@nurperi287
|
''İnsanları bize gösterdikleri kadar tanırız.'' Ben önceden çok planlı bir insan değildim. Hatta otuzlu yaşlarıma geldiğimde ne durumda olacağımı hiç düşünmemiştim çünkü çoğunlukla mutluydum yarının bir önemi yoktu. Bana göre insanlar bulundukları koşuldan memnun değilse on yıl sonra nerede olacaklarını merak eder ve hayallerini kurardı. Benim hayatım güzeldi hoş şu an da öyle kötü bir hayatım yok. Kısaca eğer mutluysak büyük planlar yapmak yerine o anı yaşamalıyız. Hayat zaten hep sürprizlerde doluydu ve hep kendi planını uyguluyordu. Bir gün bu düşüncelerimin bu kadar karşıma çıkacağını düşünmemiştim. Yani şey kadar... Bir tabut. Açılan bagaj anında geri kapandığında Doğu korkuyla bize döndü. ''Az önce bahsettiğimiz ayılar umarım buralarda bir yerlerdedir. Hadi gidip bizi yiyecek bir ayı bulalım.'' Gitmek için birkaç adım attığı sırada Ulaş şok içinde bagaja baktığında bile Doğu'nun yakasından tutup geri döndürmüştü. Adamda refleks olmuş istemsizce yapıyor. Koca adamı niye çocuk gibi tutuyorsun? ''Ulaş şunu yapmayı bırak artık! Hem sadece ayı olmaz dersen ayı adamda olur her şeye razıyım.'' Doğu'nun saçma önerileri dışında hiçbirimiz konuşmuyorduk. Eğer birimiz yuttuğu küçük dilini bulursa konuşacaktı. Şu an hepimizin aklında aynı cümleler dönüyordu. Tabut varsa cesette vardır. Yani kaç saattir içinde olduğumuz arabanın bagajında bir ceset vardı. ''T-tamam ilk adım için biraz şaşırtıcı ama şimdilik gerekeni yapmalıyız.'' dedi Yansı hala kendini toparlayamamışken. Her şey olabilirdi ama daha ilk dakikadan ölümü bize tokat gibi çarpması beklenmedikti. ''Doğu sen Kıraç'a haber ver. Biz de bunu nereye ileteceğimize bakalım.'' Doğu kafasını sallayıp telefonla konuşmak için bizden biraz uzağa gitti. ''Ne yani gerçekten dediğini yapacak mıyız?'' dedim inanamayarak. ''Başka şansımız mı var? Bunu daha önce konuşmuştuk. Yarın bu zamana kadar vaktimiz var acele edelim verdiği adreste bizi neyin beklediğini bilmiyoruz.'' Yansı arabaya bindiğinde biz tereddütle bagaja bakıyorduk. Yazdığı not bir tarafa hiçbirimizin eli içini açmaya gitmemişti. ''Hadi!'' dedi Yansı arabayı işaret edip. Hepimiz bindiğimizde gidişimizin aksine dönüşümüz sessizlikle ilerliyordu. Aklımdaki soruyu sordum. ''Benim anlayamadığım Efarit zaten bagajımıza koyduğu tabut için niye bizi bu ormana getirdi?'' ''Vakit kaybettirmek istemiş olabilir.'' dedi Mert. Ulaş'ta onu onaylayıp ''Aynı zamanda psikolojik olarak bizi alaşağı etmek de istedi.'' dediğinde mantıklı gelmişti. ''Başardı da hepimizde bagaj travması oldu artık!'' Dolunay öfkeyle konuştuğunda gerçekten artık bir arabanın bagajını açmaya bir süre elim gitmezdi. ''Ne zayıf psikolojiniz var sizin! Türkiye'de yaşıyoruz demir gibi psikolojiniz olmalı. Bu gözler neler gördü bu kulaklar neler duydu öyle iki tabuta psikoloji mi bozulurmuş!'' dediğinde kafasına vurdum. ''Gelen geçen o yüzden vuruyor zaten. Sen Türkiye'de yaşıyorsun alışıksındır diyorlar. Bir de sen başlama!'' ''Her neyse nasıl teslim edeceğiz bunu?'' Dolunay yüzünü buruşturup baş parmağıyla bagajı işaret etti. ''Önce istediği yere gidip nasıl bir yer olduğuna bakalım ona göre karar veririz. İnternetten araştırıyorum.'' Başımızla onayladığımızda teslim edilecek yere gittik. Tabi görmek istediğimiz şey bir ev değildi. Bugün ne istemesek o başımıza geliyordu. Evi görecek kadar fakat dikkat çekemeyecek bir noktada durmuştuk. Yansı her zamanki gibi eline bir defter alıp kaputun üstüne bağdaş kurarak oturmuş gözlüklerini düzeltip neyle ilgili olduğunu bilmediğim notlar almaya başlamıştı. Biz de arabanın etrafına dizilmiştik ''Bu eve nasıl bir tabut götüreceğiz acaba?'' diye sordu Dolunay kaşlarını çatmış evi süzerken. Geldiğimiz yerin elit bir semt olduğu çevresindeki evlerden belliydi . Bizim ilgilendiğimiz büyük bahçesi olan gri tonlarında, buradan gördüğüm kadarıyla da taşlı yollarının kenarları çiçeklerle süslenmiş büyük bir evdi. Daha kötüsü ise evin etrafında korumalar ve kameralar vardı. ''Evdekilerin tabuttan haberi var mıdır ki?'' Yansı'nın arada bir gelen perileri yine ona bulaşmıştı. ''Saçmalama! Akşama sana tabut göndereceğim haberin olsun diye mesaj mı gönderecek?'' dediğim bana bile komik gelmişti. '' Önce bizden ne istediğini çözelim tabutu istediği yere teslim etmemizdi. Yani şu kişiye verin demedi o zaman tabutu evin sınırları içerisine belli bir yer olmaksızın bırakacağız?'' Yansı'nın süslü cümlelerle anlatmak istediğini Ulaş hiç uzatmadan ''Kısaca onun istediği gibi gömeceğiz!'' diyerek kısaltmıştı. Yansı ise ona yapmacık bir şekilde gülümsemişti. Dolunay kollarını birbirine dolayıp ''Her haltı söylediniz bari bunu gömecek vakti nasıl kazanacağımızı da söyleseydiniz. Etrafta duran korumaları ve kameraları aşıp nasıl gömeceğiz acaba?'' diye sordu ''Kameraman kolay. Bir uyku ilacına bakar. Asıl zor olan dışardakiler.'' Yansı o kadar rahattı ki bizi gören her gün bu işi yapıyoruz sanır. ''Kameralar kolay diyor çıldıracağım! İçeri girdik de güvenliği uyutmamız kaldı.'' Dolunay yüzünü sıvazlayıp arkasını dönüp sırtını arabaya yasladı. ''Kıraç bir şey yapamaz mı?'' Soruma karşılık Doğu inanmayarak bana baktı. ''Ne yapacak Kıraç? Savcılık onayıyla arazinize tabut gömmeye geldik mi diyecek?'' Doğu'nun cevabına gülmeden edememiştik. ''Gömmeyelim bırakıp kaçalım.'' dediğimde Mert cevap verdi. ''Mesajda not düşüp gömün yazmış. Sonra sevgilisine yazar gibi ikinci bir not düşüp tabutu açmayın diye eklemiş.'' ''Gömecek süreyi nereden bulacağımızı da yazsaydı.'' Dolunay'ın isyanı Yansı ve Doğu'yu hareketlendirmişti. ''Buldum!'' İkisi de aynı anda konuştuğunda biz kimi dinleyeceğimizi şaşırmış ikisine bakıyorduk. Göz göze geldiklerinde Yansı gülümseyip geri çekilmiş anlatması için Doğu'ya izin vermişti. Aynı şeyi mi düşünmüşlerdi? Aynı şeyi düşündülerse nasıl aynı şeyi düşünmüşlerdi? Peki aynı şeyi düşündüklerini nerden anlamışlardı? Bir bakışla o kadar şey anlatabiliyor muyuz? Ben en fazla kızabiliyorum da o yüzden sordum. Daha fazla sorgulamadan diğerleriyle birlikte Doğu'yu merakla dinlemeye başlamıştım. ''Kıraç bize tüm güvenlik görevlilerinin dikkatini dağıtacak süreyi kazandırabilir. Mesela bir kavga çıkartalım. O kavganın üzerine ben polis aracıyla gelirim ve kavgaya karışan korumaları kimlik kontrolüne alırım. O sırada içerdekilerde olayı duyup çıkar. Birimiz kameralarla ilgilenirken iki kişi de tabutla ilgilenir. Arka tarafta bir bahçe girişi var oradan gireriz. Şanslı günümüzdeyiz!'' Aynen çok şanslıyız! ''Harikasın Doğu!'' dedi Yansı gözleri parlayarak ona bakarken. Doğu aldığı takdirle gülümseyip göğsünü şişirerek ''Biliyorum.'' dedi. ''Kim kavga edecek peki?'' diye sordum. ''Ulaş ve Mert arkadaşlarımızdan şöyle yumruk yumruğa bir kavga izleriz artık.'' Ulaş kolunu Doğu'nun omzuna atıp gözlerini kısarak ''Kızlar tek başına tabutu nasıl taşıyacak onu düşündün mü?'' diye sorumuştu. ''Düşündüm canım. Kıraç'ta benimle gelir bir polis aracıyla sizi götürüyormuş gibi yapar siz de arkadan bir yerden girer kızlara yardım edersiniz.'' Ulaş, Doğunun omzuna attığı kolunu çekip onu kenara iterken ''Hiç bu kadar saçma bir plan duymamıştım ama hadi yapalım!'' demişti ''Sen yine iyisin ben daha önce hiç bu kadar saçma bir olay duymamıştım. El allemin bahçesine tabut gömmek nedir Allah aşkına?'' ''Bir de bana sor! Eğer arada güncel olaylardan bahsetmesek ve böyle cümleler kurmasak ergenlik yıllarında yazdığı kitabı düzenlemek yerine direkt yayınladığını düşüneceğim. Oysa ben bir kitabın klişelerine kurban gitmeyecek bir hazineyim!'' Yansı yaptığı dramadan sonra gözlüklerini çıkarıp akmayan gözlerini silerken burnunu çekmiş sonra tekrar defterine dönmüştü. ''Bir mezar hırsızlığımız eksikti!'' diye yakındım. ''Mezar hırsızlığı başka yenge biz mezar kazıyoruz yani değişik bir şey. Gerçekten bu yaptığımızın adı ne?'' dedi Doğu ''Onu bilmem ama bildiğin evdekilere karşı yeni bir dolandırıcılık tarifesi uygulayacağız. Tek farkımız biz para almıyoruz aksine karşılığında bir şey veriyoruz.'' Biz yine saçma bir muhabbete girmişken Mert haklı bir isyanda bulunmuştu ''Ben niye Ulaş'la kavga ediyorum üstelik Dolunay bu konuda profesyonelken.'' ''Olmaz!'' dedi Yansı kafasını kaldırmadan. ''Tamam o zaman Doğu ile sen kavga et bir de sizin kavgalarınızı görelim!'' Mert'in alayla söylemine Yansı yüzünü buruşturmuştu. ''Saçmalama Mert! Doğu bana daha doğru düzgün sesini bile yükseltemiyor.'' Yansı'nın sözlerinden haklılık akıyordu. Onu kıskandığı zamanlar da bile azıcık sesini yükselttiğinde ve Yansı ona kızdığında hemen yerine siniyordu. Az önce planda aklıma takılan kısmı şimdi hatırlamıştım. ''Bu arada iki kişi niye ayrı arabayla gelmişler diye sormayacaklar mı?'' ''Bu kadar sorgulamayın lan kitap ilerlemiyor!'' Doğu dayanamayıp isyan ettiğinde Yansı'da anında onu onaylamıştı. (Allah razı olsun Doğu cılkım çıktı burada!) ''Biraz da bırakın okuyucular çözsün. Her şeyi açıklattırıyorlar.'' Eğer gerçekten onların değimiyle bir kitabın içindeysek okuyucular onların sürekli bundan bahsetmesi yüzünden grubu terk etmişlerdir. Giderken bu ikisini de götürselerdi bari! ''Tamam be tamam sormadım!'' Kızmamla kaçması bir olmuştu. ''Kıraç'ı arıyorum ben.'' Kıraç'ta olmasa ne yapardık? Yakında Efarit onu da ekler gruba! --------------------------------- ''Deniz, tüm ağırlığı vermesene benim tarafıma!'' '' Asıl sen verme Dolunay!'' ''Kızlar kendi aranızda tartışmayın atladığım bir kısım oldu o yüzden benim soruma cevap verin. Tabut çok mu ağır? Yani içinde bir insan olacak kadar mı ağır?'' ''Kızın atladığı kısma bakar mısın? Tabut senin bu planı yaparken belimizi düşünmediğin kadar ağır Yansı! Ha bir de hesaba katmadığınız alarm sistemi kadar!'' Kız kamera odasında rahat tabi bakıyor keyfine! ''O zaman daha önce ölmüş...'' Kendi kendine konuştuğundan ve Mert ile Ulaş'ın tarafından gelen gürültü yüzünde sesi kulaklıktan kısık gelmiş ne dediğini anlayamamıştım. ''Ne dedin?'' ''Bir şey demedim hadi acele edin siz! Oğlum size de iyi ki kavga edin dedik dünden razıymış gibi daldınız birbirinize! Kulağımın zarı patladı Yemin ederim.'' Yansı'nın konuşmasını Doğu'nun bağırışı takip etti. ''Alalım bu ikisini merkeze ben geri kalanla ilgilenirim.'' ''Görüşeceğiz oğlum senle bu iş bitmedi burada!'' Mert'in bağırmasıyla yüzümü buruşturdum. ''Gel hadi ne yapacakmışsın görelim!'' Ulaş'ın cevabı ise bize baygınlık geçirtecek cinstendi ''Susun lan binin arabaya!'' Kıraç'ın da bağırması üzerine sesler azalmıştı. ''Ne banal bir kavgadır bu Yarabbim! İnsan şakadan bile olsa biraz izleyiciyi şevke getirir ya! Hem çok kısa sürdü bu!'' ''Kusura bakma Yansı hanım pek eğlendiremedik seni!'' ''Aynen Ulaş hadi bir daha kavga edin.'' ''Hasbinallah!'' ''Evin sahibi burada değilmiş adamlar boş evin etrafında çok dikkatli değildirler şu an. Evin boş olduğu zamanına denk gelmiş olmamız tesadüf değildir diye düşünüyorum. Üstelik adamlarda yarın buradan ayrılacaklarmış.'' Mert benim de aklımı kurcalayan olayları söylemişti. Ulaş ve Mert iki üç dakikaya yanımıza geldiğinde daha hızlı kazmaya başlamıştık. ''Çocuklar daha hızlı olun. Doğucum azıcık sohbete tutsana insanları.'' ''İşsiz lan bu!'' dedi Ulaş tüm sinirini güzelim topraktan almak istercesine her defasında daha sert vurarak konuşmaya devam etti. '' Millet para bulamıyor zenginin parasının gittiği yere bak! Sonra Türkler deli diyorlar hem iç hem dış baskı altındayız. Affedersiniz ama bu kadar adilik karşısında izin verin azıcık deli olalım!'' Sadece deli demiyorlar ama ben yorumumu katıp ortalığı karıştırmak istemediğim için susmayı tercih ettim. ''Çocuklar hadi çok derin yapmanıza gerek yok yeterli o kadar koyun artık şunu içine!'' Elimizdekileri bırakıp tabutu kazdığımız yerin içine koyduktan sonra üstünü örtmek daha kolay olmuştu. Dikkat çekmemesi için kaldırdığımız çalıları tekrar üstüne koyup geldiğimiz yerden geri çıkmış arabalara binmiştik. Geriye Yansı'nın tüm kayıtları silmesi kalmıştı. Yaklaşık on dakika sonra ''Tamamdır çıkıyorum!'' dediğinde ne kadar rahatlamak istesek de Doğu cephesinde de hareketlenmeler başlamıştı. ''İsterseniz güvenlik kamerasından görüntüleri izleyelim.'' Bu istek korumaların birinden gelmiş ve bizim tüylerimizi diken diken etmişti. ''Sizi de çok işinizden alıkoyduk. Siz bana yolu gösterin ben tek başıma giderim.'' Doğu kesin bir dille onun gelmesini reddettiğinde kısa bir an rahatlasak bile tekrar konuşması üzerine buz kesmiştik. ''Lütfen gelin! Diğerleri de işinin başına geçsin.'' dediğinde Doğu'nun verdiği cevap hepimizi sinir krizine sokacak cinstendi. ''Tamam o zaman.'' ''Hay senin oyalamana Doğu... Yansı çıkmadı daha!'' Ulaş bağırdığında kulaklıktan dinlediğimiz için ses olduğunda daha yüksek desibelde çıkmıştı. ''Aslında bugün buradaki işimiz bitmişti ana eve geçecektik. Son dakika böyle bir olayı beklemiyorduk. Genelde böyle olaylar bu tip semtlerde olmaz daha önce hiç karşılaşmamıştık. Acaba neden kavga ediyorlarmış?'' Yürürken konuşuyor olmalılar çünkü kumaşların birbirine sürtünen sesini duyuyorduk '' Bırakın onunla polis olarak biz ilgilenelim.'' Doğu'nun keskin sesini bir gülüş izledi. '' Haklısınız ama çok saçma bulduğum bir olay korumalar sadece ayırmak için araya girmişlerdi ve siz hepsini dizip kimlik kontrolü yaptınız.'' ''Kusura bakmayın biraz yeni olduğumuz için işimizi sağlam kazığa bağlamak istedik sonuçta Vedat Çiğil'in korumalarını her zaman sıraya dizemezsin.'' Sanırım burada fırsatım varken değerlendirdim diyordu. ''Öyle mi?.'' korumanın sesindeki alaycılığı biz bile anlamıştık. Korumalar hep bu kadar küstah mı? Zannediyorum ki Doğu'nun daha fazla onları bekletmesine tahammül edemediği için kamera odasına götürüp diğerlerine de işinin başına geçmesi için fırsat verdi. ''Yansı neredesin?'' diye sordum çünkü ikisi baya yürümüşlerdi. ''Bahçede ağaçların orada saklanıyorum ne yapayım? Korumalar yerlerine döndü, bahçe kapısı hüzünle bana bakıyor. Hakkınızı helal edin artık!'' ''Saçmalama çıkacaksın oradan! Doğu'nun şu kameraları izleme olayını atlasak güzel olacaktı kız nasıl çıkacak şimdi? Üstelik kameradan kayıtları izlerlerse Yansı'yı görecekler.'' ''Kusura bakmayın bana bir su getirebilir misiniz? Boğazım kurudu ben de o sırada kameraları inceleyeyim. Bir de bahçe tarafını koruyan korumaları çağırır mısınız? Çalan alarmın arka taraftan giren biri ya da birileri ile ilgili olup olmadığını araştıralım.'' Kısa bir sessizlikten sonra korumanın şüpheci sesini duyduk. ''Tabi!'' Bir süre sonra Doğu'nun heyecanlı sesi kulaklarımızı doldurdu. ''Şimdi Yansı'nın kayıtlarını silip görüntüleri düzenliyorum ki kimse silindiğini fark etmesin! Yansı sen de hazırlan korumlar dağıldığı an arka kapıdan çıkıyorsun!'' Biz de bir taraftan girdiğimiz stresten dolayı tırnaklarımızı yiyor bir taraftan yerimizde duramayarak ''Hadi be Doğu yaparsınız koçum!'' naraları atıyorduk. ''Yansı temiz koş şimdi!'' Yansı'nın o an nasıl koştuğunu bilmiyorum ama benim ve Dolunay'ın anlık heyecan ve stresle kendimizi nasıl dışarı attığımızı bir biz bir de Allah biliyordu. Gözlerimizi yoldan çekmiyor Yansı'nın geleceği anı bekliyorduk. Çok geçmedi birkaç dakika sonra koşa koşa yanımıza geldiğini görmüştük. O içerde olduğundan beri doğru düzgün nefes alamadığımı fark ettiğim an üçümüzün birbirine sarıldığı andı. ''Kalbim yerinden çıkacaktı neredeyse!'' dedim onu daha sıkı sarmalarken! Dolunay ise benim aksime ona kızmıştı ''Bir daha tek başına kalma bir yerde!'' dediğinde güldük. ''Tamam kızlar boğdunuz beni sakin olun. Hem daha Doğu içerde o da çıksın daha çok seviniriz.'' Yansı'nın yakınmasına karşın zar zor ayrılmıştık birbirimizden. Biz gerginlikten kulaklıkları çıkarmıştık bu yüzden Doğu'nun şu an ne yaptığını bilmiyorduk. Arabadan kulaklığımı alıp taktığımda sonunda vedalaşma faslına geçtiğini anladım. ''İş birliğiniz için sağ olun! Kameralarda kimse görünmüyor. Belki de alarm da bir sorun vardır kontrol ettirirsiniz. Biz kavga eden iki kişiyi de sorgularız bir şey çıkarsa haber veririz iyi akşamlar!'' ''Mühim değil polise yardımcı olmaktan mutluluk duyarız iyi akşamlar!'' İmalı konuşmasını şu anlık görmezden gelebilirdim çünkü nihayet bitmişti ve rahat bir nefes alabilmiştik. Kalbimin üstüne elimi koyduğumda hala hızlı attığını fark ettim. ''Hşşt güzellik! dön bakayım nur cemalini de sevap kazanayım.'' Yansı'nın yanında duran arabadan gelen ses dirseğini açtığı cama dayamış Doğu'ya aitti. Biz neredeyse tahtalı köye gidecektik adam neyin derdinde. Her fırsatta yürüyor bu kıza her fırsatta! ''Maalesef canım ben deyimleri yanlış kullanan kişilere bakmıyorum.'' Yansı'nın dediğine güldüğünde kafasını eğip arkadan hepimizin burada olduğuna emin olmak istercesine hızlı bir göz gezdirip el sallayarak ''Bugün de ölmemişsiniz! Hadi yine iyisiniz ha yırttınız paçayı!'' dedi Bu kadar aksiyonun üzerine onun komik şakalarının ve kötü esprilerinin kurbanı olmak hiçbirimize iyi gelmiyordu. O yüzden yorgun bakışlarla ona bakıyorduk sadece fiziksel yorgunluk olsa bir nebze baş edebilirdik ama üstümüze yüklenen bu gerginlik bizi mahvetmişti. Doğu arkada duran Ulaş ve Mert'in yüzünü tam görebilmek için biraz eğildiğinde dudaklarını birbirine bastırıp gülmemek için kendini zor tutmuştu. ''Ölmemişsiniz ama bayılmışsınız gibi duruyor. Tam istediğim tabloydu. Ölmeden yumruklarınızı geçirdiniz ya birbirinize içimin yağları eridi!' Bizim Efarit'e ihtiyacımız yokmuş ki biz birbirimize yeterdik şu hale bak! Ulaş ve Mert yeni akıllarına gelmiş gibi birbirlerinin yüzünü incelemeye başlamışlardı. ''Siz kavga ederken rol yaptığınıza emin misiniz?'' Ben kuşkuyla konuşurken onlar hala birbirlerine bakıyorlardı sonra ise bizi çileden çıkarmak istercesine gördüklerinden memnun olmuş bir şekilde gülümsemişlerdi. ''Benim elimin ayarı kaçtı da azıcık.'' dedi Ulaş sondaki kelimeyi söylerken elini havaya kaldırıp baş parmağı ve işaret parmağını yaklaştırmıştı. ''Aynısından oldu.'' Mert'e onu gösterip sırıtmaya devam ediyordu. Sadist bunlar! Kıraç ikisi arasında durduğu için olayı bizden daha fazla yadırgamıştı. Yüksek ihtimal kafasından ''Tutuklasam mı acaba?'' diye geçiriyordur. Aramızda yaptığımız muhabbete daha fazla dayanamadığı için kaçarcasına ayrılmıştı yanımızdan. ''Doğu biliyorsun!'' dedi bir elini sol göğsüne koyarak selam vermiş ve kendi arabasına doğru yol almıştı. ''Tamamdır eyvallah Kıraç! Yarın arabayı bırakırım!'' Aynı şekilde karşılık verdiğinde biz birbirlerine ne için onay verdiklerini anlamamıştık. Kıraç arabasına binip yanımızdan uzaklaştığında Doğu hala onun arkasından bakıyordu. Bizim anlamadığımızı anlamış ve düşünceli bakışları takip ettiği arabadayken bize açıklama yapmaya başlamıştı. ''Birinin toprağına izinsiz girdik. Üstelik zarar verdik. Üzgünüm çocuklar ama günün sonunda yalnızız.'' Ne demek istediğini o an anlamıştık. Günün sonunda biz yaptıklarımızla yüzleşecektik. --------------------------------- ''Size yalandan yapın dediğimiz kavgayı gerçeğe dönüştürdüğünüze inanamıyorum!'' ''Yavaş ol Dolunay canım acıyor!'' ''Acısın Ulaş az bile size! Size yalandan kavga edin dedik. Yolun ortasında halay çeken insanları görmüş gibi büyük bir hevesle birbirinizi dövün demedik.'' Mert ve Ulaş hastaneye gitmeyi reddedince bizde evde onlara pansuman yapmaya karar vermiştik. Dolunay başta Ulaş'a pansuman yapmak için biz daha hiç sormadan gönüllü olduğunda şaşırmıştık. Şimdi neden böyle bir şey istediğini anlıyorduk. ''Deniz, hadi onlar ezelden düşman sana ne oluyor?'' Mert'in yarasına sertçe bastırdığımda cevabını almış ağzını yalancı bir fermuarla kapatıp konuşmayacağını belli etmişti. ''Kim kimi daha iyi dövdü tartışmasına ne zaman gireceksiniz?'' Doğu büyük bir keyifle kocaman gülümsemesiyle geriye doğru yaslanıp ellerini kafasının arkasında birleştirirken ayaklarını uzatmış ikisini rahatça izleyecek bir pozisyon almış alacağı cevabı bekliyordu. ''Tabi ki ben!'' Aynı anda verdikleri cevabın yanında acı yakınmaları da duyulmuştu. Dayak yemişler neyin derdindeler! Telefonlarımıza bugün kaçıncı kez olduğunu bilmeyerek bir mesaj daha gelmişti. Artık bakmak için birbirimizden onay almaya gerek görmüyorduk. O yüzden direkt mesaj bölümüne girdik. Büyük harflerle yazılmış tek bir cümle vardı. ''TEBRİKLER 1.GÖREVİNİZİ TAMAMLADINIZ!'' Pansumanı bitirdiğim için oflayarak telefonu yanıma bırakıp koltuğa yaslanmıştım. ''İlk günden mahvolduk geri kalanları düşünemiyorum. Nereye kadar gidecek bu böyle?'' soruma Yansı ensesini ovuşturup kafasını geriye doğru atarken cevap verdi. ''Bilmiyorum ama son göreve gelmeden bu işi çözmeliyiz.'' ''Son görevde birimizin infazını vereceğini mi düşünüyorsun?'' hepimiz cümleyi aynı anda kuran Ulaş ve Dolunay'a bakmıştık. Yansı bile şaşkınlıkla kafasını kaldırmış ikisini izliyordu. Tek soru koca cümleyi nasıl aynı anda teklemeden kurmayı başarmışlardı? Onlarda afallasalar da kaçamak bakışlarla birbirlerine bakıp önlerine dönmüşlerdi. Bu lanet yerde neler oluyor? Mert ikisinden bakışlarını çeken ilk kişi olarak söze başladı. ''Şimdilik hepimizi öldürmeyeceğini söyledi bu ilerde yapmayacağı anlamına gelmez. Hem birini gözüne kestirmesi illa onu öldürmek istediği anlamına da gelmez. Bu kimse bizden ölesiye nefret ediyor gözüne kestirdiği kişiyi hayatta bırakıp geri kalanımızı öldürerek ona acı çektirmek istiyor da olabilir.'' Ona hak vererek ''Mert doğru söylüyor. Hepimizden nefret ediyor ama birimizden muhakkak daha çok nefret ediyor ve o kişinin ölecek olan değil aksine yaşayacak olan olduğunu düşünüyorum.'' demiştim. ''O zaman toplu değil yavaş yavaş ve aralıklarla öldürecektir. Birinin acısı geçmeden yenisini ekler. '' Ulaş'ın cümlesi bizi aynı yere getiriyordu. Hepimizden nefret ediyor ama birimizden daha çok nefret ediyor peki ama kim? Hiçbir yere varamamamız ve bugün olan olaylar başımı ağrıtmıştı. Çay suyu koymak için mutfağa gittim. Hiçbirimiz yemek yememiştik ama biraz geç olmuştu. Bir yanda yiyecek halimiz de yoktu o yüzden daha aperatif atıştırmalıklar hazırladım. Migrenim vardı ve başım felaket derecesinde ağrımaya başlamıştı. Çay suyu kaynayana kadar bir şeyler atıştırıp ilaç içmiştim. Su kaynadığında çayın acısını alıp demlenmesi için ocağa bıraktım. Tabakları alıp içeriye girdiğimde konuşmaların farklı yönlere çekilmiş olması işime gelmişti. Demlenen çayı da bardaklara doldurduğumda yine Mert'in yanına oturmuştum. ''İyi misin?'' diye sorduğunda tebessüm ettim. ''İyiyim sağ ol migrenim tutmuştu ilaç aldım. Geçti biraz.'' cevabına karşı anlamlandıramadığım bir şekilde şaşırmıştı. ''Migrenin mi var?'' ''Evet bir kaç yıl oluyor merak etme ilacını alınca bir şey kalmıyor çok önemli bir şey değil.'' Onu rahatlatmaya çalışsam da nafile bir çabaya girdiğimi hala kızgın bakışlarını üzerimde gezdirdiğini hissettiğimde anlamıştım. Kızgındı çünkü haberi yoktu ve kendimi buna rağmen çok strese soktuğumu düşünüyordu. Ben onu anlardım. Yansı'nın gözleri bizim üzerimizeyken eliyle ağzını kapatıp bizim duymadığımızı zannederek Dolunay'ın kulağına eğilmişti. ''Bu ikisinden iyi akşamlar ve iyi geceler muhabbetinden sonra soğumam normal mi?'' ''Normal kanka!'' Dolunay'da aynı şekilde cevap verdiğinde ikisiyle de göz göze gelmiştik ve bana yakalandıklarını anladıklarında birbirlerinden uzaklaşıp yalandan gülümsemişlerdi. Gözümüzün önünde birbirimizin dedikodusunu yapma huyumuzdan vazgeçmeliydik. Ulaş iki elini dizlerinin üstüne koyup Mert'e bakarak ''O değil de yarın akşam halı saha yapıyoruz değil mi?'' diye sordu. Kasap et derdinde koyun can derdinde! Mert bu anı kolladığını belli ederek yerinde dikleşmiş ve büyük bir şevkle ''Tabi oğlum!'' demişti. ''Bir kişi eksiğimiz vardı tamamlamadılar mı?'' Mert'in de yeni aklına gelmişti ''Doğru ya! Bizim takım tamamlanmadı kim oynayacak?'' İkisi kim oynasa diye düşündüğü sıradan son seçenek bile olmayacak olan biri konuşmaya dahil olmuştu. ''Ben oynayayım mı?'' diye bir elini havaya kaldırıp soran kişi Doğu'ydu İkisi önce kafasını Doğu'ya çevirip baştan aşağı inceledikten sonra birbirlerine dönmüşlerdi. Ulaş şiddetle başını sağa solla sallayıp itiraz ediyor Mert ise onayladığını belli ederek gülümseyip başını aşağı yukarı sallıyordu. ''Hayır!'' dedi Ulaş itiraz istemeyen bir tonda. ''Evet!'' dedi Mert Ulaş'la birlikte ''Mert saçmalama bu çocuk en son lisede futbol oynadı. Nasıl oynadığını da hatırlatmayayım istersen .'' Ulaş'ın bunu söylemekte haklılık payı vardı. Ben hatırlıyorum berbat oynuyordu. Onun yüzünden kaç maç kaybettik bilmiyorum. Kırdığım camda cabası neyse o konuyu açmayalım. ''Kimle yapacaksınız maçı?'' Dolunay'ın sorusu üzerine Ulaş gözleriyle Doğu'yu işaret etti. ''İşte polis arkadaşımızın merkezdeki arkadaşlarıyla benim spor salonundakiler kapışacak.'' Duyduğum takımlarla heyecanla yerimde hareketlenmiştim. ''Of tam çekirdek alıp izlenecek maç desene!'' dediğimde gözlerimin içinin parladığına eminim. Bu arada ne ara maç oynayacak kadar yakınlaşmışlardı? ''Biz gelemeyiz!'' Dolunay'ın karşı çıkması üzerine kaşlarımı çatıp ona baktım. ''Neden?'' diye sorduğumda uyarıcı bakışlarla bana baktı. ''İşimiz var?'' İşimiz gücümüz yoktu akşam kitapçı kapalı oluyor. O saatte evde durup çizgi film kanalları arasında dolaşıp bir şey bulamadıktan sonra eski çizgi filmleri açma rutinimizden başka işimiz yoktu. Öldüresi var beni! Yansı ''Adam maç var diyor maçtan önemli ne işimiz var?'' demişti. Biz taraftar olduğumuz maçlarda işimiz olsa bile işimizi bırakırdık. ''Milli maç sanki abartma Yansı! Hem Ulaş'ın olduğu bir maçtan bahsediyoruz hakem sahada UNO oynadığından şüpheleneceğimiz kadar kart gösterebilir.'' Haklı olabilirdi ama bu maça gitmememize neden olabilecek uygun bir bahane değildi. Yahu maçın keyfi orada! ''Şimdi geliyor musunuz?'' Doğu'nun masum sorusuna karşın Dolunay ve ben uzun bir bakışmanın ardından ben pes edip koltuğa yaslanıp ''Gelmiyormuşuz!'' dedim sinirle Dolunay'a bakarken. ''Neyse artık siz karar veririsiniz adresi atarız.'' Ulaş'la birlikte diğerleri de ayaklanmışlardı. Kapıdan onları uğurladığımızda benden önce Yansı atılmıştı. ''Birincisi Dolunay şu mevzuyu atlat artık! İkincisi umarım yarın için cidden önemli bir işimiz vardır!'' ------------------------------------------------ ''Önemli dediğin iş sarma sarmak mıydı?'' dedim geriye doğru gerinip sırtımın ağrısını gidermeye çalışırken. ''Ne zamandır yemiyorduk fena mı?'' Oturma odasına sofra sermiş televizyonun karşısında sarma sarıyorduk. Önemli bir iş gerçekten! ''Sarmayı yeseydik bir nebze önemli kısmını anlayabilirdik ama sarmayı sarınca pek de önemli bir iş olmuyor daha çok seni boğma isteği uyandırıyor. Annemden kaçtım bir zebellah diktim başıma.'' Yansı'nın isyanını başımla onaylayarak destek oldum. ''Biraz birbirimizden uzak kalmalıyız çete gibi sürekli bir arada gezinmenin bir anlamı yok!'' Dolunay'ın liseden beri rahatsız olduğu bir durumdu bu. Sürekli yan yana olmamız her şeyi bir arada yapmamız hoşuna gitmiyordu. Ona göre aramıza bazen mesafe koymalıydık ve başka insanlarla da görüşmeliydik. Tamam haklı da o zaman bizimle de mesafe koy arana bizim ne günahımız var? Aynı evde yaşıyoruz bir de! ''Dolunay arada başka arkadaşlarınla çık! Bizi niye peşinden sürüklüyorsun?'' diye sordum. ''Hepsinin işi vardı ne yapayım?'' ''Ondan önce bizi niye alıkoydun peki?'' Yansı önünde yaprağı gelişigüzel sararken yakaladığım için eline vurmuştum. Bu kadar çok yapmamıza sebep olduğu için düzgün sarmak ona cezaydı. ''Çünkü siz giderseniz muhakkak beni de oraya getirtirsiniz.'' Dolunay'ın cevabına karşın Yansı az önce bana yakalandığı için açtığı sarmayı tekrar sararmak için uğraşırken ''Bizi eve tıkıp kendin gezmeye gidecektin yani öyle mi?'' diye sordu. ''Başta öyleydi sonra dedim ki bunlar ben evden çıktıktan sonra çıkıp giderler ben yine soluğu onların yanında alırım o yüzden gitmeyeyim.'' ''Ne kadar İyi arkadaş görüyor musunuz?'' dediğimde Dolunay elini göğsüne koyup kafasını hafif eğmiş ve ''Eyvallah!'' demişti. Göz devirdiğimde Yansı saatte bakıp endişeyle konuşmaya başladı. ''Kızlar çok geç olmadı mı? Neden hala gelmediler?'' ''Bilmem ömürlük sarma sardığımız için zaman kavramımı kaybettim. Gerçekten geç olmuş arasak mı?'' Kendisi sarma saracağımızı öğrendiğinde evde bulduğu tüm yaprakları getirdiği yetmezmiş gidip dışardan yaprakta almıştı. Neymiş efendim buzlukta bulunsun pişirip yermişiz. Bu kızın her şeyi fazladan yapıp saklaması beni öldürüyor. Menemen zamanı da kilolarca alıyor domatesi sonra hepsini bize soyduruyor. Hepsini ne ara yiyoruz onu da anlamıyorum. Biz oksijen değil menemen mi soluyoruz? Damarlarımızdan kan yerine menemen mi akıyor? Niye iki kişi çıkıp menemen bu dünyadan gidecek demiş gibi menemen stoğu yaptırıyor bize anlamadım. Bence bu da suç olmalı! Yansı benim kızgın bakışlarımı umursamayıp telefonu kulağına götürmüştü. ''Neredesiniz siz? Saat kaç oldu yoksunuz.'' Yüksek ihtimal Doğu'yu aramıştı ama karşı taraftan nasıl bir cevap aldıysa gözleri fal taşı gibi açılmış bize bakıyordu. ''Ne? Hastanede misiniz?'' Söylediğiyle endişe içinde telefonu elinden alıp hoparlöre almıştım. ''Sorma, Ulaş Doğu'nun ayağını kırdı!'' Mert'in kızgın çıkan sesinin arkasından Ulaş konuşmaya başlamıştı. ''Kırmadım azıcık burkulmuş büyütme olayı!'' ''Ne büyütmesi? Sahayı jurassic Park'a çevirdin!'' Dayanamayıp araya girdim. ''Kendi aranızda tartışmayın doğru düzgün anlatın olayı! Ben anlamadım şimdi Ulaş Doğu'yu mu sakatladı? Siz aynı takımda değil miydiniz?'' ''Ulaş'a sökmedi ki önünde kim varsa ezdi geçti! O değil maçı da kaybettik! Bari kazansaydık canımız yanmazdı.'' Mert hızlı hızlı konuşurken bir yandan da sitem ediyordu. Doğu sakatlanmış herif hala maçın derdinde. Adamın canı maçı kaybettiği için yanıyor. Dolunay iki elini beline koyup kızgınca telefona doğru konuştu. Fırsat buldu ya kaçırmıyor tabi! ''Oldu olacak seyircileri de dövseydi.'' ''Dövecekti zor tuttuk. Önüne geleni biçti. Hepsini bizim sapık sandı herhalde! Vallahi hakem sahada UNO oynuyor muydu bilmem ama seyirciye bile sarı kartı gösterdiğini gördüm.'' Kimse niye Doğu'nun sakatlanması üzerinde durmuyordu? ''Hangi hastanedesiniz?'' Yansı gerginlikle saçıyla oynamaya başlamıştı. ''Gelmenize gerek yok biz yarım saate geliriz. Endişelenmeyin, kapatıyorum görüşürüz.'' ''Sen dedin Doğu oynasın diye. Adam ayağını burkunca ben niye suçlu oluyorum şimdi?'' ''Bilmem adamın ayağını kıran sen olduğun için olabilir mi?'' ''Kırılmadığını doktorun ağzından duyman yetmedi bir de raporu mu görmek istiyorsun? Bak Doğu'nun yanında da konuşma böyle dilinden kurtulamam!'' Kendi aralarında hala tartışmaya devam ederlerken biz daha fazla dinleyemeyip telefonu kapatmıştık. Gittikleri her yerde olay çıkartıyorlar. Ben bir tencere ayırıp ocağa koyarken kızlarda ortalığı topluyordu. Bulaşıkları el birliğiyle yıkayıp kuruttuktan sonra oturma odasının koltuklarına kendimi bırakmıştım. Yumuşak bir zemin gören vücudum mayışmıştı. Açık olan televizyona dalıp gittiğim sırada zilin çalmasıyla gözlerim saate kaydı. Kendi evlerinden çok buraya geliyorlar! Hırsla kapıyı açmamla onlara kızmam bir olmuştu. ''Sizin eviniz karşı dairede çok uzakta değil. Niye her fırsatta soluğu burada alıyorsunuz?'' ''Yenge hele bir çekil ayağımı kırdılar zaten!'' Doğu beni itekleyip içeri girdiğinde bir şey söyleyememiş sadece bir aksayan ayağına bir de yüzüne bakabilmiştim. ''Hala kırdılar diyor!'' Bugün bunu kaç kere duyduğunu bilmiyorum ama Ulaş çileden çıkmak üzereydi. Yüzüme bile bakmadan içeri girdiğinde sürekli bir laf etmek için açılan ağzım geri kapanıyordu. ''Ben diyeyim bari selamünaleyküm.'' Mert ayakkabısını çıkarırken sağ olsun selam verip içeri girmişti. Benim de dalgınlığıma gelmiş ''Aleykümselam.'' derken bulmuştum kendimi. Kapıyı kapatıp içeri girdiğimde Dolunay benim kapıda söylemediklerimi söylemeye başlamıştı bile. ''Ben sırf sizi görmemek için maça gelip Doğu'nun ayağının kırılmasını kaçırmışım. Siz niye burada soluğu alıyorsunuz?'' Konuş kız dingonun ahırı gibi giriyorlar! ''Dur şimdi Dolunay daha önemli mevzularımız var!'' dedi Mert gözlerim onun üstündeyken az önce kalktığım yere oturmuştum. ''Mesela maç ne ara hastanede bitti? Bu mevzularda bizi aydınlatırsanız seviniriz.'' Yansı'nın fikriyle merakla üçüne dönmüştük. Mert kızgınlıkla ve büyük bir hararetle Ulaş'a bakıp konuşmaya başlamıştı. ''Vallahi kızlar maçın başrolü gördüğünüz gibi Ulaş. Ya kardeşim sen niye herkese tekme tokat daldın anlamadım ki? Kim varsa maçta soluğu hastanede aldı.'' ''Sen niye sağlamsın?'' diye sordum. ''Vallahi ben canımı zor kurtardım. Baktım bu manyak İspanya'nın boğa festivalinden kaçmaya çalışan boğalardan daha fena koşuyor korkudan çıkmadım karşısına!'' Mert'in benzetmesine gülmeden edememiştik. ''Bir daha yapmazsınız halı saha filan!'' Dolunay'ın halı saha ile derdini anlamamıştım ama bir daha yapmasınlar bir zahmet! ''Hayır haftaya yine yapacağız.'' Mert'in cevabıyla inanmayarak onlara bakıyorduk. ''Ben gelmem!'' dedi Doğu korkuyla. Ulaş kaşlarını çatıp ona baktığında kedi gibi sinmişti yerine. ''Sen gelme Doğu zaten senin yüzünden kaybettik!'' ''Benimle ne alakası var! Hep senin İspanyol boğalığın yüzünden oldu'' ''Adama defansa geç diyoruz orta sahada duruyor düşündükçe çıldıracağım! Dolunay senden iyi oynardı.'' Ulaş böyle söyleyince Dolunay yerinde dikleşmişti ''Tabi oğlum! Adam akıllı oynayan kişilerle karşılaştır beni! '' ''Ben niye Kıraç'ın takımına geçmedim ki?'' Mert kendini bir maç kadar geç olsa da sorgulamaya başlamıştı. Tabi Ulaş kafasına bir tane vurunca sorgulaması sekteye uğradı. ''Tabi ki benim takımımda olacaktın lan! İçtiğimiz su bile ayrı değil bizim.'' ''İşte bu yüzden beni bir salın! Bari maçta ayrı takımlarda olsaydık.'' ''Ben senin olmadığın takımda oynayamıyorum.'' ''Totemin miyim lan ben senin?'' Uzatacaklarını anladığımdan araya girme ihtiyacı duymuştum. ''Neyse Doğu gene Ulaş'ın elinden iyi kurtulmuş. Ben lisedeki öğretmen sandalyesini kırma olayından sonra Ulaş'tan bir tokat yiyeni Allah'ın sevgili kulu olarak nitelendiriyorum.'' ''Doğru, Ulaş'ın Canı havaya kaldırıp bir nevi Allah'a kavuşturmasından sonra onun omzuna yanlışlıkla bile olsa vurup hayatta kalana hayranlıkla bakıyorum ben.'' Doğu'da beni desteklediğinde ayağına hüzünle bakıp içinden şükrediyor gibiydi. ''Abartmayın abartmayın!'' Hepimiz Ulaş'a abartmadığımızı belli edercesine bakıyorken hala o sandalyeyi kırdığı anın şaşkınlığını hatırlıyordum. Neyse ki masayı kırmadı. ------------------------- GEÇMİŞ ZAMAN (İZMİR) ''Gerçekten az(!) bir cezayla kurtulduk Mert sağ ol!'' Yerden aldığım cips paketini çöp poşetine koyarken benimle çöp toplayan Mert'i nasıl boğazlayabileceğimi düşünüyordum. ''Adamı o kadar övdüm neredeyse Kaf dağına çıkardım. Bilsem işe yaramayacak fırsatım varken içimdekileri döker bileğimin yani çenemin hakkıyla alırdım cezamı otururdum yerime!'' Oturmazdın yerine iki katı daha fazla çöp toplardın! Kendini savunuşuna göz devirdim. Nöbetçi öğrenci sınıfa gelip Mert Erdem ve Deniz Dönmez öğle arası bahçeyi temizleyecek dediğinde bütün sınıf gülerken ben Mert'e sinirle bakıyordum. Kötü bir sahneydi. ''Hem ceza olarak çöp toplatan okul mu olurmuş!? İnsan veliden korkar velilik bitmiş. Ayrıca bizim okul ne kadar pismiş bir daha çöpünü yere atan namerttir!'' Öfkeli bakışlarım Mert'i bulduğunda kırdığı potun yeni farkına varmış korkuyla benden gelecek cevabı bekliyordu. ''Sen çöpünü yere mi atıyordun? Kiminle çöp topluyorum Ya Rabbim?'' İki elimi yukarı kaldırmış sabır diliyordum. ''Sen sanki çöpe gelene kadar elinde mi tutuyordun?'' ''Tutuyordum tabi!'' Biz tartışırken araya giren başka bir sesle durmak zorunda kalmıştık. ''İyi temizleyin oraları. Bitince en son buraya da bir el atarsınız.'' Konuşan kişi bankta oturmuş zevkle bizi izleyen Ulaş'tı ve yanında da kimlerin olduğunu söylememe gerek yoktu bence! Tüm bunlar teknik olarak başımıza Ulaş yüzünden gelmişti. Onun Dolunay'ın kafasına top atma sevdası okulun camına mal olmuş olduğu gibi bizim de cezamıza sebep olmuştu. Dolaylıda olsa işin içindeydi pislik! ''Sizin başka işiniz yok mu?'' ''İşimizi yapıyoruz işte. Keşke çekirdekte olsaydı.'' dedi Yansı. Yerdeki çakıl taşını ona attığımda ellerini yüzüne tutmuş olsa da yüzündeki gıcık gülümsemesi duruyordu. Bazen çok sinir bozucu oluyorduk. ''Deniz.'' Mert'in seslenmesiyle hiç ona bakmayıp çöplerimi toplamaya devam ediyordum. ''Söyle ömür törpüsü!'' ''Denizim bak istersen bir daha top oynamayacağım.'' dediğinde inanmayarak ona bakmıştım. O da bunu yapacağına inanmıyor olacak ki hemen geri çevirmişti. ''Yani önümüzdeki birkaç gün oynamam.'' bu sefer tek kaşımı kaldırdığımda bir adım daha geri atmıştı. ''Peki bugün okul çıkışana kadar!'' dedikten sonra tekrar önüne dönüp çöpleri toplamaya devam etmişti. Kaç defa uyardım onu git ötede ki çöpleri topla diye! Zaten sinirliyim gözümün önünde durunca daha çok sinirleniyordum. ''Çıkışa bile zor dayanırsın sen de neyse.'' Futbolun bağımlısı olmuş çıkışa kadar dayanırım diyor. Görürüm ben seni! Bizimkiler ne yapıyor diye oturdukları yere bakarken bizi izlemediklerini başka bir yere odaklandıklarını fark ettim. Gözlerindeki öfke pırıltılarına anlam verememiştim. Baktıkları yeri takip ettiğimde neden öyle baktıklarını anlayıp bende kaşlarımı çatmış yanımdaki Mert'i kolumla dürtmüştüm.. Dolunay bizim sınıftaki Can ile biraz uzakta bir şeyler konuşuyordu ama konuşma biraz hararetli ilerliyor gibiydi. Ben gözümü kırpmadan oraya bakarken bu mesafeden ne konuştuklarını anlayamıyorduk. Normalde tabi ki konuşmasında hiçbir problem yoktu bu belki başkası olsaydı bu kadar büyütmezdik ama Can kaba saba bir çocuktu biraz da şiddet yanlısıydı. O yüzden aksi bir durumda yanında olmak için gözümüzü ayırmıyorduk. Öyle dururken sonunda zil çalmıştı. Biz elimizdeki torbaları dışardaki çöpe atsın diye Halil Abi'ye verip elimizdeki eldivenleri çıkarmıştık. Konuşması bitmiş morali açıkça bozuk olan Dolunay'ı gördüğümde kuytulardaki öfkem gün yüzüne çıkmıştı. '' Ters bir şey mi söyledi?'' soruma karşı kaşlarını çatmış kızgınlıkla cevap vermişti. ''Biri ona ondan hoşlandığımı söylemiş. Kim olduğunu sordum söylemedi. Birde geçmiş karşıma utanmana gerek yok bana bunu söyleyen kişi utandığından itiraz edeceğini de söyledi diyor. Zor tuttum kendimi ama çileden çıkmama şu kadarcık kaldı!'' Bir anda öfkesini kusmasına afallasak bile kendimizi toparlayıp kimin yapabileceğini düşünmeye başlamıştık. En sonunda bir yere varamadığımızda erkekler her zamanki gibi dahiyane (!) fikirlerini konuşturmuşlardı. Doğu sağ elini havaya kaldırıp konuşmaya başladı. ''Ben olayları konuşarak halletme taraftarıyım.'' Ulaş ellerini esnetirken kavgaya hazır gibi duruyordu. ''Ben de olayları döverek halletme taraftarıyım!'' Mert ikisinin arasına girip konuşmayı devraldı. ''Ben olayları ikisini de kullanarak halletme taraftarıyım.'' Kendisi olayın ortasını bulmayı seçmişti. ''O nasıl olacak?'' diye sordu Ulaş. Gözleri öfkeden kararmıştı. '' Önce konuşalım olmazsa döveriz.'' Az önce çöpleri topladığım yeri göstererek. ''Mert'in çözümleri genelde ceza aldırıyor ben söyleyeyim de malum tecrübeliyim.'' dedim ''Denizim o konuyu kapattık zannediyordum.'' Omuz silktiğimde Dolunay'ın boşta kalan elini tuttum öteki elini de Yansı tutuyordu. İkimize de bakıp tebessüm etmişti. Bu bir teşekkürdü. ''Gidip döveyim işte! Bunu yapan bir seferde gider başkasına bu kız senden hoşlanıyor filan der. Can'ı döveyim kaynağını öğreneyim ağını keselim!'' İlk itiraz Dolunay'dan gelmişti. ''Olmaz Ulaş benim yüzümden boşu boşuna ceza mı alacaksın? Büyütmeyin olayı tamam mı? Olmadı müdüre çıkarım.'' Ulaş bir şey söylemek için atılacağı zaman Dolunay itiraz istemeyen bir tonda ''Tamam mı?'' diye yinelemişti son sorusunu. Ulaş rahatsızca Dolunay'a bakıp ağzının içinden geçiştirerek onaylamıştı. Bahçede duran nöbetçi öğretmen okula girmemiz için uyarında dağılmıştık. Kızlarla birlikte sınıfa geçtiğimizde Mertler de lavaboya gitmişlerdi. Can da yok ortada inşallah karşılaşıp onu dövme fikrini uygulamaya sokmaya niyetlenmemişlerdir. Biz sıramıza otururken bir süre sonra Can arkadaşlarıyla konuşarak içeri girmişti. İyi dövmemişler diye mutlu olduğum sırada birazdan olacaklardan habersizdim. Ulaş arkasında ona yetişmeye çalışan Doğu ve Mert ile içeri fırtına gibi girmişti. Avını arayan aslan misali korkunç gözlerini sınıfa dikip etrafa bakarken öğretmen masasının yanında duran Can'ı görmesiyle üzerine yürümesi ve yumruk atması bir olmuştu. Ayağa kalkıp Doğu ve Mert'in yanına gittiğimde ayırmak için hiçbir şey yapmıyorlardı. ''Gidip ayırsanıza!'' diye çıkıştığımda ikisi yerinden kımıldamamıştı. ''Boş ver Deniz hak etti! Ulaş'tan sıra gelirse bir iki tane biz de geçireceğiz!'' Mert'in acımasız çıkan sesi beni şaşırtmıştı. Doğu bile karşısındaki tabloyu duygusuzca izliyordu. Sınıftaki kimse ayırmak için girmiyordu çünkü öyle bir kavgaya tutuşmuşlardı ki araya girsek yumruk yemeden çıkmayacakmışız gidiydi ama Dolunay ve Yansı hala ayrılmaları için uyarılarda bulunuyordu fakat nafile bir çabaydı. Sonunda Ulaş Can'ı havaya kaldırıp öğretmen sandalyesini üstüne attığında ve sandalyeyi kırdığında ancak kendimize gelebilmiştik. Sonunda Mert ve Doğu daha fazla büyümesin diye müdahale etmişlerdi. Ulaş ayrılmadan Can'ın kulağına ne söyledi bilmiyorum ama o an Can'ın dağılmış yüzündeki gözleri daha ne kadar açılabilirse o kadar açılmış dili lal olmuş gibi duruyordu Nöbetçi öğretmenin gelişi ise ortamda büyük bir gerginlik oluşturmuştu. ''Müdürün odasına hemen!'' ---------------------------------------- ŞİMDİKİ ZAMAN (ANKARA) ''Az dövmüştüm onu. Çok dövsem ayağa kalkabilir miydi sence?'' güzel bir iş yapmış gibi anlatması insanı deli ederdi. ''Can'da iri yapılıydı yoksa o kadar dayağa zor dayanırdı!'' ''Uzun lafın kısası ben ucuz kurtuldum arkadaşlar!'' Adamın ayağı kırılmış hala ucuz kurtuldum diyor. ''O zaman seninle öncesinde konuşmuştuk sen neye bir anda parladın? '' diye sordum. Dolunay'da bunun cevabını bilmediğinden dikkat kesilmişti ama Ulaş cevap vermeyip sessiz kalmayı tercih etti. Mert ve Doğu neden böyle yaptığını biliyorlardı fakat onlarda birbirlerine söz vermiş gibi konuşmuyorlardı. ''Peki bugün ne oldu da milleti ezip geçtin? Onu söyle bari.'' dediğimde buna bir cevap vermişti. ''Kendimi kaybettim. Son olanlar aklıma gelip durdu. Öfke problemi yaşıyorum farkındayım. Belki ilerde psikolojik bir yardım alırım. Tabi şu an değil Efarit başımızdan gidene kadar öfkeme ihtiyacım var. Ayrıca bugünkü maçta kim olsa kafayı yerdi Kıraç bile bir ara sahayı terk ediyordu'' Mert bugünkü anlatıcı görevini devam ettirerek söze karışmıştı. ''Çünkü Kıraç'la da kavga ettin! Adama dirseğini geçirdin acıdan sahayı terk edecekti. O kadar vahşi oynuyordun ve o kadar şiddet yanlısıydın ki farkında olmadan bile insan dövüyordun artık'' ''Herife nasıl kıl olduysam vücudum bile benden bağımsız tepki veriyor. Kurban olduğum Rabbim bana da benim gibi bir vücut vermiş!'' Ulaş kimseyi övmediği kadar vücudunu dış görünüşü için değil istemsizce birilerini dövdüğü için övdü ya helal olsun! ''İyi hoş sohbet ettik gidin artık!'' Dolunay'ın kovmadığı kalmıştı onu da yaptı. Doğu havayı koklarken kapattığı gözlerini açıp ''Sarmalardan yemeden gitmem.'' demişti. Aç kurt! Kokusunu evin girişinde aldığına emindim. Yemeden gitmeyeceklerini bildiğimiz için Dolunay söylenerek ayaklandı. ''O kadar sarmayı size sardığıma inanamıyorum!'' ''Önemli işiniz sarma sarmak mıydı Ay?'' ''Sana ne Ulaş!'' Asla birbirlerine bulaşmayı bırakmıyorlardı. ''Yansı insan bir nasılsın der o kadar bacağımızı kırdık!'' Doğu sesini mahzunlaştırıp her an duygu sömürüsü yapmaya hazır olan gözlerini Yansı'ya dikmişti. Bu seferde bunlar başlıyor biri gidiyor öteki başlıyordu! ''İyisin görüyorum niye sorayım daha?'' Doğu'nun sakatlandığını öğrendiğinde yüzü bembeyaz olan sendin. Şimdi niye öküzlük yapıyorsun anlamış değilim. Çocuğun yanlış bir hareketini görmemiştim o zaman niye böyle davranıyor bir türlü anlamıyordum. '' Kalbimi kırıyorsun Rapunzel'' Saçları uzun olduğu için çocukken de Rapunzel derdi. Hatta sırf Rapunzel Yansı'yı hatırlattığı için en sevdiği masal olmuştu. ''Doğu niye sürekli lakap takıp duruyorsun? '' diye sordu Yansı ''Hangisini istersin?'' ''Rapunzel'i tercih ederim ama hala soruma cevap alamadım.'' Cevabı ben de merak ediyordum. Doğu Yansı'nın önüne dökülen birkaç uzun saç tutamıyla oynarken Yansı saçını geri çekip ondan uzaklaşmıştı. Doğu ise bu duruma alışmış sadece gülümseyerek başını kaldırıp gözlerine bakarak cevap vermişti. ''Çünkü seni ilk gördüğümde üstün başın dağınık upuzun saçların birbirine girmiş halde durup tombul yanaklarınla ve zeytin gözlerinle bana bakıyordun.'' Bu takma ad koyma sevdası nedir? Hani biz klişelerle dalga geçiyorduk. Zeytin gözlüm nedir yani? Hayır biri zeytin dediğinde benim aklıma zeytinyağlı yaprak sarması geliyor. Ben bu düşüncelerle boğuşurken o konuşmaya devam etti. ''Saçlarını kesme! En azından ben onları örene kadar.'' dediğinde benim kafamda onun için oluşturduğum Türkçe dersi eriyip gitmişti. Doğu, gel edebiyat çalışalım ikimiz de mutlu oluruz. Şimdi konu ne ara buralara geldi? En son Dolunay sarma getiriyordu. Sanki düşüncelerimi okumuş gibi bir hışım içeri girmişti. ''Zıkkımlanın sonra da çekip gidin!'' Kafalarına atsaydın Dolunay dememe gerek yoktu çünkü atmış kadar olmuştu. ''Eyvallah yenge! Ayağımızı kırmışlar sen de vur!'' ''Doğu bir kez daha ayağım kırıldı dersen çok pis bozuşacağız. Doktor yarına iyileşir dedi bu hala ayağım kırıldı diyor!'' Doğu hiç onu umursamayarak sarmalarını yemeye devam etmişti. ''Bu arada yarın Kaya'nın buradaki evine gidelim. Ben öğleden sonra anca müsait olurum malum ülkede suç işleyen çok.'' ''Çok saçma bir fikir biliyorum ama Efarit Kaya olabilir mi? Düşünüyorum ama bize düşman olabilmek için elinde elle tutulur tek sebep onunkiymiş gibi geliyor!'' Ulaş'ın düşünceli çıkan sesini Dolunay takip etti. ''Birisine musallat olmak için ya da onu öldürmek için illa elle tutulur bir sebebe ihtiyacın olması gerekmez Dolunay. Bazıları var ki bu bana niye baktı deyip adam kesiyor o yüzden sebep değil kişiyi tetikleyen etken önemli.'' Bir süre daha kendi aramızda tartışmaya devam ederken bir anda aklıma dünkü olay gelmişti Endişeyle ''Dünkü adam evdeki alarm için birini çağırırsa alarmın bozuk olmadığını anlayacak.'' dedim. ''Merak etmeyin ben o işi hallettim sizin kavganız içinde arkadaşlar arası yanlış anlaşma dedik. Malum çok şansız olduğumuz için yarın öbür gün bir yerde sizi yan yana görürlerse şüphelenmesinler.'' ''İyi madem kalkalım o zaman. Yarın görüşeceğiz.'' ''Zahmet olacak size de ama!'' Dolunay giderayak lafını esirgememişti. Onları kapıya kadar yolcu ettiğimizde Mert ikisini göndermiş kendisi ise hala duruyordu. Kızlara gözleriyle işaret ettiğinde onlarda olayı anlayıp bizi yalnız bırakmak için ayrılmışlar. Ben neden yalnız kaldığımızı anlamamış ona bakıyordum. O ise cebinden çıkarttığı şeyi bana uzattı ''Deniz ne zamandır vereceğim veremiyorum bir türlü.'' Elinde tuttuğu mavi bilekliğe baktım. Bana doğum günümde hediye ettiği ve giderken ona verdiğim bileklikti. ''Deniz iyi misin?'' ''iyiyim neden sordun?'' ''Ağlıyorsun?'' Yüzüme dokundum gerçekten ağlıyordum. ''Fark etmedim özür dilerim.'' Gözüme sonbahar kaçtı. ''Sen de o sonbaharda kaldın değil mi?'' Göz yaşlarım yüzümü ıslatmıştı yine de tebessümle başımı sallamıştım. Bakışlarım onun bileğine kaydı boştu çünkü o da ona verdiğim bilekliği bana vermişti. Hoşça kal demek istesem de diyememiştim onun yerine dilim zehir saçmıştı. O da dememişti sadece benim hırsımın aksine yavaşça elimi tutup benim bilekliğimi sardığı bileğinin elinde tuttuğu ona aldığım bilekliği avucuma bırakmıştı. Bu hoşça kal demekten çok daha başka bir şeydi. Bu görüşürüz demekti. Elbet bir gün görüşürüz. ''Biz o sonbaharda kalmalıydık.'' dedim. ''Mavi en çok sana yakışıyor Deniz. Sana bakınca ismini görüyorum.'' Altı yıl sonra ilk defa bileklik takmıştım. Sol bileğime takarken itiraz etmedim. ''Bana bakınca denizi nasıl görebiliyorsun? Uzaktan yakından alakam yok.'' Koyu gözlerimle ona uygun kahverengi saçlarımla deniz isminden hayli uzaktım. ''Ama gözlerine bakınca İzmir'in denizini görüyorum onu ne yapacağız? Gerçi sen artık Ankara'nın denizsin. Olsun ikisi de kabulüm.'' Bileğimi bıraktığında gözlerime bakmıştı. ''Olmasın.'' dedim. ''İzmir'in denizi kabulün olsun ama Ankara'nın denizi olmasın çünkü o çok karanlık.'' Dediğimden sonra yavaşça içeriye girip kapıyı hala onun gözlerine bakarken kapatmıştım. Bizi mahveden bir 'ama' olmasaydı sımsıkı sarılmak istiyorduk birbirimize fakat biz ruhlarımızla yetinmiştik. ------------------------------------------------------ ''Şimdi burası Kaya'nın evi değil mi Doğu?'' Geldiğimiz yer fazla lüks olmayan iki katlı, boyaları dökülmüş ve ufak bir bahçesi olan bir evdi. Büyük ağaçlar evin etrafını sarmıştı. Alt kattaki camlarında demirden parmaklıklar vardı ama evin yıprandığı ve bakıma ihtiyacı olduğu belliydi. Öte yandan etrafında tek tük evler vardı ama önü gayet açık bir arazide duruyordu. ''Evet. İzmir'e taşınmadan önce burada yaşıyorlarmış sonra iş için taşınmışlar ama burayı da kapatmamışlar. Arada bir kalmaya geliyorlarmış. İlginci kiraya da vermemişler. En sinir olduğum şey!'' Doğu'nun kızgınlığı sesine de yansımıştı. ''En azından Almanya'dan asla gelmeyecek olan torunları için evi boş tutmamışlar. Kendini böyle teselli edebilirsin. Şimdi hadi kapıyı kıralım!'' diyen Ulaş'a demir kapıyı nasıl kıracaksın? Koç başını ne ara getirdiniz? Dememe kalmadan Doğu cevap vermişti. ''Benim daha iyi bir fikrim var!'' dedikten sonra saksının altındaki anahtarı alıp gülümseyerek bize baktı. Bu ev ne zamandır bir insan yüzü görmüyor acaba? Herhalde çevredekiler perili diye yanaşmadı yoksa bin kere eve hırsız girmişti. Doğu yavaşça anahtarı çevirdiğinde paslandığından dolayı kapıyı açmak için biraz zorlaması gerekmişti. ''Herhangi bir durumda merkezi arayacağım.'' Yavaş adımlarla içeri girdiğimizde garip bir his içimi gıdıklamıştı. Kimse olmasa bile yabancı birinin evin ayakkabılarla girmek rahatsız ediciydi. Tamam yabancı birinin evine hırsız gibi girmemiz daha rahatsız ediciydi! ''Şimdi hepiniz bir yerlere bakın işe yarar bir şey bulduğunuzu düşünürseniz alın yanınıza!'' Doğu bunu söyledikten sonra kaçarcasına yanımızdan ayrılmak için adım atmış ama bu sefer Ulaş değil Dolunay tişörtünün ensesinden tutmuştu. İki omuzunu kaldırıp yaramazlık yapan bir çocuğun edasıyla bize dönmüştü. ''Hırsızlık yapın diyorsun farkında mısın? Buraya gelirken sadece bakacağız demiştin!'' Kafasını yavaşça çevirip zoraki bir gülümsemeyle Dolunay'a bakıyordu. ''Yengem çok küçük ayrıntılara takılıyorsun.'' ''Doğu saçmalama istersen bakıp fotoğrafını çekip çıkalım!'' dediğimde Dolunay onu tutarken bile bana '' Salak mısın cemile?'' der gibi bakıyordu. ''Olmaz! Kimse gelmiyormuş buraya zaten. Bir şeyler alırsak kimse fark etmez. Öyle maddi değeri olan eşyalara dokunmayız.'' Yansı onu savunmaya geçtiğinde bu fikrin bir tek ondan çıkmadığını anlamıştım. Biz kimlerle bir ömür geçirmişiz yeni yeni anlıyorum. Doğu neredeyse gözlerinden kalpler çıkacak şekilde Yansı'ya bakıyordu. Dolunay ikisi arasındaki bakışmaya dayanamayıp Doğu'nun tişörtünü bırakmıştı. ''Siz iki manyak gerçek manada benim yakamdan düşün artık!'' ''Sen ve Yansı ikidir bizi suça bulaştırmışken çeneni kapat istersen Doğu!'' diye kızdı Mert. ''Biz mi suça bulaştırıyoruz? Siz onu Efarit'e söyleyin! Ben mutfağa bakıyorum.'' Ne bulacaksın mutfakta acaba? Biz de daha fazla tartışmaya girmeyip el mecbur etrafa bakmaya başlamıştık. Her evde olacak türde eşyalar vardı. Evin içi de dışı gibi eski ve bakımsızdı. Boyalar burada da dökülüyordu. Eski model bir vitrinin içinde her annenin olmazsa olmazı dantelleri ve resimleri duruyordu. Evin en ilginç yanı Kaya'nın ailesi ile olan mutlu fotoğraflarıydı. Tabi ki tuhaf olan ailesi ile fotoğraf çekilmesi değildi. Tuhaf olan bu kadar mutlu olmasıydı. Her resimde hiç görmediğimiz kadar mutluydu. Kaya okulda bu kadar mutlu değildi. Biz onu ufak tebessümlerle görmüştük fakat hiç böyle gülümserken görmemiştik. Buradaki bazı fotoğrafların lise zamanlarında çekildiği belliydi fakat biz onun hep mutsuz bir çocuk olduğunu düşünürdük. Bunu başta sorgulasak da sonra kabullenmiştik. Sonuçta bazı insanlar mutsuz yapıdaydı yani karakterleri öyleydi. Herkes hayata pozitif bakmak zorunda değildi. Bunun yanında bazen mutsuz bir insan olmak için illa bir sebebe ihtiyaç olması gerekmiyordu. Biz Kaya'yı da öyle zannediyorduk fakat Kaya gülmeyi ve mutlu olmayı biliyormuş sadece okuldayken mutlu değilmiş. Ya da aslında bizim gördüğümüz gerçek haliydi. Belki de fotoğraflarda gördüğümüz sahte bir gülümsemeydi. Bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz sanırım. Fotoğraflardan birini almıştım. Salonda geri toplanmamız pek uzun sürmemişti çünkü ev o kadar büyük değildi. ''Ne bul-'' lafımı kesen telefonlarımızın çalışıydı. Asla eksikliğini hissettirmiyordu. Birbirimize baktık. ''Burada olduğumuzu biliyor mudur?'' diye sordum. Bilinmeyen numara yazan telefon ekranını bana göstererek ''Bunu öğrenmenin tek bir yolu var.'' dedi Ulaş. Açma tuşuna bastığımda önceki gibi bir deniz sesi karşıladı bizi. Bir dakika sonra ise onun berbat sesini duymuştuk. ''Sıradaki görevinize hazır mısınız?'' "Şimdiki görevimiz ne ölümü yaşayın mı?" Doğu'nun alaylı konuşmasına Yansı eşlik etti "Yok ya ona daha var! Efarit öldür be bizi! Şu kitabı bir fantastik yapmamız yok mu? Sen öldür bizi lise yıllarına geri dönelim. Bak nasıl yakıp yıkıyoruz ortalığı!" Yansı'nın heyecanla konuşmasına gülmek istesem de kendimi tutmuş ve aynı onun gibi "Nasıl yakıp yıkıyorsun ortalığı merak ettim." diye sormuştum "Ülkeyi ayağa kaldırıp milletti Roma'ya fethe çıkalım diye ikna ederdim. Sonuçta ölsem de geri dönüyorum. Nasıl olsa bedava!" Doğu 'da "Öl öl kullan." deyince yumruklarını tokuşturmuşlardı. Dolunay kulağıma yaklaşıp "Bunlar bizden gizli ne kullanıyorlar? Bu kızla aynı evdeyiz insan bizim yediğimize de katardı ." dediğinde ben de onun gibi kulağına eğilip '' Cimri, hiç verir mi?'' dediğimde gülmüştük. ''Çok hareketli görüyorum sizi. Bu iyi çünkü çok işinize yarayacak.'' Efarit'in dediğiyle kendi aramızda konuşmayı bırakmıştık. Telefonuma gelen bildirime tıkladığımda gördüğüm mesajla kaşlarım çatılmıştı. Anlamayarak mesaja bakarken Efarit çoktan telefonu kapatmıştı. Şöyle yazıyordu: GÖREV 2: ÖLÜMDEN KURTULUN! NOT: YAŞAYAN KAZANIR! Mesajı içimden tekrar tekrar okumama rağmen hala ne demek istediğini anlamamıştım. ''Ne demek istedi şimdi bu?'' diye sorduğumda Yansı yine saçmalamaya başlamıştı. '' Haşa Azrail'i mi vuralım?'' Dolunay tuhaf bir şey görmüş gibi Yansı'ya bakıyordu. ''Bazen Efarit bizden biri olmadığı için şükrediyorum.'' ''Şimdi ne yap-'' Ulaş'ın cümlesini yarıda kesen Yansı ve Doğu'nun korkuyla birbirine bakıp bağırmasıydı. ''Tuzak!'' dedikleri an biz daha ne olduğunu anlayamadan art arda gelen silah seslerini duymamız ve birinin beni yere düşürmesi bir olmuştu. Umarım bugün buradan sağ çıkardık! ---------------------------------------------- BÖLÜM SONU! YORUMLARINIZI BEKLİYORUM. Maçta sakatlama olayını bir dizide görmüştüm ve buraya uyarlamak istedim. Umarım beğenirsiniz.
|
0% |