@ordecik
|
Ben aşık değildim. Yani, diğer -sıradan- insanların yaşadıklarının adı bu ise eğer ben aşık değildim. Olamazdım. Kendi hislerimin 'aşk' gibi köklerinden kopmuş, soysuz bir isim ile lekelenmesine izin veremezdim. Pembe ise onların aşkının rengi, ben kendime o rengi süremezdim. Ya neydi o zaman gönülfırçamın ucundaki renk? O üç harfin çizgilerinden damlayan renk neydi? Kara ise bir Aşksiyahı, kökleri neyden beslenirdi? Dil dil sevgi sözlerine aç kalır mıydı ışığa hasım bir çiçek? "İşte," dedim bir gün sana, "madem bir sevda var aramızda bizi birbirimize bağlayan. Madem başında ikimizin de aynı aşktâcı, o zaman senden sonsuzluğunun imzasını isteyeceğim." Şaşırmıştın. Alışmış olsan da benim tuhaf tuhaf methiyelerime, heyecanlanmıştın. "Sana sunacağım ömrümü dizlerimin üzerinde, ama istediği sözlerimin dünya evi değil." Şaşırdın. Bu sefer mutlu bir şaşkınlık değil meraklı bir şaşkınlıktı yüzündeki. "Ya ne?" dedin yüksek tonda bir ilgiyle. "Sana evlilik teklif etmeyeceğim." "Ya ne?" dedin artan merakınla iyice. "Sana bir yüzük vermeyeceğim." "Ya ne?" dedin anlayamayarak gittikçe. İşte, dedim istediğim imzanın kalemini göstererek. İşte, dedim onu ellerine vererek. İşte, dedim önünde dizlerimin üzerine çökerek. Kağıdın da kalemin de hazırdı işte. Bir elindeki sarkık tüylü kaleme baktın. Bir de bana baktın. "Ben..." dedin başını sallayarak, "...anlamadım." "Bir çizik senden istediğim. Ömür boyu kalsın. Ömür boyu seni hatırlatsın." "Ben," dedin ürkek, donuk bir sesle, "bunu yapamam." "Yaparsın. Eğer şimdi ricam ile, sevgin ile yapmazsan birazdan kin ile, öfke ile yapacaksın." "Neden?" dedin aynı ürkek tavırla. O kalemi ben aldım elinden. "Çünkü," dedim dalgalanan tüyleri avucuna yerleştirirken, "yapmak isteyeceksin. O dürtüyü istesen de engelleyemeyeceksin." "Yapamam." dedin. Reddettin. "Eğer ben yaparsam beni bir daha görmek istemeyeceksin." "Ama sen..." dedin. "...ben yaparsam..." dedin. "...beni bir daha görmek isteyecek misin?" dedin kırık dökük parçalar halinde. "Hem de bir daha gözlerimden ayrılmanı istemeyecesine." "Neden?" dedin ne ne hissedeceğini ne de ne diyeceğini bilemeyen halde. "Çünkü seni seviyorum." dedim sakin ama yalvarır bir hisle. "Seninle değil senin için olmayı istiyorum." *** Sen beni o sırada anlamadın. Ben ise kendimi hiçbir zaman anlayamadım. Anlamaya çalışmadım belki de. Daha tatlıdır esrarı insanın kendi düğümlerinin. Yanıt bulmayan soru işaretlerinin iğnesi daha tatlıdır. Acıtır, yakar belki ama bedenin ardında bir can olduğunu hatırlatır. İşte, apaçıkla yoğurulan bir sevda ne paha eder? Söndüğünde aşkın ilk kıvılcımdan ateşi, sevgi dediğin karanlığa karışır gider. Arasın hazinler körlükle, deli gönlün hatıralara gömülmüş ipini. Çırpınır benim içimde, kelebeğin değil acı meyveye aç yarasanın kanatları. *** Aşk her zaman bir kalp ile betimlenir. Peki ya, kim der iki parçası da aynı gereklidir? Ya da kim koymuştur kural diye 'eş'in 'eşit' denen sahtekarlığını? İlk kez çizildiğinde kalbin resmi, kim vermiştir kırmızıyı renk diye? Bir insanın aşkı morun en koyusu olamaz mı? İnanmıyorum ben sevdanın harflere sığmasına. Sıkışıp kalmasından, ruhunun solmasından çizgilerin ardında. Ben isem aşık, benim ise bu aşk. Onun kurallarını ancak ben çizeceğim. Ne kuvvet bir hayatı bir heceye hapsetmek? Suçsa ayırmak seven iki kişiyi, aralarına kat kat etik neye hizmet? Her şey oturmak zorunda mıdır başkasının çizdiği çizginin üzerine? Kalemim elimde, kendime bir kavis çizeceğim. Gülmeliyim belki kendime, ben ne zaman bir olmuşum birileriyle diye. Kim affetmiş kendini, sevdaya tutulduğunda ölülerin diyarında? Kim tırmanmış sivri, kara dağları aklında? Bir baksam geriye, geriye ne görürüm? Benim işte o umarsız dolaşan, yıldızların mezarlığında. Ama işte gün geldi ve sen geldin. Sen geldin ve gün geldi hayatıma. Engellemiş olsa da birisi seni ilk başta, sıyrılıp da onun ellerinden sen geldin. "İnsan sevdiğini böyle gösteremez mi?" dedim sana, o ilk imzandan günler sonra. "Sevdanın dili sadece sevgi sözleri mi?" "Anlayamıyorum ki seni ben. Nasıl olur da..." Anlayamıyor değildin aslında. Anlamaya çalışıyordun. Çalışıyordun ama aklına sokulanlarla çatışıyordun. "Demedik mi?" dedim tutarken ellerini ellerimde, "ancak birisi sığar şekillere, diye? Sen ve ben hür ise eğer biz'in zincirlere takılması neden?" Çok fazla soru işareti vardı belli ki zihninde. "Belki de öyle daha iyi." dedin. Cevap aramaktan çekindin. Ama ben vazgeçmedim. "Söyle," dedim yumuşak bir hiddetle, "eğer istemiyorsan artık beni, söyle. Ama asla sokma aramıza belkileri. Eğer sızarsa belkiler bir kere, bir daha nasıl tutabilirim ellerini?" "Seni kaybederim." dedim. "Beni kaybedersin." dedim. Cevap vermedin. Çevirdin başını uzaklara. Baktın saniyeler boyunca. Ne düşündün, neleri kırıp attın aklında? Her ne ise o an vazgeçtiklerin, vazgeçmedin işte benden, vazgeçmedin. "Tamam," dedin bir yanın galip diğer yanın mağlup. "Deneyeceğim." Cevap verdim bir gülümseme ile. "Her ne yaparsan yap bil ki seni hep seveceğim." "Ben de bundan sonra 'belki' demeyeceğim." Kırgındın. Bana değil kendine kırgındın yine. Ama Anka'nın ölmesi gerekmez miydi yeniden doğabilmek için? İşte tatlı sert bir acıydı seninki yeni, saf kanatların için. "Hatırla," dedim göstermemeye çalıştığım bir neşeyle, "neydi o çiçek? 'Sensin' dediğim o çiçek neydi?" "Aşksiyahı." "Neden sivriydi taçyaprakların?" "Beni seven beni koklayamasın diye." "Neden vardı gövdende dikenlerin?" "Beni seven bana dokunamasın diye." "İşte," dedim senin durgunluğunun aksine mutlulukla, "böyle sal köklerini kalbime." "Bir bilsem ben de niye?" dedin. Cevap vermedim. *** Aşk her haliyle birini birine bağlar. Hayattaki en kuvvetli bağdır gönülbağı. O halde neye cefa zincirbağı? Gönül bu, tekrar tekrar inat eder yalnızlığa. Peki, tek akidi sevdanın sadece gönül mü olmalı? Tutsan sevdalının elinden, ne kadar kalabilirsin avucunda? Beden bu, tekrar tekrar hasret çeker yalnızlığa. Peki, tek hayali sevdanın sadece sefa mı olmalı? Hayaller, ya da senin dilinle çiçekler, sadece toprakta mı yetişir? Büyür ya da ölür mü sadece, yaprağına dokunan biri olmadan? Sadece tek bir güneş mi besler? Ya gölgelerde kalanlar? Mesken edinenler kara toprakları? Olur ya, alırsın bahçeden bir çiçeği avuçlarına. Bakarsın, kök salmış hayatına. Yaşarsın belki onun kokusu burnunda. Peki ya çıkardığında kara çiçekleri yatağından, nereye dikersin? Koysan renk renk bakanların yanına, solup gidişini izlersin. Özel biri. Özel yeri. Yoksa anlarsın köklerinin sadece toprakta olmadığını. Anlarsın çiçeğin kökü değil kökün çiçeği olduğunu. Güneşi etsen de yerinden, yetişsin diye yeniden. Bir kere koptuğunda çiçeğin, sızlar özkökün sonsuza kadar. Ve işte sen tuttun o çiçeğin bir elinden. Büyüttüm. Yaşattın. Besledim. Yaşadın. Belki, dedim, belki tatmaz boz bir damlayı hiçbir zaman. Ama sen gösterdin işte, yaşatmaya nasıl eğindi zaman. 'Hiçbir zaman' konmadı hiçbir zaman pencereme. Kuzgunun gölgesi düşmedi üzerime. |
0% |