Yeni Üyelik
11.
Bölüm

9. BÖLÜM "GEÇMİŞ BİR BATAKLIK!"

@nurperi287

Güzel uykumu bölen şeyin sinir bozucu telefonun zırıltısı olması bir yana meşgule attığım halde arayan kişinin ısrarla aramaya devam etmesiydi. Tekrar çaldığında bu sefer açıp kulağıma koydum. Gözlerim kapalı halde sesim uykulu çıkıyordu.
''Alo!''
''Niye açtın salak?''
Dolunay'ın sesini duydum ardından Yansı konuşmaya başladığında neden öyle söylediğini anlamıştım.
''Kızlar duyuyor musunuz? Konferans yapıyoruz ona göre birbirinizin dedikodusunu yapmayın.''
''Yansı sadece meraktan soruyorum. Manyak mısın?''
Sorumu görmezden gelmişti. Kesin şu an sağ yumruğunu havaya kaldırmış bir halde konuşuyordur.
''Gün intikam günüdür!''
Bu kız şaka gibi üşenmemiş arkadan Deli yürek müziği de açmış.
''Yanlış şarkı açmışsın İntikam marşı açmalıydın.''
''Onu arabada açacağım hadi kalkın!''
Telefonu hoparlöre alıp yastığıma sarıldım.
''Sabahın köründe niye kalkıyoruz? Öğleden sonra buluşmayacak mıyız?'' diye sordum.
''Doğru ama şimdi koşmaya gideceğiz sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.''
''Sen zengin düşmanı değil misin? Biz ne zamandan beri spor yapar olduk?'' dedi Dolunay
Her şey o kadar pahalı olunca spor bile gözümüze lüks göründü.
''Ben kaçak zengin düşmanıyım ayrıca spor yapmak için para vermeyeceğiz sahile inip ucuz ucuz koşacağız!''
''Ulaş duymasın.'' dedim.
''Duyarsa duysun geçen kardeşimiz dedik bağrımıza basıp spor salonuna gittik adam bir fatura kesti ucunu bulamadık. İnsan azıcık indirim yapardı sağ olsun arkadaşım iş paraya geldiğinde kimseye güvenemeyeceğimi uzun faturasıyla göstermiş oldu. Neyseki yanımda Doğu vardı şoku tek başıma yaşamadım.''
İkisinin surat ifadesini hayal ettiğimde kahkahama engel olamamıştım.
''Ya sen nasıl bir beleşcisin?''
''Öyle! Şimdi önemli olan Ulaş'ın ihaneti değil önemli olan intikam. Gidelim ve boy gösterelim.''
''Kavga yok Yansı!'' diye ikaz etsem de ikisi kendine göre cevap vermekten geri durmamışto
''Ne kavgası Deniz? Güzel güzel konuşacağız!''
''Ya da güzel güzel döveceğiz.'' diye ağzının içinden mırıldansa da biz Dolunay'ı duymuştuk.
Oflayıp yüzümü yastığa gömdüm yine başlıyoruz
''Kimi niye döveceksin Dolunay?''
Hemen yükselmişti ''İşte canımızı sıkarlarsa masayı kafalarına geçirelim!''
''Sen onların canını sıkma da...'' dedim imayla
''Ona söz veremem. Hem ne saçma bir iş bu? Sanki çok seviyormuşuz gibi buluşmalar filan sevsek buluşmazlardı.''
Susmayacaklarını tahmin ettiğimden kendi aralarında ki tartışmaya katılmadığımı bildiklerinden yüzümü yıkamak için banyoya girdim.
''Yansı kimseyle kavga etmeyin dedikten sonra vücudumuzu sağlamlaştırmaya çalışman birbiriyle çelişmiyor mu?''
''Sen niye her şeyin kötü yönünden bakıyorsun?''
Dolabımın kapağını açarken araya girdim.
''Gidiyor muyuz?''
İkisi aynı anda cevap verdi.
''Evet!''
''Hayır!''
''Geliyorsun Dolunay. Gelmezsen yatak odanın camına taş atar yine de getirttiririm seni!''
''Gelmiyorum Yansı ve şunu da bil o taş soluğu senin kafanda alır!''
Onların konuşmalarını umursamayıp dolapta rahat kıyafetler arıyordum .Baktıkça sinirlerim bozuluyordu boş verip uyumlu olup olmadıklarına bakmadan siyah bir tayt üzerine de açık sarı tonlarında uzun bir tişört aldım.
''Bak Deniz'e hiç itiraz ediyor mu?''
''Şunu normalleştirme Yansı. Bu iyi bir şey değil bunu en iyi sen biliyorsun.''
''Evet biliyorum.''
''Ben buradayım ve sizi duyabiliyorum biliyorsunuz değil mi?''
Az önce ikimize dedikodu yapmayın dedikten sonra kendisi benim dedikodumu yapıyordu.
Tam bir laf edeceğim sırada camdan gelen sesle oraya gittim. Aşağıya baktığımda gördüğüm kişiyle kısa bir an afallayıp telefona baktıktan sonra tekrar dışarı baktım.
Yansı yüzündeki gülümseme ve gözüne taktığı simsiyah gözlüklerinin ardından bana bakıp el sallamıştı.
''Deniz başka birini mi bekliyordun? Beni görüp de böyle surat ifadesi takınman pek normal değil. Ne bu hayal kırıklığına uğramış surat ifadesi? Bu cama başka kim taş atıyor? Dünkü evlilik teklifinden sonra başka şeyler kaçırmak istemiyorum.''
''Yansı tekrar soruyorum sen manyak mısın?'' Israrla sorduğum soruya kendine yakışan bir cevap vermişti.
''Hangimizin aklı yerinde ki?''
Onaylamaz bir halde başımı salladım.
''Bir kahvaltı etseydim.''
''Sahilde yenilen gevrekten daha iyi bir kahvaltı mı olur? Peynirde alırız denize karşı yeriz.''
''Vücudumuzu sağlamlaştırırken mi?'' Dolunay'ın telefondan sesini duymuştum Yansı yüzündeki sırıtışı bozmadan bana bakarken'' Araya girme Dolunay!'' demişti.
Yatağımı topladıktan sonra anneme haber verip evden çıktım.
Yansı'nın yanına gittiğimde başımı okşayıp takdir eden bir tavırla ''Canım arkadaşım benim hiç zorluk çıkarmazmış bana.'' dedikten sonra önden yürümeye başladı.
Az önce bana evcil hayvan muamelesi mi yaptı?
''Deniz hadi!''
Yanına gelmem için işaret ettiğinde beklemeyip peşinden gittim.
Dur lan ne oluyor?
Aklımdan geçen düşüncelerle vazgeçip durdum.
''Yansı sen bana hayvan muamelesi mi yapıyorsun?''
''Hayır Deniz ne ilgisi var? Sadece ben gel diyorum sen geliyorsun.''
Yani ben mi kendime hayvan muamelesi yapıyorum. Türümü mü karıştırdım yani?
Yansı beklemeyip kolumdan tutarak beni sürüklemeye başlamıştı.
''Yürürken sorgularsın Deniz insanlar öyle yapıyor.''
Dolunay'ın evine kadar ben sorguladım Yansı ise beni çekiştirmekten geri durmadı.
Geldiğimizde olacak olanı bildiğinden hiç Dolunay'ı aramayıp taş aramaya koyulmuştu.

''Yapma Yansı gözüne filan gelirse ne olacak?''

''Bir şey olmaz ona merak etme ben iyi nişan alırım.''

''Lan görmediğin yerin nişanını nasıl alacaksın?''

''Alırım ben.''

Ne kadar engellemeye çalışsam da eline aldığı taşla dediğini yapıp kızın neyse ki açık olan camından içeri taş atmıştı. Birkaç adım geri gittiğinde Dolunay'ın çığlığını duymuştuk.

''Ahh!''

Yansı bunu duyar duymaz arkasını dönüp kıkır kıkır gülerek yanıma gelmişti.

''İyi mi yaptın şimdi?'' diye ona çıkıştığımda umursamayıp omuz silkti.

Dolunay acıyla kafasının arkasını ovuşturup bedenini camdan sarkıttığında etrafa bakıyordu. Bakışları bizim olduğumuz yerde durduğunda kaşlarını çatmış ciddi bir ifadeye bürünmüştü.

''Bittiniz siz!'' dediğinde ben hemen esas suçluyu işaret ettim ''Dolunay Vallahi ben yapmayalım dedim.'' dediğimde hiç umursamayıp bir hışım camın önünden ayrılmıştı. Yansı ve ben başımızı çevirip birbirimize baktığımızda ikimizin de aklından aynı şey geçiyordu.

''Koş!''

Dolunay öfkeyle öyle hızlı aşağıya inmişti ki arkamızdan ''Alçaklar!'' diye bağırdığını duymuştuk.

Koşarak dün Mert ile istemsizce geldiğimiz sahile gelmiştik. Anlamsız kovalamacamız son bulduğunda Dolunay bütün etlerimizi çimdiklemenin ve kolumuzdaki morlukların zaferini yaşıyordu. Kavgamız bittiğinde biraz yürüyüş yapıp gevrek ve meyve suyu aldıktan sonra boş bulduğumuz bir bankta yan yana dizilmiştik. Kaç yaşında olursak olalım birbirimizi sinir ettikten sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam edebiliyorduk. Çocukluğumuzdan yanımıza aldığımız nadir özelliklerden biriydi.
Dışardan bakan insanlar için biz birbirinden ayrılmıyor gibi görünebilirdik fakat esasında öyle değildi. Vücutlarımız her ne kadar yan yana olsa da ruhlarımız başka yerlerde geziyordu. Kim bilir? Belki bir gün bedenlerimiz de ayrılırdı.
Yansı temiz havayı içine çektikten sonra meyve suyunu tuttuğu eliyle denizi gösterdi.
''Hayat bu kadar basittir işte! Zorlaştıranlar utansın.''
''Ya da bir simidi çok görenler.'' diye tamamladım onu.
Dolunay'da gözleri ufuktayken sohbete katıldı.
''Hayatın yaşamaya bilene nasıl güzel olduğunu bilseydik ot gibi hayatımızı çoktan terk ederdik.''
Araya girme ihtiyacı hissetim.
''Ot derken? Peşimizdeki Efarit'i saymıyorsunuz herhalde.''
Yüzünü buruşturup simidinden bir parça ısırmadan önce cevap verdi.
''Efarit hayatımızı renklendireceğine otu tercih ederim.''
''Biz deli olmak nedir onu bilmiyoruz. Fazla aklı başında insanlarız ve az düşünüyoruz.'' Yansı'nın söylediği üzerine merakla ''Deliler çok mu düşünür?'' diye sordum.
''Bence çok düşündükleri için deli olurlar.'' verdiği cevabın haklılığıyla güldüğümüzde Dolunay devam etti.
''Ülkedeki herkesin biraz deli olduğunu düşünürsek bütün delilerin çok düşündüğü söylenemez.''
''Deli güzellemesi yapmasak mı?''
Saçma bir sohbete girdik yine.
'' Tamam Deniz sen sakin ol korkması gerekenler karşıda.''
Yansı'nın gülerek gösterdiği yere baktığımda ne demek istediğini anlayıp bende ona eşlik ettim.
sessizleşip denizin dalgalarını dinlemeye koyulmuştuk. Sabahın erken saatlerinde geldiğimiz için pek kimse yoktu şimdiyse insanlar yavaş yavaş sahili doldurmaya başlamıştı.

Dolunay sesli bir iç çekip önümüzden geçip giden köpeği işaret etti.
''Bazen yaşadığımız yerde bir köpek kadar değerim olmadığını düşünüyorum. Ben de hayvanları çok severim ama bir gün ben öldürülsem kimse benim için onlara çıkardıkları kadar yaygara çıkartmayacakmış gibime geliyor. Son zamanlarda fark ettim biz ayağa kalkabiliyormuşuz sadece kendimiz için uğraşmamışız. Gerçi uğraşımız pek uzun sürmüyor günün sonunda aynı boyun eğiş...''
Meyve suyumdan bir yudum almadan önce ''Sanırım herkes gücünün yettiğine sesini çıkarıyor.'' dedim.
Yansı'da benim gibi duruyordu.'' Biz nasıl savaşılır bilmiyoruz. Sadece görünen cepheyi sayıyoruz.''
''Ne gidebiliyoruz ne kalabiliyoruz.'' diye eşlik ettim ona.
Gözlerimi daldığım denizden alıp yutkundum ''Konuşmayalım bunları.''
''Zaten hiç konuşmuyoruz bunları.'' dedi Yansı. Bir süre durduktan sonra kendine gelip devam etti.
''Neyse asıl meseleye gelelim. Dolunay, Ulaş ile konuştum siz mekana el ele tutuşarak gireceksiniz.''

Dolunay hiç durmadan kendinden beklenilen tepkiyi vermişti.
''Neden sevgili miyiz?''
''Değil misiniz?''
''Yansı kavga etmeye mi yoksa havamızı değiştirmeye mi çağırdın?''
''İkisi de... Şu an konumuz bu değil. Sen ve Ulaş sadece o anlık rol yapacaksınız. Kısaca sessizce kavga edin de diyebiliriz.''
''Ulaş'ta bunu kabul etti öyle mi?''
''Sence senin sinirini bozma fırsatını kaçırır mı? Dünden razıydı hemen kabul etti.''
''Hiç şaşırmadım ama gösteririm ben ona rol nasıl yapılıyormuş. Görelim beyefendinin feleğinin nasıl şaştığını. Peki Deniz ile Mert'e niye bir şey demiyorsun? Onlar da rol yapsın!'' Sonlara doğru kaşlarını çatmış şikayet eden bir çocuk edasıyla bana bakıp sesini yükselttiğinde bende kaşlarımı çattım.
''Ben onları kendi haline bıraktım o toplara girmeye gücüm yetmedi.''
''Hayret gücünün bize yetmesine bile şaşkınım. Keşke beni de kendi halime bıraksan!''
''Sonrada karakoldan alalım değil mi?''
''Siz iki deli bir araya gelmemelisiniz.'' dedim Dolunay ve Ulaş'ı kast ederek. Yansı'da beni tamamlamıştı. ''Geliyorsanız da yalnız kalmamalısınız.''
''Niye konu özellikle uyuz Ulaş ve ben olduğumda hepinizin gözünde suç canlanıyor.''
Dediğiyle Yansı ile ben hatırladığımız anı ile birlikte imayla ona bakıp ''Acaba?'' dediğimizde umursamamıştı.
--------------------------------------------------
GEÇMİŞ ZAMAN
Masaya başımı koymuş uyuduğum sırada birinin bana seslenmesiyle mecburen kafamı kaldırmıştım.
''Efendim Arda?''
''Deniz son edebiyat dersinde yoktum. Notları alabilir miyim?''
Arkamda bir hareketlilik hissetmiştim. Dönüp baktığımda Mert'in keskin bakışlarının hedefine Arda'yı koyduğunu gördüm.
''Deniz?'' Arda'nın soru soran sesiyle gözlerimi Mert'ten çekip ona bakarak gülümsedim.
''Tabi veririm Arda.''
Çantamdan edebiyat defterimi çıkarırken konuşmaya devam etti.
''Bir gün bana edebiyat çalıştırsan nasıl olur? Senin edebiyat notların iyi.''
Defteri ona uzattığım sırada cevap verecekken benden önce biri cevap vermişti.
''Çalıştıramaz Arda.''
Mert tahmin ettiğim gibi soluğu burada almıştı.
''Neden?''
''Çünkü beni çalıştırıyor.''
Ağzımdan çıkanları kontrol edemeyerek kaşlarımı kaldırıp ona baktım.
''Affedersin?'' dediğimde uyaran bakışlarla bana baktı.
''Notlarım onun için bu kadar iyi.''
Tek ayakta yalan attı kim bilir bana ne yalanlar söylemiştir.
''Öyle mi? Bilmiyordum. O zaman bir ara sinemaya gidelim Deniz olmaz mı?''
Ben yerime yine Mert cevap verdi. Bu durum sinirimi bozmaya başladı.
''Bir ara benimle sinemaya gider Deniz. Sen meraklanma.''
''Anladığım kadarıyla bugün konuşacak havada değiliz Deniz ben defterini geri verdiğimde bol bol sohbet ederiz.''
Arda yanımızdan ayrıldı an hiçbir şey söylemeyip kollarımı önümde bağlayarak yüzümü çevirdim.
''Ne oldu? Sakın bana Can'ın kendisi gibi olan saz arkadaşı yüzünden kızdığını söyleme.''
Dediğine karşın istifimi bozmadan cevap verdim.
''Maşallah çok güzel yalan uyduruyormuşsun bu huyunu bilmiyordum.''
''Yok artık Deniz! Böyle bir konu için tavır yapmayacaksın herhalde.''
Yüzüme bakmak için sarf ettiği çabayı görmezden geldim.
''İnsanın yalancılığı böyle zamanlarda belli olur!''
Biraz durduktan sonra dayanamayıp bedenimi ona çevirdim.
''Hem benim yerime niye cevap veriyorsun? Benim ağzım yok mu? Bu tarz hareketlerden hoşlanmadığımı biliyorsun. Arda gıcık biri olabilir ama kendi başıma da onu defedebilirim. Alt tarafı edebiyat defterimi verdim.''
''Olabilir onun edebiyat defterini bahane ettiğini ikimiz de biliyoruz.''
''Peki hadi esas mevzuya gelelim. Bana söylediğin yalanlar varsa şimdi söyle istersen nasıl aptal yerine koyulduğumuzu bilelim değil mi?''
''Estağfurullah canım.''
''Lafı dolandırma Mert! Bana hiç yalan söyledin mi?'' Bunu gerçekten merak ediyordum. Bu olayda sormam için güzel bir bahane olmuştu.
Keskin bir sesle cevap verdi.
''Hayır!''
''Peki ilerde bana yalan söyler misin?''
''Eğer bir gün seni üzecek bir olay için yalan söylemem gerekirse söylerim.''
Tam ona beni üzecek bile olsa doğru söylemesi gerektiğini söyleyeceğim sırada araya ağzı dolu olduğu halde merakla çıkan Doğu'nun sesi karışmıştı.
''Ne oluyor burada?''
İkimiz aynı anda ''Bir şey yok!'' dediğimizde Doğu'nun yanına gelen Yansı memnuniyetsiz mırıltılılar çıkardı.
''Gene bir olay kaçırmışız Doğu. Görüyor musun?''
Doğu dudağını büzüp yerine otururken morali bozuk bir halde diğer kekini açmaya başlamıştı.
''Görüyorum üzgün bir okuyucuyum şu an.''
Daha fazla sorgulamalarını istemediğim için Mert'e bu konuyu sonra konuşacağımızı söyleyip bizimkilere döndüm.
''Ders başlayacak yerimize geçelim.''
Son derse girecektik. Dolunay kütüphaneden sınıfa girdiğinde sırasına geçmeden önce Yansı'nın yanında durdu.
''Kurs bittiğinde laboratuvara gelir birlikte çıkarız.''
Ulaş arkadan gelip Dolunay'ın dediklerini duymuş yolu açmak için omuzlarından yana iterken sataşmayı ihmal etmemişti.
''Aman Dolunay sen şimdi bir yerleri yakarsın.''
''Ulaş doğruyu söylüyor çıkışta biz geliriz.'' dedi Doğu
''Nereyi patlatmışım bu zamana kadar? Geliriz dediysek geliriz. Hem ben merak ediyorum nasıl zehirler yaptığınızı.''
Doğu artık onun bu spekülasyonlarına dayanamadığı için sürekli karşı çıkıyordu.
''Dolunay biz zehir yapmıyoruz.''
''Ya ne yapıyorsunuz?''
''Hocamız ders veriyor sonra bazen deneyler ufak tefek zararsız karışımlar ve bileşikler deniyoruz. Günlük hayatta kullandığımız kimyasal yöntemleri inceliyoruz o kadar başka bir şey yok!''

''Başka bir şey yoksa gelebiliriz.''
''Tamam Dolunay gel Allah aşkına gel!''

Son ders bittikten sonra kurs için ayrı sınıflara dağılmıştık. Yaklaşık iki saatin sonunda bizim için okul anca bitmişti. Laboratuvarın önünde buluşmuş içeri girmek için hareketlendiğimizde konuşmaları duymuştuk.

''Çünkü daha küçüğüz Doğu.''
''Lisedeyiz Yansı.''
''Lisede olmamız ciddi ilişkiler için büyüdüğümüz anlamına gelmez sadece eğitim öğretim hayatımızda ilerlememiz gerektiği anlamına gelir.''
''Yahu Yansı ben sana demiyorum ki gel birlikte ağaca çıkalım.'' Bu ikisi neden her konuyu alakasız örneklerle destekliyor?
''Bunları aklı selim düşünecek yaşlarda değiliz Doğu belki ilerde pişman olacağız.''
''En büyük pişmanlığım seni kaybetmek olur.''

Odaya girmemizle ikisinin konuşmayı kesmesi bir olmuştu. Yansı bize kısa bir bakış attıktan sonra ortalığı toplamaya koyuldu. Kendi aralarındaki bir mesele olduğu için onların konuşmasını duymamış gibi yapmıştık.

''Hoca nerede?'' diye sordum ortamdaki garip havayı dağıtmak adına.

Doğu ''Ufak bir işi vardı hemen gelecek.'' dedikten sonra en çok o ısrar ettiği için Dolunay'a döndü.

''Buraya gelmekte ki ısrarınızın nedenini öğrenebilir miyiz? Daha önce bin kere gelmiştiniz.''

Dolunay merakla onların tezgahına bakarken cevap verdi.
''Siz burada zehirli bitkiler yetiştirirken biz de nasıl hayatta kaldığınızı görmeye geldik.''
''Biz zehirli bitki yetiştirmiyoruz Dolunay!'' Dolunay'ın onları sinir etmek için aynı cümleleri inatla kuracağını bildiği halde Doğu neden sürekli açıklama yaptığını anlayamıyordum fakat Dolunay biraz daha zorlarsa Doğu kafasına vura vura anlatacak ve bu mecazi değil.
''Bugün yetiştirmesen bile yarın yetiştirirsiniz Doğu!''
''Biz niye zehirli bitki yetiştirelim Dolunay?''
''Niye yetiştirmeyesiniz? Bunun için burada değil misiniz? İlerde ihtiyacınız olur.''
''Yahu niye zehirli bitkiye ihtiyacımız olsun?''
'' Canınızı sıkan biri olursa zehirlersiniz olur biter.''
''Canisin Dolunay biz bunlarla ilgilenmek hoşumuza gittiği için buradayız. Hocayla uygulamalı ek ders yapıyoruz. Her şey insanlık için.''
''Bize zehirli bitki de lazım. Canımızı sıkarlarsa ver zehri.''

''Ya niye herkes senin canını sıkıyor?'' Dolunay soruyu görmezden gelmeyi tercih etmişti.
''Bu konuşma gittikçe sarpa sarıyor.'' dediğimde Yansı aldığı malzemeleri arka odaya götürürken konuştu.
''Boşver bu grupta ne düzgün ilerliyor ki?''

''Bu kap ne?'' diye sordu Ulaş eline alıp incelerken.
Yansı ''Beherglas, lise 1'de gördük bunları!.'' diye çıkıştığında dayanamayıp yakınmıştım.
''Ay herkes bir asabi! nereden hatırlayalım?''
''Bilmediğiniz şeylere dokunmayın.'' Yansı'nı uyarısı üzerine Dolunay masum bir tavırla
''Ama merak ediyoruz.'' dedi.
''Neyi merak ediyorsunuz kimyasal şeyler işte!''
''Bunların bir adı yok mu?'' Dolunay bu soruyu sorduğunda eline aldığı beyaz orta boylarda kare bir kalıbı elinde tutmuş oynuyordu.

Doğu cevap vermek için kafasını kaldırdığında elinde tuttuğu şeyi gördüğünde hızlıca onun yanına gitmek için hareketlenirken aynı zamanda onu uyarmak adına konuşmaya başladı.
''O suyla tepkimeye girdiğinde-'' demesine kalmadan Dolunay elinde tuttuğu şeyi yanlışlıkla yanında duran su dolu kaba düşürmüştü. Doğu yerinde kalakalmış az öncekine nazaran daha sakin bir sesle ''Patlar!'' dedikten sonra hemen Dolunay'ı oradan uzaklaştırmıştı.

Biz neden bu kadar büyük tepki verdiğini anlayamamışken gözümüzün önünde suda bir patlama olmuştu.

Doğu'nun koridordaki yangın söndürme tüpünü ne ara aldığını anlamamıştık ama önemli olan bu değildi. Hepimizin beyazlar içinde kalmasında daha korkunç olan aramızda iki kişinin fazla olduğunu fark etmemizdi.
Müdür Bey ve kimya hocası yanımızda duruyordu.
Gözünü açana kadar hiçbir siyahlık fark edemediğimiz İbrahim Bey'in bir anda gözünü kocaman açıp sinirle kaşlarını çatmıştı.
''Odama hemen!''

Biz baştan aşağı birbirimizin perişan haline bakıyorduk. Bundan sonraki olan hikayeyi hepimiz daha önce gördük.
Müdürün odasına gelene kadar oluşturduğumuz tek sırayı bozmadık hatta daha üstüne çıkıp birbirimizle bile tek kelime bile konuşmadık. Hepimiz olayın şokunu yaşıyorduk. Doğu'nun anlık heyecanla üzerimize püskürttüğü köpükler bizi mahvetmişti.
Kendisinden hiç beklenmeyecek bir sakinlikle tek bir noktaya bakarak konuşmaya başladığında bu tespitimin doğru olduğuna daha çok emin oldum.
''Birinin bela okumasına gerek kalmadan Allah hepimizin belasını veriyor canım kardeşlerim.'' Bunu bizden çok kendi kendine konuşur gibi söylemişti.
Aynı tavırla Yansı konuşmaya devam etti.
''O belayı sürekli bizim seçmemiz dışında bir problem yok!'' Onların konuşmalarının ardından müdürün bir anda bağırmasıyla yerimizden sıçramıştık.
''Rezalet!''

O kadar sinirliydi ki küçücük odada yerinde duramayıp dört dönüyordu.

'' Artık neden diye sormaktan korkuyorum ama söyleyin bana neyinize güvenip laboratuvara hepiniz birlikte girdiniz?''

Müdürümüzün olayın gidişatını umursamayıp girişi sorgulaması durumun vahametini ortaya seriyordu. Adam hiç demedi ''Bilmediğiniz şeyleri niye kurcalıyorsunuz?'' diye. Direkt olayın kökünden başladı.

''Yahu bilmiyor musunuz? Siz bela mıknatısısınız. Tahmin edemediniz mi biz bu laboratuvara girsek orayı patlatırız diye.''

Hiçbirimiz ağzımızı açmıyorduk.

Müdür artık aklına geldiyse gülmeye başlamıştı ama hala bize kızmaya devam ediyordu.
'' Sodyumu suya düşürme olayının tam size yakışan bir olay olması bir tarafa neden bütün laboratuvar yanıyormuşçasına yangın söndürme tüpüyle hepimizi yıkadınız?''

Verecek bir cevap bulmak adına birbirimize baktığımızda kimse de elle tutulur bir şey olmadığını görmemizle İbrahim Bey'e bakıp bilmediğimizi belli etmek için dudaklarımızı büzüp omuzlarımızı kaldırdık.

Pes ederek dönmeyi bırakıp koltuğuna oturmuştu. Ne kadar öyle durduk bilmiyorum bir eliyle başını sıkıntıyla ovmaya başlamışken az öncekinden daha sakin duruyordu.

''Ya dışardan biri duysa? O vakit ne yapacağız?'' diye sordu

İçimde ne alaka demek gelse de şu an çok sinirli oluğu için ne dediğini bildiğini düşünmüyordum.

Sonunda Doğu hocanın sakinleştiğini düşüp konuşmayı devralmıştı.
''Hocam iyi tarafından bakın kameralardan şu an okulda olan öğrencileri bulur hain varsa onu bulma yolunda bir adım öne geçmiş oluruz. Malum 600 kişilik okulda hain bulmak zor şüpheli listesini sizin için en aza indirme ihtimalimizi gözden kaçırmayalım.'' Bu dediğinin üzerine Ulaş ensesine vurup ''Saçmalama!'' diye ona hepimiz adına kızmıştı.

Müdür Bey'den Doğu'nun söylediklerine karşı sinirlenmesini beklerken Gülen bir sesle karşılık verdi.
''Yani Doğu sen az önce yaşattığınız bu kaosun bir ihtimal okulda bir hain olduğunu ve bunu şu an okulda bulunan öğrencilerin yaşanan olayları arkadaşlarına mesaj atma ve mesaj attıklarından birinin hain olma ihtimalini göz ardı ederek onları varlığı meçhul bir hain bulma yolunda oluşturacağım sözde şüpheli listesinin en başına koymam için bana olanak sağladığı iyi bir tarafı olduğunu söyledin doğru anlamış mıyım?''
Doğu bir kaç sefer konuşacak gibi olsa da vazgeçmişti. En sonunda ağzından bir cümle çıkabildi.
''Hocam cümleyi arkadaşlarla ögelerine ayırdıktan sonra size cevap verebilir miyim?''
Bizi niye karıştırdı şimdi?
''Neyse ki ben onun arkadaşı değilim.'' dediğimde inanmayarak bana baksa da hiç oralı olmadım.
''Arkadaşlarıyla birlikte listenin 50 kişi civarında olacağını düşünürsek iyi bir ihtimal.''

Müdür daha fazla bu saçmalıklara dayanamayıp hepimizi kovmuştu.

''Çıkın! Daha fazla saçmalayıp sinirlerimi bozmadan kirlettiğiniz her yeri temizledikten sonra terk edin okulumu!''
''Tamam hocam her ne kadar istenmediğimiz yerde durma gibi bir huyumuz olsa da siz istediğinizde boynumuz kıldan incedir.''
Ellerimizi önümüzde birleştirip başımızı yerden kaldırmadan sessizce tek sıra halinde müdürün odasından çıktığımızda koltuğuna yaşlanmış şakaklarını ovuyordu.
Kapıdan çıkar çıkmaz az önce birimizi zan altında bırakmamak için konuşmayan biz değilmişizcesine birbirimizi suçlamaya başlamıştık.
"Sana bilmediğin malzemeye dokunma dedim değil mi Dolunay?" dedi Doğu kızgınlıkla
"Ben ne bileyim siz ciddi ciddi patlayıcı yapıyorsunuz? Ben sizin zehir filan yaptığınızı sanmıştım. Bak düşüncelerime nasıl masumlar!"
"Hala zehir diyor ya hala zehir diyor beni bile çıldırtacak bu kız!"
"Patlayıcı silah değilse neydi az önceki olay?"
"Senin düşmana patlayıcı yapmışsınız dediğin madde sodyum isimli bir element ve bu madde suyla tepkimeye girdiğinde patlar!"
Dolunay omuzlarını düşürüp "Anladım." dedikten sonra tekrar yükselmişti.
"İşte siz patlayıcıyla uğraşıyormuşsunuz yani haklıyım."

Doğu bir şey daha söylemek için ağzını açtığında Ulaş devreye girdi.

''Deneme kardeşim ben yıllardır deniyorum bir işe yaramıyor.''
"Allahım sen aklıma mukayet ol! Ben gidiyorum." dedi Yansı. Doğu'da ona eşlik etmişti.
"Beni de bekle daha fazla burada kalkıp böylesine Kalın bir kafayla aynı yerde durabileceğini sanmıyorum."

Birazdan laboratuvarı birlikte temizleyeceğiz zaten nereye kaçıyorsunuz acaba?

Onların arkasından baktığımızda Dolunay bütün olaylardan bağımsız biriymişçesine onlarla dalga geçtiği için çok keyif aldığını belirten bir gülümseme takınıp
"Ben ne dedim ki şimdi?" demiş biz de aynı anda soran bir sesle "Acaba?" diye karşılık vermiştik.

ŞİMDİKİ ZAMAN

''Ne yani şimdi geçmişimize bakıp duygulanacak mıyız?''
''Ne yapalım Yansı?'' diye sordum.
''Geçmişimize bir şarkı ithaf edelim. Biraz hüzünlü biraz hareketli sonuçta şarkıda bir sanat ve herkes istediğine ithaf edebilir.''
''Geçmişe? Bir zaman dilimine şarkı mı ithaf edeceğiz?''
Telefonundan bir şarkı açtıktan sonra ikimizin elinden tutup zorla ayağa kaldırmıştı
"Yok artık!" dedim
Elimi tutup kendini döndürdükten sonra beni hiç umursamayıp şarkıyı söylemeye başlamıştı
''Ne kadar çok
Aşka intizar eden
Kimi çok seviliyor
Kimi yoksun sevgiden''
Şarkıyı söylemeye başlayıp üzerine olduğumuz yeri umursamayarak tuttuğu elimle kendi kendini döndürdüğünde bu anlamsız neşesine kahkaha atmıştım.
Elini denizin ufkuna uzattığında geçen yıllarımızın yerine koyduğunu anladım.
''Sen orada ben burada
Bir şey gelmez elimizden
Sen orada ben burada
Ben de özledim ben de''
Ben ve Dolunay'da çoktan onun bu hallerine eşlik etmeye başlamıştık. Sanırım tek başına rezil olmasına gönlümüz el vermedi.
Bir elimizde meyve sularımızla yürümeye devam ettiğimizde şarkıya eşlik ediyor üstüne bir de dans etmeye çalışıyorduk. Kahkahalarımız o kadar çoktu ki insanlar ne benim günahımı ne Yansı'nın korkularını ne de Dolunay'ın çiçeklere vedasını anlarlardı.
Sanırım biz kötü insanlardık çünkü sadece kötü insanların maskeleri bu kadar inandırıcı olabilirdi.
''Ben de özledim ben de
Resmin var şu an elimde
Sana koşmak isterim
Derman yok dizlerimde''
Bir insan geçen bir zamana şarkı ithaf edebilir mi? Ediyormuş. Geçmişin bir tek resimleri var elimizde biz onlara bakıp duruyoruz sadece.
Bugün herkesin derdini dökesi tutmuş olacak ki nereye gitsem bir şarkı yolumu kesiyordu. Hayır geçmişte yaşamıyoruz aksine geçmiş olduğunu kabul ettiğimiz için maziye duyduğumuz özleme dair dökemediğimiz sözcükleri şarkılarla anlatmaya çalışıyoruz. Biz anlatınca dayanamayıp ağlıyoruz başkasından duyduğumuzda akmıyor göz yaşlarımız.
-------------------------------------------------------------------------
''Her şeyi anladınız değil mi?''
''Sabahtan beri kafamızı ütülüyorsun Yansı. İnsanda anlamayacak hal bırakmadın.''
''Sadece ben ve Dolunay'a söylemen de cabası. Niye Mert ve Deniz'e de laf etmiyorsun?'' Ulaş'ta Dolunay gibi aynı noktaya takıldığında göz devirmeden edemedim. Kafyı bize takmışlar.
''Onları saldım ben Ulaş. Ağır toplara gücüm yetmiyor artık biz de yaşlanıyoruz. Onlardan yana umudum yok ne halleri varsa görsünler.''
Zorla açtırdığı intikam marşı arkada çalarken hepimizi gaza getiren laflar ediyordu.
''Bak Deniz'e biz intikam diyoruz kız kitap okuyor. Şimdi ben bu kıza nasıl laf geçireyim?'' Beni gösterdiğinde söylediklerine karşın kaşlarımı çattım.
''Her isteğine tamam diyor zaten. Bunu söylesen ona da tamam derdi.'' Dolunay'a gözlerimi kısıp baktığımda hiç oralı olmuyordu. Bugün ikinci kez evcil hayvan muamelesi görüyordum. İlkini benim yapmam cabası.
''Yok oralara tamam diyecek kıvama gelmedi.''
Yansı'nın bakışları Mert'e kaydığında bana dediklerinin benzerlerini ona da söylemişti.
''Mert'e hiç girmedim bile. Sabahtan beri gaz vereceğim diye okumadığım genelge kalmadı. Beyefendi aşık aşık Deniz'e bakıyor. Hayır icraat olsa ona da laf etmeyeceğim ama ortada fol da yok yumurta da...''
''Yansı bizimle uğraşmayı bırakıp biraz da Doğu ve seni mi konuşsak?'' diye lafı onlara getirdiğimde işine gelmeyip geri adım atmıştı.
''Şimdi olayı niye bize getirdin?''

Doğu dünden razı olacak ki heyecanla yerinde kıpırdanmıştı.
''Kim bunu söyleyecek diye bekliyordum. Aynen bitter çikolatam konu bize ne zaman gelecek?''
Doğu ona takma isim koyma sevdasından hiçbir zaman vazgeçecek gibi durmuyordu.
''Doğu biz en son Rapunzel' de karar kılmamış mıydık?''
''Hemen hallederim Rapunzel. Şimdi konuyu bize getirebilir misin?''
''Biz de onlar gibi rol yapabiliriz. Daha doğrusu ikimiz de kendimiz olalım dışardan bakan herkes normalde de sevgiliyiz sanıyor.''
''Bekle siz sevgili değil miydiniz?'' diye sordum.
Ben ciddiyim değiller miydi?
Yansı gözleriyle beni işaret edip imayla ''Mesela...'' dediğinde ben hala cevap bekleyen gözlerle onlara bakıyordum.
''Bu güzel muhabbetin devamını merak etsem de geldik ve Yansı'nın istediği gibi geç kaldık.''
''Zamanlama konusundaki başarıma övgülerinizi sonra iletirsiniz. Şimdi el ele tutuşup içeri giriyorsunuz.''
''Ben hayatımda bu kadar saçma bir sahte ilişki yaratma çabası görmedim. Kitaplarda sahte ilişkilerin hep bir sözleşmesi oluyordu para filan da veriyorlardı sen de bize ver! Bizim neyimiz eksik?''
''Fazlamız var Dolunay!'' diye cevapladı Yansı
Doğu'nun derdiyse bambaşkaydı.

'' Kitaba sahte ilişki de koyduk tam oldu.''
''Dur daha neler var.''
Arabadan söylene söylene indiklerinde ben ve Mert'i geride bırakıp hiç tereddüt etmeden içeri girmişlerdi.
Sanırım Yansı konuşmamız için kendilerini önceden içeri sokmuştu. Gövde gösterisi güzel olsun diye kılı kırk yaran kız planını bozacak herhangi bir duruma bilerek izin vermezdi.
İkimiz kafenin merdivenlerinde durmuş kapıya bakıyorduk. Dünden beri hiç konuşmamıştık. Aramızdaki anlamsız suskunluğu bozdu.
''Korkuyor musun?''
''Evet.''
''Korkmanı gerektirecek bir şey yok Deniz.''
''Senin korkmanı gerektirecek bir şey var ama.''
''Ben korkmuyorum.''
''Ben senin yerine korkuyorum o zaman!''
''Merak etme şu an içerde olan kimsenin söyledikleri beni kırmaz. Üstelik yanımda böyle arkadaşlarım varken kimsenin buna cesaret edebileceğini sanmıyorum.''
Yansı'nın bu kadar plan yapmasının, Dolunay ve Ulaş'ın sonuna kadar itiraz edebilecekken çok zorlamayıp rol yapmayı kabul etmelerinin sebebi de buydu. Birinin Mert'e herhangi bir ima yapmadan önce hepimizin eskisi gibi bir arada olduğumuzu görüp onu suçlu hissettirmeleri bir yana birimizi üzmelerinin önüne geçmek istiyorduk.
''Deniz ne zaman derdimizin küçük olduğunu anlayacağız?'' sesi düşünceli geliyordu.
''Hiçbir dert küçük değildir Mert zira hiç kimsenin sırtına kaldıramayacağı yük koyulmaz!''
''Neyse ki birlikteyiz birbirimizin dermanı oluruz.''
Uzattığı elini tuttuğumda gözlerimi ondan ayırmadan gülümsedim.
''Biz birbirimizin ancak esareti oluruz.''
İç çekip benim gibi gülümseyerek yürüdüğünde bana cevap verdi.
''Desene ölene kadar mahkumuz.''
''Hiçbir esaret insanı mutlu etmez.''
''Hiçbir esaret bu kadar güzel de olmaz.''
'' Özgürlük için savaşmalıyız.''
''Güldürme beni Deniz. Özgürlük bizi terk etti. Bırak esaretimizi seçelim. Seninle olacaksa her şeye razıyım.''
''Mert-''
Lafımı keserken hafif elimi sıkıp beni uyardı. ''Gördüler Deniz mutlu olduğunu belli etmelisin.''
Bakışlarını takip ettiğimde önce uzun bir masa ardından o masanın çevresinde şaşkınlıkla buraya bakan tanıdık simaları gördüm. Onların ifadelerini gördüğümde zoraki değil gerçekten gülümsemiştim.
''Ben yanlış mı görüyorum Yansı?''
''Hayır yanlış görmüyorsun Dolunay. Başrolsün diye de bu kadar havalı yürünmez ki be kardeşim! Biz böyle yürüsek kurbağa zıplıyor sanırlar.''
''Sen böyle yürüyemeden düşersin.''
Masaya geldiğimizde sadece en uç kısımlar bir de baş köşe boş kalmıştı Mert benim sandalyemi çekmek için geçeceği sırada ona gülümseyip kendim çekip oturduğumda o da karşıma oturmuştu.
Yansı'nın bizi tembihlemesinin ve hissetmek istediklerinin sebebini Melike'nin bozulmuş yüzüne baktıkça daha iyi anlıyordum.
Burhan kendini zar zor toparladığı her halinden belli bir halde gözlüğünü düzeltip ''H-hoş geldiniz.'' diyebilmişti.
Diğerlerinden hala bir ses çıkmıyordu.
''Geleceğinizden haberimiz yoktu.''
''Burhan'a söylemiştik her yıl organize eden kendisi olduğu için. Unutmuş sanırım söylemeyi.''
Gözler Burhan' çevrildiğinde mahçup bir edayla '' Söylemeyi unutmuşum.'' demişti. Diğerleri bakışlarını çektiğinde bize bakıp kısa bir an göz kırpmıştı. Bizi seven insanlar hala vardı.
''Ee konuşmayacak mıyız?.''
''Kusura bakmayın Yansı sizi görmeyi beklemiyorduk.''
''Biliyorum Melikeciğim.''
Ortamın gerginliğini tek ben hissediyor olamam değil mi?
Burhan sözü devralma ihtiyacı duymuş olacak ki boğazını temizleyip konuşmaya başladı.
''Arkadaşlar uzun zaman sonra hiçbir eksik olmadan bir aradayız. Çoğu lise arkadaşları böyle bir fırsatı yakalayamıyor. Güzel vaktimizi birbirimizi üzmek yerine yıllar içinde neler yaptığımız hakkında güzel bir sohbetle geçirme taraftarıyım. Geçmişe bir süngü çekelim.''
''Bence de Burhan çok haklısın. Dediğin gibi eksiksiz olmasak da uzun zamandır aramızda olmayan arkadaşlar da aramıza katıldılar. O yüzden konuşmaya onlardan başlayalım. Mesela Mert sen neler yaptın?'' Okları direkt Mert'e çevirmesi geçmişe pek de süngü çekmediğimizi gösteriyordu şaşkınlığını bu kadar çabuk atıp saldırıya geçmesi beklenmedikti.
''Okul bitirdim çalışıyorum Melike.''
''Hangi bölümü bitirdin?''
''Edebiyat öğretmenliği.''
''Öyle mi? Umarım öğrencilerin senin kadar düzgün ve dürüst olurlar.'' Bunu öyle bir kinayeyle söylemişti ki tam tersini söylediğini anlamamak işten değildi.
''Çok haklısın. Yalancı bir düzenbaz olmamaları için elimden geleni yapıyorum.''
''Sen Deniz?'' Bunu soran Helin'di okların ilk bize çevrilmesi hiç şaşırtıcı gelmiyordu.
''Bende aynı bölümden mezun oldum. Bir kitapçı açtım kendime Ankara'ya yolunuz düşerse beklerim.''
''Kesinlikle gelirim. Biliyorsun özellikle cinayet romanlarına bayılıyorum.''
''Bende çok severim okumasını da izlemesini de...''
Biraz durup bembeyaz olmuş yüzünün keyfini çıkarıp devam ettim.
''Filmini kast ediyorum.'' diye tamamlayarak onları savuşturmuştum. Daha fazla onlara laf sokacak halim yoktu. Rahatlayarak arkama yaslandığım sırada sonunda bir garson yanımıza gelmişti.
Doğu kulağıma eğilip alayla
''Sanırım sodayı biz değil onlar içecek. En iyisi biz çay içelim.'' dediğinde onunla birlikte gülmüştüm.
'' Ne zamandır Ankara'dasınız çünkü yakın bir zamana kadar Ulaş ve Doğu'yu buralarda görüyordum da o soruyorum.'' dedi Melike.
Bu sorunun altında ilişkilerimizin göstermelik olduğuna dair bir şüphe vardı. Bize inanmayıp yalan söylediğimizi bile göstermek istiyor olabilirdi.
''Okullarımız yüzünden ayrı kaldık Melike.'' diye rahatlıkla yalan söyledi Yansı.
Keşke bize de bahsetseydi bunlardan. Bize soru sorsalar aval aval bakakalırdık herhalde.
''Bildiğim kadarıyla Ulaş mezun olduğunda burada bir salon açtı yanlış mıyım?'' diye sordu Ece. Kendisi de bizim sınıftan Melike'nin arkadaşı olurdu. İşte Melike'nin arkadaşları da tıpkı kendisi gibiydi. Ulaş'tan hoşlandığını da biliyorduk kısacası böyle davranması pek şaşırtıcı değil.
''Buraları bildiği için önce İzmir'de bir yer açmak istedi. Senin haberin yok normal olarak artık Ankara'da da spor salonu var.'' diye atıldığında Yansı kısa bir an onun tepkisine şaşırmış ardından onu bakışlarıyla takdir etmişti.
Dolunay gülümseyerek Ulaş'a dönüp yanında duran peçeteyi işaret etmişti.
''Ulaş canım peçete verir misin?'' dediğinde hepimiz afallamıştık.
Ulaş ile aralarında kısa bir sessizlik oldu.
''Efendim?'' dedi Ulaş anlamayarak.
''Canım peçete verir misin? Diye sordum.''
Ulaş'a baktığımda bakışları Dolunay'dayken Doğu'nun kulağına eğilip konuştuğunda aralarında geçen diyalogla gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
''Doğu çevirsene Dolunay az önce ne dedi? Peçete hariç geri kalanı anlayamadım.''
''Neyini anlamadın?''
''Kız bana sövmeden hitap etmediği için böyle seslenince anlayamadım.''
Doğu peçeteyi Ulaş'ın eline tutuşturduğunda sitem ediyordu.
''Nasıl bir iletişim şekliniz var çözemedim ki.''
Melike küçümseyici bakışlarını Doğu'nun üstünde gezdirip bu sefer ona laf dokundurmaya başladı. Bu kız ne kadar gıcık biri ya!
''Doğu polis olmuşsun çok şaşırdık tebrik ederim.''
Doğu'nun polis olmasına sadece biz şaşırabiliriz size ne oluyor?
''Evet biz de çok şaşırdık.'' Can'ın gülmemek için girdiği hallere göz devirmemek için kendimi zor tutmuştum. Kendisi ben de buradayım demek için lafa girmese olmaz. Nefret ediyorum bu sınıftan.
''Şaşırmayan yok merak etmeyin herkesin bünyesi her şeyi kaldırmıyor.''
Az önce Doğu biz de dahil ortamdaki herkese laf çarpmıştı. Şahsen ben üzerime alınmadım sonuçta lafı ortaya attı.
''Şark görevini ne yaptın?'' Burhan sorusunda samimiydi ve ortamı yumuşatmak için konuşuyordu.
Kendisinin başarıyı kaldıran bir bünyesi olduğunu göstermek istemişte olabilir. Gerçi Burhan'dan öyle bir atak beklemiyoruz. Çok iyi bir üniversitede okumuş mühendis olmuştu ve şu anda iyi bir şirkete çalışıyordu. Utangaçlığı pek değişmese de başarıları devam ediyordu.
''Bir süre erteledim ama yakın zamanda gideceğim umarım.''
Kendi aralarında geçen konuşmadan sonra tekrardan bir sessizlik olmuştu. Açıkçası onlar nasıl bizimle konuşmak istemiyorsa ben de onlarla konuşmak istemiyordum. Aklıma güzel anılar getirmiyorlardı ve Efarit'in isteğinin bu olduğunu anlıyordum. Kötü anıları hatırlatarak bizim nasıl kıvrandığımızı görmek istiyordu. Şu an Yansı'nın çabasını anlıyordum. Onların karşısında durmamızı istemesinin tek sebebi onları sevmemesi değil aynı zamanda Efarit'e istediğini vermek istememesiydi.
Melike dayanamayarak hepimizin ar damarını çatlatacak sözlerine başlamıştı.
''Ben dayanamayacağım artık Allah aşkına ben bu insanlarla aynı masada daha fazla oturmak istemiyorum. Farkında mısınız? Bir arkadaşımız artık yok!'' dedi tam çaprazımda duran sandalyeyi işaret ederek.
İster istemez boş sandalyeye baktığımda gözlerimi acıyla kapattım. Başıma ağrı girmişti.
Dolunay sakince arkasına yaslanıp kıstığı gözleriyle ona bakarak bu ani çıkışına eline aldığı fıstıkları umursamazca ağzına atarken cevap verdi.
''İstemiyorsan defol git!'' bunu sanki sıradan bir cümle söylüyormuş gibi rahat söylemişti.
Melike'nin yüzü duydukları üzerine öfkeden adeta pancara dönmüştü.
''Bunu bana senin gibi biri mi söylüyor? Bu zamana kadar burada yoktunuz yıllar sonra gelip huzurumuzu kaçıramazsınız. Buradan defolup gidecek biri varsa sizsiniz!''
Dolunay az önceki alaycı tavrını sürdürmeye devam etti
''Neden? Ne yapmışız biz? Ay çok muhteşem arkadaşlığınızı mı bozduk? Geçmiş geçmişte kalmadıysa sen de bu masadan defolup git Melike! Milletin arkasından fitne fesat çıkaran biz değildik. Bu masada herkese neler yaptığını biliyoruz.''

Geldiğimizden beri keyifle Dolunay ve Melike'yi izleyen Yansı'da sonunda lafa girmişti.

''Sen her sene çağırıyorsun ya! Biz de o kadar çağırdı gitmedik ayıp olmasın bari deyip varlığımızla sizi şereflendirdik.''
Sanırım diğerlerinin her sene dalga geçmek için bizi çağırdığından haberleri yoktu çünkü şüpheyle ona bakıyorlardı
Gözlerini kaçırdığında hemen konuyu değiştirmeye çalışmıştı. İşaret parmağını masaya vura vura bedenini öne doğru eğerek
''Bu masadan defolup gitmesi gereken biri varsa o da sizsiniz. Siz yıllarca yoktunuz ama bugün geri döndünüz Ya Kaya? O asla geri dönmeyecek. Siz hiçbir zaman geri dönemeyecek arkadaşımızın üstüne hiçbir şey olmamış gibi bizimle aynı masaya oturamazsınız!" dedi.
Ulaş özellikle Dolunaya bakarak konuşmasına daha fazla tahammül edememişti
"Sanki Kaya hayattayken çok sevdiğin bir arkadaşınmış gibi konuşma Melike! Çocuğun arkasından konuşmayı bırak yüzüne baka baka neler dediğini ve ona ne zorbalıklar yaptığını çabuk unutmuşsun ama ben hatırlıyorum çünkü senin ve diğerlerinin zorbalıklarından onu korumaya çalışıyordum. Kaya'nın bugün aramızda olmamasının bir sebebi de kendisine uygulanan zorbalıklardır. Bunu kendi ağzıyla söyledi. Yaptıklarınız da ortadayken şimdi bizi suçlayarak kendinizi temize çekemezsiniz. Bu Kaya'ya saygısızlık olur!"
"Yalan söylüyorsunuz kendinizi avutmak için kafanızda böyle bir hayal dünyası kurup bu cümlelerle kendinizi telkin ediyorsunuz!"

Mert'te konuya dahil olup sessizliğini bozmuştu.
"Asıl sen bu cümlelerle kendini telkin ediyorsun. Olanları nasıl inkar edebiliyorsun? Nasıl kendinizin yaptıklarını görmezden geldiğinizi şimdi daha iyi anlıyorum."

''Yıllardır aramıza katılmıyor oluşunuzun sebebinin utanç olduğunu düşünüyordum fakat şimdi görüyorum ki utanç duygunuzu kaybetmişsiniz. Hala nasıl arkadaş kalıp birbirinizin yüzüne bakabiliyorsunuz? Mert sen nasıl bu konuyla ilgili yorum yapma hakkını kendinde buluyorsun? Söylesenize hiç mi utanmıyorsunuz kendinizden?''

Arda'nın söylediklerine dayanamayıp cevap vereceğim sırada Mert engel olmuştu. Masadakilere tekrar baktığımda çoğunluğun hala sustuğunu gördüm. Meltem geldiğimizden beri ağzını açmamıştı Burhan konuşmak için doğru zamanı bulamıyor gibiydi. Geri kalansa muhtemelen bu yaşanılanları hak ettiğimizi düşünüyordu. Onlara ne dersek diyelim bir işe yaramayacaktı. Mert bu yüzden konuşmuyordu onlarla uğraşsa bile bir işe yaramayacağını biliyordu.

Bizim susmamızdan güç alan Melike fitili ateşleyecek olan cümleyi söyleme cesaretini de bulmuştu.
''Hırsızların, katillerin ve ahlaksızların bu masada yeri yok!''
Sondaki ahlaksızın üstüne basarak söylemesi ve bir de gözlerini Dolunay'a dikmesi... Bu bardağı taşıran son damlaydı işte!
Dolunay korkunç bir gülümsemeyle ona bakarken dudaklarını ısırıyordu gözleri irileşmişti kendini zor tuttuğu belliydi çünkü sabahtan beri sıktığı elleriyle şimdi delirmişçesine yüzünü sıvazlayıp hafif tokatlar atıyordu.
"Kızlar?'' dedi soru soran bir tonda. Korkunç bakışları Melike'nin üzerindeyken ürkütücü sesine karşın sertçe tutkundum
"E-Efendim?" Kekelememe engel olamamıştım
"Ben bir stres atıp geliyorum."
"Dolunay bekle önce onlar saldırsalardı bari." Yansı'nın böyle demesine kalmadan Dolunay yavaş hareketlerle masanın üstüne çıkmaya başlamıştı bile. Her kelimenin üstüne basarak konuşurken mavi gözlerinden çıkan alev hepimizi korkutmuştu. Öyle ki Yansı ve ben oturduğumuz yerde bedenlerimizi geriye doğru itmiştik. Sanırım Dolunay bana lise yıllarımı hatırlatmak istemişti tabi biraz daha saldırgan halini.
"Ben "dedi diz kapağını masanın üstüne koyarken. Yüzünde korkunç bir tebessüm vardı. Allahım sen koru!
"Seni" diğer diz kapağını da masaya koymuştu.
"Gebertirim!"
Son kelimesini bağırarak söyleyip masanın üstünde ayağa kalkmış korkuyla geriye kaçan Melike'nin üstüne bağırarak atladığında Ulaş onu havada yakalayıp geriye çekmesi yetmemiş ayakları havadayken bile çırpınmaya devam etmişti.
"Kızım iki dakika duramadın yerinde bir de bana her gün kafa kırma dersin!"
"O lafları yedireceğim ona!''
"Kime ne anlatıyorum? Dur iki dakika yerinde!"
"Ulaş bırak ne dedi duymadın mı?"
"Duydum duydum haklısın ama sakin ol!"
Ulaş'ın ne söylediğini duyduğundan bile emin değilken Melike'yi çoktan Helin ve Onur arkasına almıştı.
Biz Dolunay'ı tutmak için hareketlendiğimizde çoktan Ulaş'a bir tekme atıp geri çekilmesini sağlamıştı. Daha doğrusu Ulaş onun canını yakmamak için vurmasına izin vermişti.
Dolunay önünde kim varsa nasıl yaptığını anlamadığımız bir şekilde geçtiğinde adeta gözü kimseyi görmüyor sadece tek bir kişiye odaklanmış haldeydi. Melike'yi saçından tuttuğu gibi çektiğinde onun acı dolu çığlığı tüm mekanı kaplamıştı. Ayaklarıyla tekme attığında ikisi dengesini kaybedip düşmüş Dolunay üste olmanın avantajıyla sıkı bir mahalle kavgasına girmişti.
Allahım biz neden hiçbir hakareti asilce karşılayıp cevabı yapıştıramıyoruz. Birbirimize gelince demediğimiz kalmıyor dışarıya mağarasından yeni çıkmış gibi oluyoruz.
Ben olayların hızına yetişemediğimden etrafa saf saf bakarken Can'ın Dolunay'ı çekmek için sertçe kolundan tuttuğunda Ulaş'ın engel olduğunu görmüştüm. Sonrasını bildiğim için elimle anlıma vurdum.
Yer yarılabilir mi? Ben içine gireceğim de!
"Orada bir dur Can!"
o da yılların yumruğunu yüzüne geçirmişti. Bence Ulaş arada fırsatı değerlendirdi. Sonuç olarak ortalık cümbüşe döndü ve biz de kavgaya giriştik.
Tamam kızın söylediği ağırdı sabahtan beri demediğini bırakmadı ama niye ağzımızı açıp cevabı yapıştırmak yerine mahalle kavgasına girdiğimizi asla anlamayacağım.
Ben kargaşa da yumuşak taraf olma adına Dolunay'ı durdurmaya çalışıyordum. Helin hiç yoktan benim üstüme yürüyene kadar iyi idare etmiştim ama sonunda bende kavgaya dahil oldum. Herkes kavga çıksın da şuna bir yumruk atayım derdindeymiş onu fark ettim çünkü Mert'te Arda ile kapışıyordu. Yansı ve Doğu kenarda çekirdek çitleyerek bizi izliyordu.
Bir dakika Yansı ve Doğu ne yapıyordu?
Bakışlarımı Helin'in elini havada tutarken ikisinin olduğu yere çevirdim. Seslerini net olmasa da duyabiliyordum.
Yansı elinde tuttuğu çekirdek çöpüyle Ulaş'la kavga eden Can'ı gösterirken. "Yalnız Can hantal kalıyor. Karşı taraf çok zayıf bizimkiler fazla güçlü duruyor yanlarında. Fazla vahşi bir savaş izleyemiyoruz olmuyor böyle!" dedi
"Dolunay Melike'yi ne dövdü ne dövdü! Hayır, Denizciğime erken şarkı ithaf etmişim Dolunay yengem bir üstüne çıktı baksana!" Doğu ise Dolunay tarafıyla ilgileniyordu
"Melike'nin bacaklara çalışması lazım."
"Polisi aramışlar mıdır?" Doğu'nun sorusunu kısa bir an normal karşılasam da sonradan aklıma gelenle boşluğuma gelmiş Helin'in karnıma attığı yumruğu görememiştim.
"Geliyordur şimdi?" Yansı biraz durup yeni aklına gelmiş gibi tekrar konuşmaya başladı.
"Doğu sen de polis değil misin?"
Doğu bir an yerinde dikleşmiş şaşırarak "Aa doğru!'' dedikten sonra kavgaya göz gezdirip tekrar yaslanarak ayaklarını uzatırken ''Ben onlar gelince şey ederim ya..." demişti.
Etraftaki insanlar korkudan sadece izliyor birkaç kişi ayırmak istese bile nafile bir çaba olduğunu fark edip geri çekiliyordu. Videolar sosyal medyada gündem olmasa iyidir.
İkisine baktığımda bunu fark edip aynı anda masumca gülümsemişlerdi gözlerimle çekirdeği gösterdiğimde hemen tuzlu ellerini temizleyip ayaklandılar.
"Yakalandık çabuk gir kavgaya!''
Sanırım Doğu kavga etmenin ayırmaktan daha az hasar vereceğini düşünmüştü. Sonrası berbattı. En son Yansı'nın Ulaş'a arkadan saldıracak olan Uğur'un kafasına attığı sandalyeyi hatırlıyorum. Taner'in Yansı'ya neredeyse tokat atacakken Doğu'nun onu tokat aşığı yaptığını...

Sonuç olarak nezarethaneye düşmüştük. Doğu hariç polis olduğu için atılan darbeleri kendi lehine kullanmış kendisini de aklayıvermişti.
''Yansı bir daha bir kitapta olduğumuzu söyleme! Madem bir kitaptayız bizim sonumuz niye diğer kitaplarda olduğu gibi hastanede bitmiyor?''

Dolunay'ın bütün bu karışıklık için takıldığı noktaya göz devirmeden edemedim.
''Kanka ya hastanede ya nezarethanede kapatıyorlar. Yani sıra dışı bir durumda değiliz sakin.''

Mert ve Ulaş ise tamamen farklı bir kısımda kalmışlardı.

''Gördün mü Doğu'yu? İki dakikada polis rolüne bürünüp alın bunları deyip sattı bizi.''

''Gördüm gördüm koynumuzda yılan beslemişiz. Şimdi kim bilir kaçıncı çayını içiyordur?''

Bahsettikleri olay Doğu'nun polisler geldiğinde Taner'i bırakıp alın bunları dedikten sonra bizi geride bırakıp polis arkadaşlarıyla sadece biz kavga etmişiz gibi sohbet etmesiydi.

''Merak etmeyin serbest kalırız. Millet yüksek dozda yağ ile bile serbest kalıyor biz yoğurtlu makarna yedik diye bir şey olmaz.''

Yansı'nın yaptığı göndermeyi anladığımda gülmeden edemedim.

''O nasıl ince bir göndermedir?''

İki kaşını bilmiş bir edayla kaldırıp ''Anlayana!'' dedi.

Kendi aramızda gülüşürken Mert oturduğu yerde ayağa kalkıp ''Kenan abi geldi.'' dedi.

Kenan abi üniversitesinden mezun olduktan birkaç sene sonra hayatımıza girmişti. Bir süre sonra bizim ailelerimizin hukuki işlemlerini de yürütmeye başlayan bir avukat haline gelmişti. Ben kendisini diğerlerinden daha geç tanımıştım fakat çok sevecen tatlı bir adamdı.
''Bir kerede farklı bir yerde buluşalım.'' diye sitem ettiğinde Mert alayla
''Geçen adliyede buluşmuştuk ya!'' dediğinde Kenan abi Mert'e sertçe bakınca gülüşü solmuştu.

Mert'in üzerinden çektiği bakışlarını bıkkınlıkla Dolunay'a çevirdi.
"Dolunay sen niye böyle yapıyorsun?"

"Çok sabrettim abi gerçekten ama Melike öyle usul usul gel beni döv deyince kalbini değil ama başka bir yerlerini kırayım dedim kötü mü ettim?"
"Yoo iyi ettin!" diyen kişi Ulaş'tan başkası değildi Kenan abi bu sefer ona çevirince o da geri aldım atmıştı
"Yani sakin kalsaydın daha iyi ederdin!"

Dolunay başını iki parmaklığın arasına koyup dudağını büzerek kendini savunmaya devam etti.

''Kenan abi ben insan ve hayvanları dövmenin suç olduğunu sanıyordum onları dövmenin suç olduğunu nereden bilebilirim?''

Kenan abi bu söylediği üzerine sinirlenip sesini yükseltti.

''İfadenizde de aynı şeyleri söylemişsiniz! Millet zekanız karşınızda gülmekten işini yapamıyor.'' dediğinde öğrendiğimiz bilgiyle biz de gülmeye başlamıştık.

Arkadan gelen polis memuru gelip nezarethanenin kapısını açtığında sevinçten dört köşe olup çıkmaya başladık.

''Aslında insanlığın güvenliği için sizi içerde tutmamız gerekiyor fakat siz yine benim yufka yüreğime şükredin.''

Sevinçten onun dediklerini duymamıştık çabucak çıkışa yöneldiğimizde arkamızdan bağırıyordu.

''İnsan bir teşekkür eder.''

Ailelerimiz olayı öğrenmişti uzun uzun onlara açıklama yaptıktan sonra anca karakoldan çıkabilmiştik.

Yansı ayaklarını yere vura vura önden ilerleyip kendi kendine söyleniyordu.

''Aynı sahneyi on bölüm bile olmadan nasıl tekrar yaşayabiliyoruz aklım almıyor. Ben daha fazla sizinle yan yana durmak istemiyorum. Eve ayrı döneceğim."
Doğu'da durmayıp peşinden gitmişti.
"Beni bekle esmerim."
Bir gün de şaşırt Doğu!
"Allahım Doğu bana şu saçma takma isimleri koymaktan vazgeçip adımı söyle bak Rapunzel'den de vazgeçtim."

''Ama ne koyduğumu hep unutuyorum.''
Sanki kavga ettiğimizde çekirdekle izlememişler ve sonradan kavgaya dahil olmamışlar gibi tüm ihaleyi bize yıkıp yanımızdan uzaklaşmışlardı.
"Ben bu yüzden yan yana gelmeyelim diyorum."
Dolunay arabanın arkasına bindiğimde Ulaş'ta diğer kapıyı açmıştı.
"Kavgayı sen başlattın suçlu hepimiz olduk. Doğru seninle yan yana gelmemeliyiz Dolunay."
Olayın en masum iki insanı olarak Mert ve ben birbirimize baktığımızda omuzlarımızı aynı anda silkip arabaya ön tarafa binmiştik.

Araba hareket ettiğinde artık kimseden ses çıkmıyordu. Yaşadıklarımızdan dolayı bitap düşmüş olmalıyız ki sadece geçip giden yolu izliyorduk.

Bir süre sonra Dolunay düşüncelerinden çıkıp merakla ''Şimdi görevi tamamlamış oluyor muyuz?'' diye sordu.

''Bize yemeğe katılın dedi. Başka bir istekte bulunmadığına göre tamamlamış oluyoruz.'' dedi Ulaş.

''Hatta yemek yerine birbirimizi yediğimizi görmek onu daha çok tatmin etmiştir. Amacının bu olduğunu düşünüyorum. Kavga etmemiz ve huzursuz olmamız işine gelmiştir.'' Mert'in söylediğini onaylayıp başımı salladığımda telefonlarımızdan aynı anda mesaj sesi geldiğinde kısa bir an birbirimize bakıp mesajı açtık.

Dolunay'ın az önce sorduğu soru üzerine gelen bu mesaj tüylerimizi diken diken etmişti zira mesajın içeriği de söylediklerimizle örtüşüyordu.

Mesaj şöyleydi:

GÖREVİNİZİ BEKLEDİĞİMDEN DAHA İYİ BİR PERFORMANSLA TAMAMLADINIZ TEBRİKLER!

NOT: SONRAKİ GÖREVİNİZDE BU PERFORMANSINIZI GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURACAĞIM.

-EFARİT

Ne demek istediğini anlamayarak mesaja baktığımda ''Ne demek bu şimdi?'' diye sordum.

Mert telefonu yanına bırakıp yola döndü.

''Bekleyip göreceğiz.''

Yol biz fark etmeden geçmişe doğru akmaya başlamıştı. Hatırladıkça dibe batacağımızın farkında değildik. Biz güzel anılara yolculuk ettiğimizi düşünürken bir bataklığa gülerek girdiğimizi görememiştik.

--------------------------------------------------------

BÖLÜM SONU

YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!

YAZIM VE NOKTALAMA HATALARI İÇİN ÜZGÜNÜM

Loading...
0%