@oylesinebirokurist
|
Birinci Gün... "Mihri Akpınar! Ziyaretçin var. Görüşmek istiyor musun?" Kendimi korumak için avuçlarım kollarımdaydı. Ürkek bakışlarım her ne kadar kendini bulunduğum ortamdan soyutlamak istercesine baksa da bunun için hareketlenecek mecalim yoktu. Çekinerek başımı salladım. O ilaç damarlarıma enjekte edildiğinden beri kendimde değildim. Beni yatırdıkları yataktan kalktım. Bana haber vermeye gelen görevlinin tahammülü yoktu. Sabırsız ve benden hoşlanmadığını iliklerime kadar hissettiren bakışlarını bir an olsun üzerimden ayırmıyordu. Kapıdan çıktığım an beni aklarla dolu koridorda yürütmeye başladı. İnsanların bakışlarını üstümde hissediyordum. Birçoğu bedenen burada olsa da zihnen burada değildi. Geriye kalanlar için akıllarından ne geçtiğini bilmiyordum. Yalnızca tahminlerim vardı. Kimisi beni kim olduğumu anlamaya çalışıyordu, kimisi beni hakkımda cinayet planları yapıyordu, kimisi hangi uzuvlarımı bedenimden ayırmak istediğini hesap ediyordu... Kestiremiyordum. Görevli beni camla izleyebilecekleri bir odaya getirdi. Bu odada bir masa ve iki sandalye mevcuttu. Bunların dışında da annem... Anında kahvelerim dolarken annemin karşısındaki sandalyeye ilerledim. Annem beni görünce gözlerine acıma duygusu yerleşmişti. Ancak umurumda değildi. "Anne..." Titreyen avuçlarım annemin masanın üzerine bıraktığı ellerini buldu. "Anne çıkar beni buradan," dedim titrek bir sesle. "Anne beni neden buraya getirdiler? Ben hiçbir şey yapmadım ki!" Masumca sorduğum sorulardan sonra annem gözlerini kapatmıştı. Ellerimi avuçlarının arasına hapsetti. "Senin bir süre burada kalman lazım Mihri. İyi değilsin," dediğinde anlamamıştım. "Anne anlamıyorum. Ben iyiyim. Neden kalacağım burada?" Göz kapakları aralandı ve kahvelerimiz birbirine sabitlendi. "Sen iyi değilsin. Burada kalmanı ben istedim. Bir an önce iyileşmen lazım." Acımasızca kurduğu cümlelerine karşı diyecek hiçbir şey bulamamıştım. Şaşkınlık dolu ifadem sözcüklerin bir bir dudaklarımın arasından çıkıp özgürlüğüne karışmasına neden oldu. "Anne beni buraya sen mi yolladın?! Neden?!" İçi acıyormuş gibi baktı. "Kendi kendine konuşuyordun kızım! Hareketlerin, sözlerin, kahkahaların... Delirmiş gibiydin Mihri!" Bir anlam arıyordu. Ama ben bunları yapmamıştım. Ellerimi avuçlarından hızla kurtardım. Kendimi durduramayarak hızla ayağa kalktım. Bu sandalyenin geriye düşmesine neden olmuştu. Ancak umursayacak hâlde değildim. "Anne beni buraya sen kapattın! Bana deli muamelesi yapan en başından beri sendin!" Ellerimi saçlarıma attım. Yılan misali parmaklarıma dolanırken dayanamayıp çekiştirmeye başlamıştım. Kapının açılma sesini duydum. Umarsızca bağırıyordum. "Anne sen ne yaptın?! Anne sen benim geleceğimi yaktın! Mahvettin beni! Orada sana yalvardım kurtar beni diye! Gelmedin! Bana iftira atmışsın sen!" Kollarımda eller hissetmiştim. Kurtulmak istiyordum. Çırpınıyordum. Bırakmıyorlardı. Canım yanıyordu. "Bırakın beni!" Tenimi saran bir ıslaklık hissettim. Ağlıyor muydum? Kolumda bir sızı hissettim. Biri bana mı vuruyordu? "Canım yanıyor!" Sızının hareketini anbean hissettim. "Anne." Sesim güçsüzleşiyordu. Hasta mı olacaktım? "Karanlık." Gözlerimin önü kararıyordu. Uykuya mı dalacaktım? Şimdiki Zaman (Dördüncü ay...) "Mihri! Annen geldi." Sesin geldiği yöne çevirdim kahvelerimi. Feray abla ziyaretçim olduğunu söylemişti. Önümdeki hukuk kitaplarında göz gezdirip ayağa kalktım. Feray ablayı tatlı tatlı süzüp, "Bugün ayrı bir güzeliz sanki Feray Hanım," diyerek takıldım. Burada hasta bakıcıydı. Başlarda benden pek haz etmese de zamanla alışmıştık. Kendileri buradaki en yakın arkadaşım olurdu. Kırklı yaşlarının sonuna gelmiş, saçlarının aralarına aklar düşmüştü. "Beni böyle kandıramazsınız Mihri Hanım! Bu sefer hiçbir yere gitmek yok!" Üzülsem de belli etmedim. Tonton yanaklarını parmaklarıma canını yakmayacak derecede sıktım. Tatlı bir sesle, "Aşk olsun Feray'cığım! Ben ne zaman kandırdım seni?" dediğimde popoma bir şaplak attı. Ellerim direkt vurduğu yere giderken kırgın bir şekilde Feray ablaya baktım. "Bir de dalga geçiyor sıpa! Yürü!" Yalancı bir kızgınlıkta söylediği şeyden sonra trip atarcasına yürümeye başladım. Beyaz koridorda adımlarım yankılanırken tımarhane halkında göz gezdirdim. Yeni mahkûmlar eklenmişti. Daha önce görmediğim yüzler mevcuttu. Süslü, kırmızı sabahlığını giyip boynuna yine kırmızı renkte tüylü otrişini takan Aylin ablaya baktım. Makyajı en iyi yapanlar arasında dünyada ilk ona girebilirdi. Karşılıklı birbirimize gülümsediğimizde elindeki hayali mikrofonunu dudaklarına götürdü. Dudaklarını araladığında benim için mırıldandığı türkü koridoru doldurdu. "Fikrimin ince gülü..." Yerinde salındı. "Kalbimin şen bülbülü..." Elini kalbine götürdü ve aheste aheste yerinde dans etmeye başladı. "O gün ki gördüm seni..." Kalbindeki elini havaya kaldırıp ritim tuttu. "Yaktın ah yaktın beni..." İlerlediğimden dolayı geride kalmasını umursamadan arkamı döndüm ve geri geri gitmeye başladım. Bir konserdeymiş gibi ellerimi kaldırıp avuçlarımı birbirine çarparak alkış tuttum. "Sesine sağlık Aylin'ciğim!" Kendisine abla dememi net bir dille yasaklamıştı. Yaşlı hissettiğini söyler dururdu. Bana gülümseyerek öpücük yolladı. Ben de düşme ihtimalime karşı gülerek önüme döndüm. Maalesef görüş odasının önüne gelmiştik. Feray abla belimden yavaşça ittirip, "Hadi kızım, olay çıkarma sakın," diye temennilerini bildirdi. Annem buraya ne zaman gelse sonumuz tartışmayla bitiyordu. Sonuç olarak sakinleştirici verip beni uyutuyorlardı. Hiçbir şey söylemeden kapıyı sertçe açıp içeri girdim. İfadesizce beni bekleyen kadına baktığımda onun da beni izlediğini gördüm. "Kızım, otursana." Gösterdiği sandalyeye bakıp yavaşça ilerledim. Oturduğumda rahat bir pozisyona geçtim ve karşımdaki kadına ifadesizce, "Neden geldin? Sana gelme demedim mi?" diye sorularımı yönettim. "Kızım neden öyle diyorsun? Annenim ben senin," dedi yumuşak bir sesle. Burnumdan nefes vererek alayla güldüm. "Senden beni kurtarmanı istediğimde annem değil miydin?" Dudakları aralandığında bir şey demesine izin vermeden ayağa kalktım. "Neyse ne... Bir daha gelme!" Yüzüne son kez bakıp dışarı çıktım. Dışarıda beni bekleyen Feray ablayı görünce tebessüm ettim. O ise endişeli ifadesiyle bana bakarken, "Annenin üzerine fazla mı gidiyorsun kızım?" diye sordu. Ona kahve harelerimi devirdim ve ardından ilerlemeye başladım. Peşimden geliyordu. "Saçmalama istersen Feray abla! Bana deli damgasını vurarak buraya tıktı! Az bile ona." Bunun üzerine bir şey demek istemeyip konuyu değiştirdi. "Yeni bir psikiyatri uzmanı geliyormuş." Muzip bir ifadeyle söylediği şeye karşılık alayla güldüm ve "Buraya bile isteye gelen doktorun zekâsından şüphe ederim," dedim. Alınmış bir ifadeyle, "Niye öyle diyorsun kız?!" dedi. Bakışlarımı açık kahve gözlerine sabitledim. "Doğru dürüst teşhis bile koyamayan bir yer olduğu için olabilir mi?" Odamın önüne geldiğimiz için bir şey demesine fırsat vermeden kapımı açtım. İçeri girip yalnızca başım görünecek şekilde Feray ablaya bakıp, "Görüşürüz Feroş!" dedim ve hızla başımı içeri sokup kapıyı kapattım. Bıdılanmalarından kaçmıştım. Tekrar odama dönmüş olmanın verdiği kasvetle yüzüm asıldı. Her şey beyazdı ve artık sinirimi bozuyordu. Dışarıdan herhangi bir süs eşyası dahi almadıkları için de bomboştu. Yalnızca Newton beşiğim vardı. Kendileriyle kısa zamanda tabiri caizse kanka olmuştuk. Bir vasiyet imzalasam şu an buradaki tek mal varlığım Newton'un beşiğiydi. Hukuk kitaplarımı ve kıyafetlerimi saymazsak tabi... Tam yatağıma doğru yürüyecekken kapım tekrar çalındı. Kapalı kapıma bakarken 'gir' komutu verdim. Bu sefer farklı bir görevli vardı. "Ziyaretçin var Mihri." "Yine kim?" "Ece." Ece en yakın arkadaşımdı. Sık sık ziyaretime gelirdi ancak son zamanlarda mesleğinden dolayı gelemez olmuştu. O da benim gibi avukattı ve fakülteden tanışmıştık. Başımı sallayıp gittiğim aynı şekilde takip ettim. Kapı açıldı ve içeride bu sefer annemi değil en yakın arkadaşımı gördüm. Beni gördüğü an tebessüm edip ayağa kalktı. Kollarını iki yana açınca hiç beklemeden yanına ulaşıp kollarımı sarmaşık misali beline doladım. "Özledim seni yahu!" Sesiyle gülümsedim. "Bende. Ne zamandır gelemiyorsun." Tabi ki şikâyet edecektim. Evet, onu ona. Birbirimizden ayrıldığımız sırada otururken, "Yeni bir dava aldım. Şu sırada başımı kaşıyacak vaktim yok. Üzgünüm..." diye mırıldandı. Gözlerimi kaçırdım. "Anlıyorum." Mesleğimi dört aydır yapamıyordum. Burada hukuk kitaplarım hariç hiçbir dayanağım yoktu. Özlemiştim. Hayatımı... Masanın üzerine bıraktığım ellerimi avuçlarının arasına alırken, "Mihri... Özür dilerim hatırlattığım için. Ama buradan en kısa zamanda kurtulacaksın. Yeniden davalar hakkında konuşacağız. Eminim," demişti. İri mavi gözleriyle bana alttan alttan bakarken sahiden üzgün görünüyordu. Konuşmalarına yutkunmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Bu yüzden konuyu değiştirmek adına gülümsedim. Bende masanın üstünden aynı şekilde ona yaklaşırken avuçlarının arasındaki ellerimi sıkılaştırdım. "Sen boş ver bunları... Ceyhun'la aranız nasıl bakayım?" Muzip bir ses tonu kullandığım cümlelerimle beraber yanakları kızarmaya başladı. Ceyhun'la yaklaşık dört senedir aynı yerde görev yapıyorduk. Ece'yle ise asla anlayamadığım bir arkadaşlıkları vardı ve asla birbirlerine adım atmıyorlardı. "Ne olacak canım?" Duygularını iyi gizlerdi ancak karşımda kediden bir farkı yoktu. Ben 'Hadi oradan' dercesine bir bakış atınca oflayıp yüzünü astı. "Ne oldu ayol?!" Tepkim buydu, evet. Ceyhun'u bana şikâyet edercesine, "Sorun da burada ya işte! Olan hiçbir şey yok! Ona resmen ondan hoşlandığımı ima ettim ama anlamadı salak!" demişti ve ardından durgunlaştı. "Ya da anlamak istemedi..." Kaşlarım çatılırken, "O ne demek ya?" demiştim. Ellerini ellerimden kurtararak kendine çekti ve tırnak etlerini yolmaya başladı. "Belki de beni sadece arkadaşı olarak görüyor demek." Gözlerimi belerterek tırnak etlerini Ece'nin gazabından kurtardım. "Ceyhun seni arkadaş olarak görüyorsa şu tımarhaneden çıkmak nasip olmasın Ece!" Bu kadar büyük yemin edebilirdim. Ettiğim yeminle kararsız bakışlarını bana doğrulttu. "O kadar yani?" Abartılı bir ifadeyle konuştum. "O kadar yani!" Dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra birkaç saniye o şekilde bekledi. Ardından kaşlarını kaldırıp bir şey söyleyip söylememek arasında gidip gelircesine bakınca gözlerimi devirdim. "Söyle." "Annen konusunda ne yapacaksın?" Çenemi ağrıtacak kadar sıktığımda, "Vazgeçtim söyleme!" demiştim tıslarcasına. Annem konusunda yapılabilecek bir şey yoktu. Benden kurtulmak istemiş ve buraya tıkmıştı. "Mihri yapma böyle. Senin sadece iyiliğini istiyor!" Konuşmasıyla beni daha da sinirlendirmişti. Ayağa kalktım. "Bir daha bana o kadın hakkında bir şey söyleme Ece!" O da ayağa kalktı. Ellerini uzlaşmacı bir tavırla kaldırdı ve temkinli bir sesle, "Tamam sakin ol lütfen..." Devam etmesine izin vermeden direkt arkamı döndüm ve kapıdan çıktım. *** Umarım beğenmişsinizdirrr. Başından söylemiş olayım bunların hiçbirini malum yerlerimden sıkmadım, araştırıp öyle yazdımmm. Kendinize ponçik bakınnn.
|
0% |