği planları kurguyla harmanlayarak güzel bir dille vermişti. Biraz abartılı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bilemiyorum ama kurgusal tarafını da düşündüğümüzde hoş karşılanabilir. Herkesin öteki bir yüzü vardır kimseye körü körüne güvenmemek gerekiyormuş. Bunu kitabı okurken daha iyi anlamıştım. Dili çok sadeydi bence çoğu kişi içinde geçen bazı kafa karıştırıcı sözcükler dışında kitabı anlayabilirdi. Kitabı bittiği için büyük bir hüzünle kenara koyduğumda bir süre etkisinden çıkmayı bekledim. Sonra kafamı dağıtmak adına kahve yapayım diye düşünüp mutfağa giderken kızların çıktıklarında çöpü atmaya zahmet etmediklerini fark ettim. Oflayıp çöpü elime aldığımda terliklerimi ayağıma geçirdiğim gibi bir koşu çöpü atıp yukarı çıktığımda evin kapısını açarken karşı daireden de kapı açılma sesi gelmişti. Arkamı döndüğümde Mert'i görmem bir olmuştu. Elindeki çöpü gördüğümde benimle aynı konudan mustarip olduğunu fark etmiştim. ''Deniz görüşemedik kaç gündür nasılsın?'' Poşeti bir süreliğine yere bırakmıştı. ''İyiyim sen nasılsın işlerini halledebildin mi?'' ''Evet önümüzdeki dönem başlayacağım. Sen de mezun oluyorsun değil mi?'' ''Öyle okul bitiyor sonunda.'' ''Ne yapmayı düşünüyorsun?'' Terliklerimi çıkarıp içeriye girdim. Vücudumu ona dönüp kapının pervazına dayarken kollarımı birbirine dolamıştım. ''Kitapçıyla daha çok ilgilenmeyi düşünüyorum belki biraz geliştiririm. Uzun zamandır aklımda olan planlar vardı erteliyordum onları hayata geçirmek için uğraşacağım sanırım. Öğretmenlik yapmak çok istemiyorum açıkçası. '' Anladığını belli edercesine başını salladı. ''Peki sen, yazın ne yapacaksın?'' diye sordum yazın başımıza gelecek olanlardan bir haber. ''Bir dergiye yazılar gönderiyordum. Derginin merkezi Ankara'daydı benimle de ne zamandır görüşmek istiyorlar. Sanırım birkaç ay onunla ilgilenmek için güzel bir fırsat olacak.'' Onun adına sevinmiştim. Hayatına güzel şeyler katarak ilerlemesi beni çok memnun etmişti. ''Doğu ve Yansı sana da tuhaf geliyor değil mi?'' sorduğu sorunun üzerine ona bakıp sırıttığımı yeni fark ediyordum. Bana şu an en tuhaf gelen durum kapının önünde konuşmamız. Tabi ki bunu söylemedim. Başımı sallayıp onu onayladım. ''Evet, hep tuhaflardı ama şimdi daha bir tuhaflar.'' ''Bazen bizi fazla aptal bulduklarını düşünüyorum.'' dediğinde kıkırdadım. ''Ben de bazen onların yanında kendimi aptal hissediyorum yalnız değilsin merak etme!'' Ben gülmeye devam ederken onun gülüşü benim gülüşüme bakarken durmuştu. Bunu fark ettiğimde kendimi toparlayıp tebessümle ona baktım. ''Deniz aslında ben-'' Tam cümleye başladığında benim aklımda kaçma fikri peydah olurken lafını bölen merdivenden kavga ederek gelen iki bücürdü. ''Mağara çocuğu deyince kızıyorsun!'' diyen Asmin merdivenden sinirli olduğunu belli ederek ayaklarını vura vura çıkan küçük Ayaz'ın arkasından geliyordu. ''Ne diye çocuğun kafasına taş attın?'' ''Sinirliyim süslü bebek sus!'' Takma adlar da takılmış yeni bir aşk mı doğuyor? Bu hikayede de birbirine aşık olmayan yok he! İyicene Aşk-ı Memnu 'ya döndük! Yasak Elma'ya birkaç entrika uzaktayız. Apartman apartman değil Brezilya dizisi mübarek! Merdivenleri bitirdiklerinde Asmin Ayaz'ın kolundan tuttu. Hep erkekler mi yapacak? Hem bunlar nasıl çocuk ya? ''Bana baksana sen!'' Sana baktım... Neyse öyle demedi. ''Ne var Asmin?'' diyen Ayaz bıkkınlıkla Asmin'e dönmüştü ''Niye çocuğun kafasını yardın?'' Bizim burada olduğumuzu fark ettiklerini sanmıyorum bu iyiydi çünkü ne Mert'in ne benim bu sahneyi bırakıp içeri geçmeye niyetimiz yoktu. Delikten bir şey göremezdik. İkimiz de pervaza dayanmış heyecanla iki küçük çocuğu izliyorduk. Düşük bütçeli yaz dizisi işte fena mı? Hatta bütçesiz yaz dizisi! ''Sana ne Asmin, sana ne milletin kafasından!'' Ayaz biraz sesini yükselttiğinde araya girmek istesem de çocukta olsalar kavga kavgadır ayırmaya girilmez diye düşünüp vazgeçtim. Ayrıca o, az önce bir kafayı mı kıskandı ? ''Ya ben senin çocuğun kafasını yarmanla ilgilenmiyorum neden yardığınla ilgileniyorum!'' Yeni nesil çok fena! ''Hem sinir ediyordu beni zaten!'' diye devam etti Asmin sanırım kollarını birbirine dolamıştı. Arkası bana dönük olduğu için göremiyordum. '' Sinir ol tabi! Seni ilgilendirmez elin çocuğunun kafası! '' Bu replik bana bir yerden tanıdık geliyor ama çıkaramadım. ''Ya sabır!'' dedi Asmin küçük ellerini iki yana açmış kafasını yukarı kaldırırken. ''Bana bak çocuk! Niye yardın diyorum?'' En sonunda Ayaz dayanamayıp itiraf etmişti. ''Senin saçını çekti tamam mı? Memnun oldun mu?'' sinirle yukarı çıkan Ayaz'ın ardından Asmin olduğu yerde kalmıştı. Birkaç saniye sonra omuzları titremeye başlamışken ben onun ağladığını düşünüp gitmeye hazırlandığım an kıkırtısını duymuştum. "Mağara çocuğu işte!" deyip kafasını sağa sola sallarken hala sesli gülüyordu Birileri Leyla olmuş. "Ama kıskanç ."dedikten sonra merdivenleri yavaşça çıkmaya başlamış ağzında ise mini mini bir kuş şarkısı vardı. Sanırım içeri alınan o kuş Ayaz'dı. Kadınlar yine bildiğiniz gibi. Hem o şarkının sözlerini mi değiştirmişti? O kuş en son kaçıyordu prens olmuyordu. Yalnız Asmin ve Ayaz'ın kavgalarıyla şu an bizim kavgalarımıza benzemesi gözümü korkuttu. Biz mi çocuğuz yoksa bunlar mı çabuk büyüyor? Mert'in öksürüğüyle daldığım düşüncelerimden çıkmıştım. Ona baktığımda az önce giden çocukları işaret etmişti. ''Asmin ve Ayaz anneleri ve babaları yukarda oturuyor tanışırsınız yakında. Benim işlerim vardı bir şeye ihtiyacınız olursa biliyorsun. Burası da sizin eviniz .'' dedikten sonra hemen kapıyı kapattım. Ben bir aptal gibi neyden kaçıyordum böyle? Hiçbir fikrim yoktu. Kızların birazdan geleceğini düşünerek onlara da kahve yaptım. Tam hazırlamış yerime otururken anahtar sesini duymuştum. Tahmin ettiğim gibi gelmişlerdi. ''Belki de kadının gittiği kuaförü gereksiz bir ayrıntı olduğu için anlatmamıştır.'' diyerek önden içeri girdi Dolunay. ''Ama adamın dilinden pürüzsüz bir teni vardı lafını düşürmüyor. Adamın kadının vücudunu anlattığı düzinelerce sayfa gerekli ama kadının gittiği kuaför gereksiz!'' Yansı' da arkasından giriş yapmıştı. Kuaföre gittiler geldiler ve konuyu derinlemesine ele aldılar. Cidden deli bu ikisi! ''Ben işin kuaföründe filan da değilim o sade önemsiz bir detay. Aslında ben bizim insanları anlamıyorum. Geçen bir yazarın kitabına baktım. Her kitap bir emek o ayrı ama kadının gerçekten diğer kitaplarından biraz daha fazla çaba sarf ettiği belli olan fantastik bir kurgusu sonradan yazdığı mafya kurgusundan daha az okunmuş. Sırf mafya kurgusunda yetişkin içerikli sayfalar olduğu için güzelim fantastik kitabı harcadılar. Bizim millette ki bu mafya ve cinsellik sevdası nedir? Çoğu yazılan kitap gerçek mafya hayatını bile anlatmıyor bence!'' ''Yansı, sende ki bu her şeyi eleştirme sevdası nedir? Azıcık rahat mı olsak? '' diye araya girmek istesem de beni hiç umursamayıp kendi aralarında tartışmaya devam ettiler. ''Senin okuduğun yerin kitlesi öyle. Hem adı üstünde kurgu yapıyorlar illa gerçeklikle bağlantısı olacak diye bir kural yok.'' dedi Dolunay ''Daha korkutucu ya! O kitle hep gençlerden oluşuyor. Ben bazen yazarları da kınıyorum kitleni biliyorsun, seni kimlerin okuduğunu da biliyorsun. Neden illa öyle sahneler yazma gereği duyuyorsun? Ayrıca dediğin yazarlar kitabın bir kısmı gerçeklikten uzaklaştığı için kitabını kaldırıyor hani kurgu yapıyorduk. Biz rahatsız olduğumuz bir bölümünü kınadığımızda ' Ama gerçekte de bunlar var. Gerçekte olunca zorunuza gitmiyor fakat kitapta yazınca mı zorunuza gidiyor?' diye savunmaya geçiyorlar o zaman biz kurgu yapıyoruz demiyorlar.'' '' Kitabın bir bölümü kurgu bir bölümü yaşanmışlıktan esinlenebilir. Bunda büyütecek bir şey yok. Yazar tabi ki gerçeklikten esinlendiği kısımları o şekilde savunacak. Hem insanlar istediğini yazmakta da okumakta da serbest. Sen şimdi bunun engelledin diyelim okumak isteyen muhakkak bulup okur! Bizim insanlarımız öyle şeyler okumayı seviyor.'' ''Bizimki de kesin ilerde kaleme alır bir mafya kitabı. Gelenek olmuş herkes muhakkak bir tane yazıyor.'' ''Yansı artık senin kafandaki yazara da kitaba da karışmıyorum çünkü yoruldum ben. İzin ver Deniz'in yaptığı güzel kahveyi içeyim.'' Dolunay koltuğa geçip kahveden bir yudum aldığından gözlerini kapatıp tadını çıkardı. ''Ellerine sağlık Deniz çok iyi geldi.'' Yansı'da daha fazla konuşmayıp kahvesini içmişti. Tartışmanın içinden biri bitirmeyince başkasının bitirmesine izin vermiyorlardı. Hiçbir tartışmada da bir sonuca vardıklarını görmemiştim ama böyle şeyler konuşmak hoşlarına gidiyor sanırım. Ben genelde onlar her ne kadar müsaade etmeseler de tartıştıklarında arayı bulmaya çalışırdım. Kahvelerimizi keyifle içerken aynı anda telefonlarımızdan gelen mesaj sesiyle bakışlarımız birbirini bulmuştu. Üçümüzde aynı anda kafamızı takvime çevirdik. Hayır, 1 Haziran yarındı. "Elim ayağım titriyor benim." dedim görüneni inkar etmeden. Onların da benden farkı yoktu. Kalbim korkudan yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Bir mesaja böyle olduysak işimiz var bizim. "Korkunun ecele faydası yok ben bakıyorum." Dolunay anlık bir kararla telefonu eline aldı. Biz de ona uyup telefonlarımızı aldığımızda ekran da beliren mesajı sesli bir şekilde okudum. "Hazır mısınız?" Bilinmeyen bir numaradan gelmiş ve sadece bu yazıyordu. "Değiliz diye mesaj atsak erteler mi acaba?" Dolunay ve ben baygın bakan gözlerimizi Yansı'ya çevirdik. "Ne var? Ben ciddiyim." şu durumda yaptığı esprilerin komik gelmesi normal değildi. Telefon çalma sesi geldiğinde irkilmiştim. ''Merak etmeyin Doğu arıyor. Hoparlöre alıyorum.'' Yüksek ihtimal onlara da aynı mesaj gitmişti. Telefon açılır açılmaz konuşmaya başladı. '' Kızlar mesajı siz de aldınız. Yarın evden çıkmamaya çalışın acil bir ihtiyacınız olduğunda da bize ulaşın.'' Hepimiz onayladığında yarın hakkında biraz konuşup telefonu kapatmıştık. O zamandan sonra evde duyduğumuz en ufak sesten korkmaya başlamıştık. Birimizin aniden bir yerden çıktığında normalden daha büyük tepkiler veriyorduk psikolojimiz şimdiden alt üst olmuştu. Gece uyurken bile ışıkları açık bırakmayı düşünmüş sonra vaz geçmiştik ama gece birlikte uyuma kararına hemfikir olmuş korkumuz havanın sıcaklığına galip gelmiş sıkış tıkış birlikte uyumuştuk. Dolunay rüyasında kavga edip tekme tokat bizi dövüp rüyasındaki adamlara küfür edene kadar gayet iyi gidiyorduk. Sabah uyandığımızda da her şey olağan akışında ilerliyordu. Cumartesi olduğu için zaten hepimiz evdeydik. Sadece ekmek almak için çaprazımızdaki markete bütün ısrarlarımıza rağmen tek başına giden Yansı dışında bir aksiyonumuz olmamıştı. ''İki ekmek aldım eve gidiyorum biri büyük biri küçük iki ekmek aldım.'' O da şimdi geldi. Yansı anahtarı ayakkabılığın üstüne bırakıp hazır olan kahvaltıya oturduğunda dilinde dönen şarkıdan bihaberdi. Gerçekten bu nasıl bir ilettir ki ne zaman biri ekmek al dese bu şarkı dilimize dolanıyordu ve biz bunu farkında olmadan yapıyorduk. Kaç yaşımıza geldik bir türlü kurtulamadık. Birlikte kahvaltımızı ederken Yansı'nın dikkat çekmek için çay kaşığını bardağa vurmasıyla ciddi bir konu olduğunu anlayıp gözlerimizi ona çevirdik. Dikkatimizi ona verdiğimizden emin olarak boğazını temizleyip konuya girdi. ''Ben işi bırakmayı düşünüyorum. En azından şu olaylar bitene kadar evden yapabileceğim işlere bakacağım.'' konuşması üzerine Dolunay'la birbirimize baktık. ''Emin misin Yansı?'' diye sorduğumda başını salladı. ''Evet, zaten yeterince işi öğrendiğimi düşünüyorum. Bu olaylar yüzünden yeterince işe konsantre olamayabilirim. Sürekli izin de alamam, kimseye mahcup olmak istemiyorum o yüzden istifamı vereceğim. Hem yüksek lisansımı tamamlamak istiyordum. Belki onu tamamlayınca kendi kliniğimi açarım ya da yetişmese bile bir hastanede işe girmeye çalışırım. O yüzden eminim şimdilik durmak en iyisi.'' dediğinde ona hak vermiştik. ''Tabi canım sen nasıl istersen öyle olsun. Hem ben ve Dolunay'ın da okulu bitiyor. Parayı da dert etme. Borçlarımız bitti kitapçı bizi bir süre idare eder.'' dediğimde Dolunay'da beni onayladı. ''Aynen hem bazen uzaklaşmak iyidir. İnsan sürekli aynı işi yapınca da sıkılıyor.'' Yansı gözleri dolmuş bize bakıp gülümserken telefonlarımızdan aynı anda gelen mesaj sesiyle sohbetimiz bölünmüştü. Ekranda beliren bilinmeyen numara yazısıyla göz göze gelip ayaklandık. Bu sefer gerçekten başlıyorduk. Bu sefer ki herhangi yazılı bir mesaj değil bir konumdu. Anlamsızca mesaja bakarken bir mesaj sesi daha duyulmuştu. Tekrardan baktığımızda bu sefer bir yazı vardı. ''Bu konuma gelin artık başlama zamanı geldi.'' diye seslice mesajı okumuştum. Daha fazla yerimizde duramayıp hareketlendik bir yandan bizimkileri arayıp ortalığı toplamaya çalışırken bir yandan hazırlanmaya başlamıştık. Apartmandan çıktığımızda kendi arabamıza doğru çevirdiğimiz adımlarımızı Doğu durdurmuştu. ''Kızlar, tek araba gidelim. Ne olur ne olmaz diye büyük bir araba ayarlamıştım.'' dediğinde onu onaylayıp takip etmiştik. Arabanın yanına gittiğimizde gördüğümüz arabayla dumura uğramıştık çünkü karşımızda açık mavi tonlarında bir minibüs vardı. Arasak bulamazdı böylesini. ''Doğu, sana araba ayarla dedim bunun üstünde bir tek Scooby Doo ve arkadaşları gizem serüveninde yazısı eksik.'' dedi Ulaş sürücü koltuğuna geçmek için kapının kolunu tutarken. Onunla beraber uzanan eli fark etmemişti. Elleri birbirine değdiğinde elektrik çarpmış gibi geri çekildiler. Bence birbirleri arasında yüksek gerilimden kaynaklı bir elektrik akımı var çünkü arada bizi de çaptı. Ay fizik hocası gibi konuştum evlerden ırak! ''Bak Ulaş zaten gelir gelmez arabanızı bizim park yerine park etmişsiniz bunu senin yaptığını da biliyorum. Çekil kenara ben sürerim bunu.'' ''Dolunay tepene taş düşse benden bilirsin sen! Hem sen deli gibi kullanıyormuşsun arabayı kuşlar söyledi.'' Ulaş, Dolunay'ı hafifçe kenara itip sürücü koltuğuna binerken Dolunay kaşlarını çatmış Yansı ve bana bakıyordu. Bizse hiç onu umursamayıp gökyüzünü izlemenin daha zevkli olduğuna kanaat getirip yukarı baka baka arabaya binmiştik Peşimizde takıntılı bir psikopat var bunlar neyin tartışmasına giriyorlar? Aradan kaç saat geçti bilmiyorum ama yol bitmek bilmiyordu. ''Ulaş ne kadar kaldı?'' dedim isyan edercesine. ''Az kaldı herif dağın başında öldürecek herhalde bizi.'' ''Yok o öldürmek istese şimdiye çoktan öldürürdü anca süründürür.'' diye rahatça konuşan Yansı bizi hiç rahatlatmıyordu. ''Sağ ol Yansı çok moral verdin şu an.'' dediğimde omuz silkti. ''Her zaman.'' bir elini sol göğsüne koyup başını eğmişti. Herkeste bir havalar! ''Polisi mi çağırsaydık?'' Doğu yalancı bir öksürükle araya girdiğinde bir süre dikkatimiz oraya kaymış ve bunu neden yaptığını anlamayarak tekrar konuşmaya dönmüştük. '' Hakikaten niye tek başımıza gidiyoruz?'' dedi Dolunay Doğu bu sefer daha şiddetli öksürdüğünde sırtına vurdum. ''Helal helal ne oldu böyle öksürüyorsun?'' ''Bilmem bir an kendimi güvenlik kollarında çalışırken hayal ettim.'' Ben yine ne demek istediğini anlamadığım da Yansı büyük bir coşku ile araya girmişti. ''Doğru ya! Doğu sen polistin ama tek başına ne yapabilirsin ki?'' Doğu göz devirip konuşmaya başladı. ''Arabada takip ve dinleme cihazı var olağanüstü bir durum olduğunda ekipler intikal edecek. Kusura bakmayın ama bütün emniyet bununla ilgilenmiyor.'' dediğinde biraz olsun rahatlamıştım. ''Ya yetişemezlerse?'' hemen felaket tellallığı yap Yansı. ''İşte benim işim onlar yetişene kadar sizi güvende tutmak.'' diye cevap verdi Doğu. ''Rambo musun sen? Dağın başına çıkıyoruz tek başıma oyalarım diyor.'' dediğimde gülmüştü. ''Bence bu kadar mantıklı düşünmeyelim. Merak etmeyin dedim ya ölmeyeceğiz. Kimse bize o aklınızdan geçenleri yapmayacak en azından şimdilik.'' diyen Yansı ile üzülsek mi sevinsek mi? Bilememiştik. Araba durduğunda artık varış noktasına ulaştığımızı anlayıp kendimi dışarı atmıştım. Uzun süre oturmaktan ayaklarım uyuşmuş, belim ağrımıştı. Geldiğimiz yer bir ormandı ve buraya kimsenin piknik yapmak için geldiğini düşünmüyordum. Daha çok adam öldürüp saklamak için güzel bir yerdi. '' Bu ne diye çağırdı bizi buraya? Ayılarla erik dalı mı oynayacağız.'' Doğu bunu söylediğinde bir an aklımdan ayılarla erik dalı oynadığımız geçtiği için gülmeden edememiştim. ''Ne oldu Deniz, niye gülüyorsun?'' Dolunay'ın sorusu karşısında artık kahkaha atıyordum. Gülüşlerim arasından zar zor ''Bir an ayılarla Erik dalı oynadığımızı düşündüm çok komik olurdu.'' diyebilmiştim. Onlarda akıllarında öyle bir sahne canlandırmış olacak ki benimle birlikte gülmeye başlamışlardı. Aslında Türkiye'de çokta imkansız değildi. Biz böyle gülerken telefonlarımızın aynı anda çalışıyla az önceki gülüşlerimizin yerini keskin bir sessizlik almıştı. Önce birbirimize bakıp onay aldığımızda ekranda duran bilinmeyen numaranın altındaki yeşil açma tuşuna dokunmuştuk. Nefesimizi tutmuş gelecek olan sesi bekliyorduk. Önce anlamsız bir hışırtı duyuldu sonra bizi şaşırtan bir ses duyduk. Bu bir deniz sesiydi, denizdeki dalgaların çıkardığı sesti. Hiçbirimiz konuşmuyor sadece telefonu dinliyorduk. Bir eşek şakasına kurban gittiğimize inanmak üzereyken sonunda deniz sesi kesilmişti. Tanıdık olmayan ama bundan sonra kulaklarımızdan silinmeyecek olan metalik sesini duyduk. ''Merhaba!'' Duyduğumuz sesle bakışlarımızın birbirini bulması bir olmuştu. Bir umut birimizin tanıdığını düşünmüştük ama saçma bir beklentiydi kendi sesini bile kullanmıyordu. Bir süre sessizlik olmuş ve devam etmişti. ''Ben Efarit ve siz de benim oyuncaklarımsınız.'' dediğinde alaylı bir hale büründüğü boğuk çıkan sesinden anlaşılıyordu. ''Ben de ecelin memnun olmadım.'' dedi Ulaş'ta daha fazla bu dramaya dayanamamış olacak sanırım. Sinirlerim bozulduğu yetmezmiş gibi üstüne o böyle söyleyince kahkaha atasım gelmişti ama kendimi zar zor tutmuştum. '' Esprileri Doğu yapmıyor mu?'' dediğinde hepimizi tanıdığını belli ediyordu. ''Benim şu an polisliğim tuttu bir süreliğine esprileri Ulaş yapabilir.'' Doğu'nun kendinden emin konuşması ve ciddiyete bürünen yüzü gerçekten iş kimliğine büründüğünü gösteriyordu. ''Biz niye bu manyağa açıklama yapıyoruz?'' dedi Mert gerçekten bunu anlamsız bularak. ''Bir bilsem.'' Ulaş'ta ona destek olmuştu. Bir türlü neye benzeteceğimi bilemediğim sesiyle. Kendisine Efarit dememizi uygun bulan şahıs araya girip ötekilerden daha uzun bir konuşma yapmıştı. ''Bence de lafı kısa keselim. Sizi neden buraya çağırdığımı bilmek istiyorsunuzdur. Sebebi sizinle çok güzel bir oyun oynayacağız. Oyunun sonuna ulaşmak için belli görevleri belli süreler içinde yerine getirmeniz gerekecek. Bazen bu görevler başka bir oyun içerecek bazense kendinizi ölüm kalım savaşı verirken bulacaksınız fakat merak etmeyin ölmeyeceksiniz çünkü tek bir yasak var ölemezsiniz! En azından toplu bir şekilde ölmeniz yasak. Şimdi oyunumu oynamayı kabul ediyor musunuz? Soruyorum çünkü etmezseniz içinizden birini öldürmenin benim için çok zor olmadığını bildiğinizi düşünüyorum.'' Sessiz kalıp sadece birbirimize bakmıştık. Cevabımızı beklemeden tekrar konuşmaya başlamıştı. ''Ben de öyle düşünmüştüm. Şimdi hadi başlayalım-'' demesine kalmadan Yansı bir anda atılmıştı. ''Kurallar ne?'' diye sorduğunda en azından oynayacağımız bu saçma oyunda bizim lehimize bir şeyler toplamaya çalıştığı açıktı. ''Zekisin Yansı ama oyunun kurucusu benim görevler geldikçe kuralları size bildiririm. Tabi keyfimde bunu onaylarsa...'' Biraz durup devam etti. ''Herkes memnun olduğuna göre başlayalım.'' Kimse memnun değildi bunu ona kim söylemek ister? Telefonumuza gelen mesaja baktık. Kocaman harflerle yazılmış bir cümle vardı. GÖREV 1: ÖLÜMLE TANIŞIN '' Arabanın arkasında size bir hediye bıraktım onu gönderdiğim adrese 24 saat içinde iletirseniz sevinirim. Süreniz şu andan itibaren başladı. Bol şans!'' dedikten sonra telefonu yüzümüze kapatması bir olmuştu. ''Şimdi haşa Azrail ile mi tanıştıracak bizi?'' Doğu'nun söylemi üzerine yüzümüzü buruşturup ona bakmıştık o ise omuz silkip ''Ne var?'' demekle yetinmişti. ''Az önce ciddiydin. Ne diye ortamı bozdun şimdi?'' diye sordu Dolunay. ''Ne var bagaja bakmayalım diye zaman kaybetmeye çalışıyorum.'' dediğinde Ulaş ensesinden tutup sürükleyerek arabanın yanına götürmüştü. Biz de yavaş adımlarla arabanın bagajına doğru gittiğimizde Ulaş anahtarı alıp yanımıza gelmişti. Kilidi açtığında titreyen dudaklarım arasında derin bir nefes çektiğim zaman Mert bagajı açmak için eğilmiş bense gözlerimi sımsıkı yummuştum. Kapağın açılma sesi geldiğinde sanki tüm dünya donmuş gibiydi. Yavaşça gözlerimi açtığımda çok fazla sıktığım için görüş alanım başlangıçta net değildi fakat netleştiği zaman şok olmuşça karşımızda duran şeye bakıyordum. O kadar yolu bununla geldiğimize inanamıyorum! ----------------------------------------------- BÖLÜM SONU YORUMLARINIZI BEKLİYORUM! HANGİ KİTAP OLDUĞU SİZE KALMIŞ! 😉
|
0% |