Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@oylesinebirokurist

Nasıl gidiyor????

***

İki tür insan olduğu kabul edilir. Kalbini dinleyenler ve aklını dinleyenler. Çoğu insan, aşkın kalpte olduğunu düşünür. Kalbine söz geçiremediğini söyler. Ama bilmedikleri bir şey vardır.

Kalp, yalnızca bir kan pompasından ibaretti.

Aşktan, orta beyin sorumludur. Aşk, beyinde gerçekleşir ancak en belirgin etkisi kalptedir. Âşık olduğumuzda beynimizde dopamin hormonu, yani mutluluk hormonu salgılanır. Bu da âşık olduğumuz kişiyle aramızda bir bağ oluşturur.

Ben, bugüne kadar aşk duygusunu hiç tatmadım. Birine âşık olduğumu nasıl anlardım, bilmiyordum. Hoş, öyle bir gün gelir miydi acaba? Bu duygunun etkilerini tıp kitaplarından öğrenmiştim. Bazense filmlerde ve aşk kitaplarında... Kendimden vazgeçecek kadar hisseder miydim? Bende aşk duygusunun kalpte olacağına inanır mıydım bir gün?

Gökyüzü, gözyaşlarını akıtmakta hiç çekinmiyor; âdeta insanlığın yeryüzünde işlediği günahları temizlemeye çalışıyordu. Bazen de yeryüzünün, bu çabalarını görmezden geldiğini düşünüp beyaz perdeler eşliğinde kükrüyordu. Biz, yani yeryüzündeki yaratıklar da bu savaşı ya izliyor ya da görmezden gelip şemsiyeler ardında yolumuza devam ediyorduk.

Bugün hastanedeki ilk günümdü ve ben öğle arasında yağmur yağdığından dışarıda bir çardakta oturup elimde dumanı tüten, elimi uyarıcı bir hissiyatla ısıtan filtre kahvemi yudumluyordum.

Sabah geldiğimde direkt soyunma odasına geçip üzerimi değiştirmiştim. İlk günüm olduğu için acile vermişlerdi ve öğle arasına kadar durmadan hastalarla ilgilenmiştim. İyi bir izlenim bırakıp yöneticilere yakın olmayı amaçlamıştım.

"Pardon, buraya oturabilir miyim, sizi rahatsız etmeyecekse?" diye bir ses duyunca kafamı kaldırıp sesin geldiği yöne baktım. Egemen.

Gözlerimi etrafta gezdirdim ve bütün çardakların dolu olduğunu gördüm. Bunun üzerine başımı salladım ve elimle oturması için işaret verdim. Fotoğraftakilerden daha sarışındı ve yeşil gözleri anlamsızca parlıyordu.

Karşıma oturunca konuşmaya başladı. "Ben, Egemen bu arada. Burada kalp ve damar uzmanlarından biriyim. Siz yeni mi başladınız acaba? Daha önce sizi hiç görmemiştim." İlk defa gördüğü birine nasıl bu kadar cümle sıraladı be?!

"Evet, bugün başladım. Ahsen TURAN. Bende kalp ve damar uzmanıyım." Sesim istemsiz bir şekilde az da olsa mesafeli ve soğuk çıkıyordu. Her ne kadar suçu olmasa da engel olamıyordum. Büyüklerin günahlarını çocuklar çekiyordu.

"Hayırlı olsun diyelim o zaman." Kaşlarını çatarak devam etti. "Yüzünüzü daha önce görmüş gibiyim sanki... Önceden karşılaşmış olabilir miyiz?" Bende konu ne zaman buraya gelecek diyordum...

"Restoranda görmüştünüz. Yani ben o zaman gördüm sizi," dedim inandırıcı bir sesle. Bu söylediğim onu afallatmışa benziyordu.

"Çok dikkatlisiniz. Hafızanız beni şaşırttı doğrusu," dedi etkilenmiş bir sesle. Evet, annem ve babamın gözlerimin önündeki infazını da unutmuyorum mesela. Düşüncelerimi şimdilik beynimin içindeki en karanlık odaya kapattım.

"Gördüklerimi unutmak huyum değildir," dedim. Annemin ve babamın üzerine kan sıçramış bedenlerini de unutamadım.

Tam cevap verecekken saatimdeki alarm yankılanmaya başladı. Kaşlarımı kaldırıp, "Öğle arası bitti. Görevimizin başına dönsek iyi olacak," dedim ve ayaklandım. Benimle beraber Egemen de ayaklanmıştı. Adımlarımız yerle buluşurken az önceki düşüncelerimle çatışma içerisindeydim. Aslında bu kadar sık düşünmezdim ama Akdemir kanı taşıyan birinin karşısında düşüncelerime engel olamamıştım.

Duygularımı karıştırıyordum...

Acilden içeri girdiğimde direkt hasta baktığım odaya geçtim. Egemen'in yukarı kata çıkacağını düşünürken benimle aynı yere gidiyordu. Bununla birlikte tek kaşımı kaldırıp sorgu dolu bakışlarımı ona yönelttim. Bakışlarımı fark edince açıklamaya başladı. "Öğleden sonra acile geçiş yapıyorum. Doktor arkadaşım rica etmişti." Kaşlarımı 'öyle mi' dercesine kaldırdım. Başka da bir şey konuşmayıp masalarımıza yöneldik ve sırayla hastalara bakmaya başladık.

Ben hastamdan EKG çektirmesini istedikten sonra gözlerim sadece hastanın konuşmasını boş gözlerle izleyip asla ağzını bile açmayan Egemen'e değince onları izlemeyi başladım. Hasta Kürtçe konuşuyordu ve muhtemelen Egemen hiçbir şey anlamıyordu.

Egemen'in ifadesine gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığım sırada ayaklanıp Egemen'in tarafına geçtim.

"Sorun nedir?" dememle Egemen, hipnozdan çıkmış gibi bana baktı. "Yani durumu sana şöyle özetleyeyim. D-H uyuşmazlığı." Anlamsız gözlerle ona baktığımda devam etti. "Doktor-Hasta uyuşmazlığı."

Gülmemek için yanaklarımın içini ısırdığım sırada konuştum. "Hasta Kürtçe konuşuyor. Ben ilgileneyim ister misin?" Minnettar bir şekilde bana baktığı sırada iki kere omzuna vurup hastaya döndüm. "Pirsgirêk çi ye? (Sorun nedir?)"

"Dilê min disewite. Sînga min diêşe...(Kalbim yanıyor. Göğsüm ağrıyor...)" Hastanın şikâyetlerini dinleyip ne yapması gerektiğini anlatmaya başladım.

Aradan geçen birkaç dakika sonunda hasta dediklerimi uygulamak üzere gidince bende Egemen'e döndüm. Bana şaşkınlıkla birlikte garip bir ifadeyle bakıyordu.

Birkaç saniye konuşmasını bekler gibi baktım ancak kelimeler acımasız prangalara esir tutulmuşçasına dudaklarından dökülmedi. Bende daha fazla beklemeden 'Kolay gelsin' deyip kendi masama geçecekken konuşmaya başladı. "Nereden biliyorsun?.. Kürtçeyi yani," diye sordu. Ona doğru dönüp, "Yoğun ve zorlu eğitimlerden geçtim." İntikam için. Önüme dönüp, "Bildiğim tek şey Kürtçe değil," dedim ve ona bakmadan kendi tarafıma geçtim.

Günün diğer saatlerinde Egemen'le zorunlu olmadıkça konuşmamış hastalara ve test sonuçlarına bakmıştık. Bu sırada Duygu mesaj atmış, mesajında da İlknaz'la beraber hastaneden beni alıp benim evime geçeceklerini söylemişti. Ayrıca ekibin diğer üyelerinin de bizi evde bekleyeceğini ekleyip mesajı tamamlamıştı. Şimdi de üzerime siyah bir tayt ve sweatshirt giymiş bir şekilde giyinme odasından çıkıyordum.

Merdivenlerin sonuna geldiğimde kapının kenarına kolunu yaslamış ve kendini bekleme moduna almış, kaşları çatık olan Egemen'i okyanus mavisi gözlerim kadrajına aldı. Yavaş adımlarım kapıya doğru ilerlerken bakışları beni buldu. Hafif bir baş selamı verdim ve kapıdan çıkmaya yeltendiğim sırada, "İyi geceler... Ahsen," dedi bekleyerek. Bende adımlarımı durdurup ona bakmadan cevap verdim. "Geceler hiçbir zaman iyi olmadı ama umarım uykular iyidir," dedim ve adımlarımı devam ettirdim.

Kapıdan çıkınca Duygu'nun üstü açık mor arabası direkt gözüme çarpmıştı. Arabanın yanına ilerleyip İlknaz'ın öne oturduğunu gördüğümden dolayı arka tarafın kapısını açtım ve kendimi içeri attım. Klasik selamlaşma seremonisini bitirdiğimizde Duygu, arabanın üstünü açıp hareketli bir şarkı seçmişti. Şarkıya eşlik ederken aynı zamanda dışarıda akıp giden yolu izlemeye başlamıştım.

***

Anahtarla açtığım kapıyı iterek içeri adım attım. Arkamda gelen Duygu ve İknaz aralarında bir şeyler konuşurken ben kısa holde ilerliyordum. Ancak gördüğüm görüntü adımlarımın yere çakılmasına sebep oldu. Hemen ardından arkama iki kişinin ardı ardına vurmasıyla sendeledim. Ancak yıkılmamıştım ve ayaktaydım.

Karşımdaki görüntü tam olarak şuydu: Mirza ve Enes, pencere camını ortalarında kalacak şekilde açıp karşı karşıya sandalyelere oturmuşlardı. Ama asıl sıkıntı bu değildi. Cama bir Mirza'nın kafası vuruyordu bir Enes'in kafası vuruyordu. Bu şekilde bir nevi camla kafa topu oynuyorlardı. Diğerleri de gelirken eve mısır almış olacak ki büyük bir heyecanla ellerindeki mısırları kemiriyorlardı. Üstelik Enes'in üstünde supermanli pijama vardı!

En sonunda üçümüze aynı anda vuran şok dalgasından kurtulup aynı anda kahkaha atmaya başladık. Bizim geldiğimizi ancak fark eden ekipse bize katılarak gülmeye başlamıştı.

Aralıksız beş dakikaya yakın gülmüştük ve derin kahkahalarımız kendilerini kocaman sırıtmalara bırakmıştı. Hâlâ holde olduğumuzu fark ederek odama doğru yol aldım ve arkama bakmadan seslendim. "Ellerini en az üç kere yıkamayanın İnşallah giydiği çorabın topuk kısmı topuğuna gelmez de rahatsız olur."

Arkamdan gelen homurdanmaları ve ayak sürüme seslerini duyuyordum.

Odama girip hiç beklemeden giysi dolabımın önüne geldim ve içinden siyah bir eşofman takımı çıkardım. Üstüme giyince de dağınık bir topuz yapıp banyoya geçiş yaptım. Oradaki işlerimi halledip tekrar salona gitmek için koridora çıktım. Benim geldiğimi gören Duygu ve İlknaz'da benim kıyafetlerimden giymek için odama yönelmişlerdi. Yanımdan geçerken tip tip bakmayı elbette ihmal etmemiştim ancak onlar en şirin gülümsemelerini kuşanıp bana bakmışlardı.

Salona girdiğimde Enes ve Mirza'nın film kavgası yaptığını gördüm. Onlara bakarken mısır kemiren Demir'in yanındaki boş yere oturdum.

"Ya sen özürlü müsün, Enes? Daha geçen gün korku filmi izledik!" dedi Mirza.

"Ben yine korku filmi izlemek istiyorum belki. Olamaz mı?!" dedi Enes.

Demir, bunun üzerine ağzındaki mısırı yutup tane tane konuştu. "Lan Enes doğruyu söyle, sen harbi harbi benim ırzıma göz dikmiş olabilir misin? Sen her korku filmi izlediğinde gece yatağının altından canavar çıkacak diye korkup benim odamda, benim yatağımda, benim yanımda yatmıyor musun? Sen bunları yaşarken nasıl hâlâ korku filmi izleyebiliyorsun acaba?! He canım benim. He benim kara kuzum. He. Söyle hadi bana."

Enes tam cevap verecekken Serkan nadir bir şekilde konuştu. "Lan Demir, sen yine şanslısın. O günler işemeye beni yanında götürüyordu. Ben bunun sidiğinin, bokunun keyfini bekliyordum."

Enes ikisinin üzerinde olan gözlerini kısarak bakıyordu. "Siz ne kıymet bilmez, ne hâlden anlamaz, ne düşüncesiz insanlar oldunuz be?! Siz ne zaman istediniz de ben sizi yatağıma almadım! Ne zaman istediniz de sizi çişe götürmedim! Heeğ! SÖYLEYİN BANAAĞ!" dedi Bihter misali.

Biz toptan gözlerimizi devirirken Duygu ve İlknaz içeri girdiler. Demir, "Duygu bacım, sen bu at hırsızı kılıklıya dikkat et olur mu? Özellikle baş başayken sakın ha sakın korku filmi izlemeyin!" Duygu, ne hakkında konuştuğumuzu anlamadığı için boş bakışlar eşliğinde yerdeki minderlerden birine bağdaş kurarak oturdu.

Duygu, "Ben niye bu öküz başlı antilopla baş başa korku filmi izleyeyim, Demir?" dedi Demir'e ters bakışlar atarken. Enes bu cevabın üzerine ciddiyetle hiç beklemediğimiz bir tepki verdi. "Limon çiçeğime katılıyorum. Neden benimle baş başa korku filmi izlesin ki?"

Serkan'ın bile bu cevapla şaşkınlıkla dudakları aralanırken hepimizin gözleri büyümüştü. Ta ki Enes, bir anda sırtlan gülüşünü takınıp cümlesine devam edene kadar. "Biz Limon çiçeğimle baş başa romantik filmler izlemek için baş başa buluşuruz. Tabi bu daha başlangıç. Değil mi limon çiçeğim?"

Hepimiz aynı anda abartılı bir şekilde göz devirirken Duygu, kişnemeye başlayan Demir'in kucağındaki yastığı alıp Enes'in kafasına geçirmişti.

Daha sonra Mirza, kendi istekleri üzerine bir dram filmi açmış ve yanımdaki boşluğa kendini atmıştı. Enes ise Duygu'nun yanındaki mindere oturmuş Duygu'yu izliyordu.

***

Telefonum çalarken yanımda uyuyan Duygu'yu uyandırmamaya dikkat ederek elime aldım ve sesini kıstım. Gece saat dörde geliyordu ve arayan Egemen'di. Ses çıkarmamaya çalışarak odamdaki balkona çıktım ve arkamdaki kapıyı kapatarak aramayı cevaplandırdım.

"Efendim Egemen? Bir sorun mu var gecenin bu saatinde?" dedim.

"Ahsen, önemli olmasa inan bu saatte aramazdım ama sana ulaşamamışlar kimsede telefonun yokmuş neredeyse. Numaranı kantindeki Kamil Amca'dan ve Selim'den alabileceğimi de asla tahmin etmemiştim." Ne kadar çok konuştu bu ya! "Her neyse, konudan saptım. Hastaneye töreliler mi ne geliyormuş. Düğünde bir şeyler olmuş. Beni aradılar, ben gidiyorum hastaneye ama sana ulaşamamışlar. Bende Kamil Amca sağ olsun onun sayesinde ulaştım sana." Sesi panik doluydu.

"Tamam, ben çıkıyorum birazdan. On dakikaya hastanede olurum," deyip sonrasında görüşürüz dedikten sonra telefonu kapatıp içeriye geçtim.

Dolabın önüne gelip içinden siyah mom jean pantolon ve siyah boğazlı bir kazak aldım. Duygu'nun uyuduğunu bilmeme rağmen yine de üstümü banyoya geçip değiştirmiştim. Saçlarımı, birkaç tutam dışarıda bırakarak ensemde bir topuz yaptım ve odadan çıktım. Misafir odasındaki İlknaz ve Zemheri'yi hızlıca kontrol ettim. Salonda uyuyanlara da bakıp öyle çıkacaktım.

Mirza ve Demir koltukta beraber uyuyordu, yerde ise Enes ve Serkan. Enes, horlamaya devam ederken koltuktan düşmek üzere olan Mirza'yı düzeltip Demir'in, üzerindeki -artık üzerinde olmayan- örtüsünü üstüne çektikten sonra tibet öküzü misali yan yatmış, ağzını da açmış bir şekilde horlayan Enes'in ağzını kapattım. Gerçekten Serdar Ortaç bile adam olurdu ancak bizden olmazdı...

Olabildiğince hızlı bir şekilde arabama ulaştım ve gazı kökleyip hastaneye geldim. Arabadan inip hastane kapısına doğru ilerledim. İçeri girdiğimde Egemen'in yersiz paniğine gözlerimi devirdim ve önlüğümü almak için yukarı çıktım.

Doktor odası olarak kullanılan odanın kapısını çalmadan açtım. Dört tane doktor buradaydı. Beni arayan Egemen'se hâlâ gelmemişti. Başımla ufak bir selam verip dolabımdan sakince bir önlüğümü ve steteskobumu aldım. Aynı sakinlikle koltukta boş bir yere oturdum. Egemen bu sırada nefes nefese içeri girdi. Tam gözlerimi kapatacaktım ki bana sorular gelmeye başladı.

"Neden kimseyle konuşmadın gelince?" dedi genç bir kadın doktor. Yaka kartında adının Kübra olduğu yazıyordu. Beyaz tenliydi ve kahverengi saçları vardı.

"Başarıların tüm hastanede yayıldı. Böyle bir doktor neden yurtdışında değil ki?" dedi genç bir erkek doktor. Yaka kartında adının Vural olduğu yazıyordu. Hafif kiloluydu ve kızıldı.

"Numaranı da sadece kantin çalışanlarında ve birkaç hizmetliye vermişsin? Nasıl ulaşacağımızı şaşırdık," dedi otuzlu yaşlarda bir kadın doktor. Yaka kartında adının Sinem olduğu yazıyordu. Saçları boyalı ve sarıydı. Ayrıca parmağında bir alyans vardı.

"Bu kadar başarına rağmen fazladan Doğu Bölgesi görevi de istemişsin. Şaşırdık hepimiz," dedi genç bir erkek doktor. Yaka kartında Burak Çetiner yazıyordu. Esmer biriydi.

Ben hepsine boş gözlerle bakarken Egemen'in kısık sesli gülüşü kulaklarıma doldu. Ben teker teker her doktora bakarken yavaş yavaş başımı aşağı yukarı salladım ve "Ben hastaneye geldim değil mi?" diye sordum. Dört doktor birbirine anlamsız gözlerle bakarken devam ettim. "Dedikodu evine değil yani?"

Hepsi aynı anda aydınlanma yaşar gibi kafalarını sallayıp gülümsediler. Bu sırada tekli koltuklardan birine oturan Egemen, kahkaha atmıştı. Bu adam telefonda panik değil miydi ya?! Ben hepsine numaramı verip sorularına cevap vermeye başladım.

Bunlar olurken kapı açıldı ve bir hemşire içeri girmeden konuştu. "Ambulanslar gelmek üzere, acile bekleniyorsunuz!" Bizim bir şey dememize fırsat kalmadan kapıyı kapatıp geri gitti. Biz de ayaklanıp hızlı ve büyük adımlarla acile yürümeye başladık.

Egemen benim yanımdaydı ve ona bakmama bile gerek kalmadan gerginliğini hissedebiliyordum. "Rahat ol. Bu kadar gerilme. Acilde bende olacağım. Yanına gelmem bir seslenmene bakar." Neden bunu söyleme gereksinimi duyduğumu anlamamıştım. Sözlerim üzerine bana baktığını hissettiğimde okyanusu andıran gözlerimi ona çevirdim. Yeşillerinde bariz bir şaşkınlık vardı. Şahsen bende şaşırmıştım. Bakışlarını ilk kaçıran o oldu ve elini ensesine götürürken mırıldandı. "Teşekkür ederim." Utanmış mıydı o?

"Teşekküre gerek yok." Acilin kapısına geldiğimizde ambulanslar da gelmişti. Beş tane ambulans ve yedi tane araba vardı. Arabaların içlerinden hasta alıyorlardı.

Sedyeyle gelen ilk iki hastayı diğer doktorlar alırken üçüncü sedyeyi benim olduğum tarafa ittim ve eldiven giyerken hastanın bilgilerini almaya başladım. "Tansiyon, 8'e 4. Solunum hızı, 40-60 arası. Ateş, 38 derece. Sağ göğüste ateşli silah yaralanması var. Kurşun içeride." Başımı aşağı yukarı sallayıp ışığı çıkardım ve beyin korteksini kontrol ettim. Yanımda duran hemşireye dönüp "Kan grubunu öğrenin ve kan takviyesine başlayın. Operatör doktora haber verin, ameliyathaneyi hazırlayın," dedim ve geri çekildim. Hemşireler dediklerimi yaparken diğer hastalara baktım.

Hepsiyle doktorlar ilgilenirken Egemen, gergince tampon yapmakla meşguldü. Bu çocuk diplomasını kasaptan almış olabilir miydi?

Koşarak onun yanına gittim ve tampon yaptıkları oksijenli bezleri kaldırdım ve yaraya baktım. Derin bir bıçak iziydi. "Düğün yerine Malazgirt Savaşı'na mı gittiniz, anlamadım ki?" diye söylenirken Egemen'e döndüm. "İç organlara zarar gelmiş mi diye MR çektir. Kan takviyesine başla ve iç organlara zarar gelmemişse dikiş at. Gelmişse de ameliyata al," dedim ve geri dönüp ameliyata hazırlanmak için ameliyathaneye yürümeye başladım.

***

Ameliyat bitmişti ve şimdi ellerimi yıkıyordum. Bir yandan da Kenan Hoca'yı dinliyordum. "Gerçekten hastanede bahsettikleri kadar varmışsın. Gelecekte çok başarılı olacağına inancım tam."

Kenan Hoca'yla beraber girmiştik ameliyata ve çok başarılı bir profesördü. Gülümsedim, "Başarılı olacağımı biliyorum." Ona dönerek devam ettim. "Ama bunları sizden duymak gururumu okşadı."

Ben ellerimi kurularken o bu sözlerime kahkaha attı. Bende önlüğümü giyip bonemi çıkardım ve acile inmek için kapıya adımladım. Merdivenleri inerken acildeki sesler bulunduğum yere kadar uzanıyordu.

Yavaş yavaş inmeye devam ederken görüş açıma hastane polisleri, kavga eden iki aşiret, çekimser bir şekilde onlara bakan doktor halkı ve onlara kaçamak bakışlar atan hastane sakinleri girmişti.

Merdivenlerde tabiri caizse mal gibi durduğumu fark edince hızlı adımlarla hastaların olduğu yere yürüdüm. Hedefimde aşiretten olan tonton görünümlü bir teyze vardı ve sedyede uzanıyordu. Ayakucundaki masadan dosyasını aldım ve incelerken konuşmaya başladım. Bu sırada Egemen ve adlarını bilmediğim dört doktor çevremdeki hastalara bakmaya başlamışlardı. "Kendini nasıl hissediyorsun teyze?" diye sordum hafif bir tebessümle.

"İyiyim iyiyim de. Bir tansiyonuma bakıver be doktor kızım," dedi bozuk Türkçesiyle. Ben istediğini yapmak için yanına gittim ve aldığım tansiyon aletiyle ölçüm yapmaya başladım.

Kısa bir sürenin ardından tansiyonunun normal olduğunu gördüm. "Tansiyonun normal teyze." Bunu dememle hızla bana döndü ve ellerimi tutup beklemediğim bir konuşma yaptı. "Sen ne güzelmişsin ben doktor kızım. Gözlerin de Maşallah çipil çipil bakıyor. Sen bekâr mısın kızım?" Hadi buyurdu. Buradan bir aşiret ağasıyla çıkmazsam camide lokma dağıtacaktım.

Ben girdiğim şoktan, bana sorular yardıran ekibin kıkırdamalarıyla çıktım ve hafif bir tebessümle, "Bekârım ben teyze."

Benim tonton görünümlü teyzemin yüzünde asla masum diyemeyeceğim bir gülümseme oluşurken, "Sen tamamen bekârsın şimdi, he mi?" diye sordu.

Derin bir nefes alırken konuşmaya başladım. "Yok teyze benim medeni durumum part time. Hafta içi bekâr, hafta sonu evliyim."

Teyze bana 'cık cık'larken etrafımdaki doktorlardan kısık kahkaha sesleri yükselmeye başladı. Ancak benim tonton teyze yeniden eski formuna dönüp sanki yasa dışı bir şey söyleyecekmişçesine kulağıma yaklaştı ve ses tonunu asla kısmadan konuştu. "Bak bizim aşirette bir oğlan var. Hem yakışıklı hem zengin. Senin gibi maviş maviş de bakıyor."

Bu konuşmanın pek hoş yerlere gitmeyeceğini anladığımda ayağa kalkıp tam bir şey söyleyeceğim sırada Egemen'den bir ses yükseldi. "Teyze sen ne fena bir şey çıktın ya! Ayaküstü kızı evlendireceksin ha!"

Hepimizin bakışları ona dönerken o telaşla açıklama yapmaya başladı. "Yani Ahsen için dedim ben. Başka bir şey yok yani..." Bizim bakışlarımız değişmezken devam etti. "Niye öyle bakıyorsunuz be?! Aman, demedim bir şey!" deyip ortamı terk etti...

Dedikodu soslu doktor ekibi ve tonton görünümlü teyze gözleri kısılmış bir şekilde birbirine bakıp esrarengiz seslerle konuşmaya başladılar:

"Şüpheli," dedi Sinem.

"Fazlasıyla," dedi Burak.

"Kesin bir şey var," dedi Kübra.

"Gözaltına aldım ben bu sarışını," dedi tonton görünümlü teyze.

"Öğle arasında lahmacun mu söylesek?" dedi Vural gözleri kısılmış bir şekilde.

Tonton teyze de dâhil olmak üzere gözlerini devirdiler. Ben de şaşkınlıkla aralanmış ağzımı kapatıp başımı iki yana sallayarak başka bir hastanın yanına geçmek üzere hareketlendim.

Hedefimde sedyede sürekli söylenen pos bıyıklı, kırklı yaşlarda, erkek bir hasta vardı ve yanındaki hemşireye kızıp duruyordu.

Kaşlarımı çatarak hastanın yanına ilerledim ve ayakucundaki masanın önünde durdum, "Sorun nedir?" diye sordum. Süper girl Ahsoş iş başındaydı.

Pos bıyıklı amca, horoz misali yattığı yerden şişip oturur pozisyona geldi. "Bu nasıl hizmettir! Hasta hakları diye bir şey yok burada!" diye bağırdı. Ben boş bakışlarımla, "Sorumun cevabı?" diye sordum.

Hasta, bu sefer daha yüksek sesle konuşmaya başladı, "Ben, Narmanoğlu Aşireti'nin ağalarından biri, Mahmut Narmanoğlu'yum. Burada ben ne dersem o olur!" Ellerini yan taraftaki komodinlerin üstüne sertçe vurup devam etti. "Ben de aha bu Dadaşoğlu Aşireti'nden kimsenin tedavi olmasını uygun görmüyorum. Tedavi etmeyeceksiniz!" E benim kafadaki cinler de durur mu? Hatta danalar, boğalar, öküzler, gergedanlar... Cirit atmaya başladı.

Herkes yataktaki şişen horoz sebebiyle buraya bakmış ve sesler kesilmişti. Şanslıyım ki çoğu hasta hastane odalarında, birkaç hasta da dışarıdaydı. Yaklaşık beş normal hasta ve aşiretliler acildeydi ve bizi izliyordu. Doktorlar ve hemşireler dâhil...

Ellerimi önümde duran masaya sertçe vurup öne eğildim. "Bana bak. Burası senin aşiret konağın değil, biz de senin marabaların değiliz. Burada sen de hastasın onlar da hasta. Kabul ediyorsan yat. Kabul etmiyorsan da defol git. Biraz daha bağırırsan seni tedavi de etmem! Anladın mı?!" Sona doğru sesim istemsiz yükselmişti.

Ancak konuşmam tam olarak etki etmemiş olacak ki sesini daha da yükseltti. "Sen kim oluyorsun da benimle böyle konuşuyorsun?!" Bir miktar daha sinir katsayım artınca, "Bende arkadaşlarım da sağlık çalışanıyız. O kadar eğitim görüp buralara gelmişiz. Sizin salak saçması ağalık meseleniz yüzünden ettiğimiz yeminleri bozacak değiliz. Kendine gel!" Biraz uzaklaştım ancak bakışlarım hâlâ ağadaydı. Bu şekilde devam ettim. "Ortasından sıkılmış diş macunu seni."

Hastaya arkamı döndüğümde acilde olan herkesin bize baktığını gördüğümde afalladım ancak yoluma devam ettim. Doktor odasına gidip orada kalacaktım çünkü artık burada bir işim kalmamıştı.

Merdivenlerden çıkarken bir yandan da Zehir Ekibine hastanede olduğumu belirten mesaj attım. Ayrıca Enes'e özel olarak yarın camide lokma dağıttırmam gerektiğine dair bir şeyler yazdım.

Merdivenleri bitirip biraz daha yürüdükten sonra odanın kapısını açıp kendimi içeriye attım. Ayaklarımı yere sürerek koltuğa yürüdüm ve adeta koltuğa yığıldım. Biraz yüzüstü durduktan sonra oturur pozisyona geçtim ve gözlerimi kapattım.

Yaklaşık beş dakika sonra kapı tekrar açıldı ve konuşmalar başladı. Bende gözlerimi açtım.

"Ya kızım, biz iki saat uğraştık susturamadık o değişiği. Tebrik ediyorum seni!" dedi Kübra.

"Gerçekten sana hayranlığım arttı," dedi Vural.

"Senden almam gereken dersler olduğunu düşünüyorum," dedi Burak.

"İyi hoş, bizi bu dertten kurtardın da umarım başhekime ve yöneticilere gitmez bunlar," dedi Sinem.

Tüm bunların karşılığında derin bir nefes alıp konuştum. "Şu anda her şey umurum dışı." Bu cevabımla kıkırdadılar ve hastanedeki dedikoduları bana aktarmaya başladılar.

'Hemşire Merve ve genel cerrahi bölüm başkanı arasında bir şeyler var diyorlar'dan başlayıp 'Muhasebeci Erdem ve hastalardan bir kadının yediği naneler'e kadar devam ettiler ve evlerine gideceklerini söyleyip buradan ayrıldılar. Yaklaşık beş dakika sonra Egemen elinde iki kahveyle kapıyı açtı ve içeri geçince ayağıyla kapıyı kapattı. Konuşarak bana doğru gelmeye başladı. "Acilde olay çıkarıp çözdün. Vallahi tebrik ederim, hiç susmuyordu. Tabi biz senin gibi gece yürek yiyip gelmedik. Başın belaya girmese iyi."

Ellerindeki kahvelerden birini bana uzatınca yüzümde oluşan kocaman gülümseye engel olamamıştım. İki elimi birden uzatıp kahveyi çocuk gibi almaya çalışınca aynı gülümsemeden Egemen'in yüzüne de yayılmıştı.

Kahveyi uzatınca konuşmaya başladım. "Başım belaya girerse ilk kez girmemiş olacak. Pek umurumda değil açıkçası." Kahveyi gösterip devam ettim. "Kahve için de teşekkür ederim bu arada." Önemli değil anlamında hafifçe tebessüm etti. Sonra hiç konuşmadan sadece yan yana durup kahvelerimizi içtik. Önemli olan buydu zaten. Konuşmasak bile susarak anlaşabilmek...

***

 

1 ay sonra...

Danışma bölümünün orada masanın önünde elimde kalemle hasta dosyaları inceliyordum. Biraz ilerimde Talat Akdemir'in odası vardı ve bugün hastanedeydi. Bu bir ay içerisinde birçok hastaya bakmıştım ve Egemen'le sadece iş arkadaşıydık. Burada ilk iş günlerini geçiren Ahsen, Egemen'le işte bile iş arkadaşlığı yapmak istemez, kaçınırdı.

Bu zaman içerisinde ona karşı ön yargılarımın çoğu kırılmıştı ancak tam anlamıyla duvarları indirememiştim. Hâlâ ona karşı isteğim dışında soğuk davranıyordum maalesef.

Sol taraflarda hissettiğim hareketlilikle kafamı dosyalardan kaldırdım ve sola baktım. Bir kadın ve bir adam Talat Akdemir'in odasına doğru gidiyorlardı ve ne kadar ceketlerinin altındaki silahlarını gizlemeye çalışsalar da bunca zaman silahların arasında büyüdüğüm için benim gözümden kaçmamıştı. Kaşlarımın arasında bir çukur oluşurken sağ tarafı kontrol etmek için kafamı çevirdim ve ilerden gelen Egemen'i gördüm. Ona takılmadan şırıngalarla kenara ayrılmış olan sakinleştiricilerden bir şırınga aldım ve kapağını açmadan yavaş adımlarla Talat Akdemir'in odasına çoktan girmiş olan insanların arkasından gittim ve kapıyı yavaşça açtım. Sekreter olması gereken yerde yoktu ve bu beni iyice şüphelendirmişti.

Aynı yavaşlıkla Talat Akdemir'in odasının kapısını açtım. Gördüğüm görüntü beni pek şaşırtmamıştı. İçeri giren iki kişi Talat Akdemir'e silahlarını doğrultmuştu ve Rusça konuşuyorlardı. Kapıyı kapatmadan olabildiğince ses çıkarmamaya çalışarak adamın yanına yaklaştım.

Talat Akdemir beni fark etmişti ve işaret parmağımı dudağıma götürerek susmasını işaret ettim. Elimdeki şırınganın kapağını açtım ve açtığım gibi silah tutan adamın ensesine tahmini miktarda enjekte ettim. Şırıngayı çıkarıp kenara attım ve silahıyla beraber bana dönen kadının yanına gidip silah tutan elinin tarak kemiğine avcumun içiyle vurdum. Bu yana dönmesine sebep olmuştu.

Sağ elimle çenesine yumruk atarken kapı hızla aralandı ancak bakamadım. Bunları yaparken olabildiğince hızlı hareket etmeye çalışıyordum -ki işe yaramış ve kadın bana karşılık verememişti-. Kadın ileriye savrulurken elinden düşen silahı ayağımla ileriye ittim ve karnına tekme attım. Bu darbemle yere düşerken üstüne çıkıp karnına otururken hareket alanını kısıtlamaya çalışıyordum. Bağırarak defalarca kez Rusça bir şekilde, "Ostav' menya(Bırak beni!)" demişti.

Rusça bildiğim için karşılık vermem zor olmamıştı. "Kto ty? Chto ty khochesh'?(Sen kimsin? Ne istiyorsun?)" Cevap vermeyince birkaç kez yüzüne yumruk attım.

Nefes nefese karşılık verdi. "Nas prislali Noris i Andros KOZLOVY. Vremya dostavki proshlo.(Noris ve Andros KOZLOV tarafından gönderildik. Teslim süresi geçti.) İsimler neden tanıdık geliyordu?

Neden bahsettiğini anlamadığım için bir anlık dikkatim dağılmıştı ve bu, kadının kaburgalarıma ve yüzüme vurup beni üstünden atmasına ve sonra silahına koşmasına sebep oldu. Ben dirseklerimin üzerinde dururken o ayakta karşıma geçmişti. Namlunun ucunda ben vardım ve üstelik herhangi bir harekette bulunma ihtimalime karşı uzakta duruyordu! Umarım eşekler cennetine gitmezdim...

"Skazhi svoi posledniye slova, vrach! (Son sözlerini söyle, doktor!)" ve ardından bütün sesler duruldu ve bir silah sesi duydu kulaklarım. Annemin öldüğü günkü gibi. Babamın öldüğü günkü gibi. Tüm sesler durdu. Sadece bir ses. Tek bir ses... Annemle babamı benden alan o ses...

***

Umarım beğenmişsinizdiiirrr.

Yorumlarınızı alalımmm.

Loading...
0%