Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@oylesinebirokurist

Hayatımızda öyle anlar olur ki bir daha unutamayız. O anlar bizim görünmeyen derin yaralarımızdır. Kimisi acı çekmemek için ruhunun en karanlık odasına hapseder o anları, kimisi daha çok acı çekeceğini bile bile kanatır ve söker atar ruhundan. Atar atmasına ama bir bakar ki hiçbir şey kalmamış hayatında. Acılardan ibaretmiş aslında ruhu. Yaşamaktan korkar hâle gelir insan ama ölüm ürkütücüdür onlara göre. Ölmeden üstüne toprak atılması. Yaşarken karanlığa gömülmek. Yaşarken ölmek...

Duyduğum o ses beni belki de alıp götürmüştü bu Dünya'dan. Belki de hayatımın son yedi dakikasını yaşamıştım. Ama acı çekmeden. Sahi, ölüm acısız mıydı böyle? Şu an bedenimde bir kurşun mu vardı? Ben daha önce de vurulmuştum, hiç böyle olmamıştı?

Lan!

Ölmedim mi ben?

Kurşun kime girdi o zaman?

Tövbe estağfurullah, Ahsen! Böyle mi sorulur bu?!

'Pamuğu kime tıkadılar' de bir de tam olsun!

Gözlerim o sesten birkaç saniye sonra aralandı ve avuçlarımı bedenimde gezdirirken kendimi kontrol ettim. Karşıma baktım. Egemen. Kolu kanıyordu ve eliyle üzerine bastırıyordu. Yüzünde acılı bir ifade vardı. Talat Akdemir kapıdan birilerine sesleniyordu. Kadın, muhtemelen Egemen sayesinde masaya doğru savrulmuştu ve silahı yerdeydi.

Hızla ayağa kalktım ve aynı hızla kadının yanına koştum. Elimi yumruk yapıp sert bir şekilde yüzüne geçirdim. Burnundan çıkan sesle kırıldığını anlamıştım. Birkaç sert yumruğun ardından kadın bilincini kaybederek yere yığıldı. Sakinleştirici verdiğim adamsa yerde, belki de kırkıncı rüyasını görüyordu.

Hızla Egemen'in yanına gittim ve yaraya bakmak için yarayı tutan elini kaldırdım. "Sıyırmış sadece. Önemli bir şey yok. Sakin ol." Omuzlarından itip arkasındaki koltuğa oturttum. Önlüğümü çıkarıp katladım ve Egemen'in yarayı tutan elinin altına koyup önlükle tampon yapmasını sağladım.

"Canım acıyor. Gerçekten bir daha kurşun yaralanmasıyla gelen hastanın söylenmelerine küfür etmeyeceğim!" Bence dışından konuştuğunun farkında bile değildi. Bu haline gülümseyip, "Acısını biliyorum. İlk kurşun yaralanmamda benim de canım çok yanmıştı. Hatta morfin olmadığı için uyuşturmadan dikmişlerdi bir keresinde," dedim, canının acısından ne dediğimi anlamayacağına güvenerek.

Odaya hastane polisleri gelirken bende Egemen'in omzuna dokunup, "Hadi kalk, dikiş atalım. Açık kalmasın böyle. İzin alırsın birkaç günlük. Toparlanırsın bayağı." Kafasını sallayıp ayağa kalktı ve kapıya yürüdü.

Çoğu kişi buraya toplanmıştı ve aralarından birkaçı bizi gösteriyordu. "Sirkte maymun gösteriyorlar sanki anasını satayım!" diye homurdandım. Egemen, bunu duymuş olacak ki acıyla karışık kısık gülüşü kulaklarımı doldurdu.

Merdivenlerden inip gerekli eşyaların olduğu bir odaya girdik. Egemen sedyeye otururken bende gerekli malzemeleri masaya diziyordum. Egemen, kolunu tutarken konuştum. "Soyun."

Egemen'den aynen şöyle bir ses çıktı: "Ha?!"

Egemen'e bakınca gözlerinin ve dudaklarının şaşkınlıktan aralanmış olduğunu gördüm. Gözlerimi devirdim. "Ne yapayım, Egemen? Kıyafetinin üstünden mi atayım dikişi?" Bu dediğimle aydınlanmış olacak ki 'Haa' diye bir ses çıkardı. Ben sedyenin önündeki döner sandalyeye otururken o da önlüğü sedyenin arka kısmına koymuş, çekinerek üstünü çıkarmaya çalışıyordu ancak bunu yaparken canı yanmış olacak ki yüzünü buruşturdu. Bende kazağının eteklerinden tutarak kaldırdım. Kaldırırken ellerim çıplak tenine temas etmişti. Bu temasımla parmak uçlarım karıncalanırken Egemen gerilmişti ancak aldırmadım. Yaraya lokal anestezi uygulayıp beklerken kazağı katlayıp sedyenin kenarına koydum ve elime eldiven geçirmeye başladım.

"Şanslısın, benim gibi bir doktor sana dikiş atıyor," dedim. O gülümserken ben iğneyi portegüye yerleştirdim ve sol kolundaki yarayı dikmeye başladım. Ben dikişleri atarken Egemen'in yeşilleri üstümden hiç ayrılmamıştı.

Birkaç dakikanın sonunda pensetle düğüm attım. Dikişin üstüne gazlı bez koydum ve flasterle tutturup geri çekildim. Ne olur ne olmaz diye sargıyla çevreledikten sonra kazağını giydirip kol askısını takmasına yardımcı olmuştum.

Neşeli çıkarmaya çalıştığım sesimle, "Geçmiş olsun. Tekrar beklemeyiz," dedim.

Egemen, bu hâlime gülümseyip, "Umarım Doktor Hanım. Lâkin bir sonraki tedavinizi bekliyor olacağımı bilmenizi isterim," dedi. Ben, anlamaz gözlerle bakmaya devam ederken, "Boş ver. Zamanı gelince anlarsın," deyip ayağa kalktı ve bana yukardan bakmaya başladı. Bana doğru eğilip birden elini yüzüme doğru kaldırınca garipsedim ancak kaşlarımı çatmak dışında bir tepki vermedim.

Başparmağıyla dudağımın kenarındaki varlığını unuttuğum yaraya dokunurken mırıldandı. "Kan üstünde kurumuş. Sen benim yaramı sardın ve sanırım sıra bende."

Doğrulup arkasını döndü ve malzemelerin olduğu dolabın önüne geçip birkaç parça malzeme almaya başladı. Bense hareket etmeden duruyordum.

Geri döndüğünde kalktığı sedyeye geri oturdu ve elindeki malzemeleri masaya bırakıp tek eline yavaşça eldiven giymeye başladı. "Tek elle ne kadar becerebilirsek artık. Yaklaşık on beş dakika önce vuruldum da. Kusura bakmazsanız sevinirim," dedi.

Gülümseyip, "Ben onu bunu bilmem. Benim gibi birisi bu Dünya'ya bir daha gelmez. Bana iyi bakmak durumundasınız," dedim memnuniyetsiz bir sesle. Eldivenini giymeyi sonunda başarmış ve eline gazlı bez almıştı. "Elimizden geldiğince artık..."

Yaranın etrafını gelişigüzel temizleyip üstüne batikon döktüğü gazlı bezle yarayı temizlerken bir yandan yüzümü inceliyordu. Muhtemelen yüzümde mimik oynamamasına takılmıştı.

Tahminim doğru çıkarken, "Tepki verir misin artık?" dedi çattığı kaşlarıyla. Ben gözlerimi devirirken biraz bastırmıştı.

"Tepki vermiyoruz diye içine sıçmaya gerek yok değil mi, Egemen!" dedim ters bir sesle. Bunun üzerine, "Şükür, robot değilmişsin. Ayrıca senin ağzın çok bozuldu. Kınıyorum seni." Gözlerimi devirip ters bakışlarımı sürdürdüm.

Bir süre sessizce bekleyince aramızda çok bir mesafe olmadığını fark ettim. Bu yakınlık içten içe gerilmeme... Hayır, nefeslerimin düzensizleşmesine neden olurken hiç düşünmek istemeyeceğim şeyler aklıma geliyordu!

Bu çocuğun gözleri bu kadar parlıyor muydu Ahsoş?

Normal bir yeşil de değil. Pers yeşili gibi bir şeydi sanki...

Kokusu da bir güzel... Parfümünün markası ne acaba? Tarçınlı gibi...

Bu çocuk sarıydı, daha bir sarı olmuş gibi...

LAN BEN BUNLARI NİYE DÜŞÜNÜYORUM?!

Bu kadar yakınlık gerçekten kalbime zarardı. Görev gereği birçok kişiyle temas olmadan yakınlık kurmuştum ancak hiç böyle şeyler aklıma gelmemişti. Şu anda bir Akdemir'e karşı böyle şeyler hissetmem çok saçmaydı. Yanlıştı!

Evet Ahsen, aç kapıyı bak, Aras Kargo!

İşi bitmiş olacak ki hareketleri durmuştu ancak elini yüzümden çekmemişti. "Başka bir yerinde bir şey var mı?" diye fısıldadı. Kafamı iki yana salladım ancak tekme atılan karnım ve yumruk atmaktan muhtemelen soyulmuş elim eldivenin içinde yanarken bana pek yardımcı olmuyordu. O da yememiş olacak ki, "Yalancı," diye tıslayıp sağ elimdeki eldivenin lastiğini aşağı doğru çekti. Tahmin ettiğim gibi soyulmuştu ve kötü görünüyordu. Kan kurumuştu ve etrafında kalkmış derim duruyordu. Bu görüntüye kaşlarını çatıp ağzının içinde bir şeyler mırıldandı.

Elimi tutup kendi dizinin üzerine bıraktı ve dudağımın kenarına uyguladığı işlemleri tek eliyle sağ elime uygulamaya başladı. O fark etmese de nefesim kesilmişti.

ELİM!

DİZİNİN!

ÜZERİNDEYDİ!

Dışıma yansıtmamayı başarsam da içim için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Beni ne hâle getirdi zalımın oğlu! Canımın yandığını düşünüyor olmalı ki her batikon sürdüğünde üflüyordu. Canım yanıyordu, evet ama alışık olduğum bir acı olduğu için fazla umursamıyordum. Sadece o yüzden mi sence, Ahsen!

Yaklaşık beş dakikanın sonunda elimi sargıyla sarıyordu. Tek eliyle yaptığı için ve daha fazla bu yakınlığın içinde kalmamak için sargının ucunu elinden alıp kendim sarmaya başladım. Bir yandan da uzun süreli sessizliği bölüp konuştum. "Teşekkür ederim. Hayatımı kurtardığın için. Az kalsın eşekler cennetine gidiyordum da..."

"Asıl ben teşekkür ederim. Aynı zamanda da özür dilerim," dedi mahcup bir sesle. Sargıyı saran elim duraksadı ve kaşlarım çatıldı. Ona dönüp, "Ne için teşekkür ediyorsun ve aynı zamanda ne için özür diliyorsun?" diye sordum.

Sağlam olan elini ensesine atıp, "Babamın hayatını kurtardığın için teşekkür ederim, babam yüzünden de sana böyle bir şey yaşattığımız için de özür dilerim. Gerçekten neden babamın odasında öyle bir şeyler yaşandı, bilmiyorum. Ama öğrenmeye çalışacağım," dedi. Ben babanı bitirmek istiyorum be sarı oğlan... Acaba bunu bilsen yine aynı şekilde yaklaşır mıydın bana? Soruya bak, tabi ki yaklaşmazdı!

"Bazı şeyler söyledi o kadın, boşluğumdan faydalanıp beni üzerinden atmadan önce. Ama emin olmadan söyleyemem. Ya da neyin ne olduğunu bulmadan diyelim. Ben bunu bulana kadar lütfen kendini tehlikeye atacak bir şey yapma, olur mu?" Sen neler diyorsun be, Ahsen?

"Ne söyledi?" Gözlerimi devirip cevapladım. "Emin olmadan söyleyemem dedim ya! Sen, beni nerenle dinliyorsun acaba, Egemen?!" O da gözlerini devirdi ve huysuzca homurdandı. "Ben, bugün vuruldum. Asabımı bozmayın benim." Kolunu tutup devam etti. "Ah, kolum!" Boş bakışlarımla yüzüne bakıp cevap verdim. "Bir de bayıl istersen, Egemen!"

Sonra ciddileşip yüzüne bakmaya başladım. Egemen de bakışlarımı fark edince ciddileşti. "Eğer baban, amcaların falan... Kötü şeylere bulaşmışsa ve benim elimde onları bitirecek şeyler olursa eğer..." Beklentiyle gözlerime bakıp devam etmem için kafasını sallayınca, "Ailenin mi yanında olurdun, yoksa benim mi?" diye bir soru sormuş bulundum.

Gerilen vücudundan düşünmek istemeyeceği bir şeyi yüzüne vurduğumu anlamıştım. Ancak bu sorunun cevabı benim için gerçekten önemliydi. Neden önemliydi, bilmiyordum ama önemliydi işte...

Sıkıntılı bir nefes verip dudaklarını araladı. "Eğer öyle bir şey olsaydı ve karşımdaki de ailem olsaydı..." Duraksayınca aynı beklenti dolu gözlerle Egemen'e bakıp devam etmesi için başımı salladım. "Senin yanında olurdum, emin ol." Ne zaman tutuğumu bilmediğim nefesimi verirken rahatlamış bir ifadeyle konuyu değiştirdim. Çünkü bu raddeden sonra ağzımızdan çıkacak her sözcük hem Egemen'in hem de benim canımı yakacaktı.

"Hadi kalkalım o zaman. Hastane karıştı zaten. Biz burada, evi yanarken köylü misali... Vural, lahmacun söyleyecekti. Yanlarına gidelim hadi." Kafasını sallarken ben kanlı önlüğümü alamaya yeltendim ancak Egemen benden önce davranarak boştaki eline aldı. Sorgulayıcı bakışlarımın hedefi olurken cevap verdi. "Anı olarak kalsın. Her gün vurulup omzumuza bir önlük tutmuyoruz sonuçta."

Ben, 'e iyi madem' temalı bakışlarımı atarken doktor dinlenme odasına doğru yürümeye başlamıştık. Yürürken konuştum. "Ağrı kesici almayı unutma. Pansumanı da aksatma."

Bana yandan bir bakış atıp, "Bende tıp fakültesi mezunuyum, hatırladığım kadarıyla. Ayrıca biz Ankara bebesiyiz kızım," dedi. Ciddi kalmak için yoğun çaba verirken konuştum. "O Ankara bebeliğini ilk vurulduğunda da gösterseydin keşke." Bu sırada merdivenleri çıkmaya başlamıştık.

Gözlerini kısarak ters bakışlar atmaya başladı. "Hayatımda vurulmadığım gün yoktur biliyor musun? Ben hayatımda düzenli olarak vurulurum. Yaşam felsefemdir." Duraksadı. "Bu arada, ben vurulduğumda bir şey söylemiştin. 'İlk kurşun yaralanmamda benim de canım çok yanmıştı.' demiştin sanırım. Neden öyle dedin? Ayrıca çok iyi dövüşüyordun?" Ben de konu ne zaman buraya gelecek diye merak ediyordum.

Gerilmiştim ancak aldığım eğitimler sayesinde belli etmemeyi başardım. "Abim, dövüş eğitmeni. Bir dövüş kulübü var. Dövüşmeyi onun sayesinde öğrendim. Yine aynı dövüş kulübünde poligonlar var. Orada da silah kullanmayı öğrenirken vuruldum. Ayrıca Rençber Eğitim Merkezi'nde de eğitim gördüm." Sen nasıl bir yalancısın be, Ahsen! Tamam, gurur duymuyordum ancak işime yaramıyor da değildi... Ayrıca pek yalan da sayılmaz. Abim üstlenmişti bu görevi!

Kapının önüne geldiğimiz için cevap verememişti. Kapıyı açtım ve kapatmadan içeri girdim. Sinem, Kübra, Vural, Burak buradaydı ve Vural'ın elinde lahmacun poşeti vardı.

"Tam zamanında geldiniz. Lahmacunlarımız ve ayranlarımız geldi," dedi Vural büyük bir heyecanla.

Bende kenara ayrılmış gazeteleri alıp masanın üstüne sermeye başladım.

"Hastane nasıl karıştı ama!" dedi, Kübra heyecanla.

"Silahlı iki kişiyi de Ahsen imha etmiş. Nasıl yaptın, kız?" dedi, Burak omzuma vurarak.

"Acaba neden gelmişler?" dedi, Sinem düşünceli bir sesle.

"Artık yiyebilir miyiz şu lahmacunları!" dedi, Vural sabırsız bir sesle.

Hepsi birden bana ve arkamda duran Egemen'e bakıp, "Geçmiş olsun," diye bağırdı. Biz de boş bakışlar eşliğinde, "Sağ olun," dedik aynı anda.

Yaklaşık beş dakikanın sonunda lahmacunların başına oturmuştuk. Karşımda Sinem, Burak ve Kübra; sağımda Egemen, solumda ise Vural vardı.

Ortada duran poşetten bir lahmacun alıp önüme çektim ve limon sıkıp dürüm yaptım. Ağzıma götürürken Egemen'in tek eli olduğu aklıma gelmişti. Sağıma bakıp kontrol ettim ve yanılmadığımı gördüm. Elimdeki lahmacundan bir ısırık alıp gazete serdiğimiz masaya bıraktım ve Egemen'in önündeki lahmacuna limon sıkıp dürüm yaptım. Dürümü elime alıp ağzına götürdüm ve ağzında bıraktım. O bana ters ters bakarken ben ayranını çalkalayıp açtım ve önüne bıraktım.

Tekrar lahmacunumu alıp yemeye başladım. Bu sırada masadakilerin umurunda bile değildik. Kendileri şu anda başhekim ve yeni evlendiği karısını konuşuyorlardı.

Telefonun titremesiyle elimdeki lahmacunu masanın üzerine serdiğimiz gazete kâğıdının üzerine bıraktım ve ellerimi birbirine sürtüp gelen mesaja bakmak için telefonu elime aldım. Mesaj kayıtlı olmayan bir numaradan gelmişti. Odama gel. İsim verme zahmetinde bulunsaydınız keşke!

Kolumun dürtülmesiyle sağ tarafıma baktım. Egemen, 'ne oldu?' anlamında göz kırptı. Önüme dönüp cevapladım. "Kayıtlı olmayan bir numara mesaj atmış, 'Odama gel' diye." Bunun üzerine kaşlarını çatıp telefon ekranına eğildi. Bir kavrama ânı yaşamış olacak ki kaşlarını kaldırıp, "Babamın numarası bu ya. Seni odasına çağırıyor," deyip lahmacununu yemeye devam etti. Bende ayranımdan bir yudum alıp ayağa kalktım ve kapıya ilerledim. Koridora çıkıp asansöre bindim.

Yaklaşık iki dakikanın sonunda asansörden inmiş, Talat Akdemir'in odasının önüne gelmiştim. Kapıyı açınca direkt sekreter bölümüne giriş yapıldığı için kapıyı çalmadan açtım. Sekreter, beni görünce direkt kalkıp Talat Akdemir'in odasına kapıyı çalıp girdi. Bir şeyler söyledikten sonra içeri geçmem için eliyle gösterdi. Başımı sallayıp içeri girdim.

Talat Akdemir, döner sandalyesine oturmuş, masasının arkasından bana bakarak gülümsüyordu. "Hoş geldin. Otursana," deyip eliyle sandalyeyi gösterdi. Başımı sallayıp gösterdiği yere oturdum ve arkama yaslandım. "İki saat önce birinin hayatını kurtarmamış gibi rahatsın," dedi. Bende, çenemi tutamayıp, "Siz de iki saat önce az kalsın ölecek biri değilmiş gibi rahatsınız," demiş bulundum.

Cümlem onu şaşırtmış, aynı zamanda gülümsetmişti. Fırsatın varken gülümse, Talat Akdemir. "Utanıp konuşmayanları sevmem. Seninle iyi anlaşacağız gibi duruyor." Elim onun göremeyeceği bir konumda yumruk olmuştu. Daha fazla uzatmamak için konuştum. "Her neyse. Beni ne için çağırmıştınız?"

"Sadede gelelim diyorsun, tamam. Teşekkür ederim. Teşekkür mahiyetinde de seni yarın akşam yemeğe davet etmek istiyorum, kabul edersen?" dedi, beklenti dolu bakışlarla. Hevesli gibi görünmemek için, "Yarın akşamım boşsa ben Egemen'e söylerim. O size iletir," dedim. O da başını sallayıp beni onayladı.

Burada yapabileceğim bir şey olmadığı için, "Ben gidiyorum o zaman," dedim kalkmış kaşlarımla. Bunu da aynı şekilde onaylarken ayağa kalktım. "Yarın akşama mutlaka bekliyorum."

'İyi günler' dışında bir şey demeyip dışarı çıktım. Bunu Asparagasa iletmem gerekiyordu. Onlar da yüksek ihtimalle zaten kabul etmemi söyleyeceklerdi.

***

Şu an aynadaki aksime bakıp yatağımda oturan stil danışmanlarımın övgülerini dinliyordum. Üzerimde siyah, uzun kollu, dar ve boğazlı, dizlerimin bir karış üzerinde bir elbise ve tenimi gösterecek siyah bir çorap vardı. Ayakkabı olarak sivri uçlu topuklu siyah ve dizlerimin altında biten bir çizme giymiştim.

"Dehşet iyi oldun, Ahsen!" dedi Duygu.

"Çok yakışmış ama keşke mavi olanı giyseydin," dedi İlknaz.

"O elbise pembe puantiyeliydi, Pollyanna!" dedi, Zemheri.

"Kızlar, lütfen! Benim için kavga etmenize gerek yok," diyerek son noktayı koydum. Bunun üzerine hepsi aynı anda gözlerini devirdi.

Duygu, "Sen onu bunu bırak da hangi kabanla çantayı kullanacaksın?" dedi. Dudaklarımı büzüp önümdeki sırayla askıya asılmış kabanlarda gözlerimi gezdirdim. En sonunda gri dizlerimin altında biten kabanı aldım ve yatağın üzerine atıp, "Bunu ve siyah kol çantasını kullanırım."

Hepsi aynı anda kafalarını sallayınca tekrar aynaya çevirdim mavilerimi. Gözlerimi ortaya çıkaran gölgeli bir makyaj yapmışlardı. Dudaklarıma ise nude tonlarda bir ruj sürmüştük. Zaten kendiliğinden düz olan saçlarımı bir kez daha düzleştirmiştik. Benim içimden her ne kadar hazırlanmak gelmese de kızların beni hazırlama hevesini kırmamak için beni hazırlamalarına izin vermiştim.

"Çok güzel görünüyorsun görünmesine de o mavi elbise yine de daha güzel olurdu," dedi İlknaz dudaklarını büzerek. Bu sefer gözlerini deviren kişi ben olmuştum. "O elbiseyi giyseydim de Barbie bebeğe dönseydim değil mi, İlknaz!" dedim yatağa otururken.

Yaklaşık on beş dakika sonra saatin sekize yaklaştığını fark ettiğimde ayağa kalktım ve kabanımı giyerken konuştum. "Şansa ihtiyacım yok ama siz yine de dilerseniz fena olmaz."

Onlar gülüp bana şans dilerken ben çantamı alıp dışarı çıktım. Kendimi asansörün içine atarken bile hızlı olmaya çalışıyordum.

Arabama ulaşma çabalarım yaklaşık beş dakikanın sonunda son bulmuştu. Siyah, sedan olan arabama bindiğimde beklemeden Egemen'in attığı konumu açıp arabayı çalıştırdım ve 'Madrigal-Seni Dert Etmeler' açtım.

Ne demiş sanatçı, 'Başka bir evrende'...

Yol boyunca sayamadığım kadar şarkı dinlemiştim. Söylenen her söz ruhuma ayrı dokunuyordu.

Karşımdaki demir kapı açılırken arabayı içeri sürdüm ve boş bir yere park ettim. Talat Akdemir'in beni davet ettiği yer Egemen'in söylediğine göre kendi yaşadıkları evleriymiş. Ayrıca çoğu davetlileri evlerinde değil, cep yakan restoranlarında ağırlıyorlarmış. Dediğine göre özel davetlisiymişim. Ama ev de evdi şimdi!

Arabadan inip kapıya doğru yürümeye başladım. Her adımımda soğuk tenime çivileniyordu. Adımlarım beni kapıya götürürken etrafı inceliyordum. Normal sayılamayacak kadar koruma vardı. Çatılarda bile...

Kapının önüne gelip zili çaldım ve beklemeye başladım. İnsan zilini neden aslan şeklinde yapar ki?! Kısa bir beklemenin ardından kapı Aygül Akdemir tarafından açılmıştı. Ailenin devamı muhtemelen beni salonda bekliyordu.

Aygül Akdemir, güler yüzlü bir şekilde 'Hoş geldin' derken benim yüzümde de nezaketen bir gülümseme oluşmuştu. Beni içeri davet etmesinin ardından içeri girdim. Bazı üyeler beni kapıda karşılamıştı. Hoş geldin dileklerine bazen kısa bir baş selamı bazen de 'hoş buldum' diyerek cevap veriyordum.

"Salona geçelim, Ahsen'ciğim," dedi Aygül Akdemir eliyle beni yönlendirirken. Bu ne samimiyet Aygül'cüğüm? Tahmin ettiğim gibi beni salonda karşılamışlardı.

En başta Talat Akdemir'le el sıkışırken sırayla diğerlerine geçiyordum. Gerçekten... Kalabaklıklardı.

Elim yoruldu lan! Aşiret evine mi geldim acaba bilmeden!

Hoş geldin faslı bitti tam oturuyoruz, dedim. Yine olmadı... "Ay, durun oturmayın. Masa hazır, yemekler soğumasın direkt yemeğe geçelim," dedi güler yüzle Aygül Akdemir. Bu kadın niye bu kadar gülüyor? Egemen, anasından almıştı herhalde bu huyunu...

Hepimiz onaylarken masaya geçtik. Ama masa da masa yani! Aşiret sofrası mübarek... Masada ortalarda bir yere otururken soluma Beren, sağıma Egemen geçmişti. "Ya bir konuşta sesini duyalım. Vallahi bekliyorum ne zaman konuşacaksın diye! Çatladım yahu," dedi Beren solumdan. Ben su içerken kulağıma yaklaşıp devam etti. "Hem, abimin bahsettiği kişinin sesini merak etmiyor da değilim. Görüntü tamam on numara beş yıldız, sıra seste..." Lafını bitirmesiyle su boğazıma kaçtı ve bu da öksürmeme sebep oldu. Lan kalbim! Sana ne oluyor? Kalp atışımın hızlandığını hissediyordum...

Ben öksürürken Beren sırtıma vurup, "Ay, helal helal. Ne oldu ki şimdi ya?" Acaba?!

Ters bakışlarımın hedefi olurken masanın başına geçen Hüsam Akdemir konuştu. "Öncelikle evimize hoş geldin. Sana çok teşekkür ediyoruz ailecek. Talat oğlumun hayatını kurtarmışsın." Ben hafifçe başımı sallarken karşı sağ çaprazımda oturan Yağız gözlerini devirmişti. Şu an senin yaptığını o kadar yapmak isterdim ki...

"Gerçekten bütün akşam hiç konuşmayacaksın herhalde. Şu an senin yerinde olmak isteyen yüzlerce kişi var," dedi Evrim pişkin pişkin. Siyah omuzlarında olan saçlarını geriye doğru yapıştırmıştı. Koyu kahverengi gözleri ve sürdüğü kan kırmızısı ruju dikkatleri üzerinde topluyordu. Tipinde bile meymenet yok ki! Ama Allah var çok güzel karıydı... Ama bir kusuru vardı... Sinsiydi!

Egemen uyarıcı bir sesle, "Abla!" diye sağdan sağdan uyarırken ben arkama yaslanıp rahat bir pozisyonda cevap verdim. "O zaman o yüzlerce kişi kurtarsaydı, amcanı," dedim baskın kelimelerimle sakince.

Yağız'dan önce 'uiyy' diye bir ses çıktıktan sonra konuştu. "Vallahi koydu mu? Çok güzel koydu." Masanın üzerinden karşımda duran Evrim'e doğru eğilip, "Geçmiş olsun, ablacığım," dedi sinir bozucu bir gülümsemeyle. Yağız, kumral saçları, kahverengi gözleri ve keskin yüz hatlarıyla ortalamanın üzerindeydi. Evrim, hırsla masanın üzerindeki şarabından büyük bir yudum aldı. Bu çocuk gerçekten bu ailede Egemen'den sonraki favorimdi.

"Sesin de pek güzel. Sesten de geçtin. Bence daha fazla konuşmalısın," dedi Beren soldan soldan. Beren, abisi gibi yeşil gözlüydü ancak kalçalarına kadar uzanan dalgalı saçları abisinden farklı olarak koyu kahverengiydi. Bembeyaz teni de güzelliğine güzellik katıyordu.

Yemekler servis edilirken ailenin büyüklerinden Talat Akdemir olaya el attı. "Ahsen, senin özgeçmişini inceledim. Gerçekten çok önemli ameliyatlara seçilmişsin. Neden yurtdışına çıkmak yerine burada çalışıyorsun?"

Yemek servisi tamamlanıp yemeğe başlamıştık. Kafamı tabaktan kaldırmadan konuştum. "Abim ve erkek kardeşim burada. Ben de onları yalnız bırakmamak için buradayım." Kafamı kaldırıp Talat Akdemir'e dönerek devam ettim. "Ayrıca yurtdışının olduğu kadar Türkiye'nin de iyi doktorlara ihtiyacı var, değil mi?" Diyecek söz bulamıyorum... Pes! Teknik anlamda yalan değildi! Sadece eksik bilgi...

Boran, geldiğimden beri ilk kez konuşuyordu. "Çok haklısın. Gerçekten senin gibi düşünen daha fazla insan lazım bu ülkeye." Yeşil gözlerini Beren'e değdirip devam etti. "Değil mi, canım ikizim?" Buna Beren gözlerini devirmişti. Beren gibi koyu kahverengi saçları, yeşil gözleri ve bembeyaz bir teni vardı.

Hüsam Akdemir, uyarıcı bir şekilde boğazını temizleyip konuştu. "Kardeşin ve abin kim? Onlar da mı doktor?" Bu söylediklerimden bunu mu çıkardın gerçekten dedelik?!

"Hayır. Kardeşim baş komiser, abim dövüş eğitmeni. Bir dövüş kulübü var," dedim sakince.

Aygül Akdemir, yüzünde bir tebessümle, "Anneniz ve babanız sizinle gurur duyuyor olmalı..." dedi düşünceli bir sesle. Bunun üzerine boğazıma oturan yumruyu göndermek için sertçe yutkundum ancak nafileydi. İfadesiz çıkarmaya çalıştığım sesimle, "Umarım," diye mırıldandım.

Serap Akdemir meraklı bir sesle, "Sahi annen ve baban nerede?" diye sordu. Olabildiğince umursamaz çıkarmaya çalıştığım sesimle, "Öldürüldüler," dedim.

Bunun üzerine birkaç kişinin yutkunuşunu, bana dönen bakışları ve gerilen bedenleri hissedebilmiştim. Buna sağımdaki beden de dâhil. Yağız'ın bakışlarının ağırlığını üzerimde hissetmiştim ancak karşılık vermemiştim. Zira şu anda yemem gereken bir bonfile vardı...

Masadakilerin 'Ruhu şâd olsun' dileklerini teker teker kabul ederken sessizdim. Levent Akdemir'den bir soru geldi. "Kimdi ki onlar?"

Bu sorunun cevabını kaldırabilecek misiniz acaba? Yüzümde hafif bir tebessümle, "Babam, başarılı bir savcıydı. Çokta iyi bir adamdı. Soner Turan. Annemse çok güzel bir öğretmendi. Adı gibiydi zaten... Ama bilemezdim bu kadar erken adının kaderini yaşayacağını. Melek Turan," dedim isteğim dışında yumuşacık çıkan sesimle.

Cümlelerim bitince İlker Akdemir'i bir öksürük krizi tutmuştu. Oyunumuz gereği endişelenmiş gibi yapmam gerektiği için endişeli bir ifadeye bürüdüm yüzümü. "İyi misiniz?"

Birkaç dakikanın ardından aile büyüklerinin gerilmiş bedenleri ve İlker Akdemir'in öksürük krizi azalmıştı ve yemekler bittiği için salona geçmiştik. Şimdi de çay servisi yapılıyordu. Cam ve kulplu bardaklarda... İnce belli bardaklarımı özlemiştim!

"Bir ara abin ve kardeşinle de tanışmak isteriz. Değil mi, baba?" dedi Levent Akdemir. Hüsam Akdemir'in başını sallamasıyla tek kaşımı kaldırarak sordum. "Sebep?"

İlker Akdemir, gergin gülümsemesiyle ortaya atladı. "Ne sebebi olacak canım? Başarılı bir savcı olan Soner Bey'in ve öğretmen Melek Hanım'ın yetiştirdiği çocukları merak ediyoruz. O yüzden yani." Bu adam gerçekten en saflarıydı...

Şüpheli bakışlarım devam ediyordu. "Sorum değişmedi. Neden merak edesiniz ki? Tanıyor muydunuz yoksa?" Talat Akdemir, boğazını temizleyip konuşmaya başladı. "Evet. Soner Bey'le bir meselemiz vardı. Oradan hatırlıyoruz. İyi bir savcıydı gerçekten."

Cevap verecekken sağ elimde hissettiğim yanma hissiyle başımı elime eğdim. Elimin bir kısmına ve bileğime çay dökülmüştü ancak çok sıcak olmadığı için elimi kaldırmak dışında tepki vermemiştim. Üstelik elimdeki bandaj işlerimi zorlaştırıyor diye çıkarmıştım.

"Dikkat etsene, Arzu!" dedi Ferda öfkeyle. Evrim'in kime çektiği belli oldu...

"Biz sana çayı dök diye mi maaş veriyoruz!" dedi Evrim.

"İyi misin, Ahsen?" diye sordu Aygül.

"Buz falan getirin!" dedi Serap. Bizi düşünenler de varmış.

Egemen ve Beren bana yaklaşıp, "Canın çok yanıyor mu?" diye soruyordu.

En sonunda dayanamayıp, "Sakin olun alt tarafı bir çay, çok sıcak değildi ayrıca." Ferda ve Evrim'e bakıp devam ettim. "Siz hiç çay dökmediniz mi? Ne bu asabiyet?!" Beren ve Egemen'e bakıp, "Lavabo nerede?" diye sordum.

Beren, ayağa kalkıp, "Gel sana göstereyim," dedi. Ayağa kalktığım sırada Egemen de, "İlk yardım çantasını ver pansuman yapın. Sağ eli yaralıydı zaten," dedi. Beren, kafasını sallayıp yürümeye başlarken bende peşine takılmıştım.

Merdivenlerden çıkarken Beren'i dinliyordum. "Gerçekten abimin anlattığı kadar varsın. Senden bahsettiğinde çok şaşırmıştım. İlk kez birinden bahsetmişti. Öyle bir anlattı ki... Açıkçası bir ara senin wonder woman çıkacağını bile düşünmüştüm." Kıkırdaması beni de gülümsetmişti. Gerçekten çok cana yakın ve içten biriydi.

"Abin, neden sana benden bahsediyor ki?" dedim. Bu sırada merdivenler bitmiş koridora çıkmıştık. Ev değil, Topkapı Saray'ı mübarek!

Sorumla arkasını dönüp elini ağzına kapattı. "Abim bunu birine söylediğimi öğrenirse bana yapacağı şeyi ezberletti, dedi ki 'Senin sol pulmoner venlerini alır gluteus maximusuna dikerim!' evet! Aynen böyle dedi. Bu yüzden söyleyemem." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıyordum.

Bu sırada lavabonun önüne gelmiştik. Ben kapıyı açarken Beren, ilk yardım çantasını alıp geleceğini söylemişti. Kapıyı arkamdan kapatıp lavaboya ilerledim. Musluk ve sabunluk sensörle çalışıyordu. Lavabo bile zengin be!

Ben elimi katı sabunla yıkarken Beren kapıyı çalıp elindeki ilk yardım çantasıyla içeri girmişti. Çantayı lavabonun mermerine koyup geri çekildi ve beni izlemeye başladı.

Çantanın içine bakıp yanık kremi aramaya başladım. İçinden fito krem adında bir yanık kremi bulmanın verdiği mutlulukla gülümsedim. Beni dikkatle izleyen Beren' dönüp elimdeki kremi uzattım. "Sen sürmek ister misin?"

Gözlerinden okunan şaşkınlığı elimi uzatsam tutabilirim sanmıştım bir an. "Gerçekten mi?" diye sordu sesine de yansıyan şaşkınlık kırıntılarıyla. Cevap olarak gözlerimi bir kere sıkıca yummuştum.

Kremi elimden alıp sürmeye başladı. "Biliyor musun, ben aslında doktor olmak istiyordum ancak sayısalım kötüydü. Bende avukat oldum sonra. Gerçekten eğitim sisteminden nefret ediyorum." Sonra yanlış bir şey söylediğini düşünmüş olacak ki telaşla devam etti. "Yanlış anlama, avukat olmaktan şikâyetçi değilim. Doktorluk ukde kaldı ama içimde."

Gerçekten üzgün görünüyordu. "İstersen, arada sırada beni hastanede ziyaret edebilirsin. Uygun olursam sana hastaneyi gezdiririm. Küçük şeylerde bazen asistanlığımı yaparsın."

Gözlerini sonuna kadar açıp kocaman bir gülümsemeyle adeta üzerime atlayarak kollarını boynuma doladı. "Teşekkür ederim! Çok teşekkür ederim!" derken bende ellerimi varla yok arasında beline sarmıştım. "Önemli değil."

Bir süre aynı şekilde kaldıktan sonra yavaşça Beren'den ayrıldım. Yüzündeki tebessümle kremi sürmeye devam etmeye ve bir şeyler anlatmaya başladı. Bende onu dinledim.

***

"Görüşürüz, Ahsen. Umarım yeniden bir araya geliriz," dedi Aygül Akdemir gülümseyen yüzüyle. Dudaklarım nezaketle kıvrılırken, "Umarım," dedim kısık bir sesle. Hafif bir baş selamı verip arabama doğru yürümeye başladım.

Soğuk kıyafetimin üzerinden tenimi sızlatırken kabanıma daha çok sokuldum. Pansumanı yaptıktan sonra Beren'le aşağı inmiştik. Yanımdan ayrılmadığı için evi inceleyememiştim. Daha fazla durmak istemediğim için de sadece bir bardak çay içip yarın işim olduğunu ve erken kalkmam gerektiğini söyleyerek Aygül Akdemir'in biraz daha kalmam için yaptığı baskılardan kaçmıştım.

Arabamın yanına gelip kapıyı açtığım sırada solumdaki aracın da kapısı açılmıştı. Kısaca bakınca Yağız'ın gri arabası olduğunu gördüm. Onu takmadan tam şoför koltuğuna binecektim ki sesiyle durdum. "Sahile kadar yarış yapar mıyız?"

Boş bakışlarımın hedefi olurken, "Kalkma sebebimi duymadın herha-"

Yüzünü buruşturup lafımı kesti. "O bahaneyi ben de kullanıyorum. Yemedim yani!" Birkaç saniye sessizce bekleyip, "Kazanan ben olacağım, baştan uyarayım! Sonra apışıp kalma?" dedim.

"Görürüz!" dedi meydan okurcasına.

"Görürüz," dedim kendimden emin ses tonumla.

Aynı anda arabalara bindik. Arabayı önce çalıştırmamın avantajıyla önce ben ayrıldım malikâneden. Saat geç olduğu için tek tük araba geçiyordu. Biz de buna güvenerek rahat rahat arabaları hızlandırabiliyorduk.

Yan tarafımdan gelen Kolpa-Kafam Senden Bile Güzel şarkısıyla kaşlarımı çatarak bakışlarımı soluma çevirdim.

Kimse bilmesin nerede olduğumu

Sorarlarsa öldü dersin

Böyle gelmiş böylede gider

Kafam senden bile güzel

Ben hâlâ kaşlarım çatık kahkahalarıyla şarkı söyleyen Yağız'a bakıyordum. Bana yetişmişti. Bana sırıtarak bakmaya başlayınca bağırdım. "Kapat lan şunu!"

Homurdanarak şarkıyı kapattı. "Senin için çürümüş!" diye bağırmayı da ihmal etmedi. Ancak ben dediğimin yapılmış olmasına karşılık memnuniyetle gülümserken teybe uzandım ve Manga-Dünya'nın Sonuna Doğmuşum açtım.

Dünya'nın sonuna doğmuşum

Ya da ölmüşüm de haberim yok

İyi bilirdik derler elbet ardımdan

Bundan büyük bir yalan yok

Şarkıya eşlik ederken göz ucuyla Yağız'a baktım. Kaşlarını kaldırmış, bir uzaylıya bakıyormuş gibi bakıyordu. Onu umursamayıp şarkıya daha yüksek sesle eşlik ettim. Yağız da bir zaman sonra şarkıya benimle birlikte eşlik etmeye başlamıştı.

Sahile yaklaştığımızı fark edince kazanmam gereken bir yarış olduğunu hatırladım ve Yağız'a yandan bir bakış atıp arabayı hızlandırdım. Yağız'da bana yetişmeye çalışıyordu ancak benim kadar hızlanmayı göze alamadığı belliydi. Çünkü altındaki canavarla benim altımdaki canavar neredeyse eşdeğerdi.

Yaklaşık on beş saniyenin sonunda arabamı sahilin kenarında durdurdum sonra da kendimi arabadan dışarı attım. Kaputa doğru yürüyüp kalçamı yasladım ve arkamda kalmış Yağız'ı beklemeye başladım.

Yarım dakikanın sonunda sağ tarafıma park edilen arabaya baktım. İçinden çıkan surat oldukça asıktı. Yanıma doğru yürürken, "Eee, kara oğlan! Benim sözümü dinlemeliydin. Ben seni uyardım."

Benim gibi kalçasını arabamın kaputuna yaslarken ters bir bakış attı. Ayın ışığıyla süslenmiş denizi izlerken bir süre hiçbir şey söylemedi ancak ani bir parlamayla bana döndü. Boş bakışlarımla ona bakarken, "Ya, Allah aşkına! O yolda bu kadar hızlanılır mı, gözünü seveyim?! Aklım çıktı lan, benim çıkardığım yarış yüzünden kaza yapacaksın diye!" İfadesiz bakışlarım devam ederken hafifçe yutkundum. Akdemirlerin kanını taşırken düşünmeyin beni be! Neden suçlu hissediyordum ki sanki?

Onun aksine sakince cevap verdim. "Ben her zaman hız yaparım. Yol fark etmez. O an aklıma gelmedi senin alışık olmadığın. Özür dilerim endişelendirdiysem eğer."

Sıkıntılı bir nefes verip daha sakin bir sesle konuştu. "Bak, ben bu yarışları her zaman yaparım arkadaşlarımla. Ama böyle bir yolda hiçbiri, hiçbir zaman bu kadar hızlanmadı. Hâliyle endişelendim." Keşke annem ve babam yaşasaydı da onlar yapsaydı böyle konuşmalar...

Konuyu dağıtmak için alayla gülüp, "Nasıl yendim ama seni!" dedim. O da bana uyup konuyu değiştirmeme yardımcı oldu. "Ben bir şey demiyorum." Önce beni inceledi, sonra arabayı inceledi ve devam etti. "Bir arabana bakıyorum. Bir sana bakıyorum. Ama Manga'yı nasıl Kolpa'ya tercih ettin, anlayamıyorum."

"Sen ne anlarsın be!" diye homurdandım. Aramızda bir sessizlik peyda oldu. Ancak çok sürmeden sessizlik Yağız tarafından bozuldu. "Senin geleceğini annem ilk söylediğinde bir miktar sövdüm. Helal et," dedi yandan bir bakış atarak.

Kaşlarım çatılırken, "Sebep?" diye sordum. Dudaklarını birbirine bastırırken konuştu. "Ben ailemin misafirlerini pek sevmem açıkçası. Yapmacık gülümsemeler, gereksiz konuşmalar, patronlarının ailesinin hoşuna ne giderse ona göre hareket etmeler falan... Seni de öyle sanmıştım. Beklemiyordum ailem karşısında kendi fikirlerini savunmanı. Hele ablama laf sokmanı... Hiç. O evden çıkan birine ben yarış teklifimi si- yani hayatta sunmazdım," dedi. Kısık gülüşüm ortama yayılırken, "Rahat olabilirsin," dedim. Gülümsemek dışında tepki vermedi.

Böyle yeni tanıştığım kişilere bu denli soğuk olan birisi olmamıştım hiçbir zaman. Kendim gibi davranırdım. Gülmek istediğim yerde güler, soğuk yapmak istediğim yerde zorlamazdım kendimi samimiyet için. Bugün gülememiştim. Annem ve babamın katilerine gülebilir miydim? Bu görevimde hiç yalan söylememiştim neredeyse. Sorulan her soruya doğru cevap vermiştim. Bu yandan içimin rahat olması gerekiyordu ancak kendimi her daim bana içten davranan Beren'e, sorumlusu o olmamasına rağmen endişelenen Yağız'a, olabildiğince samimi davranan Egemen'e karşı mahcup hissediyordum. Özellikle Egemen'e. Neden bilmiyordum ama en çok onun düşüncesinden çekiniyordum.

Kafamın içindeki düşüncelerimden beni ayıran sese çevirdim mavilerimi, "Bir şey sorabilir miyim?.. Ama seni üzebilecek bir soru. Merakıma ver," deyip beklenti dolu kahveleriyle baktı bana. Devam etmesi için başımı salladım.

"Annen ve babanı kim öldürdü?" Hay benim şom ağzıma... Yalan söylemek istemiyordum. Bu yüzden, "Yakında hep beraber görürüz umarım," dedim. Bana anlamsız gözlerle bakmasını umursamadan devam ettim. "Şimdi soru sırası bende. Ama aynı şekilde seni üzebilir. Sorabilir miyim?" dedim çocuksu bir tavırla. Oysa bu hâlime gülümsedi ve sormam için kafasını salladı. "Ailene neden bu kadar uzaksın? Soyadını bile değiştirmişsin?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Bunu görev için değil de samimi geldiği için sormuştum. Tamam, görevimin de etkisi vardı ama kişisel merakım ağır basıyordu.

Gülümsemesi yüzüne solarken sıkıntılı bir nefes verdi. "Amcalarımın, babamın ve dedemin olmamaları gereken bir işin içinde olduğunu öğrendim. On beş yaşımda falandım. On sekizime kadar o evden kaçabildiğim kadar kaçtım. Kuzenlerimden, annemden, ablamdan... Sadece Egemen ve kardeşleriyle iletişim kurdum. Babama küsmüştüm kendimce. Okula özel arabayla giderdim. Devlet okuluna geçip yurtta kalmaya başladım. Hafta sonları da eve gelmezdim. Babamın verdiği parayı almaz kendim çalışarak kazanırdım. Babam ve annem bunların başında bana eve gelmemi sürekli söylerdi. Ben, devamlı reddedince bıraktılar söylenmeyi. Sadece annem arada konukların geleceğini ve bu yüzden evde olmam gerektiğini söylediğinde giderdim. El bebek gül bebek büyümüşüm on beşime kadar. Çalışmaya başlamak çok zor gelmişti ama dayandım. Ben dayanırım dayanmasına ama Egemen, Beren ve Boran çeksin istemedim. O yüzden söylemedim neye bulaştıklarını. Sonra da kaldı işte."

Yaşadığı şeylere üzülmüştüm. Kolay değildi. Biliyordum neler yaşadığını. Ben de yaşamıştım benzerlerini. Bunları benimle benzer bir kader yaşayan birine söylemek istemiştim. Ama dudaklarımdan, "Neye bulaşmışlar?" sorusu firar etmişti.

Gözlerimin içine bakıyordu. Sanki bir şeyleri anlamak ister gibi. Ancak ben ifadesizlik zırhımı kuşandığım için istediğini alamıyordu. Yavaşça yutkundu. Göz bebekleri titredi. Dudaklarını ıslatıp, "Söylersem sen de gidersin. Hem de bana hiç gelmeden," dedi çocuksu bir sesle. Bunu o kadar masum bir sesle söylemişti ki içim acımıştı. "Benden bunu söylememi istedi bir kişi. Bana, değer verdiğini düşündüğüm tek kişi bunu söylediğimde yüzüme bakmadı. Benden giderken arkasına bile bakmadı. Tereddüt bile etmedi." Benim ne yaptığımı bilsen belki de asıl sen yüzüme bakmazdın be kara oğlan!

"Ailenin yaptığı bir şey için seni sorumlu tutmam. Ama eğer için bu şekilde rahat edecekse söyleme. Bana güvenmemeni anlıyorum," dedim gözlerinin içine bakarak. Kendini kötü hissetmemesi için hafifçe gülümsedim. Ne kadar işe yarar bilmiyordum ama. Sadece elimden başka bir şey gelmiyordu. Tekrar gözlerimi denize çevirdiğim sırada derin bir nefes aldığını işittim. Sonra da bakışlarının üzerimdeki ağırlığıyla tek nefeste söylediği cümleyi.

"Hem çocuklar üzerinden hem de yük gemileriyle yaptığı uyuşturucu ticaretini öğrendim." Pek şaşırmadım...

Yağız'a baktım, ifadeden yoksun gibi görünen ama içinde binlerce duygu barındıran gözlerimle ve ayağa kalktım. Ayağa kalkmamla Yağız'ın gözleri sımsıkı kapanmıştı. Bu, gözünden bir damla yaşın firarına sebep olmuştu. Gideceğimi düşünmüştü muhtemelen. Bu yüzden ayağa kalkmaya yeltendi. Ama ben, onun ayağa kalkmasına fırsat vermeden kollarımı boynuna doladım gevşekçe. Bunu yapmamla bedeni kaskatı kesilmişti.

Geçen birkaç saniye içinde bana karşılık vermemişti. Yavaşça geri çekiliyordum ki bu sırada hızla belime doladı kollarını. Sıkıca sarılıyordu bana. Gitmemi istemez gibi. Binlerce teşekkürün sözsüz hâli gibi. Bende bunun üzerine boynuna sıkıca dolamıştım kollarımı. Acılarını paylaşmasını ister gibi. Kim bilir kaç kişi görmemişti onun yardım çığlıklarıyla dolu gözlerini. Kim bilir ne kadar üzülmüştü yüzüstü bırakılınca. Kim bilir kaç kişiye göstermişti usta oyunculuğunu.

Çenesi omzumdaydı ve gözyaşlarının kıyafetimin üzerinden delip geçişini hissedebiliyordum. Ayrıca kış ayının soğukluğu, kabanım olmadığı için iliklerime kadar işlemişti ancak umursamıyordum.

Kaç dakika öyle kaldık bilmiyordum. O sakince akıttı gözyaşlarını, bense bekledim. Beklememin sonunda yavaşça geri çekildi. Kollarımı boynundan çektiğim sırada o da belimden çekmişti ellerini.

"Üşüdüm. Sende üşümüşsündür. Gidelim artık." Cevap olarak başımı salladım ve aynı anda arabaların şoför koltuğuna geçtik. Kapıyı açtığımda soğuk mavilerimi gelişigüzel etrafta gezdirdim. Ancak gözlerim tek bir noktaya odaklandı.

Egemen'in ileriye park edilmiş olan arabası.

Anlığına göz göze geldik arabanın açık olan camından. Ancak Egemen mavilerimle yeşillerinin buluştuğu an arabası ileriye doğru atıldı ve anlık göz temasımız kesildi. Kim bilir ne düşünmüştü. Neden içime dert oluyor ki?!

Buna takılmayıp arabama bindim ve evime gitmek üzere hareket ettim.

 

Loading...
0%