Yeni Üyelik
10.
Bölüm

8.Bölüm"Şehirler De Terk Eder İnsanı"

@nurperi287

''Dünya birilerinin yağmurda dans ettiği birilerininse aynı yağmurun selinden kaçtığı bir yerdi. Sel size vurmadıkça siz dans etmeye devam ederdiniz.''

Hepimiz birbirimize bakıp birinin tepki vermesini bekliyorduk. Özellikle Ulaş fiyatı her yerde görüyormuşçasına sürekli gözünü kırpıştırıyor sırayla bir bize bir de yere bakıyor ama kimseden bir geri dönüş alamıyordu. Arabaya gergin bir sessizlik hakimdi.

''Yol verin yarim gele

Yol verin yarim gele

Dinsiz imansız dağlar

Dinsiz imansız dağlar''

Affedersiniz Yıldız'ın türkülerini unutmuşum. Pahalıya patladı ama yol boyunca güzel türküler açtı. Yaklaşık beş dakikadır arabayı durduğu için kemerini çözmüş kafasını koltuğa yaslayıp ayaklarını uzatarak rahatça oturmuş bizi izleyip türküye eşlik ediyordu. Sabahtan beri bizimle müthiş bir şekilde eğlendiğine emindim.

Nefesini bıkkınca üfleyip saatine baktıktan sonra bize döndü.

''Ödeseniz mi artık?''

Bir an ''Ölseniz mi artık?'' dediğini sandım malum verdiği fiyatın uçukluğunu düşünürsek ikisi de aynı şey sayılır.

Sonunda aramızdan Ulaş bir yaşam belirtisi gösterebilmişti.

''Yıldız saçmalama! Söyle cüzi bir miktar ödeyip gidelim.''

''Cüzi bir miktar mı? Kuzen sen nerede yaşıyorsun?''

''Herkes dolandırıcı olmuş. Kız iki araba sürdü diye iki yıllık maaş istedi neredeyse.''

O kadar yükselttik kızı bir geldi bizi soyup soğana çevirdi iyi mi?

''Bari mahalleye bıraksaydın.'' dedim

''Vallahi otobüs firmaları otogara kadar bırakıyor. Bizi seçtiğiniz için teşekkür de etmedik daha ne istiyorsunuz? Siz ödemeye gönüllüyseniz eve kadar bırakırız.''

Ulaş hemen itiraz etti.

''Kalsın gerek yok! yürürüz daha iyi.''

''Kötü, siz bilmezsiniz! O yüzden paramı verin kendiniz gidin.''

Bu kız niye her şeyin tersini söylüyor?

''Bu zamana kadar sesimi çıkarmadım ama olay parayken kimse beni tutamaz.''

Kimse seni tutmuyordu zaten Yansı sen korkudan sesini çıkaramadığını bir önceki bölüm itiraf ettin.

Elini uzattı ''Gel yıldız el sıkışalım.''birbirimize bakıp ağlamaklı bir hal almıştık. Doğu hariç, o Yansı'ya heyecanla bakıyordu.

Yıldız'da hiçbirimizi şaşırtmayarak bu teklife balıklama atlamıştı.

''Gel tabi! Ben bu kurbandan talimliyim sen kendini düşün.''

Sabaha kadar kurban pazarlığı izleyeceğiz haydi bakalım.

Dolunay ''Neyse mani kapışmasına girmediler.'' dediğinde gülerek onaylamıştım.

Dolunay Yansı'nın halihazırda uzattığı eli tutuğunda 'Bismillah!'' deyip sallamaya başladılar.

''20 binde anlaşalım Yıldız.''

Tahmin ettiğimden fazla söyledi iyi fiyat.

''100 binden aşağı olmaz!''

Yıldız az öncekinden az fiyat söyledi.

Böyle böyle derken olay Hızır idi yunus idi kıvamına kadar geldi. Şaka değil gerçekten o kıvama geldi.

''Hızır'dır.'' dedi Yansı.

''Yunus'dur.'' diye diklendi Yıldız

Yıldızcığımın tek hatası Yansı'nın da kurbandan talimli olduğunu bilmemesiydi.

Bize gelirsek tek yaptığımız sıkıcı bir komedi filmi izliyormuş gibi uyuşuk gözlerle onlara bakmaktı. Sonunda anlaşıp sarıldılar. Daha doğrusu Yıldız pes etti kız kurban zamanı bile böyle kol sallamadı sanırım. Ulaş, Yıldız'a anında parayı göndererek bizi bu kargaşadan çekip almıştı.

O değil kollarınız da mı kopmadı vicdansızlar?

''İyi iyi aç bakayım şimdi kapıyı!'' Yansı'nın dediği üzerine Yıldız'ın kolunu kaldıracak hali kalmadığı için yorgunlukla arkasına yaslanmış baygın bakışlarla kapıyı zar zor açmıştı.

Biz arabadan eşyalarımızı aldığımız an Allah güç kuvvet vermiş olacak ki son hız vedalaşmadan ayrıldı yanımızdan.

''Bence kaçtı.'' dedi Mert giden arabaya bakarken.

Yansı az önceki olay hiç yaşanmamış gibi ''Niye kaçsın ki?'' diye sorduğunda hepimizin bakışları onu bulmuştu. Omuz silkip önden yürümeye başlamıştı. Arkasında otobüse binmek için durağa yürümeye başladık.

''Ulaş'ın kendisine benzeyen kuzeni yüzünden bir de otobüs bekleyeceğiz.'' Doğu ayağını sürüyerek peşimizden geliyordu.

Ulaş kaşlarını kaldırmış yalancı bir şaşkınlıkla ''Arkadaşımızın kendi gibi olan arabası bizi yarı yolda bıraktığından kendime benzeyen kuzenimi aramak zorunda kaldığım için kusura bakma Doğu.'' dediğinde yanında duran Dolunay'da şaşırmış gibi yapıp onu destekledi.

''Dur bir dakika! O arabada senin arabandı değil mi?''

Doğu sahte gülümsemesini yüzüne takıp arkadan önümüze geçerken ''Tamam canım siz de her konuda birbirinize muhalefetsiniz iş bana gelince birlik olasınız tutuyor. Yürürüz akşam sporu olur.'' dedi.

Durakta fazla beklememiştik. Otobüsten indiğimizde saat geç olmasa da hava çoktan kararmıştı.

Karşıdan geçeceğim sırada birinin kolumdan tutup geriye çekmesi ve beni olabildiğince uzaklaştırması üzerine neye uğradığımı şaşırmıştım. Başımın altındaki bedenin sahibine baktığımda Mert’i fark ettim endişeli bir ifadeyle bana bakıyordu.

''Dikkat et Deniz!''

Anlamayarak kaşlarımı çattığımda başıyla işaret ettiği yerde duran köpeğin yanında eğilmiş ona dokunduğu gibi elini çeken Doğu'yu gördüm.

''Yağmur yağmış elektrik akımı var. Az kalsın çarpıyordun.'' Duyduğumla dehşete düşmüştüm. Az önce ben normal bir şekilde yolda yürürken ölümden dönmüştüm.

Yansı korkuyla az önce neredeyse yürüyeceğim yolda duran mazgallara bakarken ''Yarın yapacağım ilk iş yetkilileri aramak olacak. Hatta şimdi kimi arayabileceğime bakayım.'' dedi.

Hemen telefonunu çıkardığında araştırmaya başlayacağı anda Doğu elliyle onun durmasını işaret etmişti.

''Birileri muhakkak fark edip bildirmiştir neden hala düzeltilmedi acaba? Geçen geldiğimde herkes sürekli hayvanlara elektrik çarpıyor diyordu ne olur ne olmaz sana yakın diye Mert'i uyardım da Allah'tan çekti seni. Belediyeye bildirmiştim ama pek bir işe yaramamış. Hemen bizimkilerden birini arayayım gelsinler. Bu böyle olmaz yolda yürürken bile tehlike de olacaksak işimiz var. Yakında nefes alırken de iki üç kez düşünmeye başlarız.''

Doğu'da tanıdıklarını aramaya koyulduğunda ben olayın şokunu yeni yeni atlatıyordum. Kafamın içinde aynı cümleler dolaşıyordu. Ben sadece yolda yürüyordum ve az önce ölümden döndüm ya birileri benim kadar şanslı olmasaydı?

Yansı uzaktan yerde kıpırdamadan duran köpeğe bakıyordu ''Yazık hayvana baksanıza... O kadar uyarmışlar bir de hayvanlara çarpıyor diye kimse gelip bakmamış. Bir insana çarpıp ölünce mi gelip bakacaklarmış? Bu kadar değersiz mi canımız? Bu yavrucağın ne suçu vardı şimdi? Sonra hayvan haklarından bahsediyorlar. Canlarını daha çok yakmak için mi yaşatmaya çalışıyorlar? Allahım söylenecek çok sözümüz olduğu halde susmak ne acı...''

Yansı'nın haklı sözleri beni daha çok etkilemişti.

''Aradım bizimkileri. Şimdi bu yavru köpeğe ne yapabileceğimize bakalım.'' dedi Doğu.

''Ben Deniz ile uzaklaşayım. Sizde köpek için birileri gelene kadar bekleyin.'' dedi Mert durumumun farkına varmış bir halde.

Bedenime sarılarak geriye çevirmiş ve yolda yürümeme yardımcı olmuştu. Beni korku dolu gözlerle baktığım köpekten mümkün olduğunca uzaklaştırmıştı. O sokaktan çıkana kadar sürekli arkama bakmış ve aklımdan senaryolar dönüp durmuştu.

Mert beni geri çekmeseydi ne olacaktı? Bir adım kalmıştı sadece bir adım...

----------------------------------------------------------

Bizimkiler işleri bitince Mert ile nefeslenmek için oturduğumuz kafeye gelmişlerdi. Sağ olsun Mert beni sakinleştirmek adına destek olmuştu. Biraz daha oturduktan sonra mahalleye doğru yürümeye devam etmiştik. Biz gelene kadar geç olduğu için sokaklar tenhaydı. En yakın ev benimki olduğundan önce benim evimin önünden geçecektik. Az önce olanları anneme çaktırmamak için bir süre kendime gelmemi beklemişlerdi. Her gün ölümden dönmüyordum hele yolda yürürken hiç bu kadar yakın hissetmemiştim.

Nihayet mahalleye geldik. Bizim eve yaklaştığımızda annemi gördüm. Çöp atmaya çıkmış arkası bana dönük olduğu için beni görmüyordu fakat benim onu tanımam zor olmamıştı sırtına aldığı bej rengi şalın ardından giydiği beyaz bileğine kadar gelen eteği görünüyordu. Yaşının ilerlemesiyle kilo almıştı ama onu rahatsız edecek kadar değildi. Çöpü attıktan sonra artık yüzünün bir kısmını görebileceğim şekilde yan durmuştu. Şalının arasında çıplak kollarını birbirine dolayıp kafasını kaldırdı. Gözlerini huzurlu bir tebessümle gökyüzüne kapadığında özlem duyduğu birinin varlığını anlıyordun. Bazı kayıplar gökyüzünde aranırdı. Ak düşmüş saçlarını arkadan topuz yapmış bir tutamı anlına düşmüştü. Yüzünde özlemin getirdiği kırışıklıklar vardı. İnsan anlıyordu çizgilerin nedenini. Yaşanmışlıklarına mı yoksa yaşayamadıklarına mı? Bazen düşünürdüm belki aksi olsa annemin yüzündeki çizgiler gözüme bu kadar batmayacaktı. Belki sadece yaşını almasının verdiği bir doğallık olacaktı ve bu kadar anlam yüklemeyecektim.

Ben daha uzun bir süre durup annemi izleyebileceğime inanırken yavaşça gözlerini açıp hissetmişçesine bakışlarını direkt bana çevirdi. Gözlerimiz göz yaşına misafirken birbirimize bakıyorduk. Ben dudaklarımı ısırdığımda annemin kocaman bir gülümsemeyle kollarını iki kişi için açtığına emindim. Ne acıdır ki kollarının arasına bir tek ben almıştı.

''Canım kızım iyi ki geldin.'' Annem uzun bir süre sımsıkı bana sarılmıştı. Kendinden uzaklaştırdığında nasıl olduğumu anlamak için baştan aşağı süzüp en son yüzüme bakarak gülümsediği sırada aramızda bir suskunluk oldu ikimizde aynı sesi duymayı bekledik. Demir kapıdan birinin geçip bize sarılmasını bekledik. Aldığımız cevap sadece sessizlik... Kimse gelmedi.

Ve biz bir kez daha kabullendik.

Annem benim yüzümü sildiği sırada ben duygusal cümleleri için kendimi hazırlamıştım fakat kendi ağlamasını bile göz ardı ederek duygusal atmosferi bir çırpıda silmişti.

Burnunu çekip ıslanmış yüzünde zoraki bir tebessüm vardı.

''İyi ki geldin kızım az kalsın halıları yıkamaya verecektim. Artık sen burada olduğuna göre bahçede yıkarsın canım kızım benim.''

Arkadan gülüşme sesleri geldiğinde kendimi ondan uzaklaştırıp geriye doğru gitmeye başlamıştım.

''Şimdi aklıma geldi Ankara'da ocağı açık unutmuştum gideyim de onu kapatayım.''

Kaçmaya hazırlandığım an hemen durdurdu

''Kaçmak yok Deniz! Kırk yılın başı yüzünü görüyoruz doya doya hasret giderene kadar bir yere bırakmam.'' Ayda bir geliyorum nasıl kırk yılın başı görüyor olabilirsin? kısaca hasret giderme ayağına doya doya halı yıkatacaksın desene şuna!

Yansı ''Aynen kaçmak yok Deniz biz yardım ederiz sana!'' dediğinde desteği çok uzun sürmemiş devamında kendini belli etmişti.'' Çekirdeğimizi alır geliriz sen merak etme!'' derken çekirdek kısmına özellikle vurgu yapıp göz kırpmıştı.

Dolunay geçmişe gönderme yaparak ''Deniz elin değmişken bizim halıları da yıka! Sen güzel yıkarsın daha önce öyle söylemiştin.'' dedi.

Bu ikisinde fil hafızası var herhalde ne dediysem hatırlıyorlar.

Annem bizim atışmalarımıza alışık olduğu için hiç oralı olmamış başka bir olaya konsantre olmuştu. Gözleri parlayarak bir yere kitlendiğinde yanımdan geçip giderken ağzından dökülen ismi büyük bir hevesle söylemişti.

''Mert!''

Diğerlerinin aksine onu büyük bir coşkuyla karşılamasına şaşırmadan edemedim.. "Oğlum!" diye Mert'e sarıldığında ne ara yanıma geldiğini anlamadığım Yansı kolunu omzuma atmıştı. "İşte insanın kardeşinin olması da buna benziyor kanka!" Diğer omzuma da Dolunay kolunu atmıştı. "Kendini çöp gibi hissediyorsun işte!" İkisine de dönüp baktım.

"Sağ olun ya! Vallahi çok iyi teselli verdiniz!"

"Her zaman kanka!" İkisi aynı anda konuştuktan omuzuma vurup ellerini çektiler. Ben ise göz devirip hala birbirinden ayrılmayan ikilinin yanına gittim.

"Anne senin çocuğun benim farkında mısın? Bana bu kadar uzun sarılmadın da ondan diyorum." Nihayet Mert' ten ayrıldığında memnuniyetsizce beni süzdü.

''Biliyorum. Seni hep görüyorum Mert'i görmeyeli kaç sene oldu hatırlamıyorum bile.''

Anne az önce kırk yılın başı görüyorum demiştin bari yalan söylediğini bu kadar çabuk belli etme be kadın!

Bekle kaç sene oldu derken? Mert İzmir'de değil miydi? Nasıl görüşmemiş olabilirler? Mert ne olursa olsun annemi görmeye gelirdi bu demek oluyor ki o da İzmir'de değildi. Kafamın içindeki düşünceler birbirlerine çarptığında vardığım sonuçla birlikte başımı kaldırıp Mert ile göz göze geldim. Benim ne düşündüğümü bildiği için bir cevap arayacağımı da biliyordu o yüzden onu böyle anlarda hep bana bakarken yakalardım.

''Bize de bir hoş geldin alalım Yaprak Teyze.'' dedi Doğu kırgınlıkla

Muhtemelen annem Ulaş ve Doğu ile sık sık görüşüyordu. Hele Doğu'yu benden çok gördüğüne emindim ama sanki Doğu onunla görüşmemiş gibi mahzun bir ifadeyle duruyordu.

Annem çok sevgili oğlu Mert'ten ayrılıp çok sevgili diğer kumalarıma sarılmaya devam etmişti.

''Hoş geldiniz tabi ki hadi içeri geçelim.''

Doğu anneme sarılırken cevap verdi

''Yok Teyzem bizimkiler de bekliyor eve geçelim yarın bol bol konuşuruz nasılsa.''

''Doğru, yol yorgunusunuzdur. Erken çıksaydınız keşke bu kadar geçe kalmazdınız.'' dediğinde hepimizin bakışları Doğu'ya kaymış iğneleyici bir tonda ''Değil mi?'' demiştik.

Üzerindeki bakışları görmezden gelip gergin bir gülümsemeyle ''Bize müsaade Yaprak Teyzem yarın muhakkak gelirim hatta senin evde gün yaparız. bütün mahalleye tek tek derdimizi anlatmaktan kurtulmuş oluruz.'' Elini öpüp geri çekildiğine her an gitmeye hazır duruyordu.

''Doğu bu durumda bile Gün düşünüyorsun ben sana daha ne diyeyim?'' dedi Ulaş yanından geçip giden Doğu'yu ardı sıra takip ederek.

''Ulaş şimdi bizi gördüklerinde soru yağmuruna tutacaklar bir seferde anlatıp kurtulalım işte! Size iyilik de yaramıyor.''

''Doğu haklı.'' dedi Yansı yanında giderken.

''Sen Doğu'nun kız versiyonusun Yansı bir zahmet hak ver!'' dedi Dolunay

''Sen de Ulaş'ın kız versiyonusun Dolunay.''

''Yansı ben kimsenin kız versiyonu filan değilim hele Ulaş'ın hiç değilim.''

Birbirleriyle tartışarak yanımızdan ayrıldıklarında fark etmeseler de annemle arkalarından el sallamıştık. Neyse ki yanlarında Mert vardı bir ihtimal olaya karışmadan evlerine varabilirlerdi. Küçük bir ihtimal yani.

Annemle ayaküstü kısa bir sohbetin ardından arkamı döndüğümde evimin dışına özlemle baktım. İki katlı krem renginde camlarının kenarları tahta işlemeli küçük bir evdi. Beni her baktığımda kendine hayran bırakırdı. Çok büyük olmasa da bize yetecek kadar bir bahçesi vardı. Eskiden elde ettiğimiz geliri düşünürsek oldukça mütevazı bir evdi. Dışarısı bile anılarla doluydu biz yavaş yavaş eve ilerledik.

Kapıdan girer girmez geçmişin kokusu geldi burnuma. Mesela oturma odasına girdiğimde bebeklik videolarımı izlediğim halıda ilk adımlarımı atmıştım. İlk çiçeğimi bu evin bahçesine ekmiştim ilk yemeğimi bu evin mutfağında yapmıştım, İlk başarılarımı bu evde elde etmiştim... Daha nice ilkleri bu evde yaşamıştım. Uzaktan baktım çocukluğuma, ergenliğime, gençliğime... Hepsi evin bir köşesinden yetişkin halime buruk bir gülümsemeyle el sallıyor gibiydi.

Dışarda kalan bahçeye baktığımda en çok orası dağıtmıştı beni.

Annem bir elini sol omzuma koyup hafif sıktı ''Bu evde seni özledi kızım.'' dedi.

Hep gelirdim ve hep aynı özlemle karşılardı beni.

Ona baktığımda gözlerimizde anılar bir film olmuş gibi geçip gidiyordu.

GEÇMİŞ ZAMAN (İZMİR)

''Güya babam annemi yumuşatıyordu. Bu erkeklerin hepsi aynı Mert'te geçen müdürü yumuşatmıştı. İki şey öğrendik ilki babanda olsa erkek erkektir ikincisi erkekler kimseyi yumuşatmaz ancak nişasta yapar.''

Bütün sinirimi sildiğim camdan çıkartmak istercesine bastırıyordum.

''Bari yapıyorsun azıcık temiz yap Deniz! Şurada lekeler var.'' dedi annem elindeki bezle vitrini silerken.

Biz soğuktan donuyoruz kadın bütün evi ceza niyetine temizlettirdi bana.

''Anne zaten yağmur yağdı yağacak ne anlamı var temiz silmemin?'' dediğimde bana sinirle bakmış bende korkuyla önüme dönüp gösterdiği yeri silmiştim.

''İyi sil oraları! Bak ben buradan leke görüyorum.'' Sesin geldiği yere baktığım zaman Dolunay ve Yansı'nın kaldırıma oturmuş çekirdek çitleyerek keyifle beni izlediğini fark ettim.

''Çok biliyorsan sen sil Yansı!'' dedikten sonra tekrar cama döndüm.

Dolunay gülen sesiyle ''Deniz istersen sen bu temizlik işini paraya dök baksana bu gidişle tüm şehir senin elinden geçecek.'' dediğinde Yansı'ya bakıp birbirlerine göz kırpmışlardı.

''Sende elimden geçmek ister misin Dolunay? İnsanları daha güzel elden geçiriyorum.'' dediğime karşın burun kıvırdı haspam.

''Deniz bizim evi kaça temizlersin?'' diye sordu Yansı.

''Kendi evinizde temizlik yapmıyor musunuz siz? Eşek kadarsınız da o yüzden soruyorum.''

''Yapıyoruz ama birinin ceza niyetine yaptığı temizliği izlemek daha zevkli.''

Elimdeki bezi kovaya atıp ''Bir de bana sor!'' dedim

Yüzümü buruşturup acıyan belimi ovuşturduğumda kapalı gökyüzüne baktım.

Annem tüm hafta sanki olayı unutmuş gibi davranmıştı. Hafta sonu geldiğinde ise sabahın köründe evle beraber beni de ayağa kaldırmıştı.

''Dolunay, Yansı kızım nasılsınız?''

Annem arkamdan gelip beni vücuduyla yana iterek bezini silkelerken kızlara da selam vermişti.

Yok ben üveyim kesin!

''İyiyiz Yaprak Teyzem sen nasılsın?''

''Ne olsun? Uğraşıp duruyoruz. İçeri gelin derdim ama temizlik yapıyoruz her yer her yerde duruyor. Temizlik bittikten sonra bize gelirsiniz.'' Araya girdim. ''Bana niye sormuyorsun anne? Ben onları misafir etmek istiyor muyum acaba? ''

Bütün bu temizliği ikisi gelip keyfini çıkarsın diye yapmadım.

Oturdukları kaldırımdan Dolunay zar zor Yansı'yı kaldırmaya çalışırken konuştu. ''Yok Yaprak Teyzem bizim ödevlerimiz var. Yarın buluşacağız zaten. Deniz'in temizlik yaptığını öğrenince bir kolay gelsin diyelim dedik.''

Hayır benimle dalga geçmeye geldiniz.

''Tamam sizinkilere selam söyleyin o zaman.''

''Tabi söyleriz görüşürüz.''

Uzaklaştıklarında onların ardından mahkum bir esir gibi masum masum arkalarından el sallamıştım. İyi haber onlar gittikten sonra bütün evin temizliğini bitirmiştik. Daha iyi haber annem birkaç gün beni rahat bırakırdı. Akşam olduğunda yemekleri hazırlamış sofrayı kurmak için babamı bekliyorduk. Yemek işinden de iki şaklaban arkadaşlarımın ödevimiz var bahanesiyle yırtmıştım. Halbuki ödevlerimi dün bitirmiştim. Üzerimde hafta sonu diye verilen ödevi Cuma günü bitirme rahatlığı vardı çok mutluyum o yüzden. Dışarda yağmur yağmaya başlamış kitap okuduğum sırada gözlerim dışarıya kaymıştı. Üzülerek sildiğim camları düşünüyor ve içten içe anneme sitem ediyordum. Bir an düşüncelerimdeki sesi canlandı sansam da annemin gerçekten bağırdığını anlamam çok sürmemişti.

''Bu adam deli!''

Odamdan çıkıp oturma odasına doğru giderken annemin kaşlarını çatmış camdan dışarıyı izlediğini gördüğümde yanına gittim. Gözümün önüne gelen manzaraya bende inanamamıştım.

Babam çocuk gibi ceketini çıkarıp kenara bırakmış ve gömleğinin kollarını kıvırmış yağmurun altında kollarını iki yana açmış gülümseyerek bahçemizde duruyordu.

Evimizin küçük çocuğu gibiydi.

Yavaşça gözlerini açtığında bakışları direkt annemi bulmuştu. Ben de anneme baktım ve az önceki sinirli halinden eser kalmamış bir şekilde heyecanla babama el salladığını gördüm. Gözlerinin içi parlıyordu fakat bir yandan eli ayağına dolaşmıştı.

Babamda sol elini havaya kaldırıp dudaklarına götürdükten sonra öpücüğünü zarif bir şekilde anneme sunduğunda aynı elini yumruk yapıp sol göğsüne bastırmıştı.

Aşka bak be!

Gözleri bana kaydığında aşağıya çağırmış ben de dünden razı olarak babama dalıp gitmiş annemi geride bırakarak hemen aşağıya koşmuştum.

Üzerimdekileri umursamayıp bir çırpıda giydiğim terliklerle soluğu babamın yanında almıştım.

Geldiğim gibi beni kollarının arasına alıp dans ettirmeye başlamıştı ve biz babamın öylesine diline dolanan sözleri sanki arkada müzik varmış gibi mırıldanmasıyla bahçemizde dans ediyorduk.

'' Sen benim hayatıma bir güneştin

Şimdi ışığının çocuğuyla

Yağmurda şarkı söylerken buldum kendimi''

Babam kahkahalarının arasından uydurduğu şarkıyı söylemeye çalışıyor ben de ona eşlik etmek için uğraşıyordum ama gülmekten bir türlü sonunu getiremiyorduk.

Annem ne ara geldi bilmiyorum ama kapının önünde durmuş bizi izlerken gördüm onu. Babam tam önünde durup belimdeki elini ona uzatmıştı.

''Sana bu çamurun içinde dans edeceğimi düşündürten şey nedir?'' diye sordu annem.

Babam birkaç saniye düşünür gibi yapıp gülümseyerek cevap verdi.

''Eşim olman.''

Annem gülümseyip kabullenişle kafa sallayarak elini tuttuğunda babamın şarkısına devam etmişti.

''Ve sen koca adam benim ışığımın sebebisin.

Şimdi aynı denizde

dans ederken bulduk kendimizi.''

Üçümüz evimizin bahçesinde herkesten daha mutlu olduğumuzu bana inandıracak unutulmaz bir an yaşıyorduk.

---------------------------------

ŞİMDİKİ ZAMAN (İZMİR)

''Denizim...'' dedi annem saçlarımı okşarken.

Elimdeki çerçeveyi aldı.

''Baban öleli ne kadar oldu?'' diye sordu fotoğrafa dalıp gittiği sırada.

''Altı yıl oldu.'' dediğimde dudakları acı bir tebessümü misafir etti.

Bir gülümseme bu kadar acı verici olabilir miydi? Oluyormuş annemden öğrendim.

''Zaman ne kadar yavaş geçiyor.''

Ben fotoğrafı bırakıp tamemen ona baktığımda sertçe yutkundum. Bu başka bir yavaşlıktı kendisi için vaktin bir türlü gelmediğine bir yakınmaydı. Zamanın göreceli olduğunu biliyordum ama hiç insan duyguları açısından düşünmemiştim. Yine de ''Anne yapma! Sen de gidersen Deniz ile kim dans edecek?'' diyemedim.

Elim beyazlamış saçlarına gitti. Artık kendine eskisi kadar çok bakmıyordu. Saçlarımı ve gözlerimi annemden almıştım. Eskiden annemin saçları benim saçlarımdan çok daha güzeldi. Bana bir gece de olduğunu düşündürecek kadar hızlı beyazladı saçları.

''Boyayalım mı?'' diye sordum.

Kafasını kaldırdığında başındaki elimi tutup avucumun içini öpmüştü.

''Kimin için?'' dediğinde öyle bir bakıyordu ki bir an ne diyeceğimi bilememiştim.

''Kendin için.''

''Böyle mutluyum.'' Sen herkes kadar mutlusun anne. Ben herkesten daha mutlu olduğun zamanları biliyorum.

Gözlerinin kenarında biriken yaşları silip çerçeveyi yerine koydu.

''Hadi toparlanalım yarın güzel bir gün olacak yatalım değil mi?''

Benim yatağıma uzandığında ne yaptığını anlamayarak ona baktığımı fark edip cevap verdi.

''Ne var? Seni bir başına fotoğrafımıza sarılır halde ağlayarak uyumaya bırakacak halim yok! İlla ağlanacaksa beraber ağlarız.'' dediğinde bir kolunu boylu boyunca uzatmış ona sarılmamı bekliyordu. Gözlerimi kapatıp gülümsediğimde başucumda duran gece lambasını söndürüp ona sımsıkı sarılarak döktüm gözyaşlarımı. Hiç konuşmadık gözyaşlarımı da silmedi o da ağlıyordu ama birbirimize karışmayarak sadece sarıldık. Sonra ağlayarak uyumamak için inat etmişiz gibi annem beni gıdıklayarak komik şakalar eşliğinde gülümsetmişti. Bir nebze huzurlu bir uykuya bıraktık kendimizi. Rüyalarımızda yağmurda dans eden üç figür görecek kadar huzurlu bir uykuydu.

-----------------------------------------------

Hani bazı sabahlar olurdu uyandığınızda burnunuza patates kızartması kokusu gelirdi. Siz uyuduğunuz yerde mayışır gülümserdiniz işte o sabahlar dünyanın hiç bir sabahına değişilmeyecek kadar güzeldir. O sabahta o sabah yapılan kahvaltı da farklıdır. Neden böyle bilmiyorum ama kaç yaşına gelirsem geleyim burnuma gelen bu patates kızartması kokusunun beni uyandırdığı o farklı sabahları hep seveceğim. Kafamın içinden geçen düşüncelerin sebebi havadaki müthiş kokunun beni uykumdan etmeseydi.

Beni uykumdan eden şey annemin patates kızartmasıysa her gün uyandırılmaya razıyım.

Yatağımı düzeltmemin ardından üstüme rahat kıyafetler giyip aşağıya indim. Annem mutfakta ocağın başına duruyordu arkasından yaklaşıp sarılarak yanağından öptüm.

''Benim annem tatlı kızı için kahvaltı mı hazırlıyormuş?'' dedim ondan uzaklaşıp bir tane patatesi ağzıma atarken.

Biraz düşünür gibi yapıp ''Acı kızım için desek daha doğru olur sanki?'' dediğinde aklıma gelenle gülümsedim.

Canım annem her yönden bana benziyor.

''Ne oldu? Neye güldün öyle?''

''Hayır anne sadece birbirimize benziyoruz.''

''Hadi tabakları koy acelemiz var.''

Tabakları yukardaki dolaptan aldığım sırada anlamayarak anneme baktım.

''Ne acelemiz var?'' diye sorduğumda muzip bir ifadeyle gülümsedi.

''Dün Doğu demişti yarın toplarsın herkesi gün var diye bende aradım bizimkileri bugün bende toplanacağız.''

Anne ne ara aradın herkesi? Millet sabahın köründe telefon mesaisi mi yapıyor? Biri arasa da toplansak mı diyorlar?

''Anne biz Doğu'nun her dediğini yapıyor muyuz?''

''Evet.''

''Neden benim bu evde onun kadar hükmüm yok?''

''Kızım kötü mü dedi çocuk? Haklı kim görse sorguya çekecek sizi. Bir seferde halletmiş olursunuz.''

''Aynen anne onlarda da tek seferde bırakacak göz vardı.''

Ben ne kadar yakınıp itiraz etsem de annem her söylediğime bir cevap veriyor bir yandan da tabağıma kahvaltılıkları koyuyordu. Ne kadar tartışabiliriz diye düşünürken kendimi kahvaltı masasından ne ara kalktığımızı anlamamış bir halde soğan doğrarken bulmuştum. Annemle tartışmamız ben soğan doğrarken bile devam ediyordu. Hala güne itiraz ediyor dışarıya çıkıp gezeceğim diye ısrar ediyordum annemse ısrarla bunun bir gün olmadığını sadece gelişimiz için bir buluşma olduğunu söylüyordu.

''Az önce sen dedin milleti gün için aradım diye!''

''Öyle ağzımdan çıkmış olabilir alışkanlık işte! Sen soğanları yemeklik doğramayı bırakır mısın?''

Dediği gibi yapmaya başladığımda hala ona laf yetiştiriyordum fakat içinde olduğum durum içimde garip bir his oluşturmuştu.

Bir terslik vardı ama anlamadım.

---------------------------------------------

Terslik tüm itirazlarıma rağmen yemeklerin yarısını benim yapmam annemin de Müge Anlı izlemesiymiş. Kadın kahvaltıda beni o kadar beslemiş ki yemekleri yapacak gücüm olsun.

Ah bu anneler!

Son olarak yaptığımız kısırı masaya koyduğumda zil çalmıştı. Gazamız mübarek olsun.

Kapıyı annemin ısrarlarıyla ben açmıştım ve açtığım gibi ilk defa ısrar ettiğine çok sevinmiştim çünkü Yasemin Teyze ışıl ışıl bakan ve her baktığımda Mert'i andıran gözleriyle bana bakıyordu. Hemen eğilip elini öptükten sonra özlemle birbirimize sarılmıştık.

''Deniz hoş geldiniz kızım. Hepinizi nasıl özlediğimi bilemezsin.''

''Bende seni çok özledim Yasemin Teyzem benim.''

Gerçekten adı gibi Yasemin kokuyordu bu yüzden Mert onu hep Yasemin kokulum diye severdi.

''İçeri geçelim bol bol hasret gideririz.''

Arkasında duran Mert bana baş selamı verip aceleyle sırtını döndüğü sırada annesi beyaz tişörtünün ucundan tutup onu durdurmuştu. Böyle çok tatlı durduklarından haberleri olduğunu sanmıyorum.

Yasemin Teyze sevecen sesiyle ''Mertcim nereye gidiyorsun oğlum?'' diye sordu.

Yaramazlık yaparken yakalanmış bir çocuk edasıyla geriye dönüp annesinin sevimlice gülümsemesine karşılık korkulu bir gülümsemeyle baktı.

''İşim var anne.''

'' Tatildeyiz oğlum üstelik artık Ankara'da çalışıyorsun.''

''Başka işlerim var anne.''

''Yok oğlum.''

Mert kafasını yukarı kaldırıp ''Yok mu anne?'' diye sordu.

''Benden daha mı iyi bileceksin oğlum? Yok diyorsam yok.''

''Sen yok diyorsan yoktur anne. Ben de biliyordum böyle olacağını. Benim ne işim var sizin dedikodunuzun içinde?''

Geri dönüp sandalyeyi içeri sürerken sadece benim duyabileceğim şekilde '' Doğu'yu bir yakalarsam...'' dediğinde aynı duyguları paylaşıyorduk.

''Aynısından...'' diye eşlik ettim ona.

Kapıyı kapatacağım sırada İyi insan mı dersiniz? İti an çomağı hazırla mı dersiniz? Bilmem ama Doğu hızlı adımlarla buraya doğru geliyordu.

Kesin birinden kaçıyor.

Doğu ne acelesi olduğunu anlamadığım bir şekilde ayakkabısını çıkartıp eve girerken ''Hoş geldik yenge. Ne yemek yaptın? Çok açım!'' diye eve girmişti.

Kovalanmıyormuş aç midesini kovalıyormuş.

''Sen geç içeri doyuracaklar seni bekle.'' dediğimde bana aldırış etmemişti. Görür o birazdan.

''Oğlum ne ayıp evde doyurmamışım gibi çocukken de böyleydi bir türlü öğretemedim.'' Doğu'nun annesi Suzan Teyze'nin elinde tuttuğu ve muhtemelen içinde börek olan kabı alıp kenara koyduğumda birbirimize sarılmıştık.

''Hoş geldin kuzum benim.''

''Hoş buldum Suzan Teyze sağ ol.''

Doğu'nun annesiyle görünüş olarak hiç alakası yoktu ama huyları birebir aynıydı. Annesinin gözleri renkli ve buğday tenliydi. Saçları oğlununkinin aksine simsiyah ve omuz hizasındaydı. Huyları benzese de ayrıldıkları bir konu vardı. Doğu her ne kadar annesinin saçlarını uzatma taraftarı olsa da annesi bu halini daha çok severdi. Bu konuda anlaşacaklarını düşünmüyorum.

Arkadan Ulaş zorla geldiği belli bir ifadeyle annesi tarafından sürüklenerek buraya getiriliyordu.

''Anne küçükken de zorla getirirdin. Affedersin ama koca adam oldum hala zorla getiriyorsun.''

''Oğlum iki soru sorup sohbet edeceğiz sonra çeker gidersin. Bugün siz geliyorsunuz diye toplanıyoruz yoksa gün filan değil.''

Aynen canım biz bahane gün şahane olayı değil kesinlikle. Bizden laf alıp postaladıktan sonra asla göbek atmayacaksınız. Otobüste yer de istersin sen Binnur Teyze.

''Zaten kırgın ayrıldık azıcık oğlumla vakit geçireyim ne olmuş? Millete gösterip övmeyeyim mi oğlumu? Yapamaz dediniz işlerini nasıl büyüttü demeyeyim mi? Ben demiştim benim oğlum yapar siz bana inanmadınız diye söylenmeyeyim mi?''

Ağlamaklı bir halde konuşmaya girdiğinde Ulaş'ı can evinden vurmuş artık itiraz etmeyerek annesinin yanında yürümeye başlamıştı.

Binnur Teyze'yi gördüğünüzde Ulaş'ın beyaz tenini kimden aldığını anlıyordunuz. Onun dışında oğluyla pek benzerliği yoktu sarı saçlarının ardından ela gözleri ve çoğumuzdan kısa olan boyu onu oğlunun soğuk tavırları aksine sıcak bir görünüm sunuyordu.

Onunla da bir posta merhabalaştıktan sonra Ulaş ayakkabılarını çıkardığı zaman içeriyi kontrol ederek sinirle ''İnşallah Doğu içerdedir.'' dedikten sonra eve girmişti.

Bir Allah'ın kulu adam akıllı selam versin be!

Bugün kapıyı kapatamayacağım herhalde çünkü arkadan bir zorla getirilme vakası daha geliyordu.

Dün kimse gün olayının bu kadar büyüyeceğini düşünmemişti muhtemelen. Bütün bu olayları Doğu'nun dedikodu ve yemek yeme aşkı yüzünden yaşadığımıza inanamıyordum.

Selma Teyze, Dolunay'ın koluna girmiş mavi gözlerine uygun mavi şallarından birini takmıştı. Açık mavi elbisesiyle bugün tek renk üzerine yoğunlaşmış olsa da elbisesinin üzerindeki desenler müthişti. Kadının elime ne gelirse giydim kombini bile çok güzel. Dolunay'a gelince kot pantolonun üstüne krem rengi tişört giymişti her zamanki haliydi. Birazcık annesinden giyinme dersi alsa fena olmazdı. Bizde yararlanmış olurduk. Zevkine her zaman bayılmışımdır. Kadın hepimizden şık giyiniyor.

''Anne ben çok iyi bir üniversitede uluslararası ilişkiler okumuş kızım.Her türlü yabancı dil ve kültür hakimiyetim var benim gibi birini güne sürüklemek nedir?''

''Kızım kim gün dedi Biz sadece sizi özlediğimiz için bir araya gelelim dedik.''

Selma Teyze sabahtan beri kapıda dikilmişim bir arkadaşım bile doğru düzgün selam vermemiş gel sen o özlemi bana anlat.

''İnşallah Doğu içerdedir.'' diye söylendi Dolunay elindeki poşeti sertçe göğsüme bastırırken

Keşke Doğu'nun evinde toplansaydık. Kim gelse kapıyı açandan sinirini çıkarıyor.

Yansı ve annesi diğerlerinin aksine daha mesafeli gelmişlerdi her zamanki halleri yani.

Yansı'nın annesi Banu Teyze soğuk bir ifadeyle duruyor Yansı'da onun adımlarını sessizce izleyerek yanında yürüyordu.

Kahverengi saçlarını arkadan at kuyruğu yapmıştı dizinin altındaki kalem eteğinin üstüne giydiği gömlekte ona tam olmuştu. Yüzü yıllara meydan okuyan bir tazelikteydi kendine iyi baktığı çok belliydi. Öte yandan yeşil gözleriyle Yansı'nın onun kızı olduğuna hiç şüphe yoktu. Tabi gözlerindeki o soğuk bakışı ve tavırlarındaki mesafeyi gördüğünüzde Yansı'dan gittikçe uzaklaşıyordu.

Yansı ile ikisi hiç konuşmamışlardı her zamanki halleriydi. Banu Teyze'de diğerleri gibi bana sarılmış sonra ikisi hafif gülümseyip içeri geçmişlerdi

Bitmeyen komşu trafiğinin ardından sokağı kontrol edip sonunda kapıyı kapatabilmiştim. Bir an sonsuza kadar orada kalacağım sandım.

Oturma odasına geçtiğimde her kafadan bir ses geliyor, herkes bizi soru yağmuruna tutuyordu.

Arada annem olmasa kimseye hesap vermezdin. Sonuçta özledim annemin yanına geldim kimseyi ilgilendirmez.

Yaklaşık yirmi dakika sonra neden burada olmak yerine erkek erkeğe takılmadıklarını sorgulayan Ulaş ve Mert halının desenlerini inceliyordu. Doğu ise sarma yemekten mide fesatı geçirecekti ama umursamaz bir halde gülerek annemle dedikodu yapmaya devam ediyordu.

Dolunay ve ben birbirimize acı çekiyormuşuz gibi göz süzüyor yardım çığlıkları atıyorduk.

Yansı dünyanın en rahat insanı olarak gözlüklerini takmış telefonundan haberleri takip ediyordu.

Olayın başı güzel oluyor yemeler içmeler filan. Sırf onun için anneme zorla gün yaptırdığım bile olmuştur. Benim sinir olduğum merkezde bizim olmamız. Mevzu biz olmasak dedikodu bile yapabilirdim fakat ağzımı açsam laf dönüp dolaşıp bana gelirdi o yüzden susuyordum.

Annem ''Deniz kızım bir kahve yapıver.'' dediğinde artık isyan bayrakları çekmiş halde ona baktığımda bizi serbest bırakmasını istiyordum fakat bir işe yaramamış el mecbur kahveleri yapmaya kalkmıştım.

Bir ordu be anne!

Kimin nasıl içtiğini aklımda tutamayacağım için telefonumun notlar kısmına girmiştim.

Tam herkesi öğrenip gideceğim sırada bizimkiler sonunda bir aksiyon buldukları için benimle uğraşmaya başlamışlardı.

İkisi de evin kızı olacaklar güya bu durumlarda ev sahibi benim değil mi?

"Kanka benim ki şekersiz ve sütlü olsun!" Zıkkım iç Yansı.

"Kanka benimki de orta şekerli olursa sevinirim." Bela var Dolunay içen mi?

Biz burada bu kadar kişiye kahve yapma derdindeyiz hanımefendiler kalkıp kendi kahvelerini yapma zahmetine girmiyorlar..

Mutfağa adımlayıp kahve malzemelerini çıkardım. Ah anne ah sana kaç kere dedim şu eve kahve makinesi alalım ama yook illa biz yapacağız neymiş makinede güzel olmuyormuş Türk kahvesinin makinede kimyası mı değişiyor?

Bir gün kahveyi makinede yapıp içeriyim de görsün.

"Ooo gelin hanım kolay gelsin?"

"Kolaysa başına gelsin Dolunay. Niye geldiniz?"

"Anamlar kovaladı yardım edelim diye. Neyine yardım edeceğiz acaba? Daha iki kahveyi de yapamıyorsan işimiz var!"

"Dolunay biliyor musun?Ne zamandır elim kaşınıyordu!"

"Sağsa para gelir kanka yoksa sol muydu?"

Göz devirip işime döndüğümde bu sefer Yansı başlamıştı.

''Mert 'in kahvesine tuz koymayı unutma!'' dediğinde son raddeye gelmiş elime gelen merdaneyle onları mutfaktan kovalamıştım

Gittiklerinde ben de kahveleri hazırlayıp salona girmek istesem de dökerim korkusundan elim titriyor gözlerimi tepsiden ayıramıyordum. Yavaş adımlarla ilerlediğimde bunu fark eden Doğu gülerek konuşmaya başlamış tüm dikkatleri üstüme çekmişti.

''Kız bakma bakma!''

Yaptığı taklitle ben katıla katıla gülmemek için zor dururken tuttuğum kulpları sıkmaktan elim acımıştı.

''Heyecan yapma dökeceksin!''

Herkes onun yaptığı taklide kahkahalar atıyordu bense tepsi gülmememek için kendimi dizginlemek için uğraştığımdan tepsi öncekinden daha çok sallanıyordu. Büyüklerden başladığımda zor nefes hala nefesim düzene girmemişti.

Sıra bizimkilere geldiğinde Yansı'nın kahvesini alırken sinsice gülümseyip sadece benim duyacağım bir sesle" Ellerine sağlık bir dahakine gelinlik kahveni içmek nasip olsun diyeceğimde sen o zaman kesin bayılırsın!''

Ben sana şuradan bir uçacağım.

Sinirle ona bakarken yanında pişmiş kelle gibi sırıtan Dolunay'a tepsiyi tuttum uzanıp alırken ''Kanka lokum yok mu?" dedi aç! Sıra Doğu' ya geldiğinde gözleriyle tepsiyi işaret ederek" Tuz koydun mu? "diye sormuştu. Vallahi çıldırıyorum artık!

Ulaş'a kahvesini alıp" Eyvallah! "dediğinde şükrettim biri doğru düzgün bir şey söylemişti nihayet! Son olarak sıra Mert'e geldiğinde teşekkür edip almıştı kahvesini. Kendi kahvemi alıp yerime oturdum. Göz ucuyla Mert'e baktığımda kahvesine bakıp gülümsemiş sonra bana bakmıştı ki ben gözlerimi çevirdim. O sütlü severdi ona ayrı yapmıştım.

Kahvemden keyifle bir yudum aldığım an komşularımızdan Halime hanımın sorduğu soru üzerine içtiğim kahveyi püskürtmüştüm.

''Ee Deniz Mert ile evlilik ne zaman?''

Öksürük krizine girdiğimde Dolunay sırtıma vururken bir yandan da gülüyordu.

''Ne evliliği Deniz? Bizim niye haberimiz yok?'' dedi Yansı kafasını gömdüğü telefondan kaldırarak.

Doğu'da kınayarak ''Mert insan haber verir.'' dediğinde Mert ve ben birbirimize ne diyor bunlar? bakışı atıyorduk.

''Yansı saçmalama istersen gören evlendik de sizi çağırmadık sanır.''

Yansı akıl tutulmasını konuşturarak benden uzaklaşıp ''Ne evlendiniz mi?'' diye şaşkınlıkla sorduğunda sinirle yüzümü sıvazladım.

Doğu'da saçmalamaktan geri durmamıştı ''Vay be demek evlendiniz ne ara buralara geldik!'' Artık dilim tutulmuştu annem ve Yasemin Teyze'de olaya karışana kadar bir laf edememiştim.

''Ne evliliği?''

Mert ve ben can havliyle olayı açıklamaya başlamıştık.

''Evlilik filan yok anne! Bilmiyor musun bizimkilerin şakalarını?'' dediğimde Mert'te beni desteklemişti.

''Aynen anne şimdilik yok evlilik.'' Onu onayladığımda söylediği cümleyi kafamda tartarken yakaladığım detayla Mert'e baktım. Annesindeki bakışları bana döndüğünde ona nasıl bakıyordum bilmiyorum ama gülümseyerek elimi işaret etti. Ellerime baktığımda bir süre ne demek istediğini anlayamamışken bakışlarım bileğime kaydığında anında boşta kalan elimi bileğimin üstüne kapatırken kafamı kaldırıp şaşkınlıkla ona bakmıştım. O bu halimden büyük bir keyif alarak çarpık bir gülümsemeyle göz kırpmıştı. Bense gözlerimi ondan ayıramıyor sadece ona baktığım sırada Dolunay kulağıma eğilip ''Şimdilik mi dedi...'' Onu dinlemeyip Yansı ile birlikte ikisinin kolundan tutup kendimle birlikte onları da ayaklandırmıştım

Bu ani kalkışımıza anlamayarak bakan insanların üzerinde çok durmayıp anneme döndüm.

''Anne biz yukarı çıkalım artık! Siz de gelirsiniz.'' dediğimde kısa bir an Mert'in olduğu tarafa bakmış hemen kızları peşimden sürükleyerek televizyon odasına sokmuştum.

''Niye en heyecanlı yerinde kaçtık şimdi?'' dedi Yansı onu koltuğa iterek bıraktığımda.

Dolunay'da kendini onun yanına atarak ''Arada aklını böyle zamanlarda da kullan Yansı. Kız az önce neredeyse evlilik teklifi alıp pancara dönmüş sen hala olayı idrak edemedim.'' dedi.

''Evlilik teklifi mi? Oha ne ara aldı? Ben niye görmedim?''

''Olmayan olaylarla kafayı bozduğun için olabilir mi?''

Ben odanın iki duvarı arasında mekik dokurken az önceki olayın şokundan onların tartışmalarını dinleyemiyordum.

''Girebilir miyiz?''

Kapıdan başını uzatıp izin isteyen Doğu'ya göz ucuyla baktığımda gergin yürüyüşüme devam ediyordum. Ta ki çarptığım bedenle düşecekken dirseklerimden tutan ellerle yerimde kalana kadar.

''Dikkat et Deniz! Merak etme düşünecek vaktin var.'' Mert'in konuşmasıyla ağzımdan ''Ne!'' ifadesinin çıkmasına engel olamamıştım.

''Diyorum ki gören yarın gelin ediyorum demişim de işleri nasıl yetiştiririm diye kendini yediğini sanır. Böyle dedim diye de düşünme işini fazla uzatma.'' Dayananamayıp elimle göğsüne vurduğumda acıyla inlemişti.

''Onu yüzüme atman gerekiyordu göğsüme değil!'' dedi acıyla.

O yüze tokat atmamı beklediğine inanamıyorum.

''Kıyamamıştır Mert.'' Gözlerimi kısıp Yansı'ya baktığımda ne var yalan mı diye bana bakıyordu.

''Niye buraya geldik ne güzel muhabbet dönüyordu aşağıda.''

Aklıma ilk gelen bahaneyi söyleyiverdim.

''Efarit hakkında konuşmak için toplanalım dedim.''

Doğu hemen karşı çıkmıştı

''Lan toplanıp bir sonuca vardığımız mı var? Nasıl toplandıysak öyle dağılıyoruz. Hani bize verdiği görevleri bekleyip öyle konuşacaktık?''

Tırnaklarımı koluna batırdığımda canının acırken sıktığım dişlerimin arsından ''Sen çok biliyorsun Doğu!'' dedim.

''Deniz seninle işimiz var teklifi alalı ne kadar oldu? Sen şimdiden leyla oldun.

''Teklif deyip durmayın. Yarın ayrı ayrı mı gideriz?''

Aklıma daha önce gelmediği için kendime kızsam da konuyu değiştirebildiğim için memnundum.

Dolunay umursamaz bir edayla ''Biz üçümüz birlikte gideriz. Onlar ne yapıyorsa yapsın!'' dedi erkekleri kast ederek.

Ulaş'ın kınayan bakışları onu buldu.

''Erkek düşmanı bu kız!''

''Senin düşmanın demek daha doğru olur.''

''Dün gece camına taş attım diye mi böyle yapıyorsun?''

Dün gece camına taş mı attı? Ben biliyordum olaysız dağılmadıklarını.

''Camıma taş atıp rüyalarımı kabusa çevirdiğin için malum insan yatmadan önce vampir gibi biriyle karşılaşınca rahat uyuyamıyor.''

''Uykunda bile olsa sana rahatsızlık verdiğimi bilmem iyi oldu ve bilgin olsun senin aksine ben mışıl mışıl uyudum rüyama ise gözleri gökyüzünü andıran bir kız girdi.''

Ulaş'ın onu sinir etmek için söylediklerini fazla ciddiye almış olacak ki Dolunay'ın gözlerinden çıkan alevle adeta o kızın kim olduğunu öğrenmek için can attığını görebilirdiniz.

Yansı ikisinin sürekli atışmasından bunaldığı için odadan çıkmak ''Her neyse ben gidiyorum birkaç arkadaşımla buluşacağım. Bu arada yarın için rica ediyorum bozuk araba, kırık bacak, çatışma kaldıracak havamda değilim. Gitmeden gidin moralinizi yükseltecek psikolojinize iyi gelecek aktiviteler yapın.''

Dolunay'da odadan çıkmak için ilerlerken alayla güldü ''Yalnız Yansı birileri moralini kafa atmadan düzeltemiyor o ne olacak?'' dediğine karşın Ulaş göz devirip ''Duramıyor, bu kız bana sataşmadan duramıyor.'' demişti. Yansı kapıdan dönüp yüzündeki çarpık gülümsemeyle ''İyi hatırlattın mümkünse suça bulaşmayacak şeylerle meşgul olun. Yarın hepinizi zıpkın gibi görmek istiyorum birilerine hala birlik olduğumuzu ve ailemizi dağıtamadıklarını göstermemiz lazım.'' son kurduğu cümleyle gözlerinde erken bir zafer sevincinin parıltısı belirmiş ve göz kırparak odadan çıkmıştı.

Doğu'da bir şey söyleyecekmiş gibi olsa da boş verip Yansı'nın arkasından çıkmak için hareketlenmişti.

''Beni de bekle zeytin gözlüm birlikte gidelim.''

Şimdi de zeytin gözlüsü oldu.

Mert onun önünü kesmişti ''Sen hiçbir yere gitmiyorsun Doğu'' dediğinde korkuyla geriye adımlasa da tam arkasında Ulaş vardı.

''Benim buradaki spor salonuna gidelim diyoruz. Sen de gel!'' Ulaş kararmış gözleriyle ona baktığında itiraz istemediğini belli ederek kelimelerin üstüne basıyordu. Öyle ki Doğu'nu yutkunma sesini ben bile duymuştum.

''Benim işlerim vardı ben gideyim.''

''Tamam işte polis bey! İşin için antrenman yapmış olursun.'' dedi Mert.

Doğu iki kolunu da onlardan kurtarmaya çalışırken ağlamaklı bir hale bürünmüştü.

''Ama bu zorbalığa girer artık! Çok eziyorsunuz beni!''

Evden çıkana kadar ikisini ikna etmek için elinden geleni yapsa da nafileydi. Salonda haşatını çıkartacaklardı onun.

Bugünün hesabı sorulmalıydı değil mi?

-----------------------------------------------------------

Kendimizi yorgunlukla koltuğa bıraktıktan bir süre sonra annem biraz soluklanıp kendince günün özetini geçmişti.

''Ne gündü değil mi? Bir ara sen evlendin sonra başıma kaldın sonraysa evlenecek gibi oldun nihayetinde evleneceğin kesinleşmiş oldu. .''

Benimle uğraşmak herkesin en büyük zevki olmalı yine de dediğine ikimizde gülmüştük.

Düşünceli bir sesle tekrar konuşmaya başladı.

''Deniz ben neden Mert'i bir ayrı seviyorum biliyor musun?'' Bir anda sorduğu soruyla afallasam da sesimi çıkarmayıp devam etmesini bekledim.

''Sekiz yaşındaydı ve annesi yürüyemez olmuştu sen de hatırlıyorsundur belki. Üzülmüştü ama hiç bırakmadı annesini öyle ki onu sırtına alacak kadar büyümüştü. Ne olursa olsun annesi için sırtı hep hazırdı. Asansör bozukken onu on kat taşımak hiç canından bezdirmemiş aksine elli kat olsa yine taşırdım bu da bir şey mi demişti. Yazlık evlerinde yangın çıktığında bir an bile düşünmeyip alevlerin arasından annesini çıkartmıştı. Hatta bir gün annesinin merak ettiği manzarayı göstermek için çıktıkları tepede arabaları bozulmuş biliyor musun? Annesini sırtladığı gibi yürümeye başlamış. Sağ olsun yoldan geçen polisler yardımcı olmuşlar. Yasemin'in anlatırken yüz ifadesini görmen lazım bu bir annenin en gurur verici anıdır. Hiçbir belge hiçbir para veya başarı insana evladının verdiği insanlık savaşında aldığı galibiyet kadar mutluluk veremez. Neyi yapamıyorsa onun için kolaylaştırmak adına hep buradaydı. Sanki hayatı boyunca ona yardım etmek için kendine bir söz vermiş gibiydi.''

Devamı vardı ama yarıda kesmiş gibi hissetmiştim o yüzden

Başımı hafif eğip ''Sonra?'' dedim sorar bir tonda.

Derin bir nefes aldı anlatmak istemiyordu ama ısrar eden bakışlarımı görünce anlatmaya karar verdi

''Sonra sen gittin. Ruh misali gezdi ortalarda . En son sekiz yaşındayken öyle görmüştüm onu. insanın acısı değişse de acıyı yaşama şekli değişmiyormuş çocukluktan kalma alışkanlıklardan işte. Seni suçlamıyorum Deniz. Sağlıklı düşünemediğini biliyordum kızım. Gitmeni ben de destekledim. Sana kızmıyorum da sen benim canımsın sana nasıl kızabilirim? Gitmen gerektiğinin farkındaydım burada kalmak sana acı verecekti. Bunları sana üzerinden çok zaman geçtiği için anlatıyorum. Mert seni hep sevdi ve geçmişte girdiği bunalım kendisi de kötü zamanlar geçirirken senin gitmene değildi çünkü senin de zor zamanlar geçirdiğini biliyordu. Mert bencil biri değil fakat sadece gidişine duyduğu bir üzüntüyü bil istedim. Herkes böyle biri olmaz Deniz. Bunları bu yüzden anlattım üzülmen ya da kendini suçlaman için değil.''

Annemde üzülmüştü biliyordum burada bir başına kalmıştı. Ne kadar bencil olduğumu sonradan fark etmiştim. Acımız aynıydı ama ben annemi kendisiyle baş başa bırakmıştım. Suçluluk duyguma karşı içimde öyle derin bir kaçma isteği uyanmıştı ki ben kimseyi düşünmeyip gitmiştim. Dolunay kendimi böyle suçladığım bir zaman bana demişti ki ''Doğup büyüdüğün şehirde bir ölü vardı artık Deniz. Ne yaparsan yap orayı eskisi gibi göremezdin? Herkesten aynı acıyı aynı şekilde karşılamasını bekleyemezsin. Sen giderek baş edebilecektin. Bunun için kimse seni suçlayamaz.'' Kendimi bu cümlelerle telkin etmeye çalışıyordum.

Annem konuştukça ben ezilmiştim. Ev üstüme geliyordu sanki.

''Dışarı çıkacağım biraz hava almak istiyorum.'' dedim.

Nefes alıp veriyordum ama ciğerlerime hava dolmuyormuş gibi hissediyordum. Annemde anlamıştı. Hoş, zaten annem beni hep anlardı.

Çıktım dışarı sahile gitmek istedim. Oraya o kadar çok gitmek istedim ki hava almak istediğimi unutup acelem varmışçasına arabaya bindim. Ardı ardına nefesler alıp veriyordum ruhumda gidip gitmemek arasında bir savaş peydah olmuştu. Ben bu savaşta ne yapacağım diye düşünürken çoktan gelmiştim bile. Savaşmaya fırsatım bile yoktu çünkü ben hala kendi bildiğimi okuyordum.

Kendi içimde hep bir savaşa giriyordum ve hep benim istediğim oluyordu. Arabadan inip ilerlemeye başladım. Deniz kenarı olması bir yana gündüz yağan yağmurda ılık bir rüzgarı misafir etmişti. Üstüme bir şey almadığım için ürperdim. Yavaş olan adımlarım kalbimle birlikte sabırsızca hızlanmıştı. Sanki birine yetişmeye çalışır gibiydim. Denizin kenarındaki o bankı gördüğümde yavaşladım. Dışardan bakan birine uzun bir süre nefessiz kaldığımı düşündürtecek kadar sık nefes alıp veriyordum. Heyecanla yaklaştığımda ise gördüğüm kişi adımlarımı durdurdu. Ufak bir tebessüm oluştu dudaklarımda. Ters istikametten aynı yere gelmiştik bizim kaderimizde böyleydi işte. Biraz daha yaklaştık birbirimize bankın bir köşesinde o diğer köşesinde ben kalmıştık.

"Sen de geldin? " dedim neden geldin diye sorarcasına. Kaşlarını kaldırıp gözlerini denize çevirdi. Omuzlarını silkerken ellerini ceplerine koydu.

"Seni özledim." dedi umarsızca.

Bizi itercesine bir rüzgar esene kadar sessizce duruyorduk. Sonunda ıslak bankın bir köşesine oturdu bende diğer köşesine oturdum. Bir süre hiç konuşmadan durduk. Elindeki ince yeleği tüy gibi üstüme bıraktı. İtiraz etmedim. Ben üşürsem o daha çok üşürdü.
Soğuk havayı çektim içime. Gözlerimi kapattım ve aramızdaki sessizliği bozdum.
"Sen bana öyle bir şey yapsaydın seni affetmezdim biliyorsun değil mi?" dedim
"Biliyorum." denize bakıyordu.

"O zaman niye beni afettin?" Belki de affetmemişti.
Bıkkınca nefesini salmıştı. Sıkılmıştı bu sorudan ama beni tatmin edecek bir cevaba ihtiyacım vardı.
"Sen gittikten sonra şehirde hiçbir şeyin fark etmeyeceğini düşünmüştüm. İzmir gene aynı İzmir, deniz aynı denizdi. Şehrin her yerini karış karış gezdim, seninle gittiğim yerlere bile gittim, geçtiğimiz sokaklardan geçtim. Her yer sen kokuyordu, aldırış etmedim. İnsanız ya işte bir yerde salık veriyoruz, yolumuz gene bu denize düştü. Şu banka gelip şuraya oturana kadar umursamadığımı sandığım her şey gözümde belirdi . Sonra yanıma baktığımda gördüğüm boşluk sertçe yutkunmamı sağladı, boğazımda bir düğüm oluştu. O zaman anlamıştım gittiğini keşke öyle anlamasaydım. O an gidişinin acısı yetişememekten daha çok acıtmıştı. Sensiz İzmir yeter sanmıştım meğer İzmir senle güzelmiş. Şu anıta her baktığımda önce ölenler geldi sonra senin dolan gözlerin, şu kulenin önünde duruşun aklımdaydı ,sonra gördüğüm kestane arabası ile ışıldayan gülüşün beliriyordu zihnimde. Ben yine de buraya gelmekten vazgeçmedim.
Deniz biliyor musun? Seni unutmayı hiç istemedim ama o kadar çok denedim ki... Her sabah seni unutabilirim diye uyandım." Anladım ki ben gidince bu şehirde onu terk etmişti. Doğru ya bazen şehirler de terk ederdi insanı. Bende de öyle olmamış mıydı? O vakit insanın gidecek yeri kalmıyordu.

İçimde bir şeyler kımıldamışı. Şu an benim durduğum yerde o bir vakit kocaman bir boşluk görüyordu. Benim bıraktığım bir boşluk. Bunun ağırlığı altında ezilirken şimdi burada ne yaptığım önemsiz başına gelenleri hiçe sayarak sadece onun yanında duruyor olmamın onun gözünde bir lütuf olup olmadığını düşündüm. Benim içinse bir bencillik miydi? Kendime bir cevap veremedim.

"Sonra ne oldu?"
"Gece oldu."
İkimizde bunun üzerine gülmeye başladık.
"Sonuç olarak karanlık çöktü senin sevdiğin saatler geldi sonra ise sen gelmedin ve fark ettim sen hep oradaydın."
Biraz bekledik sonra yine onun sesi duyuldu.
"Ankara'da ilk karşılaştığımız zaman seni inceleme fırsatı buldum. Çökmüştün hala okulun bitmek üzereydi, gençtin ama o pırıltı ve heyecan yoktu sende. Yıllar sana bir şeyler katmak yerine senden çok şey götürmüştü. Eskiden olan enerjin uçup gitmiş yüzündeki gülümsemeler attığın kahkahalar hep bir eksikti. Nerede olsam tanırdım bu halleri aynı bana benziyordun. "
Aldığı nefesin sesi kulaklarıma ulaşırken o devam etti.
" Bana her baktığında gözlerinde gördüğüm acıydı. Vicdan azabı çekiyordun dedim ki kendime 'Bu kızın canı yanıyor belli. Sen bu acıya acı ekecek kadar vicdansız değilsin!' Hani bana sen masumsun dememe rağmen sürekli masum olmadığını söylüyorsun ya? Doğru Deniz, bir beyaz kadar masum değilsin ama kim karanlığın kirli olduğunu söyledi ki? Sen ister siyah ol ister beyaz ister yeşil... Ne olursan ol benim için hep en masum denizsin. "
Dirseklerini banka yaslayıp ayaklarını ileriye uzatıp devam etti.
" Bir kere vicdanın var kızım! Bu devirde onu bulmak ne kadar zor sen biliyor musun? İnsanın sızlayacak bir vicdanının olması ne kadar büyük bir nimet."
Ne zaman aktığını bilmediğim göz yaşlarımla içim dışıma çıkmışken burnumu çekip kıkırdamaya başladım şu halimle bile beni güldürebilmişti.
Saçlarımı yüzümden çekti kulağımın arkasına alıp ona bakmamı sağladı.
" İnsanın en büyük sınavı kendini affedemediği noktadaymış." diye söylediğimde dudakları kıvrıldı.
" Gittin gideli sana bir şiirler olmuş kadın! Kısa cümlelerinde çok acı şey anlatıyorsun."
Dediğinde sertçe yutkundum. Şehrin ben de terk etmesine atıfta bulunuyordu. İç çekip gözlerimi silerken tebessüm ettim.
" Deli! "kolumla onu hafif itekledim. Gülmeye başladık.
" En sevdiğin renk yeşil diye öyle söylüyorsun değil mi? "
" Ne alakası var canım? Ha yeşil ha kırmızı örnek olsun diye söylüyorum benim için fark etmez. Hem sen de benim sevdiğim rengi aklında tutmuşsun. Kahveyi nasıl içtiğimi de unutmayalım. "
" Gece gündüz onları düşünüyorum."
Cebinden peçete çıkarıp bana uzattı. Yüzünü buruşturmuştu.
" Deniz rica ediyorum bir dahakine git öte de ağla kızım! Şu sıfata bak Allah çarpmış sanki!"
Peçeteyle burnumu sildiğimde ona
Ters bir bakış attım.
"Çirkin olsak suratımıza bakmayacaksın yani?"
"Ne alakası var gözyaşına lafımız yok ama yüzün gözün salya sümük oluyor. Hem sen zaten çirkinsin!"
Koluna sertçe çarptığımda vurduğum yeri ovaladı.
"Çirkinmiş! Fıstık gibiyim be bir bakan bir daha bakıyor!"
"Kimmiş o bakan?"
Ayağa kalkıp hiç onu umursamayarak yürümeye başladım.
"Sana ne!"
"Ne demek sana ne! O zevksizin eşkali lazım!"
Peşimden geliyordu. Akşamın esintisinde yine aynı anıt aynı bankta aynı yolda bu sefer daha sakin adımlarla yürüyoruz. Uzun zaman sonra tekrar aynı denize bakıyoruz ve yine önden ben gidiyorum arkamdan ise o geliyor. İşte şimdi Deniz deniz gibiydi. Belki bir gün şehir de geri gelirdi.

----------------------------------------------

Yorum yapmayı unutmayın

Yazım ve noktalama hataları için üzgünüm.

Şarkı sözlerini ben uydurdum. Anlamsız gelebilir şimdiden kusura bakmayın sadece içimden geleni yazmaya çalıştım.

 

Loading...
0%