Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@olumsuzusavar

"Çakal ısırmış." Korkuyla gözlerim büyüdü. Hayır hayır hayır defne olmasın. Bu işe girdiğimde pratiğim hiç denecek kadar azdı. Teorik olarak çok güçlü dersler almıştım size canlı bir ineğin karkas ağırlığının nasıl hesaplandığını anlatabilirim ama duygusal bir bağ kurduğunuz ineğin cansız bedeninin ahırdan vinçle kaldırılıp götürülmesinin nasıl hissettirdiğini anlatamam.


Daha önce de hastalanan zavallı hayvanlarım oldu elbette. Bana onları kasaba satmam gerektiğini söyleyenleri reddettim ve ilaçlarla savaştım. Engin abi en büyük dostum oldu bazen ahırda bir ineğin yanı başında sabaha kadar bekledim. Onlar her şeyden önce benim dostlarımdı. Hepsine isim koymazdım. Anneleri olarak bazı çocuklarım ayrıydı. Mesela defne merada bir defne ağacının altında doğdu. O gün ağız sütünü kendi almamış ve beni epeyce uğraştırmıştı.

Daha önce hiçbir hayvanımı çakal ısırmamıştı. Ne yapmam gerektiğine karşı zerre bir bildiğim yoktu. Yutkundum.

" Lütfen yaşayacak deyin." Dedim. Defneden yana bakamıyordum çünkü gözümün önünde canlanacak senaryolara hazır değildim.

Derin bir nefes alıp verdi veteriner hekim. Sakinliği beni çıldırtıyordu her ne kadar normal olanı bu olsa da.

"Bir şey söylemek şu aşamada zor. İlk müdahaleyi yaptım. Bundan sonrası buzağının gücüne kalmış. Mutlaka yazdığım ilaçları alın."


Elime tutuşturduğu kağıda indi gözlerim. İsimlerini telaffuz edemeyeceğim bir jel ve sprey vardı.


" Kendini toparlayabilirse en büyük savaşınız enfeksiyonla olacak. Yaranın enfeksiyon kapmaması gerekiyor önce jeli yaranın etrafına sürüp spreyi sıkmanız gerekecek." Dedi ve çantasını toparlamaya başladı.

"Engin abi köyüne gitti yerine ben bakıyorum adım Kaan Çağlayan. Gereken zamanlarda minik hastamızı ziyarete geleceğim endişe etmeyin."


Buruk bir gülümseme yerleşti yüzüme kendimi ağlayacak gibi hissediyordum.
" Her şey için teşekkür ederim Kaan abi tanıştığımıza memnun oldum." Elimi uzattım. Eh ne de olsa serinkanlılık gerektiren bir meslek grubu mensubuydum.


Elini uzattı ve tokalaştık. Sıcak bir gülümseme vardı yüzünde. Tanıdık bir siması olduğunu ve daha önce bir yerde tanıyıp tanımadığımı düşündüm. Sonra hemen bu düşüncelerden uzaklaştım. Tanıyorsam da tanıyordum hayatımın bir döneminde karşılaşmış olmamızın ne önemi vardı ki?


Misafirimi yolcu ettiğimde akşam karanlığı çökmüştü kentin ışıkları kilometrelerce ötede olduğundan etraf zirfiri görünüyordu. Ahırın etrafını gezip lambaları yaktım. Anlaşıldığı üzere bu gece buradaydım onu kesinlikle yalnız bırakmayacaktım ve uzun bir gece geçirecektim.

Belki uyanık kalabilmek için bir kahve yapardım gecenin ilerleyen saatlerinde. Ahırın içerisi oldukça sıcaktı ısıtıcıyı biraz kıstım ve köşedeki tabureyi alıp ahırın ortasında duran sandalyenin karşısına koydum defneyi rahatça görebileceğim bi yere oturup ayaklarımı tabureye uzattım.


Üstüme bir sakinlik çökmüştü. Günün yorgunluğu çıkıyor işte diye düşündüm.

Bulunduğum ahırı incelemeye başladım sanki ilk defa geliyormuşum gibi, sanki her detayını kendim planlamamışım gibi. Üniversite ikinci sınıfta almıştık tarımsal yapılar dersini daha o zaman hoca anlatırken gözümde canlanmıştı. Duraksadım. Ne ilginçtir ki şu anda durduğum servis yolunun boyutunu bile o zamanlar biliyordum. Sevdiğim işi yapabilmek için çok emek vermiştim. Böyle zamanlarda kendimle gurur duyuyordum.


Birden dışarıda bir hareketlilik oldu ve çiftliğin ağır siyah demir kapısının açılışını duydum. Gözüm yanımda duran telefonuma kaydı. Kimse haber vermeden gelmezdi bu saatte. Aklıma tenha bir köyde kocaman çiftlikte yalnız olduğum geldiğinde irkildim. Defneye baktım. Kafasını kaldırmış bir av köpeği gibi görünüyordu.

"Defne burda seni korumak için ölürsem öte tarafta yahni yaparım senden afiyetle de yerim annecim haberin olsun." Dedim ve uzanıp çıkardığım lastik botlarımı ayağıma geçirdim.


Elbette ki çiftlik evimde bir av tüfeği vardı ama ahıra gelirken getirmeyi akıl edememiştim. Kapıya çıktığımda yerde muhtemelen odunluğa giderken düşürmüş olabileceğim kalınca bir sopa buldum ve yavaşça ilerledim.

"Kimsin ellerini kaldır." Ahırın loş ışığı karşısında gördüğüm zeytin karası gözler ışıldadı.


"Hophophop sakin ol bakalım." Şaşkınlıktan lal oldum. Yine oluyordu işte titreme geliyordu.

"Ne işin var senin burada ?" Kaşlarım çatıldı elimdeki odunu yere atıp ellerimi bel oyuntuma yerleştirdim.
"Bu gün için özür dilemeye geldim." Elindeki şişeyi salladı.

Özür mü ? bu gün için mi ? Özür dilemesi gereken şeylerin sonunda geliyordu bugün. Dostlarım şaşkınlığım burda olması değildi şaşkınlığım bunca zaman sonra bile bana böyle hissettirebiliyor olmasıydı.

" İstemez al bi şişe özrünü de defol git çiftliğimden." Dedim bir şey demesini de beklemeden ahırdaki kızlarımın yanına yürümeye başladım. Peşimsıra seslendi.

" Hadi ama gerçekten kötü bir niyetim yok. Gerçekten özür dilemek için geldim. Bugünlere gelmek için çok çalıştın ve ben bunu küçümsedim sahiden kendimi kötü hissediyorum." Ahırın kapısına ulaşmıştım bile.

"Hissetme sadece git" diye seslendim geriye doğru bakmadan ve ahıra girip eski yerime oturdum. Bu defa da ahırdan içeri uzattı başını.

" Tamam doğruyu söyleyeceğim." Sandalyenin sırtına bıraktığım şalıma uzandım ve omuzlarıma bıraktım.

"Merak etmiyorum git" dedim ve kollarımı birbirine kavuşturup gözlerimi defneye diktim.

" Konuşmak istediğim için geldim. Seninle konuşmayı çok özledim." Dediğinde kımıldamadan durdum yüzüne bakmadım ya da bişey söylemedim.


" Çare gün geçmiyor ki aklıma düşme. Vicdanımdan mı bilmiyorum belki sana yaşattıklarım...." Keskin bir kahkahayla kestim lafını. Sinirden gülüyordum.

" Sen vicdanın olduğunu mu düşünüyorsun." Bana acımaya karar vermiş inanılır gibi değil! Konuşmadı başını yere eğmişti sadece öylece duruyordu. Kalkıp karşısına doğru sakin adımlarla yürüdüm bir yandan da konuşuyordum.

"Baksana bi senin vicdanına ihtiyacım var mı ? Bugün insanlar benden bahsetti. Ne dediler biliyor musun ? Vay be ne kadar başarılı bir kadın neler yapmış tek başında. Tek başımaydım ben kimseyi bırakmadın çevremde sen bencil bir adamdın yalnız sen ol istedin. Kafama tüküreyim tamam dedim bi sen ol. Sonra sen naptın biliyor musun? Bir gün gelip bana ben artık yokum dedin." Bağırmıyordum. Hatta sesimin tonu bile yükselmemişti. İzleyip etkilendiğim bir diziden bile daha hararetli bahsederdim muhtemelen.
" Ben seni terk etmedim ." Dedi başını kaldırdı gözlerinden ateş çıkıyordu ve bu beni eğlendirdi.

" Doğru sen onu bile yapamadın bana yaptırdın." Bu yüzleşmeyi farklı yerlerde farklı şekillerde bir çok kere hayal etmiştim ama hiçbirinde bir ahırda değildik.

" Benden bu kadar mı nefret ediyorsun ?" Hayal kırıklığı o kadar net görünüyordu ki beklediğim tatmini alamadım. Yutkundum ve gözlerimi kaçırdım. Rahatsız hissettim ve konuyu değiştirmek için başımla elindeki şişeyi işaret ettim.

" Ne o elindeki."

" Kırmızı şarap." Dedi konuyu değiştirmem konusunda isteksizdi ama inat etmedi.

"Sen alkol kullanmazsın." Dedim

" Evet ama sen şarap seversin." Dedi ve şişeyi bana uzattı uzanıp şişeyi aldım elinden.


"Artık değil ama teşekkür ederim" dedim. İçindekileri dökmüş rahatlamıştım.

" Rica ederim afiyet olsun ben de gideyim o zaman kusura bakma rahatsızlık verdim." Dedi ve gitmeye yeltendi. Verdiğim bu karardan sonuna kadar pişman olacağımdan emindim ama işte bazen insan kendine mâni olamıyor.


" Umar bu gün kötü bir gün geçirdim. Cumartesi gel akşam istersen biraz laflarız." Dedim.

Gülümsedi "Teşekkür ederim. Geleceğim." Dedi ve gitti. Bende verdiğim harika saçma karar ve inek kızlarla başbaşa kaldım.

Defne yattığı yerden bana bakıyordu. " Beni yargılar gibi bakma sakın bir ben senin annenim iki üstünden yıllar geçti artık bu defterin kapanma vakti geldi yüzleşmezsem bitmez."


Şarap şişesini kaldırıp etiketine baktım buram buram pahalıydı. Tirbüşon bulmak için mutfağa doğru ilerledim.

Loading...
0%