Yeni Üyelik
9.
Bölüm

7.Bölüm"Nasıl Dönecektik?"

@nurperi287

Kırıldığım kadar kırardım da kıyamadım işte!

Esasında hepimiz İzmirli değildik ama hepimiz orada büyümüştük. İnsan kendisinin ait hissettiği yeri memleket beller. İzmir artık eskisi kadar gözümüzde büyümüyordu memleketti ama eskisi kadar yoğun bir anlamı yoktu. Memleketler insan gibidir derken bundan bahsediyordum. Memleketin seni her şeyinle sever sense kendi hatanda terk edersin şehrini. Sonra da hep kaçarsın ben kaçmayı uzun zaman önce bıraktım çünkü hata şehirde değildi bendeydi çünkü büyümüştüm ve hatalarımla yüzleşmeyi öğrenmeden önce kabul etmeyi öğrenmiştim. Bunu anladığımda eski arkadaşlarımı görmek ya da ailemi ziyaret etmek benim için sıradan bir olay haline gelmişti. Hala kaçanlar var tabi. Mesela şu an olduğu gibi ilk kaçan kişinin Doğu olması pek şaşırtıcı değildi.

''Hep birlikte gidin demediğine göre ben gelmeyeyim. İşim gücüm vardı zaten hadi size kolay gelsin.'' İşaret parmağı ile orta parmağını birleştirdikten sonra başının üstünden selam verip gözümüzün önünde gideceği an Ulaş her zamanki gibi tişörtünün yakasından tutup geriye döndürürken Doğu göz devirip ''Şunu her bölüm her kaçışımda yapmasanız olmuyor değil mi? Bıktı okuyucular bunu okumaktan!” demişti.

''Sen şu kaçma işini bırak artık biz de meraklı değiliz ama bu işte birlikteyiz!''

''İşte Dolunay yengecim ben de diyorum ki gel bu işte birlikte olmayalım.”

''Doğu bende İzmir defterini kapattım çok meraklısı değilim ama bu görevleri yapmak zorundayız diye sen ve yandaşın Yansı başımızın etini yediniz. Biz de başka çaremiz olmadığı için bu işe girdik şimdi bizi bırakmak yok!''

Ulaş'ın elinden kurtardığı yakasını düzeltip ''Bırakmayacaktım zaten canım. Sizde hemen bir ciddiyete bürünüyorsunuz. Hatırlatırım gözümüzde büyüyen bir İzmir var.'' dedi.

Buraya en son gelen Mert'ti. Ulaş zaten İzmir'i acı bir gerçekle kapatmıştı Doğu ise gidip gelmiş en sonunda burada temelli kaldığı için çok belli etmese de mutlu olmuştu. Şimdi zar zor kurtulduğu yere geri dönmek zor geliyor olmalıydı.

''Birbirlerini çok seviyorlarmış gibi bir de her yıl buluşma düzenleyip yemek yiyorlar. Sevsek buluşmazlardı.'' dedi Dolunay sandalye getirmek için arka tarafa gittiğinde.

''Benim anlamadığım birbirlerinin yüzüne bakıp nasıl yemek yedikleri? Biz bir soda içip kalkalım maazallah sonra soluğu hastanede alırız.'' Doğu'nun takıldığı konuya sinir olarak ''Gittik de soda içmemiz kaldı.''demiştim

Mert, Dolunay'ın getirdiği sandalyeleri elinden alıp Ulaş'a uzattığında aynı zamanda konuşmaya katılmıştı.

''Gitmeyeceğimizi biliyorlar yine de her yıl utanmadan dalga geçmek için bizi de çağırıyorlar.''

''Ama bu yıl dalga geçtiklerine pişman olacaklar çünkü biz de katılacağız.'' dedi Yansı son sandalyeyi kendine alırken. Kitapçının ortasında bir yuvarlak oluşturmuştuk.

Doğu üsten bir bakışla ''Tabi Efarit'in tek amacı bizim onların sinirlerini bozmamız değilse.'' diye devam etti.

Ulaş elini çenesine götürüp oynatırken düşünceli bir tavırla ''Efarit bizim sevineceğimiz bir iş yapmaz bunun içinde kesin başka bir şey var.'' dedi.

Bir süre daha konuştuktan sonra yola çıkacağımız zamanı kararlaştırmıştık.

''Neden istedi bunu?'' diye sordu Dolunay.

Düşünüyorduk ama bu soruya bir türlü tatmin edici bir cevap bulamıyorduk. Aslında en büyük sorunumuz görevlerin arasındaki bağlantıyı bulamamamızdı. Bizim verdiğimiz cevaplar görevlerin içinde kalıyordu. Aralarında mantıklı bir bağlantı kuramıyorduk.

''İşte bunun tatmin edici cevabını ancak oraya gidince alabileceğiz.'' Son noktayı koyup ayaklandı Yansı.

Saat epey geç olduğundan Süveyda'yı kapatmış birlikte eve gitmeye karar vermiştik. Hepimiz yorgun olduğumuz için yolculuk sessiz geçmişti. Mert bir dergide yazılar yazmaya başladığından beri çok fazla görüşemiyorduk sanırım kitap çalışmaları da yapmaya başlamıştı ve Efarit'in ne yapacağı belli olmadığından işleri hızlandırmaya çalışıyordu. Ulaş ise spor salonunda yeniliklere gitmeye başlamış bir yandan orada hocalık yapıyordu. Doğu 'da bu arayı değerlendirip fazla mesailer almıştı. Yansı ve Dolunay ise arada Süveyda için destek veriyordu ama son zamanlardaki yeni işleri bilgisayar üzerinden yaptıkları çevirilerdi fazla olmasa da para kazandırması ve her yerde yapabilecekleri bir iş olması avantajlıydı. Ben de Süveyda ile ilgileniyordum zaten. Bir yandan yenilikler yapmam gerektiğini düşünüyordum ama şu an öyle bir tadilata girme cesaretini gösteremezdim çünkü Efarit'in istekleri belli olmuyordu. Kısaca hiçbirimizin konuşacak hali yoktu bu nedenle yolculuk sessiz geçmişti.

Apartmana geldiğimizde birbirimizle çabucak vedalaşıp evlere girmiştik. Ben üstümü değiştirdiğim gibi kendimi yatağa attığımda kızlarda benim gibi beklemeden uyumaya gitmişlerdi.

Huzurlu bir uyku çekeceğimi düşünürken Yansı'nın sesi beni uykumdan etmişti.

''Dolunay!'' Gözlerimi uykudan açamadığım için sadece fısıldayan sesini duyuyordum.

''Ne!'' Dolunay'ın kısık sesini duymuştum.

''Ne değil efendim ama konumuz şimdi bu değil.''

''Yansı delisin dedik cidden deli oldun.''

''Kalksana kedi miyavlıyor.'' Yansı söyleyene kadar dışardan gelen kedi miyavlamasına dikkat etmemiştim fakat gerçekten kedi yüksek tonda miyavlıyordu.

''Kedi miyavlıyorsa ben niye kalkıyorum?'' Bu sorunun cevabını ben de merak ediyordum. Gözlerimi araladığımda Yansı'nın karanlıkta Dolunay'ın kolunu çekiştirmeye başladığını görmüştüm.

''Yemek verelim kalk hadi!''

''Kedi miyavlıyor diye insan uyandırmak nedir Allah aşkına? Kükreyecek miydi?'' Dolunay'ın mantıklı sorusuna hayran kalmamak elde değil.

Yansı ''Ne dedin?'' diye sordu anlamayarak.

''Diyorum ki kedi bu miyavlar da havlar da bize soracak değil.'' Müthiş bir savunma!

Yansı masumca ''Ama bağırır gibi miyavlıyor.'' demişti

''Miyavlamanın türü mü var?''

Kızın kolunu daha çok çekiştirmeye başlamıştı.

''Hadi kalk da süt verelim karnı acıkmıştır.''

Dolunay'ın uykusu açılmış olacak ki az öncekilerin aksine daha canlı bir sesle ''Lan kedi ihbar hattı mıyım ben?'' dedi

Yansı kolunu bırakıp ''Öyle bir hat mı var?'' diye sordu saf saf.

Dolunay ise buna karşılık ''Hasbinallah!'' deyip geri yatağa atmıştı kendini.

Yine de bu Yansı'yı pes ettirmemişti

''Duymuyor musun nasıl miyavlıyor içim ezildi.''

''İçin ezildiyse karnın acıkmıştır git yemek ye annem öyle yapıyor!''

''O öyle miyavlarken nasıl yiyem?''

''O zaman git yemek ver benden ne istiyorsun?''

İki elini beline koyup derin kaşlarını çatarak "Saat çok geç oldu bu saatte dışarı çıktığımda iti kopuğu saldırırsa o saatte orada ne işin vardı diye sorarlar. Kedi miyavlıyordu yemek veriyordum desem iftira atıyor yalan söylüyor derler. Gecenin bir vakti hırsızı arsızı dolaşıyordur kardeşine saldırsınlar mı yani?" demişti.

Dolunay daha fazla dayanamamış yatakta oturu poziyona geçip ayağına terliklerini geçirirken söyleniyordu.

"Hay ben bizim bozuk zihniyetimize de, gecenin geç vakti olduğu için kadının sokağa çıkmasını yasaklayan itin kopuğunda...''

Sinirle ayağa kalktığında Yansı'nın karşısına geçmişti.

''Sen savunma dersi almadın mı? Ne bu korkmalar?''

''Korkmanın onunla ne ilgisi var?''

''Denizi de uyandır o da gelsin niye uyuyor?''

Dolunay'ın unutmuş olduğunu düşündüğüm Yansı'ya beni hatırlatmasına sinir olarak kendimi savunmaya geçmiştim.

''Geçen onunla boş eve ben gittim şimdi de kediye süt vermeye sen git bir zahmet'' demiştim sıcak olmasına rağmen pikeyi kafama kadar çekecekken Yansı üstümden almıştı.

''İki saatir bizi dinliyorsun açılmıştır uykun.'' Elimi tutup çekiştirdiğinde yataktan kalkmış kendimi peşlerinden giderken bulmuştum.

''Ne kediymiş arkadaş evde izdiham yarattı resmen!''

Yansı önde ben ve Dolunay arkada kafalarımızı birbirimize yaslamış halde sarsak adımlarla yürüyorduk. Yansı önceden sütü hazırlamıştı dışarıya çıktığımızda kendimize gelebilmiştik.

Etrafa bakınıp kedileri aramaya koyulduğumuzda fısıltıyla çağırıyorduk

''Gel pisi pisi!'' dedi Yansı.

" Pisi pisiymiş biz sütü getirene kadar gitmiştir bile kim bilir kaçıncı rüyasını görüyordur. Kedi olmak varmış yemin ediyorum!"

Dolunay'a göz devirip eğilerek kediyi aramaya devam ettik. Sonunda gene yüksek sesli bir miyavlama duyduğumuzda kediyi bulmuştuk. Ben eğilip sütü önüne koyduğumda iki tane daha kedi gelip içmeye başlamışlardı.

Bir süre daha oyalandığımızda çok geçmeden Yansı endişeyle

" Kızlar çaktırmayın ama cidden söylüyorum çaktırmayın! " demişti.

" Ne oluyor kızım? " dedim anlamayarak

" Siz normal davranın izleniyoruz! "

" Ne yapılıyoruz? " Dolunay'ın yüksek çıkan sesiyle kaşlarını çatıp çevresine bakmaya başlamıştı.

"Allah'tan çaktırmayın normal davranın dedim ama Dolunay'a özellikle rol yap demeyi unutmuşum millet nereden bilecek onun normali bu.''

"Emin misin?" diye sordum.

"Eminim arkamızda." dediğinde hala önündeki kedilerle ilgileniyor ve gülümseyerek sanki başka bir şey konuşuyormuş gibi yapıyordu.

Bu kedinin bize pahalıya mal olacağı belliydi.

"Yansı izleyenimiz var diyorsun bari ne yapacağımızı da söyle." dedi Dolunay.

Yansı ise aksine daha rahat davranarak eğilmiş ve kedileri severken konuşmaya devam etmişti

"Söyledim size doğal davranın biraz daha burada kalacağız sonra eve geçeriz."

"Nasıl yani hiçbir şey yapmayacak mıyız?" diye sordum

"Hayır hiçbir şey yapmayacağız." Ben cevabını hayretle dinlerken Dolunay'ın söyledikleri beni daha çok hayrete düşürmüştü.

"Herife saldırıp elini kolunu bağladıktan sonra ayakkabılarını dama fırlatarak sokak ortasında yangın var diye bağırıp milleti başımıza toplamayacak mıyız?" Dolunay bizimle ne olmadığı zamanlar ne izliyor ,ne okuyor acaba?

Yansı bile dayanamayıp kafasını kaldırdığında tuhaf bakışlarla Dolunay'ı baştan aşağı incelemiş en son yüzünde kalarak "O nasıl bir fantezi ya?" demişti.

Dolunay omzunu silkip dudaklarını büzerek" Bizde böyle!" dedi.

"Hayır yapmayacağız öyle bir şey!'' dedikten sonra ayaklanmış ve yürümeye başlamıştı.

Biz de onu temkinli adımlarla takip ettiğimizde tekrar konuşmaya başlamıştı

''Şimdi yukarı çı-'' Lafını duvardan döndüğü zaman attığı çığlık takip etmişti. Ardından yumruk yaptığı eliyle karşısındakine vurmuştu. Hemen yanına gittiğimizde yerde bir gözünü tutan birini görmüştük.

''Ne yaptın balon balığım ya?'' Doğu'nun sesini duyduğumda şok içinde kalmıştım.

''Doğu sen misin?'' Dolunay'da benim gibi şaşırmıştı.

''Yok yengen!'' diye cevap verdiğinde Doğu olduğuna emin olmuştuk.

Eliyle gözünü tutup acıyla yakındığında Dolunay ve ben birbirimize yandık der gibi bakıyorduk. Acı içinde kıvranan Doğu'yu kaldırmaya çalışan Yansı'ya yardım edip ayağa dikmiştik.

Endişeyle ''Doğu iyi misin?'' diye sordum

Acıyla buruşturduğu yüzüyle ''Hayır körüm.'' dedi. İstemsiz kıkırdadığımda ciddi bir ifadeyle bana bakmış hemen toparlanmıştım.

Hep birlikte onu yukarı çıkardığımızda hala gözünü tutuyor ve bize yakınıyordu.

''Kız başlarına kalmasınlar dışarda göz kulak olalım diyoruz gördüğümüz muameleye bak!''

''Sen niye gizli gizli izliyorsun ki bizi?'' dedim

'' Gizli gizli izlemiyordum kedinin sesini duydum süt vereyim diye aşağıya geldim sonra sizi gördüm yanınıza gelecektim ama başka bir ses duydum ona baktım köpekmiş tekrar yanınıza gelmek için hareketlendiğimde siz de gözüme yumruk atayım demişsiniz.''

Bu gece ne çektik hayvanlardan.

''Doğu!'' Karşı dairenin kapısı açılmış Ulaş yanında duran Mert ile birlikte şaşkınlıkla bir Doğu'ya bir bize bakıyorlardı.

''Ulaş yengen dövdü beni!'' Doğu bizim yanımızdan kaçarcasına çıkıp ağlamaklı bir halde Ulaş'ın yanına gitmişti.

''Doğu gerçekten ne oldu sana?'' diye sordu Mert.

''Diyorum ya yengeniz dövdü beni.''

Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp anlamayarak bize baktı ben açıklama yaptım.

''Yansı Doğu'yu başka biri sandı da o yüzden yanlışlıkla vurdu.'' dediğimde ikisi de anladığını belli ederek kafalarını sallamıştı. Ulaş koluna yapışmış Doğu'yu kendinde uzaklaştırmadan önce

''Dolunay'dan yesen anlardım. Deniz'den yesen anlardım ama kendi gölgesinden korkan Yansı'dan yediğin yumruğu anlamamı bekleme benden.'' dedi.

''Hak etmişsin insanın hiç mi refleksi olmaz?'' diye destekledi onu Mert.

Birbirimize destek olma konusunda üstümüze yoktu.

''Biz de biliyorduk yumruğu havada tutmayı ani bir hamleyle canını mı acıtsaydım kızın?'' Doğu'nun söylediğine karşı Yansı utanmış ve'' Özür dilerim.'' demişti. Doğu gülümseyip ''Saçlarını ördürürsen değil özrünü evlilik teklifini bile kabul ederim.'' dediğinde Yansı özüne dönerek ciddi bir hal almış ''O kadar da uzun boylu değil!'' demişti. Bunun üzerine Doğu'nun omuzları düşmüş ve yüzünü asmıştı.

İkisinin bu haline göz devirip Dolunay'a baktığımda düşünceli bir halde Doğu'ya bakıyordu.

''Benim anlamadığım bir insan nasıl olduğu yerde bu kadar yara alıp polislik yaparken daha az yaralanıyor. böyle giderse hepimiz bir yerini kırarak sonunda sana temiz bir dayak atmış olacağız Doğu.'' dedi Dolunay.

''Siz niye çıktınız bu saatte?''

Dolunay kafasıyla Yansı'yı işaret etti

''Yansı yüzünden yok kedi miyavlıyor yok hırlıyor yok havlıyor dedi çıktık biz de ama bu ikisi telepatiyle anlaştığı için Doğu'da duymuş kedinin sesini durur mu? Hemen o da peşimizden gelmiş tabi biz fark etmediğimiz için yedi yumruğu.''

''Sevdiğimle aynı düşünmek suçsa yine yerim yumruğu.'' Gururla gözlerine kapattığında Ulaş zorla içeri sokmuştu onu.

''Geç lan içeri! Ayaküstü romantizm yapıyor bir de!''

Sonra bize bakmıştı.

''Siz de girin içeri bir daha da böyle bir şey olursa bize haber verin!''

''Biz başımızın çaresine bakabiliriz Ulaş sen dert etme!''

''Dolunay saçma sapan konuşup canımı sıkma benim! Bu düşmanlık edebileceğin bir mevzu değil.''

''Ne düşmanı Ulaş? Arkadaşız, arkadaşlar arasında düşmanlık mı olurmuş?''

Ulaş sabır çektiğinde Dolunay zevkten dört köşe olmuş onu sinirlendirdiği için yüzünde bir sırıtış hakimdi.

''Sen sürekli sataşıp duracak mısın?''

''Sen arabanı benim park yerime park edip duracak mısın?'' Hoppala mevzu kediden nerelere geldi.

''Üstünde ismin mi yazıyordu ? Tapusu nerede göster lütfen.''

''Tarihi geçmiş esprilerin bizi yerlere yatırdı sağ ol Ulaş. Sen gelmeden önce oraya hep ben park ediyordum.''

''Olabilir ama bak kendin söyledin ben gelmeden önce artık ben geldiğime göre ben de park edebilirim.''

Bunların kavgalarını bir ben mi çekemiyorum acaba?

Yumruğu Doğu'ya atan Yansı kavga eden ikisi neyin tersliğini yaşıyoruz?

Dolunay ve Ulaş'ı zorla evleri soktuğumuzda bile hala birbirlerine laf yetiştiriyorlardı. İflah olmuyorlar.

O zamandan birkaç gün gitmişti. İzmir'e gideceğimiz için Melisa'nın iznini uzatmıştım biz gidene kadar Süveyda ile benim ilgileneceğimi söylemiştim. Kızlarda arada bir yardıma geliyorlardı. Bugün yola çıkacaktık sabahtan kahvaltı yapalım diye düşündüğümüzde nereden bilelim bize vurgun vurulacak.

Bir insan bin kere yaptığı bir yumurtayı nasıl yakabilir? Dolunay çok güzel yakılabildiğini gösterdi sağ olsun canım arkadaşım bize her türlü ekonomik zararı vermekte üstüne yoktur.

''Dolunay sen bizim paramızın düşmanı mısın? Söyle kimin kapitalizmine çalışıyorsun?''

''Mahalleyi yaktın be kızım!'' dedim. Elimizdeki bezleri sallayarak mutfaktaki dumanı gidermeye çalışıyorduk

''Yangın mı çıktı?''

Dışardan gelen konuşma sesleriyle korkuyla birbirimize bakıp balkona çıkmıştık.

Karşı apartmandaki Duriye Teyze'yi gördüğümde hemen ''Ne oldu Duriye Teyze?'' diye sordum.

''Kız görmüyor musun her yer duman oldu!'' sonra havayı koklayıp devam etti.

''Bir beceriksiz yumurta yaparken mahalleyi de yakayım demiş.''

O an kokuların bizden çıktığını anlamıştık. Duriye Teyze sen de nasıl bir burun var?

''Aa nereden geliyor acaba?'' Çevreme bakıyorken olayı müthiş bir şekilde bilmemezlikten geliyordum

Dolunay'da hemen bana ayak uydurmuştu.

''Kim yakmış olabilir ki?''

Yansı bakışlarını Dolunay'a çevirdiğinde imalı bir sesle ''Bir yumurtayı bile becerememiş!'' demişti.

Dolunay gözlerini kısıp dudaklarını büzerek ona baktığında ise hiç ondan yana bakmamıştı

Üçümüz sıraya girmiş art arda konuşuyor ve mahallenin evlerine bakıp cama pencereye çıkan diğer komşularla kokunun yerini arıyormuş gibi yapıyorduk.

Bence dışardan bakınca yumurtayı yakan biz değilmişiz gibi görünüyordu.

O sırada yan balkonumuzda durmuş bizim gibi yalandan etrafa baktığı çok belli Ulaş, Mert ve Doğu 'yu görmüştük. Bizi fark ettiklerinde gözlerini kaçırıyor ve gülüşlerini saklamaya çalışıyorlardı. Hemen de her şeyi anlasınlar.

Yalnız birbirimizden habersiz olaya adapte olma hızımız müthişti.

''Bak Duriye Teyze kimler çıkmış balkona.'' Dolunay yan balkonumuzu işaret ettiğinde Duriye Teyze'nin potansiyel damat radarlarını açmıştı.

Biz olayı unutturalım diye düşünürken apartmanımızın küçük cadısı mini mini Asmin bize engel olmayı kendine görev belleyerek. ''Nereden geliyor bu yanık kokusu?'' diye sordu. Kızım sen çocuksun sana ne yumurtanın kimin evinde yandığından. Gidip annenin kıyafetlerini giysene!

Yukarı baktığımda Asmin iki elini balkondan sarkıtarak çapraz tutmuş bizim gibi etrafa bakıyordu. Onun yan balkonunda aynı pozisyonda duran Kuş prens Ayaz Bey'de hemen kendini belli ederek ''Kim yaktıysa söylesin düğününde altın takmayalım.'' demişti.

Olayın bağlantısını çözemediğimiz için sorgulayarak birbirimize baktığımız sırada tekrar konuşmaya başlamışlardı.

Asmin'de bizim gibi merak etmiş olacak ki ''Niye takmıyoruz?'' diye sordu. Kafamızı tekrar yukarı kaldırmıştık özellikle Dolunay düğün sahibi olarak kulak kesilmişti.

Onları duymadığımızı düşünüyorlarsa yanılıyorlardı.

''Bir yıla kalmadan kocası boşar da ondan. Biz de elimizde boşanma postu ve yanında da taktığımız altınla kalakalırız. Tabi boşandık mutluyuz yazısını da unutmayalım.''

Ayaz reis sen müthiş bir detaysın.

Dolunay bozulurken kalanımız kahkahalar atmıştı.

Dolunay'ın sinirden seğiren gözüne Ulaş'ın sözleri tuz biber olmuştu.

''Küçücük çocuk bile bir yumurtadan anladı. Allah o adama sabır versin.''

O adam biraz ayağını denk alıp çenesini tutsa mı acaba?

Yukarda hala konuşma devam ediyor ve gittikçe bireyselleşiyordu.

''Ayaz kadın sadece yemek yapmaz tartışmasına girmeyeceğim çünkü sen zaten öyle düşüen biri değilsin. Daha önemli bir mevzu var sen şimdiden altın filan düşünüyorsun fark ettim de cimri herifin tekisin.''

Bunlar niye bizim bile etmediğimiz muhabbetler ediyorlar?

Yine de helal olsun millet çocukluktan laf arasında anlıyor kimin ne olduğunu geri kalan insanlar da beş on yıl tanışıyor bir yıla boşanıyor.

''Asmin ben cimri değilim. Geleneklerimize bulaşmış toza karşı çıkan bir çocuğum. Biz büyüdüğümüzde evlenenlerden garanti belgesi isteyeceğim. En az beş yıl evli kalacaklarına dair imza atmazlarsa altını da WhatsApp'tan alırlar.''

Size kadar altın ne olur bilmem ama çocuk sen harika bir kapitalizm silahısın.

''Aynen Ayaz hiç cimri değilsin. Sen sadece 25 kuruşluk faizsiz borcunu bile taksite bağlayan birisin.''

Duyduklarımı sindirememişken Ayaz umursamaz bir sesle ''Para buldukça ödüyorduk işte ne olmuş?'' demişti.

''Sen borcumu ödeyene kadar 25 kuruş ne kadar değer kaybetti haberin var mı?''

Böyle böyle zengin olunuyor demek ki. Küçük hesaplar büyük paralar getiriyormuş.

''Ben borcumu ödeyene kadar 5 kuruşlar 10 kuruşlar nasıl değer kazandı haberin var mı?''

Sessiz kaldılar sonra Ayaz tekrar konuştu.

''Saçma değil mi? Sen de fark ettin. İşte buralar da böyle idare ediliyor. Sen kafanda 5 kuruş 10 kuruş derken 25 kuruşu unuttun''

Dolunay Yansı'nın elini omzuna koyup hafif sıktığında yukarıdaki sohbeti bırakıp onlara dönmüştüm.

''Bu zamana kadar sana cimri dediğim zamanları sil olur mu? Sonrakileri sayarsın bu çocuk seni bile susuz getirir.'' dediğine gülmeden edememiştim.

Bu sefer Yansı gülümsemiş ve yukarı bakarak konuşmuştu.

''Ayaz sen bir oku geç şu ekonominin başına benim diyen dolar bile düşmezse namerdim.''

''Tabi abla bana iki gün versinler.''

Çocuktan bile medet umar olmuştuk

''Arada kaynadı. Bu koku nereden geliyor gerçekten?''

Asmin'in sorgulamasına sinir olduğumda Dolunay kulağıma eğildi

''Ben Duriye Teyze'nin Ege ağzını duyduktan sonra bile bu kadar nereden geliyor bu kadın diye sorgulamadım bunlar bir yumurtayı ne abarttı!'' isyanına gülümsedim haklıydı.

Duriye Teyzeler geçen yıl Denizli'den buraya taşınmışlardı önceden bizim Nükhet Teyze'yi tanıyorlarmış. Bizden sonra geldi ama mahalledeki herkesi bizden daha iyi tanıyor Maşallah.

'' Kızlar bir bakıverin. Bu üç aslan parçasında var mıdır bir işler?''

Ben cevap verecekken Dolunay benden önce davranmıştı.

''Vallahi ikisini bilmem ama nemrut olan bekar Teyze kimse de yok hayatında. Sen bul bir tane ben yaparım aralarını.'' dediğinde sertçe kolundan çektim.

''Dolunay ne yapıyorsun sen?''

''Sevaba giriyorum bıraksana.'' Gitmek için hareketlendiğinde daha sıkı tuttum

''Kızım saçmalama istersen bilmiyor musun Duriye'yi? Bulurum derse bulur sen de görürsün o zaman!''

Omuz silkti.

''Bulursa bulsun artık beni ilgilendirmiyor arkadaşız biz. Birlikte büyüdük başkalarıyla tanışsın belki beğenir nereden biliyorsun?'' Kolunu ellerimin arasından kurtardığında cümlelerinden akan yılların öfkesini gördüm. Geç de olsa kırıldığı kadar kıracaktı.

Ben ona iflah olmayacağını bilerek baktığımda pes edip içeri girmiştim. Eşyalarımız hazırdı geriye üstümüzü değiştirmemiz kalıyordu. Bol kıyafetler giymeyi tercih ettik. Hava çok sıcak olduğu için sadece güneş kremi sürmüştüm. Saçlarımı tepeden sımsıkı bir topuz yaptım. Dolunay o sırada yüzünde kaybetmediği keyifli gülüşüyle yanımıza gelmişti. Kim bilir Ulaş'ın başına ne çoraplar ördü de bu kadar mutlu? Büyük bir mutlukla hazırlanmaya başladığında ben döndüğümüzde bizi bekleyen sürprizin merakı içerisindeydim. İnşallah Dolunay yaptığından pişman olmazdı.

Son kez eşyaları kontrol edip evden çıkmıştık. Mertler bize mahallenin başına çektikleri arabanın önünde beklediklerine dair mesaj atmışlardı. Biz temkinli adımlarla çevremizi kolaçan ederek ilerliyorduk malum mahalle kırmızı lazer ışıklarıyla dolu olduğu için birine baksak bizi yakalayıp sorguya çekerlerdi

Apartmandan çıkmadan üst üste dizilip kafamızı önce sola sonra sağa sonra yukarı en son aşağıya baktığımızda birbirimizin kafasını görüp toparlandık. Sondakini saymazsak iyi bir gözlemciydik bence.

Sırayla sokağa adım attığımızda tuhaf bir sessizlik vardı. Kesin yakalanacağız.

Üçe kadar sayma olayına girmeden koşmaya başlayacağımız sırada onun sesini duyduk.

''Nereye gidiveriyorsunuz bakayım?''

Duriye Teyze sana şu an olan bakışlarımızla mahalle WhatsApp gazetesine manşet olacak bir fotoğraf çekebilirdin ama şansına küs.

''Seni ilgile-''

Dolunay tekrar koşmak için hazırlandığında bu sefer Nükhet Teyze çıktı.

''Kız kaçıyor musunuz? Bu ay oturduğunuz kadarını verin bari!''

Kaçmak istemesek bile bu lafın üzerine insanın kaçası geliyordu.

''Döneceğiz Nükhet Teyze meraklanma veririz kiranı! Bu arada sağ ol bu ay kiranın yarısını veririz sana.'' Yansı'nın cevabına karşı diklenmişti.

''O niyeymiş?''

''Az önce kaçıyorsanız oturduğunuz kadarını verin dedin. Şimdi İzmir'e gidiyoruz nereden baksan iki haftada yokuz olmadığımız kadarının bedelini vermeyiz artık!'' Dediğimde Nükhet Teyze'de bembeyaz olmuş yüzüyle bana bakıyordu.

''Y-yok kızım. Ben şaka yapmıştım olur mu hiç öyle şey?'' Bu kadını gören emekli maaşı yok sanır kocan bile emekli olmasına rağmen hala çalışıyor. Adamın yüzünü bile gördüğümüz yok gözleri aç bunların!

''Aynen Nükhet Teyze anlamıştık şaka yaptığını hadi bize eyvallah!'' Dolunay kolumuzdan tuttuğu gibi bizi çekiştirmiş peşinden koşmaya başlamıştık.

En son arkamızdan Duriye Teyze'nin ''Dolunay kızım o üç aslan parçasıyla mı gidiyorsunuz? Dönüşte unutma sözünü!'' diye bağırdığını duymuştuk.

Nefes nefese koşarken Dolunay'a ''Ne sözü verdin kadına?'' diye sordum ama beni geçiştirmek adına ''Sırası mı şimdi? Başka birine yakalanmadan koş hadi!'' demişti.

Sokaktan uzaklaştığımızda adımlarım yavaşlamış koşmayı bırakmıştık. Yürüyerek yanlarına varabilmiştik.

''Şimdi neyle gideceğiz? Biz hallederiz demiştiniz.'' diye sordu Yansı.

Doğu geçen ayarladığı ve bizim çizgi film arabası olarak düşündüğümüz aracı işaret edip ''Bununla...'' demişti.

Ciddi olup olmadığını anlamak için suratına baktığımızda gayet ciddi olduğunu fark etmiştik. Doğu'nun ciddi olmasını istemediğimiz bir an da olabiliyormuş.

''Kendi arabamızla mı gideceğiz?'' diye sordu Dolunay.

''Evet.''

''Niye biz zengin miyiz?'' dedi Yansı.

Doğu bıkkınlıkla nefesini üfleyip ''Tek arabayla gidelim işte sürekli fakir edebiyatı yapıp durma!'' demişti

''Lan nasıl yapmayayım? Irak'ta mı yaşıyoruz biz? Yeri kazsak petrol çıkar gibi konuşuyorsunuz! Ayrıca biz aynı arabada gidersek başımıza muhakkak bir iş gelir.''

''Böyle derseniz gelir.'' diye lafa karıştı Dolunay.

''Siz de bir şey söylesenize!'' dedim Ulaş ve Mert'e bakarak.

''Vallahi siz gelmeden biz konuşacağımız kadar konuştuk elde olan bu!'' Onlarda Doğu ile tartışmaktan sıkıldıkları için pes etmişlerdi. Adam bize inadıyla istediği her şeyi yaptırıyor.

İkisinden çektiğim bakışlar tekrar Doğu ile buluştu.

''Bu araba yolda bırakmasın bizi?''

Arabaya yaslanıp eliyle kaputu sevmişti.

''Bırakmaz aslan parçası o.'' dediğinde Dolunay kulağıma yaklaşıp ''Ben daha çok kedi yavrusu derdim.'' demişti.

''Hadi binelim bari ne yapalım dua edin çok eşya getirmedim bu sefer.''

Yansı süslü bir kızdı. Her türlü renkli kıyafet ondan sorulurdu. Onu tanıdığınızda kişiliğine tezatta görünse görünüşüne önem vermeye bayılırdı. Takar takıştırır sürer sürüştürürdü.

''Çünkü İzmir'de yığınla eşyan var!'' demiştim arabaya bindiğimde.

Bu sefer direksiyona Mert binmişti.

''Mert mi kullanacak? Söyleseydiniz son son helallik alırdım milletten.'' dediğimde arabayı çalıştırmış ilerlemeye başlamıştık bile.

Dikiz aynasından bana bakıp ''Deniz unutsan mı artık?'' demişti.

Gülerek ''Sen bu ekipte neyin unutulduğunu gördün? Ben niye bunu unutacakmışım?'' dedim.

''O değil de enişte aç oradan bir şarkı keyfimiz yerine gelsin.'' dedi Dolunay.

Yansı ile ikisinin her durumdaki şarkı isteği beni bitiriyordu.

Tam enişte için kızacağım sırada Mert'in söyledikleri ve açtığı türküyle kalakalmıştım.

''Önce hüzünlenelim baldız. Hiçbir şey unutulmuyor madem! Biz de unutmadık bir şeyleri.''

Yaptığı göndermeyi anlamam pek uzun sürmemişti.

Onun üzerimdeki bakışlarını görmezden gelmeye çalışıp başımı cama çevirdim.

''Başımın acı belasısın yemin ediyorum.''

Bana söylediğini anlağımda hiç yüzümü dönmeden kaşlarımı çatmıştım sonra aklıma gelenle gülümseyip aynaya baktığımda gözlerimiz buluştu.

''Ne güzel sen acı seversin.'' dediğimde gülüşü büyümüştü.

GEÇMİŞ ZAMAN (İZMİR)

''Deniz bu kaçıncı bana söyler misin kızım? Daha geçen gün kırdığın cam yüzünden ceza aldın. Hadi tamam o yanlışlıkla oldu herkesin başına gelebilir onu kabul edebiliriz fakat birine şiddet uygulamanın hiçbir kabul görür yanı yok! Burada iki senen bile kalmadı illa okuldan mı alalım seni!''

Müdür annemi aramıştı. O da haklı olarak beni azarlıyordu.

''Ama anne karşıma geçmiş arkadaşlarıma ve bana hırsız ve iftiracı olduğumu söyleyen birine ne yapmamı bekliyordun teşekkür mü etmeliydim yani?''

''Onun yaptığı yanlış tamam ama ne demiş olursa olsun şiddet kabul edilemez. Gençsiniz, öfkelisiniz, hırçınsınız anlıyorum. Aranızda laf dalaşı olabilir ama bunu şiddete götürmeniz doğru değil. Zaten kimin gerçekte kim olduğu da geçen çıkmadı mı ortaya? Öte yandan sana onları söyledi diye sen öyle biri mi oldun yani? Deniz insan karşısındakinin onu yakıştırdığı kişi değildir kendisine yakıştırdığı kişidir.''

''Anladım anne haklısın yaptığım yanlıştı tamam fakat sen de kusura bakma günün birinde biri bana vurmak için saldırırsa misliyle karşılık veririm. Şimdi çocuğuz yuttuk lafları ama ilerde biri böyle laflar ederse ne yaparım bilemiyorum söyleyeyim.''

Sakin kalmak için gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

''Kızım ilerde bir işe gireceksin iş hayatında kimse kimsenin gözünün yaşına bakmıyor sana ters laf eden biri illa olacak hepsini dövecek misin?''

Evet.

''Hayır tabi ki de o kadar da değil anne azıcığını döverim.''

Neyse ki ben de azıcık dürüst bir insandım.

''Deniz biri sana zarar vermek için saldırırsa tabi ki ona karşılık ver. Benim söylemek istediğim kimseye sana canını sıkacak laf etti diye saldırmaman. Sinirlerin bu kadar zayıf olmamalı.''

''Tamam anne.''

''Söz ver bir daha böyle bir şey yapmayacağına dair.''

''Anne mezara koydun toprak da atayım diyorsun.''

''Deniz!''

''Yanlış zamanda geldim galiba?'' Kapının önünde durmuş elinde çantasını tutan babam her an kaçmaya hazır gibi duruyordu. Hemen yerimden kalkıp arkasına geçtim.

''Canım babam!''

''Yine ne yaptın?''

''Hiçbir şey yapmadım.''

''Deniz arkadan arkadan yalan söyleme!''

''Anne Melike'yi dövmekle hiçbir şey yapmamak benim için aynı kategoride yer alıyor.''

Babam olaydan habersiz ''Arkadaşını mı dövdün?'' diye sordu.

''O benim arkadaşım değildi.''

''Tamam Yaprak ben kızımla biraz konuşayım baba kız sen de biraz kendine vakit ayır.''

''Konuş bakalım kızınla ben konuştum pek bir şey değişmedi.''

Odama geldiğimizde ben camın önünde duran sallanan sandalyeme oturdum. Babamsa bilgisayar masasındaki sandalyeyi çekip karşıma oturmuştu. Bir süre sessiz kaldık sonunda ben pes edip anlatmaya karar vermiştim.

''Anlıyorum. Peki sen şimdi ne düşünüyorsun?'' Anlattıklarım üzerine sorduğu soru karşısında durdum.

Ne düşünüyordum?

''Annemin haklı olduğunu.''

''Ne dedi annen?''

''Kısaca birinin bana dediği kişi değil kendime yakıştırdığım kişi olduğumu söyledi.''

''Doğru söylemiş peki sen başka ne düşünüyorsun?''

Arkama yaslanıp gözlerimi kapattım.

''Çok öfkeli olduğumu çocukça davrandığımı düşünüyorum. Böyle bir saçmalık yaparken de çocukça davrandığımı biliyordum ama öfkeme hakim olamadım yine olsa aynı şeyi yapar mıydım muhtemelen evet. Yaptığımın doğruluğundan değil ben yine aynı kararı vermeye meyilli olduğumdan.''

''Kendine dürüst olmanı seviyorum Deniz. Annen biraz daha yüksek tonda konuşur belki sana ters gelmiştir ama öyle değil bunu sen de biliyorsun. Öbür yandan insanın hiç olmadığı biri gibi yargılanması kötü bir olay buna karşı kendini kontrol edebilecek bir yaşta değilsin bunun biz de farkındayız fakat bizim görevimiz bu kontrolü sana sağlatacak yönlendirmeler yapmaktır anlıyor musun?'' Babamın söylediklerini başımla onayladığımda yanıma gelip bana sarılmış başımın üstünden öptüğünde bende kollarımı ona dolamıştım.

Birbirimizden ayrıldığımızda telefonumdan gelen mesaj sesini duydum. Bizimkiler yazmıştı.

Başımı kaldırıp ''Babacığım.'' dedim bütün sevimliliğimle.

''Söyle Denizim.'' Bakışlarından kıyamadığını anlamıştım.

''Arkadaşlarım buz patenine çağırıyor gidebilir miyim?'' Böyle söyleyince fazla zengin geldi kulağıma ama olsun.

Bir süre sustuk ve bir bakışma savaşına girdik. Ben kirpiklerimi açıp kapatıyor masum masum bakmaya çalışıyordum. Sonunda dayanamayıp pes etmişti.

''İyi hadi git ama bir şeyler ye öyle çık!''

''Canım babam.'' tekrardan birbirimize sımsıkı sarıldığımızda yanaklarına öpücükler bırakmıştım.

''Ben hemen hazırlanayım o zaman yemek yer çıkarım. Sen de annemi oyala.'' Dolabımı açıp ne giysem diye düşünürken babam odadan çıktığı sırada ''Anneni ikna etme ve oyalama işlerini bizim zamanımızda arkadaşlar yapıyordu şimdi babalar yapıyor.'' deyip kapıyı kapatmış ben de ardından kıkırdamıştım.

Hemen siyah bir pantolon üstüne de beyaz bir kazak giymiştim. Mutfağa girdiğimde annem bahçeyle ilgileniyordu babamsa başında durmuş yüksek ihtimal ne yapması gerektiğiyle ilgili kendince fikirler veriyor ve annemi deli ediyordu. Onlar kavga ederek içeri girmeden annemin yaptığı yemeklerden tabağıma doldurmaya başlamıştım. Validem kızgın filan ama güzel güzel dolmalar yapmış kızına. Yemeğimi hızlıca yiyip montumu aldığım gibi çıkmıştım evden. Bizimkilerin sokağın başında beni beklediğini gördüğümde yanlarına gittim.

''Hiç gelmeseydin Deniz!''

''Sen sus Yansı suç işledikten sonra evden çıkmak kolay mı sanıyorsun? Bir hayali başardım ben!'' Kendimi övmeme göz devirmişlerdi.

Yürümeye başladığımızda ellerimi montumun cebine koydum.

''Buz pateni kimin fikriydi?'' diye sordum.

Ulaş memnuniyetsiz bir ifadeyle ''Doğu'nun'' dedi.

Doğu'ya baktığımda hiç kendi fikri değilmiş gibi üzgün duruyordu.

''Hiç öyle durmuyor ne oldu sana?''

''Sorma yenge annem dün temizlik yapacak diye sizinkilerin özel izin verdiğini kişisel gelişimimiz için buz patenini ısrarla dayattığını söyledim ama annem temizliğe kalayım diye yarın gidersiniz dedi. Bende ısrar edince işi ailelere götürecekti yalanım ortaya çıkmasın diye de el mecbur bugün gidelim dedim.''

Dolunay kendini ne kadar tuttu bilmiyorum ama alayla konuşmaya başladığında zorla gediği belliydi. ''Buz patenimizin kişisel gelişimimize katkısı inanılmaz olur Doğu. Mesela ben buz pateni bilmediğim için büyük bir özgüven problemi yaşıyor utancımdan sokakta yürüyemiyordum biliyor musun? Sağ ol sayende o kadar çok düşeceğim ki utancımla yüzleşmiş olacağım ve katlanarak artacak! Müthiş bir bahane bulmuşsun.''

Mert ve ben dışında sanırım hepsi zorla gelmişti.

''Doğu bir daha yalan söylediğinde sadece kendin için söyle olur mu? Bizi niye katıyorsun içine?'' diye kızdı Ulaş

Arsızlıkla ''Canım istedi.'' dediğinde Ulaş ona vurmak için hareketlenmiş o da kaçarken kendini savunmaya başlamıştı.

''Kardeşim ben sizin dırdırlarınızı bildiğim için önce başkalarını çağırayım dedim hepsi bana tekme attı sona siz kaldınız ben de meraklı değildim yani. Ne yapsaydım ? Tek başıma mı düşseydim buzun üstünden?''

''Seninle ayağımızı kırmaya geliyoruz öyle arkadaşlarız kıymetimizi bil!''

''Dolunay yenge sanki böyle söyleyerek ilerde senin de işin düşerse diye yol yapıyormuşsun gibi hissettim doğru hissetmiş miyim?'' diye sordu Doğu

Dolunay başını bir kere sallayıp ''Doğru hissetmişsin.'' dediğinde Doğu'da aynı baş sallamayla karşılık vermişti.

Sohbetler eşliğinde piste gelmiş patenlerimizi bile giymiştik.

Dolunay'ın bakışlarının sohbet eden Ulaş'a kaydığını gördüğümde Yansı'ya onu işaret ettim. Umutsuz bir vakaymışçasına ona baktığında konuşmaya başladı.

''Dolunay ona söylemelisin artık. Böyle itişe kakışa nereye kadar? Bak yarın öbür gün karşısına geçip söylemediğin için pişman olursun.''

Dolunay Ulaş'a bakmayı bırakıp mutsuz bir ifadeyle iki elini yana koyup ayaklarının sallanışını izlemeye başladı

''Biliyorum ama bir türlü cesaretimi toplayamıyorum.''

''Bende senin yerinde olsam toplayamazdım. Malum birbirine takılmadan duramayan kanka modunda dururken karşındakine açılmak zor olsa gerek. Ben sana dedim bak sonunda kanka olursunuz hepten söyleyemezsin dedim dinletemedim zaten birlikte büyüdüğümüz için ortam müsait bir de sen o havayı yaratıp durdun.'' Yansı ona kendisi bu olaylarda çok normalmiş gibi davranınca kızmadan

''Ya sen Yansı? Neden Doğu'ya böyle davranıyorsun? Sizin durumunuz bu ikisinden daha iyi ikinizde birbirinizden haberdarsınız ama bir türlü kabul etmiyorsunuz.''

Yüzünü çevirdi.

''Bizim ki farklı.''

''Nasıl farklı?'' diye sordum

''Biz aynı karakterde insanlarız. Bak Dolunay ve Ulaş ne kadar zıtlaşıyor gibi görünse de temelde yakın karakterdeler sadece rekabet duyguları fazla örneğin ikisi de futbol sever ama aynı takımda olmayı istemezler gibi düşün aynı özelliklerinde farklılaşıyorlar. Ben ve Doğu öyle değiliz bize bir takım seçmemizi söyleseniz gözümüz kapalı bile olsa aynı takımları seçeriz. Bu bizim için bir sorun mu peki? Uzaktan baktığında değilmiş gibi görünüyor ama bunun gibi daha büyük bir sorunda karşımıza dikilecek.''

Anlamayarak ona baktım.

''Anlayamadım ne gibi bir durum?''

''Mesela bir gün arkadaşlığımız bozulsa biz birbirimizi değil kardeşim gibi gördüğümüz ailemizi seçeriz bu bizi birbirimizden ayırsa dahi böyle olur. Biz o kadar aynı düşünüyoruz ki ailemiz her zaman ilk tercihimiz olacak ve biz birbirimizi üzmeyi göze alacağız. Doğru biz de ailedeniz ama aile dediğin yerde fedakarlık olur ve biz o fedakarlığı yapmaya gönüllü olacak bir düşünceye sahibiz. Yani başkaları için birbirimiz hep ilk vazgeçeceğimiz olacak.'

Ben onun söylediklerini kafamda çözmeye çalışırken Mert'in yanıma geldiğini ancak bana seslendiğinde anlayabilmiştim.

''Deniz?'' dedi Mert bana elini uzattığında gülümseyerek elini tuttuğumda Yansı ve Dolunay konuşmadan duramamışlardı.

''Bunu da mı yapabiliyorsunuz? Başrolsün diye her bulduğunu da yapmazsın!'' dedi Yansı korkuyla yanındaki Dolunay ile birbirlerinin ellerini tutarak piste girmişlerdi.

''Biz bir piste girsek kenarları tutmadan süremiyoruz. Bunlar doğduklarında her özellik yüklenmiş gibi ne varsa yapıyorlar.'' Dolunay'da geri kalmayıp onu desteklemişti.

Onları umursamayarak geride bırakıp pistin ortasına gelmiştik.

Ellerimizi tutmuş birbirimizin yüzüne bakarak pisti dolaşıyorduk. Onun yüzü bana dönük ters kayıyordu benim yüzümse ona dönük düz ilerliyordum. Buz patenini birlikte öğrenmiştik ama ne zaman alıştığımızı bilmeyerek birbirimizin elini tutmadan pistte kayamaz olmuştuk. Sanırım biri olmayınca diğerimiz düşeriz diye korkuyordu.

Bir anda kulaklığının tekini bana takmıştı. Duyduğum şarkıyla gülümsedim.

''Buz pateni yaparken dinlenecek harika bir şarkı olmuş. Millet duysa ne diyeceğiz?''

''Millet nereden duyacak?''

''Duyar onlar. Neden bunu dinliyoruz?''

Gözlerime baktığında gözlerimi kaçırdım.

''Bunları konuşacak çok zamanımız var demişti.''

Belki bilseydi zamanımız yok hiç var demezdi. Hiç zamanı kalmadığında anlıyormuş insan. Hiçbir zaman çok zamanımız yokmuş .

------------------------------------------------------

ŞİMDİKİ ZAMAN (ANKARA)

Mert'i görmezden gelmeye çalışıp yolculuğu kitap okuyarak geçirmeye çalışmıştım.

''Ne okuyorsun Deniz?'' dedi Mert çalan şarkı dışında bir ses yoktu.

Hiç konuşmadan kitabın kapağını kaldırıp gösterdim.

Mert dikiz aynasına kafasını yaklaştırıp gözlerini kısarak kitabın ismini sesli okudu

''Troya'da Ölüm Vardı''

Sonra yola döndüğünde konuşmaya devam etti.

''Bilge Karasu'yu daha önce okumamış mıydın?''

''Okudum ama anlamamıştım. Şimdi anlıyorum.'' diye cevap verdiğimde tekrar göz göze geldik.

Tam o sırada kafasını koltuğa yaslamış olan Yansı bir anda parlamıştı. ''Başlayacağım bakışmanıza adam akıllı konuşacaksanız konuşun konuşmayacaksanız da bakmayın birbirinize ne dediğinizi anlamıyoruz! Zaten her şey ışık hızında ilerliyor.''

Bizimkiler uyuklamaya geçtiği için yolculuğun başındakinin aksine arabada sesi kısılmış çalan bir müzik vardı. Severdik biz müzik dinlemeyi sessizliğimizin kurtarıcısı gibiydi hep.

Ankara'dan çıkalı çok olmuştu. Gözlerim kapanmaya başladığında kitabı çantama koyup kafamı cama yasladım. Uykuyla uyanıklık arasında gidip gelirken arabadan çıkan tuhaf sesler ve sürekli ileri geri yapışıyla kaşlarımı çatıp gözlerimi açmıştım.

''Mert ne oluyor?'' diye sorduğumda benim gibi kaşlarını çatmış arabaya baktığında ''Bilmiyorum.'' demişti.

Diğerleri de seslere uyanmış ve birkaç dakika içinde araba durmuştu. Teker teker indiğimizde Mert kaputu açmış yoğun bir dumana maruz kalmasının ardından Ulaş ve Doğu ile kısa bir inceleme yapmalarından sonra sıkıntıyla bize dönmüştü.

''Hayır ya!'' dedim direkt.

Mert iki elini beline koyup kötü haberi vermişti.

''Sanırım yolda kaldık sorumlusunun kim olduğunu söylememe gerek olduğunu düşünmüyorum.''

Hepimiz aynı anda Doğu'ya döndüğümüzde o meşhur gülümsemesi yüzünde peyda olmuştu.

''Şimdi ben nasıl bilebilirdim?'' diye masumane konuştuğunda göz devirdim.

Dolunay imayla ''Aslan parçasıydı hani?'' dediğinde yapmacık gülümsemesi anında solmuştu.

''Bu da başımıza geldi ya ben artık şaşırmıyorum!'' dedim.

''Şimdi ne yapacağız?'' diye sordu Yansı.

Ulaş cebinden telefonu çıkartıp ''Çekiciyi arayacağız!'' dedi.

Biraz sonra bulduğu numarayı arayıp yanımıza gelmişti.

''Bu tamam peki biz nasıl gideceğiz?''

Tereddütle ''Kıraç'ı mı arasak?'' diye sordum

Doğu geçiştirerek ''Operasyonda onlar.'' demişti.

''Bizi hemen gelip alabilecek biri lazım.'' Buradan yardım bulabileceğimiz yere kadar yürüsek bu sıcakta fenalık geçirmemiz bir yana birbirimizi yerdik. Özellikle Doğu'nun yolun sonuna sağ çıkabileceğinin garantisini veremiyorum.

Kim olabilir diye düşünürken Doğu ve Yansı aynı anda gözleri parlayarak kafasını kaldırdıklarında birbirlerine baktılar. Ulaş'ı işaret edip sessiz bir çatışmaya girmişlerdi.

''Kahretsin sana karşı şansım yok !'' dedi Doğu gözlerini ilk kaçıran olarak. Buradan Yansı'nın kazandığını anlamıştım. Yansı ise bunun üzerine zaferle gülümsemişti.

''Bir gün sen de kazanırsın Doğu.'' dediğinde Doğu bir an düşünceli bir hale bürünmüştü.

'' Seninle girdiğim hiçbir oyunun kazananı ben olamam Rapunzel çünkü o gün seni üzdüğüm gün olur.'' demişti.

Bu Allah'ın cezası yerde neler oluyor? İki dakikada edit yapacak sahne oluşturdular.

Doğu kaçamak bakışlarla Ulaş'a baktığında yavaş yavaş ona yaklaşıp bombayı patlatmıştı.

''Yıldızı mı arasak?'' deyip anında geldiğinden daha hızlı bir şekilde yanından kaçmış ve Ulaş'ın delici bakışlarının hedefi olmuştu.

''Ben o deliyi aramam.'' dedi Ulaş.

Dolunay gülerek ''Bunu söyleyen de akıllı olsa bari.'' dediğinde Ulaş sinirli bakışlarını ona çevirmiş o ise sadece burnunu buruşturup baygın bakışlarını onun üzerinden çekmekle yetindi.

''Ulaş senin kuzenin olan kızdan bahsediyoruz bence arasan gelir.'' dedim

Evet, Yıldız Ulaş'ın hiçbir zaman anlaşamayıp sürekli kavga ettiği ondan iki yaş küçük anne tarafından kuzeniydi. Kuzen olsalar da kardeş kadar sever destek olurlardı birbirlerine. Ulaş'ın koca akraba yığınından gerçekten sevdiği tek kişiler Yıldız ve ailesi olabilirdi. Diğerleri ona hep samimiyetsiz gelmişti.

İnanmayarak bana baktı. Böyle davranmasının sebebi ne zaman Yıldız'a bulaşsa yakasından kolayca düşmemesiydi. Bir de ona işiniz düştüyse vay halinize sonsuza kadar size yapışacağı yönünde korkunç düşüncelere sevk ederdi sizi. Ele avuca sığmayan bir kız olması da onu dizginlemeyi zorlaştırıyor Ulaş'da emanet gözüyle baktığı için başına bir iş gelir diye kendini sorumlu hissediyordu bu yüzden en kadar sevse de benden uzak Allah'a yakın olsun derdi. Gerçi gördüğünüz gibi ona bulaşacak bir mevzu her zaman çıktığı için görüşme aralıkları sıktı.

Asabi bir sesle ''O kadar kişiden Yıldız mı kaldır geriye? Hem Doğu'nun sözde aslan parçasının beceriksizliğini niye ben çekiyorum?'' dediğinde öfkeyle Doğu'ya bakıyordu. Doğu ise onu hiç umursamayarak gibi ayağının altındaki çakıl taşıyla ilgileniyordu.

Bu masum halleri insanı çıldırtırdı.

''Niye bu kadar karşı çıkıyorsun anlamadım? Şoförlüğü de iyi.'' Dolunay'ı başımla onayladığımda Ulaş bize histerik bir gülümsemeyle bakıyordu.

''O kadar iyi ki kamyon şoförü olmuş.''

''Gerçekten mi?'' diye sordu Dolunay inanmayarak.

Ulaş yerine Yansı cevap vermişti.

''Sen de inanmadın değil mi? Bak senden arızalısı da varmış.'' dediğinde Dolunay onu hiç umursamayıp Ulaş'a dönmüş gülümseyerek. ''En çok şimdi aramalısın.'' demişti.

Aratacak ki sinirlerini bozacak.

Ulaş ile uzun uzun konuştuk hatta bir ara Doğu yolun ortasında oluşumuzu fırsat bilerek kendini arabanın önüne atmakla bile tehdit etti. Çok inanmadı ama olsun. Nihayet kabul ettiğinde hala başka birilerini aramadığımız için bize kızıyor olsa da yolun ortasında daha çok kalmayalım diye Yıldız'ı aramaya razı gelmişti.

Biz merak ettiğimiz için hemen telefonu hoparlöre aldık. Bir süre çaldıktan sonra telefon açılmış ve ince sesine yakışmayacak kadar çıkan mesafeli ve kaba sesini duymuştuk. Sesinin tonu bana Ulaş'ı hatırlatıyordu.

''Alo.'' dedi Ulaş

''İşim var'' dedikten sonra telefonu kapatmıştı. Kuzeni kılıklı!

Ya sesinden anlamadı ya da bilerek yaptı ben ikincisini seçiyorum.

Biz telefonu suratımıza kapatmasını umursamayarak gülmekten asfalta yatacak hale gelmiştik çünkü Ulaş'ın yüz ifadesi buna değerdi. Ona bir Dolunay bir de Yıldız böyle davranabiliyordu. Ulaş biz daha ağzımızı açmadan inada bindirmiş ve hırsla kendisi aramıştı.

Dolunay ve benim arama giren Yansı ikimizin omzuna kolunu atarken gülümseyerek ''Normalde deli deliyi görünce sopasını saklar bunlar birbirlerini görünce daha çok sopa çıkartıyor!'' demişti.

Kimin aradığına bakmadan telefonu açtığı belliydi çünkü üst üste aranmasına sinirli olduğu az öncekinden daha yüksek tonda cevap vermesinden anlaşılıyordu. ''İşim var!'' Ulaş gözlerini kapatıp kaçıncı olduğunu bilmediğim sabrını dilediği sırada telefonu kapatmasına izin vermemiş dişlerini sıkıp baskın çıkan sesiyle ''Benim.'' dedi

''Sana da işim var!'' dediğinde biz bir kahkaha daha atmıştık. Müthiş kuzenlerdi gerçekten.

Ulaş'ın ''Bana bak-'' diye başlayan cümlesi Yıldız'ın harika(!) kamyon yazısıyla bölünmüştü.

''Bir yola bir sana bakarım gülüm.''

Bunun üzerine ben kızlara bakıp ''Harbiden kamyoncu olmuş şu an inandım buna!'' dediğimde gülmüştük.

Sabırsız bir edayla ''Neredesin?'' diye sordu Ulaş.

''Konya yolundayım.''

Yapmayın böyle şeyler yapacaksanız da haber verin boşluğuma geliyor.

''Okul ne oldu?'' dediğinde Mert dayanamayıp ''Uzatma da söyle gelsin artık!'' dese de Ulaş onu umursamamıştı.

''Bitti be babalık!'' Bu kız hangi çağda kalmış? Kamyoncu olduğunda çağda değiştirdi herhalde.

Ulaş gözlerini büyütüp kızgın bir tonda ''Babalık? Benimle düzgün konuş! Ben senin kamyoncu arkadaşlarına benzemem! '' demişti.

Bu konuşmanın sonu karakolda bitmese iyidir.

''Ben sana demedim mi? Bir daha çıkmayacaksın yola diye!''

Ulaş'ın tavrı yaptığı işe karşı olduğu için değildi Yıldız'ın fevri çıkışları yüzündendi. Daha çok çevre için endişeleniyordu. Çevre Yıldız'a bir zarar vermese de Yıldız çevresindekilerin başını çok güzel yakardı. Üstelik biriyle kavga edip başına bela alma potansiyeli de yüksekti. Kız yerinde durmuyor Ulaş'da haklı.

''Hafta sonu iş vardı be abi! O yüzden yoldayız şimdi eve dönüyorum.''

Doğu dayanamayıp telefonu Ulaş'tan zorla alarak yakınmaya başlamıştı.

''Yıldız, kader ortağım neyle geliyorsan gel çünkü biz İzmir yolunda mahsur kaldık. Gel al bizi buradan!''

Yıldız başta susmuştu kısa bir sessizlik sonra gülmüştü ardından durmuş ve bir daha gülmüştü. En sonunda dayanamayıp kahkaha atmıştı.

''Siz nasıl bir bahtsızınız? Bir de bana bela makinesi dersinizi sizin başınız benden daha çok belaya giriyor. Dur tahmin edeyim yanınızda cici kızlar da var değil mi?'' dediğinde bizi kast ettiğini anlamıştım.

''Oha nereden bildin?'' Doğu'nun abartılı tepkisini sıkılmış bakışlarla izliyorduk.

''Kuşlar söyledi neyse daha önemli bir mevzumuz var demek benim megaloman kuzenimin bana işi düştü. O vakit bir nazik bir davette bulunsun biz de davetine istirham edelim.'' Cümleler arasındaki şoför Nebahat'tan İstanbul hanımefendisine geçiş mükemmeldi.

Doğu arkadaşını tanımıyormuş gibi bir umut Ulaş'a baktı fakat umduğunu bulamamıştı.

Doğu ısrarla gözlerini Ulaş'ın üzerinden çekmiyor Yıldız'da bunu biliyormuş gibi hiç konuşmuyordu en sonunda araya Mert girdi.

''Ulaş nihayetinde yapacaksın uğraştırma bizi!'' dediğinde Ulaş ağzının içinden bir küfür savurup eveleye geveleye söyleyebilmişti.

''Rica etsem bizi almaya gelir misin kuzenim?''

''Ricaya ne hacet tabi gelirim kuzenim. Konumu atarsın benim kibar kuzenim.'' her kuzenim kelimesine bastırdığı gibi sondaki kibar kelimesine de vurgu yaptığında Ulaş bu zamana kadar üstün bir çabayla koruduğu sakinliğine devam etmişti.

''Son şansınızı kullandınız herhalde çünkü çok uzakta değilim bir saate orada olurum. Görüşürüz kibarcığım.'' Yıldız Ulaş'ın sabrını sınamaya ant içmiş gibi özellikle son kelimeyi söyleyip telefonu kapatmıştı.

Bence aralarında geçen en sakin konuşmayı yapmışlardı.

Yıldız gelene kadar aradığımız çekici gelmiş arabayı çekmiş bizde yolun kenarındaki ağaçların gölgesine saklanmış bekliyorduk.

O kadar sıcaktı ki sallayıp durduğum yelpaze bile sıcak hava üflüyordu ''İlkel yaşama döndük hep senin yüzünden Doğu!'' diye kızdım.

Doğu yere bağdaş kurmuş yerde bulduğu dalla kendince şekiller çiziyordu. Ona kızdığımda kafasını kaldırıp savunmaya geçti.

''Ben ne yaptım yenge?''

''Hay senin yengene... Hani nerede aslan parçan? İki yol gördü diye sudan çıkmış balığa döndü araba!''

Dudağını büzüp ''Hasta oldu.'' diye cevapladı.

''Hayvan mı bu hasta olsun?'' dedi Ulaş kızgınlıkla.

''Beygir ya hani...''

''Affedersin?''

''İşte soruyorlar kaç beygir filan diye bir nevi bu da hayvan işte!''

''Doğu senin bu soğuk esprilerin her geçen gün artıyor bak yeter artık!''

''Espri değil ki akıl yürüttüm Ulaş.'' Bunu söylediğinde Ulaş espri yapmasını tercih ettiğini belirten bir yüz ifadesi takınmıştı.

''Sen akıl yürütme Doğu sen akılını çalıştırmaya çalıştığında akıl tutulması yaşıyorsun!''

Doğu ise büyük bir arsızlıkla ''Sen kelime şakası mı yaptın?'' diye sorduğunda bu sıcakta gittikçe daha çekilmez oluyordu.

Ulaş yüzünü art arda çektiği sabırlarla sıvazlayıp ''Ben şaka filan yapmadım sus artık!'' demişti.

Adamı delirtti burada!

Aradan bir dakika bile geçmeden Doğu az önce bıraktığı dalı tekrar eline alıp çocukça daireler çizmeye devam ettiğinde ''Olsun canım daha kötüsü de başımıza gelebilirdi.'' demişti. Bunun üzerine ona odaklandığımızda Ulaş alayla ''Ne gibi?'' diye sordu.

''Mesela güneş kremimi yanıma almayabilirdim.'' Yanında duran kremi alıp hepimize gösterdiğinde sıcaktan değil ama bu konuşmalardan ölebilirdik.

Dolunay hepimizin aklından geçen soruyu sordu

''Bize niye vermiyorsun hayırsız?''

Doğu kremini hemen kendine çekip saklamıştı sanki zorla alacağız.

''Vermem bir aylık kebap paramı verdim buna.''

Dolunay bana baktığında tanıdık gülüşünü gördüm.

Hoş geldin eltim.

Gözleri Ulaş'a kaydığında hissetmiş gibi Ulaş'ta ona bakmıştı. Nasıl hissediyorlar bende bilmiyorum.

Dolunay başıyla Doğu'yu işaret ettiğinde Ulaş başını anladım manasında kaldırıp çarpık bir gülümsemesiyle göz kırpmıştı.

Yavaş adımlarla Doğu'nun yanına gittiğinde gözümde ceylanı avlamaya çalışan bir aslan görüntüsü canlanmıştı.

Ani bir hamleyle Ulaş Doğu'nun elinde tuttuğu kremi aldığı gibi kaçtı.

Doğu peşinden koşsa da Ulaş'ın hepimizin eline bolca sürmesine mani olamamış en sonunda kendisi tüpün yarısına üzgün bir ifadeyle bakarken bize öfkeli gözlerle bakıyordu.

Yansı onun bu haline kıyamayıp ayağa kalktığında yanında durup tek kolunu omzuna atmıştı.

''Tamam üzülme söz sana aynısından hediye alacağım.'' Yansı böyle söylediğinde Doğu'nun gözleri çoktan bütün hüznünü kaybetmiş onun yüzünü inceliyor elleri sanki oraya aitmiş gibi açtığı uzun saçlarının ucuna dokunuyordu. Sanırım Yansı Doğu'ya saçlarını örmesi için izin verene denk Doğu'nun elleri ancak Yansı'nın saçlarının ucuna dokunabilecekti

''Eğer bana bir hediye alacaksan bu hakkımı uyduruk bir kremde kullanmak istemiyorum Rapunzel.'' dedi Doğu

Uyduruk kısmı hariç güzel gitmişti. Konu nereden nerelere geldi.

Yansı ne cevap verdi bilmiyorum çünkü arkamızdan başka birinin sesini duymuştuk.

''Selamünaleyküm kendini genç hisseden yaşlılar.''

Sesin geldiği yere baktığımızda siyah büyük fakat eski model bir araba karşımızda duruyordu . Şoför koltuğunda bir kolunu sarkıttığı camdan kafasını yavaşça bize döndüğünde mavi gözlerini örten siyah güneş gözlüklerini aşağıya indirip bizi süzdükten sonra başının üstüne koyan Yıldız vardı.

''Afili bir giriş oldu değil mi?'' dediğinde etrafına yaydığı bütün hava gitmişti. Görüşmeyeli pek değiştiği söylenemezdi kumral saçları, buğday teni ve küstah tavırları yerli yerinde duruyordu.

''Hadi atlayın!'' demişti. Eşyalarımızı toplayıp bagaja koyduğumuzda altı kişinin rahat edebileceği genişlikte bir arabaydı.

Hareket ettiğimiz zaman Yıldız heyecanla parlayan mavi hareleri yola dikmişti. ''Bağlayın kemerlerinizi uçurayım sizi!'' dediğinde anında kemelerimizi bağlamıştık. Bu gözü dönmüş cidden uçurur bizi.

Ulaş bizim aksimize hiç istifini bozmamış hoşnutsuzlukla bizi izliyordu.

Sadece Yıldız'a ''Yavaş kullan Yıldız. Kaza filan yaparsın şimdi!'' demişti.

Kesin Yıldız ile daha önce yolculuk yaptı. Bu kadar rahat olmasının başka açıklaması olamaz.

''Doğru diyorsun kuzen sizin olduğunuz yerde her şey mümkün. Yılların şoförüne bile kaza yaptırırsınız siz.''

Yansı kulağıma eğildi ''Bu kız onunla iletişime geçtiğimizden beri her türlü lafı soktu bize farkında mısın? Karşılık verirdim ama can güvenliğimden dolayı şimdilik susuyorum.'' demişti.

Haklıydı Yıldız geldiğinden beri kimsenin söylemediği kadar laf dokunduruyordu bize.

''Bu araba kimin?'' diye sordu Ulaş.

Bir an Yıldız'ın gözlerinden hüzün dalgası geçtiğini gördüm dudaklarını büzdü.

''Arkadaştan rica ettim o verdi. Bana kalırsa kamyonumla gelirdim ama babam deli deli konuşma dedi.''

Ulaş kaşlarını çatıp ''Dayım az bile demiş.'' dediğinde Yıldız'da sinirlenmişti.

''Hep sen dolduruyorsun babamı hain kuzen seni.''

''Ben bir şey demesem yumuşak karnından girip her deliliğine izin alacaksın!''

''Ne demezsin babamın da çok yumuşak karnı vardır.''

İkisinin lafları arasında gidip gelirken sıkıldığım için araya girdim.

''Adı var mı peki?'' diye sorduğumda Yıldız'ın gözleri parlamış Ulaş ile aralarındaki laf dalaşını anında kesmişti. Aklına kamyonu gelmiş olacak ki direksiyonu severken yüzünde onu görüyormuş gibi bir gülümseme vardı .

Bize gelen kim akıllı olmuş ki?

Yerinde heyecanla hareketlenmişti. ''Var tabi . Koçum benim be! Yolların sultanı.'' Bir adını sorduk övgüler dizdi beygir olayına girsek neler olur kim bilir!

Dolunay itiraz ederek araya girdi.

''Aman Yıldız aslan parçası filan diyeceksen hiç girme o mevzuya. Bu ekip bir aslan parçası vakasını daha kaldıramaz. En son aslan dediğimiz kedi çıktı yarı yolda bıraktı bizi sen de yapma!''

''Benim yavru kurdum kimseyi bırakmaz yolda!''

Bu sefer rahat bir nefes verip ''Ne peki ismi?'' diye sordu Dolunay

Yıldız çarpık bir gülümsemeyle gözlüklerini takıp burnunu çekerken cevap verdi.

''Asena!'' derken muhtemelen yeni astığı sallanıp duran küçük kurt süsünü öpmüştü.

Rabbim senden gelene razıyız ama göndereceksen teker teker gönder. Bu kadar deli bir anda gelmek için çok fazla.

''O değil siz niye beni aradınız? Başka del- yani başka biri mi yoktu arayacak? Çekiciden filan da yardım isteyebilirdiniz.'' Başka bir deli diyecekti son anda kurtardı.

Herkes her şeyin farkında ama kimse lafını etmiyor.

''Bazı arkadaşlar sağ olsun illa seni istedi.'' Ulaş bize imayla baktığında en sevdiğimiz işi yaptık. Onu umursamadık.

Yıldız yüzüne kondurduğu ukala bir gülümsemeyle bize bakıp ''Hayranım çoktur.'' dedi.

Sen nasıl bir kraliçesin be kadın?

Onun yanında oturan Yansı'nın eli alışkanlıkla radyoya gittiğinde anında elini tutmuştu.

''Burası benim mekanım benim istediklerim dinlenir.'' Keskin bakışları ve sabahtan beri üzerinde olmayan ciddi tavrın bir anda üzerine gelmesiyle Yansı irkilerek elini çekmişti.

Ardından yüzündeki soğuk ifade gitmiş ve bir türkü açmış tamamını kendine ithaf ederek söylemişti. Kendini kamyonda hissetmek için açtı kesin.

''Çeşmenin başına, bir güzel inmiş

Eğilmiş zülfünü, suya düşürmüş

Mevlam bu güzeli kime yar etmiş

Gelmez olaydım, güzel yüzüne, bakmaz olaydım

Mevlam bu güzeli kime yar etmiş

Gelmez olaydım, güzel yüzüne, bakmaz olaydım''

Radyodan çalan türküye hem eşlik ediyor hem de parmaklarıyla ritim tutuyordu. Kimse dışardan baktığında onun kamyon şoförü olduğuna inanmazdı. Giydiği açık mavi pantolon beyaz spor ayakkabı pantolonun içine soktuğu beyaz tişört ve açık saçlarına taktığı şapkayla yaramaz bir kız çocuğuna benziyordu ama asla bir uzun yol şoförünü andırmıyordu.

''Kıymetimi bilin kimse arkadaşlarını çok sevgili kamyonunu bırakıp almaya gelmez!''

Yansı az önceki olayın etkisinden çıkamayarak ''Vallahi ne diyeceğimi bilemedim.'' demişti.

''Erkek gibi demeyin de ne derseniz deyin. Şoförlük yaptığımı duyduklarında feministler ne güzel erkeğe ihtiyacımız yok helal olsun diye takdir ediyor. Geri kalanlar da erkek gibi kadın diyor. Kadınım lan ben ne erkek gibisi! Yeri gelir geçiririm bir elbise üzerime en alafranga dansı da yaparım yeri gelir bir erkekten yardım da alırım kimse de bir şey diyemez!''

Başta alçak başladığı savunmaya sonlara doğru sesini fazla yükselterek devam etmiş en sonunda öfkeden kabaran göğsüyle bitirmişti. İlginç olan araçta onunla birlikte hızlanıp yavaşlıyordu.

Dolunay dayanamayıp kızmıştı.

''Kim ne dediyse git ona kız lan! Ağzımızı açmadık bize niye carlıyorsun?''

Yıldız'ın az önceki fevri halinden eser kalmamış ne dediğinin farkına varıp mahcup bir ifadeyle ''Pardon ya kaptırdım kendimi. Doldum baya o yüzden.'' demişti.

Artık kıza nasıl bir toplum baskısı uyguladılarsa birinin ters bir şey söyleyeceğini düşündüğü an kendini savunmaya geçiyordu.

Hava kararmaya yüz tutmuştu. Özel araçla sekiz saatlik olan yolumuz daha fazla uzamıştı. Allah'tan Mert en başta kestirme filan derken normalden hızlı gelmişti de daha geçe kalmadan varabilecektik.

''Yıldız yorulduysan ben süreyim.'' diye teklifte bulundu Ulaş.

Yıldız ise radyonun sesini kısarken ''Ne sen söyledin ne ben duydum kuzen.'' demişti.

O sırada Ulaş'ın ağzından belli belirsiz ''Şu koltuğa geçip kendini yenilmez zannetmeyen biri bile tanımıyorum.'' dediğini duyar gibi olmuştum.

Yıldız benim tanıdığım kadarıyla kendi halinde yaşayıp giden tatlı tatlı konuşan en sevdiği renk pembe olduğu için odasını pembe yapmaktan asla çekinmeyen kendine güveni yüksek ve beni bu yönüyle hayran bırakan şeker bir kızdı. Şimdi şu şoför koltuğunda oturan kız ise sanki bambaşka biriydi şaşırmamızın sebebi de oydu önceden de araba sürerken görmüştük ama hiç böyle bir yanı olduğunu bilmiyorduk.

Ulaş arabayı koklayıp ''Yıldız sigara filan içmiyorsun değil mi?'' diye sordu. Sanki içiyorsan seni camdan aşağı atarım der gibiydi.

Aynadan bakıp ''O meret senden sorulur kuzen!'' dediğinde Ulaş bugün kaçıncı kez olduğunu bilmediğim bir bozulma yaşıyordu.

Dolunay gözlerinin içi aradığını bulmuş hazine avcısı gibi parlayarak Yıldız'a bakarken ''Ben bu kıza bayılıyorum.'' demişti.

Yıldız tek kaşını kaldırıp ''Bayılmayanı görmedim.'' diye karşılık verdi. İşte bu özgüvenden bahsediyorum.

Esasında Ulaş'ın hoşuna gidiyordu. Kendini ezdirmemesi hak edene hak ettiği cevabı vermesi en sevdiği abim dediği kuzenine böyle cevap veriyorsa başkasına da ağzının payını pek güzel veriyordur diye düşünüyordu. Özellikle işinde aynı performansı gösterdiği düşüncesi onu rahatlatıyordu.

Sonra Yıldız en başından bugüne kadar bu işe nasıl girdiğini anlatmaya başladı. Benim bildiğim kısımlarda vardı bilmediğim kısımlarda...

Kısaca özetlemek gerekirse Yıldız ambulans şoförlüğü mezunuydu ama küçüklüğünden beri babasının kamyonetleriyle gezmiş orada uyumak için herkesi çileden çıkartmış. Bebekken bile her ağladığında bir tek orada susmuş oynamak için hep ilk tercih ettiği yer olmuştu. En sevdiği oyuncağı bile kamyonet olan bir çocuktu kendisi. Bazı rivayetlere göre kamyonet de doğmuştu. Buraya kadar benim hakim olduğum kısımdı.

Mezun olduktan sonra babası her ne kadar bu işi yapmasını istemese de o seviyor ve ısrar ediyormuş. Sonunda babasıyla pazarlığa oturmuş nasipte olur da evlenirsem bu işi bırakırım ha nasipte yoksa kimse beni Asenamdan ayıramaz onunla devam ederim demişti. Hoş evlense de bırakmaz gibi duruyordu çekerdi garaja canı isterse de alır gezerdi.

''Neden evlenince bırakırsın?'' diye sordum merakla.

''Ambulans şoförlüğü yaparım toptan iş yapmayacak halim yok. Uzun yol zor iş. Ben kimseyi beğenmem biraz da ona güveniyorum. Hadi evlendim ben sürekli yola mı düşeceğim? Ne kadar kabul etmesek de evin içinde kadının yokluğu erkeğinkinden daha çok hissedilir.''

''Yalnız kim öyle söylese direkt evleniyor biliyor musun?''

''Ben evlenmem.''

''Aynen aynen.'' dedim elimle geçiştirerek.

''Sizin yolunuz niye İzmir'e düştü? O mevzuları kapatmıştınız.'' Merakla sorduğu soruyla kısa bir an birbirimize baktık.

''Mezunlar yemeği var da oraya gideceğiz.'' dedim

Kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı.

Anlamlandıramadığımız bir hızla ''Ortalık zaten yangın yeri İzmir büyük bir kavgaya hazır değil söyleyeyim.'' dedi.

Mert ''Sende bizi iyicene dayakçı yaptın.'' dediğinde Yıldız alayla gülmüştü.

''Ben yapmadım zaten siz yaptınız. Şimdi saymayalım isterseniz benim bile dosyam sizinki kadar kabarık değil.'' Bu konuda haklıydı onun dosyası bizimkinden daha iç açıcıydı.

''Kavga filan yok efendi efendi eski arkadaşlarımızla yemek yiyeceğiz.'' dedim.

Dolunay'ın kısık tonda ''Efendi efendi olacağına söz veremem.'' dediğini duyduğumuzda Yıldız biliyordum diye kaşlarını kaldırarak ''Sizi bilmem ama şu arkadaki favorim ortalığı dağıtır söyleyeyim.'' demişti.

Yolculuk tahmin ettiğimizden çok daha eğlenceli geçmişti. Yıldız'ın sürekli Ulaş'a takılması bizi kahkahalara boğuyordu. Her durumda kamyonetini övmesi de ayrı bir güzeldi. Bir süre sonra yerimizde mayışmış arabaya sessizlik çökmüş yolu izlemeye dalmıştık.

Yıldız'ın cıvıl cıvıl sesi bizi kendimize getirmişti.

''Sayın yolcularımız İzmir otogarına varmış bulunmaktayız aracımızı bulduğunuz gibi bırakırsanız sevinirim.''

İzmir'e gelmiştik. Bekle işin dramatik kısmını sonraya bırakalım bu kız bizi sadece İzmir otogarına bırakıp gitmeyecek değil mi? Cevabı alabilmek için yüzüne baktığımda yüzümüze büyük bir beklentiyle bakıyordu.

''Evet sayın içi geçmiş insanlar bu zevksiz yolculuk için hiçbirinize teşekkür etmiyorum. Benzin ve hizmet paramı da ibandan bana atmayana kadar arabanın kapılarının açılmayacağını mutlulukla bildiririm.''

Yüzündeki yaramaz gülümsemeyle ve kocaman açılmış gözleriyle birlikte tatlı tatlı söyledikleri bizi şaşkına uğratmıştı.

İnşallah bize eve gidecek kadar para bırakırdı yoksa bu akşam otogarda uyurduk.

İzmir'e gelmesine gelmiştik ama nasıl dönecektik?

Ya da dönebilecek miydik?

------------------------------------------

BÖLÜM SONU

YAZIM VE NOKTALAMA HATALARI İÇİN ÖZÜR DİLERİM.

 

 

Loading...
0%