Yeni Üyelik
8.
Bölüm

6.Bölüm"Öfkemiz En Büyük Düşüncesizliğimiz!"

@nurperi287

Belki ölüm ensemizde bize üflenen bir hazineydi.

Mert kolumdan tuttuğu gibi beni koltuğun arkasına çekmişti. Vazolar, çerçeveler kısaca kırılacak ne varsa toz duman olmuştu. Kargaşadan diğerlerinin ne yaptığını göremediğim için kafamı çok az kaldırdığımda Mert hala sımsıkı kolumu tutuyordu. Dolunay kapının arkasına saklanmıştı Ulaş'sa vitrini kendine siper etmişti, Yansı ve Doğu ise diğer koltuğun arkasındalardı.

Hepsinin güvenliğinden emin olduğum sırada Mert tekrardan başımı kollarının arasına almıştı.

''Bir dur yerinde Deniz! İki dakika boş bırakmaya gelmiyor!''

''Nefes alamıyorum ama!''

''Ölmezsin!'' dedi şaka gibi.

Camı delip geçen soluksuz silah seslerine Doğu'nun sesi karışmıştı.

''Oha harp mı çıktı? Merkezden mesaj atmadılar bilseydim teçhizatı donatırdım.''

Ulaş bağırarak ''Doğu bir tek senin inandığın espritüel kişiliğini bir tarafa bırakıp ciddi olur musun? Efarit bildiğin bize göz dağı verip adamlarını göndermiş!'' dedi.

''Canım sapığımız uygulamalı göstermeye bayılıyor!'' Doğu'nun katili övmesi insanı akli dengemize dair şüpheye düşürürdü.

''Biri polisi arasın!'' diyebilmiştim. Telefonum hengamede yere düştüğü için ben arayamıyordum.

''Niye en gerekli yerlerde benim polis olduğumu unutuyorsunuz ki? Neyse merkezdekilere mesaj attım geliyorlar. Tabi onlar gelene kadar ölmesek iyidir.''

''Hepimiz ölmeyiz ama yaralanabiliriz'' dedi Yansı içimize su serpmişti gerçekten.

''Sonra bana 'Sen nasıl polissin görevin onları orada koruyup kollamak ve yaralanmamalarını sağlamak değil mi?' derler!'' Doğu'nun takıldığı kısma sinirlenerek ''Merak etme Doğu ona sıra gelene kadar çok şey dediler!'' demiştim.

''Gelin lan! Topunuz gelin, alayınız gelin! Vız gelir bunlar bize! Ayrıca şu zamanda bile bana laf çarpman takdire şayan genge!''

''Şu zamanda bile buna takılman da ilginç Doğu ayrıca seni duymuyorlar biliyorsun değil mi? Hem neyine güveniyorsun da heriflere topunuz gelin diyorsun?''

Burada saldırının ortasında kalmışız espriler havada uçuyor. Kaç dakika öyle durduğumuzu bilmiyorum ama ayaklarım uyuşmaya başlamıştı.

''Doğu ne yapıyorsun?'' Vitrinin arkasında ne zaman Ulaş'ın yanında gittiğini anlamadığım Dolunay'ın kurşun seslerinin arasından duyduğum sesiyle tekli koltuğun arkasındaki Doğu'ya bakmaya çalıştım.

Heriflerin kurşunu da bitmiyor!

''Beyaz bayrak sallıyorum barış işareti alıp susarlar diye''

Ben araya girecekken Ulaş sinirle atıldı. ''Bu çocuk bizi sınıyor yemin ediyorum! Seni düşman hattından mı gönderdiler lan? Hadi böyle bir halt yiyorsun ne diye küçücük bezi sallıyorsun herifler nasıl görecek? Allahım beni de kendine benzettin burada! Görseler duracaklar sanki. Kafanı inidir aşağı beni delirtme!''

Bunların duracağı yoktu o yüzden bir fikir öne sürdüm.

'' En iyisi çıkalım buradan yoksa onlara kalmadan Doğu'ya hiç iyi şeyler olmayacak!''

''Öyle deme yenge çok gencim. Daha Ulaş'ın spor salonundaki yürüyüş bandını tam bozamadım, Mert'in yengenin resmine bakarken ki gülüşünün ikinci resmini çekemedim. Allahım daha ben Dolunay yengenin şahidi olacak Mehir olarak kilosu kadar altın isteyecektim. O gün Ulaş'ın yüzünü görmeden mi öleceğim?''

Dolunay ile ikimiz aynı anda bağırdık.

''Bana yenge deme Doğu!''

''Şimdi bile ona mı takıldınız? Tanzimat Dönemi'nde miyiz? gavura gavur deme der gibi söyleniyorsunuz! Ne diyem o vakit? Mahmut mu diyem?

Sinirlerim o kadar bozulmuştu kendime hakim olamayıp kahkaha atmıştım.

''Saklanarak arka taraflara gidelim mutfak kapısından çıkarız.'' Ulaş'ı onayladığımızda Doğu yine kendini belli etmişti.

''Ben niye reklam muamelesi görüyorum?''

''Buyur Doğu sen de söyle fikrini!'' dedi Ulaş

''Bence de arka kapıdan çıkalım!''

Şeytan diyor elinde tuttuğu beyaz bezi al, geç karşı tarafa, silahı aldığın gibi ayağından bir tane vur! Bak bakalım o zaman da böyle konuşabiliyor mu?

''Ulaş keşke adam akıllı kırsaydın ayağını!''

''Ben de aklımdan aynısını geçiriyorum Dolunay!''

Dolunay sürünmeye başlarken yakındı.

''Dahice bir plan yapılabilirmiş gibi bunu niye birinin söylemesini beklediğimizi anlayamıyorum? Başka ne yapabilirdik zaten uçalım mı?''

Ya sabır herkesin derdi farklı.

''Allahım bir sürünmediğimiz kalmıştı.''

Hepimizin burasına gelmiş olacak ki aynı anda bağırdık.

''Yürü Doğu!'''

Ağlamaklı gelen sesiyle cevap verip harekete geçti.

''Sürün Doğu olacak o!''

Biz kurşunlardan kaçarak odadan çıktığımızda silah sesleri de kesilmişti. Olduğumuz yerde kalakaldığımızda kurşunların devam edip etmeyeceğinden emin değildik. Hayli uzun zaman olmasına rağmen yine de ayaklanmayıp kaçmak için an kolluyorduk. Dışardan kuş sesleri dışında bir gürültü gelmiyordu. Birbirimize baktığımızda ayaklanmak için onay bekliyorduk. Zaten dış kapının önünde duruyorduk. Geniş ve orta uzunlukta bir holde cam olmadığı için daha rahat ayaklanmıştık.

''E çok kolay oldu bu!'' Hepimiz Doğu'ya ters ters baktığımızda kapının kırılmasıyla yerimizden sıçramıştık.

Karşımızda yüzleri maskeli adamlar bize doğru geliyorlardı ve yüksek ihtimal halimizi hatırımızı sormayacaklardı. Gözlerim kocaman açılmış geri geri giderken Doğu'ya beddua etmeyi ihmal etmemiştim

''İnşallah serçe parmağını sehpaya vurursun Doğu!'' dediğime korkuyla ''Öyle deme yenge!'' diye cevap vermişti.

Ulaş üstümüze yürüyen adamlara karşı gelmek için bir adım attığında Doğu kolundan tutup durdurmuştu.

''Polis olan benim siz arkadan gelin!'' dedi.

Ulaş sinirle yüzünü sıvazlarken ''Döverim ben bu çocuğu!'' diye geriye döndüğünde Mert iki eliyle sırtına vurup çocuk avutur gibi ''Boş ver boş ver! Onları döv sen.'' deyip ileriye doğru iteklemişti.

Üçü bizim önümüzde durmuş biz arkada kalmıştık.

Ulaş, kendisine gelen yumruğu havada yakalayıp adamın kolunu sırtına dayayarak vücudunu döndürüp sırtına tekme attığında arkada duran adamların üzerine düşmesini sağlamıştı.

Adamın kolundan çıkan sesle yüzümü buruşturdum sanırım Ulaş adamın kolunu kırmıştı.

Daha sonra birbirlerine bakıp kafa salladıklarında adamları paylaşarak döveceklerini anlamıştım. Kapıdan giren boydan boya siyah giyinmiş yüzleri maskeli herifler tıpkı dizilerden çıkmış gibiydi. Şimdi ne gerek var o maskeye? Bence adettendir diye takmışlar.

Biz üç kız ise hiç istifimizi bozmayarak büyük bir arsızlıkla geride kalıp izlemeye başlamıştık.

''Bizimkilere Ulaş'ın spor salonu yaramış.'' dedi Yansı.

''Aynen bir Ulaş vardı kafa kıran şimdi üçlü olmuşlar.'' Dolunay dövüşü gözünü bile kırpmadan izliyor özellikle Ulaş'ın taktiklerini takip ediyordu.

''Kızlar bize de zahmet olacak ama yardımcı mı olsak?'' Yansı sanki o kadar dövüş eğitimine boşu boşuna peşimden sürüklemedim sizi der gibiydi.

Omuz silktim.

''Hiç gidesim yok! Baktık baya zorlanıyorlar o zaman bakarız.'' Dolunay'da benim gibi umursamazca ''Onlar halletsin işleri ne?'' demişti.

Dolunay'ın bizden önce bir deneyimi vardı ne kadar tekrar başlamak istese de benimle birlikte itiraz etmişti buna rağmen Yansı tepemize dikildiğinden el mecbur gitmiştik. Reddetmemizin sebebi kursa gitmek istemediğimizden değildi kursa ayrı ayrı gitmek istediğimizdendi. Biz birlikte olduğumuzda çocukluğumuz tutuyor sürekli birbirimize sataşıyorduk. Keza haklı da çıkmıştım bize gelen hocalar koşarak kaçmıştı bizden. Gittiğimiz kurs yeri için kötü kendimiz için eğlenceli deneyimlerle ayrı ayrı dersler almaya karar vermiştik.

Yansı insafsızlığımıza inanamayarak bakmış sonra düşünceli bir şekilde onları izlemeye dalmıştı.

''İçlerine dolan enerjiyi atma yöntemi olarak şiddeti kullanıyorlar. Bunu ben demiyorum Konrad Lorenz diyor. Yanında daha fazla bilgi var ama kısaca özet geçtim. Gidin araştırın. Başımızı büyük dertlere sokmalarından iyidir. Bırakalım öfkelerini kussunlar.''

Yansı'nın kendini rahatlatmak için bilimsel bir temel kuruyordu. Kısaca üşeniyorum ama suçluluk duymuyorum diyor.

''Peki biz içimize dolan öfkeyi nasıl atacağız?'' diye sordum

''Sen sürekli güzel anıları düşünerek stresini atıp öfkeni dizginliyorsun Deniz.''

''Peki ben?'' Merakla soru soran Dolunay'a gülümsedi.

''Sarma sardık ya geçen!'' dediğinde Dolunay bir aydınlanma yaşamış gibi ona bakmıştı. Yeni fark ettiği bu olay onu şaşırtmıştı.

''Sen sorunlardan uzaklaşmayı tercih ettin. Bir arada olmazsak sorunda olmaz diye düşündün. Doğru taktik ama yanlış zaman.'' Dolunay kaçtığı şeyle yüzleşmiş gibi duruyordu.

''Ya sen?'' diye sordum. Derin bir iç çektiğinde yüz ifadesinin değiştiğini gördüm. Belli belirsiz dudakları oynadığında ne dediğini anlamamıştım çünkü adamlardan biri bir evde ne kadar uçabilirse o kadar uçarak ayaklarımızın ucuna düştüğünde gerilemiştik. Dolunay'ın sinirli bakışlarının hedefine Ulaş yakalanmıştı.

''Yavaş Ulaş yavaş! Yemini almıyorlar önünden.''

Ulaş karnına yiyeceği yumruğu son anda engellerken bile Dolunay'a cevap vermişti.

''Dolunay, sen her yönden laf sokabilme potansiyeline sahipsin biliyorsun değil mi?''

Dolunay saçlarını geriye atıp havalı bir şekilde ''Biliyorum canım. Sen de her zaman birilerinin kafasını kırma potansiyeline sahipsin. Bir gün de birilerinin kafasını kırma Ulaş!'' dedi

Bir an durup düşüncelere dalmış sonra kendi kendine ''Yok ya! Gece uyuyamam.'' deyip daha sert bir şekilde vurmaya başlamıştı.

Bizimkilerin yorulduğunu anladığımızda karşımızdakilerin bitmek bilmeyen enerjileri ve sonu gelmeyen destek kuvvetleri bizi de çileden çıkarmış ve dövüşe dahil olmuştuk. Adamlar iyi dövüşüyordu ama profesyonel değildi en azından ben izlerken öyle düşünmüştüm.

İki adam benim üstüme doğru geldiğine birinin karnına yumruk atmıştım. Diğeri çok yaklaştığı için dizimi kaldırıp bacak arasına vurduğumda iki büklüm kalmıştı. Geri geri giderken sırt sırta geldiğim bedenin sahibini tanıyordum.

''Hayallerimde seninle böyle dövüşmek olması normal mi? Savunma al!'' dediğinde beni solumdan gelen bir yumruktan kurtarmıştı.

''Ne normal ki?'' demiştim az önceki adama yumruk attığımda. İnşallah çenesi kırılmıştır!

''Doğu polis gelmeyecek mi?'' diye sordu Dolunay.

''Ya kardeşim ben de polisim beni niye saymıyorsunuz?''

Öfkeden kanım kayıyordu ama karşımdakiler yüzünden değil yanımdakiler yüzünden.

Yansı bile bıkkınlıkla ''Ekip arkadaşlarını istiyoruz biz!'' demişti.

''İsteyemezsiniz hele sen hiç isteyemezsiniz!''

''Nedenmiş?''

''Çünkü ben varım , hele sana daha çok varım!'' Şu durumda bile Yansı'yı kıskanması inanılır gibi değildi.

Siren seslerini duyduğumuzda şükretmiştik. Adamlar geldikleri zamanın aksine kaçarak çıktıklarında bizim onların peşinden gidecek takatimiz kalmamıştı. Gitseydik de bir şey öğrenemeyeceğimizin bilincindeydik. Hepimiz nefes nefese kalmaktan ve acıdan iki büklüm olmuşken bile Yansı soluklarının arasında bize öğüt veriyordu.

''Küçük bir kamu spotu olsun içimizdeki öfkeyi atmanın yolu bir insana şiddet uygulamak değildir. Öfkenizi bunu bir yastığı ezerek, bir spor dalının maçında tezahürat yaparak veya egzersiz yaparak atabilirsiniz.''

Herifler üstümüze gelmiş bu diyor ki şiddet çözüm değildir. Allahım beni başka bir belalı gruba alabilir misin?

Yutkunup nefesimi düzene sokmaya çalışırken elimi omzuna koyup ''Ücretsiz terapi için sağ ol.'' dedim.

O da gözlerini açıp kapatıp ''Eyvallah!'' diye cevap vermişti.

Bundan sonrası Doğu'nun polislerle konuşması Kıraç'ın kınayan bakışlar altında ''6 kişisiniz ancak bu kadar mı adamı dövebildiniz? Utanın biraz!'' diye bizi azarlaması ve Doğu'nun tüm suçu Ulaş'a atması ve ikisinin atışması üzerine geçmişti. En son kavga Kıraç ve Ulaş arasında kapanmıştı. Doğu işin içinden ne ara sıyrıldı ben de anlamadım. Bence 6 kişi gayet iyi bir performans sergilemiştik ama kimseye beğendiremiyoruz. Bayılan adamları önce hastaneye sonra sorguya alacaklardı ama olay ancak yarın çözülürdü.

Yansı bunun üzerine ''Efarit onlarla kendi anlaşmamıştır ya aracı koymuştur ya da telefondan konuşmuştur. İkincisi onun açısından daha az riskli olduğu için onu uygulamıştır. Yani bir şey elde edeceğimizi düşünmüyorum.'' demişti.

Doğru söylüyordu böyle bir riski almamıştır. Bu kadar adamdan muhakkak birileri onu polise bildirir. Böyle bir tehlikeyi göze alamazdı.

Arabaya doğru ilerleyip yaşadıklarımız üzerine kendi aramızda bir toplantı yapmaya karar vermiştik.

''O değil de kavgaya Deniz yengemin girdiğini görünce aklıma ne geldi biliyor musunuz?''

Doğu'nun yüzü güldüğüne göre kesin bana takılacak bir mevzu bulmuştu.

''Ne geldi Doğu?'' diye sordum. Bana bakıp daha çok güldü.

''Senin Melike ile olan vukuatın.'' verdiği cevaba karşı ergenlik hatıralarım bir bir kafamda canlanmıştı. Herkesin buna benzer utanç verici anısı vardır ama o gün benim için diğer zamanlardan çok daha kötüydü.

''Bildiğin kız kavgası etmiştim. Ne güzel unutmuştum ne diye aklıma getirdin?'' Ona kızdığımda hala sinir bozucu sırıtışı yerindeydi.

''Sen utanabilirsin fakat ben onun yaptıklarından sonra senin yaptıklarını hatırlayıp içimi soğutuyorum. Sen bildiğin Melike cadısı daha bizim ayağımıza çok dolanmadan intikamımızı almışsın da haberimiz yokmuş. Biraz geç oldu ama o gün için sana güzel bir şarkı ithaf etmeliyiz Yenge.''

''Hangi şarkıyı?''

Doğu tam cevap verecekken yanımda duran Mert kolunu omzuma atıp beni kendine çekmişti. Kafamı ona çevirdiğimde göz gözeyken gülümseyerek şarkıyı söylemişti

''Kız sana hayran olsunlar,

öpüp de başlara koysunlar

yollarına paspas olsunlar

Yemeyip sabaha bıraksınlar.''

Şarkının devamını söylememişti ben devamını bildiğim için utanmıştım. Gözlerimi kaçırdığımda kendi aramızdaki gülüşlere telefonlarımızın çalışı ortak olmuş ve biz planlarımızın alt üst olacağı fikrine kapılmıştık.

''Bir günde iki görev mi verecek?''

''Yapar katil değil mi sana mı soracak Ulaş?''

''Doğu sen kimin tarafındasın? İkidir övüyorsun Efarit'i sinirimi bozma!''

Birbirimize dalaşmaktan Efarit yalancı bir öksürükle araya girene kadar telefonun açık olduğunu bile unutmuştuk.

''Demek kurtuldunuz?'' Cızırtılı ve boğuk sesi kurtulacağımızı zaten biliyormuş gibi çıkıyordu. Sesini saklaması sesine yansıyan duygularını saklamaya engel değildi.

''Ya sana bir söverim nasıl kurtulacağını şaşırırsın!''

''Ulaş biraz sakin ol. Bu sadece bir uyarıydı. Size bir kuraldan bahsetmek için ufak bir uyarı sadece. İlk kuralınız görevleri size veriyorsam o görevlere başkalarını dahil etmeyeceksiniz!''

Geçen ki görevde Kıraç'tan yardım almamızdan bahsediyordu.

Doğu dalga geçmek için ''Herif haklı burada 6 kişiyiz nasıl bir adam eksiğimiz olabilir ki? Acemiliğimize ver ilk görevimiz diye öyle oldu. İlk görevin günahı olmazmış.'' demişti. Alay ederken bizi yermesini göz ardı edelim.

''Anlaştığımıza göre sonraki görevinizde görüşürüz.'' deyip telefonu yüzümüze kapatmıştı.

Burada anlaştığı kimse yoktu. Sürekli kendi kendine anlaşıp telefonu kapatıyor manyak!

Doğu sinirle ''Bir gün ben de onun yüzüne kapatacağım!'' dediğinde hepimiz ona kınayarak bakıyorduk.

Bizim ona olan bakışlarımızı görüp kollarını birbirine dolamış ve omuz silkerken ''Evet, buna takıldım. Ne var?'' demişti.

Onun bu hallerine alıştığımız için iflah olmayacağını biliyorduk.

--------------------------------------------

''Bu ne polisiye filmi mi çekiyoruz?'' Dolunay Yansı'nın bizim için oluşturduğu panoya dalga geçerken Yansı hemen arkasından gelecek olan uzun muhabbetin farkında olduğu için Ulaş'ın aynı alayla konuşmak için hazırlanan halinin önünü kesmişti.

''Hiç başlamayın bitiremiyoruz çünkü.''

Nasıl başlamayalım? Kırmızı iplerle üstüne astığı resimleri işaretlediği pano karmakarışık duruyordu. Gelir gelmez kurşunlara maruz kaldığımızı görmezden gelmiş ve anılarımız tazeyken durum güncellemesi yapmamız için bizi salonun ortasına kurduğu tezgahın karşısına zorla oturtturmuştu. O da elinde tuttuğu ince uzun çubukla yanında duruyordu.

Her şey bir yana şimdi biz bu Dağılma Dönemi'nden çıkmış gibi duran tablonun muhabbetini yapmayıp dalgasını geçmemek için kendimizi nasıl tutalım?

Tam ağzımı açtığım sırada işaret parmağını yüzüme doğru salladı.

''Hayır! Deniz bak başlarsak tutamayız. Önce ben konuşayım sonra siz diyeceğinizi dersiniz.''

Ben onun aksine izin almak için işaret parmağımı havaya kaldırdım.

''Sadece soru soracağım.'' dediğimde konuyu dağıtacak bir soru soracağıma gözleriyle inandığını belli etse bile izin vermişti.

Gözlerimle panoyu işaret ederken ''Bu olayı niye Doğu yapmıyor?'' dedim

''Sence?'' Bakışlarım işaret ettiği Doğu'ya kaydığında ne ara taktığını bilmediğim kalp şeklinde simsiyah gözlükleriyle bana bakıyordu. Anlık bir gafletle kendimi geri çekmiştim .O ise hiçbir şey olmamış gibi sevimlice gülümseyip el sallamıştı. Tuhaf bakışlarımı ondan çektiğimde kafamı anladım manasında sallarken tekrar Yansı'ya bakmış dudaklarımı ısırıp yalancı bir fermuar çekmiştim.

Diğerlerini sormama gerek yoktu.

''Güzel, başlıyorum.''

Bir dönem gündem olmuş tabut dansının Türkiye'de bir diziye uyarlanan sahnesinin fotoğrafını koymuştu. Oradaki kişilerin yüzlerine bizim fotoğrafımızı yapıştırmaktan çekinmediği görüntünün üstüne çubuğunu getirmişti.

Gülmemeliyim bir nefes... Gülmemeliyim bir nefes daha... Kendimi teskin ederken dudaklarımı birbirine bastırıyordum. Neyse ki Yansı konuşmaya başlamıştı.

''Öncellikle ilk görevimizi hatırlayalım içinde kimin ya da neyin olduğunu bilmediğimiz bir tabutu bu adamın arada bir uğradığı eve gömdük. Yüksek ihtimal bunun sebebi Vedat'ın tabutu öğrenmesi için vaktin gelmemiş olması. Efarit bunun kendi istediği zamanda ortaya çıkmasını istiyor.''

Çubuğuyla işaret ettiği adamı incelerken ona yalancı bir bıyık çizdiğini ve yanına da aynı resmi koyup çıkardığı okun altına ''Aslı bu!'' diye yazdığını fark ettim. Adam 50'li yaşlarında olduğunu düşündüğüm kır saçlı boncuk gibi mavi gözleri olan biriydi. Yaşından dolayı yüzünde kırışıklar olsa da yıllar ona fazla acımasız davranmamıştı. Boydan fotoğrafına baktığımda biraz balık etliydi ama yaşına göre kilosu idealdi.

''Bu adamın adı Vedat Çiğil. Doğu'nun ısrarla mesleki deformasyon nedeniyle suçlarından bahsetmediği adam. Ben çıkan haberlerden adamın her türlü kaçak işte burnu olduğunu ve gençliğinden beri bu işlere bulaştığı çıkarımını yapmam zor olmadı. Bir nevi aile işi. Önünüzdeki gazetelerde küpürlerinde de adamın geçmişten bugüne çıkmış haberleri var. Elden ele dolaştırın tek tek çıkartıp kağıt israf etmek istemedim.''

Dikkatimi çektiği halde sadece göz attığım kağıtları elime aldım.

''Keşke WhatsApp'tan atsaydın.'' dedi Dolunay uzattığım bir kağıdı alırken. Yansı göz devirip ''Kime, ne zaman yaranmışız?'' demişti.

Birkaç dakika kağıtları incelememizi beklemişti.

''Vay be adam yakalanmamış!'' Ulaş bunu söylerken hayranlıkla adamın haberlerine bakıyordu

''Vedatlar hep böyle oluyor.'' dedi Mert farklı bir bakış açısıyla.

''Yine de el altından iyi yürütmüş işleri.'' dediğimde bir kaçakçının işini takdir ettiğimize akıl sır ermiyordu.

Yiğidi öldür hakkını yeme olayını biraz abartmış olacağız ki Doğu yüzünü buruşturup eliyle kulaklarını örtmüştü.

''Susun susun duymadım bir şey. Polisim lan ben azıcık düzgün konuşun yanımda!''

''Doğu bir kere daha polisim ben dersen olayı Yansı'ya itikal ederim!''

Mert hızla ''Aynen geçen rüyamda sesin yankılanıyordu.'' diye Ulaş'ı desteklemişti.

İkisi de onunla aynı evde yaşadığı için bu tarz konulara daha fazla maruz kalıyor olmalılardı.

''O zaman sürekli unutmayı nasıl başarıyorsunuz?'' dedi Doğu. Şimdi o da haklı.

''Konu dağılmadan toplayayım ikinci görevimiz ise biz tam Kaya'nın evindeyken oldu. Bunun amacı bizim gözümüzü korkutmak ve bize bilmeden çiğnediğimiz kuralın cezasını kesmekti. Sorun şu ki Vedat Çiğil ve Kaya arasında ki bağlantıyı çözemedik. Sonuçta bu ikisini havadan seçmedi.''

''Kaya'nın evi bize saldırması için en iyi seçenekti. Çok şaşırtıcı bir tercih değil tek sıkıntılı yanı Efarit her hareketimizi ezbere biliyor.''

''He ya onu bizimkiler de çözemedi.''

''Onu biliyoruz Doğu o yüzden buradayız!''

''Birbirinize çocuk gibi sataşmayı bırakıp buraya konsantre olur musunuz?'' Yansı kızgınlıkla sesini yükselttiğinde konuya döndük.

''Tabut Vedat'la ilgili olmalı o bariz de biz sürekli aynı yerde dönüp duruyoruz bu adamın geçmişi karanlıksa çok vukuatı vardır kim bilir hangisiyle ilgili.'' dedi Ulaş

Doğu düşünceli bir sesle ''Daha fazla ipucuna ihtiyacımız var.'' demişti.

''O zaman daha fazla göreve ihtiyacımız var demek.'' Mert acı gerçeği yüzümüze vurmuştu

''Vedat, Efarit, kaya ve içinde ne ya da kim olduğunu bilmediğimiz bir tabut. Aralarındaki bağlantı ne bunların? Efarit'in Vedat Çiğil'in yakınlarından biri olabileceğini düşündüm ama araştırmam da elle tutulur bir taraf yoktu adamın bir oğlu bir kızı var kaybettiği herhangi bir çocuk görünmüyor ya da saklamasını iyi biliyor. Eşinin tarafında da ipucu yoktu. Doğu en azından bu konu hakkında bilgi veremez misin?''

Yansı tatlı tatlı gülümseyip yumuşak bakışları ve sevimli gülümsemesiyle Doğu'ya bakıyordu. Doğu'nun ona nasıl baktığını bilmiyorum çünkü gözlüğü hala duruyordu fakat başı Yansı'ya dönüktü ve gözlerinin ona kitlendiğini düşünüyordum.

Sıkıntılı bir nefes verip kalpli şeklindeki gözlüğünü çıkarıp sehpaya bırakırken ''Hiçbir işe yaramadı!'' demişti

Yansı çubuğun diğer ucunu boşta kalan eliyle tutuğu sırada gülümseyip ''Gözlükler gözlerimi ve saçlarımı bütün çıplaklığıyla görmeni engeller. Onları tamamen silmez ya da sesimi duymanı engellemez.'' dedi.

Doğu sadece gülümsediğinde artık gözlerinin ona hayranlıkla baktığını görebiliyordum.

Yine de aralarında ne geçtiğini anlamadım ben.

''Sadece bu konuyla alakalı şunu söyleyebilirim. Vedat Çiğil'in şu zamana kadar elde edebildiğimiz bilgiler arasında öyle bir yakını yok. Adam kaçakçı düşmanı olsa bizle mi uğraşır? Bunların kendi arasında farklı anlayışları var öyle bizimle filan uğraşmazlar. Efarit bizimle ilgili biri ama aynı zamanda Vedat'a da gıcık olan biri.''

''Bilmesem Kaya diyeceğim.'' Ulaş'ın öylesine söylediği cümleler korkutucu bir sessizlik oluşturmuştu.

''Yok artık!'' dedi Ulaş sessizliğimize ithafen.

''Bu durumda en büyük şüphelimiz Kaya eğer Vedat ile herhangi bir bağlantısı çıkarsa da bu bizi haklı çıkarır. Vedat konusunda ısrar etmemin sebebi bizi yanlış yönlendirmek için seçebileceği alelade biri olmaması. Mutlaka aralarında bir bağlantı olmalı. Bunu bize vereceği görevler gösterecek.''

Hepimiz düşüncelere dalmıştık. Boşluklar dışında oklar Kaya'nın üzerindeydi çünkü bizden intikam alabilecek tek kişi Kaya'ydı. O zaman bu başımıza gelenler de en büyük kabahatli bendim. Benim de suçum vardı. Belki o gün... Aklıma gelenlerle buz kesmiştim. Bir ihtimal en çok acı çektirmek istediği ve yaşatmak istediği kişi bendim. Gerginlikle parmaklarımla oynuyorken omzuma dokunan el beni daldığım düşüncelerimden çıkardı. Başımı kaldırıp elin sahibine baktığımda Mert'i gördüm.

Kaşlarını çatarak '' Kendini suçlama olayını kapat artık Deniz! Buradaki hiç kimsenin o olayda herhangi bir suçu yoktu. Suçlanacak son kişiler bile değiliz. Bizim tek hatamız yanlış zamanda yanlış yerde olmamızdı. Hem sen ilacını aldın mı?'' demişti. İlaçlarımı hatırlattığında görmezden gelmeye çalıştığım baş ağrım kendini daha çok belli etmişti.

Cebinden çıkardığı ilacı bana uzattığında şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim.

Umursamazca '' Hangisini kullandığını Yansı söyledi.'' dedi. Çok küçük bir olaymış gibi bahsetmesine daha çok şaşırmıştım.

''Bana soran sendin Mert ayrıca o haklı Deniz. Kendini suçlama, hiçbirimiz kendimizi suçlamayalım.'' diye araya girmişti Yansı.

Dolunay'da kızmış ve ''Aynen bir daha duymayayım senden böyle şeyler.'' demişti.

Hepsine güven veren bir gülümsemeyle başımı sallamıştım. Sehpanın üzerinde duran sürahiden bir bardak su doldurup ağrı kesicimi içmiş paketini geri Mert'e vermiştim.

''Şimdi konuşacak başka bir konumuz yoksa önemli olan konuya geçebilir miyiz?''

Anlamayarak Dolunay'a baktığımda Yansı gözlerini devirip koltuklardan birine kendini atmıştı. Kollarını birbirine dolamış arkasına yaslandığında ağzının içinden ''Geçin, içinizde kalmasın.'' dedi.

Dolunay öne eğilip gerçekten ciddi bir meseleye değinecekmiş gibi panoyu gösterirken ardından söylediği cümle kahkaha tufanına sebep olmuştu.

''Bir kere biz tabutu öyle taşımamıştık.'' diye başlayan eleştiriler akşama kadar dalga geçmelerimizle, eleştirilerimizle ve taklitlerimizle devam etmişti.

----------------------------------------------

GEÇMİŞ ZAMAN (İZMİR)

'' Vatan, o vatan kendi öz evladını vefalı bağrında kucaklayarak muhafaza ettiğinden dolayı sevilir, inancındayım.''

FAHREDDİN PAŞA'NIN MEDİNE MÜDAAFASI KİTABINDAN ALINTI

''Toparlamamız gerekirse İtalyanlar Balkan Savaşları olmasa rezil olacakları Trablusgarp'ı zar zor ele geçirmişlerdi. Bunu dememin sebebi Osmanlı'nın o bölgeye karadan ve denizden herhangi bir ulaşım yolu olmadığı ve bizim maalesef güçsüz olduğumuz dönemlere denk gelmesiyle birlikte işgal etmelerinin bu denli uzun sürmesi onları dünya siyasetinde pek iyi bir yere koymuyordu. Tabi bizimde elimiz boş durmamış ve bölgeye içinde Mustafa Kemal Paşamızın da olduğu gizli askerleri sokmuştuk. Başlangıçta Osmanlı subayları önderliğinde gerçekleşen direnişe Ömer Muhtar'da gönüllü olmuştu. Subayların Balkan Savaşları nedeniyle oraya terk etmek zorunda kalması üzerine orayı on beş günde işgal edeceğini sanan İtalyanlara karşı 20 yıl direniş gösterdi.''

Mert sözü bana devretti.

''Bunları yaparken genç nesle ilim dersleri de verdi fakat girdiği bir çatışmada yaralandı ve esir düştü. Çıktığı mahkemede Libya'da ki halkın direnişi bitirmesi üzerine bir emir yayınlarsa onun idam edilmeyeceği söylendi fakat buna karşılık 'Her namazda Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed(s.a.v.)in' de O'nun Resulü olduğuna şehadet eden parmaklarım, asla yanlış bir şey yazamaz! Bizler teslim olamayız. Ya kazanırız ya da ölürüz! Biz ölsek de kazanırız ve siz kaybedersiniz. Fakat acı olan siz bunu ancak öldüğünüzde anlarsınız ve bunun size bir faydası olmaz.' diye cevap verdi. Bu benim bu araştırmada tüylerimi diken diken eden kısımdı. Sonunda Ömer Muhtar idam edildi. Daha ilginç olan bölüme gelecek olursak Mussolini'nin yaklaşık 14 sene sonra halkı tarafından öldürülmesiydi. Şunu öğrendim hakkedilmeyen hükmün bedeli muhakkak ödetiliyormuş.''

Sunumumuz bittiğinde hocanın yüzünde memnun olmuş bir ifade vardı.

Tarih dersindeydik ve Mert'le yaptığımız ödevin sunumunu yapmış son olarak özet geçmiştik. Aslında tarihi sevsem de ders olarak pek sevdiğim söylenemezdi. Bilgiler fazla karışık geliyordu ve ben çalışırken sıkılıyordum. Mert'le birlikte çalıştığımızda ise çok eğlenceli gelmişti.

Esasen ben edebiyat severdim. İnsanın okudukça ruhuna iyi gelirdi. Okudukça merak ederdim böyle içtenlikle yazacak ne yaşadıklarını ya da yaşadıklarından mı yoksa düşündüklerinden mi esinlendiklerini... Heyecanlanırdım, özellikle uzak zamanlardan günümüze gelen cümlelerin ruhumuza dokunuyor olmasına bayılıyordum.

''Evet çocuklar arkadaşlarınıza sorularınız ya da söylemek istedikleriniz var mı?''

Orta sıralardan Melike elini kaldırdığında göz devirmemek için kendimi zor tuttum. Hocamız ona söz vermişti.

''Ben arkadaşların bu ödevi yaparken objektif bir değerlendirme de bulunduklarını düşünmüyorum.''

Ben sormadan Ayten Hoca aklımdan geçen soruyu sormuştu.

''Neden?''

Evet neden seni sinir bozucu yaratık? Burada hakkında objektif olmadığım tek taraf sensin?

''Hocam kendi hislerini çok fazla kattıklarını düşünüyorum. Aslında millet olarak bence pek çok konuya fazla duygusal yaklaşıyoruz ve kendi duygularımızı sürekli işin içine katıyoruz. Geçmiş geçmişte kalmış. Tarihi anlatırken duygularımızı artık katmamalıyız ve tarafsız bir gözle bakmalıyız. Mesela biz de Girit'i 24 yılda ancak almıştık ve vermemiz almamızdan çok daha kolay olmuştu. Aynı olayı biz de yaşadık.'' dediğinde ne kadar bu kızı kötü huyları yüzünden sevmesem de bunu bir tarafa bırakarak bana göre haklı ve haksız tarafları olduğunu söyleyebilirim.

Hocamız Melike'yi dinledikten sonra cevabımız için bakışlarını bize çevirdiğinde Mert'e bakıp onay alarak söze girdim

''Hocam, arkadaşımızın çok duygusal yaklaşıyoruz sözlerine bir nebze katılıyorum ama bu kötü bir şey değil sadece bunun bize karşı çok fazla kullanılması bizi kötü etkiliyor. Öbür yandan tarihten bahsediyoruz her ülke kendi tarihini abartarak ve överek anlatır. Tarih milli ve manevi değerleri yükseltmek ve insanlara nerden geldiğini, neden burada olduğunu anlatmak için koyulmuş bir derstir. Sen bunu bakkaldan iki ekmek almış gibi anlatırsan zaten amacına ulaşmamış olur. Ayrıca tarih sadece derslerde öğretilmez bir film çıkartılır kaybedilen savaş kazanılmış gibi tüm dünyaya ezberletilir. Bunun örneğini bugün ileri gelen bir ülkeyle bire bir yaşadıktan sonra tarihi çok abartarak anlatıyorsunuz demek bizim için yanlış.''

Adamlar yalan yanlış filmlerle sözde tarih izlettiriyorlar lan millete! Kimse ona laf etmiyor. Biz iki övdük hemen abartıyorsunuz diyorlar.

Doğu heyecanla konuya dahil olmuştu ''Haklı hocam!'' dediğinde söz almadan konuya dahil olduğunu hatırlayıp sesini alçaltarak devam etti.

''Söz almadan konuştum özür dilerim. Geçen bir dizinin sahnesine denk geldim. Bizim hakkımızda öyle şeyler söylüyorlar ki biz ne Allah'ın cezası insanlarmışız diyorsunuz. Bir de bahsedilen Padişah 2.Beyazıt olunca insanın onun ağzından çıktığını söyledikleri cümleleri duyunca gülesi geliyor. Bizim sofu dediğimiz padişahtan bahsediyorum. Adam ses çıkarmadan ağzını açsa duası tutar. Orduya hiç girmiyorum bile.''

Doğu'nun şevkli konuşmasına gülümserken Mert devam etti.

''Bunun gibi pek çok örnek verebiliriz. Doğru, bizimde hezimetlerimiz var eğer tarafsız bir gözle ödevi hazırlıyor olmasaydık bunları görmezden gelmek çok kolay olurdu. Savaşta ilk defa uçakların kullanıldığından ama o uçağın anlamlandıramadığımız şekilde düşürmemizden bahsetmezdik. Bunları anlatırken elimizden geldiğince tarafsız olmaya çalıştık. Biz bile İtalyanların oraya o kadar uzun süre hakimiyet kuramamasına hayret ediyoruz.''

Ayten Hoca zil çalacağı için daha fazla bizi ayakta tutmayıp yerimize geçmemizi söylemişti.

''Haftaya Yansı ve Dolunay Fahrettin Paşa'yı anlatacaksınız biliyorsunuz. İyi iş çıkaracağınıza inanıyorum.''

Cümlesi bittiğinde zil de çalmıştı. Kızlarla bahçeye çıkmak için ayaklandığımızda Melike yanımdan geçerken bilerek omuz atmıştı. Kasıtlı olduğunu dengemi sağlamasam yere düşebilecek kadar sertçe çarptığından anlamıştım. İleriye atılıp bir söz söyleyeceğim sırada Yansı beni engellemişti. Ulaş'tan sonra bir vukuata daha kalbimiz dayanmazdı. İçimden kendimi telkin edip sakinleştirdim. Çocukça bir davranış yüzünden çocukça bir kavga çıkarmaya gerek yoktu. Umursamayıp geçip gidecekken bu sefer laf atınca dayanamamıştım.

Kollarını birbirine dolamış arakasındaki sıraya yaslanarak ''Sadece haklı olduğumu söylemek bu kadar mı zor?'' dedi.

Karşısına geçip '' Haklı olduğun kısımları söyledim. Ayrıca şu düşmanca bakışlarını üzerimden çeker misin? Milletin arkasında kuyusunu kazıp dedikodusunu yapan benmişim gibi bakma bana!'' dediğimde yaslandığı sıradan uzaklaşıp bana yaklaşmıştı.

''Sen ve cici arkadaşların tüm okula beni rezil ettiğinizde düşmanca bakışlarımı göze aldığınızı düşünüyorum.''

''Ne olmuş herkesin arkasından yaptığın oyunların kayıtlarını tutup okula dinlettiysek? Sen onu notları çaldığımıza dair bize iftira atmadan önce düşünecektin. Ne yaptıysan kendine sen yaptın.''

''Bana bak-'' birbirimizin üzerine yürüyeceğimiz sırada Dolunay ve Yansı araya girmişti.

Dolunay beni geriye doğru iterken ''Yeter bu kadar! Melike sen de git işine belanı arıyorsun onu anladık ama bizden sana ekmek çıkmaz.'' diye Melike'ye kızmıştı.

''Hem hırsızsınız hem de iftiracı.''

Melike'nin suçlaması üzerine sinirden gözüm seğirmiş ve her şey hızlı bir şekilde ilerlemişti. Yansı ve Dolunay birbirine bakıp onay vermiş Dolunay beni bırakmış Yansı ise Melike'nin üzerinden ellerini çekip bana doğru geldiğinde yanımda durup sol omzuma elini koyarak sessizce ''Önce o dokunsun sana.'' deyip arkaya geçmişti.

Diğerleri böyle olaylara alışkın olduklarından ve kendi aramızda olan bir dalaşma sandıkları için başta umursamamışlardı.

''Melike o lafın için özür dile yoksa senin adına pek iyi şeyler olmayacak!''

Aramızdaki mesafeyi kapatmıştı.

''Ne olacak? O taş devrinden kalma taktiklerini kullanıp beni mi döveceksin? Bir hırsızdan da anca bu beklenir.'' deyip işaret parmağıyla beni ittiğinde dudaklarımı yalayıp gülümsemiştim.

Allahım sen bana sabır ver! Bir ergen olarak biraz sonra yapacaklarım için şimdiden af diliyorum.

İçimden ettiğim duanın devamında ellerime saçlarını dolamıştım. Onun ciyaklamaları kulağıma ulaşırken boş durmamış beni ayaklarıyla tekmelemiş tırnaklarıyla kollarıma çizikler atmıştı. Yere düştüğümüzde ben üstünde kalmıştım çok değer verdiği saçlarına ayrı bir vakit ayırdığım için mutluluk duyduğum zaman kız kavgamız nöbetçi öğretmenin gelip bizi ayırmasıyla son bulmuştu. İkimizi de müdürün odasına gönderirken kollarını birbirlerinin omzuna atmış Yansı ve Dolunay ile ne ara geldiklerini bilmediğim Mert, Ulaş ve Doğu alkışlar arasında takdirlerle beni gönderip peşimizden gelmişlerdi.

Şimdi ise müdürün odasındaydım. Ellerim önümde bağlanmış mahcupça yere bakıyorum. Bu sahneyi kaçıncı kez yaşadığımı hatırlamıyorum. Haklıyım ama yaptığım beni haksız çıkaracak gibi görünüyordu.

''Deniz, seni özel okullardan içimize bize sınav ol diye mi soktular kızım? Her vukuata olayın merkezindesin o yüzden soruyorum yanlış anlama.''

Anında başımı kaldırıp kaşlarımı çatıp.

''O nasıl laf hocam olur mu hiç öyle şey? Sadece sinirlerime hakim olamadım hatta arkadaştan özür de dilerim.''

Madem özür dileyeceğim niye yaptım? Diye kendi kendimi sorguluyorum. Olsun onun kafasını kuş yuvasına çevirdikten sonra ceza almaktansa masum rolü kesip cezasız bu odadan çıkarım ödül gibi gelir.

''Nasıl bir okul olup çıktınız başıma anlamıyorum ki! Geçen gittiğim seminerde okulun adını duyan alemin mafyasının adını duymuş gibi uzaklaştı benden. Arkamdan konuştuklarını zannediyorlar ama ben duydum mafya okulun müdürü diyorlar benim için.''

Hemen atıldım. ''Kıskandıklarından hocam. Her yıl siz üniversiteye derece öğrenciler sokuyorsunuz kıskanıyorlar.''

Göz ucuyla üsten üsten bana bakıp hafif dudakları kıvrılırken ''Öyle de olabilir tabi.'' dedi

Mert sen taktiğe kişisel değil kariyer bazlı uygulayacaktın. Geç oldu ama tutacak gibi duruyor.

Boğazını temizleyip kendini toparladığında düzelen kaşları tekrar çatılmıştı.

''Şimdi olayı anlatın bana!'' Değinde biz daha ağzımızı açmadan kapının çalınmasıyla açılması bir olmuştu. Yansı kafasını uzatıp ''Hocam girebilir miyiz? Olaya tanık olduk biz.'' dedi

Müdür bey bir an şaşırmış gibi yapıp alayla ''Siz kapıyı ' öylesine' çaldıktan sonra içeri girmek için izin ister miydiniz? Okulda bir gelişme mi bu? Yapmayın böyle şeyler bünyem alışık değil. İzin istediğiniz için gözlerim yaşardı. Buyurun girin lütfen.''' Öylesine kelimesini batırarak söylemişti. Kalbini tutmasına gülmemek için dudaklarımı ısırdım.

Yansı gülümseyip arkadakilere de gelmeleri için işaret ettiğinde içeri girmişlerdi.7 kişi birden içeri girdiğinde odayı doldurmuştuk. En son Ulaş sınıf başkanımız Burhan'ı öne sürüp iki eliyle omzunu tutmuş ileri ittiriyordu. Çocuğu zorla getirdikleri o kadar belliydi ki...

''Bu kadar mısınız?'' diye sordu müdür.

Yansı öne eğilip baştan sona baktıktan sonra ''Bu kadarız hocam.'' demişti.

''Yok belki BM üyelerini de şahit olsun diye getirmişsinizdir diye sordum.''

Dolunay ''Getirsek de bizden yana olmazlardı.'' dedi.

Getirebilirlermiş de kendileri tercih etmemiş gibi konuştuğundan gülmeden edememiştim.

''Özgüveninize her gün hayran bırakıyorsunuz. Şu ekip...'' Melike ve ben hariç geri kalanı eliyle gösterip devam etti.

''...failler olayı anlatana kadar sessiz kalacaksınız yoksa atarım dışarı!'' Şu an atmamasının sebebi bir şekilde çıkmayacaklarını bildiği içindi.

Hep bir ağızdan memnuniyetsizce onaylamak zorunda kalmışlardı. Müdür Bey bir süre daha onlara bakıp sessiz kalacaklarına emin olduktan sonra Melike ve bana doğru dönmüştü

''Melike senden başlayalım anlat kızım.'' dediğinde dudaklarımı büzdüm. Bize gelince özel okul casusu başkasına kızım vay be!

Sabahtan beri pusuda bekleyen Çakal Melike olayı kendisinin daha fazla hasar almasını lehine çevirerek anlatmaya başladı. Kah dudakları titredi kah yalandan ağladı. O kısımda ben de şok oldum ama asıl olay psikolojisinin çok bozulduğu ve kendisine travma bıraktığımı söylediği yerdi. Eğer yanımda Yansı durup kolumu çimdiklemeseydi kahkahalarla gülerdim. O nasıl bir oyunculuk performansıdır? Geçen ki olaydan sonra rol yapmaya çalışmış herhalde. Tek sorun olayın her yerinde ben varım. Ben havayla kavga etmişim ve kolumdaki çizikleri oksijen elementi atmış gibi anlatıyordu.

Konuşması bittiğinde nereden bulduğunu anlamadığım peçeteyle yalancı göz yaşlarını siliyordu benimse ağzım açık kalmış ne kadar istesem de onu alkışlayamamıştım. Bizimkiler de şok olmuş olacak ki sesleri çıkmıyordu.

Müdüre dönüp üzerimden atamadığım şaşkınlıkla ''Hocam ben inandım.'' demiştim.

Dolunay Yansı'nın arkasından uzanıp koluma vurduğunda anca kendime gelebilmiştim.

''Hocam ben de anlatayım izninizle.'' diye giriştiğim sözle oyunculuk performansı yüklemek istesem de yapmamış ne olduysa dümdüz anlatmıştım.

''Hocam ben şahidim önce Melike dokunda Deniz'e.'' dedi Dolunay ilk şahitliğini yaparak.

''İşte ben en çok buna şaşırdım! Kavgayı senin etmen gerekiyormuş da Deniz etmiş gibi olmuş.'' Müdürün sözüne Dolunay gülerek ''Artık bir dahakine hocam.'' demişti.

Müdür sert bir ifadeyle ona baktığında gülüşü solmuştu.

''Ben de şahidim hocam. Biz geldiğimizde ikisi karşı karşıyaydı Melike'nin yüzü bize dönüktü ve parmağını kaldırıp Deniz'e ilk dokunan o olmuştu.'' Mert'te dürüstlüğüyle beni savunduğunda tebessüm etmiştim.

''Evet hocam hepimiz gördük önce Melike dokundu. Üstelik biz gelmeden önce kıza ağır da konuşmuş.'' Ulaş'ta beni savunuca Melike sinirle araya girdi.

''Hocam onlar Deniz'in arkadaşları. Bunu siz de dahil okulda bilmeyen yok. Onu savunmaları gayet normal.''

''İşte bu yüzden sınıf başkanımız Burhan'ı da getirdik. Tarafsız bir gözle olayı anlatsın. Ona da itiraz etmezsin. Sonuçta Burhan bizimle sıkı fıkı olan biri değil. Dediğin gibi bunu da tüm okul biliyor.'' diye karşılık verdi Yansı.

Ulaş, bizim çekingen Burhan'ı öne iterek konuşması için zorlamıştı.

Burhan, kıvırcık kahverengi saçları, ela gözleri olan, çilli bir çocuktu. Çok çalışkan olmasının yanında fazla utangaç biriydi. Sınıf olarak onu başkan seçmemizin sebebi ise en yakın arkadaşı dahi olsa tarafsız kalabildiği içindi. Başta ne diyeceğini bilememiş eli ayağına dolanmış sürekli gözlükleriyle oynamış olsa da sonunda konuya girmişti. Baştan sonra her şeyi anlatmıştı. İşte böyle durumlarda tarafsız olması onu bizim başkanımız olmak için en uygun kişi yapıyordu.

''Tamam çocuklar anlıyorum ama bu birbirlerine uyguladıkları bu şiddeti kesinlikle haklı çıkarmaz. Bu yüzden okuldaki herkese ders olması için ikisine de iyi bir ceza verip ailelerini arayacağım. Melike sende bir daha arkadaşların hakkında böyle konuşma bunu da bildireceğim.''

Doğu benim yanıma gelerek Melike'yi göstereceği sırada onun tavus kuşuna dönmüş saçlarını görünce elini ateşe değmiş gibi geri çekip bana odaklanmayı tercih etmişti.

Elini çenemin altına koyup başımı hafif kaldırırken burnunu çekip ''Hocam güzel ülkemizin güzide delilerinden biri arkadaş ne yapacaksınız? Bu seferlik affedin hem kimse ölmedi ki bakın sapasağlam ayaktalar. Birkaç çizik aldılar diye yapılır bu gençlere?'' dedi.

''Geçen camı kırdığında da onu savunmak için aynı şeyleri söyledin Doğu'' Müdürün cevabı üzerine masum bakışlar atmaya başlamıştı.

''Hocam bizim deliler iki günde akıllanır demedim ki''

Müdür Bey merakla ''Takriben kaç günde akıllanır?'' diye sormuştu.

Büyük bir rahatlıkla elini çekmiş önce sesli bir gülüş atıp sonra ''Vallahi ben daha akıllananı görmedim.'' demişti.

Ulaş tişörtünden tutup geri çekerken eliyle kafasını işaret edip ileri götürerek ''Asıl deli bu! Çok umursamayın hocam.'' dedi.

''Bunu senin söylemen içimi çok rahatlattı Ulaş sağ ol!'' Müdürün cevabına Ulaş mahcup bir gülümseme göndermişti. Arkasına yaslanıp hepimize tek tek kınayarak bakıyordu.

''Şu hale bak! Karşımda ceza almamış tek bir kişi bile yok. Disipline vereyim desem okulda insan kalmaz çünkü okulda suç işlemeyen yok.''

''Burhan var ya hocam!'' dedi Ulaş.

Burhan'ın yüzü kızarmış dudaklarını birbirine bastırarak yere bakıyordu.

''Burhan'ın tek suçu basketbol potasını kırması.''

Okullar arası basketbol turnuvasında potayı kırmıştı. Hepimiz hatırladığımız anıyla başımızı kaldırıp ''Haa!'' demiş ve ''Doğru!'' sesleriyle devam etmiştik. Bu odada ki en büyük suçu Burhan'ın işlemiş olması bence bizim cezalarımızı hafifletmeliydi.

''Çıkın hadi! Herkes ne meraklı benim odama! Giren çıkmıyor. Bir de orduyla geliyorlar yakında MEB'ten Müdür odası için özel güvenlik talep edeceğim.''

Çıkarken Ulaş '' Bir onu talep etmemiştik hocam gelin birlikte bir ilki gerçekleştirelim.'' deyip kaçmıştı.

Yan yana dizilmiş sınıfa doğru yol almıştık.

''Deniz madem bir işe girişeceksen seni savunacak pay bırak bize! Şiddet uygulamak nedir?''

Sinirle Ulaş'a bakıp ''Ulaş daha geçen bu konu yüzünden disiplinden döndün. Sen niye sürekli kendinin de çiğnediğin kurallar için bize kızıyorsun?'' dedim.

''O benimle ilgili siz bulaşmayın böyle işlere. Ayrıca o gün hak etmişti ismini anmak istemediğim şahıs. Küfrettireceksin bana şimdi!'' Ulaş'ın cevabına göz devirdim.

Can'a kendisini kurtaracak ne dedi bilmiyorum ama Can o gün müdür beye aralarında geçen küçük bir sürtüşme olduğunu ve kendisinin onu kışkırttığını söyleyip olayı disipline gitmekten kurtarmıştı. Biz olaya anlam veremesek de Ulaş'ın disipline gideceğinden eminken aldığımız bu haber bizi mutlu etmişti.

''Şimdi ki ders neydi?''

''Ulaş'ın ağzı kulaklarında olduğu için matematik ama yarısını kaçırdığımız için siniri bozuk.'' diye beni cevapladı Yansı.

''Aynen bir daha kavga edeceğiniz zaman matematik dersinin olmadığı bir saati seçin!''

''Aksine matematiğin olduğu saati tercih etmem gerekmiyor mu? Hem az önce de kavga etme diyordun.''

''Gerekmiyor ve az önce söylediklerimin arkasındayım ama uymayacağınızı bildiğim için söyleme ihtiyacı duydum.''

Dolunay' konudan sapmış Melike'ye odaklanmıştı.

''Bunun ekürileri niye gelmedi?'' Helin ve Ece'den bahsediyordu.

''Onu ifşa ettiğimiz günden beri küsler. Aman iyi ki gelmediler kesin onun yanında olurlardı.'' diye cevap verdi Yansı.

Şimdi anladım neden sürekli bize sataşıp durduğunu yalnız kaldı ve bizi suçlu buluyor. Aklına intikam almaya çalışıyor. Arkadaşım dediği insanların sırlarını onların hiç sevmediği kişilere verip ikili oynarsa yalnız kalırdı tabi!

Yansı az önceki alaylı tavrının aksine düşünceli bir sesle devam etti.

''Bence herkese bizi kötü göstermeye çalışıyor ve başarıyor da müdürün odasında seni savunmamıza çok fazla itiraz etmedi. Aslında onun istediğini verdik. Haksız yere onu suçladığımızı senin arkadaşın olduğumuz ve kalabalık olduğumuz için seni savunduğumuzu ve müdürün de sana inandığını gösterip tekrardan toplayacak şer birliğini.''

''Etrafta başka insanlarda vardı.'' dedim.

''Olabilir ama şu an en kötü görünen ve üstünü başını düzeltmek için çabaya girmeyen kendisi. İddiaya varım lavaboya bile gitmeyecek ve böyle sınıfa girip millete haklı olduğunu düşündürecek. Gerçekten bazen düşüncesizce hareket ediyoruz.''

Yansı'nın sözleri beni düşünmeye sevk etmişti. Haklıydı bizi kışkırtmasının sebebi bizim biraz daha yüksek tonda konuşmalarımız olduğundan dolayı onu daha bastırılmış gösterecekti. Biraz daha sabırsız tutumlarımız anlık öfkelerimiz onun işine yaramıştı.

''Aman en fazla ne yapabilir? Tekrar arkadaş olurlarsa da olurlar bize ne!'''

''Bizi ilgilendirecek olan kısmını ilerde göreceğiz. Bu kız intikam almadan durmaz söyleyeyim.''

O zaman çok umursamamıştık ama başımıza gelecek olanları bilseydik yüzümüz bu denli gülmezdi. Biz bir türlü anlayamıyorduk öfkemiz en büyük düşüncesizliğimizdi.

------------------------------------

ŞİMDİKİ ZAMAN (ANKARA)

Üzerinde ''Süveyda'' yazan tabela asılı kitapçıdan içeri girdiğimizde kapıya astığım zil çalmıştı. Kitapçının nostaljik havaya sahip olmasına dikkat etmiştim. Kitapçıdan ilk girdiğinizde karşınızda direkt bir ağacın gövdesinin ortasında duran bir masa karşılıyordu. Arkadaki ağacın dalları kitap raflarını oluşturuyordu ve rafların arasındaki beyaz ışıklar geceleri aydınlatmaya yarıyordu. Sanki gerçek bir ağacın dalları arasında kitap duruyormuş görüntüsü veriyordu. Genellikle kahvenin tonlarına sahipti tavanda ise pek çok sanatçımızın sıraya dizilmiş resimleri vardı. Tavandan aşağı sarkan yıldızlar etrafı aydınlatmak adına çok güzel duruyor ve kitapçıyı ilginç gösteriyordu. Elektrik faturası çok canımı yakmasın diye çoğunlukla sadece raflardaki ışıklarla yetinirdim. Sadece okuma kitapları satmıyorduk. Yukarı katta test kitaplarının yanında kırtasiye malzemeleri de satılıyordu. Tabi ki alt kat oradan daha büyüktü ama genel olarak küçük bir yerdi. En sevdiğim katın giriş katı olduğunu söylememe gerek yok herhalde. İlk geldiğim zaman üst kat çatı katıydı, çok pisti ve çer çöple doluydu. Üstelik oraya nasıl el sürmedilerse toprak içindeydi ve tahtalarla doluydu. Zamanla orayı düzelttim buradaki orman konseptinin aksine orada daha açık renkler kullanmıştım. Orada raflar beyaz bir buluttu ve pespembe bir gökyüzünde kelebek figürleri yıldızların yerini almıştı. Tamamen farklı bir dünyaya geçiş yapmış gibi hissettiriyordu.

''Melisa sen çık canım bu akşam ben kapatırım. Uzun zamandır bütün işleri sana yıktım bugün ben hallederim.''

Melisa'nın duyduğu cümleyle gözleri parlamıştı. Dolunay ve benim mezuniyetim ve Efarit'in saçma sapan görev muhabbeti yüzünden ona çok yüklenmiştim. Göz açıp kapayana kadar çıkmaya hazırlanmıştı sanırım kararımı değiştirmemden korkuyordu.

''Hoşça kalın!'' Yanımızdan geçtiği sırada aklıma son anda gelen düşünceyle onu durdurdum.

''Bekle bir dakika!'' Korkulu gözlerle bana bakıyordu. Çantamdan onun için hazırladığım zarfı çıkardım.

''Bu senin iki günde izinlisin.'' dediğimde zarfa uzanırken ''Daha aylığıma var.'' dediğinde neden erkenden verdiğimi sorguluyordu. Gülümsedim ''Bunu aylığının dışında sıkı çalışman ve güzel davranışların için veriyorum.'' dediğime karşın kocaman gülümsemiş ve bana sımsıkı sarılmıştı.

''Teşekkür ederim.'' deyip benden ayrıldığında gözleri dolu dolu olmuştu.

Hepimizle vedalaşıp kitapçıdan ayrılmıştı. Bu iki gün kitapçıda sıkı bir temizlik yapılacaktı ve Melisa çok yorulduğu için ona izin vermiştim. Tek başıma yapmak istemediğim için de kızları kolundan tuttuğum gibi temizliğe sürüklemiştim.

''Deniz ne güzel arkadaşlarımla buluşmuştum kafam rahat eve gelmiştim beni niye sürpriz yapacağım diye kandırıp temizlik yapmaya getirdin?''

''Beni de kandırdı. Doğu ile sabah kahvaltıda son olayları tartışmıştık. Öğleden sonra kitap kulübünden arkadaşlarla buluşmuştuk. Keyfime diyecek yoktu. Sonra bir baktım Deniz acil diye kitapçıya çağırmış dedim Dolunay evleniyor herhalde meğer temizlik yaptıracak eleman arıyormuş. Saatlik ücretimizi ver bari!''

Onlar söylenedursun ben ikisinin eline iki tane bez sıkıştırıp rafları silmeye göndermiştim bile. Şikayet etmekten fark edememişlerdi. Camları silmek için bir kova su hazırlamış ve camların canını çıkartmak için savaş boyamı sürünmüştüm. O deterjan akacak o camdan ben ancak rahatlayacaktım. Önce içerden sildiğimde Yansı şimdiden bıkkınlıkla bezi kovaya atmıştı.

''Şarkı açıyorum ben.'' dedi

Dolunay karşı çıkarak ''Sen açma sen hep Türkçe açıyorsun.'' demişti.

''Ne olmuş? Mis gibi müzik zevkim var.''

''Aynen mis gibi. Sırayla açalım bari.''

''Tamam.''

Ben dışarda camları sileceğim için ne dinlemek isterlerse dinleyebilirler.

Dışarı çıkmadan önce Tarkan'ın Şımarık şarkısı çalıyordu.

Kaç saat geçti bilmiyorum ama Güneş'in batarken bıraktığı kızıllık her yeri esir aldığı sırada biz temizliği anca bitirebilmiştik. Depo olarak kullandığım arka tarafa minik bir buzdolabı da koymuştum. Oradan getirdiğim limonataları yorgunluktan ve sıcaktan bayılmış kızlara verip bende en son kalan tekli koltuğa kendimi bırakmıştım.

''Deniz bir dahakine git kendine uşak tut!''

''Dolunay gözlerini açmaya halin yok ama bana kızacak enerjiyi nereden buluyorsun.''

''Ben kızmak için hep özel bir yer ayırıyorum. Sen merak etme!''

Yansı'nın sesi soluğu çıkmıyordu çünkü o gerçekten bayılmış olabilir. Raflarda kimi gördü bilmiyorum öyle bir çitiledi ki insan düşmanını öyle dövmezdi. Başta o kadar şikayet ettiler sonra benden daha çok temizlik hastası çıktılar ben onlara iyilik yapıyorum ama yine yaranamıyorum.

Dolunay baş parmağıyla arkadaki Yansı'yı gösterdi ''Şu vasıta bayıldıysa hiç hastaneye götürmem haberin olsun.''

Umursamazca dönüp arkama baktım.

''Kim hastane lafı etti ki? Bayılmasını bildiyse ayılmasını da bilsin.'' dedim.

Yansı uykulu sesiyle ''Ne kadar endişelisiniz öyle! Gözlerim yaşardı.'' demişti.

Dolunay'a ''Bak bayılmamış.'' dedim

Arkada Erkin Koray'ın şarkısı Şaşkın çalmaya başlamıştı. Onun sesine kapıdan gelen zil sesi karışmış ve ben baygın gözlerle kızlara bakarken zar zor ayaklanabilmiştim.

''Hoş geldiniz.'' Yorgunluğuma rağmen yüzümde kondurmayı ihmal etmediğim bir tebessüm taşıyordum.

''Hoş bulduk!'' Aynı anda duyduğum tanıdık sesler ve karşımda gördüğüm kişilerle şaşırmadan edemedim.

Pişkinlikle ''Baktık yengem çağırmıyor yüzsüzlük edip biz geldik.'' dedi Doğu

Yalancı, bin kere çağırmıştım bininde de bahane bulmuşlardı.

''Temizlik bitti hemen damladılar adamlar bilinçsiz olduklarında bile temizlikten kaçabiliyorlar. Genlerine işlemiş.''

Dolunay arkamda belirmişti.

''Geldiniz mi? Nasıl temizliğin bitişine denk getirerek nokta atışı yaptınız?'' Yansı uykulu halinden dolayı bir gözünü ovuşturarak yanımıza gelmişti.

''Ben annemden kaça kaça profesyonel oldum o konularda. Gençlik tecrübesi siz anlamazsınız.''

Doğu'ya göz devirdiğimde Mert ve Ulaş'ın etrafı incelediğini gördüm.

''Çok güzel olmuş burası içeri girdiğin zaman çok egzotik bir hava veriyor insana.'' dedi Ulaş

''Sanki kitaplarla dolu bir ormanda geziyormuş gibi hissettiriyor gerçekten güzel olmuş ellerinize sağlık.'' Mert ışıldayan gözlerle bana baktığında gözlerimi kaçırmama engel olamamıştım. Onun beğenmesi çok hoşuma gitmişti.

''Tek bir kusuru var.'' dediğinde kafamı kaldırıp kaşlarımı çatmıştım. Göz göze geldiğimizde 'İsmi buraya hiç yakışmıyor.'' demişti. Bu ismi neden seçtiğimi anlamış ve hiç hoşuna gitmemişti.

''Romantizminizi bozmak gibi olsun ama burası deterjan gibi bir şey kokuyor.'' Doğu midesi bulanmış gibi yüzünü ekşittiğinde Yansı kızgınlıkla ''Her yeri bal dök yala yaptıktan sonra görmek istediğimiz yüz ifadesinin bu olduğunu hiç sanmıyorum Doğu! Temizlik yaptık dediğimizde ne anladın çok merak ediyorum?''

Doğu düşünür gibi yapıp ''Her yeri çamaşır suyuyla sildiğinizi anlamak çok zor olmadı.'' dedi.

Dolunay ve Ulaş arada bunlara da kavgacı kişiliklerini bulaştırıyorlardı. Tartışmalarını bölen ses telefonlarımızın aynı anda çalmasıydı.

O günden beri yaklaşık 3 hafta geçmişti ve aramamıştı. Tahmin ettiğimiz gibi yakalanan adamlardan da bir bilgi elde edememiştik. Biz de beklemeye karar verdik ne kadar uzun sürse de yakamızdan düştüğünü düşünmemiştik. Kaç yıl düşmemiş yakamızdan iki hafta aramadı diye peşimizi bıraktığını düşünmek kendimizi kandırmak olurdu.

Doğu'nun Yansı ile tartışmalarının bölünmesine sinirlenerek telefonu açmadan ''Aman hiç eksik kalmasın zaten!'' demiş telefonu açtığında ise ''Ne var? Ne oldu?'' diye bağırmıştı.

''Siz de ki bu deli cesareti nereden geliyor bir bilsem.''

Biz de bir bilsek!

Yansı'da aynı sinirle bağırarak ''Sadede mi gelsen!'' demişti.

''Ben sizin yerinizde olsam benimle iyi geçinirdim.''

''Ne yazı ki değilsin? Diğerlerini bilmem ama benim gibi muhteşem birinin yerinde olmadığın için çok şey kaçırıyorsun.'' dedi Doğu alayla.

''Gevezeliği kısa keselim.''

''Burada gevezelik eden tek kişi sensin!'' dedi Yansı.

Biri şu ikisini tutabilir mi?

Sabırsızca aldığı nefesin sesi buraya kadar gelmişti. Al işte sinirlendirdiler!

Kendini zor tuttuğu her halinden belli olduğu sesine yansımıştı.

''Görev 3: Mezunlar buluşmasına katılın. İyi eğlenceler!''

Telefon kapandığında öfkesi sönmüş ikiliyle bu sefer biz onların yerini alarak az önceki bakışlarını kendilerine iade ediyorduk. Önceki iki görevi mumla arayacağımı hiç düşünmemiştim. Diğerleri de benimle aynı fikirdeydi.

Dolunay hepimizin içinden geçenleri dile getirerek ''Hiç tabut gömmeyi ya da içinde olduğum bir evi taramayı tercih edeceğim bir seçenek olacağını düşünmemiştim.'' demişti.

Kesinlikle haklıydı. Bu sefer geçireceğimiz sinir krizlerinden umarım başka bir mezar kazmamıza gerek kalmazdı.

-------------------------------------

BÖLÜM SONU

OKUDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER.

YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

Verilen tarih bilgileri kitabın gidişatını sağlamak ve çıkan tartışmayı iyi anlayabilmeniz adınadır. Maalesef böyle açıklamalar yapmak durumunda kalıyoruz. Bu kitapta bu yazıların ne işi var diyecek olanlar muhakkak olacaktır.

 

 

Loading...
0%